27 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 17 NCI BÖLÜM Ahmet İbn Kesîr


VEN-NİHAYE 17 NCI BÖLÜM
Zeyd B. Amr B. Nüfeyl (R.A.)
Ahmet İbn Kesîr
Şeceresi şöyledir: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdü'1-Uzza b. Rebah (Ri-yah?) b. Abdullah b.
Kurz b. Rezah İbn Adiyy b. Ka'b b. Lüeyy el-Kureyşî el-Adevî.
Hz. Ömer'in babası Hattab, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in amcası aynı zamanda ana bir
kardeşiydi. Bu şöyle olmuştu. Zeyd'in babası Amr b. Nüfeyl, babası Nüfeyl'in ölümünden
sonra üvey annesiyle evlenmişti. O zamana göre böyle bir evlilik normaldi. Bu kadın,
Zeyd'in dedesi Nüfeyl ile evliyken Hattab'ı doğurmuştu. Bu rivayet, Zübeyr İbn Bekkar ile
Muhammed b. İshak'a aittir.
Zeyd b. Amr, putlara ibadet etmeyi bırakmış ve putperestlikten ayrılmıştı. Besmelesiz
kesilen hayvanların etini yemezdi.
Yunus b. Bükeyr, Hz. Ebu Bekir'in kızı Esmanın şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Amr b.
Nüfeyl'in -sırtını Ka'be'nin duvarına yaslanmış vaziyette- şöyle dediğini işittim: "Ey Kureyş
topluluğu! Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, aranızda benden başka İbrahim'in
dininde bulunan hiç kimse yoktur.
Allahım, en çok kimi sevdiğini bilseydim, onu vesile ederek sana ibadet ederdim. Ama
böyle birini tanımıyorum." dedikten sonra bineği üzerinde secde ediyordu.
Ebu Usame de Hişam'dan böyle bir rivayette bulunmuş ve rivayetine şunları eklemiştir:
Ka'be'ye doğru namaz kılar ve şöyle derdi, "Benim Rabb'im, İbrahim'in Rabbi'dir. Benim
dinim, İbrahim'in dinidir."
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, diri diri toprağa gömülecek olan kızların gömülmelerine engel olup
hayatta kalmalarına çabalardı. Bir kimse, kendi kızım toprağa diri diri gömüp öldürmek
istediğinde ona şöyle derdi: "Bunu öldürme. Bana ver, ben kendisine bakarım, büyüdüğünde
istersen geri alırsın, istersen bırakırsın."
Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. îshak'tan şöyle bir rivayette bulunur: Şu bir kaç kişi
Kureyşlilerden kaçıp gitmişlerdi: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdi'l-
Uzza,Osman b. Huveyris b. Esed b. Abdi'1-Uzza, Abdullah b. Cahş b. Riab b. Ya'mür b.
Sabre b. Mürre b. Kebîr b. Ğunm b. Dudan b. Esed b. Huzeyme, annesi Ümeyye binti
Abdulmuttalib, kızkardeşi Zennep binti Cahş -ki Rasûlullah, azatlısı Zeyd'in boşamasından
sonra kendisiyle evlenmişti.- ...İşte bunlar, bayramlarda önünde kurban kesilen ve Kureyş'e
ait olan bir putun yanında toplanan Kureyşli bir topluluğun yanına vardılar. Bunlar, cemaatten
ayrılıp bir kenara çekilerek birbirlerine şöyle dediler: "Birbirinize muvafakat edin.
Keşke birbirinize uysanız." Sözcüleri ortaya çıkıp onlara şöyle dedi: "Vallahi, kavminizin
doğru yolda olmadığını biliyorsunuz, ibrahim'in dininden sapmış, ona muhalefet etmişlerdir.
Fayda ve zarar veremeyen bir puta tapılmaz. Kendiniz için hakkı arayın."
Bunun üzerine yola koyulup yeryüzünde dolaşmaya ve Hz. İbrahim'in dini olan Hanîf dinini
aramaya başladılar. Bunlardan Varaka b. Nevfel, Hristiyanhğı seçti, o dinin sağlam bir
mensubu oldu. Hristiyan-lardan, o dinle ilgili kitapları istedi. Ehl-i Kitaptan çok ilimler elde
etti. Bunlardan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'den daha müstakim ve daha sebatlı biri yoktu.
Putlarla ilgisini kesti. Hristiyanlıktan, Yahudilikten ve diğer dinlerden uzaklaştı. Sadece Hz.
İbrahim'in dini olan Hanîf dinine bağlandı. Allah'ın birliğine inandı. Diğer tanrılardan kopup
sıyrıldı. Kendi kavminden insanların kestiği hayvanları yemiyordu. Onların içinde bulunduğu
yaşantıdan uzaklaşarak kendilerini protesto ediyordu. Hattab, ona çok eziyet
etmişti. Mekke'nin yukarı taraflarına götürüp Ku-reyş'in ayak takımı ve beyinsizlerine
teslim ederek: «Sakın, bunun Mekke'ye girmesine müsaade etmeyin!» demişti. Zeyd, ancak
onlardan gizli olarak Mekke'ye giriyor, farkedilince de dışarı çıkarılıyordu. Dinlerini
bozmasından veya kendilerinden birinin ona uymasından korkulduğu için, ona çok eziyet
ediyorlardı.
Musa b. Ukbe.dedi ki: Takdir ettiğim bir adam, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'den bahsederken
onun, Kureyşlilerin kurban kesişlerini beğenmediğini ve onlara şöyle dediğini anlatıyordu:
"Koyunu, Allah yarattı.. Gökten onun için su indirdi.. Yerden onun için ot bitirdi...
Böyleyken onu keserken, ne diye üzerine Allah'tan başkasının adını anıyorsunuz?" İşin
önemine dikkat çekmek ve bu yaptıklarından ötürü onları protesto etmek için böyle
konuşmuştu.
Yunus b. Bükeyr, îbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Hz.
İbrahim'm dini olan Hanîf dinini aramak maksadıyla yeryüzünde dolaşmaya niyetlenmiş ti.
Karısı Safiye binti Hadremî, onun yola çıkmaya hazırlandığım her gördükçe, koşup durumu
Hattab b. Nüfeyl'e haber veriyordu. Nihayet bir gün Zeyd, ilk kitap ehli birisinden olan
İbrahim'in dinini arayıp sorarak Musul ve Cezire'ye geldi. Sonra Şam'a vardı. Orada
dolaşırken Belka mıntıkasmdaki bir kilisede Hristiyanhkla ilgili bilgilerin kaynağı
durumunda olan bir rahibin yanına gitti. Ona, Hz. İbrahim'in dini olan Hanif dinini sordu.
Rahip ona dedi ki: "Öyle bir dini soruyorsun ki, bu gün seni ona ulaştıracak bir kimseyi
bulamazsın. Onu bilenler çürümüş, onu tanıyanlar yok olup gitmiştir. Yalnız sana şunu
derim ki, bir peygamber ortaya çıkmak üzeredir." Zeyd, Yahudiliğe ve Hristiyanlığa bakmış,
ama onları beğenmemişti. Rahibin sözlerini tamamlamasından hemen sonra Mekke'ye doğru
alelacele yola koyuldu. Lahm mıntıkasına vardığında üzerine saldırıp onu Öldürdüler
.Varaka, onun ölümü üzerine şu mersiyeyi söylemişti:
"Ey İbn Amr, doğruyu buldun, güzel yaptın. Benzersiz Rabb'e inandığından ve dahi,
Tağutlarm putlarını terkettiğinden dolayı, Kızgın ateşli tandırdan[1] uzak durdun. İnsan,
yerin altında yetmiş derede de olsa, Rabb'inin rahmeti kendisine ulaşabilir."
Muhammed b. osman b. Ebi Şeybe'nin, İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre, Zeyd b. Amr b.
Nüfeyl, cahiliye döneminde de dindar bir Mmsey-miş. Allah'a bağlanmanın yollarını
ararmış. Hatta bir defasında sefere çıktığında bir Yahudiye uğrayıp ona: "Beni de kendinle
birlikte dinine sokmanı arzu ediyorum." demiş. Yahudi, ona şöyle demiş: "Allah'ın gazabından
hisseni alıncaya kadar seni dinime sokmam!" Zeyd ise: "Ben zaten Allah'ın
gazabından kaçıyorum." demiş ve tekrar yola koyularak bir Hristiyana uğramış, ona da:
"Beni de kendinle birlikte dinine sokmanı arzu ediyorum." demiş. Hristiyan ise, ona şöyle
demiş: "Sapıklıktan payım alıncaya kadar seni dinime sokmam." Zeyd ise: "Ben zaten
sapıklıktan kaçıyorum." demiş. Hristiyan: "Sana öyle bir din göstereceğim ki, ona tabi
olursan doğru yolu bulursun." deyince, Zeyd: "O hangi dindir?" diye sormuş. O da:
"İbrahim'in dini..." diye cevap vermiş. Bu defa Zeyd şöyle şahadet getirmiş: "Allahım, şahid
ol. Ben, İbrahim'in dinindeyim. O din üzerine yaşayacak ve o din üzerine öleceğim."
Zeyd b. Amr'ın bu durumu Hz. Peygambere anlatıldığında şöyle buyurmuş: "Kıyamet
gününde o, tek bir ümmet olacaktır."
Muhammed b. Sa'd, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudilik ve
Hristiyanlığı inceledim. İkisinden de aradığımı bulamadım. Bir zamanlar Şam ve yöresinde
bulunuyordum. Orada bulunan bir manastıra uğrayıp rahiple görüştüm. Ona gurbette
olduğumu, kavmimden uzaklaştığımı, putperestlikten, Yahudilik ve Hristiyanhktan
hoşlanmadığımı anlattım. Bana şu cevabı verdi: "Ey Mekkelilerin kardeşi! Öyle sanıyorum
ki, sen İbrahim'in dinini arıyorsun. Aslmda sen, bu güne kadar hiç kimsenin bağlanmadığı
bir dini istiyorsun. O da baban İbrahim'in dinidir. O Hanif idi. Yahudi ya da Hristiyan
değildi. Memleketindeki Ka'be'ye yönelerek namaz kılıp secde ederdi. Memleketine dön.
Allah, memleketinde, kavminden birini peygamber olarak gönderecektir. O, İbrahim'in
dinini getirecektir. O, Allah katında yaratıkların en hayırlısıdır."
Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ailesinden bazdan
bana şunu anlattılar: Zeyd, Ka'be'ye girdiğinde ayakta durarak şöyle demişti:
"Seninbuyruğuna amadeyim Allah'ım. Sana ibadet eder, sana kul olurum. Sen, gerçek
Rabsm. İbrahim'in sığındığına sığındım. Hani o şöyle demişti: Burnumu senin huzurunda
yere sürüyorum. Beni ne kadar zora sürsen de katlanırım. Kibir değil, iyilik isterim. Çok
sıcak zamanda yürüyen kişi, rahat rahat konuşan kimse gibi değildir."
Ebu Davud et-Tayalisî'nin anlattığına göre Zeyd b. Amr ile Varaka b. Nevfel, din aramak
maksadıyla yola koyularak Musul'daki bir rahibe uğramışlar. Rahip, Zeyd b. Amr'a sormuş:
- Ey deve sahibi, nereden geliyorsun?
- İbrahim oğullarının (Mekkelilerin) yanından...
- Aradığın nedir?
- Din arıyorum.
- Geri dön. Çünkü aradığın din, yakında senin toprağında ortaya çıkacaktır!.. Varaka,
Hristiyanhğa girdi. Ama ben, gerçek bir Hristiyan olmaya azmettim. Ne var ki o bana
uymadı. Geri döndü. Dönerken de şöyle diyordu: "Senin buyruğuna amadeyim Allah'ım.
Sana ibadet eder, sana kul olurum. Sen, gerçek Rab'sm. Kibir değil, iyilik isterim. Çok sıcak
zamanda yürüyen, rahat rahat konuşan gibi değildir. İbrahim'in inandığına inandım. Hani o
şöyle diyordu: Burnumu senin huzurunda yere sürüyorum. Beni, ne kadar zora sürsen de
katlanırım." Sonra yere kapanıp secde ediyordu.
Zeyd'in on oğlundan biri olan Said, Hz. Peygamber'in yanına gelerek: "Ya Rasûlallah!
Babam, sana anlatıldığı ve senin de bildiğin gibidir. O'nun için mağfiret dile." demiş, Hz.
Peygamber de şu cevabı vermişti:
"Evet, kıyamet gününde o, bir tek ümmet olarak haşrolunacaktır."
Zeyd b. Amr, Hz. Peygamber'in -peygamberliğinden önce- yanma gelmişti. O esnada Zeyd
b. Harise de Allah elçisinin yanında bulunmaktaydı. İkisi, önlerindeki sofradan
yemekteydiler. Ona da buyur ettilerse de Zeyd b. Amr şöyle cevap verdi:
"Ey kardeşim oğlu! Ben, putlar adına kesilen hayvanların etinden yemem"[2].
Muhammed b. Sa'd, Hacr b. îhab'm şöyle dediğini rivayet eder: Şam'dan dönüşünden sonra
Zeyd b. Amr'i, Büvane putunun yanında iken gördüm. Güneşi araştırıyordu. Zeval vakti
olunca, Ka'be'ye yönelip iki secdeli bir rekat namaz kıldı. Sonra şöyle dedi: "Bu, İbrahim ile
İsmail'in kıblesidir. Taşa ibadet edip namaz kılmam. Putlar adına kesilen hayvanların etlerini
yemem. Fal oklarıyla kısmet aramam. Ölünceye kadar ancak bu Beyt'e yönelerek namaz
kılarım." Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, hac eder, arefede vakfe yapar, telbiye getirir ve şöyle
derdi:
"Buyur Allahım buyur. Senin ortağın ve dongin yoktur." Böyle dedikten sonra yaya olarak
Arafat dağından inip Müzdelife'ye gider. Giderken şöyle derdi:
Buyur Allah'ım buyur. Sana kul, sana köle olur ve sana ibadet ederim."
Vakidî, Amir b. Rebia'nın şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in şöyle
dediğini işittim: "İsmail neslinden, Abdülmuttalib evladından bir peygamberin gelmesini
bekliyorum. Ama onun zamanına ulaşabileceğimi sanmıyorum. Ona inanıyor, onu tasdik
ediyor ve onun peygamber olduğuna tanıklık ediyorum. Eğer ömrün vefa eder de onu
görürsen, benden ona selam söyle. Onun özelliklerini sana anlatacağını ki, onu görünce
tanımakta güçlük çekmeyesin." Ben de, "Öyleyse anlat".dedim. Anlatmaya başladı ve dedi
ki: "O öyle bir adamdır M, boyu ne uzun, ne de kısadır. Saçı ne çoktur, ne de azdır. Gözünde
hep kızarıklık vardır. İki omuzu arasında peygamberlik mührü bulunur. Adı Ahmed'dir.
Şehirde doğacak ve yine bu şehirde peygamber olacaktır. Sonra kavmi, getirdiği dinden
hoşlanmayıp onu buradan çıkaracaktır. Nihayet o da Medine'ye hicret edecek ve dini orada
zuhur edecektir. Sakın ona karşı aldatılmayasm. Çünkü ben, İbrahim'in dinini aramak
amacıyla birçok beldeleri dolaştım.Kendilerine bu konuda soru sorduğum Yahudi, Hristiyan,
Mecusi herkes, bana: "Aradığın bu din, ileride gelecektir." dediler. Bu dinin peygamberiyle
ilgili olarak sana anlattığım vasıfları, ayniyle bana anlatarak: "Ondan başka gelecek bir
peygamber yoktur." dediler.
Amir b. Rebia dedi ki: "Ben Müslüman olunca, Zeyd b. Amr'm sözlerini ve selamını
Rasûlullah'a naklettim. Rasûlullah, onun selamını aldı, ona şefkat etti ve: "Onu Cennet'te
eteklerini sürüyerek dolaşırken gördüm." dedi. Sahih-i Buharî'de Abdullah b. Ömer'den
rivayet edildiğine göre kendisine risalet gelmeden önce Hz. Peygamber, Mekke'nin batı
yakasındaki Beldah vadisinin aşağı taraflarında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile karşılaşmış. O
esnada Hz. Peygamber'e yemek getirilmiş, Zeyd'e de buyur denilmiş, ama o, bu yemeği
yemeyip şöyle demiş: "Putlarınız adına kestiğiniz hayvanların etlerini yemem. Üzerine
Allah adı anılmadan kesilen hayvanların etlerini yemem!"
Zeyd b. Amr, Kureyşlilerin putlar adına hayvan kesmelerini kınayarak şöyle derdi: "Koyunu
yaratan Allah'tır. Onun için gökten su indirip, yerden ot bitiren de Allah'tır. Sonra kalkıp bu
nimetleri inkar ediyor, hayvanları Allah'tan başkası adına kesip günaha giriyorsunuz!»
Musa b. Ukbe, îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiş: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl» dini sorup
araştırmak için Şam'a gitmiş. Bir Yahudi bilginine uğrayıp ona Yahudilik dinini sorarak
şöyle demiş: 'Ben sizin dininize girmeye karar verdim ve1 girmeye de hazırım." Bilgin:
"Allah'ın gazabından payını almadıkça dinimize giremezsin!" deyince Zeyd şu karşılığı
vermiş: "Zaten ben de Allah'ın gazabından kaçıyorum. O'nun gazabını yüklenmem, buna
gücüm de yetmez. Bana, başka bir yol gösteremez misin?" deyince bilgin: "Bilemiyorum.
Sen, ancak Hanif dinine girebilirsin." der. Bunun üzerine Zeyd: "Haniflik nedir?" diye
sormuş, o da şu cevabı vermiş: "Haniflik, İbrahim peygamberin dinidir. İbrahim, ne Yahudi,
ne de Hristiyandı. Sadece Allah'a ibadet ederdi."
Zeyd, Yahudi bilginin yanından ayrılıp yola devam etti. Hristiyan-lardan bir âlimle
karşılaştı. Ona da aynı şeyleri anlattı. Bilgin: "Allah'ın lanetinden payını almadıkça dinimize
giremezsin!" deyince Zeyd şöyle dedi: "Zaten ben, Allah'ın lanetinden kaçıyorum. O'nun
lanet ve gazabından asla birşey yükîenemem. Buna gücüm de yetmez. Sen, bana başka bir
alternatif gösterebilir misin?" Alim: "Bilemiyorum. Sen, ancak Hanîf olabilirsin." deyince,
Zeyd: "Haniflik nedir?" diye sordu. Âlim, şu cevabı verdi: "Haniflik, İbrahim'in dinidir. O,
ne Yahudi, ne de Hristiyandı. Sadece Allah'a ibadet ederdi." Zeyd, bilginlerin İbrahim
peygamber hakkındaki görüş ve düşüncelerini alınca dışarı çıkıp ellerini göğe kaldırdı ve:
"Allahım, sen şahid ol ki ben, İbrahim'in dinindeyim."
"Hişam b. Urve, Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma'mn şöyle dediğini rivayet etmiş: "Zeyd b. Amr
b. Nüfeyl'in sırtım Ka'be duvarına dayayarak şöyle dediğini gördüm: "Ey Kureyş topluluğu!
Allah'a andolsun ki, aranızda benden başka İbrahim'in dininde kimse yoktur."
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, kızların diri diri toprağa gömülmelerine engel olurdu. Bir kimsenin,
kendi kızını diri diri toprağa gömmek üzere olduğunu gördüğünde ona: "Kızını öldürme.
Onun geçimini ben temin ederim." der ve kız çocuğunu onun elinden alırdı. Çocuk gelişip
büyüyünce babasına: "İstersen kızını alabilirsin. Yoksa ben, onun geçimini sağlarım."
derdi[3].
Abdurrahman b. Ebi'z-Zinad, Hz.Ebu Bekir'in kızı Esma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Zeyd b. Amr'ı, sırtını Ka'be'ye yaslayarak şöyle derken gördüm: "Ey Kureyş topluluğu!
Zinadan sakının. Çünkü o, yoksulluğun meydana gelmesine sebeb olur." îbn Asakir,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın, Zeyd b. Amr hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kıyamet gününde o, tek başına bir ümmet olarak diriltilecek (ve hasredilecek) tir."
Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe, Cabir (r.a.)'in.şöyle dediğini rivayet eder: "Cahüiye
döneminde sırtım Ka'be'ye dayayarak "ilahım, İbrahim'in ilahıdır. Dinim, İbrahim'in
dinidir." diyen ve secde eden Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in durumu kendisine sorulduğunda
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benimle Meryem oğlu İsa arasında o, tek başına bir ümmet olarak haşrolunacaktır."
Vakidî, Said b. Müseyyeb'in, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl hakkında şöyle dediğini rivayet eder:
"Vahyin Rasûlullah (s.a.v.)'a gelmeye başlamasından beş sene önce Rureyşliler Ka'be'yi
yemden inşa ederlerken Zeyd vefat etti. O, kendisinin Hz.İbrahim'in dinine bağlı olduğunu
söylüyordu. Oğlu Said, Müslüman olup Rasûlullah (s.a.v.)'a tabi olmuştu. Said ve Hz. Ömer,
birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelerek Zeyd'in durumunu ondan sormuşlardı.O da
şöyle buyurmuştu: "Allah, onu bağışlasın ve ona rahmet etsin. O, İbrahim'in dini üzere
ölmüştür."
Vakidî der ki: O günden sonra Müslümanlar, onu hep rahmetle anmış ve kendisi için
istiğfarda bulunmuşlardır. Sonra Said b. Müseyyeb de şöyle demiştir: Allah onu bağışlasın
ve ona rahmet etsin.
Muhammed b. Sa'd'm, Vakidî'den naklen anlattığına göre Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Mekke'de
vefat etmiş ve Hira dağının eteklerinde bir yere defnedilmiştir. Daha önce anlatıldığına göre,
Zeyd b. Amr, Şam'a bağlı Belka mıntıkasında, Meyfaa denen yerde Lalım oğullarının
saldırısı neticesinde ölmüştür. Doğrusunu Allah bilir.
Bağendî, Hz. Aişe'den Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu nakleder:
"Cennet'e girdim. Orada Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait uzun dallı, İM büyük ağaç gördüm."
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, kendi şiirlerinin birinde şöyle demiş:
"Dünya durdukça övgü ve sitayişlerimi, Beğenilen sözlerimi, kendisinden daha üst, Bir İlah
ve daha yüksek bir hükümdar, Ve kendisine denk bir Rab bulunmayan, Allah'a hediye ve
ithaf ediyorum."
Bu şiirin, Ümeyye b. Ebi's-Salt'a ait olduğunu söyleyenler de olmuştur. Doğrusunu Allah
bilir. Muhammed b. İshak, Zübeyr b. Bekkar ve diğerlerinin rivayetlerine göre Zeyd b. Amr,
tevhide dair bir şiirinde de şöyle demiştir:
"Ağır kayalar yüklenen yerin teslim olduğu Allah'a, Yöneldim, o yer ki, dümdüz oldu,
düzelince de onu, Tespit etmek için üzerine dağlar yerleştirdi. Tatlı ve berrak suları taşıyan
bulutların yöneldiği, Allah'a yöneldim, o bulutlar ki, her nereye sevk, Edilirlerse, emre itaat
ederler, gönderildikleri, Beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar. Rüzgarların
kendisine yöneldiği Allah'a yöneldim. O rüzgarlar ki, halden hale dönüp giderler."
Muhammed b. İshak, Hişam b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: Babam rivayet etti ki,
Zeyd b. Amr, bir şiirinde şöyle demiştir:
"îşler taksim edilirken bin Rabbe mi yoksa bir Rabbe mi tapacağım? Lat ile Uzza'yı
tamamen bıraktım. Dayanıklı ve sabırlı kimse,işte böyle yapar. Ne Uzza'ya, ne de iki kızma
tapmam. Amr oğullarının putlarını da ziyaret etmem. Daha Önce uzun zaman tanrımız olan
Ganem'e de tapmam. Çünkü o zaman aklım az idi. Hayret ettim. Gecelerde ve gündüzlerde
hayret edilecek haller vardır. Basiret sahibi kimseler bunu görür ve bilirler ki, Cenâb-ı Allah,
günahkar bir çok kimseyi yok etmiştir. Kavmin iyiliği sebebiyle diğerlerine ilişmemiştir.
Onlardan küçük çocuklar çoğalır. Bir ara adam tökezleyip kayar ve bir gün döner. Parlak ve
yeşil dalın gelişip büyümesi gibi. Ama ben, bağışlayıcı Rabbimin günahımı bağışlaması
için, Rabbim olan Rahman'a ibadet ediyorum. Habbinize karşı takvalı olun. Takvayı
muhafaza edin, Muhafaza ettiğiniz sürece helak olmazsınız. İyi kimselerin diyarlarımı-
Cennet olduğunu görürsün. Kafirler için çılgın alevli kızgın bir ateş vardır. Dünyada rüsvay
olacak, Ölünce de kalpleri sıkıştıran zorluklarla karşılaşacaktır."
Hişam b. Urve, Hz.Ebu Bekir'in kızı Esma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zeyd b. Amr
b. Nüfeyl, bir şiirinde şöyle demişti:
"Cinni ve cinleri bıraktım. Dayanıklı ve sabırlı kimse, işte böyle yapar. Ne Uzza'ya taparım.
Ne de iki kızma. Tasem oğullarının da putunun etrafında dolaşmam. Ganem'e de tapmam.
Daha önce uzun zaman o bizim tanrımızdı. Ama o zaman aklımız az idi. İşler taksim
edildiği zaman bin Rabbe mi, yoksa bir Rabbe mi tapacağım? Bilmez misin ki Allah,
günahkar adamları yok etmiş ve diğerlerine de kavmin iyiliği sebebiyle ilişmemiştir.
Onlardan küçük çocuklar çoğalır. Bir ara adam tökezleyip düşer, birgün de dönüp gelir.
Parlak ve yeşil dalın gelişip büyümesi gibi."
Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma, Varaka b. Nevfel'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Ey îbn Amr, doğruyu buldun, iyi ettin,
Kızgın ateşli tandırdan uzaklaştm.
Çünkü sen, benzersiz Rabbe taptın,
Dağların cinlerini de olduğu gibi bıraktın.
Korkulu bir yere indiğimde derim ki:
Bana acı, acı, çünkü, cinlerin umudu sensin.
Tanrım ve umudum sensin! ey Rabbimiz.
Kişi, yetmiş dere yerin altında olsa bile,
Rabbinin rahmeti yine ulaşır.
Dualara icabet edene taparım, hiç işitmeyene tapmam.
Her mabette namaz kılarken ben derim ki:
Mübareksin, senin adını anıp dua edenleri çoğalttım."
Daha önce de belirtildiği gibi Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nev-fel, Osman b. Huveyris
ve Ubeydullah b. Cahş birlikte Şam'a gitmişlerdi. Zeyd hariç> diğerleri Hristiyanhğa
girmişler. Zeyd, hiç bir dine gir-meyip fitrat üzere kalmakta devam etmiş. Bir ve ortaksız
olan Allah'a ibadet etmiş, önce de anlattığımız gibi Hz. İbrahim dinine elden geldiğince
uymaya çalışmıştı.
Varaka b. Nevfel'e gelince, onunla ilgili bilgileri, bi'set konusunun baş kısmında
nakledeceğiz. Osman b. Huveyris, kayserin yanında ölünceye dek Şam'da ikamet etmişti.
Ümevfnin onunla ilgili olarak anlattığı tuhaf bir haber vardır. Özet olarak şöyledir: Osman
b. Huveyris, kayserin yanma geldiğinde kendi kavminden gördüğü eziyetleri anlatıp
şikayette bulundu.
Bunun üzerine kayser, Şam Araplannın meliki İbn Cefne'ye mektup yazarak, Kureyşlilerle
savaşmak üzere Osman'ı takviye için bir ordu göndermesini emretti.
Araplar, Mekke'nin önemli ve azametli bir yer olduğunu, Cenâb-ı Allah'ın fil sahiplerine
neler yaptığını bildiklerinden dolayı, bu işten vazgeçmesi için İbn Cefne'ye mektup yazdılar.
Bunun üzerine îbn Cef-ne, boyalı ve zehirli bir gömleği Osman'a giydirip öldürdü. Zeyd b.
Amr b. Nüfeyl de Osman için bir mersiye söyledi. Vefatı, bi'setten otuz yıl kadar öncedir.
Doğruyu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [4]
Fetret Devrinde Meydana Gelen Bazı Olaylar
Ka'be'nin Yapılışı
Ka'be'yi ilk defa yapanın, edenin Hz. Adem olduğu söylenir. Bu konuda Abdullah b.
Ömer'den gelen merfu bir hadis vardır. Ancak bu hadisin senedinde İbn Luhay'a'nın adı
geçmektedir ki o da zayıf ravilerden-dir. Kuvvetli görüşe göre Ka'be'yi ilk yapan, İbrahim
peygamberdir. Nitekim bu görüş, Önceki sayfalarda da nakledilmişti. Hz. İbrahim'den sonra
yıkılmış, Amalika kabilesi yeniden yapmış, sonra yine yıkılmış, bu sefer Cürhümlüler inşa
etmiş, sonra yine yıkılmış, Kureyşliler yeniden yapmışlar. Nitekim Simak b. Harb, Halid b.
Arara'dan, o da Hz. Ali'den böyle rivayet etmiştir.
Kureyşlilerin Ka'be'yi yeniden yapmalarıyla ilgili bilgileri, daha sonraki sayfalarda
vereceğiz. Onlar bi'setten beş veya zayıf bir kavle göre onbeş- sene önce Ka'be'yi yeniden
yapmışlardır. Yeri geldiğinde bütün bunlar anlatılacaktır. Güvencimiz ve dayanağımız
Allah'tır. [5]
Ka'b B. Lüeyy
Ebu Nuaym'm, Ebu Seleme'den rivayet ettiğine göre Ka*b b. Lüeyy, Kureyşlilerin, Arube
diye adlandırdıkları cuma gününde halkını toplayıp şöyle hitapta bulunurmuş:
"Dinleyin ve öğrenin. Anlayın ve bilin. Gece karanlıktır, gündüz aydınlıktır. Yer döşek, gök
tavandır. Dağlar kazıklar, yıldızlar işaretlerdir. Öncekiler, sonrakiler gibidir. Erkek, dişi, eş
ve hareketli herşey, eninde sonunda çürüyecektir. Yakınlarınızla ziyaretlesin, hısımlarınızla
aranızdaki bağları muhafaza edin, mallarınızı nemalandırm. Ölen bir kimsenin geri
döndüğünü gördünüz mü hiç? Asıl yaşanacak yurt, bu dünyadan sonrakidir. Gerçek, sizin
söylediğiniz ve zannettiğiniz gibi değildir. Harem'inizi süsleyip gereken saygıyı gösterin.
Ona tutunun. Onunla ilgili olarak size büyük bir haber gelecektir. Oradan çok kıymetli ve
üstün bir peygamber çıkacaktır. "Sözlerine devamla şöyle demiştir:
Gece ve gündüz, her gün bir olay meydana gelir. Bunların gecesi de gündüzü de birdir. Her
gelişlerinde yeni bir olay meydana getirirler, Biz farkında olmadan bol nimet perdelerini,
Üzerimize salar, Peygamber Muhammed gelir. Haberler getirir, o haberleri veren doğru
sözlüdür.
Allah'a andolsun ki görüp işitseydim, elim ayağım yetseydi, deve gibi hızla koşup ona
giderdim. Aygır gibi süratle fırlayıp ona ulaşırdım.
Aşireti, hakkı bıraktığı zaman keşke ben onun davetinin özüne şahit olsaydım.
KaT b. Lüeyy'in vefatından 560 sene sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik
gelmiştir. [6]
Zemzem Kuyusunun Yeniden Açılması
Cürhümlüler, Zemzem kuyusunu kapattıklarından yeri bilinemez hale gelmişti. Bu durum,
Haşim oğlu Abdülmuttalib zamanına kadar devam etmişti. O zat, Zemzem, kuyusunun
yerini bulmuş ve yemden açmıştı.
Muhammed b. İshak dedi ki: Abdülmuttalib, bir ara Kabe'nin bitişiğindeki Hatim denen
kısımda uyumaktayken, rüyasında bir adam kendisine görünmüş ve Zemzem kuyusunu
yeniden açmasını emretmişti. Yezid b. Ebi Habib el-Mısrî'nin, Abdullah b. Züreyr el-Gafikı
den rivayet ederek bana anlattığına göre Abdülmuttalib'in Zemzem kuyusunu yeniden
açmaya başlaması şöyle olmuştur: Ali b. Ebi Talib (Hz. Ali), Ab-dülmuttalib'in Zemzem
kuyusunu yeniden açmakla emrolunduğu durumdan bahs ederken şöyle demiştir:
Abdülmuttalib dedi ki: Ben, Hatim'de uyumaktaydım. Biri, bana gelip, "Tibe'yi kaz." dedi.
Kendisine, "Tibe nedir?" diye sormam üzerine benden uzaklaşıp gitti. Ertesi gün yine aynı
yere gidip uyuduğum zaman, aynı adam yine bana gelip, "Berre'yi kaz." dedi. Kendisine,
"Berre nedir?" diye sormam üzerine benden uzaklaşıp gitti. Ertesi gün yine aynı yere gidip
uyudum, yine o adam bana gelerek, "Mazmune' yi kaz." dedi. Kendisine "Mazmune nedir?"
diye sormam üzerine benden uzaklaşıp gitti. Ertesi gün yine aym yere gidip uyuduğumda
yine bana gelip, "Zem-zem'i kaz." dedi. Kendisine, "Zemzem nedir?" diye sormam üzerine
bana dedi ki: "O kuyunun suyu asla-azalmaz ve kuramaz. Bütün hacıların içmesine yeter.
Kanla dışkı arasında, kara karga çukurunun yanında ve Karınca köyündedir."
Zemzem kuyusunun yeri ve özelliği, Abdü1muttalib'e açıklanıp ta o, bu açıklamanın
doğruluğunu anlayınca, ertesi gün oğlu Harisle birlikte
-o zaman Haris'ten başka oğlu yokmuş- kazmayı eline alıp tarif edilen yeri kazmaya başladı.
Kuyunun iç duvarlarını görünce tekbir getirmeye başladı. Kureyşliler, onun amacına
ulaştığını anlayınca yanına varıp şöyle dediler: "Ey Abdülmuttalib! Bu, bizim atamız
İsmail'in kuyusu-dur. Bunda bizim hakkımız vardır. Kendine bizi de ortak yap."
Abdülmuttalib, bu isteklerim kabul etmeyip şöyle dedi: "Bunu yapamam. Bu, size değil de
özel olarak bana verildi." Kureyşliler, "Yansını bize ver. Seni bırakacak değiliz. Yoksa
seninle mücadele ederiz." deyince, Abdülmuttalib: "Sizinle benim aramı bulması için,
dilediğiniz bir kimseyi hakem tayin edin." dedi. Onlar, Sa'd b. Hüzeym kabilesinin kahini
olan bir kadının hakemlik yapmasını istediler. Abdülmuttalib, onların bu teklifini kabul etti.
Şam yakınlarındaki yüksek yerlerden birinde bulunan kahin kadının yanına gitmek üzere
Abdülmuttalib ve Ümeyye oğullarından bir kaç kişi yola koyuldular. Kureyş'e bağlı kabilelerden
de birer kişi kafileye katıldı. Yolları, çölden geçiyordu. Yoldayken Abdülmuttalib ve
beraberindekilerin suyu tükendi. Susadılar. O kadar ki, öleceklerine kesin gözle
bakıyorlardı. Kureyşli kafileden su istediler. Ama onlar, su vermeye yanaşmayarak:
"Çöldeyiz. Suyumuzu size verirsek, biz de sizin gibi susuz kalmaktan korkuyoruz." dediler.
Bunun üzerine Abdülmuttalib, onlara şöyle bir teklifte bulundu: "Herkes şu anda kalan son
gücünü kullanarak kendine bir çukur kazsın. Her bir kişi ölünce diğer biri, onu çukura
gömüp üzerini toprakla örtsün. Böyle olunca sonunda, cenazesi açıkta kalan bir tek kişi
kalır. Ve onun cenazesi gö-mülmeyip zayi olur. Bir toplumun tamamının cenazesinin zayi
olmasmdansa, bir kişinin cenazesinin zayi olması daha kolaydır."
Kafîledekiler, "güzel bir teklif' diyerek işe koyuldular, her biri, kalkıp kendine bir çukur
kazdı. Sonra da oturup susuzluktan ölümün kendilerine gelmesini beklemeye başladılar.
Daha sonra Abdülmuttalib, arkadaşlarına şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki, kendimizi
elimizle Ölüme bırakmamız, dolaşıp çare aramaksızın beklememiz acizliktir. Umulur ki
Allah, bazı beldelerde bize su nasib edecektir. Haydin bakalım, yola koyulun!.." Yola
koyuldular. Abdülmuttalib, bineğini harekete geçir-. di. Adımını atar atmaz, ayağının
altından tatlı bir su pınarı fışkırmaya başladı. Bunu gören Abdülmuttalib ve arkadaşları
tekbir getirdiler. Sonra inip o sudan içti. Arkadaşları da içti. Su kaplarını doldurdular. Bütün
bunlar olup biterken kendilerini seyretmekte olan Kureyşlileri de: "Suya gelin! Allah bize su
verdi!" diyerek davet etti. Onlar-da gelip kana kana içtiler, kaplarını doldurdular. Sonra da
şöyle dediler: "Allah'a andolsun ki, sen haklı çıktın. Zemzem kuyusu üzerine seninle artık
dava görmeyecek ve hak taleb etmeyeceğiz. Bu çölde sana bu suyu veren Allah, Zemzem
suyunu da vermiştir. Artık doğruca yoluna giderek Zemzem suyuyla sen ilgilen."
Bunun üzerine Abdülmuttalib ve beraberindeki kafile, kahin kadına ulaşmadan geri döndü.
Kureyşliler, Zemzem kuyusuna karışmadılar ve Abdülmuttalib'i rahat bıraktılar.
îbn İshak der ki: Abdülmuttalib'ten bahseden bir adamın şöyle dediğini işittim: Zemzem
kuyusunu yeniden kazmakla emrolunduğu zaman Abdülmuttalib'e şöyle denmiş:
"Sonra bulanık olmayan kandına suyu iste, Allah'ın beytinin ziyaretçilerine içirirsin.
Yaşadığın sürece ondan korkun olmasın."
Bu buyruğu aldıktan sonra Abdüîmuttalib, Kureşlüere gitti. Onlara: "Bilesiniz ki ben,
Zemzem kuyusunu yeniden kazmakla emrolun-dum." dedi. Onlar da: "Zemzem'in nerede
olduğu sana açıklandı mı?" diye sordular. O da "Hayır" deyince, kendisine dediler ki: "Bu
rüyayı görürken nerede uyuyor idiysen yine oraya gidip uyu. Eğer gördüğün şeyler
gerçekten Allah'tansa O, sana hakikati açıklayacaktır. Eğer şeytan-dansa bir daha sana
görünmeyecektir."
Kureyşlilerin bu sözü üzerine Abdülmuttalib, oraya geri dönüp uyudu. Rüyada biri, gelip
ona şöyle dedi: "Zemzem kuyusunu kaz. Kazarsan pişman olmayacaksın. Çünkü o, senin
büyük babanın mirasıdır. Suyu, asla eksilmez ve kurumaz. Dağılmamış büyük deve kuşu
sürülerini andıran hacılar topluluğuna yeter. Orada bir adakça, adakta bulunursa o, bir miras
ve sağlam bir akid olur. Bazı bildiklerin gibi değildir. O, kan ve dışkı arasından çıkar."
îbn Ishak dedi ki: Rivayete göre rüya halinde Abdülmuttalib'e böyle dendiğinde o, "Zemzem
nerededir?" diye sormuş ve kendisine şöyle cevap verilmiş: "O kuyu, Karınca köyünde,
karganın gagaladığı yerdedir." Bu anlatılanlardan hangisinin doğru olduğunu Allah bilir.
Ertesi gün, oğlu Haris ile birlikte -O zaman Haris'ten başka oğlu yoktu- Abdülmuttalib işe
koyuldu. (Ümevî'nin anlattığına göre kölesi Esrem de beraberlerindeymiş.) Karınca köyünü,
yani karıncaların toplandıkları yuvayı buldu. Bir karganın orada, isaf ve Naile putları ara-.
sında bir yeri gagalamakta olduğunu gördü. Kureyşlüer, o putların önünde kurbanlarını
keserlerdi. Abdülmuttalib, kazmayı getirdi ve emrolunduğu üzere kuyuyu kazmak için
ayağa kalktı. Ama Kureyşlüer, gelip karşısına diküerek: "Allah'a andolsun ki, önlerinde
kurbanlarımızı kesmekte olduğumuz putlarımızın arasındaki yeri kazmana müsaade
etmeyiz." dedüer. Abdülmuttalib, oğlu Haris'e şöyle dedi: "Kuyuyu ka-zıncaya kadar beni
koru. Allah'a andolsun ki, emrolunduğum işi yapmaya devam edeceğim!" Kureyşlüer, onun
bu işten vazgeçmeyeceğini anlayınca, yakasından el çektiler ve kuyuyu kazmasına engel
olmadılar-
Biraz kazınca, kuyunun iç duvarları göründü. Tekbir getirmeye başladı ve gördüğü rüyanın
gerçek olduğunu anladı. Kazma işini sürdürünce, Cürhümlülerin daha önce oraya gömmüş
oldukları iki altın geyik heyke-liyle bir miktar zırh ve kılıç buldu. Kureyşlüer ona: "Ey
Abdülmuttalib! Bu bulduklarında bizim de hak ve ortaklığımız vardır." dedilerse de o, bunu
kabul etmedi: "Hayır. Ama gelin aramızda insaflı bir çözüm yolu olarak fal ve şans okları
çekelim". "Bunu nasıl yapacağız?" diye sorduklarında o şöyle bir açıklamada bulundu.
"Ka'be için iki ok, kendim için iki ok, sizin için de iki ok ortaya koyacağım. Kimin okuna ne
çıkarsa, o şey onun olur. Okuna birşey çıkmayana da verilecek birşey yoktur." Bu
açıklaması üzerine Kureyşlüer "İnsaflı söyledin." dedüer. Abdülmuttalib, Ka'be için sarı,
kendisi için siyah, Kureyşlüer için de beyaz iki ok belirledi. Sonra bu okları, Hübel putunun
yanında fal okları çekmekle görevli olan adama verdiler. Hübel, onların en büyük putu idi.
Bu sebepledir ki Uhud savaşında Ebu Süfyan şöyle demişti: "Yücel ey Hübel!" Oklar
falcıya verildi. Abdülmuttalib, kalkıp şöyle dua etti:
"Allahım! Sen övülen hükümdarsın.
İlk yaratan, öldürdükten sonra diriltensin.
Sağlam direkleri ayakta tutansın,
Eski, yeni, hepsi senden gelmiştir.
İstersen, hüye ve demirin yerini,
İlham edip bana bildirirsin.
Bu gün, dilediğin gibi açıkla.
Çünkü ben sözümü yerine getirmeyi adadım,
Rabbim! Onu bana nasib et. Geri dönmem ben."
Fal oklarım çeken adam çekmeye başladı. Ka'be'ye ait iki sarı oka, altın geyikler çıktı.
Abdülmuttalib'e ait iki siyah oka kılıçlarla zırhlar çıktı. Kureyşlilerin beyaz oklarına ise,
birşey çıkmadı.
Abdülmuttalib, küıçları eritip Ka'be'ye kapı yaptı. Altın geyikleri de eritip o altınla Ka'be
kapısını kapladı. Anlatıldığına göre Ka'be, ilk olarak o altınlarla süslenmiştir.
Daha sonra Abdülmuttalib, Zemzem suyunu hacılara dağıtma görevini üstlendi. İbn îshak ve
diğerlerinin anlattıklarına göre, Zemzem kuyusunun ortaya çıkmasından önce Mekke'de
Abdülmuttalib zamanında bir çok kuyu varmış. Bu kuyuların sayısını, adlarını, Mekke'de
nerede bulunduklarını ve kimler tararından kazıldıklarını anlatan îbn İshak, sözlerini şöyle
tamamlar: Zemzem'in suyu diğer kuyularmkine üstün geldi. Çünkü o, Mescid-i Haram'da
bulunuyordu. Ayrıca diğer sulardan daha faziletli idi. O, İbrahim oğlu İsmail'in kuyusudur.
O kuyu vesilesiyle Abdu Menaf oğulları, Kureyşlüere ve diğer Araplara karşı
övünmüşlerdir.
Sahih-i Müslim'de, Ebu Zerr'in Müslüman oluşundan söz edilirken, Rasûlullah (s.a.v.)'m
Zemzem hakkında şöyle buyurduğu nakledilir:
"Zemzem, beslenme yemeği ve hastalık şifasıdar."
Ahmedb. Hanbel, Cabir'den, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet eder:
"Zemzem suyu, hangi niyetle içilirse onun için olur."
İbn Mace ile Hakim de böyle bir rivayette bulunarak Ibn Abbas'm bir adama şöyle dediğim
nakletmişlerdir:
"Zemzem suyunu içeceğin zaman Ka'be'ye yönel, besmele çek, içerken üç defa nefes al ve
kana kana iç. İçtikten sonra da Allah'a hamd et. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bizimle münafıkları birbirinden ayıran alamet şudur: Onlar, Zemzem içerken
kaburgalarının aralarını doldurmaz (yani kana kana içmezler)."
Abdülmuttalib'in Zemzem hakkında şöyle dediği nakledilir: Anlatıldığına göre
Abdülmuttalib şöyle demiştir: "Allahım, Zemzem suyunu yıkananlar için helal kılmıyorum.
Ama içenler için helal ve mubah olsun." Bazı fıkıhçılar, bunu Abdülmuttalib oğlu Abbas'm
söylediğim ifade etmişlerse de gerçekte bu söz, Abdülmuttalib'in kendisine aittir. Çünkü
Önce de söylediğimiz gibi Zemzem kuyusunu, kapatıldıktan sonra yeniden kazan odur.
Doğrusunu Allah bilir.
"Megazî" adlı eserinde el-Ümevî, Said b. Müseyyeb'den rivayet etti ki, Zemzem kuyusunu
yemden kazarken Abdülmuttalib şöyle demiştir: "Ben, Zemzem'i yıkananlara değil de
içenlere helal ve mubah kılıyorum." Çünkü o, Zemzem suyunu iki havuza aktarmış, birini
içenlere, diğerini de abdest alanlara tahsis etmiştir. İşte o esnada: "Ben, Zemzem'i,
yıkananlara helal kılmıyorum." demiştir ki Mescid-i Haramı gusül yeri haline gelmekten
kurtarmış olsun. Doğrusunu Allah bilir.
Şikayet, (hacılara su temin ve dağıtma) işini hayatı boyunca Abdülmuttalib yürütmüş tür.
Vefatın dan sonra bu iş, bir süre oğlu Ebu Talib tarafından yerine getirilmişti. Ancak o, bu işi
yapmayı bazı yıllar zaruret gereği bırakmıştır. Bir ara kardeşi Abbas'tan, ertesi hac mevsimine
kadar ödemek üzere 10.000 dirhem borç almış, bu paraları o sene şikayet işine
sarfetmiş. Ödeme zamanı gelince ödeyememiş, kardeşi Ab-bas'a şöyle demiş: "Gelecek
seneye kadar bana 14.000 dirhem daha borç ver. Seneye, sana olan bütün borcumu
ödeyeceğim." Abbas da, "Olur ama, ödemezsen şikayet işini bana bırakman şartıyla..."
demiş, Ebu Talib bu şartı kabul etmiş. Ertesi sene Abbas'a borcunu ödeyemeyince şikayet
görevini ona bırakmış. Ondan sonra bu görev, Abbas'a geçmiş. Abbas'tan sonra, Abdullah b.
Abbas'a, ondan sonra Abdullah'ın oğlu Ali'ye, ondan sonra Ali'nin oğlu Davud'a, ondan
sonra Ali'nin oğlu Süleyman'a geçmiş. Daha sonra bu görevi Mansur devralmış, ama kendisi
adına bu işi yürütmekle kölesi Ebu Rezin'i görevlendirmiş. Ümevî bunu böyle anlatır. [7]
Abdülmuttalib İn, Oğullarından Birini Kurban Etmeyi Adaması
İbn İshak dedi ki: Anlatıldığına göre Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunu açarken
Kureyşlilerden gördüğü eziyetten dolayı şöyle bir adakta bulunmuştu: *'Eğer on oğlum olur
da bunlar, buluğa erip beni koruyabilecek güce erişirlerse, onlardan birini Ka'be önünde
Allah için kesip kurban edeceğim."
Haris, Zübeyr, Hacel, Dirar, Mukavvim, Ebu Leheb, Abbas, Hamza, Ebu Talib ve Abdullah
adlarında on oğlu oldu. Bunların kendisini koruyabilecek güce eriştiklerim anlayınca yanma
topladı. Sonra bu adağını, onlara anlattı. Onları, Allah'a yerilen sözü yerine getirmeye davet
etti. Onlar da babalarının bu isteğine uyarak. "Bunu nasıl yapalım dersin?" diye sordular.
Abdülmuttalib: "Her biriniz bir ok alıp üzerine adını yazsın. Yazdıktan sonra da bana
getirsin." dedi.Öyle yaptılar. Okları babalarına verdiler. Abdülmuttalib, onları Ka'be'nin
içindeki Hübel putunun yanma götürdü. Ka'be'ye hediye edilen eşya, o kuyuda toplanırdı.
Hübel'in yanında yedi ok vardı. Arapların diyet, neseb veya benzeri konularda bir
problemleri olduğu zaman gelip o okları çeker, okun üzerinde daha Önceden yazılı olan
yasaklayıcı veya emredici ifadeye göre hareket ederlerdi.
Nihayet Abdülmuttalib, Hübel putunun yamna gelip ok çekince, en çok sevdiği küçük oğlu
Abdullah'ın adının yazılı olduğu ok çıktı. Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ın elini tutup bıçağı
eline aldı. Sonra onu kesmek üzere İsaf ve Naile putlarının bulunduğu tarafa götürdü. Öte
yandan kendi meclislerinde oturmakta olan Kureyşliler oraya gelerek, "Ey Abdülmuttalib,
ne yapmak istiyorsun?" diye sordular. O da, "Keseceğim!" deyince Kureyşliler ve
Abdullah'ın kardeşleri: "Vallahi onu, asla kesmeyeceksin! Yoksa bu işte kusurun sabit olur.
Eğer oğlunu kesersen, bundan sonra herkes kendi oğlunu kesmeyi âdet haline getirir. Bu
halde insanlar nasıl kalabilirler?"
Yunus b. Bükeyr'in, İbn İshak'tan rivayet ettiğine göre kesilmek üzere yere yatırılmış olan
Abdullah'ı, babasının ayağının altından çekip kurtaran Abbas olmuştur. Denilir ki, o esnada
Abdülmuttalib, Abbas'm yüzüne vurarak yaralamış ve o yaranın izi, ölümüne kadar Abbas'm
yüzünden silinmemişti.
Sonra Kureyşliler, Abdülmuttalib'e, Hicaz'da bulunan ve cincilik yapan falcı bir kadına
gitmesini ve bu problemin çözümünü ona bırakmasını söyleyip demişler ki: "Ona sorduktan
sonra eğer oğlunu kesmen gerektiğini söylerse kesersin. Başka bir çare gösterirse o yola girersin.
"Bunun üzerine Abdülmuttalib ve beraberindekiler yola koyulup Medine'ye gelirler.
Secah adındaki falcı kadını bulurlar. Yunus b. Bükeyr'in anlattığına göre kadın
Hayber'deymiş. Bineklerine binip oraya varmışlar. Abdülmuttalib, kendisiyle oğlunun
hikayesini ona anlatmış. Falcı kadın: "Bugün gidin, Cinim geldiğinde kendisine sorar ve gerekeni
sonra size söylerim." demiş. Onlar da yanından ayrılıp çıkmışlar. Çıkarken de
Abdülmuttalib, Allah'a yalvarıjp niyazda bulunmuş. Ertesi gün yanına gittiklerinde fala
kadın, onlara: "Bana haber geldi. Sizde bir adamın diyeti (kan bedeli) ne kadardır?" diye
sormuş, onlar da, o zamana göre on deve olduğunu söylemişler. Bunun üzerine falcı kadın,
onlara demiş ki: "Memleketinize dönün. Sonra kurban edilecek adamınızla on deveyi bir
araya getirin. Develerle onun üzerine ok çekin. Ok, eğer kurbanlık adama çıkarsa, Rabbinizi
razı edinceye kadar develerin sayısını arttıran. Eğer develere çıkarsa, kurbanlık adamın
yerine develeri kesin. Böylece Rabbiniz razı olur ve adamınız da kurtulur."
Çıkıp Mekke'ye geldiler. Falcı kadının söylediklerini uygulamak için bir araya geldiklerinde
Abdülmuttalib kalkıp Allah'a dua etmeye başladı. Sonra Abdullah ile on deveyi biraraya
getirip ok çekmeye başladılar. Çekilen ok, Abdullah'ın aleyhine idi. On deve daha ekleyerek
yine ok çektiler. Yine Abdullah'ın aleyhine çıktı. Onar onar ekleyip ok çekmeye devam
ettiler. Oklar, hep Abdullah'ın aleyhine çıkıyordu. Nihayet deve sayısı yüz olunca ok,
develere çıktı. O anda Hübel putunun yanında dua etmekte olan Abdülmuttalib'e
Kureyşliler: "Tamam, bu iş bitti artık. Rabbin razı oldu ey Abdülmuttalib!" dediler. Rivayete
göre o: "Hayır, üç defa daha ok çekeceğiz." demiş. Üç defa daha çekmişler, her üç defasında
da oklar develere çıkmış. Bunun üzerine develerin hepsi kurban edilmiş. Onlardan yemek
isteyenlerin hiçbiri engellenmemiş. Ibn Hi-şam'ın dediğine göre yırtıcı hayvanların
yemelerine dahi engel olunma* mış.
Başka bir rivayete göre develerin sayısı 100'ü bulunca ok, yine Abdullah'ın aleyhine çıkmış.
100 tane daha ekleyip 200 etmişler, tekrar çektiklerinde ok, yine Abdullah'ın aleyhine
çıkmış. 100 tane daha ekleyip 300 etmişler. Bu defa çektiklerinde ok, develere çıkmış ve
bunun üzerine Abdülmuttalib te develeri kesmiş.
Anlatılan bu iki rivayetten ilki doğrudur. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
îbn Cerir'in rivayetine göre, oğlunu Ka"be'de kesip kurban etmeyi adayan bir kadın, İbn
Abbas'a gelerek duruma bir çare bulmasını istemiş, îbn Abbas'ta ona, oğluna karşılık 100
deve kesip kurban etmesini teklif etmiş ve Abdülmuttalib'in kıssasını anlatmış. Bu defa o
kadın, Abdullah b. Ömer'e gidip durumu anlatıp bir çare bulmasını istemiş,
Abdullah b. Ömer bir fetva verememiş, çekimser kalmış. Nihayet bu mesele o zaman
Medine valisi olan Mervan b. Hakem'e anlatılmış, O: "îbn Abbas das Abdullah b. Ömer de
isabetli fetva vermemişler." diyerek kadına, elinden geldiğince hayır yapmasını, oğlunu
kesmemesini, deve de kesmemesini emretmiş. Halk, Mervan'm bu kararını benimsemiş.
Doğrusunu Allah bilir. [8]
Abdülmuttalîb'in, Oğlu Abdullah'ı, Vehb Ez-Zührî'nin Kızı Amine İle
Evlendirmesi
îbn îshak dedi ki: Anlatıldığına göre daha sonra Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ın elinden
tutarak oradan ayrıldı. Önce Esed b. Abdiluzza b. Kusayy oğulları olan Beni Esed
kabilesinden, Ümmü Kattal künyesiyle bilinen bir kadının yanma uğradı. Kabe'nin yanında
duran bu kadın, Varaka b. Nevfel'in kız kardeşiydi. Abdullah'ın yüzüne bakarak: "Abdullah,
nereye gidiyorsun?" diye sordu. O da: "Babamla gidiyorum." deyince kadın: "Senin
kurtulman için yüz deve kurban edildi. Eğer şu anda benimle yatıp birleşirsen, ben de sana
yüz deve veririm!" dediyse de Abdullah: "Ben, babamla beraberim. Ona karşı gelemem ve
ondan ayrılamam!" deyip kadının isteğini reddetti.
Abdülmuttalib, daha sonra Abdullah'ı Vehb b. Abdu Menaf b. Zühre b. Fihr'in yanına
götürdü. Vehb, o zaman Beni Zühre kabilesinin yaşça ve şerefçe büyüğü idi. Abdülmuttalib,
oğlunu, onun kızı Amine ile evlendirdi. Amine, o zaman kavmindeki kadınların en üstünü
idi.
Anlatıldığına göre Abdullah, kendi mekanını ona mülk olarak verdiğinde Amine ile gerdeğe
girdi. O gece Amine, Rasûlullah (s.a.v.)'a hamile kaldı. Bundan sonra Abdullah, Amine'nin
yanından çıkıp dün kendini ona sunan kadının yanma gitti. Ona: "Sana ne oldu böyle? Dün
benimle olmak isterken o isteği bu gün sende göremiyorum?" diye sordu. Kadın: "Dün
gördüğüm nuru bu gün sende göremiyorum. Artık sana ihtiyacım yok!"[9] dedi.
Bu kadın, Hristiyanlığı seçip dini kitapları araştıran kardeşi Vara-ka'dan, bu ümmetten bir
peygamber çıkacağını duymuş ve o peygamberin de kendisinden doğmasını arzulamıştı.
Yüce Allah, o peygamberi en şerefli unsurdan, en yüksek kökten ve en güzel kaynaktan
çıkardı. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle Duyurulmaktadır:
"Allah peygamberliğini nereye koyacağını daha iyi bilir." (d-En'âm,i24.) Hz. Peygamber'in
doğumunu, ileride detaylı olarak anlatacağız. Beyhakî'nin, Muhammed b. îshak'tan
rivayetine göre Ümmü Kat-tal, elden kaçırdığı nrsata yanarak şöyle bir şiir terennüm
etmiştir:
"Her nerede olurlarsa, Zühre ailesine dikkat et, Çocuğa hamile olan Amine'den de gözünü
ayırma. Gerdeğe girince hidayet rehberi ve nur, Doğup onun önüne geçti... Bütün halk, O
hidayet rehberinin gelişim beklemektedir, kılavuz, Olarak O, bütün insanlığa hakim
olacaktır, Allah, Onu saf bir nurdan yarattı, onun nuru, üzerimizdeki, Karanlıkları giderdi,
bu, Rabbimizin sanatıdır. Onu seçip üstün kıldı, bir gün yürüse de, dursa da, Küfürlerinden
sonra Mekkelilere doğru yolu gösterir. Bundan sonra da size orucu farz kılar"[10]
Ebu Bekr Muhammed b. Cafer b. Sehl el-Haraitî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Abdühnuttalib, evlendirmek gayesiyle oğlu Abdullah'ı alıp yola koyuldu. Tebale halkından
kahin bir kadına uğradı. Bu kadın, Yahudiliğe geçmiş olup kitaplarını okumuştu. Adı,
Fatıma binti Mürr el-Has'emiye idi. Abdullah'ın yüzündeki nübüvvet nurunu görünce ona:
"Ey delikanlı! Sana 100 deve verirsem benimle hemen şu anda yatıp beraber olur musun?"
dedi. Abdullah, bu isteğini kabul etmeyip şöyle dedi: "Harama girmektense ölürüm daha iyi.
Helala gelince onu görmüyorum ki inceliyeyim. İstediğin işi nasıl yapabilirim?"
Bundan sonra Abdullah, babasıyla birlikte yola devam etti. Babası onu, Zühre oğullarından
Abdu Menaf oğlu Vehb'in kızı Amine ile evlendirdi.
Amine rnin yanında üç gün kaldı. Sonra, o kahin kadınla birlikte olmak istedi. Yanına gitti.
Kadın: "Benden sonra neler yaptın? diye sordu. Abdullah da evlendiğini söyledi, Kahin
kadın "Vallahi, ben fahişe değilim. Ancak senin yüzünde bir nur görmüş ve o nurun bana
geçmesini ar-zulamıştım. Fakat Allah, buna razı olmadı. Onu dilediği yere bıraktı." dedikten
sonra şöyle bir şiir okudu:
"Parlayan bir şimşek gördüm, kara bulutları aydınlattı. Dolunay gibi çevresini ışıklandırdı,
övüncün bana gelmesi, İçin onu arzuladım, çakmağı çakan herkes, ateş çıkaramaz. Allah
için Zühre oğullarının kızı, senin elbiselerini, Soydu, ama senin bundan haberin olmadı."
Kahin Fatıma, bundan sonra da şöyle bir şiir okudu:
"Ey Haşim oğulları! Amine, kardeşiniz Abdullah'ın gücünü aldı.
Gerdekte onunla mücadele etti, tıpkı sönmekte olan kandil gibi,
Yağa bulanmış bir fitili geride bıraktı.
Her genç, her doğurduğunu akıllılıkla meydana getirmez, Her,
Kaybettiğini de ağır davranma nedeniyle kaybetmez.
Bir şeyi elde etmek istediğinde güzellikle iste, bununla,
Uğraşan iki güç, bu iş için sana yeter, ya sıkılmış bir el,
Ya da parmakları açık bir el, bu iş için sana yeter.
Amine, Abdullah'tan hamile kaldı, rahmine düşen,
Dünyada benzeri görülmeyen bir övünç vesilesi idi."
Ebu Nuaym el-Hafız, "Delailü'n-Nübüvve" adlı kitabında, İbn Ab-bas'ın şöyle dediğini
rivayet eder: Abdülmuttalib, kışın bir kervanla Ye-men'e gelerek'bir Yahudi bilginine uğradı
ve ona şunları anlattı:
"Ehl-i Kitap'tan bir adam bana dedi ki: "Ey Abdülmuttalib! Senin vücudunun bir kısmına
bakmama izin verir misin?" Ben de: "Bakacağın kısım, eğer mahrem yerlerden değilse,
bakabilirsin." dedim. Bunun üzerine adam, burun deliklerimden birini açarak içine baktı.
Sonra da diğerine baktı ve şöyle dedi: "Tanıklık ederim ki, senin bir elinde hükümdarlık,
diğer elinde peygamberlik vardır. Oysa biz, bu ikisinin Zühre oğullarında olduğunu
biliyorduk. Bu nasıl olur?"
Ben dedim ki:
- Bilmem.
- Evli misin?
- Hayır. Şimdilik bekarım.
- Bu sefer dönüşünde, Zühre oğullarından bir kadınla evlen.
Abdülmuttalib, Yemen seferinden dönünce, Zühre oğullarından Abdu Menaf oğlu Vehb'in
kızı Hale ile evlendi. Bu evlilikten Hamza ve Sa-fiyye doğdu.
Daha sonra Abdülmuttalib oğlu Abdullah, Vehb'in kızı Amine ile evlendi. Bu evlilikten de
Rasûlullah (s.a.v.) doğdu. Abdullah, Amine ile evlendiğinde Kureyşliler: "Abdullah, babası
Abdülmuttalib'i yendi ve ona üstün geldi." demişlerdi. [11]
Hz. Peygamber'în Sîreti
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Allah, peygamberliğini nereye bırakacağını daha iyi bilir." (ei-
En'âm, 124.)
Bizans İmparatoru Heraklius, Hz. Peygamberin Özelliklerini sorarken, "Onun soyu,
aranızda nasıl bir soy olarak bilinir?" diye sormuş, Ebu Süfyan da, "O, aramızda çok yüksek
ve soylu biridir." diye cevap vermişti. Bunun üzerine Heraklius şöyle demişti:
"Peygamberler, işte böyledirler. Kavimleri içinde yüksek soydan gelirler. Asil kökten ve
kalabalık aileden gelirler." Allah'ın salat ve selamı onların üzerine olsun.
Hz. Peygamber, dünya ve ahirette Adem oğullarının efendisi ve övüncüdür. Kasım'ın ve
İbrahim'in babasıdır. Adı, Muhammed'dir, Ahmed'dir. Küfrü silip götürmüştür. Kendisinden
sonra hiçbir peygamber gelmemiştir, gelmeyecektir. Ahir zaman peygamberidir. Kıyamet,
ondan sonra kopacak ve insanlar, onun peşi sıra haşr olunacaktır. O, izinde gidilen bir
liderdir. Tevbe, rahmet ve kahramanlık peygamberidir. O, son peygamberdir. Fatih, Taha,
Yasin ve Abdullah gibi adları vardır. Beyhakî, bazı âlimlerin bu nebevi isimlere ilaveler
yaptıklarını söyleyerek şöyle der: Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber'! rasûl,
nebi, ümmi, şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah'a davet edici, aydınlık saçan kandil, şefkatli,
merhametli ve hatırlatıcı gibi adlarla adlandırmıştır. Onu, rahmet, nimet ve hidayet rehberi
kılmıştır.
Sîret kısmını tamamladıktan sonra açacağımız bir bölümde Hz. Peygamberin isimleriyle
ilgili hadisleri nakledeceğiz. Bu konuda bir çok hadis rivayet edilmiştir. Bunları derleme
konusunda iki büyük hadis hafızı Ebu Bekir el-Beyhakî ile Ebu'l-Kasım b. Asakir önemli
çalışmalar yapmışlardır. İnsanlar bu konuda müstakil eserler yazmışlardır. Hatta bazıları,
Hz. Peygamber için 1000 isim derlemeyi hedef edinmiştir. Tirmizî'nin süneni üzerine
Arizatü'l-Ahvezî adlı şerhin yazarı, büyük fikıhçı Ebu Bekir b. Arabî el-Malikî, Hz.
Peygamberin altmış dört ismini saymıştır.
Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Peygamber, Abdullah'ın oğludur. Abdullah, babası Abdülmut-talib'in en küçük oğludur.
İsmail peygamberden sonra boğazlanması adanan ikinci kurbandır.Ama onu kurtarmak için
yerine, 100 deve kurban edilmiştir. Daha önce bu konudan bahsetmiştik.
Zührî dedi ki: Abdullah, Kureyşlilerin en yakışıklısıydı. Haris, Zü-beyr, Hamza, Dırar, Ebu
Talib (asıl adı Abdumenaf), Ebu Leheb (asıl adı Abdü'1-Uzza) ve Mukavvim'in kardeşidir.
Mukavvim'in asıl adı ise, Abdül-Ka'be'dir.
Bazıları Abdullah'ın kardeşleri araşma, asıl adı Muğire olan Hacl ile çok cömert bir insan
olan Gaydak'ı da katmışlardır. Gaydak'ın asıl adı ise, Nevfel'dir. Hacl olduğunu söyleyenler
de olmuştur. Bütün bunlar, Hz. Peygamberin amcalarıdır.
Halaları ise altıdır: Erva, Berre, Ümeyme, Safîye, Atike ve Ümmü Hakim. Bu
sonuncusunun asıl adı Beyza'dır. İnşaallah ileride bunlardan ayrı ayrı bahsedeceğiz.
Bunların tamamı, Abdülmuttalib'in çocuklarıdır. Abdülmuttalib'in asıl adı Şeybe'dir.
Başında beyazlık olduğundan dolayı kendisine bu ad verilmiştir. Cömertliğinden dolayı
kendisine Şeybetü'1-hamd da denilmiştir.
Kendisine Abdülmuttalib adının verilmesinin sebebi ise şudur:
Abdülmuttalib'in babası Haşim, ticaret için Şam'a giderken Medine'ye uğradığında, orada
kavminin reisi olan Amr b. Zeyd b. Lebîd b. Hi-ram b. Hidaş b. Hiiidaf b. Adiy b. Neccar el-
Hazreci en-Neccarî'ye konuk oldu. Kızını beğendi. Onunla evlenmeye talib oldu.
Babasından istedi. Babası da kızını, kendi yanında ikamet etmesi şartıyla onunla evlendir-'
di. Bazılarına göre ise, Medine'de doğum yapması şartıyla kızını onunla evlendirdi.
Haşim, Şam'dan dönünce Medine'de gerdeğe girdi ve eşini alıp Mekke'ye götürdü. Eşi
Selma hamile iken, tekrar ticari bir seyahate çıktığında onu Medine'ye bıraktı. Kendisi
Şam'a gitti. Gazze'de öldü. Selma doğurduğu oğluna, Şeybe adını verdi. Şeybe, Beni Neccar
kabilesinden olan dayılarının yanında yedi yıl süreyle ikamet etti.
Sonra amcası Muttalib b. Abdumenaf Medine'ye geldi. Annesinin haberi olmadan gizlice
Şeybe'yi alıp Mekke'ye götürdü. Mekkeliler, onu binek üstünde görünce: "Şu beraberindeki
de kim?" diye sordular. O, "Kölemdir." dedi. Onlar da gelip, "Hayırlı olsun" dediler. Bunun
üzerine Şeybe'ye, Muttalib'in kölesi anlamında, "Abdülmuttalib" demeye başladılar.
Böylece bu, onun meşhur ismi haline geldi.
Kureyşliler arasında yükseldi, şeref ve itibar sahibi oldu. Reislik makamına yükseldi.
Kureyşlilerin düzenini sağladı. Muttalib'ten sonra hacılara yemek ve su temini görevini
üstlendi. Cürhümlüler tarafından kapatılıp o zamandan beri kapalı duran Zemzem kuyusunu
yeniden açtı. Kuyuda' bulunan iki altın geyiği ve iki altın kılıcı eritip, onlarla KaTbe'nin
kapısını kapladı. Ka'be kapışım altınla kaplan ilk insan odur.
İbn Hişam'a göre Haşim b. Abdumenaf m dört oğlu, beş de kızı varda. Bunların
Abdülmuttalib, Ahu Esed, Nadle, Ebu Sayfî, Hayye, Halide, Rukiye, Şifa ve Zaife olduğunu
söyler, Bunların tamamı, Haşim'in çocuklarıydı. Haşim'in asıl adı Amr'dır. Kıtlık senelerinde
ete ekmek doğrayıp tirid yaptığı ve halkına yedirdiği için doğrayıcı anlamına gelen Haşim
adıyla adlandırılmıştır. Nitekim bir kasidesinde Matrud b. Ka'b el-Huzaî şöyle demektedir
(Bu kasidelerin, Abdullah'ın babası Za-ba'rî'ye ait olduğunu söyleyenler de vardır.):
"Amr ki, kendi halkı için tiride ekmek doğrardı. Mekkeliler, o zaman aç ve zaif idi. Kış ve
yaz mevsimlerinde ona kervanlar gelirdi. Bu iki mevsim kervanını, adet haline koyan o idi."
Evet Kureyşliler için, yaz ve kış kervanları düzenlemeyi âdet haline getiren ilk şahsiyet,
Haşim'dir. Babasının en büyük oğluydu. Taberî'nin anlattığına göre Haşim, kardeşi Abdü'şŞems'le
ikizdir. Doğum esnasında önce Haşim dünyaya gelmiş, doğarken ayakları Abdü'şŞems'in
başına bitişikmiş. Doğuna tamamlandığında ayaklan, Abdü'ş-Şems'in başından
kopmuş. Kopunca da ikisi arasında kan akmış. Bunun üzerine orada bulunanlar: "Bu sebeple
de bunların evlatları arasında savaşlar olacaktır!" demişlerdi. Nitekim hicri 133 senesinde
Abbas oğullarıyla Ümeyye oğulları arasında savaş vuku bulmuştu. Haşim ile Abdü'şŞems'in,
üçüncü öz kardeşleri Muttalib'tir. Muttalib, babasının en küçük oğluydu. Anneleri,
Mürre b. Hilal kızı Atike idi.
Dördüncü kardeşleri, sadece baba tarafından olan Nevfel idi. Bunun anası, Amr el-
Maziniye'nin lazı Vakide idi. Bunlar, babalarının ölümünden sonra kavimlerine liderlik
yaptılar. Reislik makamını ele geçirdiler. Kendilerine 'Eman Olanlar' denilirdi. Çünkü
kavimleri olan Ku-reyşlilerin ticaret amacıyla başka memleketlere gidebilmeleri için, o
memleketlerin hükümdarlarından eman ve müsaade almışlardı. Bu cümleden olarak Haşim,
Şam, Rum ve Gassan hükümdarlarından; Abdü'ş-Şems, Habeş hükümdarı büyük necaşî'en;
Nevfel kisralardan; Muttalib ise Himyer hükümdarlarından eman ve müsaade almıştı. Şairin
biri, haklarında şöyle demiştir:
"Ey devesinin semerini çeviren adam, Abdumenaf ailesine konukolsan olmaz mı?"
Babasının vefatından sonra hacılara yemek ve su temin etme görevi, Haşim'in uhdesine
geçti. Akrabalarının nesebi, ona ve kardeşi Muttalib'e bağlanır. Onlar, hem cahiliye
döneminde hem de İslâmiyet döneminde birliktiler. Asla ayrılmadılar. Mekke'nin Şi'b
mahallesine beraberce girdiler. Ancak Abdü'ş-Şems ile Nevfel onlardan ayrıldılar.
Bu sebepledir ki, bir kasidesinde Ebu Talib şöyle demiştir:
"Allah, bizden uzak olarak Abdü'ş-Şems ile Nevfel'i, Fena bir şekilde ve hemen
cezalandırsın!"
Bu kardeşler kadar, her biri ayrı yerde vefat eden bir başka kardeşler grubu görülmüş
değildir. Çünkü Haşim Şam diyanndaki Gazze şehrinde, Abdüş-Şems Mekke'de; Nevfel Irak
toprağındaki Selman şehrinde, Muttalib ise Yemen yolundaki Redman şehrinde vefat etmiştir.
Güzelliğinden dolayı Muttalib'e «Ay» denirdi.
Haşim, Abdü'ş-Şems, Nevfel ve Muttalib dört meşhur kardeştir. Meşhur olmayan beşinci bir
kardeşleri daha vardır ki künyesi Ebu Amr, adı da Abd idi. Adının aslı, Abdül-Kusayy idi.
İnsanlar dediler ki: Abd b. Kusayy geçip gitti. Halefi de yoktur. Zübeyr b. Bekkar ile
diğerleri böyle dediler.
Bu dört kardeşin altı kız kardeşi vardır ki, adları şöyledir: Tümadir, Hayye, Rayte, Kalabe,
Ümmü'l-Ahsem, Ümmü Süfyan.
Bunlar, hep Abdumenaf m çocuklarıdırlar. Menaf, bir put adıdır. Abdumenaf m asıl adı,
Muğîre'dir. Bu zat, babası hayattayken reislik makamına yükseldi. Şerefi, onu büyük
makamlara ulaştırdı. Bu babasının en büyük oğlu olan Abdüddar'm kardeşiydi. Daha önce
de belirtildiği gibi makamları ona vasiyet etmişti.
Abdu'1-Uzza, Abd, Berre ve Tahmür. Bu kardeşlerin anneleri, Hübba bint Hüleyl b.
Hubşiyye b. Selûl b. Ka'b b. Amr el-Huzaî'dir. Hub-ba'nın babası, Huzaa Meliklerinin
sonuncusudur. Ka'be'nin idaresiyle ilgilenenler, onlardandır. ""
Bunların hepsi, Kusayy'ın evladıdır. Kusayy'm asıl adı Zeyd'dir. Kendisine Kusayy
denmesinin sebebi şudur: Babasının ölümünden sonra annesi, Rabia b. Hiram b. Uzre ile
evlenmişti. Rabia, yeni evlendiği bu karısını küçük oğluyla birlikte alıp kendi memleketine
götürmüştü. İşte bu sebeple Zeyd'e, Kusayy adı verildi. Büyüdüğünde Mekke'ye döndü.
Dağınık Kureyşlileri, çeşitli beldelerden toplayıp biraraya getirdi, işlerini düzene koydu,
Huzaalılara Ka'be'den el çektirdi, onları Mekke'den uzaklaştırdı, böylece hak yerini buldu.
Kureyşlilerin tartışılmaz başkanı oldu. Hacılara yemek ve su temin etme işini yürüttü. Bu
âdeti çıkaran ilk kişi oldu. Ka'be'nin perdedarlığım, hizmet ve sancaktar lığını yürüttü.
Darü'n-Nedve'nin başında bulundu. Bununla ilgili olarak şair şöyle demiş:
"Hayatıma andolsun ki Kusayy, Toparlayıcı' olarak çağrılırdı. Onun vasıtasıyla Allah, Fihr
kabilelerini toplayıp bir araya getirdi."
Kusayy, Zühre'nin kardeşidir. Babalarının adı, Kilab'dır. Kilab, Teym ve Yakza Ebu
Mahzum'un kardeşidir. Bu üçü de, Mürre'nin oğullarıdır. Mürre ise, Adiyy ve Husays'm
kardeşidir.
Bunların tamamı, Kalb'm oğullarıdır. KaT^, her cuma günü halkına hitapta bulunarak Hz.
Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderileceğini müjdeleyendir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi bu konuda şiirler okurdu. Ka'b'm, Amir, Same, Huzeyme, Sa'd, Haris ve
Avf adında altı kardeşi vardı. Bu yedisi, Lüeyy'in oğullarıydılar. Lüeyy, Teymü'l-Edrem'in
kardeşiydi. Bu ikisi, Galib'in oğullarıydılar. Galib, Haris ile Muharib'in kardeşidir. Bu üçü
de, Fihr'in oğullarıdır. Fihr, Haris'in kardeşidir. Bu ikisi de Malik'in oğullarıdır. Malik, Salt
ile Yah-lud'un kardeşidir. Daha önce de açıklandığı gibi bunlar, doğru görüşe göre
Kureyşlilerin düzenlerini elinde tutan Nadr'm oğullarıdırlar. Nadr'm, Malik, Melkan,
Abdumenat adında kardeşleri vardı. Hepsi de Kinane ilin oğullarıdır. Kinane ise, Esed, Esde
ve Hevn'in kardeşidir. Bunların tamamı, Hüzeyme'nin oğullarıdır ki o da Hüzeyl'in
kardeşidir. Kinane ile Hüzeyl, Müdrike'nîn oğullandır. Müdrike'nin asıl adı, Amr olup
Tabiha ile Kama'mn kardeşidir. Tabiha'nm asıl adı, Amir'dir. Bunların üçü de, îlyas'm
oğullarıdır. îlyas, Aylanın kardeşidir. Kays kabilesi, Aylan'm çocuklarıdır. îlyas ile Aylan,
Rabia'mn kardeşi Mudar'm oğullarıdır. Bunlara, "ismail oğullarından iki salih" denir.
Bunların kardeşleri, Enmar ile İyad, Yemen'e yerleşmişlerdir. Bu dört kardeş, Ni-zar'ın
oğullandır. Nizar ise, Kudaa'nm Hicazı ve Adnanî olduğunu söyleyenlere göre Kudaa'nın
kardeşidir. Bununla ilgili açıklama, daha Önce verilmiştir. Bunlann ikisi de Maadd b.
Adnan'ın oğullandır.
Anlattığımız bu soy kütüğü üzerinde âlimler ihtilaf etmemişlerdir. Hicaz'daki bütün Arap
kabileleri, bu soya dayanır. Bu sebepledir ki, İbn Abbas ile diğerleri, "Ey Muhammed! De
ki: 'Ben sizden risaletimin tebliği için akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem." (eşŞûrâ,
23.) ayet-i kerimesi hakkında şöyle demişlerdir:
"Kureyş kabilesinin hiç bir batnı yok kt Rasûlullah (s.a.v.)'m onlarla soy bağlantısı
olmasın."
îbn Abbas (r.a.), doğru söylemiştir. Onun söylediklerine ben de şunu ekliyorum: Abnanî
Arap kabilelerinin tümü, Rasûlullah'a baba tarafin-dan bağlanır. Aynca çoğu, ana tarafından
da ona bağlanır. Nitekim Rasûlullah'm ana ve neneieriyle baba ve dedelerinin ana ve
babaları hakkında Muhammed b. îshak ile*diğerleri geniş açıklamalarda bulunmuşlardır.
Yer müsait olmadığı için burada o açıklamaları aktarmaya gerek görmüyoruz. Merhum îbn
îshak ile Hafiz îbn Asakir böyle demişlerdir.
Adnan'ın hal tercümesinden ve hakkında söylenenlerden bahsetmiştik. Hz. İsmail ile kendisi
arasında kaç baba geçmiş olduğu hususunda ihtilaf edilmiş olsa bile, Hz. İsmail'in soyundan
geldiğinin kesin olduğunu bildirmiştik. Daha Önceki sayfalarda, bu konuda ileri sürülen
kavilleri aktarmıştık. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Buraya kadar anlatılan soy kütüğünün
Adnan ile Adem (a.s.) arasında kalan kısmını da anlatmıştık. Ebu'l-Abbas en-Naşî'nin bu
konuyu içeren kasidesini de nakletmiştik.
Bütün bu anlattıklarımız Hicaz Araplanyla ilgili haberlerdi. Hamd, Allah'a mahsustur.
Merhum Ebu Cafer b. Cerir (et-Taberi), tarihinin baş kısmında bu konuda geniş, yararlı ve
güzel açıklamalarda bulunur.
Hz. Peygamberin minber üzerinde hutbe irad ederken kendisinin, Adnan'ın soyundan
geldiğini söylediğine dair bir hadis nakledilmiştir. Ama bu hadisin, sahih olup olmadığını
Allah bilir. Nitekim Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî, Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Haris b.
Hişam'm şöyle dediğini rivayet eder: Kindeli bazı adamlann, Hz. Peygamberle kendileri
arasında neseb (soy) bağı bulunduğunu söylediklerine ilişkin bir haber Rasûlullah'a ulaştı.
Bunun üzerine kendileri şöyle buyurdular: "Bunu, ancak Abbas ile Ebu Süfyan b. Harb
söylemişler ve buna inanmışlardır. Biz babalanmızı inkar etmiyoruz. Biz Nadr b. Kinane
oğullanyız."
Bir defasında hutbe irad ederken Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: "Ben, Muhammed b.
Abdullah b. Abdullmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf b. Kusayy b. Kilab b. Mürre b. Ka*b b.
Lüeyy b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar
b. Nizar'ım! İnsanlar iki gruba aynlmışsa, -Allah beni o iki grubun en iyisine mensup
kılmıştır. Annem ve babam, beni dünyaya getirdiler. Cahili-yet fücurundan hiçbir şey bana
bulaşmadı. Ben, nikah (h bir evlilik)ten doğdum. Flörtten (nikahsız birleşme, zina)
doğmadım. Taa Adem'den anne ve babama vanncaya kadar, hem kişiliğim hem de babam
itibariyle ben sizin en hayırlınızın!."
Bu, garib bir hadistir. Sadece Kaddamî tarafından rivayet edilmiş olup zayıftır.
"Ben nikah (h bir evlilik)ten doğdum. Flörten doğmadım." hadisi de bu babtandır.
"Andolsun ki, size içinizden bir peygamber gelmiştir." (et-Tevbe, 128.)
Bu ayet-i kerimeyle ilgili olarak Ebu Cafer el-Bakır şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'a
cahiliyet doğumlarından hiçbir şey bulaşmamıştır." Beyhakî'nin rivayetine göre Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah, beni nikahtan çıkardı. Flörtten (nikahsız birleşme, zina) çıkarmadı."
îbn Adiyy de bu hadisi mevsul olarak rivayet ederek şöyle demiştir: Muhammed b. Ebu Amr
el-Adenî el Mekkî, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Ben nikah (h bir evlilik) ten doğdum. Flört neticesinde doğmuş değilim. Bu, Adem'den beri
anne ve babamın beni doğurduğu zamana kadar böyle olmuştur. Cahiliye devri flörtünden
hiçbir şey bana bulaşmamıştır.»
Hüşeym, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Ben, cahiliyet ehli
nikahından değil, ancak İslâm nikahı gibi bir nikaha dayalı bir evlilikten doğdum.» Bu da
garib hadislerdendir.
. Benzer bir hadis, Hz. Aişe'den de rivayet edilmiştir: "Ve secdekarlar içinde dolaşmanı..."
(eş-Şuarâ, 219.) ayet-i kerimesiyle ilgili olarak İbn Ab-bas (r.a.) şöyle demiştir: "Hz.
Muhammed'in nuru, aralarında peygamberlerinde bulunduğu kuşaktan kuşağa geçti. Nihayet
kendisi, bir peygamber olarak doğdu."
Muhammed b. Sa'd'm rivayetine göre Hişam b. Muhammed el-Kelbî, babasımn şöyle
dediğim nakletmiştir: "Hz. Peygamberin anasından başlayarak 500. nenesine kadar ana
tarafının isimlerini yazdım. O kadınlar arasında facire ve cahiliye devri pisliklerine bulaşmış
birinin adına rastlamadım."
. Ebu Hüreyre tarafından rivayet edilen ve Sahih-i Buharî'de de yer alan bir hadiste, Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Adem oğullarının en hayırlı kuşakları arasından geçip geldim. Nihayet içinde bulunduğum
kuşakta (size, gönderildim)."
Vasile b. Eska tarafından rivayet edilen ve Sahih-i Müslim'de de yer alan bir hadiste, Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Cenâb-ı Allah, İbrahim'in oğulları arasından İsmail'i seçti. İsmail oğulları arasından da
Beni Kinane (kabilesi)ni seçti. Beni Kinane arasından da Kureyşlileri seçti. Kureyşliler
arasından Haşim oğullarını, Haşim oğulları abasından da beni seçti."
Ahmed b. Hanbel, Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder; "Halkın bazı sözleri, Hz.
Peygamber'e ulaştı. Bunun üzerine minbere çıkıp "Ben kimim?" diye sordu. Onlar da, "Sen
Allah'ın rasûlüsün." dediler. Buyurdu ki: "Ben, Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ın oğlu
Muhammed'im. Allah halkı yarattı. Beni, yaratıklarının en iyileri arasına kattı. Onları iki
kısma ayırdı.. Beni, en hayırlı kısma koydu. Kabileleri yarattı.. Beni en hayırlı kabileye
mensup kıldı. Onları evler (aileler) olarak böldü.. Beni en hayırlı evden (aileden) kıldı.
Kişilik ve ailece ben, sizin en hayırlmızım."
Yakub b. Süfyan, Abbas b. Abdülmuttalib'in şöyle dediğini rivayet eder: "Dedim ki, Ya
Rasûlallah, Kureyşliler birbirlerini güleryüzle karşılıyorlar. Ama bizimle karşılaştıklarında,
birbirlerine baktıkları yüzden başka bir yüzle bize bakıyorlar."
Benim böyle demem üzerine Rasûlullah (s.a.v.) çok öfkelendi, sonra da şöyle dedi:
"Muhammed'in nefsi elinde bulunan (Allah)'a yemin ederim ki, bir
adam, sizi Allah ve Resulü için sevmedikçe onun kalbine iman girmez.!"
Dedim ki: 'Ya Rasûlallah! Kureyşliler oturup kendi asaletlerinden bahsettiler de seni,
çöplükteki bir hurma ağacına benzettiler." Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Cenâb-ı Allah, insanları yarattığı zaman beni, onların en hayırlıları arasına kattı. Sonra
onları, kabilelere böldü. Beni, onların en hayırlı kabilesine kattı. Sonra aileleri meydana
getirdiğinde beni onların en hayırlı ailesinden kıldı. Ben, kişilik ve aile bakımından sizin en
hayırlınızım."
Yakub b. Süfyan, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu
ki:"Cenâb-ı Allah, halkı iki kısma ayırdı. Beni, onların en hayırlısından kıldu Ashab-ı yemin
ile ashab-ı şimal ayetinden kastedilen mana da budur. Ben, ashab-ı yemindenim. Ve ben,
ashab-ı yeminin de en hayırlısıyım. Sonra o iki kısmı, üçer gruba ayırdı.. Ben, o hayırlı
kısmın üç grubu içerisinde en hayırlısmdanım. Ashab-ı meymene, sa-bikun es-sabikûn
ayetinden kast edilen mana da budur. Ben, iyilikte Öne geçenlerdenim ve onların da en
hayırlısıyım. Sonra Cenâb-ı Allah, o üçer grubu kabilelere ayırdı. Beni, en hayırlı kabileden
kıldı. "Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasmız. Şüphesiz,
Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakına-nızdır. Allah Alimdir,
Habir'dir. (ei-Hucurât, 13.) ayet-i kerimesinden kastedilen mana da budur. Övünmek
olmasın ama ben, Allah katında Adem oğullarının en değerlisi ve en takvalısıyım! Sonra
yüce Allah, kabileleri ailelere ayırdı.. Beni en hayırlı aileden kıldı. "Ey Peygamber ailesi!
Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." (ei-Ahzab, 33.) ayet-i
kerimesinden kastedilen mana da budur. Ben ve aile halkım, günahlardan arındırılmışızdır."
Bu hadiste gariblik ve münkerlik vardır.
Beyhakî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Peygam-ber'in çevresinde
oturmaktaydık. Ona bir kadın geldi. Oradakiler; 'Bu, Rasûlullah'ın kızıdır.' dediler. Ebu
Süfyan'ın: "Haşim oğulları arasında Muhammed, çirkef ortasındaki reyhan gibidir." sözünü
duyan bir kadın, koşarak sözü Rasûlullah'a ulaştırdı. O da -öfkeli olduğu yüzünden
anlaşılıyordu- şöyle buyurdu: "Cenâb-ı Allah, gökleri yedi kat olarak yarattı. Bu yedi katın
en yükseğini seçti. Yaratıklarından dilediğini oraya yerleştirdi. Sonra mahlukatı yarattı.
Mahlukattan da Adem oğullarını seçti. Adem oğullarından Arapları, Araplardan Mudarlıları,
Mudarlı-lardan Kureyşlileri, Kureyşlilerden Haşim oğullarını, Haşim oğullarından da beni
seçti. Ben, seçkinlerin seçkiniyim. Her kim Arapları severse, beni sevmiştir. Her kim onlara
kızarsa, bana kızmıştır!"
Bu hadis de gariptir.
Sahih bir hadiste belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Övünmek olmasın ama, kıyamet gününde ben, Adem oğullarının efendisiyim."
Hakim ve Beyhakî, Hz. Aişe'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylediler:
"Cebrail bana dedi ki: Yeryüzünü batısından doğusuna kadar dolaştım. Muhammed'den daha
üstün bir adam bulamadım. Yine yeryüzünü batısından doğusuna kadar dolaştım.. Haşim
oğullarından daha üstün bir aile bulamadım."
Hafiz Beyhakî dedi ki: Bu hadislerin ravileri arasında her ne kadar kendisine
güvenilmeyecek kimseler varsa da, manaları birbirini doğrulamakta ve hepsinin manası da
Vasile b. Eska'nın hadisine dayanmaktadır.
Ebu Talib'in, Hz. Peygamberi överek şöyle dediğini söylerim:
"Kureyşliler, bir gün övünmek için toplanırlarsa, onların sırdaşı ve samimi adamı
Abdumenaftır. Abdumenaf ailesinde eşraf varsa, Haşim oğullarında da öteden beri eşraf
vardır. Günün birinde Haşimîler övünürlerse, Muhammed Mustafa onların sırdaşı ve değerli
şahsiyetidir. Kuvvetlisiyle zayıfiyla Kureyşliler bize saldırdı, ama bize galib olamadılar.
Düşleri de boşa çıktı. Eğik boyunlara düşmanları vurduğunda biz, haksızlığa dayanamayız.
O boyunları doğrulturuz. Öteden beri biz böy-leyizdir. Her zorlu günde öylelerini koruruz.
Onlara taş atanlara karşılık veririz. Kuru dallar bizimle yeşerdi, bizim verdiğimiz destekle
dallara su yürüdü, kökler gelişti."
Ebü's-Seken Zekeriyya b. Yahya et-Taî kendisine nisbet edilen meşhur cüzünde şöyle
demiştir: Ömer b. Ebi Zuhr b. Husayn, Hureyra b. Evs'in şöyle dediğini bana anlattı:
Hicret edip Medine'ye gittim. Tebük dönüşünde Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım,
Müslüman oldum. O esnada Abbas b. Abdülmuttaüb'in, rrYa Rasûlallah seni övmek
istiyorum." dediğini işittim. O da şöyle buyurdu: "Söyle, Allah senin ağzına mühürlemesin."
Bunun üzerine Abbas, şu şiiri okumaya başladı:
"Daha önce gölgelerde ve üstü yapraklarla örtülü istirahat mahallinde (Cennetrte) idin.
Sonra Dünya'ya indin. Sen henüz bir beşer, kan pıhtısı veya bir et parçası değilken atan
Nuh'un sulbünden gemiye bindin. Gemidekileri boğulma tutmuştu. Sen, dededen babaya
intikal edip geldin. Kuşaktan kuşağa geçip geldin, Nihayet Hindef-i Alya'daki[12] yüksek
evinde dünyaya geldin. O evin altında seni övenler vardır. Sen doğunca yeryüzü aydınlandı,
ufuklar senin nurunla ışıklandı. Bu aydınlık ve nur ile hidayet yolunda bizler yanmaktayız."
Bu şiirin, Hassan b. Sabit'e ait olduğuna ilişkin bir rivayet de vardır.Hafız İbn Asakir, İbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)'a sorarak dedim ki: "Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah,
Cennet'te sen ve Adem nerelerde bulunacaksınız?" Bu sorum üzerine önce -azı dişleri
görünecek kadar- gülümsedi, sonra da şöyle buyurdu: "Ben, Adem'in sulbündeydim. Atam
Nuh'un sulbündeyken gemiye bindirilmiş oldum. Atam İbrahim'in sulbündeyken onunla birlikte
ateşe atılmış oldum. Anne ve babam asla gayr-ı meşru ilişki kurmamışlardır. Cenâb-ı
Allah, beni hep asil sulblerden temiz ve iffetli rahimlere intikal ettirmiştir. İnsanlar, iki grup
olarak ele alınacak olursa ben, mutlaka o grupların en hayırlısmdamm.Cenâb-ı Allah,
benden peygamberlik sözü ve İslâmiyet taahhüdü aldı. Tevrat ve İncil'de benden söz etti.
Benim sıfatlarımı, her peygambere anlattı. Yeryüzü benim nurumla, bulutlar da benim
yüzümle aydınlanır. Rabbim, bana kitabını Öğretti. Semalarında şerefimi arttırdı. Kendi
isimlerinden birini bana verdi. Arş'm sahibi Mahmud (övülmüş) dur. Ben de Muhammed ve
Ah-med'im. Bana, Kevser havuzunu vereceğini ve ilk şefaat eden ile şefaati ilk Önce kabul
edilecek olanın ben olacağımı va'detti. Sonra ümmetim için beni, en hayırlı çağda
peygamber olarak gönderdi. Allah'a çok hamd eden, iyiliği emredip kötülükten sakmdıranlar
var ya, işte benim ümmetim onlardır."
ibn Abbas, Hassan b. Sabit'in Hz. Peygamber hakkında şöyle bir şiir söylediğini ifade eder:
"Daha önceleri gölgelerde ve üstü yapraklarla örtülü istirahat mahallinde (Cennet'te) idin.
Sen, henüz beşer, kan pıhtısı veya bir et parçası değilken (dünyaya gelmemişken) dahi
atalarının sulbündeyken Nuh'la beraber gemiye bindin. Başkaları ve Nuh ailesi, boğulma ile
karşılaştı. Kuşaktan kuşağa ve ataların sulbünden anaların rahmine intikal ederek geldin
dünyaya."
Onun şiiri üzerine Rasûlullah (s.a.v.); "Allah, Hassan'a rahmet etsin." buyurdu. Bunun
üzerine Hz. Ali de; "Ka'be'nin Rabbine andolsun ki Hassanın Cennet'e girmesi kesinlik
kazandı." dedi. Hafiz İbn Asakir, bu hadisin cidden garib olduğunu söylemiştir. Ben de
cidden münker bir hadis olduğunu söylüyorum.
"eş-Şifa" adlı kitabında Kadı İyaz şöyle der: "Kur'ân-ı Kerîm'den önceki kitaplarda geçen ve
peygambere müjdelenen 'Ahmed' adına gelince Cenâb-ı Allah, kendi hikmetinin bir gereği
olarak Rasûlullah'tan başkasının o ismi almasını ve ondan önce bir kimsenin 'Ahmed' adıyla
çağırıl-masmı menetmiştir ki, kalbi zayıf kimselerin içine şüphe düşmesin ve Allah
Rasûlünü başkalarıyla karıştırmasınlar.
Muhammed kelimesi de böyledir. "Muhammed adında bir peygamber gelecek..." haberi
yayıhncaya ve Rasûlullah'm doğumundan kısa süre öncesine kadar ne Araplardan ne da
başkalarından hiçbir kimse bu ismi almamıştı. Ancak mezkur haberin yayılmasından sonra
ve Rasûlullah'm doğumuna yakın bir zamanda, gelmesi beklenen peygamberin kendi
oğulları olması umuduyla Araplardan bazı kimseler, oğullarına Muhammed adını
vermişlerdi. Ve Allah, peygamberliğini nereye (kime) bırakacağım daha iyi bilir.
Rasûlullah (s.a.v.)'dan önce Muhammed adım alanlar şunlardır:
1- Muhammed b. Uheyha b. Cülah el-Evsî.
2- Muhammed b. Mesleme el-Ensarî
3- Muhammed b. Berra el-Berkî
4- Muhammed b. Süfyan b. Mücaşî
5- Muhammed b. Humran el-Cu'fî
6- Muhammed b. Huzaî es-Sülemt
Bu altı kişiden başka Muhammed adını alan başkası yoktur.
ilk olarak Muhammed adını alan şahsın, Muhammed b. Süfyan b. Mücaşî olduğu
söylenmektedir. Yemenlüerse, Esd kabilesinden Muhammed b. Yuhmud olduğunu
söylemişlerdir.
Sonra Cenâb-ı Allah, bu adı alanların, peygamberlik iddiasında bulunmalarım veya
bunlardan birinin peygamber olduğunun başkaları tarafından ileri sürülmesini menetmiştir.
Hz. Peygamber'in nübüvvetini tartışılmaz derecede isbatlayan iki vasfi görülünceye kadar
da, Muhammed adlı diğer şahıslarda peygamberlik intibaı verecek bir durumun zuhur
etmesini engellemiştir."[13]
Rasûlullah '(S.A.V.)'In Doğumu
Allah'ın salat-ü selamı üzerine olsun Hz. Peygamber, pazartesi günü doğmuştur. Sahih-i
Müslim'de yer alan Ebu Katade'nin rivayetine göre bir Arab: "Ya Rasûlallah, pazartesi günü
tutulan oruç hakkında ne buyurursunuz?" diye sormuş, o da "O gün, benim doğduğum ve
vahyin bana indirildiği gündür." diye cevab vermiş.
Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Rasûlullah (s.a.v.),
pazartesi günü doğmuş, pazartesi günü peygamber olmuş, pazartesi günü Mekke'den hicrete
başlamış, pazartesi günü Medine'ye vararak hicretini tamamlamış, pazartesi günü vefat
etmiş, Ha-cer-i Esved'i de pazartesi günü kaldırıp yerine koymuştur."
İbn Lehia'nın rivayetine göre yukarıdaki hadîse §u ifade de ilave edilmiştir: "el-Mâide
süresindeki 'Bugün dininizi size tamamladım.' ayet-i kerimesi, pazartesi günü nazil
olmuştur."
Musa b. Davud'dan gelen bir rivayette yukarıdaki hadise şu ifade de eklenmiştir: "Bedir
hadisesi, pazartesi günü vuku bulmuştur," Yezid b. Habip de böyle diyenlerdendir ki, bu
gerçekten münker bir rivayettir. Zira îbn Asakir demiş ki: "Bedir savaşı ve 'Bugün dininizi
size tamamladım." ayetinin nüzulü, cuma gününde olmuştur." İbn Asakir'in bu sözü
doğrudur. Rasûlullah'ın pazartesi günü doğmuş olduğu hususunda ihtilaf yoktur.
Rebiyülevvel ayının onyedisinde, cuma günü doğduğunu söyleyenler hata etmişlerdir.
Onların bu sözü, doğru olmaktan çok uzaktır. Cumhur-u ulemaya göre Rasûlullah (s.a.v.)'m
doğumu, rebiyülevvel ayında olmuştur. Kimine göre ikinci gece doğmuştur, "el-İstiab" adlı
eserinde İbn Abdi'1-Berr, böyle demiştir. Vakidî de Ebu Ma-şer Nüceyh b. Abdurrahman el-
Medenî'den böyle bir rivayette bulunmuştur. Kimine göre rebiyülevvel ayının sekizinde
doğmuştur. Hu-meydî, İbn Hazm'dan böyle bir nakilde bulunmuştur. Cübeyr b. Mut'im'den
de bu doğrultuda bir rivayet varid olmuştur. İbn Abdi'l-Berr, tarihçilerin bu görüşü
doğruladıklarını, büyük Hatiz Muhammed b. Musa el-Havarizmî'nin de buna kesin gözle
baktığını nakletmiştir. "et-Tenvir fi Mevlidi'l-Beşiri'n-Nezîr" adlı kitabında Hafiz Ebü'l-
Hitap b. Dihye de bu görüşü benimsemiştir. İbn Dihye'nin kitabında naklettiği bir görüşe
göre Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülevvel ayının onunda doğmuştur.
İbn İshak'm esas alıp temel kabul ettiği görüşe göre, Rebiülevvel ayının onikisinde
doğmuştur. İbn Ebi Şeybe'de "Musannef' adlı eserinde naklettiği bir rivayette Cabir ile ibn
Abbas'm şöyle dediklerini söylemiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.) fil senesinde, Rebiyülevvel ayının onikisinde, pazartesi günü doğmuştur.
Pazartesi günü peygamber olmuş, pazartesi günü miraca çıkmış, pazartesi günü hicret etmiş
ve pazartesi günü vefat etmiştir." Cumhur-u ulema nazarında meşhur olan görüş budur.
Doğruyu, en iyi bilen Allah'tır.
İbn Dihye'nin bazı Şiîlerden naklettiğine göre kimileri, Rasûlullah (s.a.v.)'ın, rebiyülevvel
ayının onyedisinde doğduğunu söylemişlerdir. Kimine göre de rebiyülevvel ayının bitimine
sekiz gün kala doğmuştur. Bu görüşü îbn Dihye, İbn Hazm'den nakletmiştir. Humeydî'nin de
kendisinden naklettiği gibi, İbn Hazm'den gelen birinci görüşe göre Rasûlullah (s.a.v.),
rebiyülevvel ayının sekizinde doğmuştur. Doğru olan görüş de budur. İbn Hazm'den gelen
ikinci görüşe göre Rasûlullah (s.a.v.), ramazan ayında doğmuştur. Bunu, Zübeyr b.
Bekkar'dan İbn Abdi'1-Berr nakletmiştir. Bu garip bir görüştür. Bunun dayanağı da şudur: "
Rasûlullah (s.a.v.)'a ilk vahyin ramazan ayında geldiği hususunda ihtilaf yoktur. Bu da kırk
yaşma adım attığı zamanda olmuştu. Şu halde doğumu da ramazan ayında olmuştur." Bu,
tartışılacak bir görüştür. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Hayseme b. Süleyman el-Hafiz, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Rasûlullah
(s.a_.v.), rebiyülevvel ayında pazartesi günü doğdu, rebiyülevvel ayının ilk pazartesi günü
kendisine peygamberlik geldi. Rebiyülevvel ayında pazartesi günü kendisine Bakara sûresi
nazil oldu." Bu da gerçekten garip bir rivayettir. Bunu İbn Asakir rivayet etmiştir.
Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Annesi, Şfb-i Ebi Talib'te Cemretü'1-Vus-ta yanında ve teşrik
günlerinde Rasûlullah'a hamile kaldı. Haccac b. Yusuf un kardeşi Muhammed b. Yusuf un
bilinen evinde, ramazanın onikinci gecesinde de onu doğurdu.
îbn Asakir dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m annesi, muharrem ayında ve aşure gününde hamile
kaldı. Fil vakasının yirmiüçüncü senesinin ramazan ayının onikisi olan pazartesi günü
doğurdu. Anlatıldığına göre Harun Reşid'in annesi Hayzeran, hacca gittiğinde Rasûlullah
(s.a.v.)'m doğduğu evin mescide dönüştürülmesini emretmiş. Bugün orası böyle
bilinmektedir. '
Süheylî, Rasûlullah (s.a.v.)'m yirmi nisanda doğduğunu söylemiştir ki bu, çok mutedil bir
zaman ve mevsimdir. Zic sahiplerinin anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.), Zulkarneyn
takvimine göre 882 yılında doğmuştur. Anlatıldığına göre o esnada Tali yıldızıyla oğlak
burcu arasında yirmi derecelik bir açı varmış. Jüpiter ile Merkür, akrep burcuna üç derecelik
bir açıda bir arada bulunuyorlarmış ki bu, semanın ortasında bulunan bir derecedir. Oğlak
burcuna da muvafıktır. Bu, ayın ilk gecede doğduğu esnada vuku bulmuş bir durumdur.
Bütün bunları, îbn Dihye nakletmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
İbn îshak, Hz. Peygamber'in fil senesinde doğduğunu söyler. Cumhur-u ulemadan
nakledilen meşhur görüş budur.
İbrahim b. Münzir el-Hizamî dedi ki: "Âlimlerimizden herhangi birinin üzerinde
şüphelenmediği görüşe göre Hz. Peygamber, fil senesinde doğmuştur. Fil vakasından sonra
geçen sürenin kırkıncı yılının başında da peygamberlikle görevlendirilmiştir.
Beyhakî, İbn Abbas'm; "Rasûlullah, fil senesinde doğdu." dediğini rivayet etmiştir.
Muhammed b. îshak, Kays b. Mahreme'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Ben ve Rasûlullah
(s.a.v.), fil senesinde doğduk. Onunla yaşıtız."
Hz. Osman, Ya'mür b. Leys'in kardeşi Kubaş b. Eşyem'e: "Sen mi büyüksün, yoksa
Rasûlullah mı?" diye sormuş. O da şöyle cevap vermiş:" Rasûlullah (s.a.v.), benden
büyüktür. Ancak doğumda ben ondan önceyim. (Öyleki doğumumuzdan altı ay önce
Mekke'ye gelen filin bıraktığı) pisliği, yeşil renkli ve değişik bir halde gördüm."[14].
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ukaz yılında yirmi yaşındaydı. Ficar savaşı da fil
vakasından yirmi yıl sonra oldu. Ka*be binasının onarılması da ukaz yılından onbeş yıl
sonra oldu. Bundan beş yıl sonra da Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik verildi.
Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im dedi ki: Ukaz hadisesi, fil vakasından onbeş yıl sonra oldu.
Ondan on yıl sonra KaT)e binası yeniden inşa edildi. Aradan onbeş yıl geçtikten sonra da
Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik verildi.
Beyhakî, Ebül-Hüveyris'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdülmelik b. Mervan'm, Kubaş b.
Eşyem el-Kinanî el-Leys'e şöyle sorduğunu işittim: "Ey Kubaş, sen mi büyüksün, yoksa
Rasûlullah mı?" Kubaş dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), benden daha büyüktür, ama ben ondan
daha yaşlıyım. O, fil pisliği yanında dururdu. Pislik, değişik bir duruma girmişti. Ben bunu
hatırlıyorum. Rasûîullah (s.a.v.), kırk yaşma girer girmez peygamber oldu."
Yakub b. Süfyan, Süveyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Ben, Rasûlullah'm
yaşıtıyım. O, fil senesinde doğdu."
Beyhakî dedi ki: Süveyd b. Gafle'nin şöyle dediği de rivayet olunmuştur: "Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan iki yaş küçüğüm."
Yakub b. Süfyan, Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah
(s.a.v.), fil senesinde doğdu. Onbeş yıl sonra Ukaz savaşı oldu. Fil hadisesinin yirmibeşinci
yılının başında Ka'be yeniden inşa edildi. Kırkıncı yılının başında da ResûluUah'a
peygamberlik geldi.
Demek istediğimiz şu ki; Cumhur-u ulemanın kavline göre Rasûlullah (s.a.v.), fil olayının
vuku bulduğu senede doğmuştur. Kimine göre o olaydan bir ay sonra, kimine göre kırk gün
sonra, kimine göre de elli gün sonra doğmuştur.
Ebu Cafer el-Bakır; "Fil, muharrem ayının ortasında Mekke'ye geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'da
ondan ellibeş gece sonra doğdu." demiştir.
Başkaları dediler ki: "Fil hadisesi, Rasûlullah (s.a.v.)'m doğumundan on yıl önce vuku
bulmuştur." Bu görüşü bize nakleden, îbn Ebza'chr. Bu hadisenin, Rasûlullah'm
doğumundan yirmiüç yıl önce cereyan ettiğini söyleyenler de vardır. Bu rivayeti -önce de
söylediğimiz gibi- Şuayb b. Şuayb babasından, o da dedesinden nakletmiştir.
Hz. Peygamberin, fil vakasından otuz yıl sonra doğduğunu söyleyenler de olmuştur. Musa b.
Ukbe, Zührî'den böyle bir nakilde bulunmuş ve bu görüşü de benimsemiştir. Allah'ın
rahmeti, onun üzerine olsun.
îbn Asakir'in rivayetine göre Ebu Zekeriya el-Aclahî: "Hz. Peygamber, fil vakasından kırk
sene sonra doğmuştur." demiştir ki bu rivayet cidden gariptir. Bundan daha da garip olan,
Halife b. Hayyat'm rivayetine göre îbn Abbas'm söylediği şu sözdür: "Rasûlullah (s.a.v.).),
fil vakasından onbeş sene önce doğmuştur."
Bu da garip, münker ve zayıf bir rivayettir. Halife b. Hayyat demiş ki: Üzerinde icma edilen
görüşe göre Rasûlullah (s.a.v.), fil vakasının cereyan ettiği senede doğmuştur. [15]
Hz. Peygamber Nasıl Doğdu?
Daha Önce de anlatıldığı gibi Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ın kurtuluş fidyesi olarak yüz
deveyi keserek adağını yerine getirmişti. Böylece yüce Allah, Abdullah'ı selamete
erdirmişti. Zira yüce Rabbimiz, onun sulbünden Adem oğullarının efendisi, ümmî, son
peygamberin gelmesini ezelde takdir buyurmuştu. Nihayet Abdullah, kurban gibi boğazlanmaktan
kurtulmuş, babası da onu Kureyş'in en şerefli aşiretinden olan Vehb b. Abdumenaf
b. Zühre ez-Zühriye'nin kızı Amine ile evlendirmiş, o da Rasûlullah (s.a.v.)'a hamile
kalmıştı.
Varaka b. Nevfel'in kızkardeşi olup Ümmü Kattal künyesiyle tanınan Rakika binti Nevfel,
Amine ile gerdeğe girmesinden önce Abdullah'ın alnında bir nur görmüş, bu nurun
kendisine geçmesini arzulamış-tı. Çünkü kardeşi Varaka'dan Muhammed (s.a.v.)'in,
peygamber olarak geleceğine ve zamanının yaklaştığına dair müjdeler duymuştu. Bu yüzden
kendini, Abdullah'a vermek istedi. Bazıları, onunla evlenmek istedi, demişlerdir ki, kuvvetli
ve doğru olan görüş te budur.
Ama yine de doğruyu en iyi bilen, Allah'tır.
Ümmü Kattal, her ne kadar kendini ona vermek istediyse de Abdullah, onun bu istediğini
kabule yanaşmadı. Gerdek neticesinde o parlak nur, Amine'ye geçti. Abdullah, tekrar Ümmü
Kattal'm yanma döndü. Ama bu defa da Ümmü Kattal: "Benim sana ihtiyacım yok." diyerek
onun istediğini reddetti. Elden kaçan firsata yanıp pişman oldu ve daha önce nakletmiş
olduğumuz o fasih ve beliğ şiirini okudu.
Abdullah'ın o gayr-ı meşru ilişkiden korunması, kendi şerefi için değil, Rasûlullah'm şerefi
içindi. Zira yüce Rabbimizin de buyurduğu gibi: "Allah, peygamberliği vereceği kimseyi
daha iyi bilir." (el-En'âm, 124.)
Sağlam senetlerle rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ben flörtten (gayr-i meşru birleşme) değil, nikah (h bir evlilik) ten doğdum."
Demek istediğim şu ki: Anası kendisine hamile iken Rasûlullah (s.a.v.)'m babası Abdullah
vefat etmiştir. Meşhur görüş budur.
Muhammed b. Sa'd, Eyyüb b. Abdurrahman b. Ebi Sa'saa'mn şöyle dediğini rivayet eder:
Abdülmuttalib oğlu Abdullah, Küreyşlilerin ticaret kervanlarından biriyle Şam ve Gazze'ye
gitti. Ticaret işi tamamlandıktan sonra döndüler. Dönüşte Medine'ye uğradılar.O esnada
Abdulah hastaydı. "Medine'de, Adiyy b. Neccar oğulları olan dayılarımın yanında
kalacağım." dedi. Orada bir ay süreyle hasta yattı. Arkadaşları, yola devam edip Mekke'ye
döndüler. Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ı onlara sordu. Onlar da: "Onu dayıları Adiyy b.
Neccar oğullarının yanında hasta olarak bıraktık." dediler. Bunun üzerine Abdülmuttalib,
büyük oğlu Haris'i Medine'ye gönderdi. Medine'ye varan Haris, Abdullah'ın vefat ettiğini ve
Nabiğa'mn evine defnedildiğini gördü. Mekke'ye dönüp durumu babasına haber verdi. Ölüm
haberini duyduklarında babası Abdülmuttalib ile bacı ve kardeşleri, Abdullah için çok acı
çekip üzüldüler. O esnada Rasûlullah (s.a.v.), ana rahmindeydi. Abdullah, yirmibeş yaşında
vefat etmişti. Vakidî; "Abdullah'ın vefatı ve yaşı hususunda bize göre en sağlam kavil
budur." demiştir. Yine Vakidî, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdülmuttalib,
yiyecek için kendilerine hurma getirme göreviyle Abdullah'ı Medine'ye göndermişti, o da
orada vefat etmişti.
Muhammed b. Sa'd'm bir rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), yirmi-sekiz aylık iken babası
Abdullah vefat etmiştir. Yedi aylık iken babasının vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur.
Ana rahmindeyken babasının vefat etmiş olduğu görüşü, Muhammed b. Sa'd'm ifadesine
göre daha sağlamdır.
Zübeyr b. Bekkar, îbn Harbuz'un şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah, iki aylık iken
babası Abdullah Medine'de vefat etti. Dört yaşındayken annesi vefat etti. Sekiz yaşındayken
de dedesi vefat etti. Vefat ederken de onu amcası Ebu Talib'in vesayetine bıraktı."
Vakidî ile katibi Muhammed b. Sa'd, Peygamber Efendimiz'in ana karnında bir cenin iken,
babasının vefat ettiği görüşünü tercih etmişlerdir ki bu da yetimliğin en son derecesi ve en
yüksek mertebesidir.
Bir hadiste şöyle bir ifade geçmişti:
"Annemin, bana hamile iken gördüğü rüyaya göre sanki ondan bir nur çıkarak (çevreyi)
aydınlatmış ve Şam saraylarını kendisine göstermişti.»
Muhammed b. îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m annesi Vehb kızı Amine demiş ki; Ben,
Rasûlullah'a hamile olduğumda bana şöyle dendi: "Sen, bu ümmetin efendisine hamile
kaldın. Onu doğurduğunda şöyle söyle: "Onu her hasedçinin, her iyi geçinen kusurlunun ve
liderlik iddiasında bulunan her kölenin şerrinden, bir ve tek olan (Allah'a) emanet ediyorum.
O'na sığınıyorum. O beni korur. Çocuğum, şerefli ve övgüye layık olan Allah'ın himaye
sindedir. Gelişip büyüyünceye ve ortaya çıkıncaya kadar Allah'ın koruması altındadır."
Rahmindeki çocuğun, bu ümmetin efendisi olduğu şundan anlaşılıyor: O'nun doğumuyla
birlikte bir nûr çıkacak. O nur, Şam diyanndaki Busra saraylarını bütünüyle aydınlatacaktır.
Doğduğunda ona, Muhammed adını koy. Çünkü onun adı, Tevrat'ta Ahmed olarak
belirlenmiştir. Gök ve yer ehli onu överler, incil'de de onun adı, Ahmed olarak
belirlenmiştir. Gök ve yer ehli, onu överler. Kur'ân'da onun adı, Muhammed olarak
belirlenmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Amine hatun, Rasûlullah (s.a.v.)'a hamile kaldığında
kendisinden bir nur çıktığını ve o nurun, Çevreyi aydınlatarak Şam saraylarını kendisine
gösterdiğini görmüştür. Rasûlullah'ı doğurduktan sonra da bu rüyanın tevilini aynen
görmüştür. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Muhammed b. Sa'd, îbn Abbas'tan rivayet etti ki; Vehb kızı Amine şöyle demiştir:
"Rasûlullah'a hamile kaldığım günden itibaren hamilelikle ilgili bir sıkıntı çekmedim. Onu
doğurduğum zaman, beraberinde bir de nur çıktı. O nur, ona doğuyla batı arasını baştan başa
aydınlatıp gösterdi. Sonra ellerine dayanarak yere düştü. Yerden bir avuç toprak aldı ve
başını semaya kaldırdı."
Bazıları, doğarken Rasûlullah (s.a.v.)'m diz üstü yere çömeldiğini, beraberinde bir nur çıkıp
o nurun Şam saraylarım ve caddelerini aydınlattığım, öyleki, Busra'daM develerin
boyunlarının dahi o aydınlıkta göründüğünü, Rasûlullah'm da başını o esnada semaya
diktiğini söylemişlerdir.
Beyhakî, Osman b. Ebil-As'm şöyle dediğini rivayet eder: Annem, Vehb kızı Amine'nin
Rasûlullah'ı doğurduğu gece orada hazır bulunduğunu bana anlatarak şöyle dedi:
"Rasûlullah'm doğduğu evde her neye bakarsam nur oluyordu. Yıldızlara baktığımızda bize
o kadar yaklaşıyorlardı ki, neredeyse üzerimize düşecek sanıyordum!..-
Kadı lyaz, Amine hatuna ebelik yapan ve Abdurrahman b. Avfın annesi olan Şifa hanımın
şöyle dediğini rivayet eder: Şifa hanım dedi ki: 11 Rasûlullah (s.a.v.), doğup elime
geldiğinde ağladı. O esnada görünmezlerden bir ses geldi. Sesin sahibi ona: "Allah sana
rahmet etsin." diyordu. Rasûlullah doğarken, beraberinde bir de nur çıktı. O nurun verdiği
aydınlıkla, Bizans saraylarını gördüm."
Muhammed b. İshak dedi ki: Amine, Rasûlullah'ı doğurunca, cariyesini Abdülmuttalib'e
haber vermek üzere gönderdi. Amine hamileyken Rasûlullah'ın babası ölmüştü. Rasûlullah,
yirmisekiz aylık iken babasının vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Bunlardan hangisinin
doğru olduğunu Allah bilir. Rasûlullah babasız kaldığı için, cariye Abdülmuttalib'e: "Bir
oğlun oldu. Gel de ona bak!" dedi.
Abdülmuttalib yanlarına geldiğinde Amine, hamile kaldığı anda gördüklerini, hamileyken
Muhammed (s.a.v.) hakkında kendisine söylenenleri, doğan çocuğa konulacak isim
hakkında kendisine verilen direktifi anlattı.
Abdülmuttalib, çocuğu alıp Ka'be'deki Hübel putunun yanma götürdü. Kalkıp şu şiiri
okuyarak Allah'a şükredip duada bulundu:
"Teri hoş kokan şu çocuğu bana veren Allah'a hamd olsun. Henüz beşikteyken diğer
çocuklara üstün olan şu çocuğu, köşe taşları bulunan Ka'be'ye emanet ediyorum. Tam bir
delikanlı oluncaya dek Kabe'nin himayesinde kalsın. Onu, dengesiz bir hasetçinin, gözleri
görmeyen, basiretsiz kötü niyetlilerin şerrinden Ka'be'ye emanet ediyorum. Sözü tutulur bir
insan haline gelinceye kadar, Kabe'nin himayesinde kalsın. Ey (şanlı) çocuk! Sen, Kur'ân'da
ve övgüsü sabit kitaplarda Ahmed kelimesiyle adlandırılmışsın. Bu adın diller üzerinde de
yazılıdır."
Beyhakî, Hz. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), sünnetli ve
göbeği kesilmiş olarak doğdu. Dedesi Abdülmuttalib buna hayret etti. Rasûlullah'm itibarı,
onun nazarında büyük oldu. "Şu oğlum büyük adam olacak." dedi ve öyle de oldu." Bu
hadisin doğruluğu üzerinde tartışılabilir.
İbn Asakir, Enes'ten Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah katında değerli
olduğumdan ötürü ben, sünnetli olarak doğdum ye hiç kimse haya yerimi görmedi."
İbn Ömer (r.a.) de; "Rasûlullah (s.a.v.), sünnetli olarak doğdu." demiştir.
İbn Asakir, Ebu Bekre'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Cebrail (göğsünü yarıp Zemzem
suyuyla) kalbim temizlediği esnada Rasûlullah'ı sünnet etmiştir." Bu, cidden garip bir
rivayettir.
Bir rivayete göre dedesi Abdülmuttalib, Hz. Peygamber'i sünnet etmiş, sünnet yemeği
vererek bütün Kureyşlüeri o yemekte bir araya getirmiştir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Beyhakî, Ebu Hakem et-Tanuhî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ku-reyş kabilesinde doğan
bir çocuğu Kureyşli kadınlara teslim ederler, kadınlar da onun üzerine bir çömleği ters
çevirip kapatırlar; çocuk, sabaha kadar o çömleğin altında kalırdı. Rasûlullah (s.a.v.)
doğduğunda dedesi Abdülmuttalib, onu Kureyşli kadınlara teslim etti. Bilinen şekilde onun
da üzerine bir çömlek koydular. Sabahleyin gelip baktıklarında çömleğin ikiye bölünmüş,
Rasûlullah (s.a.v.)'m da gözlerini açıp semaya dikmiş olduğunu gördüler. Onu, alıp
Abdülmuttalib'e getirdiklerinde: "Bunun gibi bir bebek görmedik. Yanma vardığımızda
çömleğin yarılmış, kendisinin de gözlerini açıp semaya dikmiş olduğunu gördük!" dediler.
Bunun üzerine Abdülmuttalib; "Onu muhafaza edin. Onun büyük bir adam olacağım veya
bir iyiliğe mazhar olacağını ümid ediyorum." dedi.
Doğumunun yedinci gününde de onun için bir kurban keserek Ku-reyşlileri yemeğe çağırdı.
Yemeği yedikten sonra; "Ey Abdülmuttalib! Şerefine bize ziyafet verdiğin şu oğluna
(torununa) ne ad koydun bakalım?" diye sordular. O da; "Muhammed koydum." dedi.
"Kendi aile efradından birinin adını niye ona vermedin?" diye sormaları üzerine Abdülmuttalib
şu cevabı verdi: "Gökte Allah'ın, yerde de bütün yaratıkların onu Övmesi için ona
bu adi verdim."
Lügat (dil) âlimleri dediler ki: İyi vasıfları kendinde toplayan adama Muhammed denir.
Nitekim şairin biri demiş ki:
"Ey laneti kabullenmeyen adam! Devemi şerefli, asil, âlicenap ve Muhammed (Övülen)
için, (yani senin için) hazırlanarak sana geldim."
Bazı âlimler dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.)'a Muhammed adını koymalarım, Cenâb-ı Allah
onlara ilham etti. Çünkü onda Övgüye layık iyi nitelikler vardı. İsim ve fiil, isim ve
müsemma, hem maddeten hem manen bir araya gelsin, diye ona Muhammed adım koydular.
Nitekim amcası Ebu Talib bir şiirinde şöyle demiştir:
(Bu şiirin Hassan'a ait olduğuna ilişkin bir rivayet de vardır): "Alldı, ona kendi isim
kökünden bir isim verdi ki onu yüceltsin. Arş'in sahibi Allah'ın bir adı da Mahmud
(övülmüş) dur. Onun adıâse, Muhammed'dir."
Allah dilerse, Rasûlullah (s.a.v.)'m isimlerini, zahiri niteliklerini (dış görünüşünü), temiz
ahlakını, peygamberlik delillerini,mertebesinin üstünlüğünü ve faziletlerim, kitabın sonunda
anlatacağız.
Beyhakî, Hz. Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: "Dedim ki: *Ya Rasûlallah! Senin
peygamberliğini isbatlayan bir emare, İslâm'a girmeme sebep oldu. Sen daha beşikteyken
aya parmağınla işaret ederek anlaşılmaz şeyler söylüyordun. Ay, kendisine gösterdiğin tarafa
meylediyordu."
Bunun üzerine Rasûlullah, bana dedi ki: "Ben ay ile konuşuyordum. O da benimle
konuşuyor ve ağlamamam için beni avutuyordu. Arş'ın altında secde ederken onun sesini
işitiyordum." [16]
Hz. Peygamberin Doğduğu Gece Meydana Gelen Olaylar
"Hevatifü'1-Cann" babında da anlattığımız gibi Hz. Peygamber'in doğum gecesinde putlar,
yerlerinden sarsılıp yüz üstü yere düşmüşlerdi. Habeş (kralı) Necaşi, bazı olağanüstü
durumlar müşahede etmiş, Hz. Peygamber'in doğumuyla birlikte bir nur zuhur ederek Şam
saraylarını onlara göstermiş, Hz. Peygamber'in kendisi de başım semaya dikerek diz üstü
yere çökmüş gibi bir vaziyette doğmuş, üzerine kapatılan çömlek ikiye bölünmüş, doğduğu
evde bir nur görülmüş, göklerdeki yıldızlar o eve yaklaşmış ve benzeri diğer bazı harika
olaylar görülmüştü.
Süheylî'nin Bakiyy b. Mahled el-Hafız'm tefsirinden naklettiğine göre iblis; lanetlenip
Cennet'ten kovulduğunda, yeryüzüne indirildiğinde, Rasûlullah (s.a.v.)'m doğumu anında ve
Fatiha sûresi nazil olduğunda olmak üzere dört kez inleyip feryad etmiştir.
Muhammed b. İshak, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudi'nin biri, Mekke'ye
yerleşip orada ticaret yapmaya başlamıştı. Hz. Peygamberin doğduğu gece Kureyş
meclisinde, "Ey Kureyşliler! Bu gece doğan bir çocuğunuz oldu mu?"diye sormuş, onlar da,
"Vallahi bilmiyoruz.1' deyince, Yahudi şu karşılığı vermiş: "Allahü Ekber. Eğer böyle bir
şey olmadıysa mesele yok. Bana bakın,söyleyeceklerimi kafanıza iyice yerleştirin. Bu gece
doğan çocuk, bu son ümmetin peygamberi olacaktır. İki omuzu arasında, at yelesi gibi
peşpeşe tüyleri olan bir alamet vardır. İki gece süt emmeyecektir. Çünkü cinlerden bir ifrit,
parmağını onun ağzına koyup süt emmesini engelleyecektir."
Yahudi'nin bu sözleri karşısında hayrete düşen Kureyşliler, toplantı yerinden dağılıp evlerine
gittiklerinde herkes, söylenenleri ailesine anlattı. Dediler ki; Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ın
bir oğlu dünyaya geldi, adım da Muhammed koydular. Sonra birbirleriyle karşılaşan
Kureyşliler; "Yahudi'nin söylediklerini duydunuz mu? Sözünü ettiği çocuğun doğumunu
haber aldınız mı?" diye birbirlerine sorular yönelttiler. Koşup Yahudi'nin yanma vardılar,
Hz. Peygamber'in doğum haberini verdiler. O da; "Gelin, beraberce bebeğin yanma gidelim
de onu görelim." dedi. Onunla birlikte Amine'nin odasına girip kendisine; "Oğlunu bize
göster bakalım." dediler. Bebeği getirip onlara teslim etti.Sırtım açtılar, omuzları arasındaki
alameti gördüler. Yahudi, bayılıp düştü. Ayılmca, ona: "Yazıklar olsun sana, neyin var?" diye
sordular. O da şöyle dedi: "Vallahi peygamberlik, İsrail oğullarının elinden çıktı artık. Buna
sevindiniz değil mi ey Kureyşliler? Allah'a andolsun ki, o size öyle bir zor verecek ve öyle
bir güce erişecek ki, haberi, doğudan ve batıdan çıkacaktır."[17].
Muhammed b. İshak, Hassan b. Sabit'in şöyle dediğim rivayet eder: "Ben, yedi veya sekiz
yaşlarında yetişkin bir çocuktum. Görüp duyduklarımı anlayabilecek durumdaydım. Bir
sabah Yahudi'nin biri, Medine'de yüksek bir sesle, "Ey Yahudi topluluğu!" diye bağırmaya
başladı. Halk etrafına toplandı. (Söylenenleri ben de dinliyordum). Ona; "Neyin var?" diye
sordular. O da dedi ki: "Bu gece doğan Ahmed'in, yıldızı doğdu."
"Delailü'n-Nübüvve" adlı kitabında Hanz Ebu Nuaym, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet
etti: Babam Malik b. Sinan diyordu ki; "Savaşa son verdiğimiz bir barış dönemindeyken bir
gün, kendileriyle sohbet etmek için Abdüleşhel oğullarının yanma gittim. Yahudi Yuşa'nm
şöyle dediğini duydum: "Ahmed adında, Harem'den çıkacak bir peygamberin ortaya çıkma
zamanı geldi. "Halife b. Salebe el-Eşhelî, alay edercesine, "Onun özellikleri nelerdir?" diye
sorunca Yuşa' dedi ki: "Öyle bir insandır ki; boyu ne uzun, ne de kısadır. Gözlerinde
kızarıklık vardır. İnce kadifeden bir çeşit örtüye bürünür, merkebe biner, kılıcı omuzunun
üzerindedir ve buraya da (Medine'ye) hicret edecektir."
Malik b. Sinan, sözüne devamla diyor ki:
Bu sohbetten sonra ben, kendi kabilem olan Hudra oğullarının yanına döndüm. O gün ben,
Yahudi Yuşa'nm söylediklerine şaşmıştım. Bir de baktım ki bizim kabileden biri şöyle diyor:
"Bunu sadece Yuşa mı söylüyor, sanıyorsun? Medineli bütün Yahudiler böyle diyorlar!"
Hudra oğullarının yanından ayrılıp Kurayza oğulları kabilesine gittim. Orada bir gruba
rastladım. Hz. Peygamber'den bahis açıldı. Orada bulunan Zübeyr b. Bata şöyle dedi:
"Sadece bir peygamber ortaya çıkacağı zaman doğan kızıl yıldız doğdu. Sadece Ahmed
adındaki peygamberin gelişi bekleniyor. Buraya da (Medine'ye) hicret edecektir."
Ebu Said dedi ki: "Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde, Zübeyr'in söylediklerini babam
ona anlattı. Hz. Peygamber dedi ki: "Zübeyr Müslüman olsaydı, onun akrabaları olan
Yahudi reisleri de Müslüman olurlardı. Onlar, hep ona tabi idiler."
Ebu Nuaym, Zeyd b. Sabit'in şöyle dediğini rivayet etti: "Beni Ku-rayza ve Beni Nadir
Yahudi kabilelerinin bilginleri, Hz. Peygamberin evsafından bahsederlerdi. Kızıl yıldız
doğduğunu, Rasûlullah'ın peygamber olduğunu, ondan sonra artık peygamber
gelmeyeceğini, adının Ahmed olduğunu, Medine'ye hicret edeceğini söylediler. Hz.
Peygamber, Medine'ye gelince kıskanıp peygamberliğini inkar ettiler."
Ebu Nuaym ile Muhammed b. Hibban, Zeyd b. Anar b. Nüfeyl'in şöyle dediğini rivayet
eder: Yahudi bilginlerinden biri, bana dedi ki: "Senin beldende bir peygamber ortaya çıktı
veya çakacak. Çünkü onun yıldızı doğdu. Geri dön de onu tasdik et ve ona uy." [18]
[1] Cehennem.
[2] Burada şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: Cahiliye döneminde Hz. Peygamber'in bu faziletli davranışı göstermesi öncelikle gerekirken nasıl oluyor
da, putlar adına kesilen hayvanların etlerini yememeye Cenâb-ı Allah Zeyd'i muvaffak kılıyor? Süheylî, bu itiraza iki şekilde cevap vermiş. Şöyleki:
a- Yukarıdaki rivayette Hz. Peygamber'in yemekten yediğine dair bir kayıt yoktur. Ancak, yemeğin sofraya getirilmesi esnasında Zeyd'in, "Üzerine
Allah adı anılmayan yemekten yemem." dediği ifade edilmektedir.
b- Zeyd bunu, daha önceki şer'î bir hükme dayanarak değil de kendi görüşüne dayanarak yapmıştır. Daha önce mevcud olan îbrahim dinine göre
ancak, leş yemek haram kılınmıştı. Yoksa Allah'tan başkası adına kesilen hayvanların etlerini yemek, haram değildi. Bu, islâm tarafından haram
kılınmıştır.
Bazı usûl âlimleri derler ki: Hakkında yasaklayıcı serî bir hüküm gelmedikçe eşyada aslolan, mübahlıktır. (Bkz. er-Ravzü'1-Enf, 1,147.)
[3] Buharî, Menakıbul-Ensâr, 24.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/380-388.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/389.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/389-390.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/390-395.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/395-397.
[9] Bu rivayetten açıkça anlaşıldığına göre o kadın, Abdullahla fuhuş yapmak istemiş, ama Abdullah ona yanaşmamış. Ertesi gün güya Abdullah
istediği halde kadın yanaşmamış. Gerekçe olarak da dün Abdullah'ta gördüğü nuru, bu gün göremeyişini ileri sürmüş. Bunda, Abdullah'a bir suçlama
vardır. Fuhşun da güya yüzde görülen nura rağbetten ötürü yapılmak istendiğine dair bir felsefe yapılmaktadır! Oysa peygamberlik nuru, erkeklik
organının bir ifrazatı olmadığı gibi, yüzde görülen bir parlaklık da olamaz. Bu rivayetin, uydurma olduğu açıkça görülmektedir. Bu, övgü şeklinde
yapılan bir yermedir. Şunu da belirtelim ki o kadın, daha sonra gelerek Abdullah'la evlenme talebinde bulunmuştur. (M. Abdülvahid)
[10] Bu şiirin de asılsız olduğu açıkça görülmektedir. İfade bozukluğu ve konu basitliği vardır, islâm'ın diğer prensipleri dururken, özel olarak oruçtan
bahşediliş sebebini anlayamıyorum. (M. Abdülvahid)
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/397-399.
[12] Mekke'de bir semtin adı.
[13] Kadı îyaz, eş-Şifa, s. 190. (Osmanlı baskısı.)
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/400-410.
[14] Tirmizî, Menakıb 2.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/411-414.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/414-419.
[17] Rasûlullah (s.a.v.), azap peygamberi değil, rahmet peygamberi idi. "Ey Muhammed! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (el-
Enbiyâ,107.) Bu nedenle bu gibi metinleri dikkat ve ihtiyatla karşılamak, doğruyu kavramak gerekir. Buna benzer bir şiir de önceki sayfalarda
geçmişti: "Ahir zamanda onların bir peygamberi gelecek. Çok adam öldürecek, çok kimseleri vuracak!"
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/420-422.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...