27 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 8 NCI BÖLÜM Firavun Ve Askerlerinin Mahvoluşu Ahmet İbn Kesîr



VEN-NİHAYE 8 NCI BÖLÜM 
Firavun Ve Askerlerinin Mahvoluşu
Ahmet İbn Kesîr
Mısır Kıptîleri, kralları Firavun'a uyup Allah'ın peygamberi ve Allah ile konuşma şerefine
nail olmuş İmran oğlu Musa'ya muhalefet ederek, kafirlik, azgınlık ve inatlarını sürdürünce,
Cenâb-ı Allah onlara, bâtılı ezen çok büyük hüccetler ve deliller gönderdi. Gözleri
kamaştırıp akılları hayrette bırakan harikulade halleri onlara gösterdi. Bütün bunlara rağmen
küfürden dönmediler. Sapıklık, inat ve azgınlıklarına son vermediler. Pek azı müstesna,
onlardan iman eden olmadı. Rivayete göre, iman edenler üç kişiydi. Bunlardan biri,
Firavun'un karısı (Asiye) idi. Ehl-i Kitabın bu kadınla ilgili haberlerden bilgisi yoktur.
Diğeri, Firavun'un akrabasından olan mü'min adamdır ki onun kafirlere karşı delil ileri
sürmüş, onlara öğüt vermiş olduğunu ve onunla ilgili bilgileri daha önce anlatmıştık.
İnananların üçüncüsü ise, şehrin öbür ucundan koşarak gelip Musa'ya öğüt veren (ve
Mısır'dan çıkıp gitmesini tavsiye eden) öğütçü adamdır. O, Hz. Musa'ya demişti ki: «Ey
Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu,
ben sana öğüt veriyorum.» (ci-Kasas, 20.)
İbn Abbas'ın dediğine göre, nasihatçının "ileri gelenler" dediği kimseler, büyücülerden
başkalarıdır. Çünkü onlar Kıptîlerdendiler.
Başka bir rivayete göre Musa'ya, Firavun'un milleti olan Kıptîler-den bir grup ile
büyücülerin ve İsrailoğullannın tümü iman etmişlerdir. Şu ayet-i kerime de bu rivayeti
doğrulamaktadır:
«Firavun ve erkanının kendilerine fenalık yapmasından korktuklarından milletinin bir kısım
gençleri dışında kimse, Musa'ya inanmamıştı. Firavun, o yerde-hakim di. O gerçekten aşırı
gidenlerdendi.»{Yûnus, 83.)
Bu ayette geçen "milletinin" kelimesinden kasıt, Firavun'un milletidir. Çünkü ayetin akışı
buna delâlet etmektedir. Bu kelime, cümle içinde "Musa" kelimesine yakın olduğundan
dolayı, milletinin kelimesiyle, Musa'nın milletinin kastedildiğini söyleyenler de olmuştur.
Ama İbn Kesir Tefsiri'nde de açıkladığımız gibi, birinci görüş kuvvetlidir. Musa'ya inanan
gençler, Firavun'dan, onun gücünden, satvetinden, zorbalığından ve adamlarının onu
kendilerine karşı kışkırtıp dinlerinden zorla döndürmesinden korktukları için, imanlarını
gizlemişlerdi. Şahid olarak kafi olan Cenâb-ı Allah, Firavun hakkında şöyle demektedir.
«Firavun, yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırı gidenlerdendi.» Yani bütün işlerinde ve
durumlarında aşırı giderdi. Ama o, sonu gelmiş olan bir mikrop, devşirilme zamanı yaklaşan
murdar bir ürün, telef edilmesi kaçınılmaz olan lanetli ve köhne bir adam olmuştu. İşte o
sıralarda Musa, kavmine şöyle demişti: «Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ye teslim
olmuşsanız Ona güvenin." Dediler ki: "Allah'a güvendik; Ey, Rabbimiz! zalim bir millet ile
bizi sınama, rahmetinle bizi kafirlerden kurtar."» (Yûnus, 84-86.)
Hz. Musa (a.s.), Allah'a dayanıp ondan yardım dilemelerini ve ona iltica etmelerini kavmine
tavsiye etti. Onlar bu tavsiyeye uyunca Cenâb-ı Allahda onları, içinde bulundukları
sıkıntıdan çıkardı.
«Musa'ya ve kardeşine: "Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi karşı karşıya
kurun, namaz kılın ve mü'minleri müjdeleyin." diye vahyettik.» (Yûnus, 87.)
Cenâb-ı Allah, Musa'ya ve kardeşi Harun'a, İsrailoğulları için Kıptîlerinkinden ayrı bir yerde
evler yapmalarını vahyetti, birbirlerinin evlerini tanısınlar ve göç emrini alınca da göçmeye
hazır vaziyette bulunsunlar diye.
"Evlerinizi karşı karşıya kurun." Bazıları, bu ayetin şu manaya geldiğini söylemişlerdir:
"Evlerinizi mescidler edin." "Evlerinizi kıble edin." yani evlerinizde çok namaz lalın. Çok
namaz kılarak, yaşamakta olduğunuz zorluk ve sıkıntılara karşı Allah'tan yardım dileyin.
Mücahid, Ebu Malik, İbrahim en-Nehaî, Rabî', Dahhak, Zeyd b. Eşlem ve oğlu
Abdurrahman ile diğer bazı müfessirler ayetin bu manaya geldiğini söylemişlerdir. Nitekim
namazın ilahî yardım aracı olduğu, şu ayetle de bildirilmiştir:
«Sabır ve namazla (Allah'dan) yardım isteyin.» (el-Bakara, 153.) Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz de birşeyden dolayı üzüldüğünde namaz kı-larmış.
Bazı müfessirler ise bu ayetin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Firavun zamanında
İsrailoğulları, toplantı yerlerinde ve mabedlerinde açıkça ibadet edemiyorlarrmş. Bu sebeple
de namazlarını kendi evlerinde kılmaları emrolunmuş. Daha önce dini vecibelerini yerine
getiremeyişlerinin zararını telafi etmek için, hiç değilse evlerinde namaz kılmaları
kendilerine emrolunmuştu. Firavun ve adamlarından korktukları için, evlerinde kılmaları
gerekiyordu. Mezkur ayet-i kerimede "mü'minleri müjdele" cümlesi de mevcud olduğu için,
- her ne kadar ikinci manaya aykırı değilse de - birinci mana daha kuvvetlidir. Doğrusunu
Allah bilir.
Said b. Cübeyr ise ayetinin, "Evlerinizi karşılıklı yapın."
manasına geldiğini söylemiştir.
«Musa: "Rabbimiz! Sen Firavun ve adamlarına dünya hayatında süs (ler) ve nice mallar
verdin. Rabbimiz, (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz, onların
mallarını yok et. Kalblerini sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasınlar!" dedi. (Allah):
"Duanız kabul olundu. Doğru olun, bilmezlerin yoluna asla uymayın!" dedi.» (Yûnus, 88-
89.)
Bu, All'ah ile konuşma şerefine nail olan Musa'nın, Allah düşmanı Firavun'a yaptığı büyük
bir bedduadır. Musa, Allah için ona öfkelenmişti. Hakka uymaya karşı büyüklendiği,
insanları Allah yolundan geri çevirdiği, inatçılık edip azdığı, bâtıl davasını sürdürdüğü,
maddeten ve manen apaçık olan hakla ve kesin burhanı kabule yanaşmayıp büyüklük
tasladığı için Musa (a.s.), ona kızmış ve beddua etmişti. Demişti ki: «Rabbimiz! Sen,
Firavun ve adamlarına (milleti olan Kıptîlere, dininden olanlara) dünya hayatında süs (ler)
ve nice mallar verdin. Rabbimiz, (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi?»
Tabiî ya.. Dünyayı ve dünyalığı her şeyden üstün tutanlar, bunların servet ye zinet sahibi
oluşlarına aldanırlar. Cahil kimseler, bunların haklı olduklarını sanırlar. Ama güzel
bineklerle şık elbiselerin, şahane binalarla sarayların, iştah çekici yiyeceklerle göz alıcı
manzaraların, yüksek hükümranlıkla itibar ve maddi imkanların dinî değil de, dünyevî
olduğunu bilemezler.
Rabi' b. Enes ile Dahhak ve Ebu'l- Aliye, "Rabbimiz! Onların mallarını yok et!" ayetinin şu
manaya geldiğini söylemişlerdir: Rabbimiz! Onların mallarım, olduğu gibi nakışlı taşlara
döndür. Katade dedi ki: Aldığımız haberlere göre onların ekinleri taşa dönmüştür.
Muhammed b. Ka'b ise şöyle demiştir: Şekerleri, hatta bütün malları taşa döndü. Bu mesele
Ömer b. Abdülaziz'e anlatılırken bir hizmetçisini çağırarak, "Bana bir torba getir." demiş.
Hizmetçi torbayı getirmiş. Bir de bakmışlar ki, torbanın içinde taşa dönüşmüş olan nohut ve
yumurtalar var!.. Bunu İbn Ebu Hatîm rivayet etmiştir.
Rabbimiz! «Kalblerini sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasınlar!» Kalblerini mühürle
ki, iman etmesinler. Musa, onlara; Allah'a, dinine, burhanlarına öfkelendiklerinden dolayı
böyle bir bedduada bulunmuştu, Cenâb-ı Allah da, onun isteğini kabul edip yerine
getirmişti. Nitekim Nuh'un da bedduasını kabul etmişti. Nuh, inançsızlara şöyle beddua
etmişti:
«Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını
saptırırlar ve yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar,» (Nüh, 26-27.)
Bu nedenle Cenâb-ı Allah, kendisi, Firavun ve adamlarına bedduda bulunup kardeşi
Harun'un amin dediği ve dolayısıyla beddua etmiş gibi sayıldığı bir esnada Musa'yla
Harun'a hitaben şöyle demiştir:
(Allah): "Duanız kabul olundu. Doğru olun, bilmezlerin yoluna uymayın." dedi.
Tefsirciler ve diğer kitabîler dediler ki: İsrailoğulları, kendi bayramlarını kutlamak
maksadıyla şehir dışına çıkmak için Firavun'dan izin istediler. Firavun, gönülsüz olarak izin
verdi. Ancak İsrailoğul-larmm bu izni almaktaki amaçları, kurtuluşu elde etsinler diye, Firavun
ve adamlarına karşı baş kaldırmaları ve bu iş için gerekli olan hazırlığı yapmaktı.
Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, Fira-vun'un adamlarından iğreti
olarak zinet istemelerini îsrailoğullarma emretti. Firavun'un adamları da onlara bol miktarda
zinet eşyasını iğreti olarak verdiler. İsrailoğulları da geceleyin şehirden çıkıp hemen Şanı
beldelerine yöneldiler.
Gittiklerini haber alan Firavun çok öfkelenerek peşlerine düşüp yakalamak ve yok etmek
için, asker toplamaya başladı. Bu konudan Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle bahsedilmektedir:
«Musa'ya: "Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar), yürüt; siz takip edileceksiniz." diye
vahyettik. Firavun, (îsrailoğullarının gittiğini duyunca) şehirlere (asker) toplayıcılar
gönderdi, (onlara şöyle dedi): "Şunlar, az bir topluluktur. Ve onlar bizi kızdırmaktadırlar.
Biz, ihtiyatlı (koca) bir cemaatiz." Böylece biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden,
çeşmelerden çıkardık. Hazinelerden ve şerefli makamdan (çıkardık). Böylece, bunları
İsrailoğul-lanna miras yaptık. (Firavun ve adamları), Güneş doğarken onların r ~-dına
düştüler. İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce Musa'nın adamları: "İşte yakalandık."
dediler. (Musa): "Hayır, doğrusu Rabbim benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir." dedi.
Musa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı. (On iki yol
açıldı.) Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. (Musa ve
adamlarının ardından, düşmanları da bu denizde açılan yollara girdiler.) Musa'yı ve
beraberinde olanları tamamen kurtardık; Sonra ötekilerini boğduk. Şüphesiz bunda
(kudretimize) bir işaret vardır, ama çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur.» {eş-Şuarâ, 52-68.)
Tefsir âlimleri dediler ki: îsrailoğullarmı yakalamak maksadıyla Firavun, çok sayıdaki
askerle takibe çıktı. Denildiğine göre atları ara-smdalOO.000 doru at vardı. Askerleri de
1.600.000 kadardı. Doğrusunu Allah bilir. Rivayete göre îsrailoğullanmn çocuklar dışındaki
sayısı 600.000 savaşçı idi. İsrailoğullarının Yakub (a.s.) liderliğinde Mısır'a girişleriyle,
Musa (a.s.) liderliğinde Mısır'dan çıkışları arasında geçen zaman, 426 yıldır.
Askerleriyle birlikte İsrailoğullarım takibe çıkan Firavun, sabah gün doğarken onlara
ulaşmıştı. İki topluluk birbirini gördü. Birbirlerini gördüklerinden şüpheleri kalmamıştı.
Birbirlerini ayan beyan görmüşlerdi. Vuruşup mücadele etmekten başka yapacak bir işleri
kalmamıştı. Musa'nın arkadaşları, korku içinde: "Yakalandık." dediler. Önlerinde deniz
vardı. Gidecek yolları da kalmamıştı. Denize girmekten başka çareleri yoktu. Bunu da
yapabilecek bir kimse yoktu. Dağa da tırmana-mazlardı. Çünkü dağlar çok yüksek olup
geçit vermiyorlardı. Firavun, bütün yollan tutmuş, onlan kıskaca almıştı. Onu, silahlan ve
askerleri . arasında görüyorlardı, idaresi altındayken hile ve desisesiyle karşılaşmış
olduldanndan dolayı ondan çok korkuyorlardı. Gördükleri manzaranın ürküntüsünden
dolayı, Allah'ın peygamberi Musa'ya durumlarını anlatarak şikayetçi oldular. Doğru konuşan
ve sözü doğrulanan Musa, onlaı*a şöyle teminat verdi: "Hayır, şüphesiz Rabbim benimle
beraberdir. O, bana yol gösterecektir!" Arka taraflarda durmakta olan Musa, Öne geçip
kıyıya geldi, denize baktı. Denizin dalgalan, kıyıyı âdeta tokatlıyordu. Köpükleri git gide
fazlalaşıyordu. "İşte buradan geçmekle emrolundum." dedi. Yanında kardeşi Harun ile Nun
oğlu Yuşa'da vardı. Yuşa', İsrailoğullanmn büyüklerinden olup çokça ibadet eden bilgin bir
kimseydi. Nasib olursa, ileride de anlatacağımız gibi Musa ve Harun'dan sonra Cenâb-ı
Allah ona da vahiy göndererek onu peygamber kılmıştır. İsrailoğullannm beraberinde,
Firavun ailesinden olup îman etmiş olan adam da vardı. Hepsi durup beklemekteydiler.
İsrailoğul-larının da tamamı onlara bağlıydılar. O imanlı adam, atını denize defalarca
sürmüş; denizden geçmenin mümkün olup olmadığını öğrenmek istemiş, ama mümkün
olmadığını görmüştü. Musa'ya: Ey Allah'ın peygamberi! Sana buradan mı geçmen
emredildi? diye sormuş, Musa da, "Evet"., diye cevap vermişti. İş büyüyüp durum
zorlaşmca; Firavun ve askerleri kin, gazap ve öfkeyle onlara yaklaşınca; gözler
yuvalarından fırlayıp yürekler ağıza gelince Halım, Azîm,, ve Kadîr olan yüce Arş'm Rabbi
Allah, kendisiyle konuşma şerefine ermiş olan Musa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye
vahyetti. Mu^a değneğini vurunca, Allah'ın izniyle deniz yarıldı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Mû-sa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyettik. (vurunca deniz) yarıldı. (On iki yol
açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu.» (eş-Şuarâ, 63.)
Denildiğine' göre denizde on iki yol açılmış. İsrailoğullannın her bir boyu, bir yoldan
yürümeye başlamış. Hatta koridorumsu bu deniz yolları arasında, yolculann birbirlerini
görmelerine imkan sağlayan pençeler varmış. Bu rivayet üzerinde tartışılabilir. Çünkü su,
pencereye ihtiyaç bırakmayacak olan saydam bir cisimdir.
Dalgalar, deniz sularını dağlar gibi yükseltiyordu. "Ol" dediği şeyin hemen oluverdiği yüce
kudretin sahibi sulara hükmediyordu. Batı rüzganna emir verdi. Rüzgar, denizi yalayıp
geçti. Deniz kurudu, öyle ki içinden geçen atlann ve diğer bineklerin toynaklan dahi
ıslanmadı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Andolsun biz Musa'ya: "Kullarımı (İsrailoğullannı)
geceleyin (Mısır'dan çıkarıp) yürüt; (değneğinle suya) vur, denizde onlar, için kuru bir yol
(aç). (Firavun un sana) yetişme (sin) den korkma. (Boğulmaktan) endişe etme." diye
vahyetmiştik. Firavun, askerleriyle onlaıın ardına düştü. Denizden onlan örten Örttü. (Yani
deniz onlan içine alıp boğdu). Firavun, toplumunu saptır (di. Helake dü-şür)dü, (onlan)
doğru yola iletmedi.» (Tâ-Hâ, 77-79.)
Sonsuz gücün sahibi yüce Rabbin emriyle deniz yol verip bu hale gelince Musa, denizden
geçmeleri için İsrailoğullanna emir verdi. Onlar da sevinç içinde alelacele deniz yoluna
koyuldular. Seyredenleri şaşkına çeviren, müzminlerin kalplerini doğru yola ileten büyük bir
olaya tanık olmuşlardı. Musa deniz yolundan geçti. Ardındaki İsrailoğullan da geçtiler.
Karşı kıyıya vardılar. Tam bu şurada Firavun ordusunun ön tarafı da deniz yoluna giriyordu.
Musa, Firavun askerleri tarafından yakalanmamak için, değneğiyle vurarak denizi eski
haline döndürmek istedi. Yüce kudretin sahibi, denizi kendi haline bırakmasını ona emretti
ve şöyle buyurdu: «Andolsun, onlardan önce Firavun toplumunu da sınadık. Onlara şerefli
bir elçi geldi, (şöyle diyerek): "Allah'ın kullarını bana teslim edin; çünkü ben size (Allah'ın
gönderdiği) güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı ululanmayın. Ben size apaçık bir delil
getiriyorum. Ben, beni taşla (yıp Öldür) menizden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan
(Allah)a sığındım. Eğer bana inanmadınız s a, bari ben (im yolum) dan çekilin." Sonra
(Musa): "Bunlar,suç işleyen bir toplumdur!" diye Rabbine dua etti. (Allah): "O halde
kullarımı geceleyin yürüt. Çünkü takibe aileceksiniz" (dedi). Denizi (yaııp toplumunu
geçirdikten sonra olduğu gibi) açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur." Onlar geride
neler bırakmışlardı. Nice bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevk-ü sefa
sürecekleri nice nimetler! (Evet) böyle oldu. Ve biz onlan başka bir topluluğa miras verdik.
Onlara gök ve yer ağlamadı. (Kötü insanlar olduklanndan onlara hiç acıyan olmadı) ve
(başka bir vakte de) ertelenmediler. (Musa'nın ardısıra denize girip boğuldular). Andolsun
biz, İsrailoğullannı o küçültücü azabdan kurtardık; Firavun'dan. Çünkü o, (insanları ezip)
yücelen, haddi aşanlardan biri idi. Andolsun biz, onlan, bilerek âlemlere üstün kıldık.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler verdik.» (ed-Duhân, 17-33.)
"Denizi kendi halinde açık ve sakin olarak bırak." Denizi kendi halinde, olduğu gibi bıraktı.
Nihayet Firavun da kıyıya geldi. Denizde yollar açıldığını, o dehşetli ve hayret verici
manzarayı gözüyle gördü. Bunun, yüce Arş'in Rabbi olan ulu Allah'ın bir eseri olduğunu
iyice anladı. Çekindi, ilerleyeni e di. İsrailoğullannı takibe çıktığına bin pişman oldu. Ama
pişmanlığı, kendi' '.ne yarar sağlamadı. Askerlerine karşı metanetli görünmek zorunda kaldı.
Mütecaviz ve saldırgan pozlar takındı. Ahlaksız ve inkarcı karekteri, küçümseyip itaati
altına aldığı, bâtıl davasının peşinden koşturduğu kavmine şöyle dedi: "Bana baş kaldırıp
ülkemden firar eden kaçak kölelerimi yakalayabilmem için, deniz bile bana yol veriyor,
gördünüz mü?" Böyle derken de içinden, geride kalıp askerlerin ardından yürümeyi ve
kurtulmanın bir yolunu bulmayı düşünüyordu. .Ama ne gezer! Bir ileri, bir geri gidiyordu.
Rivayete göre Cebrail dişi bir kısrak üzerinde oraya gelip Firavun'un erkek atının önüne
geçmiş, atını ileri doğru sürmeye başlayınca, lanetli Firavun'un atı, Cebrail'in kısrağının
peşine düşmeye başlamış. Cebrail, kısrağını süratlendirerek deniz yoluna girmiş. Firavun'un
atı da koşarak deniz yoluna girmiş. Firavun, artık bir şey yapacak durumda değildi. Askerleri,
onun denize girdiğini görünce, peşisıra kendileri de hızla deniz yoluna koyuldular. Artık
hepsi denize girmişlerdi. İlk başta girmiş olanları, karşı kıyıya çıkmak üzereyken Cenâb-ı
Allah, kendisiyle konuşma şerefine ermiş olan Musa'ya, değneğiyle denize vurmasını
emretmişti. Vurunca da deniz, Firavun ve askerlerini içine çekip boğdu. Aralarında kurtulan
bir tek kişi bile olmadı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Musa'yı ve beraberinde olanları
tamamen kurtardık. Sonra ötekilerini boğduk. Şüphesiz bunda (kudretimize) bir işaret
vardır. Ama çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden
O'dur.» (eş- Şuarâ, 65-68.)
Dostlarım kurtarması, hiç birini suda boğmaması; düşmanlarım boğması ve hiç birini
boğulmaktan kurtarmamasında; O'nun kudretinin yüceliğine, peygamberinin getirdiği nizam
ve hükümlerde doğru olduğunu ispatlayan kafi bir delil ve büyük bir işaret vardır. Yüce
Allah buyurdu ki: "İsrailoğullarım denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de zulmetmek ve
saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun):
"Gerçekten îsrailoğullarmın inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de
Müslümanlardamm!" dedi. "Şimdi mi? Oysa daha Önce isyan etmiş, bozgunculardan
olmuştun." (Denildi). "Bu gün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden)
kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki, senden sonra gelenlere ibret olsun. Ama insanlardan
çoğu bizim ayetlerimizden habersizdir.» (Yûnus, 90-92.)
Cenâb-ı Allah, inançsız Kıptîlerin lideri Firavun'un denizde ne şekilde boğulduğunu,
dalgaların onu nasıl kaldırıp indirdiğini haber veriyor. O bu halde iken İsrailoğulları, onu ve
askerlerini seyrediyorlardı. Cenâb-ı Allah'ın, ona ve adamlarına indirdiği azabı temaşa
ediyorlardı ki, gözleri aydınlanıp gönülleri rahatlasın.
Firavun, ölümü çıplak gözle görüp Azrail'in kuşatması altında bulunduğunu anlayınca can
çekişmeye başladı ve o esnada tevbe edip Allah'a yöneldi. İmanın fayda vermeyeceği bir
zamanda iman etti. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak
olanlar inanmazlar. (Çünkü onların kafir olarak ölecekleri ve ateşte kalacakları, Allah'ın
takdiri ile sabit olmuştur.) Onlara bütün ayetler gelmiş olsa bile, acı azabı görünceye kadar
(inanmazlar.)» (Yûnus, 96-97.)
«Ne zaman ki hışmımızı gördüler: "Tek Allah'a inandık ve O*na ortak koştuğumuz şeyleri
inkar ettik." dediler. Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda
sağlamadı. (Bu), Allah'ın, kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur. İşte o
zaman kafirler ziyana uğramışlardır.» (cl-Mü'min, 84-85.)
İşte böyle.. Musa, Firavun ve adamlarına beddua ederek Cenâb-ı Allah'dan; mallarını
batırmasını, can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmesinler diye kalblerini sıkmasını
diledi. Zaten o zaman edecekleri imanın kendilerine bir faydası da olmaz ve bundan ötürü,
hasret çekip pişmanlık duyarlar. Bu şekilde beddua ettiklerinde, Musa ile Harun'a Cenâb-ı
Allah: "Duanız kabul olundu." diye cevap vermişti. Aşağıda nakledeceğimiz hadiste de
Musa'nın durumuna değinilmektedir:
Süleyman b. Harb, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu İbn Ab-bas'tan rivayet etti:
«Firavun: "Gerçekten îsrailoğullarmın inandığından başka tanrı olmadığına inandım." dediği
zaman, Cebrail bana dedi ki: "Ya Muhammed! O zaman beni görmeliydin. Cenâb-ı Allah'ın
kendi-sine acıyıp kurtarmasından korktuğum için bir an Önce boğulsun, diye denizin
çamurunu alıp Firavun'un ağzına boşaltıyordum!"»[1]
Ebu Said el-Eşece, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cenâb-ı Allah, Firavun'u
suda boğarken o, parmağıyla işaret ederek yüksek sesle şöyle diyordu: «Gerçekten
îsrailoğullarının inandığından başka tanrı bulunmadığına inandım.» Cebrail, Cenâb-ı
Allah'ın onun hakkındaki rahmetinin gazabını geçip geride bırakmasından korktuğundan
dolayı (bir an önce ölmesi için), her iki kanadıyla çamuru alıp onun yüzüne çarpıyor ve
denizin dibine batırıyordu.
Ebu Hazim, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir:
«Cebrail (a.s.) bana dedi ki: "Ya Muhammed, beni görmeliydin. Allah'ın rahmetine nail olur
da affedilir, diye korktuğumdan dolayı (bir an önce olması için) onu (Firavun'u) denizin
dibine doğru bastırıyor ve ağzına çamur dolduruyordum.»[2]
Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre Cebrail şöyle demiştir: «"Ben sizin en yüce Rabbinizim"
dediği zaman Firavun'a kızdığım kadar hiç kimseye kızmış değildim. İnandığını söylerken
ben de ağzına çamur dol-duruyordum."»[3]
Cenâb-ı Allah buyurdu İd: «Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan
olmuştun.» Bu, inkar manasını taşıyan bir sorudur. Ayrıca Firavun'un son andaki imanının
kabul edilmediğim göstermektedir. Çünkü o - Allah bilir ya - dünyaya geri döndürüldüğü
takdirde yine eski haline dönecekti. Nitekim Cenâb-ı Allah'ın bildirdiğine göre kafirler,
Cehennem ateşini gördüklerinde şöyle diyeceklerdir:
«Keşke biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini ya-lanlamasaydık ve
inananlardan olsaydık.» dediklerini bir görsen. Hayır, daha önce gizlemekte oldukları,
onlara göründü. Geri gönderilseler-di, yine menolundukları şeyi yapmağa dönerlerdi. Çünkü
onlar yalancılardır.» (el-En'âm, 27-28.)
«Bu gün senin (canından ayırdığımız) bedenim, (denizin dibinden) kurtarıp bir tepeye
atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olasın.» ayeti hakkında İbn Abbas ve daha başkaları
dediler İd: İsrailoğullarımn bir kısmı, Firavun'un ölümünden şüphe ettiler. Öyle ki bazıları,
onun ölmediğini söylediler. Cenâb-ı Allah, denize emir verdi. Deniz, onun bedenini
yükseltti. Kimine göre suyun üstünde, tümsekte kaldı; kimine göre de kıyıdaki yüksek bir
yere atıldı. Zırhı da üzerindeydi. Onu zırhından tanırlardı. Öldüğünden şüpheleri kalmasın
ve Allah'ın kudretinin üstünlüğünü anlasınlar diye cesedi onlara gösterildi. Helak eden Allah'ın
kudretini gösteren bir delil olsun, senden sonra gelecek İsrailoğullarına ibret olsun
diye bugün seni, üzerindeki zırhınla kurtaracağız. Firavun ile askerleri, aşure gününde
denizde boğulmuşlardır.
Muhammed b. Bişar, İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir; «Peygamber (s.a.v.)
Medine'ye geldiğinde Yahudiler, aşure günü oruç tutarlardı. Onlara: "Bu tutuğunuz oruç
nedir?" diye sordu. Onlar da, 'Bu, Musa'nın Firavun'aüstün geldiği gündür." dediler. Bunun
üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ashabına şu buyruğu verdi: "Siz, Musa'ya
Yahudilerden daha yalansınız. Siz de bugün oruç tutun."»[4]
Firavun'un Boğulmasından Sonra Îsrailoğullarî
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Biz de onlardan öc aldık. Onları denizde boğduk! Çünkü onlar,
ayetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umursamaz olmuşlardı. Hor görülüp ezilmekte olan o
milleti de içini bereketlerle donattığımız yerin doğularına ve batılarına mirasçı, kıldık.
Rabbinin İsrailoğull arına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi.
Firavun'un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları (ve
bahçeleri) de yıktık. İsrailoğullarmı denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara
tapan bir kavme rastladılar. "Ey Musa! (Bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir
tanrı yap!" dediler. (Musa) dedi: "Siz gerçekten cahil bir kavimsiniz. Şunlarm içinde
bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır. Allah sizi âlemlere üstün
yapmış iken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?" dedi. (Ey îsrailoğulları),
hatırlayın o'zamanı ki biz sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size azabın en
kötüsünü yapıyorlardı: Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda, size
Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı. (el-A'râf, 136-141.)
Cenâb-ı Allah, Firavun ile askerlerinin suda boğuluşlarını, şereflerinden, canlarından ve
mallarından koparılışlarını; İsrailoğullarının, onların tüm mallarıyla mülklerini ele
geçirişlerini yukarıda ki ayet-i kerimelerde anlatıyor. Nitekim yüce Allah buyuruyor ki:
«Böylece, bunları îsrailoğullarına miras yaptık.» (eş-Şuarâ, 59.)
«Biz de istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lütfedelim. Onları önderler yapalım, onları
(Kıptîlerin mülküne) mirasçı yapalım.» (el-Kasas, 5.)
«Hor görülüp ezilmekte olan o milleti de, içini bereketlerle donattığımız yerin doğularına ve
batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailo-ğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden
tam yerine geldi. Firavun'un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları
(ve bahçeleri) de yıktık.» (el-A'râf, 137.)
Cenâb-ı Allah, onların tümünü mahvetti. Dünyaya saldıkları şan ve şerefi ellerinden aldı.
Firavun'u, maiyyetini, kumandan ve askerlerini yok etti. Mısır'da ayak takımından ve kendi
halindeki vatandaşlardan başka kimse kalmamıştı.
"Mısır Tarihi" adlı eserde İbn Abdülhakîm, şunları anlatır: O zamanın Mısırlı kadınları,
erkeklere hakim oldular. Şundan ki: Mısır'ın Firavunla birlikte denizde boğulan erkan ve
ümerasının kadınları, dul kaldıkları için, kendilerinden aşağı seviyedeki halk tabakasına
mensup erkeklerle evlendiklerinden ötürü, yeni kocalarına hükmeder olmuşlardı. Mısırlı
kadınların o zamandan itibaren başlamış olan kocalarına karşı hakimiyetleri bu güne kadar
devam etmiştir!
Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre İsrailoğulları, Mısır'dan çıkmakla
emrolunduklannda Cenâb-ı Allah o ayı, kendileri için yılbaşı yaptı. Her evin bir kuzu
kesmesini emretti. Kendisine bir kuzu çok gelen ev, komşusu ile ortaklaşa bir kuzu
kesecekti. Kuzuyu kesince de kanım, birbirlerinin evlerini tanıtıcı bir işaret olsun diye
kapılarının eşiğine süreceklerdi. Kızartılmış olarak değil de; başı, karnı ve ayaklarıyla
birlikte kazanda haşlayarak yiyeceklerdi. Kuzunun artığını bırakmayacak, kemiklerini
kırmayacak, az bir parçasını bile ev dışına çıkarmayacaklardı. Yedi gün süreyle ekmek
yerine peksimet yiyeceklerdi. Buna da senelerinin ilk ayının on dördünde başlayacaklardı.
Bu da bahar mevsimindeydi, yemek yerken de kuşakları bellerinde bağlı duracak,
mestleriyle çarıkları ayaklarında; bastonları da ellerinde olacaktı. Yemeklerini ayaktayken
çabucak yiyeceklerdi. Akşamleyin yediklerinden artan kalmtılarıysa ertesi sabah ateşle
yakacaklardı. Bu, onlardan sonraki nesiller için de bir bayram olarak meşru kılınmıştı. Tevrat'a
göre yaşadıkları sürece bu bayramı kutlarlardı. Tevrat nesholunca bu bayram da ortadan
kalktı.
"Anlatıldığına göre o gecede Cenâb-ı Allah, Kıptîlerin hayvanlarıyla kızların bakire
olanlarını öldürdü ki, İsrailoğullarını unutup kendi dertleriyle meşgul olsunlar. Gün
yarılanınca İsrailoğulları Mısır'dan çıktı. Mısırlılar ölen bakire kızlarıyla hayvanları için
feryad-ü figan etmekteydiler. Her evden bir vaveyla yükselmekteydi.
Musa'ya vahiy gelir gelmez hemen yola koyuldular. Hamurlarım mayalanmadan alıp
şehirden çıktılar. Azıklarım omuzlarına sardıkları bezlere koyup sırtlandılar. Mısırlılardan
çok miktarda mücevheri iğreti almışlardı. Çoluk çocuk ve hayvanlarından ayrı olarak
600.000 kişi kadardılar. Mısırda 430 sene kadar yaşamışlardı.
Onların bu sene başı bayramlarına, fesih bayramı denir. Bundan başka fitır (oruç açma) ve
kurban bayramları da vardır. Kitaplarında yer alan en kuvvetli ve en başta gelen bayramları
bunlardır.
Mısır'dan çıkarken Yusuf un tabutunu da beraberlerinde götürmüşlerdi. Kızıldeniz'in
üzerinden geçip gitmişlerdi. Gündüzleri yol ah-yorken önleri sıra bir bulut ve bulutun içinde
de nurdan bir sütun gidiyordu. Geceleyin yol alıyorken önlerinde ateşten bir sütun
gidiyordu. Deniz kıyısına vardıklarında mola verdiler. Orada beklemekteyken arkadan
Firavun ile askerleri onlara yetiştiler. Çokları paniğe kapıldılar. Sözcüleri: "Mısır'da
kalsaydık, bu çölde kalmamızdan daha iyi olurdu." dedi. Bu sözcüye ve diğerlerine hitaben
Musa (a.s.) şöyle cevap verdi: "Korkmayın! Firavun ile askerleri memleketlerine artık geri
dönemeyeceklerdir!"
Anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, Musa'ya değneğiyle denize vurmasını emretti. Suyun
ikiye ayrılarak kara yolu gibi kupkuru bir yol vereceğini ona vahyetti. Gerçekten de deniz,
iki dağ parçası gibi birbirinden ayrılıp ortadan geçit verdi. Çünkü Cenâb-ı Allah, denize
cenup ve sam rüzgarım gönderip üzerinden estirmiş, ikiye ayırmıştı. Açılan kupkuru yoldan
İsrailoğulları geçtiler. Peşlerinden Firavun ve askerleri de aynı deniz yoluna girdiler. Yolun
ortasına geldiklerinde, Musa, değneğiyle denize vurdu. Deniz, yine eski haline döndü, yol
kapandı. Firavun ve askerleri boğuldular.
Fakat Ehl-i Kitap kaynaklarına göre bu olay geceleyin cereyan etmiştir. Halbuki
deniz,sabahleyin onları içine çekip boğmuştur. Bu da onların yanlışlıklarından ve
metinlerdeki ifadeleri doğru anlıyamama-larındandır.
Cenâb-ı Allah, Firavun ile askerlerini boğduğunda, Musa ve İsrailoğulları, Rabblerine şöyle
tesbihatta bulunmuşlardı: "Üstün olan Rabbı teşbih ederiz. O Rabb ki Firavunun ordusunu
kahretti. Övgüye layık olan o Rabb ki, Firavunun süvarilerini geçit vermez denize attı."
Rivayete göre Harun'un kızkardeşi peygamber Meryem, eline bir def alıp, ellerinde def ve
davullar olan kadınları peşine takmış onlara şu duayı okumuş ve okutmuştur: «Kahhar olan
Rabb! Sen, noksanlıklardan münezzeh ve yücesin. Firavunun atlarıyla süvarilerini denize
atıp boğarak kahrettin!»
Ehl-i kitap kaynaklarında bu ifadelere rastladım. Muhammed b. Ka'b-el-Kurazî de bu
ifadelere dayandığından dolayıdır ki İsa'nın anası İmran kızı Meryem'in, Harun'un bacısı
olduğunu söylemiştir. Bu görüşünün doğruluğuna, şu ayetin delâlet ettiğini de söylemiştir.
İsrailoğulları, babasız bir çocuğu dünyaya getirdiğinde Meryem anamı-za-hitaben şöyle
demişlerdi: «Ey Harun'un kız kardeşi! Baban kötü bir adam değildi. Anan da fahişe
değildi...» (Meryem, 28.)
Harun'un bacısının peygamber olduğunu söylemenin doğru olmadığını daha önce
açıklamıştık. Böyle bir şeyi söylemek mümkün değildir. Bu iddiada bulunan Muhammed b.
Ka'b el-Kurazî'ye muvafakat eden olmamıştır. Aksine, bu görüşünde herkes ona muhalefet
etmiştir. Faraza Ehl-i Kitap kaynaklarından Harun'un bacısı Meryem için "peygamber"
unvanı kullanılmış da olsa, bu Meryem, Musa ile Harun'un baası-dır. İsa'nın anası Meryem
ile olan alakası, sadece isim, baba ve kardeş adlarındaki benzerliktir. Bu iki Meryem'in
durumu kendisine sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.), Muğii'e b. Şu'be'ye şu cevabı vermiştir:
«Bilmez misin ki onlar (yani İsrailoğullan) kendi peygamberlerinin isimleriyle adlanır lar
di?»
Şimdi de Harun'un bacısı Meryem'e, 'peygamber Meryem' denmesinin sebebine gelelim.
Kraliyet ailesine mensup bir kadına - her ne kadar kendisi kral değilse de - Melike (kraliçe)
deniyorsa veya emîr ailesine mensup bir kadına - her ne kadar kendisi emîr değilse de -
emîre deniyorsa; aynı şekilde peygamber ailesine mensup bir kadına da her ne kadar kendisi
peygamber değilse de Nebiyye yani peygamber denilebilir. Harun'un bacısı Meryem'e de bu
anlamda 'peygamber Meryem' denmiştir. Bu bir istiaredir.Yoksa gerçek anlamda vahye
mazhar olan bir peygamber olduğu kastedilmemiştir.
Öylesine büyük bir bayram gününde def çalmasına gelince, bu da bizden önceki ümmetlerin
şeriatlarına göre bayramlarda def çalmanın meşruluğunu göstermektedir. Bizim dinimizde
de kadınların bayram ve sevinç günlerinde def çalmaları meşrudur. Rivayete göre Hz.
Aişe'nin yanındaki iki cariye mina (kurban bayramı) günlerinde def çahyorlar-mış.
Rasûlullah (s.a.v.) da evde olup sırtını onlara döndürerek uzanmış, yüzünü de duvardan yana
çevirmiş. Rasûlullah (s.a.v.)'m evine gelen Ebu Bekir hazretleri, cariyelerin def çalmakta
olduklarını görünce, "Rasûlullah'm evinde şeytan çalgıları ha!." diyerek onları azarlamıştı.
Öfkelendiğini görünce Hz. Peygamber şöyle demişti: "Bırak onları ey Ebu Bekir! Her
milletin bir bayramı vardır. Bu (gün) de bizim bayramımızdır." İslam'a göre bayramlarda
olduğu gibi düğünlerde ve gurbetteki kimselerin sılaya gelişlerinde aynı şekilde def çalıp
eğlenmek meşrudur.
Anlatıldığına göre İsrailoğullan denizi geçince Şam taraflarına gidip orada üç gün kaldılar.
Su bulamadılar, bu nedenle aralarından bazıları söylenmeye başladılar. İçilemeyecek kadar
tuzlu ve öldürücü bir su buldularsa da onu içemediler. Cenâb-ı Allah, Musa'ya vahiy
gönderip, bir ağaç parçası alarak o suyun içine atmasını emretti. Ağaç parçasını içine atınca
su tatlılaştı ve kolayca içilebilir hale geldi. Orada Rabbi, Musa'ya, bazı farzlar ile sünnetleri
öğretti; ona bir çok tavsiyelerde bulundu.
Diğer kitaplarını kollayan Kur'ân-ı Kerîminde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«İsrailoğullanm denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme
rastladılar: «. .."Ey Musa! (Bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!"
dediler. (Musa) dedi: "Siz, hakikaten câhil bir toplumsunuz! Şunlarm içinde bulundukları
(din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır."» (ei-AW, 138-139.)
Onur ve üsünlük sahibi Allah elçisinin kendilerine getirdiği dinin hak olduğunu ispatlayıcı
ilahî alametleri ve kudreti ayan-beyan görmüş oldukları halde, yine de bu sapıkça ve cahilce
sözleri sarfetmişlerdi. Bu bâtıl sözleri, putlara tapan bir topluluğa uğradıklarında söylemişlerdi.
Denildiğine göre o topluluğun tapmakta oldukları put, inek şek-lindeymiş.
İsrailoğullan güya o topluluğa: «Buna niçin tapıyorsunuz?» diye sormuşlar. Onlar da
putlanmn kendilerine yerine göre fayda ve zarar verdiğini, darlık zamanında ondan nzık
taleb ettiklerini söylemişler. İsrailoğullarının bazı bilgisizleri de onlan doğrular gibi
olmuşlar. Allah ile konuşma şerefine ermiş olan şanlı ve yüce peygamberlerinden, bu
topluluğun putu gibi kendileri için de put getirmesini istemişlerdi. Peygamberleri Musa da,
onlara aklı ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler olduklanm bildirmişti: «Şunlarm
içinde bulunduklan (din) yıkılmıştır ve yaptıklan şeyler boşa çıkmıştır.»
Bundan sonra Musa onlara, Cenâb-ı Allah'ın kendilerini zamanla-nnın diğer milletlerine
ilim ve şeriatça üstün kılarak, aralanndaki pey-gamberleriyle diğer ümmetlere tercih ederek;
inatçı ve zorba Firavunun pençesinden kurtanp, göz göre göre Firavun'u helak ederek kendilerine
iyilik ve ihsanda bulunarak; onlan Firavun ile adamlarının mülküne varis kılıp
yerlerine geçirerek, mallarıyla mutluluklanna ve saraylarına sahip kılarak nimetlere mazhar
kıldığım anlattı. Tek ve or-taksız olan Allah'tan başkasına ibadet etmenin doğru
olmayacağını onlara açıkladı. Çünkü O; yaratıcı, nzık verici ve aynı zamanda inançsız
zorbalan kahredicidir.
İsrailoğullannm hepsi o kavimde gördükleri putlardan istemiş değillerdi. Aksine şu ayetteki
zamir cins ifade etmektedir: «İsrailoğullanm denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir
takım putlara tapan bir kavme rastladılar: "Ey Musa! (Bak) bunlann nasıl tannlan var, bize
de öyle bir tann yap." dediler.
Yani bir kısmı böyle dediler. Tıpkı şu ayet-i kerimede olduğu gibi: «.. .Onlan (hep bir yere)
toplamışız, hiç birini bırakmamışızdır. Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine sunulmuşlardır.
"Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz (o zamanki gibi ne malınız, ne
evladınız var). Oysa siz, sizin için (yaptığımız) va'di yerine getirecek bir zaman tayin etmediğimizi
sanmıştınız değil mi?"» (el-Kchf, 47-48.)
Evet.. Cenâb-ı Allah'ın yapmış olduğu va'di, yerine getirecek bir zaman tayin etmediğini
sananlar, insanlann hepsi değil de bir kısmıdır. İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Vakid el-
Leysî'nin şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah'la birlikte Huneyn seferine çıkmıştık. Bir
sedir ağacının yanından geçiyorduk. "Ya Rasûlallah, bu ağacı bizim için askı yap. Nitekim
kafirlerin de askılık ağaçlan vardır." Kafirler, silahlarını sedir ağacına asar, etrafında oturup
ibadet ederlerdi. Bu teklifimiz üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Allahü ekber! Bu, tıpkı îsrailoğullannın Musa'ya: "Bunların nasıl tanrıları var, bize de Öyle
bir tanrı yap." demelerine benziyor. Doğrusu siz, sizden öncekilerin yollarından
gitmektesiniz!»[5]
İbn Cerir et-Taberî,Ebu Vakid el-Leysî'den rivayet etmiştir: Ebu Vakidî'nin anlattığına göre
onlar, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Huneyn gazasına gitmişler. Gitmekte oldukları yolun
üzerinde, kafirlerin silahlarını asıp etrafında ibadet ettikleri ve "Zatü'l-Envat" (askılık) denen
bir ağaç varmış. (Ebu Vakidî diyor ki): Büyük bir sedir ağacının yanından geçiyorduk. "Ya
Rasûlallah! Kafirlerinki gibi bize de askılık bir ağaç yap." dedik. Böyle dememize o, şu
karşılığı verdi: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a andolsun ki, kavminin Musa'ya
söyledikleri gibi söylediniz. (Onlar şöyle demişlerdi): "Bunların nasıl tanrıları var, bize de
öyle bir tanrı yap." Musa dedi ki: "Siz hakikaten cahil bir toplumsunuz! Şunlann içinde
bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır."»
Musa peygamber, Mısır'dan çıkıp Kudüs taraflarına gittiğinde oralarda Hisanîler, Fezarîler,
Kenanîler ve diğerleri gibi bazı zorba topluluklar gördü. Milleti olan İsrailoğullarına,
Kudüs'e girip bu zorbalarla savaşmalarını, onları Kudüs'ten kovmalarını emretti. Bunu,
Cenâb-ı Allah kendilerine emir buyurmuştu. Bunu başarabileceklerini ve oralara hakim
olacaklarını İbrahim Halil ve Musa Kelim gibi büyük peygamberler vasıtasıyla onlara
bildirip vaadde bulunmuştu. Fakat İsrailoğul-ları, Musa'nın o zorbalarla savaşmaları
yolunda verdiği emre uymadılar. Cihaddan geri durdular. Bu sebeple de Cenâb-ı Allah,
onlara korkuyu musallat eyledi. Onları Tih sahrasına bıraktı. Uzun seneler (kırk yıl süreyle)
o çölde gidip geldiler, göçüp konakladılar. Nitekim yüce Allah bunu şöyle anlatır:
«Musa, kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; zira (O),
aranızda peygamberler var etti. Sizi krallar yaptı ve size dünyalarda hiç kimseye
vermediğini verdi. Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı (nasib ettiği) kutsal toprağa girin,
arkanıza dönmeyin. Yoksa kaybedersiniz!" Dediler ki: "Ey Musa! Orada zorba bir millet var.
Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz."
(Allah'tan) korkanlardan, Allah'ın nimet verdiği iki adam dedi ki: "Onların üzerine kapıdan
girin, eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz galib gelirsiniz. Haydi eğer inanıyorsanız
Allah'a dayanın!" Dediler ki: "Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz.
Sen ve Rabbin, gidin, savaşın, biz burada oturuyoruz!"
(Musa): 'Ta Rabbi, ben kendimden ve kardeşimden başkasına malik değilim. Bizimle, o
yoldan çıkmış toplumun arasını ayır." dedi. (Allah) buyurdu ki: "Orası onlara kırk yıl
yasaklandı. Yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen yoldan çıkmış olanlar için üzülme."» (ei-
Mâide, 20-26.)
Allah'ın peygamberi, Allah'ın onlara dinî ve dünyevî nimetlerle ihsanda bulunduğunu
hatırlatıyor; Allah yolunda cihad etmelerini, Allah düşmanlarıyla savaşmalarını emrediyor
ve şöyle diyordu:
«Ey Kavmim! Allah'ın size yazdığı (nasib ettiği) kutsal toprağa girin, arkanıza dönmeyin
(düşmanla savaşmaktan kaçınmayın), yoksa kaybedersiniz.» Kazançtan sonra zarara,
mükemmellikten sonra eksikliğe uğrarsınız. Dediler ki: «Ey Musa! Orada zorba (inatçı ve
kafir) bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o
zaman oraya gireriz.» O zorba milletten korktular. Halbuki onlardan daha zorba ve daha
güçlü, askerleri onlardan daha çok olan Fi-ravun'un helak edildiğini görmüşlerdi. Bu da
onların bu sözü söylemekle kınandıklarını ve bu tutumu sergilemekle de yeril diki erini
göstermektedir. Düşmanlarına saldıramayıp, inatçı eşkiyaya direnemeyip al-çaldıklarım
göstermektedir.
Bu mevzuyla ilgili olarak ekseri tefsirciler, uydurma bazı nakiller yapmışlardır ki bunların
asılsızlıklarına hem akü, hem de din delâlet etmektedir. Güya Kudüs1 de bulunan o zorba
milletin insanları korkunç şekilde ve müthiş irilikteki devasa bir yapıya sahip imişler!
Anlatıldığına göre İsrailoğullarının elçileri onların yamna giderken, zorba milletin
elçilerinden biri onları karşılamış. Onları birer birer alıp yenine ve pantolonunun cebine
sokmuş. Topladığı bu on iki elçiyi, zorbaların hükümdarının önünde yerlere saçıp savurmuş.
Hükümdar "Bunlar da ne?" diye sormuş. Kendisine tanıtılmadan önce bunların insan
olduklarını bilememiş!..
Bütün bunlar aslı olmayan saçmalık ve hurafelerdir. Yine anlatıldığına göre hükümdar,
onlara üzüm göndermiş. Üzümün her tanesi, bir adama yetiyormuş. Biraz da meyve
göndermiş. Her bir tanesi bir adamı doyuruyormuş. Bunları göndermekle, İsrailoğullarının,
kendilerinin ne kadar iri cüsseli insanlar olduklarını anlamalarını istemişler.
Bu da doğru değildir.
Güya orada Uc b. Unuk adında bir adam varmış. Bu adam İsrailoğullarım yok etmek için,
zorbaların hükümdarının yanından gelmiş. Boyu 3333,3 zira1 uzunluğundaymış!..
Beğavî ve diğerleri böyle nakletmişlerse de bu doğru değildi. Nitekim bunun doğru
olmadığım, şu aşağıdaki hadis-i şeriften söz ederken açıklamıştık. Rasûlullah (s.a.v.)
buyurmuş ki:
«Doğrusu Cenâb-ı Allah, Adem'i altmış zira1 uzunluğunda yarattı. Yaratıklar (m boyu) şu
ana kadar kısılmaya devam etmektedir!"»
Anlatıldığına göre Uc b. Unuk,bir dağın tepesine el atarak dağı yerinden sökmüş, eline
alarak Musa'nın askerlerinin üzerine atmak istemiş. Tam o sırada bir kuş gelerek dağı
gagalayarak ortadan delmiş. Delince de dağ,bir tasma gibi Uc'un boynuna geçivermiş. Sonra
da boyu on zira olan Musa, sıçrayarak on zira1 kadar yükselmiş; on zira' uzunluğundaki
değneğiyle, Uc'un ancak ayağındaki topuk kemiğine vurabilmiş, böylece onu Öldürmüş!..
Bunu Nevfel Bekalî rivayet etmiştir. Taberî de İbn Abbas'tan nak-letmiştir. Fakat bunun
isnadı üzerinde tartışılabilir. Maamafih bütün bu rivayetler, israiliyattandır. Bütün bunlar,
îsrailoğullannm cahilleri tarafından uydurulmuş hikayelerdir. Bunlar, çokça yalan haber
rivayet etmişlerdir. Haberlerin yalan olanlarıyla doğru olanlarını birbirinden
ayırdetmemişlerdir. Sonra bu rivayet doğru olsa bile İsrailoğulları, o zorba kavimle
savaşmaktan kaçınmakta mazur sayılmazlardı.
Savaştan kaçındıkları için Allah, onları yermiştir. Cihadı terkettik-leri ve peygamberleri
Musa'ya muhalefet ettikleri için Cenâb-ı Allah, onları Tih çölünde yaşamaya mahkum
etmekle cezalandırmıştır. Aralarında bulunan iki mü'min ve salih adam, düşmana karşı
atılgan olmalarım onlara tavsiye etmiş; cihattan geri durmaktan onları men' etmişlerdi.
Rivayete göre o iki inanmış adam, Yuşa' b. Nun ile Kalib b. Yufan-na idi. Bazıları, «Allah'ın
kendilerine nimet verdiği,... (Allah'tan) korkanlardan iki adam dediler ki:...» ayetindeki
( o>lü« ) fiili-ni( Dy'ûJ ) şeklinde bina-i meçhul olarak okumuşlardır. Buna göre ayetin
manası şöyle olur: "Allah'ın kendilerine (iman, İslam, taat ve şecaatle) nimet verdiği
heybetli iki adam dediler ki: "Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz,
muhakkak ki siz galip gelirsiniz. Haydi eğer, inanıyorsanız Allah'a dayanın." Yani Allah'a
dayanır, O'ndan yardım diler ve Ona sığınırsanız; düşmanlarınıza karşı size yardım eder, sizi
onlara karşı destekler ve onların üzerinde muzaffer kılar. Dediler ki:
«Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabbin, gidin,
savaşın, biz burada oturuyoruz!»
İsrailoğullarının çoğu, cihaddan geri durmakta direttiler. Büyük bir gevşeme ve önemli bir
olay meydana gelmişti. Denildiğine göre Yuşa' ile Kalib, İsrailoğullarımn böyle
konuştuklarını duyunca, Allah'ın onlara gazaplanıp azab vermesinden korkarak
üzerlerindeki elbiseleri paraladılar; Musa ile Harun da korkudan secdeye kapandılar.
«(Musa) dedi ki: "Ya Rabbi! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına malik değilim.
Bizimle o yoldan çıkmış toplumun arasını ayır. (Aramızda hüküm ver)."
(Allah) buyurdu ki: "Orası onlara kırk yıl yasaklandı. Yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen,
yoldan çıkmış olanlar için üzülme.»
Savaştan kaçındıklarından dolayı, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmakla cezalandırıldılar.
Herhangi bir hedefleri olmaksızın başıboş olarak dolaşıyorlardı. Gece-gündüz, sabah-akşam
avare avare gezinip duruyorlardı. Denildiğine göre Tih sahrasına giren İsrailoğull arından
hiç biri oradan sağ çıkmadı. Oraya girmiş olanların hepsi kırk sene içinde
öldü. Yuşa ve Kalib ile çoluk çocuklarından başkası sağ kalmadı.
Fakat Hz. Peygamberin (s.a.v.) ashabı, Bedir gününde, İsrailoğul-larının Musa (a.s.)'ya
söyledikleri gibi söylememişler, "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız."
dememişlerdi. Aksine, onlarla savaşa çıkma konusunda istişare yaparken, Ebu Bekir es-
Sıddık,istenil-diği gibi güzelce konuşmuştu. Diğer muhacirler de gönül rahatlatıcı sözler
söylemişlerdi.
Sonra Hz. Peygamber: «Bana işarette bulunun.» deyince Sa'd b. Mu-az şöyle dedi: «Bizi
kasteder gibisin Ya Rasûlallah. Seni hak ile gönderen (Allah')a andolsun ki,bize şu denizi
göstersen ve içine dalarsan biz de senin ardınsıra dalarız ve hiçbir adamımız bundan geri
durmaz. Yarın bizi düşmanlarımızla karşılaştırır san, memnuniyetsizlik göstermeyiz. Biz
savaşta sabırlıyız. Karşılaştığımızda sözümüzü yerine getiririz. Umarız ki Cenâb-ı Allah,
gözünü aydınlatacak olan faaliyet ve eylemlerimizi sana gösterecektir. Allah'ın bereketi
üzerine bizimle birlikte yürü.»
Hz. Peygamber, Sa'd'm bu sözlerinden memnun olup canlandı.
İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Şıhab'dan rivayet etti ki, Mikdad (r.a.), Bedir gününde
Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:
«Ey Allah'ın Rasûlü! İsrailoğull arının Musa'ya: "Git, sen ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz
burada oturacağız." dedikleri gibi sana da aynı şeyleri söylemiyeceğiz. Ama biz sana
diyoruz ki: Git, sen ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz de sizinle beraber savaşacağız!»[6]
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesudun şöyle dediğim rivayet etti: «Bedir savaşında
Mikdad'ın Öyle bir haline tanık oldum ki onun yerinde olmayı çok isterdim. Rasûlullah
(s.a.v.) müşriklere beddua ediyorken Mikdad onun yanma geldi ve şöyle dedi: "Ya
Rasûlallah! İsrailoğullarımn, Musa'ya: "Git, sen ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz burada
oturacağız." dedikleri gibi sana da aynı şeyleri söylemiyeceğiz. Bilakis biz senin sağında,
solunda,önünde ve ardında savaşacağız." Mık-dad'm bu sözleri üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'m
yüzünün aydınlandığını ve memnun olduğunu gördüm.»[7]
Hanz Ebu Bekir b. Mirdeveyh, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.)
Bedir'e gittiğinde Müslümanlarla istişare etti. Ömer (r.a.) kendi görüşünü açıkladı. Sonra
yine istişarede bulundu. En-sarîler dediler ki: Ey Ensâr topluluğu! Rasûlullah sizi
kastediyor." Bunun üzerine Ensâr topluluğu şu karşılığı verdi: "Öyleyse biz, İsrailoğullarımn
Musa'ya: "Git, sen ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz burada oturacağız." dedikleri gibi
sana da aynı şeyleri söylemiyeceğiz. Seni hak ile gönderen (Allah)’a andolsun ki bizi
Mekke arkasında beş gecelik
Mesafede bulunan Berkü’l-Gumard’a yürütsen, yine peşin sıra geliriz!”[8]
İsrailoğullarının Tih Çölüne Girmeleri Ve Orada Başlarına Gelen Garip Haller
İsrailoğullarının zorba milletle savaşmaktan geri durduklarını, bu nedenle Cenâb-ı Allah'ın
onları Tih çölüne göndermekle cezalandırdığını, kırk sene süreyle oradan çıkmamalarına
hükmettiğini önceki sayfalarda anlatmıştık.
Ehl-i Kitap kaynaklarında İsrailoğuUannm zorba milletle savaşmaktan geri durduklarına
dair herhangi bir ifadeye rastlamadım. Ancak bu kaynaklarda anlatıldığına göre Musa
peygamber, kafirlerden bir gurupla savaşmak üzere Yuşa'ı silahlandırıp görevlendirmiş.
Gönderdikten sonra da Musa, Harun ve Hor ile birlikte bir tepeye çıkıp zirve noktasında
oturmuşlar. Musa değneğini yukarı doğru kaldırmış. Değneğini yukarı doğru kaldırdıkça,
Yuşa, düşmana galib geliyormuş. Yorgunluk veya benzeri bir sebepten dolayı eli yana
eğilince de düşmanlar Yuşa'ı mağlub ediyorlarmış. Bunun üzerine Harun ile Hor, o gün
akşama dek Musa'nın elini sağdan ve soldan takviye edip dik vaziyette tutmuşlar. Yuşa da
düşmanı yenmiş.
Aynı kaynaklarda anlatıldığına göre Musa'nın kayınpederi olan Medyen kahini Yatiron,
Musa'nın karşılaştığı durumları ve onun, Fira-vun'a karşı Allah tarafından muzaffer
kılmışım duyup öğrenince iman ederek Musa'nın yanma gelmiş. Beraberinde kızını ve
Musa'nın eşi Sa-fura'yı, Musa'nın ondan doğan iki oğlu Cerşon ile Azir'i de getirmişti. Musa
onu karşılayıp ikramda bulunmuş; İsrailoğullannm uleması da toplanıp ona saygılarını
sunmuşlardı.
Anlatıldığına göre Yatiron, îsrailoğullanmn, aralarında meydana gelen anlaşmazlıkları
çözümlemesi için Musa'ya çok fazla müracaat edip yanında büyük kalabalıklar
oluşturduklarını görünce ona şöyle bir teklifte bulunmuştu: "Halkı biner, ikiyüzer, ellişer ve
onar kişilik guruplara ayır. Bunların başlarına rüşvetten ve hıyanetten hoşlanmayan,
güvenilir, iffetli ve Allah'tan korkan kimseleri sorumlu olarak tayin et. Bunlar, halk arasında
meydana gelen anlaşmazlıkları çözümlemek için hüküm versinler. Çözüme
kavuşturamadıkları bir meseleyle karşılaştıklarında onu sana getirsinler. Sen de o zaman o
müşkül meseleyi
halledersin." Hz. Musa, kayınpederinin söylediklerini yaptı.
Dediler ki: îsrailoğull arı, Mısır'dan çıkışlarının üçüncü yılında yaz başlangıcında, Sina
yanındaki Tih çölüne girdiler. Tur-i Sina çevresine yerleştiler. Musa, dağa çıktı. Rabbi
onunla konuştu ve ona; İsrailoğullarına bahşettiği nimetleri onlara hatırlatmasını emretti.
Onları Firavun ile adamlarının pençesinden kurtarışım, kartal kanatları üzerindeymişçesine
onları Firavun'un elinden ve pençesinden nasıl kurtarmış olduğunu hatırlatmasını emretti.
İsrailoğullarına yıkanıp temizlenmelerini ve giysilerim de yıkayarak üçüncü güne
hazırlanmalarını söylemesini emretti. Üçüncü günde Tur-i Sina dağının çevresinde
toplanmalarını, boru sesini duydukları sürece ona asla yanaşmamalarını, yaklaşanın
öldürüleceğini, hayvanlarını dahi oraya götürmemele-rini emretti. Boru sesi kesilince de
dağa tırmanabileceklerini söyledi. îsrailoğulları bu emre uyup yıkandılar, temizlenip
kokular, süründüler. Üçüncü gün olunca dağın tepesinde büyük bir bulut peydahlandı.
Buluttan sesler geliyor, içinde şimşekler çakıyordu. Boru sesi gerçekten müthişti.
İsrailoğulları bundan çok korktular, oradan kaçıp dağın eteğinde durdular. Dağı büyük bir
duman kapladı. İçinde nurdan bir sütun vardı. Dağın her tarafı şiddetli bir sarsıntı geçirdi.
Borunun sesi, gittikçe artan bir şiddetle devam etti. Musa da dağın tepesinde duruyordu.
Cenâb-ı Allah onunla konuşuyordu. Aziz ve Celil olan Rabb, ona, dağdan inip
İsrailoğullarına, Allah'ın tavsiyesini duymaları için dağa yaklaşmalarını söylemesini emretti.
Musa da inip âlimlerine, Allah'a daha yakın olmaları için dağa çıkmalarını emretti.
Bu da, Ehl-i Kitabın kitaplarında neshin mutlaka vuku bulduğunu göstermekte olan bir
nasstır. Musa dedi ki: «Ya Rabb! Onlar dağa çıkamazlar. Çünkü sen, onları dağa çıkmaktan
menetmiştin.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah ona, gidip kardeşi Harun'u da beraberinde
getirmesini emretmişti. Ama kahinleri, yani âlimleri ve îsrailoğullanmn diğerleri oradan pek
uzakta değillerdi. Musa, emredilenleri yaptı. Onur ve üstünlük sahibi olan Rabbi onunla
konuştu. O zaman ona on emri verdi. Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre dağın
yanında bulunan îsrailoğulları, Allah'ın sözlerini işitmişler, ama anlayamamışlardır. Ancak
daha sonra Musa, onlara bu sözlerin manasım açıklamıştır. Onlar da Musa'ya: "Aziz ve Celil
olan Rabbin söylediklerini sen bize tebliğ et. Doğrusu biz ölmekten korkuyoruz."
Musa, onlara Rabbinin söylediklerini tebliğ etti ve, "Bunlar, on emirdir." dedi. On emir,
şunlardı:
1- Ortaksız olan tek Allah'a kulluk et.
2- Yalan yere Allah adına yemin etme.
3- Cumartesi gününü muhafaza et. Yani haftanın bir gününü ibadetle geçir. (Bu günü Cenâbı
Allah, Cuma günüyle değiştirmiştir.)
4- Rabbin olan Allah'ın bu dünyada sana verdiği ömrünün uzaması için ana ve babana ikram
et, iyi davran.
5- Adam öldürme.
6- Zina etme.
7- Hırsızlık etme.
8- Arkadaşın için yalancı şahitlik etme.
9- Arkadaşının evine (haberi olmadan) göz atma.
10- Arkadaşının karısına göz koyma, kölesine, cariyesine, Öküzüne, eşeğine ve sahibi
olduğu her hangi birşeyi ele geçirme arzusuna kapılma. Onu çekememekten sakın!
Alimlerin çoğu, bu on emrin şu Kur' ân ayetlerinde kavram olarak yer aldığını
söylemişlerdir:
«De ki: "Gelin Rabbinizin size (neleri) haram kıldığını okuyayım: Ona hiç birşeyi ortak
koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de,
onları da biz besliyoruz. Kötülüklerin açığına da, kapalısına da yaklaşmayın ve haksız yere
Allah'ın yasakladığı cana kıymayın! Düşünesiniz diye Allah size bunları tavsiye etti.
Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel
biçimde (yaklaşabilir, onu uygun tarzda sar-fedebilirsiniz); ölçü ve tartıyı tam adaletle
yapın. Biz, kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da
akrabanız da olsa adalet yapın ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Hatırlayıp öğüt alasınız diye
(Allah) bunları size tavsiye etti. İşte benim doğru yolum bu, ona uyun. (Başka) yollara
uymayın ki, sizi onun yolundan ayırmasın! (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle
tavsiye etti.» (el-Enâm, ısı-153.)
On emirden sonra da îsrailoğullanna zaman zaman çeşitli hükümler ve değerli bazı
tavsiyeler bildirildi. Bunlara bir zaman riayet ettiler. Ama daha sonra başkaldınp riayet
etmez oldular. Sonra bu hüküm ve tavsiyeleri değiştirip tahrif ettiler. Hatta ortadan
kaldırdılar. Meşru ve mükemmel hükümleri neshettiler! Oysaki bundan önce de, bundan
sonra da emir, Allah'ındır. O, dilediği gibi hükmeder. İstediğini yapar. Bilesiniz ki, yaratma
ve emir, Ona aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, kutlu ve yücedir. O, buyurmuş ki: «Ey
İsrailoğullan, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Turun sağ yanında, (Musa'ya Tevrat'ı
indireceğimizi) size va'dettik; üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz
nzkm temizlerinden yeyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner.
Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür. Ve ben, tevbe eden, inanan ve
yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır." (Tâ-Hâ,
80-83.)
Cenâb-ı Allah, -kendilerini düşmanlarından kurtarıp zorluk ve
sıkıntının içinden çıkarmakla İsrailoğullarına yapmış olduğu iyilik ve ihsanı hatırlatıyor.
Tur'un sağ taraflarına düşen yanında peygamberleri Musa ile konuşacağını onlara va'd
etmişti İd, dünya ve ahiretleri için kendi yararlarına olacak hükümleri ona indirsin. Ekini ve
davarı olmayan Tih sahrasına zorunlu sefer ettiklerinde çekmekte oldukları zorluk ve sıkıntı
durumunda gökten üzerlerine kudret helvası yağdırmıştı. Her sabah uyandıklarında
evlerinde kudret helvası görüyorlardı. O gün, ertesi güne kadar kendilerine yetecek miktarda
helvayı alıyorlardı. Daha fazla alanmki bozuluyordu. Az miktarda alana ya da artmayacak
kadar çok alana yetiyordu. Ondan ekmek gibi |eyler yapıyorlardı. Çok beyaz ve tatlı idi.
Günün sonu olduğunda da üzerlerine sürü halinde bıldırcın kuşları geliyordu. Hiç zorluk
çekmeden, akşam yemeklerine yetecek kadar bıldırcın yakalıyorlardı.
Yaz mevsimi gelince Cenâb-ı Allah, onları bir bulutla gölgelendirir-di. Bu bulut, onları
güneşin sıcağından ve göz alıcı ışığından korurdu. Nitekim Cenâb-ı Allah onlara bahşetmiş
olduğu nimetlerden şöyle bahsetmektedir: "Ey İsrailoğullan, size verdiğim nimetimi
hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki,ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece
benden korkun! Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğuma inanın
ve onu inkar edenlerin ilki olmayın, benim ayetlerimi bir kaç paraya satmayın ve benden
sakının.» (el-Bakara, 40-41.)
Bundan sonraki ayetlerde de Cenâb-ı Allah hep bu mevzudan bahseder ve bir kaç ayet sonra
gelen ayetlerde şöyle buyurur: «Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık ki (onlar), size
azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı ve
bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Sizin için denizi yarmıştık, sizi
kurtarmış ve Firavun ailesini boğmuştuk; siz de bunu görüyordunuz. Musa ile kırk gece için
sözleşmiştik. Sonra siz onun ardından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz. (Kendinize böylece)
zulmediyordunuz. Bundan sonra da yine belki şükredersiniz, diye sizi atfetmiştik. Yola
gelesiniz, diye Musa'ya kitap ve Furkan (hak ile bâtılı birbirinden ayıran ölçü) vermiştik.
Musa, kavmine demişti ki:. "Ey kavmim, sizler, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize
zulmettiniz. Gelin, yar atıcınız a tevbe edin de nefisleriniz (in kötü duygularm)ı öldürün. (Ya
da buzağıya tapanları öldürün). Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. (Bu suretle O),
sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O, öyle bağışlayıcı, öyle merhametlidir. Bir
zaman da: "Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça gör medikçe sana inanmayız." demiştiniz de derhal
sizi yıldırım çarpmıştı; siz de bunu görüyordunuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi,
ölümünüzün ardından tekrar diriltmiştik. Bulutu üstünüze gölgelik çektik; size kudret
helvası ve bıldırcın indirdik: "Size verdiğimiz güzel nzıklar-dan yiyin." (dedik). Ama onlar
bize değil, kendi kendilerine zulmediyorlardı.» (el-Bakara, 49-57.)
Bundan sonraki ayetlerde de Cenâb-ı Allah hep bu mevzudan söz eder ve sonuçta şöyle
buyurur: «Bir zaman Musa, kavmi için su (yağmur) istemişti; "Değneğinle taşa vur"
demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırmıştı. Her bölük kendi içecekleri pınarı
bilmişti: "Allah'ın rızkından yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak (şuna buna)
saldırmayın." (demiştik). Hani siz demiştiniz ki: "Ey Musa! Biz bir yemeğe
dayanamayacağız. Bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği sebzesinden,
kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın." (Musa): "İyi olanı, daha
aşağı"olana mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada size, istediğiniz var." demişti.
Üzerlerine alçaklık ve düşkünlük damgası vuruldu; Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu.
Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri
Öldürüyorlardı. İsyana daldıkları,sınırı aştıkları için bunu hak ettiler.» (ei-Bakara, 60-eı.)
Cenâb-ı Allah, onlara kudret helvasıyla bıldırcın vererek in'am ve ihsanda bulunduğunu
İsrailoğullanna hatırlatıyor. Onlar, hiç zahmet çekmeden ve emek sarfetmeden bu nimetlere
kavuşuyorlardı. Kudret helvası, sabah erkenden evlerine yağıyordu. Bıldırcınlar da akşam
üzeri sürü halinde onlara gönderiliyordu. Cenâb-ı Allah onlara su da fışkırttı. Musa,
beraberlerinde taşımakta oldukları taşa, değneğiyle vurunca taştan on iki gözede su fışkırdı.
İsrail oğullarının her boyuna bir gözeden su akıyordu. Sonra onlar için berrak bir su akmaya
başladı. O sudan alıp içiyor, hayvanlarını da Buluyorlardı. Kendi ihtiyaçları kadarını da
depoluyorlardı. Cenâb-ı Allah, onları sıcaktan korumak için, bir bulutla gölgelendirmiş ti.
Bu, Allah'ın büyük bir nimeti ve bol bir bağışıydı. Fakat onlar,bu nimet ve bağışın hakkını
tam olarak vermediler. Gereğince şükrünü ifa etmediler. Layıkı veçhiyle ibadet etmediler.
Sonra çokları sıkıntıya düşüp rahatsız olduklarım söylediler. Kudret helvasıyla bıldırcın
yerine, kendilerine yerin bitirdiği sebzelerden, kabaktan, sarımsaktan, mercimekten ve
soğandan verilmesini istediler. Böyle demelerinden dolayı Musa (a.s.) onları şiddetle
azarlayıp kınayarak şöyle dedi: «İyi olanı, daha aşağı olana mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir
şehre inin; orada size, istediğiniz var.» Yani bu nimetlerin yerine istediğiniz o şeyler, irili
ufaklı bütün şehirlerde yaşayan ahalinin sahib olduğu şeylerdir. Layık olmadığınız bu
mertebeden inip o şehirlere gittiğinizde, istemekte olduğunuz o değersiz yiyecekler, kalitesiz
gıda maddelerim bulacaksınız. Ama ben sizin bu isteğinize icabet edecek değilim. İnat ve
ısrarla açıkladığınız bu arzunuza muvafakat edecek değilim.
Kendilerinden sadır olan bu mezkûr sıfatların tamamı, onların yasaklara riayet etmediklerini
gösteriyor. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Ama bu hususta taşkınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım
inerse, artık o, (ateşe) düşmüştür.» (Tâ-hâ, sı.) Yani helak olmuş ve mahvolması hak
olmuştur. Yıkıp helak eden de Allah'tır. Böylesinin üzerine, zorlu kuvvetin sahibi olan
hükümdarın gazabı inmiştir!..
Fakat Cenâb-ı Allah,kendisine yönelip tevbe edecek ve azılı şeytana uymayı sürdürmeyecek
olan kimseler için bu şiddetli tehdide, umut verici ifadeleri de bitiştirmiş tir. «Ve Ben, tevbe
eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı elbette çok
bağışlayıcıyımdır.»(Tâ-Hâ, 82.) [9]
Allah'ı Görme İsteği
Yüce Allah buyurdu ki:
«Musa ile otuz gece (bana ibadet etmesi için) sözleştik ve buna (bu otuz geceye) on gece
daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi
Harun'a dedi ki: "Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma."
Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi on(unl)a konuşunca:
"Rabbim, bana (kendini) göster,sana bakayım!" dedi (Rabbi) buyurdu ki; "Sen beni
göremezsin; fakat dağa bak. Eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" Rabbi dağa
görününce onu darmadağın etti ve Musa da baygın düştü. Ayılınca: "Sen yücesin, sana tevbe
ettim, ben inananların ilkiyim!" dedi. (Allah) buyurdu ki "Ey Musa! Ben elçiliklerimle (verdiğim
Tevrat sifirleriyle) ve konuşmamla seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve
şükre derilerden ol!" Öğüte ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa, hepsini Musa için
levhalara yazdık: "Bunları kuvvetle tut, kavmine de emret,bunların en güzelini tutsunlar.
(Gereğince amel etsinler); size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl tarumar ettiğimi) göstereceğim!"
Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar
her ayeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler; ama
azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanladılar ve onları
umursamaz oldular. Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa
çıkmıştır. Onlar, yalnız yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mi?» (el-A'râf, 142-147.)
Aralarında îbn Abbas ile Mesruk ve Mücahid'in de bulunduğu selef ulemasından bir grup
demişler ki: Musa ile sözleşilen otuz gece, zilkade ayının tamamını içine alıyordu. Zilhicce
ayından da on gece eklenince, kırk gece tamamlanmış oldu.[10] Şu halde Cenâb-ı Allah,
kurban bayramının birinci gününde Musa ile konuşmuş olmaktadır. Yine Öyle bir günde de
Muhammed (s.a.v.)'in dinini tamamlayıp hüccet ve burhanlarını ortaya sürmüştür.
Musa (a.s.) vadeyi oruçlu olarak tamamladığında, kokmaya başlayan ağzının kokusunu
güzelleştirmek için ağaç kabuğu çiğnedi. Cenâb-ı Allah, on daha tutmasını emretti. Böylece
kırk gece tamamlanmış oldu. Bu nedenle bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
«Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha-hoştur!»
Musa, Tur-i Sina'ya gitmek için yola çıkarken, îsrailoğullarınm yönetimini kardeşi Harun'a
bıraktı. Seçkin, sevimli ve değerli, öz kardeşi, Allah yoluna davet etme işindeki yardımcısı
Harun'a tavsiyede bulunan emirler vardı. Musa'nın mertebesi daha yüksek olduğu için ona
emirler vermiştir. Emir alması, Harun'un peygamberliğiyle ters düşmez.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi
on(unl)a konuşunca...» Yani perde arkasından onunla konuşunca... Hitabını ancak ona
işittirdi.. Ona seslendi.. Onunla konuştu.. Onu kendine yaklaştırdı. Bu yüksek bir makam,
şerefli bir mansıp, yüksek bir kale ve şerefli bir konaktır. Dünya ve ahiret-te Allah'ın sonu
gelmez salat-ü selamı onun üzerine olsun.
O, bu yüksek makama ve bu şerefli mertebeye ulaşıp Allah'ın hitabım işitince, kendisiyle
Rabbi arasındaki perdelerin kaldırılmasını istedi. Gözlerin kendisini görmekten aciz kaldığı,
burhanı kuvvetli olan Ulu Rabbine dedi ki: «Rabbim! Bana (kendim) göster, sana bakayım.»
(Rabbi) buyurdu ki: «Sen beni göremezsin!»
Sonra Cenâb-ı Allah, kendisinin tecelli edip görünmesi halinde Musa'nın dayanamayacağını
açıkladı. Çünkü ondan daha iri, daha sabit ve daha kuvvetli olan dağ bile, Rahman olan
Allah'ın tecellisi ve görünmesi anında yerinde duramayacak ve paramparça olacaktı. Bu
nedenle Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Fakat dağa bak. Eğer o yerinde durursa,sen de beni
göreceksin.»
Eski kitaplarda nakledildiğine göre Cenâb-ı Allah ona şöyle demiş: «Ey Musa! Beni gören
bir canlı mutlaka ölür. Beni gören cansız bir cisim de mutlaka yerinde duramayıp
yuvarlanır!»
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan bir hadiste, Ebu Musa (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Allah'ın perdesi nurdur -bir rivayete göre ateştir- Eğer o perdeyi açacak olursa, yüzünün
nurları, yaratıklarından gözünün görebildiği kadarını yakar!»
«Gözler onu göremez.» (ci-En'âm, 103.) Ayet-i kelimesiyle ilgili olarak İbn Abbas şöyle
demiştir: «Bu, Allah'ın bir şeye göründüğü zaman o şeyin yok olmasına sebeb olan
nurudur.»[11]
Bu sebeple Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«Rabbi dağa görününce onu darmadağın etti ve Musa da baygın düştü. Ayıhnca: «Sen
yücesin, sana tevbe ettim. Ben, inananların ilkiyim.» dedi.»
Mücahid'in tefsirinde ise şu ifadeler yer almaktadır: «Fakat dağa bak. Eğer yerinde durursa
beni göreceksin.» Çünkü dağ, senden iri ve büyük olup, sana nispetle yaratılışça da
kuvvetlidir. «Rabbi dağa görününce...» O da dağa baktı. Dağın, yerinde duramayıp
sarsıldığını ve darmadağın olduğunu gördü. Dağı bu vaziyette görünce de düşüp bayıldı.
İbn Kesir tefsirimizde de naklettiğimiz gibi İmam Ahmed ile Tirmizî, Enes (r.a.)'in şöyle
dediğim rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) «Rabbi dağa görününce onu paramparça
etti.» ayetini okuyun-ca,baş parmağının ucunu serçeparmağınm uçtaki mafsalının üzerine
koyarak: «İşte şu kadarcık tecelli etti ve dağ (darmadağın olup yerin dibine) battı.» dedi.
Süddî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cenâb-ı Allah'ın azametinden ancak
serçe parmak kadarı dağa göründü; dağı paramparça etti, toprak haline getirdi. «Musa düşüp
bayıldı.» Katade: «Öldü.» demişse de doğru olan, bayılmış olmasıdır. «Ayılmca da: 'Sen
yücesin» dedi. Yani senin azametini görmek insanlar için mümkün değildir. «Sana tevbe
ettim.» Artık bundan böyle seni görme talebinde bulunmayacağım. «Ben, inananların
ilkiyim." Seni gören bir canlının mutlaka öleceğine, seni gören cansız bir cismin de yerinde
duramayıp yuvarlanacağına inananların ilkiyim.
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan ve Ebu Said el-Hudrî'den rivayet edilen bir
hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Peygamberler arasından beni (onlara üstün
tutup) seçmeyin. Kıyamet gününde insanlar düşüp bayılacaklardır. İlk ayılan ben olacağım.
Ama bir de göreceğim ki Musa, Arşın ayağına tutunup duruyor. Bilemem, benden önce mi
ayılmıştır. Yoksa Tur'daki bayılmasının karşılığını mı görmüştür?» Bu rivayetin lafzı
Buharî'ye aittir. Baş tarafında da «Hayır.. İnsanların üzerine Musa'yı seçene andolsun ki..»
diyerek yemin eden ve Ensâr'dan biri tarafından tokatlanan bir Yahudi'nin kıssası yer almaktadır.
Bu olayı duyan Rasûlullah (s.a.v.) o zaman şöyle buyurmuştur: «Peygamberler
arasından beni (onlara üstün tutup) seçmeyin!»[12]
Hz. Peygamber, tevazuundan dolayı böyle buyurmuştur. Ya da insanların öfke ve asabiyete
kapılarak peygamberlerin birini, diğerlerine üstün tutmalarını önlemek için bu ifadeyi
kullanmıştır. Ya da: «Peygamberlerin birini diğerlerine üstün kılmak, sizin yapabileceğiniz
bir iş değildir. Onları birbirlerine nispetle üstün derecelere sahip kılan,ancak Allah'tır. Bu da
sadece rey ile değil, ancak Allah'ın tevfiki ile olacak bir iştir!» demek istemiştir.
Peygamber Efendimiz bu sözü; "Kendisinin diğer peygamberlerden üstün olduğunu
bilmeden Önce söylemiştir. Kendisinin onlardan üstün olduğunu anlamasından sonra bu
sözü neshedilmiştir." diyen kimsenin sözü üzerinde tartışılabilir. Çünkü yukarıdaki hadisi,
Ebu Said ile Ebu Hüreyre rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre ise ancak Huneyn savaşından sonra
Medine'ye hicret etmiştir. Peygamber Efendimiz'in, bu hadisi en azından Huneyn savaşından
sonra söylemiş olduğu kesindir. Diğer peygamberlerden üstün olduğunu, daha önce değil de
Huneyn savaşından sonra anlamış olması, akim kabul edeceği bir şey değildir. Doğrusunu
Allah bilir. Hz. Peygamberin, insanlığın, hatta tüm yaratıkların en şereflisi olduğu
hususunda şüphe yoktur. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz.» (Âi-i îmrân, ııo.) İslâm ümmeti
de ancak peygamberleri Hz. Muhammed'in şerefi sayesinde mükemmel bir ümmet
olabilmiştir. Ayrıca onun şöyle buyurduğu da tevatür yoluyla sabit olmuştur:
«Kıyamet gününde ben, ademoğlunun efendisiyinı. Bununla da
övünmüyorum.»
Böyle buyurduktan sonra da, öncekilerle evvelkilerin gıpta ettikleri şefaat-i kübra
makamının, sadece kendisine mahsus olduğunu anlatmıştır ki Nuh, İbrahim, Musa ve
Meryemoğlu İsa gibi (Ulu'1-azm) azm sahibi peygamberler başta olntak üzere bütün nebi ve
mürseller, bu büyük makama yaklaşmaktan kaçınmışlardır.[13] Bir başka hadis-i şeriflerinde
de şöyle buyurmuşlardır: «(Kıyamet gününde İsrafil'in Sur'a üflemesi nedeniyle düşüp
bayılanlar arasında) ilk ayıian, ben olacağım. Ayılmca da Musa'nın, Arş'in ayağına tutunmuş
olduğunu göreceğim. Bilemem; benden Önce mi ayılmıştır, yoksa Tur'daki bayılıp
düşmesinin karşılığı olarak mı (benden önce) ayılmıştır?»
Bu hadis, Cenâb-ı Allah'ın kulları arasında yargıda bulunmak maksadıyla kıyamet
meydanında tecelli edip göründüğü esnada, yaratıkların onun şiddet, heybet ve azameti
karşısında düşüp bayılacaklarını, aralarında peygamberlerin sonuncusu, göklerle yerin
Rabbi tarafından diğer peygamberlere üstün kılınıp seçilen Hz. Muhammed'in ilk olarak
ayılacağmı kanıtlamaktadır. Ne var ki o, ayıldığmda Musa'nın, kendisinden daha Önce
ayılıp Arş'm ayağını tutmuş vaziyette durduğunu görecektir. Doğru konuşan ve sözü
doğrulanmış olan Peygamber Efendimiz, buna değinerek şöyle buyurmuştur: «Bilemem;
benden Önce mi bayılıp ayılmıştır?» Yani baygınlığı hafif şiddette olduğu için benden önce
ayılmış olmalıdır. Çünkü Rabbin dağa tecelli etmesi nedeniyle dünyadayken de Musa, düşüp
bayılmıştı. «Yoksa Tur'daki bayılıp düşmesinin karşılığı olarak mı (tam olarak bayılmamış
ve dolayısıyla) benden önce ayılmıştır?»
Evet, bu hadiste bu balamdan Musa için büyük bir şeref vardır. Ama bu şeref, onun Hz.
Peygamber'den her bakımdan üstün olmasını gerekli kılmaz. İşte bu sebeple Hz. Peygamber,
bu vasfı ile Musa'nın şerefli ve faziletli olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü «Hayır, Musa'yı
seçip tüm insanlığa üstün kılan Allah'a and olsun ki...» dediği zaman Yahudi'nin birini
tokatlayan bir Müslümanm bu hadisle dikkatini çekmiştir. Çünkü o Müslümanm bu
davranışı, olayı seyredenler nazarında Hz. Musa'yı küçük düşürecekti. Bu sebeple Hz.
Peygamber, Musa'nın şeref ve faziletini açıklamıştı. Cenâb-ı Allah da Musa'nın faziletiyle
ilgili olarak şöyle buyurmuştur: «Ey Musa! Ben elçiliklerimle (verdiğim Tevrat sifir-leriyle)
ve konuşmamla seni insanların basma seçtim.» (cl-A'râf, 144.) Yani, daha önceki zamanlar
için değil de, sadece içinde bulunduğun zamanda seni insanların başına seçtim. Daha önceki
zamanlar için olamaz.. Çünkü senden önce gelmiş olan İbrahim Halil (a.s.), senden
üstündür. Senden sonraki zamanlar için de olamaz.. Çünkü senden sonra gelecek olan
Muhammed (s.a.v.), her ikinizden de üstündür. Nitekim onun, bütün nebi ve mürsellerden
daha şerefli olduğu, İsrâ gecesinde açıklanmıştı. Ayrıca kendisinin de şöyle buyurduğu
sabittir:
«Öyle bir makamda bulunacağım ki, İbrahim dahil, bütün halk bana gıpta edecektir.»
Cenâb-ı Allah da Musa'ya hitaben şöyle buyurmuştur: «Sana verdiğimi al ve şükredenlerden
ol.» Sana verdiğim Tevrat levhalarını ve seninle yaptığım konuşmaları al. Daha fazlasını
isteme ve buna karşı şükredenlerden ol. «Öğüte ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa,
hepsini Musa için levhalara yasdık.»Levhalar, nefis cevherdendi. Sahih hadiste
Duyurulduğuna göre Cenâb-ı Allah, Musa için Tevrat'ı kendi eliyle yazmıştır. Onda,
günahlardan caydırıcı öğütler vardır. İnsanların bilme ihtiyacında oldukları her türlü helal ve
haramın açıklaması vardır. «Bunları kuvvetle tut.» Azimle, güçlü ve samimi bir niyetle tut.
«Kavmine de emret; bunların en güzelini tutsunlar.» Yani bu hükümleri çok güzel bir şekilde
yerli yerine koysunlar. «Size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl tarumar ettiğimi)
göstereceğim!» Bana itaat etmeyip emrime muhalefet eden ve elçilerimi yalanlayanların
akıbetini göreceksiniz. «Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri, ayetlerimden (onları
anlayıp aklet-mekten) uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de (her mucize ve harikayı
müşahede etseler de) yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. (Ona
tâbi olmazlar). Ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi
yalanladılar. Ve onları umursamaz oldular.» Yani ayetlerimizi yalanladıkları, onları
umursamaz oldukları, onları tasdike yanaşmadıkları, manaları üzerinde düşünmedikleri ve
gereğince amel etmedikleri için onları anlamaktan uzaklaştıracağım!
«Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yalnız
yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mı?» [14]
Hz. Musa'nın Gıyabında Kavminin Buzağıya Tapması
Yüce Allah buyurdu ki: «Musa kavmi, kendisin (in, Rabbi ile mülakata gitmesin) den sonra
kendilerinin zinet takımlarından yapılmış, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye)
benimsediler. Görmediler mi ki o, ne kendilerine konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor?
Onu benimsemediler ve zalimler (den) oldular. Ne zaman ki (pişmanlıklarından ötürü)
başları elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını gör(üp
anla)dılar. Dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana
uğrayanlardan oluruz!" Musa, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce: "Benden sonra
arkamdan ne kötü işler yaptımz? Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi.
Levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi):
"Anamın oğlu, dedi. Bu insanlar beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur)
düşmanları bana güldürme. Beni, bu zalim kavimle beraber tutma!"
(Musa): "Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine sok. Merhametlilerin en
merhametlisi sensin!" dedi.
Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere, muhakkak Rablerinden bir Öfke ve dünya hayatında
bir alçaklık erişecektir! İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız. Ama kötülükler yaptıktan
sonra ardından tevbe edip, inananlar (a karşı), muhakkak ki Rabbin, o (tevbe ve ima) ndaii
sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir. Öfkesi dinince Musa, levhaları aldı. Onlardaki
yazıda Rablerinden korkanlar için yol gösterme ve rahmet vardl.» (el-Atâf, 148-154.)
«"Seni kavminden çabucak ayrıl (ip gel) meğe sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp
geldin) ey Musa?" (dedik.) Dedi: "Onlar benim arkamdan geliyorlar. Ya Rabbi, razı olasın
diye sana çabuk geldim." (Allah): "Biz senden sonra kavmini sınadık. Samirî, onları
saptırdı." dedi. Bunun üzerine Musa, çok kızgın ve üzüntülü bir halde kavmine döndü: "Ey
kavmim, dedi. Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? (Ayrılış) süre(m) mi size
uzun geldi? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana
verdiğiniz sözden caydınız, (Beni izleyip gelmediniz)?" Dediler ki: "Sana verdiğimiz sözden
kendi başımıza caymadık. Fakat o milletin (Mısırlıların) süs (eşyas)ından bize yükletil (ip
taşıtıl) mıştı. Onları (ateşe) attık. Aym şekilde Samirî de attı."
Samirî onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki: "Bu sizin
tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat o unuttu (da gitti. Tanrıyı Tûr 3'öresinde arıyor)."
Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı),kendilerine bir söz söyleyemez. Ne bir zarar, ne de yarar
veremez? Önceden Harun, kendilerine: "Ey kavmim, andolsun ki siz bununla fitneye
düşürüldünüz (sınandınız). Rabbiniz, çok esirgeyen (Allah) dır. (Gelin) siz bana uyun,
emrime itaat edin!" demişti. (Hayır) dediler: "Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan
vazgeçmeyeceğiz!" (Musa): "Ey Harun! Onların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel
oldu? . Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?" dedi. (Ve kardeşinin sakalından
tutup çekmeğe başladı. Harun): "Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Ben, senin:
"İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın ve sözümü tutmadın" demenden korktum da onun
için idare yoluna gittim." (Bu defa Musa, Samirî'ye döndü): "Ey Samirî, ya senin kasdın nedir?
(Nedir bu yaptığın senin?)" dedi.
(Samirî): "Ben, onların görmediklerini gördüm. O elçinin (Cebrail'in) ayak bastığı yerden
bir avuç (toprak) aldım. Onu (eritilmiş mücevheratın içine) attım. Nefsim bana böyle
(yapmayı) hoş gösterdi." dedi.
(Musa: "Defol)! Git dedi. Artık hayat boyunca sen:" Bana dokunmayın" diyeceksin. (Kime
dokunsan o, hummaya yakalanacaktır. Onun için devamlı olarak: Bana dokunmayın,
diyeceksin. Yalnız başına kalacaksın. Ahirette de) sana va'dedilen bir ceza var ki ondan asla
şaşınlma-yacaksm. (Mutlaka o cezanı tam zamanında bulacaksın). Şimdi durup taptığın
tanrına bak. Biz onu yakacağız. Sonra onu ufalayıp denize sa-vuracağız. Tanrınız, ancak
kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır."» (Tâ-Hâ, 83-
98.)
Cenâb-ı Allah, Musa'nın kararlaştırılan vakitte Rabbi ile mülakat için Tura gidişi, orada
kalıp Rabbiyle konuştuğu, ona bir çok sorular sorup cevaplar aldığı süre zarfında
İsrailoğullarının neler yapmış olduklarım yukarıdaki ayetlerde anlatıyor.
İsrailoğullarmdan Harun es-Samirî denen bir adam, onların Mısırlılardan iğreti olarak almış
oldukları mücevherleri ellerinden alıp ateşte eritti; onunla bir buzağı heykeli yaptı. Heykelin
içine de, Cebrail'in atının ayağının bastığı yerden bir avuç toprak alıp atmıştı. Cenâb-ı
Allah'ın, Cebrail vasıtasıyla Firavun'u denizde boğduğu günde Samirî, Cebrail'in atının ayak
bastığı yerden bir avuç toprak almıştı. Bu toprağı, buzağının heykeli içine atar atmaz,
heykel, gerçek buzağı gibi böğürmeye başlamıştı.
Katade ve diğerlerinin anlattıklarına göre heykel; etli, kemikli, kanlı, canlı gerçek bir
buzağıya dönüşüp böğürmeye başlamış. Arka tarafındaki bir delikten giren rüzgarın,
heykelin ağzından çıkarken inek böğürmesi gibi bir ses çıktığını söyleyenler de olmuştur.
Bu sesi duyduklarında îsrailoğulları, heykelin etrafında sevinç gösterileri yaparak oynamaya
başlarlarmış. "Bu, sizin tanrınız ve Musa'nın tannsıdır. Ama o unuttu." dediler. Yani bu
tanrısını burada bizim yânımızda unuttu. İşte tanrısı buradadır, dediler.
Oysaki Allah, onların bu söylediklerinden çok üstündür, onun isim ve sıfatlan kutsaldır.
Bağış ve nimetleri kat be kat fazladır.
Cenâb-ı Allah, onların tuttukları yolun yanlış olduğunu, nihayet bir hayvan ya da lanetli
şeytan olan buzağıyı tanrı edinmelerinin de bâtıl olduğunu açıklarken şöyle buyurmuştur:
«Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı), kendilerine bir söz söyleyemez; ne bir zarar, ne de bir
yarar veremez.» (Tâ-Hâ, 89.)
«Görmediler mi ki o, ne kendilerine konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu
benimsediler ve zalimler (den) oldular.» (ei-A'râf, 148)
Anlatıldığına göre o hayvan (buzağı) ne konuşur, ne de cevap verirmiş; ne fayda, ne de zarar
verirmiş.
Doğru yolu da gösteremezmiş. Buna rağmen onlar, kendi nefislerine yazık ederek onu tanrı
edinmişler ve tuttukları cehalet ile sapıklık yolunun da bâtıl yol olduğunu bile bile o
buzağıya tapmışlar.
- «Ne zaman ki (pişmanlıklarından ötürü) başları ellerinin arasına düşürüldü ve kendilerinin
gerçekten sapmış olduklarını gör (üp anla) dılar, dediler ki: «Eğer Rabbimiz bize acımaz ve
bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan oluruz!» (el-A'râf, 149.)
Musa Tur'dan dönüp İsrailoğullarının yanına gelip buzağıya tapmakta olduklarını görünce,
elinde bulunan Tevrat yazılı levhaları yere bıraktı. Ehl-i Kitabın anlattıklarına göre o
levhaları kırmış, yerlerine ona, başka levhaları Allah vermiş. Fakat Kurân-ı Kerîm'de
Musa'nın o levhaları kırdığını bildiren ifadelere rastlanılmamaktadır. Ancak onların
sapıklıklarını gözleriyle gördüğünde, elindeki levhaları bırakarak onlara ve kardeşine
çıkışmıştır. Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre Tevrat'ın yazılı olduğu levhalar iki
taneymiş. Ama Kur'an'da anlatıldığına göre müteaddit levhalar imiş. Musa, kavminin
buzağıya tapmakta oldukları haberini Allah'tan duyduğunda pek o kadar etkilenmemişti.
Bunun üzerine Allah, gidip durumu kendi gözleriyle görmesini ona emretmişti. Bu
sebepledir M, bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Haber, gözle görmek gibi
değildir.»[15]
Tevrat'ın yazılı olduğu levhaları yere bıraktıktan sonra Musa (a.s.), buzağıya tapmakta olan
İsrailoğullarına yönelerek onları şiddetle azarlayıp kınadı, bu çirkin hareketlerinden Ötürü
onları ağır bîr dille ayıpladı. Onlarsa, asılsız mazeretler ileri sürüp şöyle dediler: «O milletin
(yani Mısırlıların) süs (eşyas)ından bize yükletil(ip taşıtıl)mışti. Onları (ateşe) attık. Aynı
şekilde Samirî de attı.»
Firavun milletinin mücevherlerini mülk edinmenin doğru olmadığı gerekçesiyle o
mücevherleri ateşe attıklarını, onların eriyiğiyle buzağının yapıldığını söyleyerek
haklılıklarına dair bahaneler ileri sürdüler. Oysaki Cenâb-ı Allah o mücevherleri almalarım
emretmiş ve onları kendilerine mubah kılmıştı. Halbuki kahredici güce sahip olan, hiç
birşeye ihtiyacı olmadığı halde "her şeyin kendisine muhtaç bulunduğu bir ve tek olan Allah
ile birlikte, böğürmesi olan buzağıya tapma hususunda amelsizlik, akılsızlık ve
bilgisizliklerini mazeret olarak ileri sürmeleri gerekirdi.
Bundan sonra Musa, kardeşi Harun'a dönerek şöyle dedi: «Ey Harun! Onların saptıklarını
gördüğün zaman sana ne engel oldu? Neden bana uymadın?» Onların bu yaptıklarını
gördüğünde niye bana uymadın, benim gittiğim yoldan gitmedin ve bunların yaptıklarım
bana bil-dirmedin?
Harun ise şu karşılığı verdi: «"îsrailoğullan arasında ayrılık çıkardın" demenden korktum.»
Onları bırakıp ta, yaptıklarını bana haber vermek için bana geldin, öyle mi? demeyesin diye
işi idare ederek geçiştirmeye çalıştım. Çünkü onları idare etmem için beni kendi halefin olarak
bırakmıştın. Bunun üzerine Musa: «Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin
içine sok. Merhametlilerin en merhametlisi sensin, dedi» (el-A'râf, 151.)
Gerçekten de Harun (a.s.), onları bu kötü işten vazgeçirmek için çok uyarılarda bulunmuş ve
onları şiddetle menetmişti.
«Önceden Harun, kendilerine: "Ey kavmim! Andolsun ki siz bununla fitneye düşürüldünüz
(sınandınız)." demişti. Yani Cenâb-ı Allah'ın bu buzağının yapılışı ile bunu böğüren bir
cisim haline getirmesi, sizi, sadece sınamak içindir. «Rabbiniz, (bu buzağı değil de) o çok
esirgeyen (Allah)dır. (Gelin şu söylediğim hususlarda) bana uyun. Emrime itaat edin.»
(Hayır) dediler: «Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!»
Cenâb-ı Allah, Harun'un onlara ikazda bulunduğuna tanıklık etmektedir: «Şahid olarak
Allah yeter!» (ei-Fetih, 28.)
Harun, onları buzağıya tapmaktan menetmişti. Ama onlar ona itaat edip de uymamışlardı.
Bütün bunlardan sonra Musa(a.s.), Samirî'ye dönüp şöyle dedi: «Ey Samirî, ya senin kastın
nedir?» Bu işleri yapmaya seni iten sebep nedir? Samirî, «Onların görmediklerini gördüm.»
dedi Cebrail'in bir ata bindiğini gördüm. «Elçinin (Cebrail'in atının) ayak bastığı yerden bir
avuç (toprak) aldım.»
Bazı rivayetçilerin anlattıklarına göre Samirî, Cebrail'in atının bastığı yerlerin yeşerip
otlandığım görmüş. Bu sebeple de atının bastığı yerden bir avuç toprak alarak buzağı
heykelinin içine atmış ve olanlar olmuş. Bunun için de o şöyle demiş: «Onu (toprağı,
eritilmiş mücevheratm içine) attım. Nefsim bana böyle (yapmayı) hoş gösterdi» (Musa:
«Defol! Git, dedi. Artık hayat boyunca sen: "Bana dokunmayın" diyeceksin. Kime dokunsan
o hummaya yakalanacak» Bu Musa'nın ona yaptığı bir bedduaydı. Çünkü o, ellememesi
gereken toprağı ellemişti. Bu, onun dünyadaki cezasıydı. Ahiret için de ona bir ceza
va'detmiş ve şöyle demişti. «Sana va'dedilen bir ceza var ki, ondan asla şaşırılmayacaksm.»
Yani o cezayı tam zamanında bulacaksın. «Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu
yakacağız. Sonra onu ufalayıp denize savuracağız!»
Böyle dedikten sonra Musa o buzağıya yöneldi; onu tutup yaktı. Katade ve diğerlerinin
dediklerine göre onu ateşle yakmıştır. Ali, İbn Abbas've diğerlerinin dedikleri gibi onu buz
gibi soğuk şeylerle yakmıştır. Ehl-i Kitap da bu görüştedir. Yaktıktan sonra külünü denize
savur-muştur. Küllerini savurduğu denizden su içmelerini İsrailoğullarma emretti. Suyu
içenlerden, buzağıya tapmış olanların dudaklarına kül bulaştı. Bazı rivayetçilerin
naklettiklerine göre, buzağıya tapmış olanların renkleri sararmıştır.[16]
Cenâb-ı Allah, Musa'nın onlara şöyle dediğini haber veriyor: «Tanrınız, ancak kendisinden
başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.»
«Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere, muhakkak Rabblerinden bir öfke ve dünya hayatında
bir alçaklık erişecektir! İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız.» (el-A'râf, 152.)
Gerçekten de Cenâb-ı Allah, iftiracıları cezalandırmıştır. Sonra da yaratıklarına olan
rahmetini ve yumuşak huyunu, tevbelerini kabul buyurmakla da kullarına olan iyilik ve
ihsanını haber veriyor: «Ama kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip inananlar (a
karşı), mu-hakak ki Rabbin, o (tevbe ve ima) ndan sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir.»
(el-A'râf, 153.)
Lakin Cenâb-ı Allah, buzağıya tapanların tevbelerini ancak onların öldürülmeleri ile kabul
buyurmuştur. Nitekim buyurmuş ki: «Musa, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, sizler,
buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin yaratıcınıza tevbe edin de
nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. (Böylece O) sizin tevbenizi
kabul buyurmuş olur. Çünkü O, öyle bağışlayıcı, öyle merhametlidir.» (el-Bakara, 54)
Denilir ki bir sabah uykudan uyandıklarında, İsrailoğullarımn puta tapmamış olanları
kılıçlarına sarıldılar. Cenâb-ı Allah, üzerlerine yağmur misali keler yağdırdı. Öyleki akraba
akrabayı,hısım hısımı tanımaz hale gelmişti. Sonra bu kılıçlı kimseler, buzağıya tapanlara
yönelmiş, onları tırpan gibi biçip öldürmüşlerdi. Rivayete göre bir sabah, onlardan 70.000
kişi öldürülmüştür. Sonra Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Öfkesi dinince Musa, levhaları aldı. Onlardaki yazıda, Rabblerinden korkanlar için yol
gösterme ve rahmet vardı.» (el-A'râf, 154.)
Ayet-i kerimede geçen «Onlardaki yazıda» sözünü bazı kimseler, Tevrat levhalarının
kırılmış olduğuna dair bir delil kabul etmişlerdir. Ancak bunun bir delil olması, kesin
değildir. Bu lafızda, levhaların kırıldığına dair bir delil görülmemektedir. Doğrusunu Allah
bilir.
Fitnelerden bahseden bir hadiste İbn Abbas şöyle demiştir: İsrailoğullarmm buzağıya
tapmaları, onların denizden çıkmalarından sonra olmuştur. Buzağıya tapmak, onlardan
beklenmeyen bir şey değildir. Çünkü denizden çıktıktan sonra: «Ey Musa! Nasıl ki onların
tanrıları var, bizim için de bir tanrı yap.» demişlerdi.
Ehl-i Kitap kaynaklarında da böyle anlatılır. Kudüs taraflarına gelmeden Önce buzağıya
tapmaya başlamışlardı. İsrailoğulları, içlerinden buzağıya tapanları Öldürmekle
emrolunduklarmda; ilk günde 3000 kişiyi öldürmüşlerdi. Sonra Musa, bağışlanmaları için
Rabbine gitti. Rab-bi de, kutsal toprağa girmeleri şartıyla onları bağışladı.
«Musa, tayin ettiğimiz (buluşma) vakt(i) için kavminden yetmiş adam seçti. (Onlar Allah'ı
açıkça görmek istediler. Bunun üzerine) onları bir sarsıntı tutunca (hepsi baygın düştüler.
Musa) dedi ki: "Rabbim, dileseydin bunları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden
bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helak mı edeceksin? Bu iş senin imtihanından
başka birşey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin. Seti bizim
velîmizsin,bizi bağışla, bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! Bize bu dünyada da iyilik
yaz. Ahirette de. Biz sana yöneldik.»
(Allah) buyurdu ki: «Azabıma dilediğimi uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu,
korunanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.» Onlar ki, yanlarındaki
Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçi'ye, o ümmi peygamber'e uyarlar. O (peygamber)
ki,kendilerine iyiliği emreder, kötülükten kendilerini men'eder; onlara güzel şeyleri helal,
çirkin şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarmdaki zincirleri kaldırıp atar. Ona
inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura
uyanlar. İşte felaha erenler onlardır. (el-A'râf, 155-157.)
Süddî ve îbn Abbas'm anlattıklarına göre Musa'nın seçmiş olduğu yetmiş
kişi,İsrailoğullarımn bilginleriydiler. Beraberlerinde Musa, Harun, Yuşa', Nazab ve Ebiho da
vardı. Kavimlerinden olup buzağıya tapanlar namına Özür beyan edip af dilemek için Musa
(a.s.) ile beraber Tur-u Sina'ya gittiler. Gitmeden önce temizlenip gusletmek ve güzel koku
sürünmekle emrolundular. Tur dağına yaklaştıklarında dağın üstü bulutla kaplıydı. Bulutun
içinde nurdan bir sütun vardı. Musa, bu haldeyken dağa çıktı.[17]
İsrailoğuliarı dağda Allah'ın konuştuklarını duyduklarını soyle-mişiei'dir. Onların bu
sözlerine bir gurup tefsirci de katılmıştır. Cenâb-ı Allah'ın şu kavlini de buna yormuşlardır:
«Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten
sonra, bile bile onu değiştirirlerdi.» (ei-Bakara, 75.)
Yalnız yukarıdaki ayeti, bu manaya yormak zorunlu değildir. Çünkü bir ayette Cenâb-ı Allah
şöyle buyurmuştur: «Sonra ona eman ver ki Allah'ın sözünü işitsin.» (et-Tevbe, 6.) Yani
tebliğciden işitsin. İşte İsrailoğulları da Allah'ın sözlerini, tebliğdi Musa'dan işitmişlerdi.
Ayrıca İsrailoğulları, Musa'nın seçtiği yetmiş kişinin Allah'ı gördüklerini sanmışlardı. Bu da
onların yanlışlıklarından biridir. Çünkü onlar, Allah'ı görmek istediklerinde bir sarsıntıya
yakalanmışlardı. Nitekim Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:
«Bir zaman da: "Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız." demiştiniz de
derhal sizi yıldırım çarpmıştı; siz de bunu görüyordunuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi
ölümünüzün ardından
tekrar dİriltmİŞtîk.» (el-Bakara, 55-56.)
«Onları bir sarsıntı tutunca (hepsi baygın düştüler. Musa) dedi ki: «Rabbim! Dileseydin
bunları da beni de daha önce helak ederdin.» (el-A'râf,155.)
Muhammed b. îshak dedi ki: Musa, îsrailoğullarından iyilikleri sırasına göre yetmiş kişi
seçti. Sonra onlara şöyle dedi: «Hemen Allah'a gidin. Yaptıklarınızdan ötürü O'na tevbe
edin. Ardında bıraktığınız kavminizin bağışlanmasını da dileyin. Allah'ın huzuruna
çıkmadan önce oruç tutun, yıkanıp temizlenin. Elbiselerinizi de yıkayıp temizleyin.»
Rabbinin belirlediği vakitte huzuruna çıkmaları için, onları Tur dağına götürdü. Rabbinin
izni ve bilgisi olmadan Musa, Tur dağına gitmezdi. O yetmiş kişi, Musa'dan Allah'ın
konuşmasını işitmek istediler. Musa da, 'Yaparım." dedi. Dağa yaklaşınca dağı bir bulut
kapladı. Musa daha da yaklaştı. Bulutun içine girdi ve beraberindekile-re: "Yaklaşın."
dedi. Rabbi kendisiyle konuştuğunda alnına parlak bir nur gelirdi. Ademoğullarmdan hiç
biri, ona bakacak gücü kendinde bulamazdı. Bu defa da Rabbiyle konuşurken kendisiyle
beraberindeki arkadaşlarının arasına perde konuldu. Beraberindekiler dağa yaklaştılar.
Nihayet bulutun içine girdiler. Hemen secdeye kapandılar. Cenâb-ı Allah'ın Musa'ya
söylediklerini duydular. Ona: «Şunu yap, bunu yapma» şeklinde emir ve yasaklar veriyordu.
Cenâb-ı Allah konuşmasını tamamlayanca bulut açıldı. Musa, arkadaşlarına yöneldi.
Yanlarına geldi. «Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız!» dediler. Bunun
üzerine onları sarsıntı yakaladı.Kendilerini yıldırım çarptı. Canları telef oldu. Topluca
Öldüler. Bunun üzerine Musa, Rabbine yalvarıp yakararak şöyle dedi: «Rabbim! Dileseydin,
bunları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından
ötürü bizi helak mi edeceksin?» Yani içimizden buzağıya tapan beyinsizlerin yaptıklarından
ötürü bizi sorguya çekme. Doğrusu biz, onların yaptıklarından uzağız.
İbn Abbas, Mücahid, Katade ve İbn Cüreye dediler ki: Cenâb-ı Allah'ı açıkça görmek
isteyen İsrailoğulları bir sarsıntıya yakalandılar. Çünkü onlar, kavimlerini buzağıya
tapmaktan menetmemişlerdi.
Musa: «Bu (iş) senin fitnenden başka birşey değildir.» dedi. Yani bu, senin imtihan edip
sınamandan başka birşey değildir. Bunu takdir eden de sensin. Buzağıya tapmalarını, onları
imtihan edip denemek için icad eden de sensin, dedi. «Önceden Harun, kendilerine: «Ey
kavmim! Andol-sun ki siz bununla fitneye düşürüldünüz (sınandınız).» demişti. Bu nedenle
Musa da, Rabbine şöyle demişti: «Onunla (sınamanla) dilediğim saptırırsın, dilediğine de
doğru yolu gösterirsin.» Hüküm ve irade senindir. Hüküm ve yargına mani olacak, karşı
duracak kimse yoktur. «Sen bizim velimizsin, bizi bağışla. Bize acı! Sen bağışlayanların en
iyisisin! Bize bu dünyada da iyilik yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.» (ei-A'râf, 155-156)
Tevbe edip sana yöneldik. (Allah) buyurdu ki: «Azabıma, dilediğimi uğratırım. Rahmetim
ise, her şeyi kuşatmıştır.» Yaratıp takdir ettiğim işlerden biri ile dilediğim kimseyi azabıma
çarptırırım. «Rahmetim ise, herşeyi kuşatmıştır.» Nitekim Buharî ile Müslim'in sahihlerinde
yer alan bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Cenâb-ı Allah göklerle yeri
yaratma işini tamamladıktan sonra bir yazı yazdı. Bu yazı, O'nun yaranda ve Arş'm
üstündedir.» «Doğrusu, benim rahmetim, gazabıma üstün gelmiştir!» «Onu (rahmetimi)
korunanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım. Onlar ki o elçiye ve
ümmî peygambere uyarlar.»
Bu ifadelerle Cenâb-ı Allah, Hz. Muhammed ile ümmetinin şanını yücelttiğini, Musa
(a.s.)'ya duyurmuş olmaktadır. Yaptığı özel ve genel hitaplarla bunu Musa'ya duyurmuştur.
Katade'nin anlattığına göre Musa demiş ki: 'Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir
ümmetten bahsedildiğini görmekteyim. Bunun, insanlar için çıkarılmış olan en hayırlı bir
ümmet olduğu, iyiliği emredip kötülüğü menettiği anlatılıyor. Rabbim, bunları benim
ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki: "Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunun en son yaratılacak ama Cennet'e de ilk girecek ümmet olduğu
anlatılıyor. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar,
Ahmed'in ümmetidir." Musa demiş ki: "Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir
ümmetten bahsedildiğini görmekteyim. Bunların incillerinin (kitaplarının) göğüslerinde
(hıfz edilmiş olup) okudukları; kendilerinden önceki ümmetlerinse, kitaplarına bakarak
yüzünden okudukları, kitap ortadan kalkınca da hafızalarında kalmadığı için onu
okuyamadıkları ve hükmünü bilmedikleri, bunlaraysa Allah'ın, Önceki ümmetlere vermediği
hıfzetme melekesi verdiği, bu sayede kitaplarını ezberleyerek okudukları anlatılıyor.
Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in
ümmetidir!"
Musa demiş ki: «Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunlar ilk kitaba da, son kitaba da inanıyorlar. Sapıklığın liderleriyle
savaşıyor,hatta kör gözlü Deccal'ı da öldürüyorlar. Daha doğrusu, böyle yapacakları
anlatılıyor. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar,
Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki: «Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunların, sadakalarını kendileri yedikleri halde sevap kazanacakları
anlatılıyor. Oysa kendilerinden Önceki ümmetlerden bir kimse bir sadaka takdim ettiğinde,
sadakası kabul edilince Cenâb-ı Allah bir ateş gönderir ve o ateş, sadakayı yakıp yok
edermiş. Ama sadakası kabul edilmediği takdirde, sadakası olduğu gibi terkedilir;
canavarlarla kuşlar o sadakayı gelip yerlermiş. Allah, bu ümmetin zenginlerinden sadakaları,
zekatları aldırıp yoksullarına ver-dirirmiş. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı
Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki: "Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunlardan biri, bir iyilik yapmaya niyetlenir de sonra (herhangi bir sebepten
dolayı) o iyiliği yapmazsa, ona ondan 700'e kadar sevap yazıhrmış. Rabbim, bunları benim
ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş:" Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki:" Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Hem kendilerinin şefaatçi olacakları, hem de kendileri için şefaatte
bulunulacağı anlatılıyor. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı
vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir!" Anlatıldığına göre Musa (a.s.), bundan sonra elindeki
levhaları yere atarak: "Allah'ım! Beni de Ahmed'in ümmetinden kıl!" demiş.
Birçok kimse, Musa'nın Rabbiyle yaptığı konuşmadan bahsederken asılsız olan bir çok
nakillerde bulunmuşlardır. Biz burada Allah'ın yardım ve tevfîki ile, bu konuda hadîs ve
eserlere dayak nakillerde bulunacağız. Allah'ın yardımı, hidayeti ve desteği ne güzeldir.[18]
İbn Hıbban'm, "Sahih'mde yer alan bir hadiste, Muğire b. Şube, Hz. Peygamberin şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Musa (a.s.), onur ve üstünlük sahibi Rabbine sordu:
- Cennetliklerin en düşük dereceli olanı kimdir?
- Öyle bir adamdır ki, Cennetliklerin tamamı Cennet'e girdikten sonra o gelir. Ona:
"Cennet'e gir." denilir. O da sorar: "Nasıl gireyim ki? Herkes yerini almış ve konağına
yerleşmiş!" Ona denilir ki: "Dünya hükümdarlarından birinin mülkü kadar Cennet'ten sana
yer verilmesine razı olur musun?". "Evet, ey Rabbim." der. Ona şöyle denilir: "Sana bu
verildi. Bir bu kadarı daha verildi." "Ey Rabbim, razı oldum!" der. Yine kendisine denilir ki:
"Bununla birlikte sana, nefsinin arzuladığı, iştahının çektiği ve gözlerinin lezzetlendiği
şeylerle birlikte verilmiştir. (Musa peygamber) Rabbinden sordu:
- Cennetliklerin en üst dereceli olanı kimdir?
- Onları sana anlatacağım. Onların keramet (ve şeref) lerini kendi elimle diktim. Üzerini
mühürledim.Onlar için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, beşerin kalbinden
geçmediği (nimetler) vardır."»
Bunu şu ayet-i kerime de teyid ediyor: «Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler
aydınlatıcı (nimetler)in saklandığını hiç kimse bilemez!» (es-Secde,17.)
Yukarıdaki hadisi, Müslim ile Tirmizî, İbn Ömer'den, o da Süfyan b. Üyeyne'den rivayet
etmiştir. Müslim'in lafzı şudur: «Cennetliklerin tamamının Cennet'e girip konaklarına
yerleşmelerinden sonra gelen düşük dereceli Cennetlik adama denilir ki: "Dünya
hükümdarlarından birinin mülkü kadar sana verilmesine razı olur musun?" O da: "Razı
oldum, Rabbim." der. Kendisine: "Sana o kadar, bir o kadar daha, bir o kadar daha ve bir o
kadar daha verildi." denir. Beşinci defa "Bir o kadar daha..." denildiğinde : "Razı oldum,
Rabbim." diyecektir. Bu kez ona şöyle denilecektir: "Sana on o kadar, ayrıca iştahının
çektiği ve gözünün lezzetlendiği şeylerde verildi." "Razı oldum, Rabbim." diyecektir. (Musa
peygamber, Rabbine) dedi ki:
- "Cennetliklerin en üst dereceli olanı kimdir?"
- "Onlardır ki şeref ve itibar (fidanlarını kendi elimle diktim, üzerini mühürledim. Onlar için
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği,be-şerin kalbinden geçmediği (nimetler) vardır."»
Bunu şu ayet-i kerime de doğrulamaktadır: «Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler
aydınlatıcı (nimetler)in saklandığını hiç kimse bilemez!»[19]
İbn Hibban, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Musa, onur ve üstünlük sahibi olan Rabbine altı özellik sordu. Bunların sadece kendisinde
bulunduğunu sanıyordu. Sorduğu yedinci özelliği ise sevmiyordu. Demişti ki: 'Ya Rab!
Hangi kulun daha takvah-dır?" "Zikreden ve asla unutmayandır." "Hangi kulun daha doğru
yoldadır?" "Hidayete tabi olandır." "Hangi kulun daha iyi hüküm verendir?" "Kendi nefsi
için hüküm verdiği gibi insanlar için de aynıyla hüküm verendir." "Hangi kulun daha
bilgilidir?" "İlimden doymayan alimdir ki insanların bilgilerini kendi bilgisine katar."
"Hangi kulun daha güçlüdür?" "Gücü yettiğinde bağışlayandır." "Hangi kulun daha
zengindir?" "Kendisine verilene razı olup onunla yetinendir." "Hangi kulun daha
yoksuldur?" "Azımsayan kimsedir. (Kendisine verileni az görüp daha fazlasını
isteyendir)."»
Rasûlullah (s.a.v.) da bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: «Zenginlik, mal çokluğuyla
değildir. Zenginlik, ancak gönül zenginliğiyledir. Allah bir kul için hayır dilediğinde, onun
zenginliğini gönlüne, takvasını da kalbine yerleştirir. Bir kul için de kötülük dilediğinde,
onun yoksulluğunu gözlerinin önüne koyar.»[20]
İbn Abbas'tan gelen bir başka rivayette de aşağı yukarı aynı ifadelere rastlanmaktadır. Yalnız
bu rivayette anlatıldığına göre Musa (a.s.), Rabbine şöyle sormuş: 'Ya Rab! Hangi kulun
daha bilgilidir?" "Kendisini doğru yola iletecek, ya da kötülükten uzaklaştıracak bir
kelimeyi bulma ümidiyle insanların ilmini kendi ilmine katandır." "Ya Rab! Yeryüzünde
benden daha bilgili bir kimse var mıdır?" "Evet, Hızır (a.s.) senden daha bilgilidir. Onu
bulmanın yolunu sorup araştır,"»
Musa ile Hızır'ın buluşmalarını ve arkadaşlık edişlerini inşaallah ileride anlatacağız.
Güvencimiz ve dayanağımız, Cenâb-ı Allah'tır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'den naklen Hz. Peygam-ber'in şöyle dediğini
rivayet etti: «Musa (a.s.): "Ey Rabb! İnanmış kulunun rızkı dünyada neden kısılmıştır?" diye
sormuştu. Cenâb-ı Allah da Cennet kapılarından birini ona açmış, Musa da oraya bakınca
(Allah Teâlâ) demiş ki: "Ey Musa! İnanmış kulum için işte bunları hazırladım!" Bunun
üzerine Musa şöyle demiş: "Ey Rabbim! Senin onur ve üstünlüğüne andolsun ki, inanmış
kulun, akıbetinin böyle olacağını bilse; yaratıldığı günden kıyamet gününe kadar elleriyle
ayaklan kopmuş olarak yüzüstü sürünse bile asla gam yemez!"
Sonra Musa yine şöyle sormuş: "Ey Rabbim! İnkarcı kulunun lizkı dünyada neden
genişletilmiştir?" Musa'nın bu sorusu üzerine Cenâb-ı Allah Cehennem kapılarından birini
ona açmış ve: "Ey Musa! İnkarcı kulum için işte bunları hazırladım!" demiş. Musa da şöyle
cevap vermiş: "Senin onur ve üstünlüğüne andolsun ki, inkarcı kulun, akibetinin böyle
olacağım bilse; yaratıldığı günden kıyamet gününe kadar bütün dünya kendisinin olsa yine
onda bir hayır görmez!"» Bu hadisin şahinliği üzerinde tartışılabilir. Doğrusunu Allah bilir.
İbn Hibban, Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Musa dedi ki: "Ya Rab! Bana öyle birşey öğret ki, onunla seni anayım ve onunla sana dua
edeyim." Allah buyurdu ki: "Ey Musa! "Lâ ilahe illallah" de." Musa: "Ya Rab! Bütün
kulların bunu söylüyor." deyince, Allah dedi ki: "Lâ ilahe illallah"de. Bunun üzerine Musa
şöyle dedi: "Sadece bana mahsus birşey istiyorum." Allah buyurdu M: "Ey Musa! Yedi kat
gök ile yedi kat da yerde bulunanlar bir kefeye, "lâ ilahe illallah" sözü de karşı, kefeye
konulursa, "lâ ilahe illallah" sözünün bulunduğu kefe ağır gelir!"»
Sünende rivayet edilen şu aşağıdaki hadis-i şerifte mana bakımından bunu teyid ediyor:
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: "Duaların en faziletlisi arefe duasıdır. Benim ve
benden önceki peygamberlerin söylediklerinin en faziletlisi şudur: "Allah'tan başka tanrı
yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk (hükümranlık) O'nundur. Övgü O'nadır. O, her şeye güç
yetirendir."
Ayet'el-Kürsî'nin tefsirini yaparken İbn Ebi Hatim dedi ki: Ahmed b. Kasım, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etti: İsrailoğulları, Musa'ya: "Rabbin hiç uyur mu?" diye sordular.
Musa da: "Böyle bir soru sormak hususunda Allah'tan korkun!" dedi. Onur ve üstünlük
sahibi olan Rabbi ona seslendi: "Ey Musa! Rabbinin uyuyup uyumadığını sana sordular.
Öyle mi? Şu halde her eline bir şişe al. Bu gece uyumadan ayakta bekle!" Musa, emredileni
yaptı. Gecenin üçte biri geçince uyukladı, şişeler, dizlerine düştü; hemen ayılıp şişeleri
yeniden ele aldı. Gecenin sonu olduğunda yine uyukladı; şişelerin ikisi de yere düşüp kırıldı.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Ey Musa! Eğer ben uyursam, göklerle yer düşer ve elindeki
şişeler gibi kırılıp yok olurlar!"»
İbn Abbas der ki: İşte bunun üzerine Cenâb-ı Allah, rasûlüne âyet el-Kürsî'yi indirdi.
İbn Cerir, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)in minberdeyken
Musa (a.s.)'yı anlatma sadedinde şöyle dediğini işittim: "Musa (a.s.), Aziz ve Celil olan
Allah'ın uyuyup uyumadığını düşünmüştü. Cenâb-ı Allah ona bir melek gönderdi. Melek
onu üç gece uykusuz bıraktı. Sonra her bir eline bir şişe tutuşturdu; onları muhafaza
etmesini istedi. Fakat Musa uyumaya başladı. Elleri bir birine değince, şişelerin şmgırtısıyla
uyanıyor ve ellerini (tabii ki şişeleri de) birbirinden uzaklaştırıyordu. Fakat sonunda öyle bir
uykuya daldı ki, elleri birbirine çarpıldı, tabii ki şişeler de kırıldı. Bunun üzerine Cenâb-ı
Allah ona şöyle bir misal verdi: "İşte ben de uyursam, göklerle yer, yerlerinde durmazlar!"»
Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: "Bir zaman da sizin sözünüzü almış, üzerinize dağı
kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı hatırlayın ki, (azabımızdan)
korunasınız." demiştik. Arkasından yine dönmüştünüz; eğer Allah'ın size iyiliği ve
merhameti olmasaydı, elbette ziyana uğrayanlardan olurdunuz." (ei-Bakara, 63-64.)
«Bir zaman da üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık; üstlerine düşecek sanmışlardı:
"Size verdiğimiz (kitabı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayıp yapın ki (azabımızdan)
korunasmız!" (demiştik),(el-A'râf,171.)
İbn Abbas ile selef ulemasından bazıları dediler ki: Musa, Tevrat'ın yazılı olduğu levhaları
îsraiîoğullanna getirdiğinde, o levhalarda yazılı bulunan hükümleri kabullenmelerini, onu,
azim ve kuvvetle tutmalarını emretti. Onlar ise: "Aç da görelim. Emir ve yasakları kolaysa
kabul ederiz." dediler. Musa: "İçindeki şeylerle birlikte bu levhaları kabul edin." dedi.
Defalarca onunla tartıştılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah meleklere emir verdi. Üzerlerine
dağı bir gölge (bulut) gibi kaldırdılar. Tevrat'ı kabul etmezlerse, dağı üzerlerine
bırakacaklarını söylediler de kabul ettiler. Secde etmeleri emredildi, secde ettiler. Yüzlerinin
yan tarafıyla dağa bakıyorlardı. O secdeden sonra Yahudiler, "Azabı üzerimizden kaldıran
secdemizden daha muazzam bir secde yoktur." demeyi âdet haline getirdiler.
Süneyd b. Davud, Ebu Bekr b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Musa, Tevrat'ın
levhalarını açınca yeryüzündeki dağlarla taşlar ve ağaçların hepsi titreyip sarsıldılar. Bu
nedenle irüi ufaklı bütün Yahudiler, Tevrat okunurken mutlaka titreyip başlarını sallarlar."
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "(Bu büyük olayı ve ulu ahdi müşahede ettikten) sonra yine
dönmüştünüz. (Ahdinizi bozmuştunuz). Eğer Allah'ın size (peygamberler gönderip kitaplar
indirerek) iyiliği ve merhameti olmasaydı, elbette ziyana uğrayanlardan olurdunuz." [21]
İsrailoğullarının İneği
Yüce Allah buyuruyor ki: «Musa, kavmine: "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor."
demişti. "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım."
dedi. "Bizim için Rabbine dua et, onun ne olduğunu bize açıklasın." dediler. Dedi ki: "O
diyor ki: O (inek) ne yaşlı, ne de körpe, ikisinin ortasında bir inektir! Haydi, size emredile- ,
ni yapın." Dediler ki: "Bizim için Rabbine dua et, renginin nasıl oduğunu bize açıklasın."
Dedi: "O diyor ki: "Rengi parlak, sarı bir inektir; bakanlara sevinç verir." "Bizim için
Rabbine dua et, onun nasıl birşey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere)
benzer geldi. Ama Allah dilerse mutlaka (emredileni yapmağa) yol buluruz." dediler. Dedi:
"O şöyle diyor: O, henüz boyunduruk altına alınmamış bir inektir. Yeri sürmez, ekin
sulamaz. Salma (çifte koşulmamış), hiç alacası yok." "İşte şimdi gerçeği getirdin." deyip
ineği boğazladılar. Az daha yapmayacaklardı. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun
hakkında birbirinizle atışmış tınız; Oysa Allah, gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı. Onun için
"(ineğin) bir parçasıyla o (öldürüle) ne vurun." demiştik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir.
Size ayetlerini gösterir ki düşünesiniz.» (el-Bakam, 67-73)
İbn Abbas'm anlattığına göre İsrailoğullarmdan yaşlı ve çok zengin bir adam varmış.
Çocukları olmayan bu adamın kardeşi oğulları varmış. Mirasına konmak için ölümünü
istiyorlarmış. Bir gece, kardeşi oğullarından biri gidip ihtiyarı öldürmüş.ve cesedini yol
kavşağına ya da yakınlarından birinin kapısının önüne bırakmış.
Sabah olunca, ihtiyarı kim öldürdü diye birbirlerine düşmüşler. Öte yandan katil, feryad-ü
figan ederek kalabalığın yanına sokulmuş ve: "Niye birbirinize düşüyorsunuz? Davanızı
halletmesi için Allah'ın peygamberine gitsenize!" demiş. Maktulün kardeşi oğlu, amcasının
durumunu Hz. Musa'ya gidip haber vermiş. Katilin yakalanması için şikayette bulunmuştu.
Bunun üzerine Hz. Musa: "Maktulün durumu hakkında bilgisi olan, Allah aşkına gelip bize
yardımcı olsun!" demişti. Kimsenin bu hususta ona verecek bilgisi yoktu. Bu davanın
çözümü için Rabbine müracaat etmesini istediler. O da bunu Rabbine sordu. Rabbi de
Musa'ya, bir inek kesmeleri için İsrailoğullarına emir vermesini söyledi. Musa dedi ki:
"Allah size, bir inek kesmenizi emrediyor." "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. Biz sana
bu maktulün durumunu soruyoruz. Sen ise kalkmış, bize bunu söylüyorsun! Musa:
"Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım." dedi. Bana vahye dilenden başkasını söylemekten
Allah'a sığınırım, dedi. Sormamı istediğiniz meseleyi kendisine sorduğumda, Rabb'imin
bana söylediği budur."
İbn Abbas ile diğerlerinin dediklerine göre İsrailoğulları, bir inek kesmekle
emrolunduklarında herhangi bir ineği tutup kesmiş olsalardı, ilahî emri yerine getirmiş
sayılacaklardı. Fakat onlar, işi inceledikçe Allah da kendilerine o işi zorlaştırdı.[22]
İneğin evsafım, sonra rengini, daha sonra yaşım sordular. Sordukça da bulunması zor olan
bir inek olduğu, onlara cevap olarak verildi. Bütün bunları, İbn Kesîr tefsirinde anlatmıştık.
Aslında onlar, orta yaşta bir inek kesmekle emrolunmuşlardı. Ama onlar peşine düşüp, işi
kendileri için zorlaştırdılar. Rengini sordular. Renginin kırmızıya yakın parlak bir san
olduğu ve bakanları sevindirdiği bildirildi. Bu renkte bir inek bulmak, zordu. Sonra işi daha
da zor-laştırdılar: «Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın.
Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi. Ama Allah dilerse mutlaka (emredileni
yapmaya) yol buluruz.» dediler.
İbn Ebi Hatîm ile İbn Merdeveyh'in rivayet ettikleri şu hadisin sa-hihliği tartışma
konusudur: «îsrailoğulları (yukarıdaki ayet-i kerimede) "Allah dilerse..." demeselerdi, o inek
(i bulma imkanı) kendilerine verilmezdi.» Bu hadisin sahih olup olmadığını ancak Allah
bilir.
(Musa) dedi: «O şöyle diyor: O, henüz boyunduruk altına alınmamış bir inektir. Yeri
sürmez, ekin sulamaz. Ayıplardan salim, hiç alacası yoktur.» «İşte şimdi gerçeği getirdin.»
deyip ineği boğazladılar; az daha yapmayacaklardı.
İneğin bu ayette anlatılan vasıfları, önceki ayetlerde anlatılan vasıflardan daha zor, yani
rastlanması çok zor olan vasıflardır. Çünkü bu ayette anlatıldığına göre İsrailoğulları,
boyunduruk altına alınmamış, yeri sürmeyen, ekin sulamayan, ayıbı bulunmayan, alacasız
olan bir inek kesmekle emrolunmuşlardır. Musa, onlara bu evsafı anlatınca, «İşte şimdi
gerçeği getirdin.» demişlerdi.
Denilir ki: îsrailoğulları bu evsaftaki bir ineği çok aramışlar; sonunda, babasına çok iyi
davranan bir adamın yanında bulmuşlar. Ondan is-temişlerse de o, vermeye yanaşmamış.
Fakat fiyatını yükselterek ineği vermeye onu razı etmişler. Süddî'nin anlattığına göre ineğin
ağırlığınca altın vermişlerse de satmaya yanaşmamış; ama ağırlığının on misli altın
verdiklerinde satmaya razı olmuş. Onlar da ineği böylece satın almışlar. Allah'ın peygamberi
Musa, ineği kesmelerini emretmiş. «İneği boğazladılar. Az daha yapmayacaklardı.» Yani o
hususta tereddüde düşmüşlerdi.
Sonra Allah'ın emri üzerine Musa, boğazladıkları ineğin baldır etini ya da kıkırdağını, yahut
boyun dibindeki bir parça etini, maktulün cesedine vurmalarını söyledi. Vurunca da Cenâb-ı
Allah, maktulü diriltti. Ayağa kalktı; şah damarından kanlar sızıyordu. Musa (a.s.), ona:
«Seni kim öldürdü?» diye sorunca ihtiyar: «Kardeşim oğlu beni öldürdü.» dedi ve tekrar
düşüp Öldü, eski haline döndü![23]
«İşte Allah böylece ölüleri diriltir; size ayetlerini gösterir ki düşüne-siniz.»
Müşahede ettiğiniz gibi, Cenâb-ı Allah bu maktulü kendi emriyle nasıl dirilttiyse, aynı
şekilde diğer ölüleri de diriltir. Onları diriltmek isteyince, bir anda onları diriltir.
«Sizin yaratılmanız ve diril tümeniz, bir tek kişi (nin yaratılıp diriltilmesi) gibidir.»
(Lokman, 28.) [24]
Musa Île Hızır'ın Kıssası
Yüce Allah buyurdu ki: «Musa, uşağına demişti ki: "Durmadan (yürüyerek) iki denizin
birleştiği yere varacağım veya üzün bir zaman yürüyeceğim." İkisi (yürüdüler), iki denizin
birleştiği yere varınca balıklarını unuttular, (balık) sıyrılıp denizde yolunu tuttu. (O belirtilen
yeri) geçip gittiklerinde (Musa) uşağına: "Kuşluk yemeğimizi bize getir(de yiyelim),
andolsun, bu yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk çektik." dedi. (Genç):"Gördün mü?" dedi.
"Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu söylememi, bana ancak şeytan unutturdu.
(Balık), şaşılacak şekilde denizin içinde yolunu tut (up git) ti!"
(Musa): "İşte aradığımız o idi." dedi. Tekrar izlerim takib ederek geriye döndüler, (kayaya
vardılar. Orada) kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik
ve ona katımızdan bir ilim Öğretmiştik. Musa ona: "Sana öğretilenden, bana doğruyu
bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi. (O da):
"Sen benimle (beraber bulunmaya) sabredemezsin." dedi. "Sana bildirilmeyen birşeye nasıl
dayanabilirsin?" (Musa): "İnşaallah" dedi. "Beni sabredici bulursun. Senin emrine karşı
gelmem." (O kul): "O halde" dedi. "Eğer bana tabi olursan ben sana anlatmcaya kadar
(yaptığım) hiçbir şey hakkında bana soru sorma."
Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman gemiyi deliverdV(Musa):
"Halkını boğmak için mi gemiyi deldin? Hakikaten sen müthiş bir iş yaptın!" dedi. (O kul):
"Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın demedim mi?" dedi. (Musa): "Unuttuğum
şeyden ötürü beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma." dedi. Yine
yürüdüler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rastladılar. (O kul) hemen onu öldürdü. (Musa): "Bir
can karşılığı olmadan temiz bir canı öldürdün ha? Doğrusu sen, çirkin bir iş yaptın!" dedi.
(O kul): "Ben sana demedim mi, benimle beraber bulunmaya dayanamazsın?" dedi. (Musa)
dedi ki: "Eğer bundan sonra (bir daha) sana birşey sorarsam, artık bana arkadaş olma. (O
zaman) benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır. (Artık benden ayrılmakta mazur sayılırsın.)"
Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. (Köy halkı) onları
ağırlamaktan kaçındılar; Derken orada yıkılmaya meyleden (yıkılmak üzere olan)bir duvar
buldular. Hemen onu doğrulttu. (Musa): "İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın." dedi.
"îşte, dedi. Bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. (Şimdi) sana sabredemediğin şeylerin
içyüzünü haber vereceğim. O (yaraladığım) gemi, denizde çalışan yoksullarındı. Onu
kusurlu yapmak istedim. Çünkü onların ilerisinde her (sağlam) gemiyi, zorla alan bir kral
vardı.
Çocuğa gelince: Onun anası babası mü'min insanlardı. Bunun, onlara azgınlık ve küfür
sarmasından (isyanıyla onlan şerre sürüklemesinden) korktuk. İstedik ki Rableri onun yerine
kendilerine ondan daha temiz, daha merhametli birini versin. Duvar ise, şehirdeki iki yetim
çocuğun idi. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi
ki onlar (büyüyüp) güçlü çağlarına ersinler. Ve Rab-binden bir rahmet olarak hazinelerini
çıkarsınlar. Bunları ben kendiliğimden yapmadım. îşte senin sabredemediğin şeylerin iç
yüzü!» <ei,Kehf,60-82.)
Ehl-i Kitaptan bazıları dediler ki: Hızır'ın yanına giden Musa, Musa b. Mensa b. Yusuf b.
Yakub b. İshak b. İbrahim Halil'dir. Ehl-i Kitap kaynaklarından alıntılar yapan bazı kimseler
de bu görüşe katılmışlardır. Nevf b. Fizale el-Himyerî eş-Şamî el-Bikalî, bunlardan biridir.
Bunun Şamlı olduğu söylenir. Anası, Kabü'l-Ahbar'm zevcesidir.
Fakat doğru olan, Kur'ân aj'etlerinin ifade ettiğidir. Şahinliğinde ittifak edilen bir hadisin
açık ifadesi de şudur: "O, İsrailoğullanmn peygamberi, İmranoğlu Musa'dır."
Buharı, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğim rivayet eder: îbn Abbas'a dedim ki: "Nevf el-Bikalî,
Hızır'la arkadaşlık eden Musa'nın, İsrailoğullarının Musa'sı olmadığım iddia ediyor." İbn
Abbas dedi ki: "Allah'ın düşmam (Nevf) yalan söylüyor! Çünkü Ubeyy b. Ka"b, Hz. Peygamber'in
şöyle dediğini işittiğini bana söyledi: «Musa, İsrailoğullanna hitab etmek üzere
ayağa kalktı. Kendisine, "İnsanların hangisi daha çok bilgilidir?" diye soruldu. "Benim."
diye cevap verdi. İlmin ancak Allah'a ait olduğunu söylemediği için, Cenâb-ı Allah onu
kınadı ve şöyle vahyetti: "İki denizin birleştiği yerde bir kulum var ki, o, senden daha çok
bilgilidir." Musa: "Ya Rab! Ben ona nasıl giderim?" diye sordu. Cenâb-ı Allah buyurdu ki:'
Yanma bir balık al. Onu zenbil içine koy. Balığı nerede kaybedersen o kulum da oradadır."
Musa bir balık alıp bir zenbilin içine koydu. Sonra Yuşa1 b. Nun adındaki bir gençle birlikte
yola koyuldu. Nihayet bir kayanın yanma vardılar. Başlarım kayanın üstüne koyup uyudular.
Zenbilin içindeki balık hareketlendi. Oradan çıkıp denize düştü. Suların üstünden sıyrılarak
denizde yol almaya başladı. Cenâb-ı Allah suyu tutmuş; balık, suyun altına inmemiş, suların
üzerinden kayıp gitmişti. Genç uykudan uyandığında, balığın kaybolduğunu Musa'ya
bildirmeyi unuttu. Günün kalan kısmında ve o gece yollarına devam ettiler. Ertesi sabah
olunca Musa, uşağına dedi ki: "Kuşluk yemeğimizi bize getir (de yiyelim). An-dolsun, bu
yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk çektik." dedi.
Musa, Allah'ın kendisine, varmasına emrettiği yeri geçinceye kadar yorulmamıştı. Uşağı
kendisine şöyle demişti: «Gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu
söylememi, bana ancak şeytan unutturdu. (Balık), şaşılacak şekilde denizin içinde yolunu
tut(up git)ti.» Balık, sularm üstünden sıyrılarak gitmişti. Musa ile uşağı da buna şaşmışlardı.
Musa, uşağına şöyle demişti: «İşte aradığımız o idi.» Tekrar izlerini takib ederek geriye
döndüler. (Kayaya vardılar).» Orada, elbisesine bürünmüş bir adamla karşılaştılar. Hızır:
Neredensin? selam sana, dedi. Musa da: «Ben, Musa'yım» dedi. "İsrailoğullarmm Musa'sı
mı?" diye sordu. Musa şöyle cevap verdi:. «Evet. Doğruyu bulmama yardım edecek ilmini
bana öğretmen için sana geldim.» Hızır: «Benimle beraber olmaya sabredemezsin.» Ya
Musa! Ben, Allah katından bana verilen bir bilgiye sahibim. Sen onu bilemezsin. Sen de
Allah katından verilen ve benim bilmediğim bir bilgiye sahipsin, dedi. Musa: «înşaallah
beni sabreden biri olarak bulacaksın. Hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim.» dedi. Hızır ona
şöyle dedi: «O halde eğer bana tabi olursan, ben sanaanlatmcaya kadar (yaptığım) hiç birşey
hakkında bana soru sorma.»'Bunun üzerine yürüdüler.
Deniz kıyısında yürüyorlardı. Yanlarından bir gemi geçiyordu. Kendilerini de gemiye
almalarını söylediler. Gemi mürettebatı Hızır'ı tanıdılar. Ücretsiz olarak onları gemiye
aldılar. Gemiye biner binmez Hızır, geminin tahtalarından birini keserle söktü. Musa ona
dedi ki: Adamlar bizi ücretsiz olarak gemiye aldılar. Sen de gemilerini deldin! «Halkını
boğmak için mi (böyle yaptın?!.) Hakikaten sen müthiş bir iş yaptın!»
Hızır: «Sen benimle beraber bulunmaya dayanamazsın demedim mi?» (Musa): «Unuttuğum
şeyden ötürü beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma.» dedi. Musa (a.s.),
sözünü ilk olarak unutmuştu. O esnada bir serçe gelip geminin kenarına kondu. Gagasıyla
denizden bir damla su aldı. Hızır, Musa'ya dedi ki: «Allah'ın ilmi karşısında ikimizin ilmi,
şu serçenin gagasıyla denizden aldığı bir damla su kadardır!» Böyle dedikten sonra gemiden
çıktılar. Deniz kıyısında yürümeye başladılar. Yürürken, çocuklarla oynamakta olan bir
oğlana rastladılar. Hızır, oynamakta olan oğlanı yakalayıp kellesini çekti ve çocuğu öldürdü.
Musa: «Bir can karşılığı olmadan temiz bir canı Öldürdün ha? Doğrusu sen çirkin bir iş
yaptın!» dedi. (Hızır): «Ben sana demedim mi? Benimle beraber bulunmağa
dayanamazsın!» dedi.
Hızır'ın bu ikazı, öncekinden daha sertti.
(Musa) dedi ki: «Eğer bundan sonra (bir daha) sana birşey sorar»
sam, artık bana arkadaş olma. (O zaman) benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır. (Artık
benden ayrılmakta mazur sayılırsın.)» Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp
onlardan yemek istediler. (Köy halkı) onları ağırlamaktan kaçındı. Derken orada yıkılmak
üzere olan bir duvar buldular. (Hızır) hemen onu doğrulttu. (Musa) dedi ki: «(Bu kavim ki,
kendilerinden yemek istedik, bize yemek vermediler ve bizi konukla-madılar) isteseydin
(duvarı doğrultmana) karşılık bir ücret alırdın.» (Hızır) dedi İd: «İşte bu, benimle senin
aramızın ayrılmasıdır. (Şimdi) sana, s abre dem ediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.»
Hızır, ona, tuhaf bulduğu şeylerin gerekçelerini birer birer anlattı ve: «İşte, senin
sabredemediğin şeylerin içyüzü!..» dedi.
Bu kıssayla ilgili olarak Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: «Cenâb-ı Allah
ikisinin de kıssasını bize anlatıncaya kadar Musa'nın sabretmesini isterdik.»
Yine Buharî'nin, Süfyan b. Uyeyne'den yapmış olduğu bir rivayette şu ifadelere
rastlamaktayız: «Beraberindeki genç Yuşa' b. Nun ile birlikte Musa yola çıktı. Yanlarında bir
de balık vardı. Nihayet bir kayanın yanma vardılar. Orada mola verdiler. Musa, başım
kayanın üstüne koyup uyudu.»
Süfyan şöyle dedi: Kayanın dibinde âb-ı hayat denen bir su kaynağı vardı. İsabet ettiği her
şeye hayat verirdi. Zenbildeki balığa da o sudan gelen sızıntılar isabet etmişti. Balık
canlanıp zenbilden sıyrılmış ve denize girip gitmişti. Musa, uykudan uyandığında uşağına:
«Kuşluk yemeğimizi getir (de yiyelim). Andolsun, bu yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk
çektik.» dedi.
Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Bir serçe gelip geminin kenarına kondu. Gagasını denize daldırıp
bir damla su aldı. Onu gören Hızır, Musa'ya dedi ki: "Benim, senin ve bütün insanların ilmi,
Allah'ın ilmi karşısında şu serçenin gagasıyla denizden aldığı su kadardır!"
Buharı, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etti: İbn Abbas'm evinde oturmuş,
kendisiyle konuşuyorduk. Bir ara "Bana soru sorun." dedi. Dedim ki: "Ya Eba Abbasî'Allah
beni sana feda etsin. Kufe'de Nevf adında biri var. Bu adam, (Hızır'la buluşanın) İsrail
oğullarının Musa'sı olmadığım iddia ediyor!" İbn Abbas: "Allah'ın düşmanı (Nevf) yalan
söylemiştir.» dedi. Ve sözlerini şöyle sürdürdü: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah'ın elçisi
Musa bir gün halka vaaz etti. Öyleki halkın gözlerinden yaşlar boşaldı. Kalpleri yumuşadı.
Adamın biri yanına gelip: "Ey Allah'ın elçisi, yeryüzünde senden daha bilgili bir kimse var
mıdır?" diye sordu. Musa, "Hayır." dedi. İlmin Allah'a ait olduğunu söylemediği için Rabbi
onu kınadı ve kendisine: "Senden daha bilgili biri vardır." denildi. Musa sordu:
-Nerededir Ya Rab?
- İki denizin birleştiği yerde.
- Orayı bulmak için bana bilgi ver.
- Balığı kaybettiğin yerde onu bulacaksın. Yanma Ölü bir balık al. Balığın canlandığı yerde
onu bulucaksm.
Musa bir balık alıp zenbilin içine koydu. Uşağına: "Görevin, balığın senden ayrıldığı yeri
bana bildirmelidir." dedi. Uşağı da: «Şu halde fazla bir görevim yok.» dedi. Uşağının adı,
Nun oğlu Yuşa' idi. Musa, mola verdikleri rutubetli yerde kayanın gölgesinde uyumaktayken
zenbildeki balık canlanıp harekete geçmiş ve zenbilden çıkıp gitmiş. Uşağı da bu durumu
bildirmek için Musa'yı uykudan uyandırmamış, "Uyanınca söylerim." demişti. Ama
uyandığında da söylemeyi unutmuş. Balık, suların üstünden sıyrılıp gitmiş. Ama zenbilden
çıkarken üzerinden geçtiği kayada iz bırakmış. (Musa): "Andolsun, bu yolculuğumuzdan
(epey) yorgunluk çektik." dedi. Uşağı da: "Allah, yorgunluğu senden koparmıştır." dedi. Ve
balığın kaybolduğunu ona bildirdi. Geri dönüp kayanın yanma geldiler. Hızır'ı, denizin
ortasına serdiği yeşil bir keçenin üstünde uzanmış ve elbisesinin bir ucunu başının altına,
diğer ucunu ayaklarının altına atarak elbisesine bürünmüş vaziyette buldular. Musa ona selam
verdi. Yüzünü açıp "Yanıma gelenler zararsız mıdırlar? Sen kimsin?» diye sordu. Musa,
cevap verdi:
- Ben Musa'yım.
- İsrailoğullannın Musa'sı mı?
- Evet.
- Burada işin ne?
- Sana öğretilenden doğruyu bulmama yardımcı olacak bilgiyi bana öğretmen için gelmiş
bulunuyorum.
-Yanındaki Tevrat sana yetmiyor mu? Sana vahiy de geliyor. Ey Musa! Bende bir ilim var
ki, onu senin öğrenmen gereksizdir. Sende bir ilim var ki, onu benim öğrenmem gereksizdir.
Böyle konuşurlarken bir kuş gelip gagasıyla denizden bir damla su aldı. Onu gören Hızır,
şöyle dedi: "Vallahi senin ve benim ilmimiz, Allah'ın ilmi karşısında şu kuşun denizden
aldığı bir damla su kadardır!"
Nihayet gemiye bindiler. Geminin rotası üzerinde küçük iskeleler vardı. Bir kıyıdaki
adamları karşı kıyıya taşıyordu. Geminin mürettebatı Hızır'ı tanıdılar ve: "Allah'ın iyi bir
kulu Hızır mı?" diye sordular. Evet deyince, "Biz seni ancak ücretsiz olarak gemiye alırız."
dediler. Gemiye bedava bindirdiler. Bindikten sonra Hızır, gemiyi deldi, bir çivi çaktı. Böyle
yaptığım gören Musa: "Halkım boğmak için mi gemiyi del-din? Hakikaten sen müthiş bir iş
yaptın!" dedi. (Hızır): "Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın demedim mi?" dedi.
Musa'nın ilk jcarşı çıkması, unuttuğundan dolayı olmuştu. İkincisi şarta dayalıydı. Üçüncüsüyse
kasıtlıydı. Musa: "Unuttuğum şeyden ötürü beni kınama ve
bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma." dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir oğlan
çocuğuna rastladılar. (Hızır) hemen onu öldürdü!" Oynamakta olan bir kaç çocuğa
rastladılar. Hızır, zarif yapılı bir çocuğu yakalayıp yere yatırdı ve bıçakla boğazladı. Musa:
"Bir can karşılığı olmadan temiz bir canı öldürdün ha!.." dedi. Hiç bir kötülük yapmamış
olan ve Müslüman bir çocuğu öldürdün! dedi. Yine yürüdüler. Nihayet "Yıkılmak üzere
olan) bir duvar buldular. Hemen onu (eliyle) doğrulttu." Musa: "İsteseydin buna karşılık bir
ücret alırdın." dedi. Said "Yiyeceğimiz bir bedel alırdın", anlamını vermiştir.
Ayetini İbn Abbas (r.a.), şeklinde okumuştur. Buna göre ayetin manası şöyle olur: «Onların
ilerisinde, her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı.» O-kralın adı da, anlatıldığına göre
Hüded b. Büded'miş. Hızır'ın öldürdüğü çocuğun adı da Cey-sur'muş.
Gemiyi delme sebebini Hızır, şöyle açıklamış: Gemicilerin ilerisinde sağlam gemileri zorla
alan bir kral vardı. Gemiyi delerek kusurlu hale getirdim ki kral, kusurlu olduğunu görünce
gemiyi ellerinden almasın. Fakat o kralın mıntıkasını geçtikten sonra gemiyi onarır ve ondan
yine faydalanırlar.
Bazılarının dediğine göre sahipleri, gemiyi şişeyle, diğer bazılarının dediğine göre de ziftle
onarmışlar.
Hızır'ın öldürdüğü çocuğa gelince, «Onun anası babası mü'min insanlardı. (Kendisi kafirdi)
Bunun onlara azgınlık ve küfür sarmasından (onları küfre sürüklemesinden; ona olan
sevgilerinin, kendilerini ona tabi kılmasından) korktuk. İstedik ki Rableri onun yerine
kendilerine ondan daha temiz, daha merhametli (ana babasına iyilik eden) birini . versin.»
Hızır, bu açıklamayı, Musa'nın: «Temiz bir canı öldürdün ha?» demesi üzerine yapmıştı.
Cenâb-ı Allah; Hızır'ın öldürdüğü o oğlan çocuğunun yerine, ana babasına bir kız çocuğu
vermişti.
İbn Abbas'm dediğine göre Musa (a.s.), îsrailoğullarına hitapta bulunmuş ve; «Allah'ı ve
onun emirlerini benden daha iyi bilen bir kimse yoktur!» demişti. Bunun üzerine Cenâb-ı
Allah, Hızır'la buluşmasını ona emretmişti. Buluşma ve yukarıdaki hadiseleri beraberce
yaşamışlardı.
Zührî'nin rivayetine göre Abdullah İbn Abbas ile Hürr b. Kays b. Hısn el-Fezarî, Musa'nın
arkadaşlık ettiği şahsın kim olduğu hususunda tartışmışlar. İbn Abbas, o şahsın Hızır
olduğunu söylemiş. O ara, Ubeyy b. Ka'b yanlarından geçiyormuş, îbn Abbas onu çağırıp
şöyle demiş: "Ben ve bu arkadaşım; Musa'nın, kendisiyle nasıl buluşacağım Rabbinden
sorduğu ve bulduğu arkadaşının kim olduğu hususunda tartıstık. Sen bu hususta Rasûlullah
(s.a.v.)'dan birşey duydun mu?" Ubeyy b. Ka'b: "Evet" demiş ve mezkur hadisi nakletmiş.
[25]
«Duvar ise şehirde (Kaşih'in oğulları Asrem ile Sarum adındaki) iki yetimindi. Altında,
onlara ait bir hazine vardı.» Denildiğine göre o hazine, altındı.îkrime ise, ilim olduğunu
söylemiştir. îbn Abbas da böyle demiştir. Bu iki rivayeti, şöyle bir benzerlik noktasında
birleştirebiliriz: O hazine altın bir levha olup üzerinde ilim yazılıydı'.
Bezzar, Ebu Zerr'in şöyle dediğini rivayet eder: Cenâb-ı Allah'ın, kitabında sözünü ettiği
hazine, som altından bir levha olup üzerinde şu ibare yazılıydı:
«Kadere inandığı halde hırsla çalışana şaşarım.
Cehennemi hatırladığı halde gülen adama şaşarım.
Ölümü hatırladığı halde gaflette olana şaşarım.
Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed de Allah'ın Rasûlü (elçi-si)dir.»
«(Yetimlerin) babaları da iyi bir kimse idi.» Bu iyi kimsenin, onların yedinci ya da onuncu
babaları olduğu söylenir. Her takdirde bu ayet, iyi kimsenin anısının, kendi zürriyeti içinde
korunacağını ispatlamaktadır. Kendisinden yardım istenilen, Allah'tır.
«Rabbinden bir rahmet olarak...» Bu ayet, Hızır'ın peygamber olduğunu ve hiçbir işi
kendiliğinden yapmadığım, bilakis Rabbinin emriyle yapan bir nebi olduğunu
ispatlamaktadır. Rasûl olduğunu söyleyenlerin yanısıra veli olduğunu söyleyenler de vardır.
İşin garibi, melek olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bundan daha da garibi, onun, Firavun'un
oğlu olduğunu da söylemişlerdir. Dünyaya 1000 sene müddetle hükmetmiş olan
Dahhak'm oğlu olduğunu söyleyenler de vardır.
İbn Cerir et-Taberi der ki: Ehl-i Kitap ulemasının çoğu, onun Feridun zamanında yaşadığı
görüşündedirler. Zülkarneyn'den önce yaşadığını söyleyenler de olmuştur. Zülkarneyn ile
Feridun'un aynı şahıs olduğu da söylenir. Hz. İbrahim zamanında yaşayan süvari ve bahadır
bir kimse olduğu ileri sürülür. Bu hükümdarla çağdaş olan Hızır'ın âb-ı hayat içmesinden
ötürü zamanımıza kadar sağ kaldığı sanılmaktadır.[26]
Onun, İbrahim peygambere inananlardan birinin oğlu olduğu, Ba-bil şehrinden onunla
birlikte göç ettiği, adının da Melkan olduğu söylenir. Adının, Ermiya b. Halkiya olduğunu
söyleyenler de vardır. Rivayete göre Hızır (a.s.), Sebasib b. Behrâsib devrinde peygamber
imiş.
İbn Cerir et-Taberî der ki: Feridun ile Sebasib arasında çok uzun devirler geçtiğini, neseb
ilmini bilenlerin hepsi bilirler. Doğrusu şu ki Hızır, Feridun devrinde yaşamış, Musa (a.s.)
kendisine kavuşuncaya kadar hayatta kalmıştır. Musa'nın peygamberliği de, Pers
hükümdarlanndan Feridun oğlu Ebrec'in oğullarından Menuşehr zamanında olmuştur.
Menuşehr, dedesi Feridun'dan sonra hüküm sürmüş adalet sahibi bir hükümdardır. Hendek
kazdıran ve her kasabaya bir yönetici tayin eden ilk hükümdar, MenuşeKr olmuştur. 150
seneye yalan hüküm sürmüştür. Hz. ibrahim'in oğlu İshak (a.s.)m soyundan olduğu söylenir.
Akıllan çelen, duyanlara hayret veren güzel hutbeleri, faydalı ve beliğ, aynı zamanda fasih
sözleri nakledilir İd, bu da onun, İbrahim Halil (a.s.)'in soyundan olduğunu ispatlamaktadır.
Doğrusunu Allah bilir.[27] Yüce Allah buyurdu ki:-
«Allah peygamberlerden şöyle söz almıştı:
«Balan, size kitap ve hikmet verdim. Sonra yanınızda bulunan (kitaplar)! doğrulayıcı bir
peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu
kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?» demişti. «Kabul ettik.»
dediler. «O halde şahit olun. Ben de sizinle beraber şahid olanlardanım.» dedi. (Al-îmrân,
81.)
Cenâb-ı Allah, peygamberlerin her birinden, kendisinden sonra gelecek olan peygamberlere
inanıp yardıma olacaklarına dair söz aldı. Bu inanmayı, Hz. Muhammed için zorunlu kıldı
ve ona yardımcı olmaları için söz aldı. Çünkü o, peygamberlerin sonuncusuydu. Ona'yetişen
her peygamberin ona inanıp yardım etmesi hak olmuştur. Eğer Hızır da onun zamanında sağ
olsaydı mutlaka ona uymak, onunla bir arada bulunmak ve ona yardımcı olmak
mecburiyetinde kalacaktı. Bedir savaşında onun sancağı altına girenlerden biri olacaktı.
Nitekim o savaşta Cebrail ile diğer büyük melekler, onun sancağı altına girmişlerdi.
Hızır (a.s.), yâ nebidir - ki doğrusu da budur, ya rasûl ya da melektir. Her neyse Cebrail,
meleklerin reisidir. Musa da Hızır'dan daha üstündür. Eğer hayatta olsaydı Hz. Muhammed'e
inanıp ona yardım etmesi vacib olurdu. Çoklarının dedikleri gibi veli olan Hızır eğer hayatta
olsaydı, onun da Hz. Muhammedın yanma gidip ona iman etmesi ve yardımcı olması
gerekirdi. Fakat bir gün bile Hızır'ın Hz. Peygamber'in yanma geldiğini, onunla buluştuğunu
ifade eden ve bu hususta dayanak teşkil eden ne hasen, ne de zayıf bir hadis mevcut değildir.
Her ne kadar Hakîm'in bu konuda bir rivayeti varsa da senedi zayıftır. Doğrusunu Allah
bilir. [28]
Musa'nın Kıssasını Baştan Sona İçeren Fitneler Hadisi
İmam Abdurrahman en-Neseî, "Sünen" adlı eserinin Kitab'üt- Tefsir bölümünde, «Sen bir
adam öldürmüştün. Yine seni tasadan kurtarmış ve seni iyice denemiştik.» (Ts-Hâ, 40.)
ayetinden bahsederken fitneler hadisini nakleder: Abdullah b. Muhammed, Said b. Cübeyr'in
şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah İbn Abbas'a ayetindeki fitnelerin neler olduğunu
sordum. Bana: "Ey Cubeyr'in oğlu, bunu yarın yine sor. Çünkü bununla ilgili uzun bir hadis
vardır." dedi. Ertesi gün sabahladığımda, fitneler hadisini anlatma hususunda bana verdiği
sözü yerine getirmesi için hemen İbn Abbas'm yanına gittim. Bana dedi ki: "Firavun ve
maiyeti, Cenâb-ı Allah'ın İbrahim peygambere, onun soyundan peygamberler ve
hükümdarlar yaratacağına dair va'dini hatırlayıp üzerinde konuşmaya başladılar. Bazıları
dediler ki: îsrailoğulları, bu va'din gerçekleşmesini beklemektedirler ve bu hususta kuşkuları
da yoktur. Onlar, beklenen şahsın Yakub oğlu Yusuf olduğunu zannediyorlardı. Fakat o vefat
e dince,"Allah'm vaadi böyle değildi," dediler. Firavun: "Bu konudaki görüşünüz nedir?"
diye sordu. Maiyeti ve yakın adamları toplamp müşavereye başladılar. Neticede şu karara
vardılar: Eli bıçaklı adamlar görevlendirecekler. Bu görevliler, İsrailoğulları arasında
dolaşacak ve yeni doğan bir oğlan çocuğu gördüklerinde onu keseceklerdi. Firavun'un
adamları, İsrailoğullarının yaşlılarının kendi ecelleriyle, küçüklerinin de kesilerek ölmeleri
üzerine nesillerinin tükeneceğini düşündüler. Böyle olunca da, "îsrailoğullarının bizim yerimize
yapmakta oldukları ağır hizmetleri, gün gelecek bizler yapmak durumunda kalacağız!"
dediler ve şöyle bir karara vardılar: «Bir sene erkek çocuklarını öldürüp kızlarını sağ
bırakın. Bir sene ise hiç Öldürmeyin. Böylece küçükleri, ölen büyüklerinin yerini alıp
büyürler. Sağ bıraktıklarınızla onların sayıları pek fazlalaşmaz. Size üstün geleceklerinden
korkmanıza gerek de kalmaz. Öldürdüklerinizle de tamamen yok olmazlar ve ihtiyaçlarınızı
görecek kadar adamları da mevcut kalır."
Evet, bu görüşü bir karar haline getirip benimsediler. Musa'nın anası, erkek çocukların
öldürülmediği senede Harun'a hamile kaldı ve onu güven içinde alenen doğurdu. Ertesi
sene, yani erkek çocukların öldürüleceği sene de Musa'ya hamile kaldı,, kalbine keder ve
üzüntü düştü. İşte bu da fitnelerden biriydi ey Cübeyr'in oğlu! Cenâb-ı Allah, kederlenmekte
olan Musa'nın anasına şöyle vahyetti:
«Korkma, üzülme, biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız.»
(ci-Kasas, 7.)
Musa'yı doğurduğunda onu bir sandığa koyup denize bırakmasını ona emretti. Doğurunca,
aynen öyle yaptı. Denize bıraktığı çocuğu gözden kaybolunca, yanına şeytan geldi. Kalbine
vesvese bıraktı, o da: Ben çocuğuma ne yaptım? Gözümün Önünde bıçakla boğazlansaydı
da onu kefenleseydim, belki daha iyi yapmış olurdum. Öyle yapmış olsaydım, deniz
hayvanlarına ve balıklarına yem olarak bırakmamdan daha çok hoşuma giderdi.
Musa'nın içinde bulunduğu sandık, nehrin, halkın su almakta oldukları oyuk bir kısmına
gelip dayandı. Firavun'un cariyeleri oradan su almaktaydılar. Sandığı görünce hemen aldılar
ve açmak istediler. Bir kaçı dediler ki: "Bunun içinde mal vardır. Kapağını açarsak,
Firavun'un karısı, içinden bir miktar mal aldığımızı düşünül* ve her ne kadar almadığımızı
söylersek de bize inanmaz." Böyle deyip sandığı olduğu gibi, açmadan, Firavun'un karısının
Önüne götürüp bıraktılar. Açınca, içinde bir oğlan çocuğu olduğunu gördü. Çocuğun
sevgisini Allah onun kalbine bıraktı. O güne kadar hiç kimseyi, onun gibi sevmemişti.
«Musa'nın anasının gönlü bomboş olmuştu.» Musa'dan başka hiç birşeyi düşünemez
olmuştu. Eli bıçaklı devriyeler, sandıkta bir çocuk bulunduğunu duyunca, onu kesmek için
Firavun'un karısının yanına koştular. Bu da fitnelerden biridir, ey Cübeyr'in oğlu! Firavun'un
karısı, bıçaklı devriyelere dedi ki: "Bunu Öldürmeyin. Bu bir tane ile Israiloğullannm sayısı
artmaz. Hele bunu bırakın da Firavun'a götüreyim, bana bağışlamasını istiyeyim. Bana
bağışlarsa,bunu öldürmemiş olmakla güzel bir iş yap-„ mış olursunuz. İlla da
öldürülmesini emrederse, artık öldürürseniz sizi kınamam." Böyle dedikten sonar Firavun'un
yanma gidip: "Bana da sana da göz bebeği (olacak bir çocuk).» dedi. Firavun da, senin için
göz bebeği olabilir ama benim buna ihtiyacım yok, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Kendisine yemin edilen (Allah)a andolsun ki Firavun, karısı gibi (Musa'nın) kendisi için
göz bebeği olduğunu kabul etseydi, karısını hidayete kavuşturduğu gibi kendisini de
hidayete kavuştururdu. Ama onu bundan mahrum bıraktı.»
Firavun'un karısı, onun için emzikçi birini bulmak maksadıyla etraftaki bütün kadınlara
haber saldı. Musa, emzirmek için gelip kendisini kucağına alan kadınların memelerini
emmedi. Öyleki Firavun'un karısı, süt emmemesi nedeniyle aç kalıp ölmesinden korktu.
Fazlasıyla tasalandı. Çocuğun, memesini emeceği bir emzikçi kadının bulunması ümidiyle
pazar yerine ve halkın kalabalık bulunduğu yere çıkarılmasını emretti. Hangi kadın
memesini ağzına dayadı ise o, hiçbirinin memesini emmedi.
Öte yandan Musa'nın anası, kızına dedi ki: "Kardeşin Musa'nın izini takib et, onu ara. Bak
bakalım, onun hakkında birşeyler duyabilecek misin? O sağ mıdır? Yoksa onu hayvanlar mı
yemiştir?" Böyle derken o, Allah'ın Musa'yla ilgili olarak ona verdiği sözü unutmuştu.
Musa'nın ablası da "Onlar farkına varmadan onu uzaktan gözetledi." Emzikçi kadınların onu
emzirmekten aciz kaldıklarını görünce sevinçten şöyle de-" di: «Sizin için onun bakımını
üzerine alacak ve ona Öğüt ver (ip onu güzelce eğit) ecek bir aileyi göstereyim mi?»
Böyle deyince onu yakaladılar ve; "Bu ailenin çocuğa ne öğüt vereçeklerini biliyor musun?
Hem bu aileyi tanıyor musun?" dediler. Bu hususta kuşkuya kapıldılar. Bu da fitnelerden
biridir, ey Cübeyr'in oğlu! Musa'nın ablası onlara dedi ki: "Bu çocuğa öğüt verip iyi
bakmakla hükümdarın yakınları arasına katılacaklarını umduklarından dolayı o aile, çocuğa
güzelce bakacak ve hükümdardan fayda umacaklar."
Böyle deyince onu salıverdiler. Ablası da hemen anasının yanma koştu. Gördüklerim ona
anlattı. Anası gelip kucağına alınca Musa, hemen onun memesine atıldı, emmeye başladı ve
doyuncaya kadar emdi. Müjdeci de Firavun'un karısına koştu ve: "Oğlun için bir emzirici
bulduk." dedi. Kadın da Musa'nın anasına haber salıp onu yanma getirtti. Firavun'un karısı,
çocuğun bu emzikçiye karşı olumlu davrandığını görünce ona: "Sarayda kal, şu oğlumu
emzir. Çünkü onu sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmiyorum." dedi. Musa'nın anası da şöyle
dedi: «Evimi ve çocuklarımı bırakıp da burada kalamam. Yoksa onlar telef olurlar. Ama
hoşuna giderse, çocuğu bana ver; onu kendi evime götürüp çocuklarımın arasına katarım."
Böyle derken de, Allah'ın kendisine vermiş olduğu va'di hatırladı. Firavun'un karısıyla
anlaşmazlığa düştü ve onu sıkıştırdı. Cenâb-ı Allah'ın, kendisine vermiş olduğu sözü yerine
getireceğine kesinlikle inandı. Aynı gün Musa ile birlikte evine döndü. Onu güzelce
yetiştirip terbiye etti. Çünkü Cenâb-ı Allah, onun hakkında böyle hüküm vermişti.
Kasabanın kenar mahallesinde oturmakta olan İsrailoğulları, Musa aralarında bulunduğu
sürece haksızlığa uğramaktan ve angaryada çalıştırılmaktan kurtuldular.
Musa gelişip büyüyünce Firavun'un karısı, Musa'nın anasına bir gün tayin ederek: «Oğlumu
bana getir de göreyim.» dedi ve vekil-i haslarına, dadılarına, hazinedarlarına da şu direktifi
verdi: Bugün hepiniz oğlumu hediyelerle karşılayacaksınız. Ben de onu huzur içinde
görmeliyim. Her biriniz, kendisine neler sunduğunu, nasıl davrandığını bana birer birer
anlatsın.
Musa, anasının evinden çıkıp Firavun'un karısının yanına varıncaya kadar ihtiram, hediye ve
ikramlarla karşılandı. Saraya girerken de Firavun'un karısı tarafından hediye ve ikramlarla
karşılandı. Sevgi gösterilerine mazhar oldu. Kendisine iyi bakmış olduğu için anası da yüklü
bahşiş aldı. Sonra Firavun'un karısı: "Musa'yı Firavun'a götüre-yim, o da kendisine ikram ve
bağışta bulunsun." dedi. Firavun'un katına çıktıklarında Musa'yı onun kucağına bıraktı.
Kucağında oturmaktayken Musa, Firavun'un sakalını tuttu. Öfkelenen Firavun, onu yere
bıraktı. Allah düşmanı fesatçılar dediler ki: "Allah'ın, peygamber İbrahim'e verdiği sözü
biliyor musun? İşte bu çocuk, senin yerine geçeceğini ve seni mağlub edeceğini
düşünüyor!" Bunun üzerine Firavun, eli bıçaklı devriyelere, Musa'yı boğazlamaları için
haber saldı. Bu da fitnelerden biri ve de en şiddetlisidir ey Cübeyr'in oğlu!
Öte yandan Firavun'un karısı koşarak geldi ve: "Bana bağışlamış olduğun bu çocuk
hakkındaki düşüncem değiştirmene sebep ne?" diye sordu. Firavun: "Görmüyor musun?
Beni mağlub edip üste çıkmaya çalışıyor!" dedi. Karısı, şöyle bir teklifte bulundu: "Gel,
kendi aramızda bir deney yapalım, böylece gerçeği öğrenmiş olursun. İki ateş közü ile ikinci
tanesi getir; çocuğun önüne bırak! İncileri tutup ateş közlerinden uzak durursa, aidinin
erdiğini anlarsın. Yok eğer ateş közlerini tutup incilere yanaşmazsa; aklının ermediğini
anlarsın. Ateş közlerini incilere tercih etmeyenin, akıllı bir kimse olmayacağını bilirsin."
Çocuğun önüne iki ateş közü ve iki de inci bıraktılar. Hemen ateş közlerini tuttu. Elini
yakmasından korktuğu için kadın, ateş közlerini Musa'nın elinden alıp attı ve Firavun'a:
"Görüyor musun?" dedi.
Musa, elini incilere uzatmak istemişti ama Cenâb-ı Allah, elini geri çekip ateş közüne
uzatmıştı. İşte böyle, Allah, emrini mutlaka yerine getirir.
Musa güçlenip erkeklik çağına varınca, artık Firavun'un adamlarından hiçbiri
İsrailoğullanndan her hangi birine haksızlık edemiyor ve angarya işlerinde çalıştıramıyordu.
îsrailoğulları bağımsız hale gelmişlerdi.
Musa, bir ara şehrin varoşlarında dolaşıyordu. İki kişinin kavgaya tutuşmuş olduklarını
gördü. Kavgacılardan biri, Firavun'un adamlarından, diğeri de İsrailoğullanndan di.
İsrailoğullanndan olan adam, Firavun'un adamına karşı Musa'dan yardım istedi. Bu durumu
gören Musa'nın öfkesi başına sıçradı. Çünkü kendisinin îsrailoğullanna olan yakınlığını ve
onlan korumakta olduğunu bildiği halde yine de Firavun'un adamı, onun gözü Önünde
İsrailliye saldırıyordu. Zira Musa'nın anasından başka hiç kimse, Musa ile îsrailoğulları
arasındaki bağın, süt bağından ileri bir bağ olduğunu bilmiyordu. Ancak bu hususta Cenâb-ı
Allah, Musa'ya, başkasının farkedemeyeceği bazı işaretlerde bulunmuştu.
Bu olay karşısında kendini tutamayan Musa, Firavun'un adamına bir yumruk salladı ve onu
öldürdü. Öldürdüğünü de Allah1 dan, Musa'dan ve o İsrailliden başka gören olmamıştı.
Adamı Öldürdüğünde Musa şöyle dedi:
«Bu, şeytanın işindendir. O, gerçekten apaçık saptırıcı bir düşmandır. Rabbim! Ben nefsime
zulmettim; beni bağışla.» dedi. (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok
esirgeyendir. "Rabbim, dedi. Bana lütfettiğin nimetler hakkı için artık bir daha suçlulara
arka olmayacağım." Şehirde korku içinde (haberleri ve sonucu) gözetleyerek sabahladı.»
Adamları Firavun'a gidip: "îsrailoğulları senin tarafından birini öldürdüler; öcümüzü al,
onlara asla müsamaha etme." dediler.
Firavun da: "Katili ve aleyhinde tanıklık edecek birini bana getirin ki, gereğini yapayım."
dedi.
Öldürülen kişi, hükümdarın yakınları arasında seçkin bir kimse olsa da hükümdarın, belgeye
dayanmadan ve suçu sabit görülmeden katile kısas uygulaması kendisine yaraşmazdı. «Suçu
tespit edici bilgileri bana getirin ki, hakkınızı alayını.» dedi. Firavun'un adamları her ne kadar
araştırdılarsa da bir belge veya tanık bulamadılar. Öte taraftan Musa, olayın ertesi günü,
dünkü İsraillinin, bu defa Firavun'un adamlarından bir başkasıyla kavgaya tutuşmuş
olduğunu gördü. Yine İsrailli, Firavun'un adamına karşı Musa'yı yardıma çağırdı. Bu olayla
karşılaşan Musa, dünkü yaptığına pişman olmuş ve gördüğü şeyden hoşlanmamıştı.
Firavun'un adamının yakasına yapışıp vurmak isteyen İsrailliye kızdı. Dünkü ve bugünkü
kavgaya neden giriştiğini sorup azarladı: "Belli ki sen bir azgınsın" dedi. İsrailli, böyle
demesinden sonra Musa'ya baktı. Dün Firavun'un adamını öldürürken kızdığı kadar
kızmıştı. Kendisine: "Belli ki sen bir azgınsın." demesinin ardısıra kendisini öldürmeye
kasdettiğini sanmıştı. Ama Musa, onu öldürme niyetinde değildi. Yine Firavun'un adamını
öldürmek istemişti. Musa'nın öfkelenip böyle demesinden korkan İsrailli: «Ey Musa! Dün
bir canı öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?" dedi. Musa'nın, kendisini
Öldürmek istediği vehmine kapılıp korktuğu için böyle demiş ve hasmını bırakıp kaçmıştı.
Öte taraftan Firavun'un adamı da, İsraillinin: "Dün bir canı öldürdüğün gibi şimdi de beni
mi öldürmek istiyorsun?" dediği zaman İsrailliden duyduğu haberi Firavun'a iletti. Bunun
üzerine Firavun, Musa'yı öldürmeleri için cellatları gönderdi. Firavun'un adamlan ana
caddede sakin sakin dolaşıp Musa'yı arıyorlardı, ama onun kaçıp kurtulmasından
korkmuyorlar di. Oysaki Musa'nın adamlarından olup şehrin öbür ucunda ikamet etmekte
olan bir adam kısa yoldan koşup gelerek, Firavun'un adamlarından önce Musa'ya kavuştu ve
hakkında verilen ölüm cezasına ona haber verdi. İşte bu da fitnelerden biridir ey Cübeyr'in
oğlu!
Musa, Medyen şehrine doğru yöneldi. Daha önce böyle bir belayla karşılaşmış değildi. Yol
hakkında bilgisi de yoktu. Yalnız yüce Rabbine güveniyordu. «Umarım ki Rabbim beni
doğru yola iletir.» dedi. Medyen suyuna vannca o (kuyu)nun başında bir çok insanlann
(hayvanlarını) suladıklarını gördü. Onlann gerisinde de (diğerlerininkine karışmasın diye
hayvanlannı) sudan alıkoyan iki kız buldu. (Onlara): "İşiniz nedir? (İnsanlardan niçin ayrı
duruyorsunuz)?" dedi.
Kızlar: "Milletin arasına girip onlarla itişip kakışacak gücümüz yoktur. Havuzda
bırakacakları artık suyu bekliyoruz." dediler. Böyle demeleri üzerine Musa, kuyudan onlar
için su çıkardı. Kovayla çok su çekti. Böylece kızlar o gün, davarlanm herkesten önce
sulamış oldular; hemen eve döndüler. Musa da kuyu başından ayrılıp bir ağacın gölgesi
altında istirahate çekildi: ve "Rabbim, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım." dedi.
Babaları kızlarının tok karınlı ve şişkin memeli davarlanyla eve erken döndüklerini görünce
durumu tuhaf karşıladı ve: "Bu gün sizde bir iş var." dedi. Onlar da Musa'nın yaptıklarını
kendisine anlattılar. Musa'yı gidip çağırması için, ikisinden birine emir verdi. Kız, Musa'nın
yanma gidip onu eve davet etti. Eve geldi. Konuştular. Kızların babası ona şöyle dedi:
"Korkma, o zalim kavimden kurtuldun." Firavun ve kavminin bizim üzerimizde
hakimiyetleri yoktur. Biz onun memleketinde değiliz. Kızlardan biri dedi ki: «Babacığım,
bunu (çoban) tut. İşte, ücretle tuttuklarının en hayırlısı budur. Hem de güçlü ve güvenilir
(adam)dır.»
Gayret ve kıskançlık damarı kabaran babası, kıza: "Onun ne kadar güçlü ve ne kadar
güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Kız cevap verdi: "Güçlüdür.. Çünkü
kuyudan kovayla su çekerken, su çekmede onun kadar güçlü bir adam bulunmadığını
gördüm. Güvenilir bir insandır.. Çünkü eve çağırmak için yanma gittiğimde bana baktı.
Kadın olduğumu anlayınca da başını öte yana çevirdi. Senin mesajını kendisine tamamen
aktarmcaya kadar başım kaldırıp ta bana bakmadı. Sonra bana: "Arkamdan gel ve yolu bana
tarif et." dedi. Güvenilir bir kimse olmasaydı böyle yapmazdı."
Böyle konuşarak babasının kalbindeki şüpheyi giderdi. Babası da onun söylediklerini
doğruladı. Bunun üzerine Musa'ya şöyle dedi: Ne dersin? «Bana sekiz yıl hizmet etmen
şartıyla şu iki kızımdan birini sâna nikahlamak istiyorum. Eğer (bu süreyi) on (yıl)a
tamamlarsan artık o, senin tarafından (bir iyilik)dir. Ben sana zahmet vermek istemem. İnşaallah
beni iyilerden bulacaksın.»
Böyle yaptı ve Allah'ın peygamberi Musa'nın üzerine, sekiz yıl çalışmak, görev oldu. İki yıl
da kendiliğinden çalıştı. Cenâb-ı Allah da bu şekilde hüküm verdi ve hizmetini on yıla
tamamladı.»
Said İbn Cübeyr dedi ki: Hnstiyan bilginlerinden biri ile karşılaştım. Musa'nın iki süreden
hangisini tamamlaaığını biliyor musun? dedi. Ben de hayır, dedim. Çünkü o gün ben, bu
sorunun cevabım bilmiyordum. İbn Abbas'la karşılaştım; bu soruyu ona sordum. Bana dedi
ki: "Bilmiyor muydun ki Allah'ın peygamberinin sekiz yıl çalışması, ona vacib olmuştur.
Allah'ın peygamberi bu süreyi eksiltecek değildi. İki yıl da kendiliğinden çalıştı. Bu yolda
Allah hüküm verdi ve Musa, hizmetini on yıla tamamladı." Bir süre sonra o Hnstiyan
bilginle karşılaştım. Bunu kendisine anlattım. Bana dedi M: "Kendisine sorup da bu bilgileri
aldığın kimse, bu hususta senden daha bilgilidir." dedi. Ben de: "Evet, hem de fazlasıyla."
dedim.
Musa, ailesiyle yola çıktı. İnsanların en güçlülerindendi. Asası da
elindeydi. Yola koyuldular. Ve kıssalarının bundan sonraki bölümüyle ilgili olarak Kur'ân-ı
Kerîm'de anlatılan durumlarla karşılaştılar.
Öldürdüğü adam için Firavun'un adamlarının, kendisine kötülük etmelerinden korktuğunu
ve dilindeki tutukluğu Allah'a şikayet etti. Dilindeki tutukluk, onu çok konuşmaktan
alıkoyuyordu. Kardeşi Harun'u kendisine yardımcı olarak vermesini Rabbinden diledi.
Harun, kendisine yardımcı olacaktı. Diliyle iyi telaffuz edemediği sözleri, onun yerine
Harun söyleyip açıklayacaktı. Onur ve üstünlük sahibi olan Allah, dilindeki tutukluğu
çözdü. Harun'a da vahiy gönderip Musa'yı karşılamasını emretti.
Musa, elindeki asasıyla yoluna devam etti; Harun'la karşılaştı, beraberce Firavun'a gittiler.
İçeri girmelerine izin verilmediği için, kapıda bir süre beklediler. Uzun bir bekleyişten
sonra, içeri girmelerine izin verildi. Yanma vardıklarında, Firavun'a: "Doğrusu biz, senin
Rabbinin elçileriyiz." dediler. "Rabbiniz kimdir?" dedi.
Kur' ân1 da anlatıldığı gibi ona Rab hakkında bilgi verdiler. "Ne istiyorsunuz?" dedi. Musa,
o adamı kendisinin öldürmüş olduğunu söyledi. Firavun'un bu hususta duyduklarından
dolayı özür diledi ve: "Allah'a inanmanı, îsrailoğullarını da benimle beraber göndermeni
istiyorum." dedi. Firavun, Musa'nın bu isteğini kabul etmedi ve: "Eğer doğru söyleyenlerdensen
bir ayet (mucize) getir." dedi. (Musa da) "Değneğini (yere) bıraktı." Değneği,
ağzını açıp Firavun'a taraf koşuveren büyük bir yılan oluverdi. Yılanın kendisine doğru
koşmakta olduğunu görünce tahtından atlayıp, yılandan kendisini koruması için Musa'dan
yardım istedi; Musa da onu korudu. Sonra elini koltuğunun altından çıkardı. Eli, ala-casız
olmuş, pırıl pırıl parlıyordu. Elini yine koltuğunun altına koyduğunda eli, eski rengine
donuverdi.
Firavun, bu meseleyi etrafındaki önde gelen şahsiyetlerle konuştu, fikirlerine başvurdu. Ona
dediler ki:
«Bunlar iki büyücü, başka birşey değil. İstiyorlar ki büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarsınlar
ve sizin örnek yolunuzu, (Bu güzel mülkünüzü ve yaşantınızı) gi ders inler.» (Tâ-Hâ, 63.)
Musa'ya istediği şeyi vermeye yanaşmadılar ve Firavun'a şöyle dediler: "Ey hükümdar!
Senin ülkende büyücüler çoktur. Büyücüleri topla ki, kendi büyünle, Musa ve Harun'un
büyüsünü alt edebilesin." Bu teklif üzerine Firavun, kendisine bağlı beldelere adam saldı.
Adamları, bütün bilgili büyücüleri toplayıp Firavun'a getirdiler. Büyücüler, "Şu büyücü
(Musa), büyü yaparken ne ile çalışır?» diye sordular. Firavun'un adamları da: "O, yılanlarla
çalışır." diye cevap verdiler. Büyücüler de:
«Hayır vallahi; yeryüzünde bizim kadar yılanlarla, iplerle ve değneklerle büyü icra edebilen
kimse yoktur. Onu yenersek, ücretimiz ne olacaktır?" Firavun: "Onu yenerseniz yakınlarım
ve has adamlarım olursunuz.
İstediğiniz her şeyi size yaparım." dedi. "Süs günü (bayram günü) ve insanların
toplandığı kuşluk vakti" buluşmak üzere randevu!aştılar.
Said b. Cübeyr'in rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah'ın Musa'yı
Firavun'a ve büyücülere üstün getirdiği süs günü, aşure günüdür.
Musa ile büyücüler sahada bir araya geldiler. O zaman halk birbirine: "Gelin şu işi
seyredelim." dediler.
"Umarız ki büyücüler üstün gelirse biz de onlara uyarız."
«Büyücüler» sözü ile Musa ve Harun'u kasdetmişlerdi. Böyle demekle de onları alaya almak
istemişlerdi.
Büyücülerin, önce işe koyulmalarım bekledikleri Musa'ya:
«Sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?» demeleri
üzerine (Musa): «Hayır, siz atın.» dedi. İplerini ve değneklerini attılar ve:
«Firavun'un şerefine biz, elbette biz galib geleceğiz.» dediler.
Musa onların büyülerini görünce, içine bir korku düştü. Cenâb-ı Allah, ona:
«Değneğini at.» diye vahyetti. Atınca da değneği, ağzını açmış büyük bir yılana dönüştü ve
bu yılan, büyücülerin yılanlarına yönelip onları birer birer yuttu. Ortada bir yılan ve bir ip
dahi bırakmadı. Büyücüler bu hali görünce: "Eğer bu büyü olsaydı, bizim büyülerimizin
mertebesine ulaşamaz ve onları yutamazdı." dediler. Bu, olsa olsa Allah'ın bir emridir. Biz
ona ve Musa'nın getirdiği dine iman ettik. İçinde bulunduğumuz halden ötürü Allah'a
yönelip tevbe ediyoruz!" dediler.
Böylesine önemli bir yerde Cenâb-ı Allah, Firavun ve adamlarının belini kırdı.
«Hak ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları boşa çıktı. Orada yenildiler, küçük düştüler.»
Öte yandan Firavun'un karısı, Musa'yı Firavun'a ve adamlarına üstün getirmesi için Cenâb-ı
Allah'a eski giysiler içinde yalvarıp yakardı. Onu bu halde gören Firavun'un adamları, onun,
Firavun ve taraftarları için acıyıp endişeye kapılmasından dolayı böyle yaptığını
sanıyorlardı. Ama aslında o, Musa için üzülüp endişe ediyordu.
Musa, Firavun'un yalan vaadlerinin gerçekleşmesini uzun zaman bekledi. Her mucize
geldiğinde Firavun, sıkıntıdan kurtulduğu takdirde, îsrailoğullarını kendisi ile göndereceğini
Musa'ya va'dediyordu. Fakat sıkıntı yok olunca Firavun, vermiş olduğu söze muhalefet
ediyordu ve: «Ey Musa! Rabbin bundan başka bir sıkıntı verebilir mi?» diyordu. Cenâb-ı
Allah, her biri mufassal bir ayet (mucize) olan tufanı, çekirgeyi, kımılı (haşereyi),
kurbağaları ve kanı, Firavun kavminin üzerine gönderdi.
Firavun, İsrailoğullarını kendisiyle birlikte göndermesi yolundaki isteğini yerine getirmek
için Musa'ya, bu sıkıntıları üzerinden kaldırması için müracaatta bulunuyordu. Sıkıntı
kaldırılınca da Firavun, sözünü yerine getirmedi. Nihayet Cenâb-ı Allah, milletiyle birlikte
Mısır'dan
çıkıp gitmesini, Musa'ya emretti. O da geceleyin onları Mısır'dan çıkarıp götürdü.
Ertesi sabah, İsrailoğullarının çekip gitmiş olduklarım gören Firavun, etraftaki beldelere,
onları yakalayıp getirecek adamlar gönderdi. Kendisi de büyük bir ordu ile peşlerine düştü.
O esnada Cenâb-ı Allah, denize şöyle vahyetti:
«Eğer Musa değneğiyle sana vurursa, hemen ayrılıp on iki yol haline gel. Musa ve
beraberindekiler karşıya geçinceye kadar yollarım açık tut. Sonra da geride kalan Firavun ve
adamlarım yakalayıp boğ!»
Musa, değneğiyle denize vurmayı unuttu. Deniz kıyısına vardığında deniz, Musa'nın
değnekle kendisine vuracağı anda gaflette olma korkusuyla, dalgalarıyla gök gürleyişi gibi
ses çıkardı. Gaflet içinde bulunuyor. Allah'a karşı gelmiş olurum, diye korkuyordu.
İki topluluk birbirlerini görüp birbirlerine yaklaştıklarında Musa'nın adamları "İşte
yakalandık!" dediler. Ey Musa, Rabbinin sana verdiği emri yerine getir. Rabbin de, sen de
asla yalan söylemiş değilsiniz! dediler. Musa da: Denizi geçeceğim zaman denizin, biz
geçinceye kadar on iki yola ayrılacağını Rabbim bana va'd etmiştir, dedi ve değneği hatırladı.
Firavun ordusunun öncüleri, İsrail oğullarının arka kısımda bulunanlarına ulaştıkları anda
Musa değneğiyle denize vurdu. Rabbinin emrettiği ve Musa'ya va'dettiği şekilde deniz yol
verdi. Musa ile adamları denizi geçip karşı kıyıya vardıklarında Firavun ve adamları denize
girdiler. Allah'tan aldığı emir üzerine deniz onları yakalayıp boğdu. Musa denizi geçince
adamları: "Korkarız ki Firavun boğulmamış tır, onun Öldüğünden emin değiliz." dediler.
Musa Rabbine dua etti. Rabbi de Firavun'un ölü vücudunu denizden çıkarıp onlara gösterdi.
Böylece onlar da onun öldüğüne yakinen inanmış oldular.
Bundan sonra îsrailoğulları puta tapan bir kavme uğradılar.
«Ey Musa! onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.» dediler. (Musa):
«Doğrusu, siz bilgisiz bir milletsiniz, bunlar yok olacaklar ve işledikleri boşa gidecektir,
dedi. Siz bu kadar ibretler gördünüz ve size yetecek kadar dersler işittiniz» dedi ve onları
götürüp bir mevkie yerleştirdi. «Harun'a itaat edin. Doğrusu Allah onu, sizin üzerinize
benim halefim kıldı. Ben Rabbime gidiyorum.» dedi. Otuzgün sonra geri geleceğini söyledi.
Otuzuncu günde gelip yüce Rabbiyle konuşmakistedi. Otuz günü, geceleriyle birlikte oruçlu
geçirmişti. Oruçlu kimselere mahsus koku ağzında varken Rabbi ile konuşmak hoşuna
gitmediği için, biraz ot alıp ağzında çiğneyiverdi. Huzura vardığında Rabbi: "Niçin iftar
ettin?" diye sordu. Rabbi, olanları hep biliyordu. Musa "Ağzım güzel kokuyorken seninle
konuşmak istedim hepsi o kadar." dedi. Rabbi de ona şöyle karşılık verdi: "Ey Musa!
Oruçlunun ağız kokusunun, benim katımda miskten
daha güzel olduğunu bilmiyor musun? Geri dön, on gün daha oruç tuttuktan sonra yanıma
gel." Musa, Rabbinin emrini yerine getirdi.
Musa'nın kavmi, belirtilen süre sonunda Musa'nın dönmediğini görünce üzüldüler ve bu
durumdan hoşlanmadılar. Bunun üzerine Harun, onlara hitab ederek şöyle dedi:
"Siz.Mısır'dan çıkarken Firavun kavminin emanet ve iğreti mallan yanınızda vardı. Sizin de
orada emanet ve iğreti mallanmz kalmıştı. Bunları o mallarınıza mahsub etmeniz gerektiği
görüşündeyim. Onların yanınızdaki emanet ve iğreti mallarını size helal saymıyorum.
Bunları onlara vermeyeceğimiz gibi, kendimiz içinde tutmayacağız."
Böyle dedikten sonra bir çukur kazdı. Herkese, yanlarındaki emanet ve iğreti eşyalarla
mücevherleri bu çukura atmalarını emretti. Attılar. Sonra bu eşyalarla mücevherleri ateşe
vererek yaktı, "Ne bize, ne de onlara..." dedi.
Samirî isimli kimse, ineğe tapan bir millettendi. îsrailoğullarından değildi. Onların
komşusuydu. İsrailoğullan Mısır'dan göçerken bu da onlarla beraber göçmüştü. Cebrail'in
atının ayağının bastığı yeri, bir tevafuk eseri olarak görmüştü. Oradan bir avuç toprak
almıştı. O toprak avucundayken Harun'un yanından geçmekteydi. Harun, ona: "Ey Samirî!
Sen de elindekini çukura atmıyacak mısın?" diye sordu. Toprak elindeyken, o zamana kadar
kimse onu görmemişti. Harun'un, elindekini çukura atmasını emretmesi üzerine Samirî
şöyle dedi: "Bu, sizi denizden geçiren elçinin (Cebrail'in) atının ayak izindeki topraktır.
Bunu çukura atarken dileğimin gerçekleşmesi için dua etmen şartıyla çukura atarım, yoksa
atmam." Çukura attı ve Harun da dileğinin gerçekleşmesi için dua etti. Atarken de:
"Çukurdaki şeylerin buzağı (heykeli) olmasını istiyorum." dedi. Çukura atılmış olan eşya,
mücevher, demir ve bakır her ne varsa hep bir araya gelip yığıldı. îçi boş bir buzağı
(heykeli) haline geldi. Böğürmesi olmayan bu buzağının canı da yoktu.
İbn Abbas dedi ki: Hayır vallahi, o buzağının sesi yoktu. Yalnız rüzgar arkasından girip
ağzından çıkıyor, çıkarken de ses veriyordu.
İsrailoğuiları bir kaç gruba ayrıldılar. Bir grup: "Ey Samirî, bu nedir? Sen bunu bizden daha
iyi bilirsin." dediler. Samirî de: "Bu sizin Rab-binizdir! Ama Musa yolunuzu saptırdı." dedi.
İkinci grup şöyle dedi: «Musa bize geri gelinceye kadar biz bunu yalanlamayız. Eğer
Rabbimizse bunu kaybetmiş olmayız. Gördüğümüzde buna kulluk ederiz. Eğer bu bizim
Rabbimiz değilse, o zaman Musa'nın sözüne uyarız."
Üçüncü grup ise şöyle dedi: "Bu buzağı, şeytan işidir. Rabbimiz değildir. Ona inanmaz ve
onu tasdik etmeyiz. Dördüncü grubun kalbine Samirî'nin sözlerinin doğruluğu (!)
sindirilmişti. Bunlar buzağının tanrılığını kabul etmiş, onu yalanlamıyacaklannıilan
etmişlerdi.[29]
Harun (a.s) onlara şöyle dedi: «Ey kavmim, andolsun siz bununla fitneye düşürüldünüz
(sınandınız). Rabbiniz, o çok esirgeyen (Al-îah)dır.» Bu değildir.
"Musa'ya ne oldu? Otuz gün sonra bize yine geleceğini söylemişti, ama sözünü yerine
getirmedi. îşte gidişinin üzerinden otuz değil, kırk gün geçti." dediler. Beyinsiz takımı da:
"Musa Rabbini kaybetmiş, onu arıyor" dediler. Cenâb-ı Allah Musa ile konuşup gereken
şeyleri söyleyince, kendisinin ardısıra kavminin karşılaştıkları durumları da anlattı, «Bunun
üzerine Musa, milletine kızgın ve üzgün olarak geri döndü.» Kur' ân~ı Kerîm'de nakledilen
sözleri onlara söyledi. «Kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti.» Öfkeli olduğu için,
Tevrat'ın yazılı olduğu levhaları da yere attı. Daha sonra kardeşi Harun'un mazeretini kabul
etti ve onun için istiğfarda bulundu. Allah'tan onu bağışlamasını diledi.
Bundan sonra Samirî'ye yöneldi: "Sen niçin böyle yaptın?" diyerek ona çıkıştı. Samirî de
kendim şöyle savundu: Cebrail'in atının bastığı yerden bir avuç toprak aldım. Bu toprağın
önemini bildiğim için, durumu sizden gizledim.
«"Onu (zinet eşyalarının yakılıp eritildiği çukura) attım. Nefsim böyle yapmamı bana hoş
gösterdi." dedi.
(Musa): "Defol! Doğrusu artık hayatta, "Bana dokunmayın" demenden başka yapacağın
yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin
tanrına bak.. Onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz." dedi.» (Tâ-Hâ, 95-97.)
Eğer şu buzağı gerçek tanrı olsaydı, yakılamazdı. İsrailoğullan fitneye düşürülmüş
olduklarını kesinlikle anladılar. Harun'un görüşüne uymuş olanlara imrendiler. Toplu olarak
dediler ki: "Ey Musa! Rabbin-den bizim için tevbe kapısı açmasını dile. Tevbe edelim de
günahlarımızı örtsün."
Bunun üzerine Musa, îsrailoğullarından Allah'a ortak koşmamış yetmiş mutena kimseyi
seçti. Tevbe için onlarla birlikte Tur dağına gitti, ama yer onları sarsıp titretiverdi. Başlarına
gelen bu olaydan ötürü Allah'ın peygamberi Musa (a.s.), kavminden ve heyetinden utandı,
onlara karşı mahçub oldu. "Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin.
Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin?" dedi.» (d-A'râf, 155.)
Aralarında buzağı sevgisini ve ona imanı kalplerinde taşıyanlar hâlâ vardı. Bunu farkettiği
için Cenâb-ı Allah, yere emir vererek onları sarsıp titretti. Ve şöyle buyurdu:
«Rahmetim herşeyi kaplamıştır. Bunu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere,
ayetlerimize inanıp yanlarındaki İncil'de ve Tevrat ta yazılı buldukları, haber getiren,
okuyup yazması olmayan peygamber Muhammed'e uyanlara yazacağız.» (ei-AVâf, 156-
157.)
Musa şöyle demişti: «Ya Rab! Kavmimin tevbesini kabul buyurmanı diledim. Sen demişsin
ki: "Ben Rahmetimi Musa'nın ümmetinden bagka bir ümmete yazmışını". Ne olurdu? Beni o
rahmet ettiğin peygamber (Muhammed)'in ümmetinin yaşayacağı zamana erteleyip o zaman
ortaya çıkarsaydın!» Musa'nın böyle demesi üzerine Cenâb-] Allah şu karşılığı verdi. «Senin
kavminin tevbesi ancak şöyle kabul edilir: Baba olsun evlat olsun, adamlarınız, karşılaştığı
herkesi kılıçla vurup öldürecektir. Orada vurduğu adamın kim olduğuna bakmayacaktır.»
Durumu Musa ile Harun'a gizli kalan, ancak günah işledikleri, Allah tarafin-dan farkedildiği
için suçlarım itiraf edenlerin tevbeleri kabul buyurul-du. Bunlar, emrolundukları gibi
hareket ettiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Öleni de öldüreni de bağışladı.
Bundan sonra Musa (a.s.), arz-ı mukaddes taraflarına yöneldi. Öfkesi dinince, daha önce
yere atmış olduğu levhaları kaldırdı. Allah tarafından yapmakla emrolundukları görevleri
kavmine açıklayınca, o görevleri ağır buldular ve yapmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine
dağ, üzerlerine kaldırıldı, adeta bir göİge gibi üzerlerinde durdu. Tepelerine doğru
yaklaştırıldı. Neredeyse üzerlerine düşecek sandılar. Kitabı ellerine alıp emri dinlemeye ve
dağa bakmaya başladılar. Üzerlerine düşmesinden korktukları için geri planda durdujar.
Sonra geçip arz-ı mukaddese gittiler. Orada, içinde zorba bir kavmin yaşamakta olduğu bir
şehir buldular. Buranın insanları ahlaksızdılar. Anlatıldığına göre orada, müthiş irilikte
meyveler yetişirmiş. îsrailoğullan dediler ki: "Ey Musa! Orada zorba bir kavim vardır.»
Onlarla başa çıkamayız. Orada bulundukları sürece biz o şehre girmeyiz. Eğer oradan
çıkarlarsa biz de gireriz."
"(Zorbalardan olup Allah'tan) korkanlardan iki adam dediler ki: " Biz Musa'ya inandık. Biz
kendi kavmimizi biliyoruz. Siz onların bedenlerinin iriliğinden ve sayılarının çokluğundan
korkuyorsunuz. Ama onlar, yüreksiz ve güçsüzdürler. Kapıdan üzerlerine girin. Girdiğiniz
takdirde siz onları yenersiniz."
Böyle dedikten sonra Musa'nın adamları arasına katıldılar. Bu iki kişinin, Musa'nın
kavminden oldukları söylenir. Musa'nın adamları olan İsrailoğullarından olup korkanlar
şöyle dediler: «Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz.. Sen ve
Rabbin, gidin, savaşın; biz burada oturuyoruz.» Böyle diyerek Musa'yı kızdırdılar. Musa da
onlara beddua etti ve onları fasıklar olarak adlandırdı. Daha önceleri günah işleyip kötülük
yaptıklarında onlara beddua etmemişti. Ancak o günde kızgınlığı had safhaya geldiği için
onlara beddua etti. Cenâb-ı Allah da bedduasını kabul buyurdu. Musa gibi, Allah da onları
fasıklar olarak adlandırdı. Orayı onlara kırk yıl süreyle yasakladı. Yeryüzünde şaşkın
vaziyette dolaşıyorlardı. Her sabah uyandıklarında, durdukları yerin kendileri için kalınacak
bir yer olmadığım görüyorlardı. Sonra çölde bir bulut onları gölgelendirdi. Üzerlerine
gökten kudret helvası ve bıldırcın indirildi. Giysileri eskimiyor ve kirlenmiyordu.
Bulundukları yerin meydanlığında, dört köşeli bir taş görüldü. Musa, değneğiyle ona
vurunca taştan on iki göze, su fışkırmaya başladı. Her bir tarafinda üç göze vardı.
İsrailoğullarının on iki boyundan her biri, hangi gözeden su içeceğini anladı.
Her nereye giderlerse gitsinler, o taşı bir önceki yerinde görüyorlardı.
Musa (a.s.)'m, Firavunun adamlarından birini öldürmesi meselesiyle ilgili hadisi, İbn Abbas
merfu olarak rivayet etmiştir. Fakat Musa'nın öldürdüğü adamla ilgili sırrı, Firavun'un
adamlarından birinin ifşa ettiğine dair İbn Abbas'm söylediklerini, Muaviye reddetmiştir.
Reddederken de: "Musa'nın adam öldürdüğünü, Firavun'un adamlarından biri nasıl açığa
çıkarabilirdi? Halbuki öldürürken yanında İsrailli şahıstan başkası yoktu." demiştir.
Muaviye'nin böyle demesi üzerine îbn Abbas kızarak Muaviye'nin elinden tutup onu, Sa'd b.
Malik ez-Zührî'nin yanma götürmüş ve şöyle demiş: "Ya Eba İshak, Rasûlul-lah (s.a.v.)'m,
Musa'nın, Firavun'un taraftarlarından birini öldürme-siyle ilgili olarak bize söylediklerini
hatırlıyor musun? Musa'nın adam öldürüşünü, Firavun'un taraftarlarından biri mi, yoksa o
olaya tanık olan İsrailli mi ifşa etmiştir?"
Bu hadisi İmam Neseî böyle rivayet etmiştir. İbn Cerir ile îbn Ebi Hatîm de tefsirlerinde
Yezid b. Harun'dan naklederek böyle demişlerdir. Allah bilir ya en uygun olan görüş, bu
hadisin mevkuf olduğudur. Bu hadisin merfu olduğu hususunda ihtilaf vardır. [30]
[1] Tirmizî, Kitabut-Tefsir, Hadis No: 3107.
[2] Tefsir-i Taberî, XI, 112.
[3] A.g.e
[4] Buharı, Babü's-Savmi Yevmi Aşura, Hadis No: 111.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/404-412.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 218-340.
[6] Tefsir-i Taberî, IX, 124-125.
[7] Buharî, Meğazî.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/413-421.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/422-427.
[10] Tefsir-i Taberî, IX, 32-33.
[11] Bkz. Tefsir- Taberî, IX, 34-35
[12] Buharı, III, 244; Husumat, Hadis No:l.
[13] Bkz. Aclunî, Keşfü'1-Hafa, Hadis No: 616.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/427-432.
[15] Camiüs-Sağir, Hadis No: 7574-7575.
[16] Tarih-i. Taberî, I, 298-300.
[17] Tefsir-i Taberî, IX, 50.
[18] Tefsir-iTaberî, IX, 45-46.
[19] Müslim, îman, 308, 311, 312.
[20] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 376.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/432-444.
[22] Tefsir-i Kurtubî, I, 267.
[23] Tefsir-i Taberî, I, 285.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/444-446.
[25] Bkz. H.K.K.T. îbn Kesir Tefsiri, Kehf Sûresi.
[26] Tarih-i Taberî.I, 256.
[27] Tarih-iTaberî, I, 256.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/447-454.
[29] Bkz. Tefsİr-i Taberî, IX, 31.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/454-467.
 
000000

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...