06 Mayıs 2015

Sion Protokolleri ve "Prieure De Sion" Örgütü



Sion Protokolleri
ve
"Prieure De Sion" Örgütü

Sion Protokolleri ve "Prieure De Sion" Örgütü
Yazan: Michael Baigent, Richard Leigh and Henry Lincoln-Çev: Thamos

«Prieuré de Sion» örgütünün varlığı ve etkinlikleriyle ilgili olarak bulunan en ikna edici kanıtlardan biri, 19. yüzyıl sonlarından kalmadır. Söz konusu kanıt, çok iyi bilinmesine karşın, bir kanıt olarak asla değerlendirilmemiştir. Tam tersine, sürekli olarak pek uğursuz olaylarla ilişkilendirilmiş ve yakın tarih üzerinde kötü etkiler yaratmış olan bu kanıt, birçok kişinin aklından çıkarmakla huzur duyacağı şiddetli duyguları, acı çekişmeleri ve tüyler ürperten anıları hala canlandırmaktadır. Bu kanıtın, insanlarda yarattığı önyargı ve acılar göz önüne alınırsa, bu kişilerin tutumu anlaşılabilir. Ancak bu kanıt, suç oluşturacak biçimde kötüye kullanılmışsa, bu kanıtın ciddi bir biçimde yanlış değerlendirildiği de anlaşılmalıdır.

Rus Çarı Nikola ve Çariçe Aleksandra'nın çevresinde, Rasputin'in etkisi az çok bilinir. Buna karşın, Rasputin'den çok önceleri de Rus sarayında etkin ve güçlü ezoterik grupların bulunduğu genellikle bilinmez. 1890'lar ve 1900'lerde, böyle bir grup Mösyö Philippe ve danışmanının çevresinde oluşmuştu. Saint Petersburg'taki Rus sarayına düzenli ziyaretler yapan Mösyö Philippe'nin danışmanı, ünlü Fransız gizemcisi Papus'tan [1] başkası değildi. Papus; Languedoc yöresindeki Yeni Kathar Kilisesi'nin kurucusu Jules Doinel, İsa'nın mezarını bulduğunu ileri süren Peladan, Emma Calvé ve Claude Debussy gibi kişilerle bağlantılıydı. Kısacası, 19. Yüzyıl sonlarındaki «Fransız Okült (Gizlici)Canlanışı» yalnızca Saint Peterburg'a yayılmakla kalmamış; temsilcileri, Çar ve Çariçenin kişisel güvenini kazanarak sarayda ayrıcalıklı konuma ulaşmışlardı.

Ne var ki, Papus ve Philippe tarafından oluşturulan ezoterik etki grubuna, kimi güçlü kişiler şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Örneğin, Büyük Düşes Elizabeth, imparatorluk tahtının yakınına kendi adamlarını yerleştirmek niyetindeydi. Büyük Düşesin yandaşlarından biri de, sonradan Sergey Nilus adıyla çok ünlü olacak olan, oldukça alçak karakterli bir adamdı. 1903 Yılında Nilus, tehlikeli bir komployu açıkladığını ileri sürdüğü pek tartışmalı bir belgeyi Çara sundu. Ancak eğer Nilus, bu çalışması için Çarın minnettar olmasını beklediyse, acı bir hayal kırıklığına uğramış olmalıdır. Çar, bu belgenin ahlâksızca bir uydurma olduğunu düşündü ve tüm nüshalarının yok edilmesini buyurdu. Ve Nilus, gözden düşerek, saraydan uzaklaşmak zorunda kaldı.

Elbette, belge-ya da, herşeye karşın, belgenin bir nüshası varlığını sürdürebildi. 1903 Yılında bir gazetede dizi olarak yayınlandı, ancak hiç ilgi çekmedi. 1905 Yılında yeniden yayınlandı; ancak bu kez, ünlü gizemci düşünür Vladimir Soloviov'un bir kitabının eki olarak basıldı. Bu noktada artık ilgi çekmeye başladı. İzleyen yıllarda bu belge, 20. yüzyılın en rezil belgelerinden biri oldu.

Söz konusu belge bir broşür, ya da daha kesin söylemek gerekirse, sosyal ve politik bir program niteliğindeydi. Birbirinden çok az farkı olan değişik isimler ve başlıklar altında yayınlandı; en sık kullanılan adı; «Sion Bilgelerinin Protokolleri» (Protocols of the Elders of Sion) [2] idi. Protokollerin Yahudi kaynaklarından çıktığı ileri sürülmekteydi. O dönemde, Yahudi karşıtı olan kişilerin büyük çoğunluğu, Protokolleri «uluslararası Yahudi komplosu» hakkında kesin bir kanıt olarak değerlendirdiler. Örneğin 1919'da Protokoller, Beyaz Rus Ordusuna bağlı birliklere dağıtıldı bu birlikler, izleyen iki yıl boyunca 1917 Devrimi'nden sorumlu tuttukları yaklaşık altmış bin Yahudi'yi öldürdüler. 1919 Yılında Protokoller Almanya'da, sonradan Nasyonal Sosyalist Parti propagandacısı ve ırk kuramcısı olacak olan Alfred Rosenberg tarafından herkese dağıtılıyordu. «Kavgam» (Mein Kampf) adlı kitabında Hitler, gerçek olduklarına körü körüne inandığı Protokolleri, kendi fanatik önyargılarını ateşlemek için kullanmıştır. İngiltere'de, «Morning Post» gazetesi Protokolleri derhal gerçek olarak kabul etti. Hatta 1921'de «The Times» gazetesi Protokolleri pek ciddiye aldı ve ancak sonradan yanlışını kabullendi. Günümüzde uzmanlar, Protokollerin, en azından bugünkü biçimleriyle, kötü niyetli ve sinsi bir sahtekarlık ürünü oldukları üzerinde uzlaşmışlardır. Yine de Protokoller; Latin Amerika, İspanya ve hatta İngiltere'de Yahudi karşıtı propaganda aracı olarak hala dolaşımdadır.[3]

Ana hatlarıyla Protokoller, dünyaya tümüyle egemen olmak için düzenlenmiş bir tasarım görünümündedir. İlk okunuşunda, yeni bir dünya düzeni kurmak amacındaki bireylerden oluşan bir grup için yazılmış Makyavelist bir program deyim yerindeyse, bir tür örgüt içi bildiri niteliğindedir. Protokollerin metni; düzensizlik ve anarşi yaratmaya, varolan kimi rejimleri devirmeye, Masonluk ve benzeri örgütlere sızmaya ve böylece Batı Dünyasının sosyal, ekonomik ve politik kurumları üzerinde mutlak denetim sağlamaya adanmış, çok kollu ve çok başlı bir komployu desteklemektedir. Protokollerin kimliği belirsiz yazarları, yüzyıllar boyunca hiç kimsenin sezinleyemediği politik bir plana uygun olarak, bütün insanları koyun gibi güttüklerini özellikle belirtmektedirler.[4]

Günümüz okuyucusu için Protokoller, Ian Fleming öykülerindeki James Bond'un karşıtı olan SPECTRE benzeri bir düşsel örgüt tarafından düzenlenmiş gibi görülebilir. Ne var ki, ilk yayınlandıklarında, Protokollerin 1897'de Basel'de düzenlenen uluslararası Yahudi Kongresinde derlendiği ileri sürülmüştü. Bu sav uzun zaman önce çürütüldü. Örneğin, Protokollerin ilk nüshalarının Fransızca oldukları bilinmektedir oysa Basel'deki 1897 kongresinde tek bir Fransız delege bile yer almamıştır. Üstelik, Protokollerin bir nüshasının, Basel kongresinden tam on 3 yıl önce, yani 1884'te dolaşımda olduğu kanıtlanmıştır. Protokollerin 1884'e ait nüshası, bir Mason locasına bağlı bir kişinin elinde ortaya çıkmıştı bu loca, Papus'un da üye olduğu ve sonradan Büyük Üstatlığını yaptığı locaydı. [5] Ayrıca, Pagan ve Hıristiyan gizemlerini kaynaştıran ve Rose-Croix örgütünü kuran Mısırlı bilge Ormus geleneğinin ilk ortaya çıktığı loca da, yine bu locaydı.

Günümüz araştırmacıları, Protokollerin, basılı biçimleriyle en azından kısmen de olsa, 1864'te Cenevre'de basılmış hiciv niteliğinde bir yapıtı temel aldığını kanıtlamışlardır. Bu yapıt Maurice Joly adlı bir kişi tarafından 3. Napolyon'a saldırmak amacıyla yazılmış ve Joly bu yazdıklarından dolayı hapse atılmıştır. Joly'nin Rose-Croix örgütüne üye olduğu ileri sürülmüştür. Bunun doğru olup olmadığı bilinemiyor; ama en azından Joly'nin Victor Hugo ile dost olduğu kesindir. Joly'nin 3. Napolyon'a beslediği nefreti paylaşan Hugo, Rose-Croix örgütüne üye idi.

Sonuçta, Protokollerin 1897'deki Basel Yahudi Kongresinden kaynaklanmadığı kanıtlanmış oldu. Öyleyse sorun, Protokollerin nereden çıktığında düğümleniyor. Günümüzde araştırmacılar, Protokollerin tümüyle gerçek dışı, Yahudi karşıtı çıkarlar adına, Yahudileri kötüleme amacıyla hazırlanmış düzmece bir belge olduğu sonucuna varmışlar ve tümüyle gözden uzak tutmuşlardır. Ancak yine de Protokollerin kendisi böyle bir kanıya ulaşılmasına kesinlikle meydan vermemektedir. Örneğin Protokoller, açıkça Yahudilikle ilgisi olmayan çok sayıda muamma dolu göndermeler içermektedir. Bu göndermeler, o kadar açık bir biçimde Yahudilik'ten uzaktır ki, sahtekarlık amacında olan birisi tarafından bile uydurulmaları akla yakın değildir. Hiçbir Yahudi karşıtı kişi, zekası pek kıt olsa bile, Yahudiliğin saygınlığını yok etmek için, böylesi göndermeleri derlemiş olamaz. Çünkü hiç kimse, bu referansların Yahudi kaynaklı olabileceğine inanmaz.

Örneğin, Protokollerin metni şöyle bir ifadeyle son bulur: «33. Dereceli Sion temsilcileri tarafından imzalanmıştır.» [6]

Neden Yahudi karşıtı bir sahtekar böyle bir açıklamayı uydurmuş olsun? Neden, tüm Yahudileri suçlamak yerine, yalnızca bir grup Yahudi'yi 33. dereceden Sion temsilcileri niteliğindeki birkaç kişiyi suçlamak yolunu seçsin? Bu belgenin, örnek olarak, Uluslararası Yahudi Kongresi temsilcileri tarafından imzalandığını söylemek neden aklına gelmesin? Gerçekte, «33. Dereceli Sion Temsilcileri» deyimi, hiç de Yahudiliğe ya da uluslararası Yahudi komplosuna ait değilmiş gibi görünüyor. Eğer bu sözlerin ardında mutlaka bir gönderme aranacaksa, özellikle Masonluk ile ilgili bir şeylere gönderme yaptığı düşünülebilir. Üstelik, Hund tarafından kurulan ve «Sıkı İzleyiş» (Strict Observance) adıyla bilinen Mason ritinde 33. Derece «Bilinmeyen Üstünler» diye nitelendirilen kişilerin derecesidir ki, Charles Radclyffe de bu kişilerden biri olarak kabul edilir.

Protokollerde başka apaçık gariplikler de vardır. Örneğin, metinde sürekli olarak bir «Masonik Krallık» kurulacağından ve «Sion kanından bir Kralın» gelişinden söz edilmektedir. Gelecek olan bu Kralın «Kral David'in soyundan» olacağı belirtilmekte; «Yahudilerin Kralı gerçek Papa olacak» ve «uluslararası Kilisenin başına geçecek» denilmektedir. Bu gariplikler pek gizemli bir söylemle sonuçlanmaktadır: «David'in tohumundan kimi kişiler Kralları ve varislerini hazırlayacaklar! Yalnızca Kral ve ona destek olan 3 kişi, olacakları bilecek.» [7]

İster gerçek, isterse düzmece olsun bu çeşit deyişler, Yahudi düşüncesinin yansıması olarak alınırsa, ortaya kaba bir saçmalık çıkar. Eski Ahit zamanlarından bu yana, Yahudi geleneğinde Kral yoktur ve Krallık kavramı kesinlikle konu dışı kalmıştır. Bir Yahudi Kral kavramı, günümüz Yahudileri için ne denli anlamsız ise, 1897'deki Yahudiler için de o denli anlamsızdı. Üstelik hiçbir sahtekar bundan habersiz olamazdı. Gerçekte, yukarıda sıralanmış olan deyişler Yahudilik'ten çok Hıristiyanlığa ait görünmekteler. Son 2000 yıl içinde bilinen biricik «Yahudi Kralı», İsa'dan başkası değildir ve İsa, İncillere göre «David'in soyundan gelmektedir». Eğer bir kişi düzmece bir belge hazırlıyorsa ve bunu bir Yahudi komplosuna bağlamak düşüncesindeyse, neden doğrudan Hıristiyan yansımaları olan ipuçlarını bu belgeye yerleştirsin? Neden, özellikle ve doğrudan Hıristiyan olan Papa kavramından söz etsin? Neden, «uluslararası bir sinagog» ya da «uluslararası bir tapınak» yerine «uluslararası bir Kilise» deyimini kullansın? Ve neden gizem dolu «Kral ve destekçisi 3 kişi» deyişini yinelesin ? Bu sözler, Yahudilik ya da Hıristiyanlıktan çok, Johann Valentin Andrea ve Charles Nodier tarafından kurulmuş olan gizli örgütlere yaraşmaktadır. Eğer Protokoller, bir propagandacının Yahudi karşıtı düş gücünden kaynaklanmaktaysa, böylesi şaşkın, bilgisiz ve yeteneksiz bir propagandacıyı tasavvur etmek pek zor olsa gerek.

«Sion Bilgelerinin Protokolleri» adlı belge hakkında sistemli bir araştırmanın ulaştığı sonuçlar şöyledir:

* Protokollerin basılı biçiminin temel aldığı bir özgün metin vardır. Bu özgün metin düzmece değildir. Tam tersine gerçektir. Ancak ne Yahudilikle, ne de «uluslararası Yahudi komplosu» ile bir ilgisi yoktur. Ya bir Mason örgütünden, ya da Sion adını özümseyen Masonluğa benzer bir gizli örgütten kaynaklanmıştır.
* Protokollerin basılı biçiminin temel aldığı özgün metin, kendi ifadelerinde, kışkırtıcı ya da ateşleyici olmak zorunda değildir. Ancak yine de; güç kazanmak, Masonluğa sızmak, sosyal, politik ve ekonomik kurumları denetimi altına almak üzere hazırlanmış bir programı içerebilir. Böyle bir program Rönesans dönemi gizli örgütlerine uygun olduğu kadar, Andrea ve Nodier tarafından kurulan örgütlere de yakışmaktadır.
* Protokollerin basılı biçiminin temel aldığı özgün metin Nilus'un eline geçmiştir. Nilus, başlangıçta Yahudiliğin saygınlığını zedelemek düşüncesinde değildir. Tam tersine, imparatorluk sarayındaki ezoterik grupların itibarını yıkmak amacıyla elindeki metni Çara sunar burada hedef alınan Papus, Mösyö Philippe ve diğerleri tarafından oluşturulmuş gizli örgüttür. Nilus, metni Çara sunmadan önce, metindeki ifadeleri özgün biçiminden çok daha kışkırtıcı ve zehirli bir biçime dönüştürmüştür. Çardan gerekli ilgiyi görmeyince Nilus, kendi dönüştürdüğü metni basıma hazırlamıştır. Bu metin, ilk amacı olan, Papus ve çevresindekilerin onuruna gölge düşürme görevini yerine getirememiştir; ancak, hala ikinci bir amaca hizmet edebilir Yahudi düşmanlığını kışkırtma amacına! Asıl hedefi Papus ve Mösyö Philippe olmasına karşın Nilus, Yahudilere de düşmandır.
* Protokollerin basılı biçimi, öyleyse tümüyle düzmece değildir. Daha ziyade, kökten değişikliğe uğramış bir metindir. Üzerinde gerçekleştirilen değişikliklere rağmen, özgün metinden kalan kimi izler hala fark edilebilir. Papaya, bir Krala, uluslararası Kiliseye ve Sion'a göndermeler yapan bu izler, büyük olasılıkla Nilus için hiçbir anlamı olmayan sözlerdi. Bu tür konularda pek bilgili olmayan Nilus, bu gibi izleri yok etmek için bir gerekçe düşünemedi. Ne var ki bu izler, Yahudilik açısından tümüyle gereksiz ve anlamsız olsalar da, bir gizli örgüt için hiç de gündem dışı değildiler. Bu ipuçları, «Prieuré de Sion» örgütü için fazlasıyla önemli ve anlamlıydı.[8][9][10]

Kaynaklar ve Dipnotlar

[1] Papus, 13 Temmuz 1865'te İspanya'da doğdu. 1887'de «Theosophist Association» adlı örgüte katıldı, ama 1888'de ayrılarak Martinist ilkelere bağlı olan kendi grubunu kurdu. Aynı yıl, Peladan ve Stanislas de Guaitayla birlikte «Ordre Cabalistique de la Rose-Croix» örgütünün kurucu üyeleri arasında yer aldı. 1889'da bu iki kişi ve Villiers de l'Isle-Adam ile birlikte, «L'Initiation» adlı dergiyi çıkarmaya başladı. 1891'de Paris'te Martinistlerin Süprem Konseyi, Papus'un Büyük Üstatlığı altında oluşturuldu. Aynı dönemde Papus, «Gnostic Catholic Church» adlı örgütün kurulmasında Jules Doinel'e yardımcı oldu. 1895'te Doinel, bu örgütün yönetimini Papus'a bırakarak ayrıldı. Aynı yıl Papus, Paris'te «Ahathoor» locasında«Order of Golden Dawn» örgütüne girdi. 1890'larda Emma Calvé ile yakın dost oldu. 1899'da yakın dostlarından biri olan Philippe de Lyon, Rusya'ya giderek, sarayda Martinist bir loca kurdu. 1900 yılında bu kez Papus, Saint Petersburg'a gitti ve Çarın güvendiği kişiler arasına girdi. En sonuncusu 1906'da olmak üzere, Rusya'ya 4 kez gitti. Bu ziyaretleri sırasında Rasputin ile tanıştı. Daha sonra Papus, Paris'te hem «Memphis Misraim» locasının, hem de «Ordis Temple Orientis» örgütünün Büyük Üstadı oldu. 25 Ekim 1916'da öldü.
[2] Nilus, Protokoller. Bu kitap, 1960'lara kadar İngiltere'de seksen 3 baskı yapmıştır. Bu durum Yahudi karşıtlığının İngiltere'de yaygın olduğunu ortaya koyar. Yayıncı şirket, «Britons Publishing» (hâlen gelenekçi Katolik bir yayınevi olan «Augustine Publishing» bünyesindedir), ayrıca «Jews' Ritual Slaughter» (Yahudilerin Ritüelik Cinayetleri) ve «Jews and the White Slave Traffic» (Yahudiler ve Beyaz Esir Ticareti) gibi kitapları yayınlamaktadır.
[3] Protokollerin tarihi için bakınız, Cohn, «Warrant for Genocide» ve Bernstein, «Truth about The Protocols». Yahudi karşıtı yorumlamalar için, Fry, «Wates Flowing Eastward». Bu pek tartışmalı bir belgedir. Diğer bilgiler dışında, Çar Nikola'nın bir Yahudi Kabalacı tarafından ritüelik bir biçimde öldürüldüğünü «kanıtlayan» bir fotoğraf sunmaktadır. 1965 Yılında bile hala bu tür yayınların yapıldığını görmek insanın huzurunu kaçırıyor.
[4] Protokol No. 13
[5] Memphis ve Misraim Locası.
[6] Nilus, Protokoller. No. 24. Bu ibare Protokollerin kimi eski baskılarında yer almamaktadır.
[7] Nilus, Protokoller.
[8] Michael Baigent, Richard Leigh and Henry Lincoln, "Holy Blood, Holy Grail", The Socking International Best Seller.
[9] filistindavasi.netfirms.com/harun/Sion-Protokol/Sion3.htm
[10] (English Version) bibliotecapleyades.net/archivos_pdf/holyblood_holygrail.pdf


2347

Sion Tapınağı Tarikatı Ve Sion Liderleri Protokolleri

Büyük Kulüp, Masonlar, Sebataycılar, Siyonistler, Evangelistler, Kuru Kafa ve Kemikler Tarikatı vb... hepsi Siyonizm Tapınağı Tarikatı altında toplanıyorlar. ...

Masonlar, Sabataycılar, İlluminati, Evangelistler, Dış ilişkiler Konseyi, Bilderbergler, Kuru Kafa ve Kemikler vb... bunların hepsi Merkezi Kudüs'te bulunan ve başından 70 hahamın bulunduğu Siyonizm Tapınağı Tarikatı için çalışmaktadır.Bu Siyonizm düşüncesinin temeli, sınırları Şuveyş kanalından Basra'ya oradan Anadolu toprakları Kapadokya'ya kadar olan bölgede merkezi Kudüs'te bulunan Siyon Tepeleri üzerine kurulmuş bir kaleden dünyayı yönetmektir.

Protokoller" 1905'te Rusya'da ortaya çıktığında, artık herkes, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Ve öyle de oldu.Tüm dünyada mutlak Yahudi hükümdarlığı amacı güden "Protokoller", beraberinde cinayetleri, sürgünleri, ihanetleri, tuzakları, yalanları ve kaçınılmaz olarak kan ve gözyaşını getirdi. "Protokoller"i kim kaleme aldı? Nerede ve ne zaman ilan edildi? Neden Rusya'da ortaya çıktı? Rus Devrimi'nin altında yatan gerçek, "Protokoller"mi? Sergius Nilus'un dediği gibi, Siyonizm'i temsil eden sembolik yılanın Kudüs'e dönmeden önce uğrayacağı son durak İstanbul mu?

"Bize karşı olan herşeyi ortadan kaldırmayı kendimize görev edineceğiz. Bu amaçla, krallığımızı kurmamıza çeşitli silahlarla karşı koyan herkesi merhametsizce katledeceğiz."
-4. Protokol-

"Yahudi olmayanların ölmesini istiyoruz."
-3. Protokol-

Bunları yazan ya bir cani, ya da bir çılgın. Ancak, bir cani ya da çılgın için olağanüstü bir başarı!... Eğer bu fikirlerin gerçekten tek bir beyinden çıktığını düşünürsek, yazarın ne bir cani, ne bir çılgın, fakat adanmışlık duygusu ve imanın önderlik ettiği bir beyin olduğu ortaya çıkıyor. Hayal olabilmesi için korkunç derecede gerçek, kurgu olması için son derece mükemmel.

"Dünyada Yahudi ırkından daha gizemli, daha ölümcül ve daha ilginç bir başka ırk daha yoktur."
-Yahudi Dr. Oscar Levy-

SİYON LİDERLERİNİN PROTOKOLLERİ-1

Edebiyat yapmayı bir kenara bırakarak her fikrin anlamını söyleyeceğiz. Mukayese ve istidlâl ile çevremizdeki hadiselere ışık tutacağız. İleride meydana koyacağım sistemimiz iki görüş noktasından hareket eder; kendimiz ve Yahudi olmayanlar.

Dikkat etmelidir ki kötü düşünceli insanlar sayıca iyi insanlardan fazladır. Bundan dolayı onları idare etmekten en iyi neticeler akademik müzakerelerle değil, şiddet ve yıldırmayla elde edilir. Herkes iktidar mevkiinde olmayı arzu eder, her şahıs bir diktatör olmayı ister, yeter ki buna muktedir olsun. Kendi menfaatini temin etmek uğrunda herkesin menfaatini feda etmeye istekli olmayan insanlar gerçekten pek azdır.

İnsan denilen yırtıcı hayvanları zapteden nedir?

Onlara şimdiye kadar rehberlik için ne hizmet etmiştir. Cemiyet hayatının başlangıcında onlar, kaba, kör kuvvete tabi oldular. Sonra ise yanı mahiyette ve sadece kıyafet değiştirmiş bir kuvvet olan kanunlara boyun eğdiler. Bundan şu neticeyi çıkarıyorum. Yaradılışın yasanına göre hak, kuvvette yatar. Siyasi hürriyet bir fikirdir, fakat gerçek değildir. Otorite mevkiinde bulunan bir partiye baskı yapmak gayesiyle halk kitlelerini diğer bir partiye çekmek lüzumu ortaya çıktığı zaman, bu fikrin yem olarak nasıl kullanılacağı bilinmelidir. Liberalizm de denilen bu hürriyet fikrine eğer hasmın kendisi de kapılmış ve bu fikrin uğrunda iktidarının bir kısmını teslim etmeye arzulu ise görev daha da kolaylaşır. Burada bizim nazariyemizin zaferi kesinlikle meydana çıkıyor.

Gevşetilen hükümet dizginleri hayat kanunu gereğince derhal yeni bir el tarafından ele geçirilir ve bir araya toplanır. Çünkü milletin kör kuvveti birgün dahi rehbersiz kalamaz ve yeni otorite, liberalizm ile zayıflatılan eskinin sadece mevkiine yerleşmekten ibâret kalır.

Günümüzdeki liberal idarecilerinin iktidarının yerini "altının iktidarı" almıştır.

Bir zamanlar iman hükmetmişti. Hürriyet gerçekleşmesi imkansız bir idealdir. Çünkü kimse onun ölçülü olarak nasıl kullanılacağını bilmez. Halka muayyen bir müddet için kendi kendini idare etme yetkisi vermek, onları düzensiz bir güruh haline getirmeye yeter. Ondan sonra orada öldürücü bir didişme ortaya çıkar ve kısa zamanda sınıf mücadelesine dönüşür. Bu durumun içinde devletler yanıp yok olur ve onların değeri bir kül yığını derecesine iner. Bir devlet kendi sarsıntıları içinde kendini tüketse ya da dahili anlaşmazlıkları onu dış düşmanlarından zayıf duruma getirse telafi edilemez bir kayba uğramış sayılabilir:

O bizim hakimiyetimize girmiştir. Tamamıyla bizim ellerimizde olan ser mayenin istibdadı ona bir saman çöpü uzatır. Devlet ister istemez ona sarılır. Eğer sarılmazsa dibi boylar. Liberal düşünceli bir kimse yukarıdaki gibi fikirlere ahaka aykırı derse şu sualleri sorarım: Her devletin iki düşmanı olduğuna ve harici tutmak onlara gece vakti ya da üstün sayıda kuvvetlerle hücum etmek gibi mücadelenin her tarz ve maharetini kullanma, ahlâka aykırı mütala edilmediğine göre daha kötü bir düşmana karşı cemiyetin yapısını ve amme menfaatini bertaraf edenlere karşı ayını araçlara, nasıl olurda ahlâka aykırı ve müsaade edilemez denilebilir?

Sağlam mantıklı herhangi bir dimağ için akla uygun müşavere ve münakaşalar yardımıyla kalabalık güruhları bir yöne sevk etmede herhangi bir başarı ümit etmek mümkün müdür? O zaman akılsızca itiraz ve tekzipler de yapılabilir: Bu gibi itirazlar halk arasında daha çok taraftar bulursa muhakeme kuvveti su yüzüne çıkabilir mi? Avam tabakasından olan ve olmayan insanlara sadece küçük ihtirasları önemsiz kanaatlari, adetleri, ananeleri, hissi nazariyeleri rehberlik ettiğinden parti anlaşmazlıklarına düşerler, hatta tamamiyle uygun müzakere temeline dayanan herhangi bir anlaşmaya engel olurlar. Bir kalabalık güruhunun her kararı, birçoğunluk ihtimaline ya da çoğunluğa dayanır. Onlar siyâsî sırları bilmediklerinden bir kısım gülünç kararlar ortaya koyarlar ki bunlar idareye bir anarşi tohumu eker. Siyasetin ahlâk ile ortak hiçbir yönü yoktur. Ahlaka uygun bir şekilde hüküm süren bir hükümdar mahir bir politikacı değildir ve bundan dolayı tahtında sağlam duramaz. Hükmetmek isteyen kimse hem kurnazlığa hem de yapmacılığa başvurmalıdır. Açık sözlülük ve dürüstlük gibi halk arasında meziyet sayılan vasıflar siyasette kusurdurlar. Çünkü bunlar en kuvvetli düşmandan daha tesirli olarak ve daha kesinlikle hükümdarları tahtlarından düşürürler. Bu gibi vasıflar Yahudi olmayanların krallıklarına ait olmalıdır. Fakat biz hiçbir surette o vasıfları rehber edinmemeliyiz.

Bizim hakkımız kuvvette yatar. Mücerret bir düşünce olan "hak" kelimesi hiçbir şey ile ispat edilemez. Bu kelimenin manası şundan başka bir şey değildir: İstediğimi bana ver ki onunla senden kuvvetli olduğuma dair delil sahibi olayım...

Nerede hak başlar? Nerede sona erer?

Merkezi otoritenin zayıf olduğu, liberalizmin durmadan çoğalttığı hakların seli ortasında; kanunların ve hükümdarların kişiliklerini kaybetmiş oldukları herhangi bir devlette; kuvvetlinin hakkıyla hücum etmek ve mevcut bütün kalite ve düzeni darmadağın etmek, bütün müesseseleri yeniden kurmak, kuvvetlerinin hakkını kendi liberalizmleri içinde gönüllü olarak bırakıp bize terkedenlerin hükümdarı olmak için kendimde yeni bir hak buluyorum. Her çeşit iktidarın sallantı halinde olduğu şimdiki zamanda bizim iktidarımız diğer herhangi birinden daha yenilmez olacaktır. Çünkü o hiçbir kurnazlığın artık kendisinin temellerini çürütemeyeceği bir kuvvete sahip oluncaya kadar görünmez kalacaktır.

Şimdi işlemek zorunda bırakıldığımız geçici kötülükten, sarsılmaz bir idarenin iyiliği meydana çıkacaktır. Bu idare, liberalizmin hiçe indirdiği millî hayat mekanizmasının düzenli işleyişini geri getirecektir. Gaye, araçları haklı kılar. Bu duruma göre planlarımızda, dikkatlerimizi iyi ve ahlâkla uygun olandan ziyade gerekli ve faydalıya çevirelim. Öümüzdeki stratejik bir plandır. Birçok yüzyıllar boyu devam eden çabaların boşa gittiğini görmek riskine girmeden bu plandan sapamayız. Faaliyetin memnuniyet verici şekillerini üzerinde inceden inceye durarak meydana getirmek için avamın seviyesizliğini, gevşekliğini, sebatsızlığını, kendi h ayat ve refahının şartlarını anlamak ve onlara uymaktaki kabiliyetsizliğini dikkat nazara almak gerekliydir. Bilinmelidir ki; avamın kuvveti kör, hissiz ve akılsızdır. Daima herhangi bir taraftan gelen telkinlerin elinde kalır. Bir kör diğer bir köre onu uçuruma yuvarlamaksızın rehberlik edemez. Binaenaleyh büyük bir zeka sahibi olsalar bile avamın fertleri ve halk arasından çıkan sonradan görme kimseler henüz siyasetten anlamadıklarından bütün milleti mahva götürmeksizin kitlenin liderleri olarak ileri çıkamazlar. Ancak çocukluğundan beri müstakil olarak hükmetmek için eğitilmiş bir kimse siyaset alfabesiyle tertip edilebilen kelimelerin anlamını anlayabilir. Kendi haline, yani aralarından çıkan sonradan görme kimselere bırakılan halk, iktidar ve itibar elde etmeye çalışmanın tahrik ettiği parti çekişmeleri ve bundan doğan karışıklıklarla kendisini mahva götürür.

Halk kitlelerinin sükunetle ve küçük kıskançlıklardan ari olarak karar vermesi ve şahsi çıkarlarıyla karıştırmadan memleket işleriyle uğraşabilmesi mümkün müdür? Bunlar harici bir düşmandan kendilerini koruyabilirler mi? Bu düşünülemez. Çünkü halk kitlesinde kafa sayısınca parçalanmış bir plan bütün birliğini kaybeder, bu suretle anlaşılmaz olur ve tatbiki imkansız hale gelir.

Ancak müstebid bir hükümdarla planlar geniş ve açık bir şekilde, üzerinde dikkatle durularak hazırlanabilir ve devlet mekanizmasının parçaları arasına uygun şekilde dağıtılabilir. Bundan çıkan zorunlu sonuç şudur ki; herhangi bir memleket için tatmin edici hükümet şekl i birdir. O da sorumlu bir şahsın ellerinde toplanmasıdır. Kesin bir istibdat olmaksızın medeniyet mevcut olamaz. Medeniyet, kitleler tarafından değil onların yöneticisi tarafından devam ettirilebilir. Avam vahşidir ve vahşetini her fırsatta gösterir. Avam hürriyeti ellerine aldığı an o hürriyet çabucak vahşetin en yüksek derecesi olan anarşiye dönüşür.

Hürriyetin kendilerine çok miktarda içki kullanma hakkı verdiği, içkiyle düşünce kabiliyetini kaybetmiş, alkollenmiş hayvanlara bakın. Bu bizim için değildir ve bu yol bizim yürüyebileceğimiz yol değildir. Yahudi olmayan halk, alkollü içkilerle düşünce kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. Onların gençliği klasizm ve ilk çağ ahlâksızlığıyla ve içlerine soktuğumuz özel ajanlarlarımız, öğretmenler, hizmetçiler, zenginlerin evlerinde mürebbiyeler, takipler vasıtasıyla zehirlenerek ahmak bir şekilde yetiştirilmişlerdir. Bu sonuncular arasına kötü yol ve lüks içindeki kimseleri gönüllü olarak takip eden ve kendine sosyete kadını denilen kimseleri de olmak üzere edeceğim.

Parolamız kuvvet ve yapmacıktır. Siyasette sadece kuvvet, Özellikle devlet adamlarına çok gerekli olan kabiliyetler içine gizlenmiş kuvvet galip gelir. Taçlarının bir kısım yeni kuvvetlerin ajanlarının ayaklarına düşmesini istemeyen hükümetler için şiddet bir prensip ve desiseyle yapmacık usûl olmalıdır. Bu kötülük sonunda iyiliği elde etmek için tek ve biricik vasıtadır. Bundan dolayı gayemizi elde etmeye hizmet edecekleri zaman rüşvetçilik, düzenbazlık ve hiyanet konularında duraklamamalıyız. Siyaset yolu ile başkalarının mülkünü tereddütsüz olarak nasıl ele geçireceğimizi bilmeliyiz, eğer bu yolla başkalarına boyun eğdirmeyi ve hükümdarlığımızı temin edebileceksek. Bizim devletimiz, bu sessiz işgal yolunda ilerlerken körü körüne itaat meydana getirmek için gerekli olan dehşet havasını sürdürmek hususunda harb korkusunun yerine daha az fark edilebilen fakat daha tatmin edici olan ölüm cezasını koymak hakkına sahip bulunmaktadır. Adil fakat merhametsiz şiddet, devlet kuvvetinin en büyük amilidir. Sadec e menfaatimiz için değil aynı zamanda vazifemiz icabı olarak ve zaferimiz için şiddet ve yapmacık programı devam ettirmeliyiz. Hesaba dayanan bu doktrin kesinlikle kullanılan araçlar kadar kuvvetlidir. Bundan dolayı o araçlarla olduğu kadar şiddet doktriniyle zafer kazanacağız ve bütün hükümetleri bizim hükümetimizin tebası haline getireceğiz. Bütün itaatsizliklerin ortadan kalkması için bizim merhametsiz olduğumuzu bilmek onlara yetecektir.

Çok eski zamanlarda "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" kelimelerini halk kitleleri arasında ilk defa biz bağırdık. O günlerden beri her taraftan gelip bu oltaya takılan budala papağanlar tarafından bu kelimeler çok defa tekrar edildi. Bunlarla, evvelce avamın baskısına karşı çok güzel korunan dünyanın refahı ve ferdin hakiki hürriyeti giderildi. Yahudi olmayanların sözde zeki insanları, ilim sahipleri, bu mücerred kelimelerin hakiki manalarını anlayamadılar. Bunların manalarının ve karşılıklı münasebetlerinin çelişmesine dikkat etmelidir. Görmediler ki mahlukat arasında eşitlik yoktur ve hürriyet olamaz . Yaradılıştan akıl, seciye ve kabiliyetler eşit değildir. Düşünmediler ki avam tabakası kördür. Onların arasından seçilip yönetimi üzerlerine alan sonradan görmeler de siyaset mevzuunda avam tabakasının kendisi gibi kördürler. Yetişmiş bir kimse bir budala da olsa yine hükmedebilir. Halbuki yetişmemiş kimse çok zeki de olsa siyasetten bir şey anlamaz. Bütün bu konulara Yahudi olmayanlar dikkat etmedi. Oysa ki her zaman hânedân hükümdarlıkları bu fikirlere dayanmıştır. Çünkü baba siyâsî işlere dair bilgileri oğluna naklederdi. Bu suretle bunları hânedân içindeki intikal anlamını kaybetti ve bu durum davamızın başarısına yardımcı oldu.

Dünyanın her köşesinde "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" kelimeleri şuursuz ajanlarımız sayesinde, bizim sancağımız coşkunluğu taşıyan çok sayıda kimseleri saflarımıza soktu. Bu kelimeler daima Yahudi olmayanların refahını kemiren, her tarata sulhu, sükuneti, dayanışmayı yok eden, Yahudi olmayan devletlerin bütün müesseselerini tahrip eden mahvedici kurtçuklar oldular.

İlerde göreceğiniz gibi bu durum bize zaferimiz için yardım etmektedir. Bu diğerşeyler meyanında en kuvvetli imkanı, yani ayrıcalıkları yıkma, başka bir ifadeyle Yahudi olmayanların aristokrasisinin tüm mevcudiyetini yok etme imkanını elimize geçirmeye bizi muktedir kıldı. Bu sınıf halkları ve memleketlerin bize karşı sahip oldukları biricik müdafaa vasıtası idi. Yahudi olmayanların tabii ve soya dayanan aristokrasisinin yıkıntıları üstünde biz para aristokrasisinin önderliğinde bizim tahsil görmüş tabakamızın aristokrasisini kurduk. Bize bağlı olan serveti ve bizim Siyon Liderlerimizin tertip ettiği tahrik kuvveti olan bilgiyi ve aristokrasinin şartları olarak tesis ettik.

İhtiyacımız olan insanlarla münasebetlerimizde daima beşer düşüncesinin en hassas duyguları, para hesabı, tamah ve insanın maddi ihtiyaçları hususundaki açgözlülük üzerinde işlemek suretiyle zaferimiz kolaylaştırılmış bulunmaktadır. Bu beşeri zafiyetlerin her biri tek başına ele alınınca şahsi teşebbüse felce uğratmaya yeterlidir. Çünkü insanların temayüllerine göre istedikleri verilerek faaliyetleri satın alınmıştır. Hürriyet mücerritliği, her memlekette avamı; hükümetlerin, memleketin sahipleri olan halkın kahyası olmaktan başka bir şey olmadıkları ve kahyanın ise eskimiş bir eldiven gibi değiştirilebileceği fikrine inandırmaya bizi muktedir kıldı.

Halk temsilcilerinin bu değiştirilme imkanı, onları bizim emrimize tabi hale getirdi ve böylece bize onları tayin etme kuvveti verdi..

Gayelerimize erişebilmek için harplerin mümkün olduğu kadar arazi kazançlarıyla neticelenmemesi zorunludur. Böylece harpler ekonomik alana kaydırılacaktır.

Bu alanda milletler verdiğimiz yardımda üstünlüğümüzün kuvvetini sezmekte gecikmeyeceklerdir. Bu durum her iki tarafı bizim beynelminel ajan kadromuzun merhametine terkedecektir. Bu kadromuz milyonlarca göze sahip olup; devamlı olarak gözetleme halindedir ve hiçbir tahdit onları engellememiştir. Sonra bizim beynelminel hukukumuz, millî hukuku ortadan kaldıracak ve devletin medeni kanunları, tebası arasındaki münasebetleri nasıl idare ediyorsa, milletleri öyle idare edecektir.

Halkın içinde kabiliyetleri ve kölece itaatlerine göre titiz bir dikkatle seçeceğimiz idareciler, idare etme sanatında eğitim görmemiş kimselerden olacak ve bundan dolayı kendilerinden müşavirleri ve uzmanları olan çocukluklarından beri bütün dünya işlerini idare etmek için yetiştirilen bilgi ve zeka sahibi kimselerin ellerinde oyuncak olacaklardır. İyice bildiğiniz gibi bizim bu uzmanlarımız idare hususunda ihtiyaç duydukları malumatı bizim siyâsî planlarımızdan, tarih derslerinden ve her an geçen hadiselerin müşahedelerinin tatbikatıyla yönetilemezler. Onlar neticelerden tenkidi bir görüş çıkarmayan nazari usule alışıktırlar. Bundan dolayı bizim onları hesaba katmaya ihtiyacımız yoktur.

Bırakın onları vakti gelinceye kadar kendilerini eğlendirsinler ya da girişkin mazilerinin yeni şekillerinin ümidi içinde ve zevklerinin hayalleriyle yaşasınlar.

Bırakın; bizim onları ilmin emirleri diye kandırdığımız oyunların başrolünü oynasınlar. Bu maksatla devamlı olarak basınımızın vasıtasıyla bu nazariyelere körü körüne itimat uyandırıyoruz. Yahudi olmayanların bilim insanları bilgileriyle böbürlenecek ve ilimden elde edeceği b ütün malumatı makul bir şekilde doğruluğunu ispat etmeden tatbik mevkiine koyacaktır. Halbuki bizim arzu ettiğimiz istikamette eğitmek için bunları kurnazlıkla tertip etmişlerdir.

Bir an bile ifadelerimizi boş sözler sanmayın. Bizim tertip ettiğimiz Darvinizm, Marksizm, Nietzcheism'in başarılarını dikkatle düşünün. Biz Yahudiler için bu yönergelerin Yahudi olmayanların üzerinde nasıl bir bölücü etki yaptığını görmek herhalde zor olmayacaktır. Siyasette ve idari işler yönetmekte hata yapmaktan kaçınmak için milletlerin düşüncelerini, seciyelerini ve temayüllerini hesaba katmak bizim için zaruridir. Siyasetimizin zafer ve onun meydana getirdiği mekanizmanın işleyişi, karşılaştığımız halkların mizacına göre değişmelidir. Onun tatbikatı şimdiki zamanın ışığında geçmişten alınan derslerin hülasalarına dayanmadıkça temin dilmeyecektir.

Bugünün devletlerinin elinde büyük bir kuvvet vardır ki; halkın içinde düşünce hareketleri meydana getirir. Bu, basındır. Basının rolü devamlı olarak ihtiyaçları zorunlu imiş gibi göstermek ve halkın şikayetlerini ifade etmek ve hoşnutsuzluk meydana getirmektir. İfade hürriyetinin zaferi basında mücessem hale gelir.

Fakat Yahudi olmayan devletler bu kuvvetin nasıl kullanılacağını bilmediler ve o kuvvet bizim elimize geçti. Basın vasıtasıyla kendimiz gölgede kalarak tesir yapmak gücünü kazandık. Her ne kadar kan ve gözyaşı isek de basın sayesinde altını ele geçirdik. Gerçi halkımızın içinden birçoğunu feda ettik, fakat altın elimize geçti. Safımızdan fend edilen her şahıs Tanrı nazarında bin Yahudi olmayan şahısa bedeldir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...