Yemek Hazırlamanın Âdâbı
Yemeğin hazırlanmasının beş âdâbı vardır:
1. Yemeği acele vermektir. Yemeği erkenden vermek, misafire ikram etmek demektir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Allah'a ve son güne iman eden bir kimse misafirine ikramda bulunsun.
Misafirlerin çoğu gelmiş ve hazır olmuşsa, gelmeyen birkaç kişi kalmış veya vakit geçmiş ise, o zaman hazır bulunanların hakkını gözetip bir an önce yemeği yedirmek, gelmeyenlerin hakkını gözetip beklemekten daha iyidir. Ancak geç kalan adam fakir ve beklenilmediği takdirde kalbi kırılacak bir tip ise, o zaman yemek biraz tehir edilirse, bir sakınca yoktur.
İbrahim'in ikrama mazhar olmuş misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Zâriyât/24)
Bu ayet-i celîlenin mânalarından biri şöyledir. Acele tarafından yemek hazırlamakla ikrama mazhar kıldı onları. Nitekim şu ayet de bu mânâya işaret etmektedir:
Az sonra kavrulmuş (semiz) bir buzağıyı (onlara ikram etmek için) getirdi. (Hûd/96)
Aynı mânayı şu ayet de belirtmektedir:
Hemen evine yöneldi; derhal onlara takdim etmek üzere semiz (ve kavrulmuş) bir buzağı getirdi. (Zâriyât/26)
Ayetteki Râfe fiilinin kökü olan 'Revefan' aceleyle gitmek demektir. Bazıları da 'gizlice getirmek demektir' demiştir. Bazıları da 'İbrahim (a.s) bir but getirdi' demektir der. Fakat getirilen buta, acele getirildiği için (tâcil kökünden gelen) âcil ismi verilmiştir.
Hâtim el-Esemm şöyle demiştir:
Acele şeytanın işidir. Fakat beş yerde güzel ve sünnettir: a) Misafirlere yedirmek hususunda, b) Bâkire kızını (veya evlâdını) evlendirmek hususunda, c) Ölünün techizi hususunda, d) Borcun ödenmesi hususunda, e) Günahtan tevbe etmek hususunda.
Velime (evlenme ve düğün) yemeğinde de acele etmek müstehabdır' denilmiştir.
Velime yemeğini, ilk günde vermek sünnettir. İkinci günde örf ve âdete uymaktır. Üçüncü günde ise riyakârlıktır.
2. Yemeğin tertibi şöyle olmalıdır: Eğer varsa, yemekten önce meyveleri vermelidir. Çünkü böyle yapmak tıbben daha uygundur. Zira meyve diğer yemeklerden daha önce hazmedilir. Onun için mide altında kalması daha uygundur.
Kur'an'ın şu ayetlerinde, meyvelerin yemeklerden önce yenmesinin daha uygun olduğuna işaret edilmiştir:
Seçtiklerinden meyve ve iştihalarının çektiği kuş etinden var. (Vakıa/21-22)
Meyveden sonra takdim edilen en faziletli yemek et yahnisidir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, yahninin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.
Eğer yemekten sonra tatlı da yedirirse, o zaman bütün güzel şeyleri bir araya getirmiş olur.
Et ikram etmekle ziyafetin yeterli olduğuna Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'in misafiri hakkındaki ayeti işaret eder. Çünkü Hz. İbrahim (a.s) güzelce pişmiş, kavrulmuş bir buzağıyı onlara getirmiştir. Eti sofrada hazır etmek ikramın esasından biridir. Çünkü Allah Teâlâ güzel yemeklerin vasfı hakkında şöyle buyurmaktadır:
Biz sizin üzerinize (ey İsrâiloğulları) Men ve Selva indirdik. (Bakara/57)
Buradaki Men bal (kudret helvası) demektir. Selva ise et demektir. Ete selva denmesinin sebebi, her katığın yerini tuttuğu ve ondan başka hiçbir yemekte bu vasfın bulunmadığındandır. Hz. Peygamber'in şöyle demesinin hikmeti bu olsa gerektir.
Katıkların efendisi ettir. Allah Teâlâ Men ve Selva'dan sonra şöyle buyurmaktadır:
Size rızık olarak verdiklerimizin tayyiblerinden (helâllerinden) yeyiniz.
(Bakara/57)
Bu bakımdan etli ile tatlı tayyib tâbir edilen rızıklardandır.
Ebu Süleyman ed-Dârânî 'Tayyiblerin yenmesi, insanda Allah'tan razı olmayı doğurur' demiştir.
Bu tayyiblerin tamamlanması, soğuk su içmek ve ılık su ile yıkamakla tamamlanır.
Me'mûn şöyle demiştir: 'Buzlu ve soğuk su içmek, nimet vericiye karşı olan şükrü her türlü şüpheden kurtararak sadeleştirir'.
Ediblerden biri şöyle demiştir: 'Dostlarını davet edip onlara Hasremiye ve Buranniye61 yedirip üstüne soğuk su içirirsen o zaman ziyafeti tamamlamış olursun'. Birisi dostlarına tertip ettiği ziyafet için birçok para harcamıştı. Bu durumu gören hekimlerden biri şöyle demiştir. 'Ekmeğiniz iyi, suyunuz soğuk ve sirkeniz hoş olduğu takdirde yeter de artar bile. Bunca zahmeti yapmanız gerekmezdi'.
Bazıları da şöyle demiştir: 'Yemekten sonra tatlı ve yemek çeşitlerinin çokluğundan sofrada temkinli oturmak da iki çeşit yemekten daha hayırlıdır'. Sofrada sebze olduğu zaman, meleklerin o sofrada hazır olduğu söylenmektedir. O halde, sofrada sebze bulundurmak da müstehabdır. Sebzenin bulundurulmasında yeşillik olduğu için sofrayı süsleme özelliği vardır.
İsrailoğulları'nın üzerine inen sofrada kıras (kereviz) veya havuç otu hariç, bütün sebze ve yeşillikler vardı. Yine bu sofrada baş tarafında sirke, kuyruk tarafında tuz bulunan bir balık, üzerinde birer zeytin, birer nar tanesi bulunan yedi çörek vardı. Kudret sofrasına benzetmek için bütün bunları sofrada bulundurmak güzeldir.
3. Önce sofraya yemek çeşitlerinin en güzelini getirmelidir ki, isteyen ondan doya doya yesin. Ondan sonra gelenlerde pek fazla yemek durumunda kalmasınlar.
Ehl-i keyfin âdeti, önce yemeğin kabasını getirmektir ki, ondan sonra iyiyi gördüğünde isteği yeniden kabarsın. Oysa böyle yapmak fazla yemeye vesile olur.
Eskilerin âdeti, bütün yemek çeşitlerini birden sofraya getirip dizmekti. Böylece herkesin beğendiğini yemesine imkân verirlerdi. Eğer bir çeşit yemekten başka yemeği yoksa, yemeğin başlangıcında misafirlerine durumu bildirmelidir. Çünkü misafirler arasından daha nefis yemek gelir diye, doyasıya yemeyenler çıkabilir. Hatta mürüvvet sahiplerinin yemek listelerini yazıp misafirlere takdim ettikleri rivayet edilmiştir.
Şeyhlerden biri şöyle anlatıyor: 'Şam'da şeyhlerden birisi bana bir çeşit yemek getirdi. Ona dedim ki, bizim Irak'da bu çeşit yemekler ancak sofranın sonunda getirilir'. Şeyh 'Bizim Şam'da da durum böyledir' dedi. Böylece şeyhin yanında bu yemekten başkasının olmadığını anladım. Bu durum karşısında çok utandım.
Bir başkası şöyle anlatır: 'Biz bir grup ziyafette idik. Bize pişmiş kellelerden işkembe çorbası ve kavrulmuş etler getirildi. Biz bundan sonra gelecek yemek çeşitlerini beklediğimiz için gelen yemeğe rağbet gösterip yemedik. Bir de baktık ki, ellerimizi yıkamak için leğen getirildi. Artık başka yemek getirilmedi. Bunun üzerine birbirimize bakakaldık. O esnada dâvette bulunan şeyhlerden biri lâtife olarak şöyle dedi: 'Allah gövdesiz başları yaratmaya kâdirdir'. Ravi der ki: 'Biz o gece sahur zamanına kadar aç kalıp ekmek kırıntılarını bile aradık'. İşte böyle bir mahzura yer vermemek için; ya bütün yemekleri birden sofraya getirmelidir veya yemekleri misafirlere haber vermelidir.
4. Dâvetliler doyup ellerini çekmeden önce yemekleri kaldırmamalıdır. Çünkü davetliler içerisinde önce gelen yemeğin dibinde kalanın gelecek yemekten daha fazla hoşuna gidenler ola bilir veya daha yemek yemeye ihtiyaç duyan kimseler olabilir. Bu bakımdan, eğer acele edip kaldırırsa durumu bulandırmış olur. 'Sofrada temkinli olmak, iki çeşit yemeği sofraya getirmekten daha hayırlıdır' kabilindendir bu durum.
Bu sözün, iki mânaya gelmesi muhtemeldir. Yani bu, acele yememek sureti ile temkinli olmak demektir.
Şakacı bir sûfîden şöyle hikâye edilir: 'Bir ara cimri bir zengine misafir olduk. Bize kızartılmış kuzu takdim edildi. Sofra sahibi cimri olduğundan, misafirlerin kuzuyu parçalayıp yediğini görünce darılarak hizmetçilerine şunu söyledi: 'Geri kalan gövdeyi kaldır. Onu evdeki çocuklara götür'. Hizmetçi gövdeyi eve doğru götürürken o sûfî kalkıp arkasından koştu ve kendisine 'Nereye gidiyorsun?' diye soruldu. Sûfî 'Çocuklarla birlikte yemek yemeye gidiyorum' diye cevap verdi. Bu durum karşısında ev sahibi utanıp, kuzu gövdesinin geri getirilmesini emretti'.
Misafirlerden önce elini sofradan çekmemelidir. Çünkü böyle yaptığı takdirde misafirleri utandırır. Demek ki, bütün misafirlerden sonra elini sofradan çekmelidir.
Kerem sahibi insanlar davetlilere yemeğin bütün çeşitlerini haber verirler, onların herbirinden doya doya yemelerine fırsat verip, tam yemekten çekilecekleri bir sırada diz çökerek ellerini yemeğe uzatırlar ve yemeğe başlarlardı. 'Allah'ın ismiyle yemeğe başlıyorum. Allah, size ve bize bereket ihsan etsin. Bize yardımcı olunuz' derdi.
5. Sofraya yeteri kadar yemek getirmelidir. Zira yetecek mik-tardan az getirilmesi şerefsizlik olduğu gibi, fazla getirmek de israf ve riyakârlıktır. Hele getirdiğinin hepsinin yenmesine gönlü razı değilse!.. Ancak hepsinin yenmesine razı olup artıklarından bereketlenmeye niyet ederse, o zaman sofraya yeterinden fazla yemek getirilebilir. Çünkü Hz. Peygamber'in hadîsinde, bu niyetle getirdiği yemekten sorguya çekilmeyeceği söylenmektedir, İbrahim b. Ethem sofrasında yeterinden fazla yemek bulundururdu. Bu durumu gören Süfyan es-Sevrî 'Ey Ebâ İshak! Bu kadar yemeğin getirilmesinin israf olacağından korkmaz mısın?' deyince, İbrahim 'Yemekte israf yoktur' dedi.
Eğer niyet bu değilse, o zaman sofrada fazla yemek bulundurmak külfet olur.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Yemeği ile gururlananın sofrasına icabet etmekten menedildik'.
Ashab-ı kirâmdan bir cemaat, gurur için verilen bir ziyafete icabet etmeyi kerih görmüşlerdir. Bu sır ve hikmetten ötürü Hz. Peygamber'in sofrasından fazla yemek hiçbir zaman geri götürülmezdi. Çünkü o devirdekiler, sofraya ihtiyaçtan fazlasını getirmezlerdi. Tıka basa yemezlerdi.
Misafir ve dâvetlilere yemek getirmeden önce, evdeki aile fertlerinin paylarını ayırması gereklidir ki; onların gözü yemekten geri gelecek olanda kalmasın. Bir de belki birşey artmaz diye misafirlerin aleyhinde kötü konuşmamalıdır. Aynı zamanda misafirler de, aile fertlerinin payını istemedikleri halde yemiş olurlar. Bu ise, esas hak sahiplerine bir ihanettir.
Sofrada kalan yemek kalıntıları ki, sûfîler ona 'zillet' derler. Misafirlerin onu alıp evlerine götürmek yetkisi yoktur. Ancak yemek sahibi açıkça kendi rızasıyla onlara götürme izni verirse veya karinelerle böyle bir hareketten hoşlanacağı bilinirse, o zaman misafir kalanı götürebilir. Eğer istemediği bilinirse, o zaman almaları hiçbir şekilde uygun değildir.
Yemek sahibinin kalıntıların götürülmesine razı olduğu bi-lindiğinde kişinin arkadaşlarıyla adaletli ve insaflı bir şekilde paylaşması gerekir. Bu bakımdan, dâvetlilerden herhangi birisi ancak payına düşeni alabilir. Ancak arkadaşları utanarak değil, gönül rızası ile kendisine müsamaha ederlerse o zaman başka...
61) Hasremiye üzüm koruğundan yapılmış bir çeşit yemektir. İshale karşı kullanılır. Burâniyye, Me'mûn'un veziri Sehl'in kızı Buran'a yapılmış ve kendisine nisbet edilmiş bir yemektir.