Hukuk Eğitimi Alan Theodor Herzl
Budapeşteli orta sınıf bir ailenin ferdidir. Viyana Üniversitesinde hukuk eğitimi aldı. Avukat sıfatını taşısa da mesleğinin yerine yazarlık yaptı, çeşitli oyunlar yazdı. O zamanlar İsrail devleti olmadığından bir Yahudi devletinin kurulmasını tasarladı. Siyonizm üstüne kapsamlı çalışmalar yaptı.
Siyonizm Fikrine Yön Veren Dreyfus Olayı
Fransa'da ortaya çıkan Dreyfus Olayı sonrası artan Yahudi karşıtlığı hem onun yaşamına hem de siyonizm fikrinin seyrine yön verdi.
Yahudilerin tüm dünyada ezildiği ve acı çektiği düşüncesinden hareketle "Yahudi Devleti" (Der Judenstaat) adlı kitabını yayınladı (1896).
Dünya Siyonist Teşkilatı Nasıl Kuruldu?
1897 yılında Dünya Siyonist Teşkilatı'nın kurulmasını ve kurulduğu İsviçre'nin Basel kentinde teşkilatın ilk kongresinin yapılmasını sağlamıştır.Kongrede "Ben bugün burada Yahudi Devleti'ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir." demiştir. Ayrıca kongrede kurulması planlanan Yahudi Devleti'nin sınırlarını da belirtmiştir. Kongre sonunda Herzl Dünya Siyonist Teşkilatı'nın başkanı seçilmiştir.
Siyon Tepesi ve "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır." Sözü
Teşkilatın amacına uygun olarak kutsal Siyon tepesinin bulunduğu Filistin topraklarında Yahudi Devleti'ni kurmak amacı ile önce İngilizlerle bağlantıya geçmiş, ancak Filistin topraklarının Osmanlı egemenliği altında olması çözümün adresi olarak dönemin padişahı II. Abdülhamid'i göstermiştir. Öncelikle Osmanlı ile iyi ilişkileri olması hasebiyle Alman İmparatoru II. Wilhelm ile ilişkiye geçmiş ancak umduğunu bulamamıştır. 17 Mayıs 1901tarihinde Abdülhamid ile görüşmeyi başarmıştır. Görüşmede Herzl, padişaha "Yahudilerin vadedilmiş topraklarda "yurt" kurmasına izin verildiği takdirde Avrupa'daki Yahudi bankerlerin Osmanlı'nın tüm dış borçlarını ödeyeceğini" bildirir. Bu taahhüdü Abdülhamid "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır." cevabı ile reddetmiştir. Aslında teklif oldukça caziptir, Osmanlı Devleti moratoryum ilan etmiştir, mali açıdan çok zor durumdadır, Abdülhamid bu durumu şu sözleri ile açıklamıştır: "Kudüs taraflarından toprak satın alarak her taraftan Yahudileri oraya iskan istediler. Adeta orada bir memleket tahsis etmek isterler. Teklifleri de devletin Düyun-u Umumiyesini kâmilen deruhte etmek idi. Güzel bir şey. Zira Düyun-u Umumiye birgün gelip de borçlarımızı ödemez isek, devletin maliyesini murakebeye almak gibi bir tehlike mevcuttur."
“Türkler gün gelecek, dilenci durumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklar.”
Herzl, II. Abdülhamid ile ikinci görüşmesini 4 Temmuz 1902 tarihinde yapar ancak istekleri yeniden reddedilir. Herzl vadedilmiş topraklar uğruna yaptığı savaşı sürdürürken Osmanlı Sultanı tarafından kullanıldığını acı bir şekilde anlayacaktır. Zira o dönemde Fransız finansörlerinden Osmanlı dış borçlarının kapatılmasında kullanılacak miktarın arttırılması için piyon olarak kullanılmıştır. Bu olayın üstüne Osmanlı planını rafa kaldırırken ağzından şu sözler dökülecektir Türkler gün gelecek, dilenci durumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklar. Bunun üzerine İngiltere ile yeniden ilişki kurarak sorunun çözüleceği fikrinden hareketle İngiliz Sömürgeler Bakanı Chamberlein ile görüşür. Bu görüşmeden de istediği sonucu alamayan Herzl kısa bir süre sonra Londra'ya davet edilir. Bu görüşmede "Yahudi yurdu" olarak kendisine Uganda teklif edilir, ancak teşkilat kongrede bunu reddeder. Filistin topraklarının "vadedilmiş topraklar" olması Herzl'in gözünü buraya çevirmesinin nedenidir.
SİYONİZM
Dünyayı sömüren kaus ortamı oluşturan yakup A.s dan bu zamana lanetlı olan zümre bu sümredır halen ideallerıne devam etmektedırler.. Allah'ın Kuran'da Kitap Ehli konusunda Müslümanlara emrettiği hoşgörülü yaklaşım İslam tarihi boyunca tecelli etti.
Müslümanlar asırlar boyu dindar Yahudilere dostça davrandılar ve Yahudiler de buna dostluk ve vefayla cevap verdiler. Bu tabloyu bozan unsur, ateist Siyonizm oldu.
Ateist Siyonistler yahudiligin arkasına sıgınan Ateist Siyonizmi HER ÜLKEDE OLDUGU GIBI Yahudilerın, içine sızdı..19. yüzyılda ortaya çıktı. 19. yüzyıl Avrupası'nın iki belirgin karakteri, ateist Siyonizmi de etkilemişti: Irkçılık ve sömürgecilik. Bu hareketin bir diğer belirgin özelliği ise, dönemin diğer ideolojileri gibi din-dışı bir ideoloji olmasıydı.
Nitekim bu ideolojinin fikri öncülüğünü ve zulum yapan Yahudiler, dini inançları çok zayıf kimseler ya da ateist kimselerdi. Yahudiliği bir inanç birliği olarak değil, bir ırkın ismi olarak kabul ediyorlardı. Yahudilerin Avrupalı milletlerden ayrı bir ırk olduğu, onlarla birlikte yaşamalarının mümkün olmadığı, mutlaka kendilerine has ayrı bir yurt edinmelerinin şart olduğu iddiasıyla ortaya çıktılar. Filistin'i seçmelerinin nedeni dini değil, tarihseldi.
(Siyonizmi atalarının yurdunda yaşama hakkı olarak gören ve bu topraklarda özgürce Allah'ı anmak, ibadet yapmak amacında olan dindar Musevileri tenzih ederiz.)
Ateist Siyonizm, Ortadoğu'ya girdiği günden itibaren, bölgeye çatışma ve acı getirdi. İki dünya savaşı arasındaki dönemde, ateist Siyonist terör örgütleri Araplara ve İngilizlere karşı kanlı saldırılar düzenlediler. 1948'de İsrail'in kurulmasının ardından da, Allah'sız Siyonizmin yayılmacı stratejisi Ortadoğu'yu kaosa sürükledi.
Bu zulmü gerçekleştiren ateist Siyonizmin çıkış noktası, Yahudi dini değil; 19. yüzyıldan miras kalma ırkçı, sömürgeci ve Sosyal Darwinist ideolojiydi. İnsanlar arasında daimi bir çatışma olması gerektiğini savunan, "güçlüler kazanır, zayıflar yok olur" felsefesini empoze eden Sosyal Darwinizm, Alman milletini Nazizme sürüklediği gibi, Yahudileri de ateist Siyonizme sürükledi.
Bugün ateist Siyonizmi eleştiren pek çok dindar Yahudi aynı gerçeği vurgulamaktadır. Bu dindar Yahudilerin bir kısmı İsrail devletini meşru görüp tanımamaktadırlar bile. Dindar Yahudilerin önde gelen isimlerinden biri olan Haham Hirsch, "Siyonizm, Yahudi halkını milli bir antite (varlık) olarak tanımlamak ister… bu dinen bir sapmadır" der.
İsrailli devlet adamı Amnon Rubinstein'a göre, pek çokları için "Siyonizm, (bazı Yahudilerin) babalarının yurduna ve hahamların sinagoguna başkaldırısının doğal sonucu"dur.
Haham Forsythe ise, Yahudilerin 19. yüzyıldan itibaren dinden ve Allah korkusundan uzaklaştıklarını, bunun bir cezası olarak Hitler'in zulümlerine maruz kaldıklarını savunmakta ve Yahudileri daha dindar olmaya çağırmaktadır.
Forsythe, yeryüzünde zulüm ve bozgunculuk yapmanın "Amalek"in (Tevrat dilinde inkarcıların) işi olduğunu söyler ve şöyle yazar: "Yahudi, Amalek'in ruhunun tam zıddı olmalıdır. Bu ruh, Allah'ı ve vahyi terk etmek, şeytanilik, ahlaksızlık, acımasızlık, haksızlık ve anarşidir."
Bunun aksini uygulamış olan ateist Siyonizm, gerçekte bir tür faşizmdir. Faşizm ise dinden değil, dinsizlikten kaynak bulur. Dolayısıyla Ortadoğu'da akan kanların asıl sorumlusunun, Yahudi dini değil, din-dışı ve faşist bir ideoloji olan ateist Siyonizm olduğunu bilmek gerekmektedir.
Ancak faşizmin diğer versiyonları gibi, ateist Siyonizm de, dini kendi amaçları için kullanmak istemiştir.
Tevrat'ın ateist Siyonistlerce Çarpıtılması
Tevrat, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah Kuran'da "Gerçek şu ki, biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik…" (Maide Suresi, 44) buyurur. Yine Kuran'da bildirildiği üzere, Tevrat daha sonra tahrif edilmiş ve içine insan sözleri sokulmuştur. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, "Muharref Tevrat"tır.
Yine de M. Tevrat incelendiğinde, içinde Hak Din'in pek çok unsurunun halen bulunduğu görülür. Allah'a iman, teslimiyet ve şükür, Allah korkusu, Allah sevgisi, adalet, şefkat, merhamet, zulme ve haksızlığa karşı koyma gibi pek çok hak din özelliği M. Tevrat'a ve Eski Ahit'in diğer kitaplarına hakimdir.
Bunun yanında, M. Tevrat'ta, tarihte yaşanmış bazı savaşlar ve bu savaşlardaki kıyımlar da anlatılmaktadır. Eğer bir kişinin amacı, uygulamak istediği şiddet, kıyım ve cinayetlere çarpıtarak da olsa bir dayanak bulmaksa, söz konusu M. Tevrat pasajlarını kendine bir malzeme haline getirebilir.
Dinsiz Siyonizm, gerçekte faşist bir terör olan kendi terörünü meşrulaştırabilmek için bu yola başvurmuş ve etkili de olmuştur. Örneğin, geçmişte yaşanmış bazı savaş ve katliamlarla ilgili M. Tevrat ayetlerini, Filistin'in mazlum halkına karşı kullanmıştır. Bu, samimiyetsiz bir yorumdur. Dini, faşist ve ırkçı bir ideolojiye alet etmektir.
Nitekim pek çok dindar Yahudi, söz konusu M. Tevrat ayetlerinin Filistinlilere karşı işlenen cinayetleri meşrulaştırmak için kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Karşı çıkmaları da gerekir, çünkü ateist Siyonizm, Ortadoğu'da yürüttüğü işgal ve zulüm politikasını "Yahudilik" maskesi altında yürütmekle, gerçekte Yahudiliğe ve dünya üzerindeki tüm Yahudilere zarar vermekte, İsrail vatandaşlarını veya diaspora Yahudilerini, ateist Siyonizm'den intikam alma iddiasındaki fanatiklerin hedefi haline getirmektedir.
Siyonizm'e karşı çıkan dindar Yahudi kuruluşu Neturei Karta, aynı gerçekleri samimiyetle dile getirmektedir. Neturei Karta'nın New York Times gazetesinde yayınladığı bir ilanda, "Tevrat'a göre, Yahudiler'in kan dökmeye, başka bir halka zarar vermeye, onları aşağılamaya veya onları yönetmeye izinleri yoktur" denmektedir.
Yine aynı kuruluşa göre, "Siyonist politikacılar ve onlarla birlikte aynı yolda gidenler, Yahudi halkı adına konuşmamaktadırlar. İsrail ismi onlar tarafından çalınmıştır."
Bu noktada belirtmek gerekir ki, söz konusu "dini faşizme alet etme" samimiyetsizliğini günümüzde İslam adına uygulamak isteyenler de vardır. Suçsuz insanlara karşı korkunç vahşetler uygulayıp, sonra da bunu, Kuran'da geçen savaş ve cihatla ilgili ayetleri yanlış yorumlayarak haklı göstermek istemektedirler.
Oysa söz konusu ayetler, Müslümanlara karşı savaş açan insanlara karşı yürütülecek bir sıcak savaşta, savaş anındaki durumu tarif eder. Bunları kötü niyetle kasten farklı yorumlayıp, suçsuz insanları öldürmenin gerekçesi olarak gösterenler, gerçekte Allah korkusu taşımayan, dini kalplerindeki vahşet tutkusu için suistimal etmek isteyen insanlardır. Nitekim Allah Kuran'da bu gibi kötü niyetli kimselerin Kuran ayetlerini çarpıtarak yorumlamaya çalışacaklarını haber vermektedir (Al-i İmran Suresi, 7).
YAKUP A.S VE İSRAİL OGULLARI
Yahudiler, Yakub aleyhisselamın on iki oğlundan çogalmıştır… Hazret-i Yakub’un adı İsrail olduğu için, bunlara Beni İsrail, yani İsrail oğulları denildi. Hazret-i Musa, Tur dağına gidince, bunlar dinden çıktı, buzağıya taptı. Sonra pişman olup tevbe ettikleri için, Yahudi denildi. Yahudi, doğru yolu bulucu demektir.
Tögbe etmeyen bu zamana kadar gelen Dinsiz inaçsız Yahudiler, Hazret-i Musa’ya çok eziyet etti. Sonra gelenleri, bin Peygamberi şehid etti. Hazret-i İsa’yı babasız çocuk diye kötülediler. Annesi Hazret-i Meryem’e iftira ettiler. Bunları öldürmek için saldırdılar.
Ahir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselamı zehirlediler. Hazret-i Osman zamanında, fitne çıkararak, halifenin şehid edilmesine sebep oldular. Hurufiliği meydana çıkarıp, müslümanları parçaladılar. Asırlarca, Allah’ın gönderdiği dinleri, peygamberleri yok etmeye uğraştılar.
Dinleri yok etmek için masonluğu kurdular. 1918’de biten 1.Cihan Harbinden sonra, din düşmanı olan komünist devletler kurdular. Bir yandan da, önce İstanbul, sonra Mısır’da hahambaşı olan Hayım Naum, dünyanın biricik İslam devleti Osmanlıyı yıkmak için, kapitalist ve emperyalist devletler arasında fırıldaklar çevirdi. Neticede, İslam âleminin liderliğini yapan koca devlet parçalandı. (H.S.Vesikaları)
İslam'ın Kitap Ehli'ne Hoşgörüsü
Dindar Yahudiler, binlerce yıldır yaşadıkları Filistin'den, MS 70 yılında, putperest Roma İmparatorluğu tarafından sürülmüşler ve daha sonraki 19 asır boyunca diasporada, yani sürgünde yaşamışlardır. Bu dönem boyunca özellikle Hıristiyan ülkelerde çoğu zaman baskı ve zulüm görmüşler, defalarca yurtlarından sürülmüş, hatta toplu katliamların hedefi olmuşlardır.
Yahudilerin bu dönemde en çok huzur ve güven buldukları coğrafya ise İslam topraklarıdır. İslam dünyasında hiçbir zaman antisemitizm görülmemiş, Yahudiler (ve Hıristiyanlar) kendi inanç, adet ve hatta hukuklarına göre herhangi bir baskı ve zulüm görmeden asırlarca yaşamışlardır.