25 Şubat 2016

GÖNÜLDEN SÜZÜLENLER-İSMAİL SARIGENE.....İKİ


GÖNÜLDEN SÜZÜLENLER-İSMAİL SARIGENE

İKİ

Bir çınar ağacının kuru dallarına yazılmış bir masaldan koşup geldim ey çocuk. Üstüm başım sevda. Ayaklarımın bağı çözülmüş. Kan revan hallerimi çoktan gusle yordum. Yeşil bir bahçenin içinde sevdaya sarhoş olmuşum. Mezem özlem, kana kana içiriyorum. Boşalan bardaklara durmadan sevdanı dolduruyorum. 
Denize yarenlik bir tozlu yolum. Üzerimden kaç zaman devrildi. Kaç gece kaçaklara yataklık etti bu yol. Susuzluğuma seni sürdüm damla damla. Senin mavi yüzüne özendim hep. Aldığın ve giyindiğin her rengi içimde büyüttüm. Gözlerine yaslanmış güneşi kıskandım ama ben seni hep sevdim mavi deniz. 
Sevdaya kurulmuş bir köprüdür omuzlarım. Özlem ile sevdanın arasına vurulmuş bir taştan umut eliydi köprünün ayakları. Köprünün bir başında ben, diğer başında sen. Bir gün köprünün ortasında umuda gülümseyecektir yüreklerimiz. 
Senin ellerin değmemişken saçlarım karanlıkta sarmaş dolaştı. Ayaklarımın altında işgal edilmiş milletin savaşta yenik çocukların hüzne boğulmuş yüzleri. Ellerimde kısır toprakların sessiz çığlıkları. Sen gelmeden hep siyah çizgiye düşerdi alnım. Sonra sen geldin. Bir umuttan bir mutluluktan sözler bitiyordu dudaklarımın ıslaklığına. Gece karanlıktan eser yoktu, yıldızlar hep soluma yani senli kalbime misafir oluyordu. Hüzne bir kapı gösterildi. Savaşın izlerinin yüzüne mühürlü ve sapında taş taşıyan çocukların ellerinde bir gül..Bir Cennet bahçesinde tüm mutluluklara bir gül satıyorlardı. Elleri gül kokuyordu ve yüzlerinden bir mutluluk mutluluğa gülümsüyordu. Her şey ama her şey gülümsüyordu. Tıpkı sen gibi..

Uykusuz bir gecenin içinden geleceğim sana. Bileti çoktan ayrılmış bir tren yolculuğunun pencerelerinden sana türküler yollayacağım. Karanlıkta gözümü sana kapayıp açtığımda aydınlığı değil gözlerine hayat diyeceğim. Sen gecik biraz, beklet beni. Sevdamızın en koyu deminde bir şiir olalım. Mutluluktan alıntı umuda ithaf bir dilek olup Tanrıya açılmış bir dua olalım.
Bir karanlık ısmarladım gözlerimin sensiz yanına. Senli bir masalın ortasından geliyorum. Sabahtan akşama kadar sek sek oynayan ve yorulduğunda benek benek çiçeklenmiş eteklerinde şehrinin yetim kuşlara mutluluk dağıtan bir kız çocuğuydun sen. Bir hayalin gerçeğe en yakın yanıydı gözlerin. Giyindiğin bir umudun sana büyük kesen kısmına mutluluğu dikecek kadar usta bir terziydin hayatın ölümle dalaşında. Şimdi ben bu satırları yazarken kaçıncı sancıdasın kim bilir. Şehrinin kuru gürültü satan kalabalıklarında ben seni yaralarından değil gülümseyen yüzünden tanırım ey sevgili..
İçimdeki seni hiçbir di’li geçmiş zaman kipine yakıştıramadım.Tedavülden kaldırılmış her cümleni ben yüreğimde kanamalı bir doğumdan sonra dudaklarına doğurdum. Her sözün taptazeydi.Yüzünü yüzünden söküp geçmişten alı koydum seni.Ne zaman umutsuzluğa düşse payın, ben senli geniş zamanlara yürüttüm seni. Sorgusuz sualsiz alı konmuş tüm düşlerine yataklık ettim ben.Senden değil, sevdan değil senin geçmişine bir gelecek vadettim diye suçlandım.Yüzümü bir ayaz gibi kesen bu iz’anı kaldırdım ve sen gibi gülümsedim. 
Üzgünüm söz verdim.Sensizlikte hiçbir zaman geçmiş zaman kullanmayacaktım sevgili. Sen gibi gülümsüyorum şimdi ve hep gülümseyeceğim…

Omuzlarımın eğikliğine denk gelmedi mi hiç gözlerin. Sana gelen yolları aşındırdı o omuzlar. Ve kaç yol üstü molası çığlığı saklıdır üstünde ve kaç suskun tabuta omuz verdi omuzlarım. Uzaklığı hiç aldırış etmedim ben. Gelecektim sana, bir gün kavuşacak için varacaktım sana / gitmek için değil. Ayaklarımın yavanlığından, tahta arabalı çocukluğumun hiç anlamı yok sana gelen yolculuklarıma denk gelen. Bastırdıkça özlemlerimi, küllerini derime enjekte etmekten bir tahta kovuğuna gelin ettim. Eğiktim, büzüldüm ama hiçbir zaman eğilmedim yokluğuna. Ve hiçbir zaman uzaklığına yokluğunu karıştırmadım. Bensizliğin, bir günlük insan yürüyüşü kadardı. Yokluğun adınla başlayıp gözlerinin güzelliğiyle bitirdiğim cümle kadardı işte. Varlığın ise bende koca ömür..
Beyaz badanalı mavi pervazlı bir bağ evindeyim. Soluma dönerken küçük bir çeşmenin akarına ekilmiş yeşil sebze tohumluklarını görüyorum. Sağımda babamı kaybettiğim ekin tarlası. Nadasa bırakılmış kaç senedir.. Biraz ileride iki erik ağacı. Gölgesinde sen ve ben. Karasal bir iklime inat filizlenen ve gülümseten bir sevda mevsimi. Mutluluk filizinde iki bedene inat tek bir yüreğe sığdırılmış bir Cennet.
Sesinden ömrüme bir ömür pay ediyorum. Özleminde kasıp kavrulan yüreğime bir su damlası diye sesinin kahve rengi halini içiriyorum. Susuyorum sana. Sesine yaslanıp bir ömür diliyorum kendime. Başımızı sokacağımız bir baraka, çatısız düşler ve yıldızlara uzanan bir sevda köprüsü..Bir miktar umut, bir miktar huzur. Bir sen..
Sarı saçlı bir çocuğun gözlerine serdim mavi bilyelerimi. Güneşi yüzlerine çizdiğim kız çocuklarına masallar anlatıyorum küçük bir kasabanın tarih kokan sokaklarında. Yalın ayak ayaklarımla koşuşturduğum veresiye aldığım şekerleri delik ceplerimden döke döke o sarı saçlı kız çocuklarına koşuyorum. Sonra gülüşlerinden kanayan yaralarıma şifalar diliyorum. Benek benek çiçekli elbiselerinden kara kışlarıma baharlar serpiştiriyorum. Sonra dağın eteklerinden bir rüzgar esiyor gülüşü Cennet kız çocuğu düşlerime. Bir umut doğuyor bulutların arasında. Gülüyorum, gülümsüyorum. Sarı saçların altındaki tebessümleri çalıp bir mutluluğa filiz oluyorum..
Bir telefon ahizesinden yansıyan sesine anlamlar yüklüyorum. Yorgunluğuna taze bir nefesi daha feda ediyorum. Kanamalı ve sancılı bir günün ardından topuklu sesine bir nihavent şarkı yanaştırıyorum. Avuçlarımda sımsıkı sakladığım denizi sürüyorum dudaklarının kuruluğuna. İçimin karasal ikliminden soyunup ılık bir melteme dönüşüyor özlemim. Gözlerinin gülüşünden haz alan umut, kendine savaşan her bir acıya karşı Elif gibi dimdik.
Kayıp çocukluğumu arıyorum parklarda. Bana hiç kimse masal anlatmasa da küçüklüğümde, ben gecenin karanlığına bir şiir yakıyorum ve sevdiğime masallar anlatıyorum. Çocukluğuma yalın ayak koşuyorum. Yüzümde bir tebessüm beliriyor. Ceplerimde dağıtılmayı bekleyen nice rengarenk şeker. Gözlerimde yedi harfli bir mutluluk ve hayatımda bir can. Gülümsüyorum rast gele..
Bilirim ey sevgili, sana vaat edilmiş hiçbir hayal gerçekleşmedi. Nereye elini atsan boşluğa düştü parmak uçların. Topukların ardına, yüreğinin arkasına bir uçurum ilişti. Yoruldun, yorgundun ama sen bende hayattın. Senin aldığın her bir nefese bir koca ömrümü sığdırdım. Nihavent sesinle örttüm üryanlığımı. Canımın yongası diye senin adından vazgeçtim. İlk önce senin adını ıslattım baharlara. İlk senin adını fısıldadım Cennetin yeşil bahçeli kapılarına. Sen nefes al. bırak hayat bizi yorduğun yerden vursun. Elbet bu zorluklar bir umuda dönüşecektir sevgili.
Kırıklarından bir yürek doğurmaya çalışıyorum ben. Yorgunluğum bundandır. Adının yanına, yüreğinin büyüklüğüne bir cümle kurmakla meşgul çocukluğum. Tek tek ben eyledim harfleri. Adının yanında anlamsız kalan harflerin katlini vacib bildim.Kanlı ellerimi temize çekip tekrar sana yordu alfabeyi. Yorgunluğumda bi sen… varsın. Nefesindeki bir bahar tazeliği..Sen koca bir ömürsün bende. Sana yorulmak, sana varmak ölümümün en büyük müjdecisi olsun. Sen susma sesinle. Örtme üzerini yaralarınla ey sevgili. Ne olur bir umut filizi için yaşa. Bir miktar Elif için gülümse ulu orta…. 
Uzak bir yol oluyorsun.Sonra da içi özlem dolu susmalar. Ardındaki kapılardan deli rüzgar ilişiyor saçlarıma. Bir kanlı infaza kurban ediliyorum. Ölürüm diyorum. Sevdam için ölürüm diye tetiği çekiliyorum. Tüm cümleler dudaklarımdan fışkırıyor. Ortalık bir sevda masalına yenik düşüyor. Kan kaybından değil senin özlemenin yüceliğinde dünyalığımdan soyunuyorum. Ertelenmiş bir şarkı gibi, notaları hazır kıt’a halinde Cennet bizi bekliyor sevgili..

Kavuşmalarından vazgeçtim, benden bir nefes kadar uzakta yaşa. Benli bir bensizliği içinde uzaklığının özleminde közleneyim. Biçar olsun sol yanım. Boynuna, beline sarılmadan sarılır gibi yapmak gece yarısı uykularında. Seni bir an görüp beni sana getiren biletleri saklamak annemin çeyiz sandukalarında. Okuduğum bir kitabın bir sonraki sayfasını çevirdiğim her an seninle çekilmiş bir resimle karşılaşmak..Gülümsemek, gülümseyebilmek. Adını fısıldamak dudaklarımın ıslaklığında. Sonra da yeniden aşık olmak sana..Her günün doğum günü farz edip senin deyiminle sevgili " bir festival " coşkusu ile yaşatmak seni..
ışık süzmesinin altında gözlerinin güzelliğini temaşa ediyor sema. Kahvesine binlerce çala kalem çalışması ithaf ediyorum. Binlerce şiiri sırf seni anlatamadığı diye yırtıp atıyorum. Sonra bir şarkıya ses oluyorum. İçimden geldiği, sana seslenir gibi konuşmaya başlıyorum ulu orta. Deli muamelesi görülüyorum. Sevdana, yaşadığım bir senli an’a kurban veriyorum canımı. Helal-i hoş olsun sevgili..
Nihavent bir şarkının aşk kokan nağmelerine eşlik ediyor mavi deniz. Güller raksa durmuş toprakla. Umutsuzluğun yeknesak yanından bertaraf et düşlerini. Sanma ki; yaralısın..Sanma ki ; sürgünsün. Ey yaralarından bir yarayı kendine mutluluk eylemiş bu adam seni hayatına can eylemiş. Sen topuklu ayakkabılarını giy de koşuştur yüreğini. Gittiğin her yer, döndüğün yer bana..Aldığın her nefesin bana çıkan bir köşe başı var. Gelişin bana, gülüşün bana..
Suretini unuttuğum bir masalın ayak uçlarından sesleniyorum şehrine. Bir dakika önce senin ayak basma ihtimalinin var olduğu sokaklarda yalpalayan rüzgara inat bir deniz kokusu. Kalabalıkların içindeki tenhalığa zorlanmış bir geminin gökyüzüne değen an’nında vuruyorum sözleri ayak ucundan. Payıma mutluluk düşmüşken , bu fakir adama sevdan bir paye edilmişken seni seviyorum diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum.
Karanlığın ortasında yalın ayak koşuşturan bir kız çocuğum ben. Babamdan dinleyemediğim masalları o ince sesinden dinlemek nasip oldu sevgili. Ne zaman acıya boyun bükse yüreğim, başımı sevdaya kaldırdın. İlk tanışmamızda " hayat " dedin sonra da " can ". Sana söz vermiştim umudu öğretmeyi, içindeki mutluluğu keşfetmeyi. Şimdi sen bana yeniden hayatı öğretiyorsun. Liseli aşıklar gibi küçük bir sevdayı filizlendiren şimdi büyüdük. Hayata iki meyve verdik; sağdan yedi harf; mutluluk..soldan altı harf; mutluluk.
Köprücük kemiklerine sarılmış çocukluğumun yaralarını umut cümlelerinle sar. Sararmış, ihtiyarlamış filizlerime dudaklarındaki nefesinle hayat ver. Adının baş harfine denk gelen dualarımın yüzünü yüzünden esirgeme. Yaralarından bir yarayı bana bahşet de bende acılarını katık eyleyeyim dünya meşakkatine..
Suretini unuttuğum bir masalın ayak uçlarından sesleniyorum şehrine. Bir dakika önce senin ayak basma ihtimalinin var olduğu sokaklarda yalpalayan rüzgara inat bir deniz kokusu. Kalabalıkların içindeki tenhalığa zorlanmış bir geminin gökyüzüne değen an’nında vuruyorum sözleri ayak ucundan. Sıkıyorum en namert yerinden cümleleri acıya. Geçe bu da geçer diyerek kanamalı bir acına ortak ediyorum kendime. Payıma mutluluk düşmüşken , bu fakir adama sevdan bir paye edilmişken seni seviyorum diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum.
Gece yolculuğu olacak sana gelmelerim. Karanlık peçesini kaldırmayıp yıldızları bana göstermeyecek. Sen uykularında yorgunluğu yorarken ben şehrimden senin şehrine yol alacağım. Sırt ağrılarım nüksedecek, içimdeki susuz damarlarım bir devşirme isyana yataklık edecek. Dayan ey sırtım yârin ellerinde son bulacak ağrıların. Dayan ey susuzluğum. Sevdiğimin ellerindeki bir miktar umutla sona erecek dilsiz ve susuz özlemin 
Uykuların delik deşik. Bir acının en kanamalı sayfasından kurtulmaya çalışırken kan ter içinde uyunan gözlerine kurban ettim gençliğimi. Kürtaja zorlanmış halinde iken bir intihar peydahlandı avuçlarına. Ama pes etmedin. Hayat dedin, hayat..Acıyı kanıksadın, acıyı yoğurdun, acıya yoğruldun. Sustun ama dudaklarının bittiği bir yerde bir şiir başladı. Kafiyelerden ayıklanmış, mutluluğa sobelenmiş bir şiir. Senin yüreğinde kaleme alınıp senin sesinden dünyaya hediye edilmiş bir masal..

Terlemiş ömrüme yanaştırdım ılık nefesini. Varlığından bir umudu çocukluğumun yalnızlığa serpiştirdim. Rastgele bir sözcükler savurmadım saçlarına. Yüreğimin en yeşil bahçelerinden koparıp sesinin nihavent sesine gelin ettim yarı aksak mutluluğumu. Sen en büyük duamsın ey sevgili. Gökyüzünün iki kenarına açtığın ellerinde uyumayı diliyorum. Bir daha gözlerimi açmamak üzere.Sağıma seni, soluma yıldızları aldım sana geliyorum sevgili. Elimde masal kitapları, yüreğimde özlemin ve dudaklarımda ıslanmış bir mutluluk masalım. Kan ter içinde, gece dağ tepeyi aşıp sana varacağım. Bir bozkır kuraklığından soyunup bir deniz bereketini giyineceğim. Kendimin katili olup sende yeniden doğacağım.
Fire verdiğin boş cümlelere batırdığın göz çukurlarından kaldır cesedini. Barış türkülerinin ortasında kurulmuş savaş tellağından vazgeçmiş yüreklerin çığlıklarından soyundum ben. İdam sehpasında giyindiği beyaz elbisenin gözyaşıyla kirleneceğinin mahçuluğuna üzülen bir yüze doğurdum seni. Çığlık çığlığa yağan cümlelerden ayıkladığım elde kalan ne varsa tenhalığımdan yüreğine bir sevda kalabalığı bıraktım.
Susuzluğunu ihbar ederken hangi damarından taşırdın denizlerin tuzunu. İki dudağıne tenezzül eden cümleleri hangi ayazınla susturdun da ödülsüz kalan yetim şarkıların tacını giydirdin notlara. Sus/ma. Cümlelerin ortasında susuz ve dilsiz halinle ayyuka çıkmasın içinde sakladığın yalnızlığın.Dudaklarıma düğümlediğin hangi düğün düşüydü ey sevgili. Bir kır düğünü müydü Elifin kan ter içinde koşuşturduğu yoksa sade bir törenin ardından zeytin ağaçlarının gölgesinde sulanmayı bekleyen arıkların arasında bir umuda filiz vermek miydi. Hangisiydin sen..Ya da hangi bendin sen..
Gitmek mi. Tek bir harfinin söz etme bana gitmenin. Bir suçlu gibi durma gözümün önünden. Eteklerini buruşturup içindeki çocuğunu çekiştirip durma. İki yastık arasına kazdığın çukurlara yatırma sonbahar düşü gülüşlerini. Musalla soğuğa namzet etme. En kanamalı yerinden kaldır siluetini. Gusle zorlama ve yeltenme kendi infazının katline. Ve sıvazlama yüreğini kendi dar ağacında susturmaya..Beni bu kadar mutlu etmişken başaramayacaksın sendeki seni bensiz öldürmeye..
Hangi cürüm işledin ki yasadışılığını iz’an ediyorsun sonsuzluğa. Hangi recm verildi ki de özgürlüğünün ayak ucunda gözlerinin tutukluluğuna methiyeler ediyorsun. Suçlu isen ayağa kalk ey aşk..Ya da suçsuz isen yürü ölüme. Ancak ölüm sevdana ödüldür. Hayat geride kalmıştır sana ancak Cennetin en yeşil bağlarında beyaz renkli masallar bağışlayabilirim.. Nehirlerin tersine akışını sana yordum be sevgili. Acıdan mutluluk doğuran kadın. Taşı sıktı mı umudu bağrına alan yâr. Yaralarından bana da bir yer aç ta yaralarına yârenlik edelim. Sus payı verilmiş ya da hayat koşuşturmasına bir es arası vermiş dudaklarıma bir cümle genişliği ver sevdalı omuzlarından. K’ayıp çocukluğumun orta dalga yayını yapan radyodan yayılan sese inat sen susuzluğuma adın miktarı ses ol. Damarlarından akan hayattan bir damla ışık hüzmesini bana reva gör.
İçimin Filistin yanının üşümüşlüğünden bihaber misin ey yâr. Mutlu yüzümün işgale uğramış halinin çığlıklarını duymamak için daha kaç duvar öreceksin sınır hatlarıma. İçimdeki yangınlarına su serpmemek için daha kez yüreğin kirpiklerine bulutları çekeceksin. Bırak kendi ayaklarına çelme takmayı. Soyun kendinle kavgalarınla. Barış güvercinlerine zeytin dalını uzat ve haykır içinde saklı duvarların benli çığlığını.
Ben seni yaşatmak için beni öldürdüm. Katili oldum soy ağacımın. Köklerine yer açabilmek için vazgeçtik düşlerimden. Bir intihar sabahında sana gebe kalmışken cümlelerimin sana yana yakılışının gör be ey yar. Seninle büyütürken beni, filizlenen çiçeklerin öbeklerinde adının tazeliği, gözlerinin bereketi sirayet etti. Ölme sen..Benim için bir dua miktarı yaşa. Bir dua miktarı. Yüzümün suyu hürmetine nefes al. Öldüreceksen ilk önce benim katlime soyun. Hayatlandıracaksan bir şeyi ilk önce yüreğinin köklerine ver cansuyu. O can bana umut diye mutluluk diye elbet bir gün yansıyacaktır.
Sesinin tanıdık bir yerinde düğümlendi sözlerim. Yetmedi dudağımdaki sözlerin büyüklüğü. Acizliğimi bertaraf edememişken seni anlatmaya yeltenen tüm sözcüklerimin katli vacip’liğine soyundum. Çoğul yanımdan senin en tenha yerine yordum kendimi. Ve topuklu ayaklarının altına uzanmış acılarımın terk edişine bir adak adadım. Sevinçler doğurdum sancısız. Umutlar ektim topraksız saksısız ama ben seni sevdikçe hep çiçeklendim. Hayata ve sevdaya.. El yazısı mektupların içinde saklı yüreğimin izlerinden yürü ve hiç uzaklaşma yüreğimden. Soluğumun en sıcak haline nefesinin hoşluğunu ve serinliğini bırak. Uzasın saçların bir gece sarılır gibi. Bırak içindeki telaşı. Yıldızlar ayak uçlarında intihara meyl’etsin. Sen içindeki damarlara bir cümle miktarı huzur boşluğu bırak. Ya da adının sağına altı harflik bir mutluluk hanesi aç. Ben senin olmaya geliyorum ey sevgili..Bir çınar ağacının kuru dallarına yazılmış bir masaldan koşup geldim ey çocuk. Üstüm başım sevda. Ayaklarımın bağı çözülmüş. Kan revan hallerimi çoktan gusle yordum. Yeşil bir bahçenin içinde sevdaya sarhoş olmuşum. Mezem özlem, kana kana içiriyorum. Boşalan bardaklara durmadan sevdanı dolduruyorum. Kasabama son kurulan bir lunaparktan sonra gözlerimin için bu kadar hayat dolu olduğuna tanıklık ediyor şiir yüzlü çocuklar. Bıçak gibi yüzümü kesen karanlığa bir ışık seli misali gözlerini savuruyorum ulu orta.Kapı eşiğinde yarım bırakılmış ıslak mektuplarımı naftalin kokulu sandıklarıma yerleştirip bu gece yine masalına/ masalımıza koyuluyorum. Dağ tepe dinlemeden üzüm bahçelerine dalıyorum. Uslanmaz çocuklar gibi sabaha kadar koşuştuyorum yüreğinin bahçelerinde. Kıyıları toprağa gebe bir denizin ortasında umutlarım. Bir kayıkçı barınağına dayanmış çocukluğumun izlerinden yürüyorum. Göçebe halimden rengarenk hayatlar resmediyorum. Filizlenen ve renklenen ne varsa yüreğinde Cennete girmeden Cennetin bahçelerini hediye eyledin bana. 
Dilini yitirmiş bir cümleyim. İçimde birikmiş nice söz var şimdi. Sıraya geçmiş bir kalabalık herşey, her söz. Avazım çıktığı kadar sarılmak istiyorum sana. Bağırmak delice. Duvarlara vurup vurup geri dönecek kuvvetli bir nefesin içinde pey…dalanmış bir söz dizimlerim var içimde. Yakılmış, yaralanmış ama içimde bir sus’ku. İçimde bir yanardağ var ama kusamıyorum. Dışımda közler birikmiş yanıyorum diyemiyorum. Susuyorum, gözyaşlarımı bile haykıramıyorum. Sessizlik ne zormuş Ya Rab. İçime, dilime dolanmış düğümleri çöz. Bir alfabeyi bağışla bana. Doya doya içeyim cümleleri sonra da dudaklarımdan bir hayata sürgün edeyim sözleri. Biliyorum ben harfleri ilkokul terkten bıraktım ama içimdeki sözleri şimdi haykıramıyorum. Şimdi konuşamadığım dudaklarımı sadece ısırıp ağlamak için kullanıyorum.Ne acı cümle cümle susmak içinde..Ya Rab kanatma dudaklarımı. Bu sessizlikle imtihan etme beni. Beni bir cümleye bağışla../ Konuşmayan Nineciğime ses oldum.. 
Dolduraşa gelmiş bir intihar ayak uçlarına bir hayat bağışladım. Köklerindeki umudu, yetimlere vermekten vazgeçme. Eteklerinden sal biriktirdiğin ılık meltemleri. Aşka, sevdaya sıvazladığın bir cümleyi daha hediye eyle fakir lugatime. Konuş ve anlat. Ben konuştuklarından bir alıntılar yapıp düşeyim bulutların üzerinden kısır topraklara. Ve de anlat kendini. İçinden kendime ithaf edilmiş sözleri ayıklamadan her haliyle ezberleyim. Ve susuzluğumun iftarında senin cümlelerinle başlayayım sonsuz mutluluğa.. 
Bir bavul dolusu gülüşlerini saklıyorum yüreğimin en taze yanında. Sen yolların tozunu alırken ben sana mevzilenmiş baharlara meylediyorum içimin bozkırlarını. Bir cümleyi iki dudağımın arasında kundaklayıp senli bir mutluluğa yoruyorum her yağmuru. Yağan, dolan ve taşan ne kadar damla varsa yürütüyorum yüreğimin karasal ikliminde. Ne vakit bir umutsuzluk özlemi düşse, sana gelen yollarda bir tetik daha düşürüyorum. Ekin bahçelerinden uzayıp yol kenarlarındaki binlerce hektar üzüm tarlalarına hediye ediyorum gece yolculuğunun sırt ağrılarını.. 
Bardaktan boşalırcasına yağmur yağmalı. Bulutlar tepelerindeki taşları/ su damlacıklarını dökmeli. Ama ellerimizde tek bir şemsiye bulunmalı. Akan her damlanın yakasına bir umut iliştirmeli. Biraz da mutluklardan filiz vermeli. Sonra yağmurun sesinden yankılanan bir şarkıda delilerce dans etmeliyiz. Rengarenk balonlar uçuşmalı, yer gök gözlerimizin rengne boyamalıyız. Ve biz sevdaya soyunduğumuzda rengarenk şekerler gökten yağıp şiir yüzlü çocuklarının ceplerine dolmalı. 
Susuzluğunu ihbar ederken hangi damarından taşırdın denizlerin tuzunu. 
İki dudağına tenezzül eden cümleleri hangi ayazınla susturdun da ödülsüz 
kalan yetim şarkıların tacını giydirdin notlara. Sus/ma. Cümlelerin 
ortasında susuz ve dilsiz halinle ayyuka çıkmasın içinde sakladığın 
yalnızlığın… 
Kaç kez gözlerimin perdelerinde uyandırdım acıyı ben. Kaç kez tokluğuma yaralarımı verdim de doyurdum suskunluklarımı. Sakalımın bir ucunda devşirme isyanlar biriktirirken diğer ucunda kaçak sevdaların yataklıgına soyundum. Sustum, sustuklarımdan bir suskunluğa yordum cümlelerimi. Gözlerimin içine bir hayat koydum. Her bir sayfasında binlerce portre var. bazen acıya tanıklık etmiş bazen mutluluğa şahitlik etmiş. 
Acılardan mutluluk doğuran bir kadını seviyorum harf harf. Toprağa umut ekip bulutlardan rengarenk tebessümler sağan bir kadını seviyorum. 
Bir günü daha bitiriyorum sevginle. Bir batımı daha gülümsüyor bize. İçimize mutluluk depoluyorken ay’ın aydınlığına ellerimizle isimlerimizin baş harflerini çiziyoruz. Yan yana, diz dize. Sonra binlerce yıldızları çağırıp gözlerimizin aydınlığını bağışlayıp gülümsüyoruz hayata. Sırt sırta… 
Umutları sırtlandım senden sana dönüyorum. İç cebime istiflenmiş binlerce şiir, yüzümde hayata ithaf edilmek üzere binlerce tebessüm. Tozlu yol kenarlarından adını bilmediğim nice çiçeklerden bir mutluluk sözü alıp geliyorum sana. Bırak beni evinin kapısında bekleme. Gözlerini sana gelen bu adamın sesine yöneltip yorma yüreğini. Güneş toprağına kavuştuğunda bende yüreğindeki mutluluğa gülümseyeceğim. 
Ceset toplayan kuşların ne suçu var bu aşkta. Bilir misin ki her bir cesete bir hayat verirler onlar. Sonra da bir sürüye bir umuda kanat çırpıyorlar. Saçlarını dağıtıp dağıtıp küskün bir ağaca mı yaslanıyorsun. Ve sen tenini tuza bastıkça ayaklarının altında ezilen karıncalara bakıp bakıp dargın mısın diye söylenmektesin.. 
Kenar boşlukları alınmış bir gazete sütunundaki manşetin on iki puntoluk sevdalıkların günü birlik yaşantılarından bertaraf ettim gönlümü.Suskulara yer açın ey harfler.Dağıtılmış ve bir daha iki yakası biraya gelmemiş sözcüklerin kuyruk acılarını iyi bilirim ben. Acının en kaymaklı halinde yaralandım ben 
Koş, kan ter içinde kalana kadar koş diyorum sana. Topuklu ayakkabılarını fırlat gökyüzüne. Benek benek renklerin cümbüş eylediği eteklerine toz, boran ilişse de sen devam et bana varmaya. Sonra da bir rüzgarın ıslıklığına kulak ver. Denize kıyısı olan bir köyün şiir yüzlü çocuklarıyla bekle beni. Ellerinizde kutu kutu çikolata, kutu kutu şekerler. Ve ceplerinde mavi bilyeler. Bekle beni. Doğum sancısında gözlerim. Az kaldı gözlerindeki bahara doğmaya az kaldı. Umut olmaya, mutluluk safında Elife niyetlenmeye az kaldı..Kum saatinden sen akıyorsun. Vakitlerden sen..Mevsimlerden sen. 
Ey gözlerime bahşedilmiş mutluluğum. Bozkırlığıma ellerinle ektiğin umutların yüzümde bir tebessüm tazeliği. Gelen, giden her bir yüreğe kahverengi mutluluklarımdan ikram ediyorum. Bir fincan huzur eşliğinde. Sesimin masalımsı tonlamasından varlığına bir ses daha atfediyorum. Ve de avuçlarının çizgilerine bana öğrettiğin umutları hediye eyliyorum. Yaşadığım her an, varlığını binlerce mutlulukla ölümsüzleştireceğim. 
Dualarımda suç üstü yakalanmış iken çocukluğum, Sal beni cam kenarı özlemlere.. Ve dudaklarındaki suskunluğunla öldürmeye devam et beni. Devşir beni bensizlikle.. Ve durma sakın.. Ellerimle yeşerttiğim düşlere basmaya devam et.. Bakma gözlerimin içindeki gözlerine. Yakma içimde söndürdüğüm bisiklet sevdası çocukluğumun buzdan renklerini… Ve söyleme / Komşumuzun bahçesinden çaldığım erikleri.. Ve sakın dillendirme. Senin için işlediğim faili meçhul cinayetlerimi.. Ve saçlarını örmek için gökyüzünden çaldığım gökkuşağı için sakın beni ihbar etme. " Bir Dua Asılı Kaldı Dudaklarımın İki Yakasında " adlı denememden 
Yine bir akşam üstü. Yine seni bana getiren bir gemi. Özlemini bakır bir çaydanlığa demleyip iki küp şekerli huzurla yudumluyorum. Sonra da içimdeki her bir boşluğa denk gelecek kadar seninle dolduruyorum. Seni damarlarımdan taşırıp hücrelerimi gözlerinin hayatımsı rengiyle boyuyorum. 
Tıknaz ve yeknesak bir cümlenin ortasına bir bağdaş kurdum. Seni anlatmaya cüret eden bir dudağının yakasına yapıştı elim. Sorgusuz sualsiz bir ölüm peydahladım belirtili belirtisiz öznelerine. Yama yapılmış yaralarına tuzu bandırıp bandırıp içirdim. Bir öksürük parçaladı içini. Bendeki sevdayı anlatmayan masalın katline soyundum, bir alfabeyi alnı ortasından vurdum. Katilim ben, evet seni anlatamayan bir harfin katline boyandım. Yaşasın sevda, yaşasın aşk.. 
Çoğul bir yalnızlığının kekeme ölümünü bahşet dudaklarıma. Vur soğuk bir kelepçeyi düşlerimin jilet yarası taşıyan yüreğine. Ama beni umuttan, mutluluktan vazgeçiremezsin. Tekil bir intihar düşmektesin biliyorum, kundağımda bir umutsuz bir vaka ama gözlerimin kirpiklerinde yanan bir denizin mavi derinliğinde büyütüyorum seni sensiz..Kapat artık kapılarını, ilikle artık iliklerini sorgularınla ve yavan bir yara ile sar bedenini. Bağışla artık bir ekmek bereketindeki beyaz duvağını göç yolu üzerindeki umut çığırtganlara.. 
Umutsuzluğu harç yaptığın bir evin altında kalacak sensin ey sevgili. Bile bile bu ölümsüz bir yarayı kaşımak nedendir, niye bu ısrar. Sana kocaman bir dünya vaad edemem ama nihavent sesinden yankılanan şarkılara eşlik eder, dudaklarımı dudaklarına büker ve yüreğine eğilir Ahmet Günbay Yıldız üstadımdan alıntı yaparak " kendinle başladığın yolda benimle devam eder misin ? sorusunu fısıldarım ve binlerce seni seviyorum cümlesini hayata bağışlarım. 
" Vira bismillah " diye çıkmış 
Balıkçı teknelerinin ağına takılmış 
Binlerce balığı 
Yeniden mavilere salmak. 
Demir kafeslerde avutulmuş 
gurbet kuşlarını 
Gökkuşağında uçurtmalar uçurtmaya yollamak. 
ve dört parmaklı bi mapushane köşesinde 
İdamını bekleyen bir annenin ismini 
Yeşil bir bahçenin en taze çiçeğine bağışlamak. 
Ve kutu kutu bayram sevinçlerini asmak, 
Köhne barınakların içindeki 
Soba kurumlarının yüzlerini bile kirletemediği 
Şiir yüzlü çocukların nemli gözlerine. 
Bir düş düştü düşsüzlüğüme. İlkin taş bebeklerin susuz çığlığında aradım seni, sonra bezden yapılmış kız çocuğunun saçlarında. Tel tel döktüm yüreğimi avuçlarına. Nadasa bırakılmış bozkır gibiydi yüzüm, hiçbir tebessüm çiçek vermezdi bahçelerimdi. Yavandım, yalandım ve koca bir yandım kısırlığın yüzüne aşikar. Ama sen geldin, umut dedim sana. Yar edindim kendime pay edilmiş paydan. Kısır gövdeme inat bir düş yeşerttim. Bir iskelenin aydınlık yüzünde bezden bebeklerle bekliyorum seni..Sende bana gelirken kargo paketiyle yolladığım mavi bilyeleri getirmeyi unutma emi 
Gökyüzünden mutluluk sağnağı, elllerimizle umuda bir ağ atıyoruz yürüdüğümüzün yüreğine denk gelecek şekilde. Acıya tek bir zırnık vermiyoruz. Acıya tokuz biz. Mutluluğa, umuda aç iki nefesli bir dünyanın sevdasıyız biz. Sonra bir ekmek arası huzur niyetine yolcu ediyoruz göçmen kuşları. Bir küçük balıkçı kulübesinden yıldızlara selam yolluyoruz. Ateşe yarenlik, suya mahzenlik ediyor gönüllerimiz. Velhasıl sevgili, bir sen bir ben ve biz koca bir ömür oluyoruz. Ölümü öldürmekten vazgeçiyoruz. Ölümü avuçlarımızda açmış bir gül tezahür ediyoruz, umudu ise hayat diye geçiriyoruz nüfusumuza. Ve güller yağarken saçlarımıza bir kır düğünü başlıyoruz el ele yüz yüze koşa koşa ölüme gittiğimiz yerde.. 
Sevda için bir umut için savaşmak bu. Kaybettiğin sadece o savaşın hüznü için kendini boğduğun ve umutsuzluğa gebe kaldığın an’dır. Tıpkı elindeki ekmeği yere düşürdüğünde onu yerden kaldırıp alnına sürüp bereketine şükretmektir. Hayatın içinde hepimizin bir savaşı var hem de amansız belki de kimilerinin bu savaşı tek başına. Yenilecekleri aşikar olsa da savaşmak. Elinde silah, teçhizat olması gerekmiyor bunu yapabilmek için. Her şeye inat her olumsuzluğa inat nefes almaktır savaşmak. Gelemeyeceğini bilsen de dört gözle beklemektir savaşmak. Ne olur savaşın aşk için. Saflarınızı mutlulukla ve umutla sıklaştırın ve kaybetseniz de sadece içinizdeki hayata bir şey olmayacak. Biraz hüzün biraz gözyaşı. Bırakın her sabah yatağınız tek başınıza kalabiliyor olmak, isteklerinizi dertlerini ve çığlıklarınızı anlatabiliyor olmak, ellerinizi ve ayaklarınızı istediğiniz gibi oynatabiliyor olmak ve dilediğiniz süre gülümseyebilmek. Bırakın hayat size istediğiniz ya da hayal ettiğiniz hiçbir şeyi vermemiş olsun ama siz olursa olsun hayata dair bir miktar umut besleyin. Nefes aldığınızı bir tebessüm ile şükrediniz. Biliniz ki herkesin bir derdi var dertler bitmez. Ama umut ve mutluluk bugün yanınızda olmasa da bir gün mutlaka sizinle olacaktır." Hayat umut ettiğin kadardır." 
Gökyüzüne kanat çırpmış göçmen kuşlar gibi mutluluğum. Gittiği her yere umut taşıyorum. Gece karanlığa kafa tutuyor, gündüz güneşe isyanlar büyütüyorum. Çünkü gecenin karanlığı sırtımdaki heybemde taşıdığım yıldızlar ilişir, gündüz güneş ıslak mutluluklarıma sırnaşır. Ama ben aldığım her nefeste büyütürüm sevdamı. Edindiğim ve öğrendiğim umut kadar yaşayacağımı biliyorum. " Hayat umut ettiğin kadardır " 
Uzaklığının her bir metresine yazılmış binlerce destan var içimde. Canımdan bir can dedim ben sana. Asla ve de kati sen benim her şeyimsin. Gözümü açıp her an damarlarımda hayata dair yorduğum nefessin sen..Asla ben ve sen olmadık. Hep biz’dik. Hep bir’dik. Ve dimdik. İki nefesli tek yürektik biz. Acıya tok, sevdaya aç iki kaçak, Cennete yürüyen iki çocuktuk. Sen ellerinde deniz kabuklarıyla ben avuçlarımda ter içinde cam bilyelerimle yakalanmış iki mahcup yürek. 
Daha kış gelmeden bir ölümü içiriyorsun dudaklarına. Sana dar gelen o sonbahar elbisesine ilmek ilmek intiharlar işliyorsun. Oysa sen oysa sen; eteklerinden umutlar saçan kadındın bende. İçinde bir işgale açtığın yer kadar bir umut paydası bırak. Sonra da bir sabahçı kahvesinde demlenen sevdamızı yudumla. Ve öldüreceksen kendini, ilk önce beni intihar et. Sonra da en çok sevdiğin bir sonbahar günü koş toprakta çürümeyen kemiklerime ve sarıl hiç bırakmamacısına.. 
Taksirli bir suçtan yargılanan bir tövbeyi hangi Bismillah temize çeker ki. Hangi zımni ayrılık bir tutam aşkı kan kustarmadan el çektirebilir ki. Azarlanan bir nefsin her iki yanına giren kahpe bir karanlık ne zaman aydınlığın üzerine küfrü giydirmeye yeltenebilir ki. 
Bir tas çorba koca bir hayata eşdeğer. Bir kuru ekmek aç yüreklerin en zengin sofrası. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmek. Konuşabiliyor, yürüyebiliyoruz, görebiliyor ve hissedebiliyoruz. Sıkıntılarımız yok mu, çaresizlik anlarımız hiç olmadı mı. Elbette ama ne olur hayat o kadar kısa ki yaşadığımız her bir an geri dönülmez bir yol. Aldığımız her bir nefesin geri dönüşü yok. Zaman en büyük kıymet. 
Yollar. Uzayıp giden yollar. Yol üstü molalarına, keşişen umutların sessiz özlemi yansır. Her bir biletin öyküsü, her yolun her yolculuğun bir bekleyeni vardır. Hiç kimse istenmediği bir yere gitmek istemez. Yollar hep umuttur, kavuşmadır. Bir cenazeyi taşısa da yollar, meftunun toprağına kabrine kavuşmasıdır aslı.

" Bayat ekmeğin üzerine sürülmüş acılarla geçiştirilmiş öğle paydoslarında sevdim seni. 
Gazoz kapaklarından alıntı yaptığım filintalı, şatafatlı sözlerle değil 
Anadolu’nun küçük bir kasabasının yarı bozuk yarı argo şivesi ile anlattım seni. 
Soğuk bir kışın izlerini barındıran demir sefer taslarına konmuş, 
yemeklerden önce aç karnına içtim gözlerini. 
Gasp edilmiş çocukluğumu ararken gözlerinde, 
koca bir özlem cümlesi oldu sustuklarım. 
Bilmediğim bir sokakta hayatının bir harfine denk gelecek bir nefesi keşfetmişken tenimde, 
bir nihavent şarkı olur ömrüm dizlerinin dibinde. " 
" Pansuman tutmaz yaralara denk gelirdi suskunluklarımız. 
Acıya hibe edilmiş göz yataklarımız vardı yüreğimizin çöllerine yağan. 
Yıldızlar şahitti bir de gecenin üçünde telefon ahizesi. 
Güller yanardı, umutlar tazelenirdi biz birbirimize kavuşunca.." 
" Morglardan ayıkladığımız her bir cümleye 
İlmek ilmek hayatı yüklüyorduk 
Onca yükü taşımayan her bir aşkın tabutuna 
Omuz veriyorduk sonra. 
Uzayıp giden ayrılık mezarını gördükçe, 
Seccade aramadan, 
Olduğu yerde 
Varlığımızın şükrüne duruyordu alnımız. 
Ayrı ayrı gökyüzünden nasiplense de gözlerimiz, 
Aynı yola çıkıyorduk istikametlerimiz. 
Sen sevda yolundan koşarken bana, 
Ben tali bir yoldan çıkıyordum yüreğine." 
" Bir fincan huzur, 
Bir dirhem mutluluk yolla iç ceplerinde demlediğin. 
Beni “ sende “ sakla. 
Ben seninim; Nefesimdir yüreğim. 
Beni “ bende “ sildim 
Sende varolmak için. 
Hasretini ektim dudaklarıma 
Sende tamamlanmak için.

Suyum ol, 
Soframda azık, 
Yüzümde tebessüm. 
Yüreğimde nefes. 
Ben ol. 
Ya ben sen olayım.

Sakın bırakma beni. 
Yoksa düşerim adressiz coğrafyalara.

Gözlerimi yıldız sermek için gündüzü bekleme… 
Her an sendeyim çünkü.

Gözlerinde sakla beni. 
Hayatın ta kendisi sensin çünki.." 
" Yüreğinin her bir karışı düşlerimin anavatanı. 
Dudağında ıslanan her bir harf, şiir yüzlü çocuklarımın tek ana dili. 
Gözlerin gördüğü her yer, tahta arabalı umutlarımın rengarenk Cenneti. 
Yüzünde beliren her bir gül’üş, sevdamın mutluluk mevsimi." 
" İçimin her bir köşesinde bir lunapark var; 
her bir çocuğun delilercesine eğlenip gül’ümseyerek ayrılayacağı. 
Yüzümün her bir çizgisinde bir palyaço saklı; 
her bir karesinde binlerce şiir yüzlü çocuğun mavi bilyelerin peşinde koşuşturduğu. " 
‎" Dilini yitirmiş bir cümleyim. 
İçimde birikmiş nice söz var şimdi. 
Sıraya geçmiş bir kalabalık her şey, her söz. 
Avazım çıktığı kadar sarılmak istiyorum sana. 
Bağırmak delice. 
Duvarlara vurup vurup geri dönecek kuvvetli bir nefesin içinde peydahlanmış, 
bir söz dizimlerim var içimde. 
Yakılmış, yaralanmış ama içimde bir sus’ku. 
İçimde bir yanardağ var ama kusamıyorum. 
Dışımda közler birikmiş yanıyorum diyemiyorum. 
Susuyorum, gözyaşlarımı bile haykıramıyorum. 
Sessizlik ne zormuş Ya Rab. 
İçime, dilime dolanmış düğümleri çöz. 
Bir alfabeyi bağışla bana. 
Doya doya içeyim cümleleri sonra da dudaklarımdan bir hayata sürgün edeyim sözleri.
Biliyorum ben harfleri ilkokul terkten bıraktım ama içimdeki sözleri şimdi haykıramıyorum. 
Şimdi konuşamadığım dudaklarımı sadece ısırıp ağlamak için kullanıyorum. 
Ne acı cümle cümle susmak içinde.. 
Ya Rab kanatma dudaklarımı. 
Bu sessizlikle imtihan etme beni. Beni bir cümleye bağışla."

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...