TARİHİ ZEHİRLE YAZMAK
Antikçağ'dan bugüne kadar, zehirle işlenen cinayetlerin sadece çok azı açığa kavuşturulabildi.
Ancak, çözümlenen olaylara ilişkin gerçekler de, geceler boyu uyku kaçıracak kadar korkunç...
Sokrates, arkadaşlarını etrafında topladıktan sonra baldıran zehiri içmişti.
Ancak, çözümlenen olaylara ilişkin gerçekler de, geceler boyu uyku kaçıracak kadar korkunç...
Sokrates, arkadaşlarını etrafında topladıktan sonra baldıran zehiri içmişti.
Zehir, düşük miktarlarda kullanıldığında etkili tedavi edici maddeler arasında yer alıyor. Bu açıdan bakıldığında zehir, Tanrı'nın insana bir lütfu olarak görülüyor.
Ama yüksek dozda kullanıldığında da, zorlu düşmanların ve nefret edilen kocaların kolayca ortadan kaldırılmasını sağlıyor. Aslında, "Eski Roma"da döndürülen entrikalar, dünyanın başka yerlerinde de sık sık yaşanıyordu.
Ama yüksek dozda kullanıldığında da, zorlu düşmanların ve nefret edilen kocaların kolayca ortadan kaldırılmasını sağlıyor. Aslında, "Eski Roma"da döndürülen entrikalar, dünyanın başka yerlerinde de sık sık yaşanıyordu.
Bu entrikarlarda, eşlerin ayrılmasında, para ve güç için yapılan savaşlarda zehir çok önemli bir role sahipti. İstenmeyen insanların ortadan kaldırılması konusunda hiçbir şey onun kadar etkili değildi. Üstelik bunu, arkada kanıt bırakmadan ve hissettirmeden gerçekleştiriyordu.
Avrupa'ya zehir hazırlama yöntemleri, bu işin tüm malzemeleriyle birlikte doğudan geldi. Zehir, genellikle bitkilerden ve mantarlardan elde ediliyordu.
Ancak, Antikçağ'da, bu amaçla arsenik, civa ve civa sülfit gibi minerallerden; yılan, karakurbağası gibi hayvanlardan da yararlanılıyordu. Yunanlı filozof Aristoteles (M.Ö. 384-322) ile Romalı hekim Celsus (M.S. 1.yy.), aralarında baldıran ve banotunun bulunduğu çok az bitkisel zehiri tanıyorlardı.
Ancak, Antikçağ'da, bu amaçla arsenik, civa ve civa sülfit gibi minerallerden; yılan, karakurbağası gibi hayvanlardan da yararlanılıyordu. Yunanlı filozof Aristoteles (M.Ö. 384-322) ile Romalı hekim Celsus (M.S. 1.yy.), aralarında baldıran ve banotunun bulunduğu çok az bitkisel zehiri tanıyorlardı.
Onlar daha çok arsenik ve türevi olan metalik zehirleri kullanıyorlardı. Aristoteles M.Ö. 340 yıllarında portakal kırmızısı renkteki arsenik disülfürü şöyle tanımlıyordu. "Başta atları olmak üzere, her tür çekek hayvanını öldürüyor. Bu maddeyi önce suyun içinde çözmek, sonra da süzmek gerekiyor."
8. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, Arap simyacı Cabir Bin Hayyan, kendisinin yaptığı büyücü mutfağında arseniği kaynatarak beyaz, kokusuz ve tatsız arsenik tozunu elde etmeyi başardı. Böylelikle Bin Hayyan, sonraki yüzyıllarda "tüm zehirlerin en zehirlisi" olarak bilinen ve ölüme yol açmada eşsiz bir etkiye sahip, bir numaralı zehiri geliştirmişti.
8. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, Arap simyacı Cabir Bin Hayyan, kendisinin yaptığı büyücü mutfağında arseniği kaynatarak beyaz, kokusuz ve tatsız arsenik tozunu elde etmeyi başardı. Böylelikle Bin Hayyan, sonraki yüzyıllarda "tüm zehirlerin en zehirlisi" olarak bilinen ve ölüme yol açmada eşsiz bir etkiye sahip, bir numaralı zehiri geliştirmişti.
Türk hekim Ebubekir Razi, 900'lü yıllarda, arseniğin zehirli etkisini civanınkiyle karşılaştırmıştı: "Ötekilerle karşılaştırıldığında arseniğin kesinlikle öldürücü bir etkisi var ve yan etkilerinden kurtulmakta mümkün değil."
Bu tehlikeli beyaz zehir, kısa süre içinde tüm zehirleri gölgede bıraktı. Arsenik zehirlenmesinin belirtileri çok yönlüydü. Bu nedenle, genellikle kolera gibi başka hastalıkların belirtileriyle karıştırılıyor ve hiç kuşku yaratmıyordu.
Öldürücü olması için çeyrek gramlık bir doz yeterliydi ve yemeklere ya da içeceklere karıştırmak hiç de zor olmuyordu. 1840'lara kadar hiçbir doktor ya da kimyager cesetlerde arseniği teşhis edebilecek bilgiye sahip değildi.
Öldürücü olması için çeyrek gramlık bir doz yeterliydi ve yemeklere ya da içeceklere karıştırmak hiç de zor olmuyordu. 1840'lara kadar hiçbir doktor ya da kimyager cesetlerde arseniği teşhis edebilecek bilgiye sahip değildi.