VEN-NİHAYE 11 NCI BÖLÜM
Danyal Peygamberden Haberler
Ahmet İbn Kesîr
İbn Ebi'd-Dünya dedi ki: Buhtunnasr, iki aslanı ava alıştırdı. Sonra onları bir kuyuya bıraktı.
Peşleri sıra Danyal'ı da üzerlerine bıraktı ama onlar DanyaTa saldırmadılar. Danyal, Allah'ın
dilediği bir zaman kadar kuyuda kaldı. Sonra insanoğullarm diledikleri bir takım yiyeceklerle
içecekleri arzuladı. Cenâb-ı Allah, Şam'daki Ermiya peygambere vahiy göndererek
Danyal için yiyecek ve içecek hazırlamasını emretti. Ermiya şöyle dedi: "Ey Rabbim! Biz
Arz-ı Mukaddes'teyiz. Danyal ise Irak'a bağlı Babil toprağmdadır. Ben, ona nasıl yiyecek ve
içecek götürebilirim?" Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti: "Sana emrettiklerimizi hazırla.
Seni ve hazırladığın, şeyleri, Arz-ı Mukaddes'e götürecek birini sana göndereceğiz!" Bunun
üzerine Ermiya peygamber, yiyecek ve içecek hazırladı. Cenâb-ı Allah onu ve
hazırladıklarım, Arz-ı Mukaddes'e götürecek birini gönderdi. Nihayet gidip, Danyal'm
içinde yaşamakta olduğu kuyunun başında durdular. Danyal, "Bu kimdir?" diye sorunca Ermiya:
"Ben Ermiya'yım." dedi. Seni gönderen kimdir? diye sorunca o da: "Rabbim beni
sana gönderdi." diye karşılık verdi. Danyal: "Rabbim beni hatırladı mı?" diye sorunca
Ermiya, evet dedi. Danyal da şöyle karşılık verdi: "Kendisini zikredeni unutmayan Allah'a
övgüler olsun. Kendisinden dilekte bulunanın dileğine icabet eden Allah'a hamd olsun. Kendisine
güvenen kimseyi başkalarına bırakmayan Allah'a övgüler olsun. İyiliğe iyilikle
karşılık veren Allah'a hamd olsun. Sabra, kurtuluşla mukabelede bulunan Allah'a övgüler
olsun. Dara düştükten sonra sıkıntımızı gideren Allah'a hamd olsun. Amellerimiz hakkındaki
zamlımız kö-tüleştiğinde bizi koruyan Allah'a övgüler olsun. Gücümüz ve kuvvetimiz
kalmadığında umudumuz olan Allah'a hamd olsun."
Yunus b. Bükeyr, Ebü'l-Aliye'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Tüs-ter şehrini
fethettiğimizde Hürmüzan'm şahsi malları arasında bir kanepe gördük. Kanepenin üzerinde
ölü bir ceset bulduk. Cesedin baş kısmının yanında bir mushaf vardı. Mushafı alıp Hz.
Ömer'e getirdik. O da Kab'ı çağırarak bu mushafı Arapça'ya tercüme ettirdi. Araplar arasında
o tercümeyi ilk okuyan ben oldum. Tıpkı Kur'ân okur gibi onu okudum."
Ebü'l Aliye'den rivayette bulunan Ebi Halid b. Dinar der ki: Ebü'l Aliye'ye dedim ki, o
tercümede ne vardı? Dedi ki: Sizin gidişatınız, işleriniz ve sözleriniz ile ileride vuku bulacak
şeyler anlatılıyordu.
Yine sordum: Siz o ölü adamı ne yaptınız? Cevaben dedi ki: Gündüz-leyin onüç ayrı mezar
kazdık; gece olunca onu defnettik ve bütün mezarları kapatıp aynı seviyeye getirdik ki,
insanlar onun hangi mezarda olduğunu bilemesinler ve onu mezarından tekrar çıkarmasınlar.
Ona dedim ki: İnsanlar onun cesedinden ne umuyorlardı?
Dedi ki: Kuraklık olduğu zaman, yağmur yağması için insanlar onu kanepesinin üzerinde
dışarıya çıkararak yağmur duasında bulunuyorlar ve böylece yağmur yağıyordu.
Dedim ki: Siz o Ölü adamın kim olduğunu biliyor musunuz?
Dedi ki: Danyal adındaki bir adamdır.
Dedim ki: Sizce o kaç seneden beridir vefat etmiş? Dedi ki: 300 sene önce vefat etmiştir.
Dedim ki: Onun vücudunda bir değişiklik olmuş muydu?
Dedi ki: Hayır, sadece başındaki tüyler değişikliğe uğramıştı. Yalnız peygamberlerin etlerini
yer çürütmez. Canavarlar da onun cesetlerini yemezler."
Bu, Ebü'l Âliye'ye ulaşan sahih bir senettir. Fakat onun asr-ı saadetten 300 sene önce vefat
ettiği bildirildiğine göre o, peygamber değil de salih bir insandır. Zira Meryem oğlu İsa
peygamberle Rasûlullah . (s.a.v.) arasında herhangi bir peygamber geçmiş değildir. Bu,
Buharî'de ki bir hadisin nassı ile sabittir. Hz. Peygamberle (s.a.v.) ile İsa (a.s.) arasında 400
senelik bir zaman vardır ki, bu arada hiçbir peygamber geçmiş değildir. Buna fetret dönemi
denmektedir. Bazılarına göre bu dönem 600 sene, diğer bazılarına göre de 620 sene
olmuştur. Fakat bir rivayete göre de yukarıdaki zatın vefatı, asr-ı saadetten 800 sene önce olmuştur
ki, bu da Danyal'm vefat tarihine yakın düşmektedir. Her ne ise, bu zat, bir
peygamber de olabilir, salih bir insan da olabilir. Fakat zanm-mıza yakın olan husus şudur
ki, yukarıdaki rivayette kendisinden söz edilen zat, Danyal peygamberdir. Zira Danyal'ı,
Fars hükümdarlarından birisi yakalayarak yanında zindanda tutmuştur. Bu husustan daha
önce de söz edilmişti. Yine Eb'ül Âliye'ye ulaşan sahih bir senede göre o zatın burnunun
uzunluğu bir karışmış. Yine sağlam bir senetle nakledildiğine göre Enes b. Malik, onun
burnunun bir zira uzunluğunda olduğunu söylemiştir. Böyle olunca da bu zatın, o tarihlerden
çok daha önceki zamanlarda yaşamış bir peygamber olması muhtemeldir. Doğrusunu Allah
bilir.
Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, "Ahkamül Kubur" adlı eserde Ebul Eş as el-Ahmerî'nin şöyle
dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Doğrusu Danyal, Aziz ve Celil olan Rabbine dua etti ki, Muham-med ümmeti kendisini
defnetsin.»
Ebu Musa el-Eş'arî, Tüster şehrini fethettiğinde Danyal'ı bir tabutta buldu^ Tabutun içinde
iken onun damarları atıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:
"Kim Danyal'ı bulursa, onu Cennetle müjdeleyin."
Danyal'ı bulup gösteren, Harkos adındaki bir zattı. Ebu Musa, Hz. Ömer'e mektup yazarak
durumu bildirdi. Hz. Ömer de cevabî mektubunda şöyle diyordu: "Danyal'ı defnet, Harkos'u
da bana gönder. Çünkü Peygamber (s.a.v.), onu Cennetle müjdelemiştir."
Sonra îbn Ebi'd-Dünya şöyle demiştir: Ebu Musa, Danyalla birlikte bir mushaf ve içinde
yağ, dirhemler ye yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa, bu durumu, Hz. Ömer'e
mektupla bildirmişti. Hz. Ömer de cevabî mektubunda ona şöyle diyordu: «Mushafi bize
gönder. Yağı da gönder. Yanındaki Müslümanlara da emret; onunla şifa talep etsinler.
Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.»
büyük; islâm tarihi
İbn Ebi'd-Dünya'nm rivayetine göre Ebu Musa el-Eşarî, Danyal'm cesedini bulduğunda,
etrafındakiler bu cesedin Danyaî olduğunu söylediler. Bunun üzei"ine o da Danyal'm
cesedine sarılıp kucakladı ve öpmeye başladı. Bunu mektup ile Hz. Ömer'e bildirdi.
Mektubunda Danyal'm cesedinin yanında 10.000 dirheme yakın bir mal bulunduğunu da
ifade etti. Borç olarak kendisine para lazım olan kimse gelip bu parayı alırdı. İade ederse ne
ala; etmediği takdirde hastalanırdı. Ayrıca cesedinin yanında bir sandık ta mevcut olduğunu
mektubunda Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer, cevabî mektubunda Ebu Musa'ya şöyle emir
verdi: "Dan-yal'ın cesedini su ve sedir otuyla yıkayın, onu kefenleyip defnedin. Mezarı
kimselerce bilinmesin. Malını da beytül-mal'a devredin. Sandığı da bana gönderin.
Yüzüğünü de size ganimet olarak verdim."
Ebu Musa'dan rivayet edildiğine göre kendisi dört esire emir vermiş, esirler bir nehri tutarak
önüne set çekmişler, sonra nehrin tam ortasında bir mezar kazmışlar. Danyal'ı oraya
gömdükten sonra nehrin önündeki şeddi kaldırarak mezarı sular altında bırakmışlar. Sonra
da Ebu Musa'nın yanma dönmüşler. Ebu Musa da esrilerin boyunlarını vurmuş. Böylece
kendisinden başka Danyal'm mezarının yerini bilen
bir kimse kalmamış.
İbn Ebi'd-Dünya, Ebi Zenap'dan, o da babasından naklen şöyle bir rivayette bulunmuştur:
Ebu Musa el-Eşarî'nin oğlu Ebu Berde'nin oğlunun elinde bir yüzük gördüm. Yüzüğün
kaşında iki arslan vardı. Ars-lanlarm ortasında bir adam sureti vardı. Arslanlar o adamın
suretini
yalıyorlardı.
Ebu Berde dedi ki: Bu, bu belde ahalisince Danyal olduğu zannedilen şu adamın yüzüğüdür.
Ebu Musa, bu adamı defnettiği gün bu yüzüğü almıştır. Ebu Musa bu beldenin âlimlerine,
bu yüzüğün nakısı hakkında sormuş; onlar da şöyle demişler: Danyal'm, hakimiyeti altında
yaşadığı hükümdara müneccimler ve bilginler gelerek şöyle demişlerdi: Şöyle şöyle bir
çocuk doğacaktır. Senin mülkünü ve saltanatını bozup yok edecektir! Hükümdar dedi ki:
Vallahi bu gece de öldürmediğim bir
tek çocuk kalmayacaktır!
Yalnız bu beldenin müneccimleriyle bilginleri, Danyal'ı alarak bir arslan inine bırakmışlardı.
O gece arslanla dişisi, Danyal'a ilişmeden yanlarında konuk etmişlerdi. Hatta onu
yalamışlardı. Anası geldiğinde arslanlarm ikisinin de onu yalamakta olduklarını görmüştü.
Böylece Cenâb-ı Allah, Danyal'ı o hükümdarın şerrinden korumuştu ve o yaşayarak belli
makamlara ulaşmıştı. İşte Danyal, kendi suretiyle, kendisini yalamakta olan iki arslamn
suretini yüzüğünün kasma nakşettir-mişti ki Cenâb-ı Allah'ın, o gecede kendisine bahşettiği
nimeti unutmasın. [1]
Beyt-Î Makdis'in Yeniden İmar Edilmesi Ve İsraîloğullarının Toplanıp Bir Araya
Gelmesi
Cenâb-ı Allah, herşeyi apaçık bildiren kitabında şöyle buyurmaktadır; «Yahut şu kimse
gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir
kasabaya uğramıştı: "Allah, bunu böyle Öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allah da
kendisini yüz sene Öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Birgün, ya da bir günün
birazı kadar kaldım." dedi (Allah), "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. 'Yiyecek ve içeceğine bak,
bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için (kudretimize) bir işaret kılalım diye (bunları
böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et
giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca: "Biliyorum, Allah herşeye kadirdir." dedi.»
(ei-Bakara, 259.)
Hişam b. Kelbî der ki: Sonra Cenâb-ı Allah, Ermiya peygambere şöyle vahyetti: «Ben,
Beyt-i Makdis'i onaracağım, gidip oraya yerleş.»
Bunun üzerine Ermiya çıkıp Beyt-i Makdis'e (Mescid-i Aksa'ya) gitti. Orası, harap
vaziyetteydi. Kendi kendine şöyle dedi: "Sübhanallah! Rabbim, bana bu beldeye
yerleşmemi emretti ve burayı onaracağını bana bildirdi. Bunu ne zaman onaracaktır?
Öldükten sonra bu beldeyi ne zaman canlandıracaktır?!"[2]
Sonra başını koyup uyudu. Yanında eşeği ve bir sepet yiyeceği vardı. Uykusunda yetmiş
sene kaldı. Sonra Buhtunnasr adındaki hükümdar helak oldu. Onun fevkindeki Lehrasip
adındaki hükümdar da helak oldu. Onun hakimiyeti 120 sene devam etmişti. Ondan sonra
oğlu Beş-tasib'de hüküm sürmüştü. Onun hakimiyeti zamanında Buhtunnasr vefat etmişti.
Aldığı habere göre Şam beldeleri harabeye dönüşmüş, Filistin toprağında canavarlar
çoğalmış ve orada bir tek insan dahi kalmamıştı. Babü'de yaşamakta olan İsraillilere
seslenerek; dileyen kimsenin Şam'a dönebileceğini bildirmişti. Davud ailesinden bir adamı
da onların başına hükümdar olarak bırakmıştı. Ona, Kudüs'ü ve oradaki Mescid-i Aksa'yı
imar etmesini emretmişti. Böylece îsrailoğullan Kudüs'e dönerek orayı imar ettiler.
İmarından sonra Cenâb-ı Allah, Ermiya peygamberin gözlerini açtı. Şehrin nasıl yeniden
kurulduğunu ve onarıldığını görüp temaşa eyledi. Bu vaziyette iken de otuzyıl daha uykuda
kaldı. Nihayet yüzseneyi tamamlamış oldu. Sonra Cenâb-ı Allah, onu tekrar diriltti. O
sadece kısa bir süre uyuduğunu zannediyordu. Ve uyumadan önce şehrin harap vaziyette
olduğunu hatırlıyordu. Uyandığında şehrin insanlarla dolup taştığını ve ma'mur vaziyette
olduğunu gördü ve: "Bilirim ki, Allah herşeye kadirdir." dedi.
îsrailoğullan, Kudüs'te bir süre yaşadılar. Cenâb-ı Allah, onları eski hallerine kavuşturdu.
Tavâif-i Mülûk zamanında Rumların baskınlarına lîğrayıncaya kadar bu halde kaldılar.
Sonra Hıristiyanların saldırısı neticesinde mağlup olunca ne bir toplulukları, ne de hükümdarları
kaldı.
İbn Cerir'in anlattığına göre Lehrasip adlı adil bir hükümdar vardı. Memleketini iyi
yönetiyordu. İnsanlarla beldeler, hükümdarlarla kumandanlar ona itaat etmişlerdi. Şehirleri,
nehirleri ve kaleleri imar etme hususunda sağlam bir görüşe sahipti. Yüz küsur sene
yönetimde kaldıktan sonra memleketi idare etmekten aciz oldu. Bu nedenle de tahttan, oğlu
Beştasip adına feragat etti. Onun zamanında Mecusilik dini ortaya çıkmıştı. Şöyle ki:
Zerdüşt adındaki bir adam, Ermiya peygamberle arkadaşlık etmişti. Fakat Ermiya'yı
kızdırmıştı. Bunun üzerine Ermiya ona beddua etmiş, o da alacalık hastalığına müptela
olmuştu. Gidip Azerbaycan toprağına yerleşerek Beştasib'e arkadaşlık etti. Kendi kafasından
uydurduğu Mecusiliği ona empoze etmeye çalıştı. Beştasip de bu dini kabul etti. Tebaasını
bu dine girmeye zorladı. Bu dine girmek istemeyen halkının çoğunu öldürdü. Beştasip'den
sonra Beli-men b. Beştasip tahta oturdu. O, Farslarm meşhur hükümdarlarından ve adı sanı
dillere destan olan kahramanlanndandır. Buhtunnasr, bu üç hükümdar zamanında naiblik
yapmıştır. Uzun süre yaşamıştır. Allah onu kahretsin. Hülasa, İbn Cerir'in anlattığına göre o
beldeye uğrayan zat, Ermiya peygamberdir. Doğrusunu Allah bilir.[3]
Üzeyîr'în Kıssası
Hafız Ebu'l Kasım îbn Asakir der ki: Üzeyir, Cerve'nin oğludur. So-rik b. Adya'nın oğlu
olduğu da söylenir. Adya, Direzna b, Eyyub'un oğludur. Direzna, Arî b. Taki'nin oğludur.
Taki, Esbo b. Fenhas'm oğludur. Fenhas, Azır b. Harun'un oğludur. Harun da İmran'm
oğludur.
Uzeyir'in, Seniha'nın oğlu olduğu da söylenir. Bazı eserlerde nakledildiğine göre mezarı
Şam'dadır. Ebu'l Kasım el-Beğavî, İbn Abbas'dan naklettiğine göre o şöyle demiştir:
"Uzeyir'in satılıp satılmadığını bilmiyorum. Onun peygamber olup olmadığını da
bilmiyorum."
îshak b. Bişr'in, îbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre; Üzeyir, Buh-tunnasr'ın henüz bir çocuk
iken esir aldığı kimselerdendir. Yaşı kırka vardığında Cenâb-ı Allah ona hikmet vermiştir.
Tevrat'ı onun kadar bilip hifzeden bir kimse yoktur. Adı peygamberlerin adıyla birlikte
anılırdı. Nihayet kader hususunda Rabbine sual tevcih ettiği zaman Cenâb-ı Allah, onun
adını peygamberlerin listesinden silmiştir.
Bu zayıf ve münker, aynı zamanda münkati bir rivayettir. Doğrusunu Allah bilir.
İshak b. Bişr'in, Rivayetine göre Abdullah b. Selam şöyle demiştir: Üzeyir, Cenâb-ı Allah'ın
kendisini 100 sene öldürüp sonra yeniden dirilttiği kuldur.
İshak b. Bişr, şöyle bir rivayette bulunmuştur: Üzeyir, hikmet sahibi, salih bir kuldu, Âdeti
üzere günün birinde yine çöle çıktı. Dönüşünde bir harabeye uğradı. Tam öğle vakti idi.
Sıcaklık ona epeyi tesir etmişti. Eşeğinin üzerinde iken harabeye girdi. Eşeğinden indi.
Beraberindeki sepetlerden birinde incir, diğerinde de üzüm vardı. Harabenin gölgesine
oturdu. Yanındaki bir çanağı çıkararak üzümü içine sıkmaya başladı. Sonra kuru ekmek
çıkararak üzüm suyunun içine doğradı ki yumuşatıp yesin. Sonra sırt üstü uzanarak
ayaklarını duvara dayadı. Ve evin tavanına bakarak içindekilerini gördü. O evler, sütunları
üzerinde hâlâ durmaktaydılar. Halbuki orada daha önce yaşamış olan sahipleri ölüp
gitmişlerdi. Kemiklerinin çürümüş olduğunu da gördü. Ve şöyle dedi. "Allah, bunu, böylece
öldükten sonra nasıl diriltecek?" Bunları Cenâb-ı Allah'ın, ölümlerinden sonra dirilteceği
hususunda şüphesi yoktu, ama bunu tuhaf bulduğu için böyle demişti. Bunun üzerine
Cenâb-ı Allah, ölüm meleğini göndererek ruhunu teslim aldı ve o vaziyette yüz sene ölü
olarak bıraktı. Bu yüz sene zarfında İsrailoğulları çeşitli hadiseler yaşamışlardı. Cenâb-ı
Allah, bu arada Üzeyir'e bir melek gönderdi. Melek onun kalbini yarattı ki kalbi bazı şeyleri
düşünebilsin, iki gözünü de yarattı ki gözüyle etrafa bakabilsin. Ve Cenâb-ı Allah'ın ölüleri
nasıl dirilttiğini düşünsün. Bundan sonra Cenâb-ı Allah, onun gözleri önünde vücudunun
parçalarını yeniden birarayâ getirdi. Kemiğine et, kıl ve cilt geçirdi. Sonra da vücuduna ruh
üfledi. Bütün bunlar onun gözü önünde cereyan ediyordu. Ve bunların nasıl yapıldığını
düşünüyordu. Nihayet tastamam bir insan haline gelerek oturdu. Melek ona: Ne kadar
bekledin? diye sordu O da: Bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar bekledim, diye cevap
verdi. Çünkü o öğle vaktinde ölmüş, henüz güneş batmadan akşama yakın bir zamanda
diriltilmiş ti. Onun için böyle demişti. Me-lekse ona şöyle karşılık vermişti: Hayır, bilakis
sen 100 sene müddetle uykuda kaldın. Bak yiyeceğine ve içeceğine. Yani kuru ekmeğinle
üzüm suyuna bak, henüz oldukları gibi çanakta duruyorlar. Hiç bir değişikliğe
uğramamışlar. İncir ve üzümleri de taptaze olup hiç bozulmamışlardı. Fakat o, meleğin
kendisine söylediklerini kabullenemiyordu. Melek ona: Söylediklerimi kabul edemiyorsun
değil mi? Öyleyse eşeğine bak! dedi. O da eşeğine baktı ki hayvanın kemikleri çürümüş ve
ilikleri kurumuştu. Melek, eşeğin iliklerine seslendi; onlar da, her taraftan toplanarak gelip
meleğin emrine icabet ettiler. Melek onları birleştirdi. Üzeyir de meleğin yaptıklarını
seyrediyordu. Melek, eşeğin kemiklerine damar ve sinirlerini yerleştirdi, sonra da etini
giydirdi. Etin üzerine deri ve ktlları geçirdi. Sonra da içine ruh üfledi, böylece eşek, başını
kaldırarak ayağa kalktı. Kulaklarım da anırarak semaya dikti. Kıyametin koptuğunu
zannetmişti. Ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: «Eşeğine bak, seni insanlar
için (kudretimize bir işaret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklerine bak, nasıl onları
birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!» Yani eşeğinin kemiklerine bak da o
kemiklerin nasıl bir araya geldiklerini gör. Etsiz bir eşek iskeleti geldiğini seyret. Sonra o
kemiklere nasıl et giydirdiğimizi de dikkatle temaşa et. «Bu işler ona açıkça belli olunca:
"Biliyorum, Allah herşeye kadirdir." dedi.» Yani Cenâb-ı Allah'ın ölüleri diriltmeye ve diğer
harika işleri yapmaya muktedir olduğunu bilirim, dedi. Sonra merkebine binerek eski
mahallesine geldi. İnsanlar onu tanımadılar. O da gördüğü insanları tanımadı. Evini de
tamyamıyordu. Bir tahmine dayanarak yoluna devam etti ve evine geldi. Orada kötürüm ve
kör bir acuze ile karşılaştı. Acuzenin yaşı 120'yi geçmişti. O acuze, daha önceleri, kendi
hizmetçileri idi. Henüz yirmi yaşındaki genç bir kız iken, Üzeyir yanlarından ayrılıp gitmişti.
Fakat Üzeyir'in şekil ve şemali onun aklında idi. Yaşlanınca artık bunamıştı. Üzeyir
ona şöyle demişti: "Ey kadın, bu Üzeyir'in evi midir?" Kadın şöyle cevap verdi: "Evet,
burası Üzeyir'in evidir." Böyle deyince ağlayarak sözünü şöyle sürdürdü: "Şu kadar
zamandan beridir Üzeyir'den bahseden bir adam görmedim. İnsanlar onu unutmuşlardır!"
Üzeyir şöyle dedi. "İşte Üzeyir benim! Cenâb-ı Allah beni 100 seneden beri öldürmüştü.
Sonra yeniden diriltti!" Acuze şöyle dedi: "Sühha-nallah! Üzeyir'i 100 seneden beridir
kaybetmişiz. Ondan bahseden birini görmedik. Onun hakkında birşeylef duymadık!" Üzeyir
şöyle dedi. "İşte Üzeyir benim!"
Acuze şu karşılığı verdi: "Üzeyir, duası kabul edilen bir adamdı. Hastalar ve belaya uğrayan
kimseler için dua ederdi, onlar da şifa ve afiyet bulurlardı. Sen de seni görebilmem için
Allah'a dua et de gözlerimi bana geri versin. Eğer gerçekten Üzeyir isen seni tanırım."
Üzeyir, Rabbine dua edip kadının gözlerine elini sürdü. Gözleri eski haline döndü. Elini
tutarak: "Allah'ın izni ile kalk bakalım." dedi. Cenâb-ı Allah, kadının ayaklarını da
iyileştirdi. Sağlam vaziyette ayağa kalktı. Sanki bir bağdan kurtulmuş gibi idi. Üzeyir'e
baktı ve: "Senin Üzeyir olduğuna şahitlik ederim." dedi.
Kalkıp İsrailoğullarının mahallesine gitti. Onlar birarayâ gelip toplantı düzenlemişlerdi.
Toplantıda Üzeyir'in 128 yaşındaki yaşlı bir oğlu ile yine yaşlı torunları vardı. Kadın onlara
seslenerek: "İşte Üzeyir size geldi!" dedi. Kadını yalanladılar. O da şöyle dedi: "Ben
hizmetçiniz olan falan kadınım. Üzeyir, Rabbine dua etti. Rabbi de gözlerimi bana tekrar
iade etti. Ayaklarımı iyileştirdi. İfadesine göre Cenâb-ı Allah, Üzeyir'i 100 sene müddetle
öldürmüş, sonra yeniden diriltmiş." Böyle deyince toplantıdaki insanlar kalkıp Üzeyir'e
doğru gittiler, ona baktılar, oğlu kendisine dedi ki: "Benim babamın iki omuzu arasında
siyah bir ben vardı." Böyle diyerek omuzlarını açtı baktı ki Üzeyir'in ta kendisi!
İsrailoğulları dediler ki: "Bize anlatıldığına göre içimizde Üzeyir' den başka Tevrat'ı
ezberlemiş bir kimse yoktur. Buhtunnasr'da Tevrat'ı yakmıştır. Adamlarımızın hafızasında
kalan az bir kısmı dışında Tevrat'tan elimizde birşey kalmamıştır. Sen, Tevrat'ı bize yeniden
yaz."
Üzeyir'in babası Seruha, Tevrat'ı Buhtunnasr'm zamanında, Üzeyir'den başkasının
tanımadığı bir yere gömmüştü. Onları, Tevrat'ın gömülü olduğu yere götürdü. Yeri kazıp
Tevrat'ı çıkardı. Sayfaları kokuşmuş ve çürümüştü.
Üzeyir, bir ağacın gölgesi altına oturdu. İsrailoğulları da etrafında halkalanıp oturdular.
Tevrat'ı onlar için, yeniden yazmaya başladı. Gökten iki kor inip Üzeyir'in karnına girdi. O
da Tevrat'ı hatırladı. Ve yeniden yazdı. Bu nedenle Yahudiler dediler ki: "Üzeyir, Allah'ın
oğludur." Çünkü gökten iki kor inerek karnına girmiş, o da Tevrat'ı, İsrailoğulları için
yeniden yazmış, onların idaresini üstlenmişti. Sevad mıntıkasında, Hazkil manastırında
Tevrat'ı yazdı. Sayrabad adı verilen o kasabada vefat etti.[4]
İbn Abbas (r.a.) dedi ki: "Seni (Ey Üzeyir) insanlar için (kudretimize) bir işaret kılalım
diye..." ayet-i kerimesi tahakkuk etti. Bu işaret, İsrailoğulları içindi. Şöyle ki: Kendisi genç
bir insan olduğu halde, kendisinden daha yaşlı olan oğullarıyla oturup sohbet ederdi. Kırk
yaşındaydı. Cenâb-ı Allah onu, öldüğü gündeki vaziyetinde yeniden diriltmiş ti.
İbn Abbas der ki: Bu olay, Buhtunnasr'dan sonra vuku bulmuştur.
Ebu Hatim el-Sicistanî, İbn Abbas'm sözleri ile aynı anlamı ifade eden şu şiiri okumuştur:
"Siyah saçlı biri, ama kendisinden önce, oğlunun saçları ağardı. Kendisi daha yaşlı olduğu
halde ondan önce, torunun saçları da ağardı.
Oğlu değneğe dayanarak ağır ağır yürüyor.
Kendisinin sakalı siyah, saçları da kır görünüyor.
Oğlunun gücü ve takati kalmamış,
Tıpkı çocuk gibi yürüyüp tökezliyor,
Oğlu halk arasında 110 yaşında olup dolaşıyor.
Babasının Ömrü ise, kırk yılı aşmıyor.
Torunun yaşı ise, doksan civarındadır.
Eğer anlayışlı isen bu, makul bir şeydir.
Şayet anlamıyorsan, cahil olduğun için mazur sayılırsın." [5]
Fasıl
Meşhur kavle göre Üzeyir, İsrailoğullarınm peygamberlerinden biridir. O, Davud ve
Süleymanla Zekeriyya ve Yahya arasında gelmiştir. Zamanında kendisinden başka
îsrailoğullan arasında Tevrat'ı ezbere bilen kimse kalmamıştı. Tevrat'ı o, îsrailoğullanna
yeniden yazdı. Nitekim Vehb b. Münebbih de şöyle der: Cenâb-ı Allah, bir meleğe emir verdi.
Melek de nurdan bilgilerle inerek bu bilgileri Üzeyir'in kalbine attı. O da, Tevrat'ı harfi
harfine yeniden yazdı ve tamamladı.
İbn Asakir'in, îbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre o, Abdullah b. Selama «Yahudiler, Üzeyir,
Allah'ın oğludur, dediler» (et-Tevbe, 30.) ayet-i kerimesini kasdederek Yahudilerin niçin
böyle söylediklerini sormuş, îbn Selam da ona, Üzeyir'in Tevrat'ı ezberine dayanarak
yeniden îsrailoğullan için yazmış olduğunu ve îsrailoğullannm da: "Musa, Tevrat'ı ancak bir
kitap halinde bize getirebildi. Üzeyir ise, ortada herhangi bir kitap olmaksızın Tevrat'ı bize
getirdi." dedikleri için Üzeyir'i, Allah'ın oğlu olarak kabul etmiş olduklarını söylemiştir.
Onlardan bazıları, Üzeyir'in, Allah'ın oğlu olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenle âlimlerin bir
çoğu, Tevrat'ın, Üzeyir zamanında inkitaa uğradığını ifade etmişlerdir. Bu söz üzerinde
gerçekten durmak gerekir. Çünkü Üzeyir, Ata b. Ebi Rebah ile Hasan Basrî'nin dedikleri
gibi peygamber değildir. İshak b. Bişr'in, Ata b. Ebi Rebah'dan rivayet ettiğine göre o şöyle
demiştir: Fetret döneminde dokuz önemli olay meydana gelmiştir: Buhtunnasr, San'a
Bahçesi, Saba Bahçesi, Hendek ahalisi, Hasuro olayı, Ashab-ı Kehf olayı, Fil vak'ası,
Antakya şehri ve Tübbahlarm durumu.
İshak b. Bişr, Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Üzeyir ile Buhtunnasr hadiseleri
fetret döneminde vukua gelmiştir."
Ayrıca sahih hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
«İnsanlar arasında Meryem'in oğluna en yakın olanı benim. Çünkü benimle onun arasında
peygamber geçmemiştir.»[6]
Vehb b. Münebbih dedi ki: Üzeyir, Süleyman ile İsa peygamber arasında yaşamıştır.
îbn AsaMr'in, Enes b. Malik ile Ata b. Saib'den yaptığı rivayete göre Üzeyir, îmran oğlu
Musa peygamber zamanında yaşamıştır. Musa'dan izin istemiş, ama o Üzeyir'e izin
vermemiştir. Yani kader hakkında soru sorduğu zaman Musa ondan yüz çevirmiş ve o da
şöyle demişti: Yüz defa ölmek, bir saatlik zilletten daha kolaydır. Üzeyir'in bu sözüne
benzer manada bazı şairler şöyle demişlerdir:
"Hür kimse, kılıçlara karşı sabredebilir. Ama zulme karşı sabredemez. Misafiri ağırlamaktan
aciz olduğunda, Ölümü elbetteki tercih ederler.
İbn Asakir'in, İbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre Üzeyir, kader hakkında soru sorduğu için
adı, peygamberler listesinden silinmiştir.
Zannedersem bu, israiliyattan alınma bir hikayedir.
Abdürrezzak ile Kuteybe b. Said, Nevf el-Bekalî'den rivayet ederek dediler İd: Üzeyir,
Rabbine dua ederken şöyle demişti: "Ey Rabbim! Bazı yaratıklar yaratıyorsun, dilediğini
saptırıyor, dilediğini de hidayete er-diriyorsun!"
Kendisine, "Bu gibi sözleri söylemekten vazgeç." denildi. Fakat o, bu sözünü yine
tekrarladı. Kendisine denildi ki: "Ya bu sözleri söylemekten vazgeçersin ya da senin adını
peygamberler listesinden silerim. Ben, yaptığım işlerden sorumlu tutulmam, onlar sorguya
çekilirler."
Bu da, onu bu sözleri yeniden söylemesi halinde isminin peygamberler listesinden
silineceğine dair tehdidin gerçekleştiğini göstermektedir.
Tirmizî dışındaki Kütüb-ü Sitte sahipleri, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:
«Peygamberlerden bir peygamber bir ağacın altına oturdu. Onu bir karınca ısırdı.
Karıncanın Öldürülerek yere gömülmesini emretti. Yerin altından tekrar çıkınca bu defa
ateşle yakılmasını emretti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti: "Bir karıncayı
mı.cezalandırıyorsun?!"»
Mücahid'den gelen bir rivayete göre bu peygamber, Üzeyir'dir. İbn Abbas ile Hasan
Basrî'den gelen bir rivayete göre de bu peygamber Üzeyir'dir. Doğrusunu Allah bilir.[7]
Zekeriyya Ve Yahya (A.S.) Kıssaları
Cenâb-ı Allah, kutsal kitabında buyurmuş ki: "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla Kâf, Hâ,
Yâ, Aym, Sâd. Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya rahmetini anıştır. O, Rabbine gizli bir
seslenişle yalvarmıştı: "Rabbim, demişti, ben bende kemik gevşedi; baş, ihtiyarlık aleviyle
tutuştu. Rabbim, sana dua ile hiçbir zaman bahtsız olmadım. (Her dua ettikçe kabul buyurdun,
beni istediğimden mahrum etmedin). Doğrusu, ben arkamdan yerime geçecek yakınlar
(imin iyi hareket etmeyeceklerinden korktum; karım da kısır. (Ne olur) katından bana
yerime geçecek bir veli lütfet. Ki (o), bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim, onu
beğendiğin bir
insan yap."
(Allah buyurdu): "Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeleriz. Adı Yahya'dır. Daha önce ona
hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kimseye bu adı vermedik.)" (Zekeriyya): "Rabbim,
dedi, benim nasıl oğlum olur? Karım da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım."
"(Evet öyledir, dedi, fakat Rabbin: "O bana kolaydır, daha önce sen de hiçbir şey değilken
seni de yaratmıştım." dedi. "Rabbim, dedi, bana (çocuğumun olacağına dair) bir işaret ver."
"Senin işaretin, sapa sağlam olduğun halde tam üç gece (ve gündüz) insanlarla
konuşmamalıdır." dedi (Zekeriyya), mabedden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah
akşam (Rabbi-nizi) teşbih edin!" diye işaret etti.
"Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)" (dedik)
ve ona çocuk iken hikmet verdik. Katımızdan bir rahmet (bir acıma duygusu) ve temizlik de
(verdik; o günahlardan) korunan oldu. Ana babasına iyilik ediciydi, baş kaldıran bir zor-ba
değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam
Olsun!» (Meryem, 1-15.)
Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu:
«Zekeriyya'yı da o (nun bakımı) na memur etti. Zekeriyya, onun yanına, mabede her
girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. (O da) "Bu,
Allah tarafından" derdi. "Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir."
Orada Zekeriyya, Rabbine dua etmişti: "Rabbim, demişti, bana katından temiz bir nesil ver.
Sen duayı işitensin!"
Zekeriyya, mabedde durmuş, namaz lalarken melekler ona: "Allah sana, Allah'tan bir
kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı
müjdeler." diye imlediler. Dedi ki: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmış, kanm da kısırken
benim nasıl oğlum olur?" (Allah), "Öyle (ama) Allah, dilediğini yapar." dedi.
"Rabbim, o halde bana (oğlum olacağına dair) bir alamet ver!" dedi. (Allah) buyurdu ki:
"Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır; Kabbini çok an,
akşam sabah (onu) teşbih et!" (Âl-ilmrân, 37-41.)
Enbiyâ sûresinde Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu:
«Zekeriyya'ya da (lütfettik). Rabbine: "Rabbim, beni tek bırakma, (bana bir çocuk ver, ama
vermesen de gam yemem. Çünkü) sen, varislerin en iyisisin (her şeyim sana kalacaktır)."
diye dua etmişti. Onun duasını da kabul ettik. Ona Yahya'yı armağan ettik. Eşini de kendisi
için ıslah ettik. (Çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar, hayır işlere
koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Ve bize derin saygı gösterirlerdi.» (el-
Enbiyâ, 89-90.)
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden İdİ(ler)» (el-Enâm,
85.)
Hafız Ebu'l-Kasım İbn Asakir, gerçekleri dile getirdiği meşhur tarihinde der ki: Zekeriyya,
Berhiya'mn oğludur. Dan oğlu olduğunu söyleyenler de vardır. Ledün b. Müslim'in oğlu
olduğunu bildiren rivayetler de vardır. Bu rivayete göre Zekeriyya'nm babası Ledün'dür.
Ledün, Sa-duk oğlu Müslim'in oğludur.
Saduk, Davud oğlu Haşban'ın oğludur. Davud, Müslim oğlu Süleyman'ın oğludur. Müslim,
Berhiya oğlu Sadika'nın oğludur. Berhiya, Na-hor oğlu Bel'ata'nın oğludur. Nahor, Behafîş
oğlu Şelom'un oğludur. Be-hafiş, Rahiam oğlu İnamin'in oğludur. Rahiam, Davud oğlu
Süleyman'ın oğludur. Zekeriyya'nın kendisi de, İsrailoğullarının peygamberlerinden Yahya
(a.s.)'nın babasıdır.[8]
Zekeriyya, oğlu Yahya'yı ararken Şam'ın kazalarından Besne'ye kadar gitmiştir. Doğrusunu
Allah bilir. Onun nesebi hakkında başka isimler ortaya sürenler de olmuştur.
Cenâb-ı Allah, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e, Zekeriyya peygamberin durumunu ve
haberlerini insanlara anlatmasını emir buyurdu. Zekeriyya yaşlı olup hanımı, emsallerine
göre acuze ve kısır bir halde iken Cenâb-ı Allah, ona Yahya adındaki çocuğu bağışlamıştı.
Her ikisi de yaşlı oldukları halde Cenâb-ı Allah bu çocuğu onlara armağan etmişti ki
insanlar, Allah'ın lütuf ve rahmetinden ümitlerini kesmesinler. «Bu, Rabbinin, kulu
Zekeriyya'ya rahmetini anışür. O, Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı.» Bu ayet-i
kerimeyi tefsir ederken Katade şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah, saf kalbi bilir ve gizli sesi
işitir.
Seleften bazıları dediler İd: Zekeriyya, geceleyin kalkarak Rabbine gizli bir sesle seslendi.
Bu sesini yanındakiler duymadılar. O şöyle diyordu: "Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim..."
Allah buyurdu ki: «Söyle bakalım ey Zekeriyya, dileğin ne ise yerine getirelim, söyle, söyle.
"Rabbim, demişti, ben, bende kemik gevşedi. Baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu."» Yani
saçımdaki beyaz kıllar, siyah kıllara
Gormezmisin ki benim saçlarım,
Karanlığın eteği altından, sabahın kakülünü andırıyor.
Siyah saçlarımda beyazlıklar parlamaya başladı.
Zifiri karanlıkta ateşin alevlenmesini andırdı.
Dal topraktan filizlenip yemyeşil olduktan sonra,
Kuruyup çöp haline döndü.
Yani zahiren ve batmen gevşeyip zayıfladığını anlatıyor. Zekeriyya peygamber de böyle
demişti: «Ben, bende kemik gevşedi. Baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu.»
«Rabbim, sana dua ile hiç bir zaman bahtsız olmadım.» Yani senden ne istedimse onu bana
verdin. Bütün dualarıma icabet ettin.
Onu bu şekilde dilekte bulunmaya iten sebeb şu idi: Kendisi İmran kızı Meryem'in bakım ve
himayesini üstlenmişti. Bu nedenle Meryem'in bulunduğu haneye her girdiğinde onun
yanında zamansız meyveler görürdü. Mevsimi geçmiş taze meyveler görürdü ki, bu da
evliyanın kerametlerindendir. Bunu gördüğünde bilmişti ki, zamansız meyveleri vermeye
muktedir olan zat, her ne kadar yaşı ilerlemişse de kendisine bir çocuk bahşetmeye
muktedirdir.
«Orada Zekeriyya, Rabbine dua etmişti. "Rabbim, demişti, bana katından temiz bir nesil ver.
Sen duayı işitensin!"» (Âl-iîmrân, 38.)
«Doğrusu, ben, arkamdan yerime geçecek yakınlar (ımm iyi hareket etmeyeceklerinden
korktum. Karım da kısırdır." Yani yakınlarımın benden sonra İsrailoğullan üzerine, Allah'ın
şeriatına uygun olmayan hükümleri icra edeceklerinden korktum.
Böyle dedikten sonra Zekeriyya, kendi sulbünden iyi, temiz, takvalı ve Allah'ın razı olacağı
bir çocuğunun olmasını dilemişti. Bu nedenle demişti ki: "Kendi katından (yani kendi güç
ve kudretinle) bana (nübüvvet ve hükümdarlıkta) halef olacak bir veli lütfet ki, (o), bana ve
Yakub oğul-ları'na mirasçı olsun. Rabbim, onu beğendiğin bir insan yap.» Yani Ya-kub'un
zürriyetinden olan ecdadı ve geçmişleri nasıl peygamber oldularsa, onu da şeref ve
üstünlükte onlar gibi kıl. Ona da nübüvvet ve vahiy ver.
Zekeriyya'mn burada kasdettiği mirasçılık, şiilerin iddia ettikleri gibi mal mirasçılığı
değildir. Bilalds nübüvvet ve hikmet mirasçılığıdır. Şiilerin mal mirasçılığı iddialarına İbn
Cerir de muvafakat etmiştir. Oysa aşağıda sayacağımız sebeblerden dolayı bu ayet-i
kerimede kasde-dilen mirasçılık, nübüvvet ve hikmetteki mir aşçılıktır. Şöyle ki:
1- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu.» (cn-Ncmi, 16.) ayet-i kerimesinden bahsederken de
Süleyman'ın peygamberlik ve hükümdarlıkta Davud'a mirasçı olduğunu söylemiştik. Ayrıca
sıhhatinde ittifak edilen bir ha-dis-i şerifte de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Biz
miras bırakmayız, geride bıraktığımız sadakadır.» Bu da, Rasûlullah'm geride bıraktığı
malının, miras olmayacağı hususunda kesin bir nasdır. Bu sebeble Ebu Bekir es-Sıddık
(r.a.), sağlığında iken Rasûlullah (s.a.v.)'a mahsus olan malların, vefatından sonra kendi
yakınlarına sarfedilme-sini menetmiştir. Eğer bu nas mevcut olmasaydı, Rasûlullah
(s.a.v.)'m geride bıraktığı malları, yakınlarına sarfederdi. Yakınları da; kızı Fatıma ile dokuz
zevcesi ve amcası Abbas hazretleriydi. Hz. Ebu Bekir, Rasûlullah'a ait malları, vefatından
sonra yakınlarına sarfetmeyi yasaklarken bu hadise dayanmıştır. Bu hadisi Rasûlullah'dan
rivayet edişine, Hattap oğlu Ömer ile Affan oğlu Osman ve Ebu Talib oğlu Ali hazretleri,
ayrıca Abdulmuttalib oğlu Abbas ile Avf oğlu Abdürrahman, Talha, Zübeyr, Ebu Hüreyre ve
diğer sahabeler muvafakat etmişlerdir.
2- Tirmizî, yukarıdaki hadisi diğer peygamberleri de kapsayacak umumi bir lafızla rivayet
etmiştir:
"Biz peygamberler topluluğu, miras bırakmayız."
3- Peygamberler nezdinde Dünya, o kadar değersizdir ki dünya malım biriktirmezler ve ona
iltifat etmezler. Dünya malı kendilerini pek ilgilendirmediği için, bu mallarını kendilerinden
sonra korusunlar diye çocuk sahibi olmayı da istemezler. Zahitlikte onların mertebelerine
yaklaşamayan kimseler, her ne kadar dünya malına iltifat etmeseler de malları olduğu
zaman kendilerinden sonra mallarına mirasçı olsunlar, diye çocuk sahibi olmak isterler.
4- Zekeriyya (a.s.) marangozdu. Kendi elinin emeği ile kazandığını yerdi. Nitekim Davud
peygamber de kendi eliyle kazandığım yerdi. Çoğunlukla peygamberler, kendilerinden
sonra mirasçıları için bir zahire olsun diye daha fazla mal biriktirmek kasdıyla fazla çalışıp
kendilerim yormazlardı. Bu husus, iyi düşünen idrak sahiplerince apaçık görülen bir
gerçektir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a-v)'ınşöyle
buyurduğunu söylemiştir: "Zekeriyya marangozdu."[9]
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeleriz. Adı Yahya'dır. Daha
önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kimseye bu adı vermedik)." (Meryem, 7.)
Bu ayet-i kerimeyi, şu aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerime açıklığa kavuşturmaktadır:
«Zekeriyya, nıabedde durmuş namaz kılarken melekler ona: "Allah sana, Allah'tan bir
kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı
müjdeler." diye ünledüer.» (Âl-i imrân, 39.)
Kendisine çocuk verileceğine dair müjde geldiğinde ve bu müjde tahakkuk ettiğinde bu işi
acaip görerek nasıl olacağım öğrenmek istedi. Kendisi, bu ihtiyarlık çağında iken nasıl
çocuk sahibi olabileceğini anlamak istedi: «Rabbim, dedi, benim nasıl oğlum olur? Karım
da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım.» (Meryem, a.) Yani pir-i fani olan bir
kimsenin çocuğu nasıl olur?
Rivayete göre o zaman Zekeriyya, yetmişyedi yaşındaymış. Doğrusunu Allah bilir ya
bundan daha da yaşlı imiş. "Karım da kısırdır." Yani benim karım, çocuk doğuramıyacak bir
çağdadır. Doğrusunu Allah bilir.
Nitekim İbrahim peygamber de, kendisine çocuğu olacağına dair müjde verildiğinde şöyle
demişti: «Bana ihtiyarlık dokunmuşken mi beni müjdelediniz? Ne (tuhaf birşey) ile
müjdeliyorsunuz beni?» (ei-Hkr, 54.)
Sâre'de şöyle demişti: «Vay, ben bir koca karı, kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu
cidden şaşılacak birşey!" (Melekler) dediler ki: "Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın
rahmet ve bereketleri sizin üzerinizde ey ev halkı! O, Övülmeye layıktır, iyiliği boldur."»
(Hûd, 72-73.)
Zekeriyya (a.s.)'ya da aynı şekilde cevap verildi. «Rabbinin emrini kendisine vahyeden
melek ona dedi ki: "(Evet) öyledir. Fakat Rabbin: "O bana kolaydır, daha önce sen de hiçbir
şey değilken seni de yaratmıştım." dedi.» (Meryem, 9.)
Yani sen yaşlı iken senden çocuk doğmayacak, öyle mi?!
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Onun duasını da kabul ettik. Ona Yahya'yı armağan ettik. Eşini
de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar
hayır işlere koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı
gösterirlerdi." (el- Enbiyâ, 90.)
Ayet-i kerimede Zekeriyya'nm zevcesinin ıslah edilmesinden kasıt şudur; Zevcesi daha
Önce hayız görmüyordu. Bu müjdeden sonra hayız görmeye başladı. Bir rivayete göre de
onun dilinde bozukluk vardı. Cenâb-ı Allah, bu bozukluğu giderdi.
Zekeriyya: "Rabbim, bana bir işaret ver." dedi. Yani hanımının, bana müjdelenen çocuğa
benden ne zaman hamile olacağına dair bana bir işaret ver. (Allah): «Senin işaretin,
sapasağlam olduğun halde tam üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamalıdır.» dedi. Yani
hanımının, sana müjdelenen çocuğa hamile olduğuna dair işaret, şu olacaktır: Mizacın
sağlam, bünyen mutedil ve yaratılışın sapasağlam olduğu halde tam üçgün ve üç gece
insanlarla koııuşamıyacaksm. Sadece işaretleşe-ceksin. Bu halde iken kalben çokça zikret,
sabah akşam zikri kalbinde hazır tut.
Zekeriyya, bu müjdeyi aldıktan sonra mabedinden çıkarak sevinçle insanların arasına
katıldı. Onlara: "Sabah akşam (Rabbinizi) teşbih edin!" diye işaret etti. Mücahid, İkrime,
Vehb, Süddî ve Katade'nin anlattıklarına göre hiçbir hastalığı olmadığı halde Zekeriyya'nın
dili tutuldu.
İbn Yezid der İd: Kitabı okur, tesbihatta bulunurdu, ancak kimseyle konuşamazdı.
«"Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)."
(dedik) ve ona çocuk iken hikmet verdik.» (Meryem, 12.) ayet-i kerimesine gelince; Cenâb-ı
Allah, bu ayet-i kerimede, babasına verilen ilahi müjdeye uygun olarak çocuğun doğduğunu
ve ona Allah tarafından kitap, hikmet verildiğini haber veriyor. Henüz çocukluk çağında
iken ona hikmet verilmişti. Abdullah b. Mübarek'in nakline göre Muammer şöyle demiştir:
Çocuklar, Zekeriyya oğlu Yahya'ya: "Hadi gidelim de oyun oynayalım." demişlerdi. Yahya:
"Biz oyun oynamak için yaratılmadık!" diye cevap vermişti. "Ve çocuk iken ona hikmet
verdik." ayet-i kerimesi ile kasdedilen mana, işte budur.
«(Ona) katımızdan bir rahmet (verdik).» Bu rahmet sebebi ile ona Yahya adındaki çocuğu
bahşettik. İkrime'nin ifadesine göre yukarıdaki ayet-i kerime ile kasdedilen mana şudur:
"(Ona) katımızdan bir muhabbet (verdik)." İnsanların Yahya'ya şefkatli olmaları, Özellikle
ana ve babasına merhametkar davranmaları ve iyilik etmeleri için bunun, ona bir sıfat
olması da muhtemeldir. Onun ahlakı temizdi. Noksanlıklardan ve rezilliklerden uzaktı,
takvalıydı. Allah'a taatte bulunup emirlerine uyardı. Yasaklarına yanaşmazdı. Ebeveynine de
iyi davranır, emirleri dışına çıkmazdı. Yasakladıkları şeylere yaklaşmazdı. Onlara kötü davranmaz;
sözlü ve fiilî olarak onları asla incitmezdi.
«Ana babasına iyilik ediciydi, baş kaldıran bir zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve
diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!»(Meryem, 14-15.)
Ayet-i kerimede sayılan bu üç vakit, insan için çok zorlu olan vakitlerdir. Çünkü bu
vakitlerde insan, bir âlemden başka bir âleme intikal etmekte, alışık olup ülfet peyda etmiş
olduğu şeylerden ayrılmakta ve başka bir ortama geçmektedir. İntikal ettiği âlemde nelerle
karşılaşacağını bilememektedir. Bu nedenle insanoğlu, anasının yumuşak rahminden
çıkarken bağırıp çağırmakta, feryad-ü figan etmektedir. Sıkıntılarım ve kederlerini
göğüslemek için bu Dünyaya gelmektedir. Evet, doğarken böyle bir halle karşılaşmaktadır.
Aynı şekilde bu dünyadan göçerken, âlem-i berzaha ve ebedî yurda intikal etmektedir.
Köşklerle evlerden ayrılıp mezar sakinlerinin arasına ve ölülerin meydanına geçmektedir.
Orada da kıyametteki diriliş günü haber verecek olan Sur'a üfleyiş zamanını bekleyecektir.
O zamanda ölülerin kimi sevinç içinde dirilecek, kimi de mahzun olarak dirilecektir. Kimi
zinde ve sevinçli halde, kimi de kırgın ve meksur bir vaziyette dirilecektir. Bir grup
Cennet'e, diğer grupta Cehennem'e yollanacaktır.! Bakınız, şairin biri ne güzel söylemiş.
"Sen ağlar vaziyetteyken, anan seni doğurdu. Etrafındaki insanlar da sevinç içinde
gülüyordu. Öleceğin günde insanlar ağlaşırlarken sen, Gülen ve sevinen bir kimse olmaya
gayret et."
Bu üç durum, insan için çok zorlu olduğuna göre, Cenâb-ı Allah bu durumların her üçünde
de Yahya'ya selamet vermiş, onu esenliğe kavuşturmuş ve şöyle buyurmuştur: «Doğduğu
gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!»
Said b. Ebi Arûbe, Katade'den naklen Hasanın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yahya ile İsa
karşılaştılar. İsa ona dedi ki: Benim için mağfiret talebinde bulun. Çünkü sen, benden daha
iyi ve hayırlısın. Yahya ona şöyle karşılık verdi: Sen, benim için mağfiret talebinde bulun.
Çünkü sen benden daha hayırlı ve daha iyisin.
İsa, ona şöyle cevap verdi: Hayır, sen benden daha hayırlı ve daha iyisin. Çünkü ben, kendi
nefsime selam verdim. Fakat sana, Allah selam vermiştir." Allah her ikisine de üstünlük ve
fazilet vermiştir. «Allah sana,... efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olacak
Yahya'yı müjdeler.» (ÂMİmrân, 39.)
Bu ayet-i kerimede geçen nefsine hakim sözünden kasdedilen mana, kadınlara yanaşmayan
kimse demektir. Bazıları bunun başka anlama geldiğini söylemişlerdir. Bu, tıpkı şu ayet-i
kerimeye benzemektedir:
«Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin!» (Al-i îmrân, 38.)
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu söyledi:
«Adem oğullarından günah işlememiş ya da günaha kasdetmemiş hiç kimse yoktur. (Ancak)
Zekeriyya oğlu Yahya böyle değildir. Hiç kimsenin, 'Ben, Meta oğlu Yunus'dan daha iyiyim'
demesi yaraşmaz.»
İbn Vehb, İbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet eder: «Günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.v.)
ashabının yanına çıktı. Onlar, peygamberlerin faziletlerinden bahsediyorlardı. Aralarından
biri: "Musa, Kelîmul-lah'tır (Allah ile konuşmuştur)." dedi. Bir başkası ise: "İsa, Allah'ın ruhu
ve kelimesidir." Bir üçüncüsü ise: "İbrahim, Allah'ın halili (dös-tu)dır." dedi. Onlar böyle
derlerken Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Şehit oğlu şehit nerede? O ki, günah korkusundan
dolayı kıldan elbiseler giyer ve ağaç (yaprakları) j^erdi." İbn Vehb'in dediğine göre
Rasûlullah (s.a.v.) bu sözü ile Zekeriyya oğlu Yahya'yı kasdetmiştir.
Yahya b. Said el-Ensarî, İbn As'daıı rivayet etti: İbn As, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu işitmiş:
"Kıyamet gününde Zekeriyya oğlu Yahya dışında ademoğulîarm-dan her biri, kendisine ait
bir günahıyla beraber gelir."
İbn Asakir'in livayetine göre Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "Zekeriyya oğlu Yahya dışındaki herkes, Cenâb-ı Allah'ın huzuruna mutlaka bir
günahı ile çıkar!" Böyle dedikten sonra «Efendi ve nefsine hakim...» mealindeki ayet-i
kerimeyi okudu, sonra da yerden birşey kaldırarak: «Onun beraberinde ancak şu kadar şey
vardı.» dedi ve bir kurban kesti.
Ebu Davud et-Tayalisî ve diğerlerinin kanalıyla Ebu Said'den yapılan bir rivayete göre
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Hasan ile Hüseyin, teyze oğulları Yahya ve İsa (a.s.)
dışında, cennetliklerin gençlerinin efendileridirler.»[10]
Ebu Nuaym Hafız el-İsfahanî, Ahmed b. Ebi'l-Havarî'den rivayet etti ki Ebu Süleyman'ın
şöyle dediğini işitmiş: Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya yürümek üzere dışarıya
çıktılar. Yürürlerken Yahya: bir kadına çarptı. İsa ona dedi ki. "Ey Teyze oğlu! Bu gün öyle
bir günah işledin ki artık ebediyyen affedilmeyeceğini zannederim." Yahya: "İşlediğim
günah nedir, ey Teyze oğlu?" diye sorunca İsa: "Bir kadına çarptın." dedi.
Yahya: "Vallahi ben bunun farkında bile değilim." deyince İsa şöyle dedi: "Sübhânallah!
Bedenin benimle beraber, ama ruhun nerede?" Yahya şöyle cevap verdi: "Ruhum Arş'a
bağlıdır. Şayet kalbim Cebrail ile dahi rahat bulsa, ben bir göz açıp kapayacak süre zariinda
bile Allalı'ı tanımamış ve bilmemiş olduğumu zannederim."
Bu rivayette bir gariplik vardır ve de israiliyattandır.
İsrail, Hayseme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu
Yahya teyze çocuklarıydılar. İsa, yün elbiseler giyerdi. Yahya, kıldan dokunmuş elbiseler
giyerdi. Hiç birinin ne dinarı, ne dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi, ne de sığınacakları bir
barınakları vardı. Nerde akşam orda sabah yaşayıp giderlerdi. Birbirlerinden ayrılmak
istediklerinde Yalıya, "Bana tavsiyede bulun." deyince İsa, ona şöyle dedi: "Asla
öfkelenme." Yahya, ben bunu beceremem deyince, İsa şu tavsiyede bulundu: "Mal
biriktirme ve saklama." Yahya: "Bunu belki
yapabilirim." dedi.
Zekeriyya (a.s.)'mn normal ölümle mi, yoksa öldürülerek mi öldüğü hususunda Vehb h.
Münebbih'ten iki değişik rivayet gelmiştir. Abdul-münim b. İdris'in, Vehb b. Münebbih'ten
rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: "Zekeriya (a.s.), kavminden kaçarak bir ağacın içine
girmişti. Kavmi gelerek testereyi ağacın üzerine koyup biçmeye başlamışlardı. Testere,
Zekeriyya'nm kaburgalarına dayandığında inlemeye başlamıştı. Cenâb-ı Allah ona şöyle
vahyetmişti: Eğer inlemeni durdurmas-san, yeryüzünü ve üzerindeki bütün varlıkları ters
çevirip alt üst ederim! Bu vahiy üzerine Zekeriyya'mn inlemeleri durmuş ve kendisi de
ikiye bölünmüştü."
İshak b. Bişr'in rivayetine göre Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: ' "Ağaç içinde testere ile
ikiye bölünen, Şa'ya'dır. Zekeriyya ise, normal Ölümle ölmüştür. Doğrusunu Allah bilir."
İmam Ahmed b. Hanbel, Haris el-Eş'arîden rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in
şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Şüphesiz ki Cenâb-ı Allah, Zekeriyya oğlu Yahya'ya kendisinin amel etmesi ve
îsrailoğullarına da onlarla amel etmelerini emretmesi için beş kelimeyi vahyetti. Fakat o,
bunu yapmakta gecikince İsa (a.s.) ona şöyle dedi. "Senin, kendileriyle amel etmen ve
kendileriyle amel etmeleri için de İsrailoğullanna emir vermekle emrolunduğun beş kelime
var. Bunları ya tebliğ et, ya da ben îsrailoğullarına tebliğ edeceğim!"
Yahya dedi ki: "Kardeşim! Eğer sen benden daha önce tebligatta bulunursan
azaplandınlmaktan ya da yere batırılmaktan korkarım."»
Ravi'nin dediğine göre Yahya peygamber, İsrailoğuUannı Mescid-i Aksa'da topladı. Mescid,
İsrail oğullarıyla tıklım tıklım doldu. Kendisi minbere çıkarak Allah'a hamd-ü senada
bulunduktan sonra şöyle dedi: "Onur ve üstünlük sahibi olan yüce Allah, bana beş kelimeyi
vahyetti ki, onlarla amel edeyim ve sizin de onlarla amel etmeniz için size emir vereyim.
(Bu kelimeleri açıklayıp te'vil ederek sözünü şöyle sürdürdü:) Allah'a kulluk edesiniz ve
hiçbir şeyi ona ortak koşruayasmız. Allah'tan başkasına kulluk edip başka şeyleri ona ortak
koşanın durumu şuna benzer: Bir kimse, kendi öz malından altın ya da gümüş para vererek
bir köle satın alır; bu köle, çalışıp elde ettiği kazancı efendisinden başkasına verirse,
Allah'tan başkasına ibadet eden ve ona başka varlıkları ortak koşan kimse gibi olur. Hangi
birinizin kölesinin böyle olması hoşunuza gider? Cenâb-ı Allah sizi yarattı ve size nzık
verdi. Siz de ona kulluk edin ve hiç bir şeyi ona ortak koşmayın! Size namaz kılmanızı da
emrediyorum. Çünkü Cenâb-ı Allah, başka tarafa yönelip iltifat etmeyen
kulunun yüzüne karşı yüzünü diker ve ona bakar. Siz de namaz kılarken başka tarafa
yönelmeyin ve bakmayın.
Size oruç tutmanızı da emrediyorum. Cenâb-ı Allah, oruç tutan kimseyi, yanında miskten bir
torbacığı bulunan kimseye benzetmiştir. Oruç tutan herkesin kuşağı altında bu miskten
torbacığm içindeki koku hissedilir. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan
daha güzeldir.
Size, sadaka vermenizi de emrediyorum. Sadaka veren kimse, düşman tarafından tutsak
edilen, eli ensesine bağlanan ve boynu vurulmak üzere ortaya getirilen kimseye benzer. Bu
kimse düşmanlarına şöyle der: Beni salıvermeniz için size fidye versem ne dersiniz?
Böyle dedikten sonra az ya da çok bir miktarda fidye vererek kendini tutsaklıktan kurtarır.
Size, onur ve üstünlük sahibi olan Allah'ı çokça anmanızı da emrediyorum. Allah'ı çokça
anan kimse, düşman tarafından süratle takip edilip kovalanan ve sağlam bir kaleye sığınan
kimseye benzer. Kul da, onur ve üstünlük sahibi Allah'ı anmakta iken şeytana karşı
müstahkem bir kaleye sığınmış olur.
Ravi'nin dediğine göre Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, etrafında bulunan sahabelere şöyle
demiş: Ben de, Allah'ın bana emrettiği beş şeyi sîze emrediyorum: Cemaate sarılın, emri
işitin ve emre itaat edin. Hicret edin, Allah yolunda cihad edin. Her kim bir karış kadar
cemaat dışına çıkarsa, cemaate dönünceye kadar İslâm'ın bağı, onun boynundan çıkmış olur.
Her kim cahiliyet davasında bulunursa, Cehennem topra-ğındandır.
"(Böyle birisi) namaz kılsa da, oruç tutsa da mı böyle olur ya Rasûlallah?" denildi. Buyurdu
ki: «Oruç tutsa da, namaz kılsa da, kendisinin Müslüman olduğunu iddia etse de (böyle
olur). Müslümanları, Cenâb-ı Allah'ın Müslüman ve mü'min kullarını adlandırdığı adlarıyla
çağırın.»[11]
Hafız Ibn Asakir, Rebi' b. Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah in ashabından
bazıları, Zekeriyya oğlu Yahya'ya Allah ta-rafindan gönderilen beş emir hakkında
îsrailoğullarmm âlimlerinden duyduklarını bize anlattılar."
Anlatıldığına göre Yahya (a.s.)> insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilirdi. Çöllerde yatar,
ağaçların yapraklarını yer, nehir sularım içer, ba-zan da çekirge yiyerek beslenir ve: "Senden
daha fazla nimete mazhar olan biri var mıdır ey Yahya?!" derdi.
İbn Asakir'in rivayetine göre onu aramak için çıkan ana ve babası onu, Ürdün denizinin
yanında bulmuşlardı. Onunla karşılaştıklarında içinde bulunduğu ibadet ve Allah korkusu
nedeniyle onları şiddetle ağlatmıştı.
İbn Vehb'in, Mücahid'den rivayet ettiğine göre Yahya b. Zekeriy-ya'mn yiyeceği ottan
ibaretti. Allah'ın haşyet ve korkusu ile ağlayıp dururdu. Öyleki gözünün üzerinde ziftten bir
tabaka bulunsaydı dahi göz yaşlan o tabakayı delerdi.
Muhammed b. Yahya ez- Zuhelî, İbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Günün birinde,
insanlara birşeyler anlatmakta olan Ebu İdris el-Holanî'nin yanma oturdum. Şöyle diyordu:
İnsanlar içinde yiyeceği en güzel ve en teiniz olanı size bildireyim mi? (Etrafındaki
kimselerin kendisine bakmakta olduklarını görünce şöyle dedi:) Zekeriyya oğlu Yahya,
insanlar içinde yiyeceği en güzel ve en temiz olanı idi. Çünkü o, yabanî hayvanlarla birlikte
çölde yemek yer ve insanlarla bir arada yaşamaktan hoşlanmazdı.
İbn Mübarek, Vüheyb b. Verd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zekeriyya, oğlu Yahya'yı
kaybetti. Üçgün bulamadı. Onu aramak için çöle çıktı. Çölde aranıp dururken Yahya'nın bir
mezar kazdığını ve içine oturup kendi başına ağlamakta olduğunu gördü. Ona dedi ki: "Ey
oğulcuğum! Üç günden beridir seni arıyorum, sense kazdığın bir mezara oturmuş
ağlamaktasın, bu ne haldir?"
Yahya, şöyle karşılık verdi: "Babacığım! Sen bana demezmiydin ki Cennetle Cehennem
arasında bir geçit vardır ki o geçidi ancak ağlayanların gözyaşıyla geçmek mümkündür?"
Böyle deyince babası ona: "Ağla, ey oğulcuğum ağla." dedi ve her ikisi beraberce ağlamaya
başladılar.
Rivayete göre İbn Asakir şöyle demiştir: "Cennetlikler, Cennet'teki nimetlerin lezzetinden
dolayı uyumak istemezler. Aynı şekilde sıddık-lar da kalplerindeki ilahî muhabbet
nimetinden dolayı uyumazlar, Bu iki nimet ile cennetliklerle sıddıklar arasındaki mesafe ne
kadardır?!" Anlatıldığına göre Yahya peygamber çok ağlarmış, öyle ki gözyaşları, onun
yanakları üzerinde iz bırakmış. [12]
Yahya (A.S.)'Nın Öldürülme Sebebi
Yahya (a.s.)'nm öldürülmesinin bir çok sebebleri olduğu anlatılır. Ama bunlar arasında
meşhur olanı şudur: Zamanın Şam hükümdarlarından birisi, kendi mahremi olan
kadınlardan ya da evlenmesi helal olmayan kadınlardan biri ile evlenmek istiyormuş. Fakat
Yahya (a.s.), onu bu evlilikten menetmiş. Bu nedenle de hükümdarın evlenmek istediği
kadın, Yahya (a.s.)'ya karşı kalbinde kin beslemeye başlamış. Bir zaman sonra hükümdarla
evlenecek olduğunda hükümdardan, Yahya'nın kanını kendisine armağan olarak sunma
şartını ileri sürmüş. Hükümdar da bu şartı kabul etmiş. Yahya'yı Öldürecek birini ona
göndermiş, o da öldürerek başını, kanıyla birlikte bir leğene koyarak kadının yanına
götürmüş. Rivayete göre kadın derhal o anda ölmüş.
Denilir ki, zamanın hükümdarının karısı Yahya'ya aşık olmuş. Ona haber salmış, fakat
Yahya ona yanaşmamıştı. Kadın ondan ümidini kesince onun kanını kendisine armağan
olarak vermesi için, hükümdara müracaatta bulunmuştu. İlk anda hükümdar, onun bu
dileğini kabul etmemişti. Fakat bilahare karısının bu isteğini yerine getirdi. Yahya'yı Öldürecek
birini gönderdi. O da Yahya'yı öldürerek kanlı başını, bir leğen içinde hükümdarın
karısına getirdi.
Bu manada bir hadis-i şerif de varid olmuştur. Yakub el-Kûfî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini
rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) miraca götürüldüğü gece, gökte Zekeriyya (a.s.)'yı
görmüş. O'na selam vererek şöyle demiş: "Ey Yahya'nın babası, de bakalım; nasıl
öldürüldün ve İsrailoğullaıı, seni niçin öldürdüler?" Dedi ki:'Ey Muhammed! Sana diyeyim
ki, Yahya, zamanının en hayırlı insanı, en güzel ve en miranı yüzlüsü idi. Cenâb-ı Allah'ın
da buyurduğu gibi: «Efendi ve nefsine hakim idi.» Kadınlara ihtiyaç hissetmezdi.
İsrailoğullarının hükümdarının karısı ona aşık oldu. O kadın fena bir kadındı. Yahya'ya
haber saldı. Fakat Cenâb-ı Allah, Yahya'yı korudu. Onun bu çirkin isteğine yanaşmadı.
Bunun üzerine İsrailoğullan, Yahya'yı öldürmek için toplandılar. Onların her sene toplanıp
kutladıkları bir bayramları vardı. Fakat o hükümdarın bir âdeti vardı ki, verdiği sözü
mutlaka yerine getirir ve asla yalan söylemezdi. Hükümdar, bayram yerine gitti. Hanımı da
kalkıp onu uğurladı. Karısının bu uğurlayışını tuhaf buldu. Çünkü daha önce onu hiç
uğurlamazdı. Uğurlarken karısına şöyle dedi: "Dile benden ne dilersen. Dilediğini mutlaka
yapacağım." Karısı da: "Zekeriyya oğlu Yahya'nın kanım istiyorum!" dedi. Hükümdar,
benden başka birşey dile , dedi. Kadın, dileğim budur, deyip ısrar etti. Israr edince de
hükümdar: "Yahya'nın kanı senin olsun." dedi. Kadın da muhafızlarını Yahya'ya gönderdi.
Yalıya, mabedinde namaz kılıyordu. Ben de yanı başında namaz kılmaktaydım. Muhafızlar
onu boğazlayıp kanlı başını bir leğene koyarak hükümdarın karısına götürdüler.
Rasûlullah (s.a.v.), Zekeriyya (a.s.)'ya: "Ne kadar sabredebildin?" diye sorunca Zekeriyya,
şöyle cevap vermişti: "Namazımı asla bozmadım."
Muhafızlar, Yahya'nın kanlı başını hükümdarın karısına götürüp önüne bıraktılar. Akşam
olunca Cenâb-ı Allah; hükümdarı, aile efradını ve bütün maiyyetini yere batırdı. Sabah
olunca İsrailoğullaıı şöyle dediler. Zekeriyya'mn hatırı için ilahi gazab geldi. Gelin biz de
hükümdarımız için öfkelenerek Zekeriyya'yı öldürelim.
Böyle diyerek beni öldürmek maksadıyla aramaya çıktılar. Adamın birisi gelip beni uyardı.
Ben de korkarak onlardan kaçtım. Şeytan da
onların önlerine düşüp onlarla birlikte beni aramaya başlamıştı. Benim yerimi onlara
gösteriyordu. Bu durumu görünce korktum. Onlara karşı kendimi savunanııyacağımı
anladım. Bir ağaç karşıma çıkarak: "Bana gel, bana gel!" deyip yarıldı. Ben de içine girdim.
Şeytan gelerek eteğimin ucunu tuttu. Bu esnada ağaç da yumularak beni içine aldı. Ancak
eteğimin ucu ağacın dışında kaldı. İsrailoğullan geldiler, şeytan onlara dedi ki: "Görüyor
musunuz, Zekeriyya şu ağacın içine girdi. İşte eteğinin ucu da dışarıda kaldı. Büyü yaparak
ağacın içine girdi."
İsrailoğullan: Öyle ise, şu ağacı yakalım, dediler. Şeytan: "Hayır, ağacı testereyle ikiye
biçin." dedi. Bunun üzerine onlar da ağacı testereyle ikiye biçtiler.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Zekeriyya'ya: "(Testerenin) tesirini ya da acısını duydun mu?" diye
sordu. O da şu cevabı verdi: "Hayır, sadece Cenâb-ı Allah'ın, ruhumu içine koyduğu o ağacı
buldum."
Bu, gerçekte garip bir ifadedir. Tuhaf bir hadistir. Merfuluğunda münkeıiik vardır. Her
halükarda bu münker bir hadistir. îsrâ ve miraçla ilgili hadislerde sadece Zekeriyya'dan
bahsedilmektedir. İsrâ olayından bahseden sahih hadis lafızlarında sadece şu ifadelere
rastlanmaktadır: "Teyze oğulları olan Yalıya ve İsa'ya uğradım. Onlar, teyze çocuklarıdırlar."
Cumhur-u ulemanın sözleri de hadisin zahiri gibidir. Çünkü Yahya'nın anası, İmran kızı
Eşya1 dır. O da Meryem'in bacısıdır. Meryem'de İmran'm kızıdır. Bir rivayete göre de
Yahya'nın anası, yani Zekeriyya'mn karısı olan Eşya', İmran'm hanımı Hanna'nın kızıdır. O
da Meryem'in anasıdır. Böyle olunca Yahya, Meryem'in teyzesi oğlu olmaktadır. Doğrusunu
Allah bilir.
Zekeriyya oğlu Yahya (a.s.)'nm öldürüldüğü yerin Mescid-i Aksa mı, yoksa başka bir yer mi
olduğu hususunda ihtilaf edilmiş ve bu hususta iki rivayet varid olmuştur: Sevrî'nin
rivayetine göre Atiyye oğlu Şemne şöyle demiştir: "Mescid-i Aksa'nın yanındaki kayalığın
üzerinde yetmiş peygamber öldürülmüştür. Bunlardan biri de Zekeriyya oğlu Yahya'dır."
Ebu Ubeyde Kasım b. Selam, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Buhtün-
Nasr, Şam'a geldi. Orada Yahya b. Zekeriyya'mn fokurdamakta olan kam ile karşılaştı. Bu
durumu sorunca kendisine meseleyi anlattılar. O da 70.000 kişiyi öldürünce Yahya'nın kanı
durdu ve sakinleşti.
Buhtü'n-Nasr'm olayı, Mesih'den sonra vuku bulmuştur. Nitekim Ata ile Hasan Basrî'de
böyle derler. Doğrusunu Allah bilir.
Hafız îbn Asakir, Zeyd b. Vakid'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Zekeriyya oğlu Yahya'nın
başını gördüm. Şam'daki mescidi inşa etmek istediklerinde onun başı, kıble tarafında
mihraba yalan olan doğu köşesinde bulunmuştu. Derisi ve saçları hiç değişmemişti." Başka
bir rivayette
de şu cümle eklenmiştir: "Sanki henüz yeni öldürülmüş gibiydi." Şam mescidinin
inşasından bahsedilirken onun, Sekasike direği denilen meşhur direğin altına konulduğu
söylenir. Doğrusunu Allah bilir.
"El-Müstaksa fi Fezaili'1-Aksa" adlı eserde Hafız İbn Asakir, Muavi-ye'nin azadlısı
Kasam'm şöyle dediğini rivayet eder: Şam hükümdarı Hedad b. Hedar idi. Oğlunu, Sayda
kraliçesi Eril ile evlendirdi. Bu kraliçe, onun kardeşi kızı idi. Şam'daki hükümdar çarşısı,
onun emla-kindendi. O eski bir kuyumcuydu. Kocası onu, üç talakla boşamaya yemin
etmişti. Boşadıktan sonra ona tekrar geri dönmek istedi. Bunun fetvasını Zekeriyya oğlu
Yahya'dan istedi. Yahya da: "Senden başka bir kocayla evlenip bosanmadıkça o kadm sana
helal olmaz." diye fetva verdi. Bunun üzerine kadın, Yahya'ya kin beslemeye başladı.
Hükümdardan, anasının işaret etmesiyle Yahya'nın başını istedi. İlk etapta hükümdar bu
isteği kabul etmedi, sonra kabul etti. Yahya'yı öldürecek olan celladı ona gönderdi. Yahya,
Cibron mescidinde namaz kılmakta idi. Cellat o vaziyette iken onun başını vurarak
hükümdarın huzuruna getirdi. Tepsi içindeki baş ona: "Karın başka bir kocayla evlenip
ondan boşanmadıkça sana helal olmaz!" diyordu. Kadın tepsiyi alarak başımn üzerine koydu
ve anasının yanına getirdi. Baş ona da aynı şeyleri söyledi. Bunun üzerine kadının ayakları
yere gömüldü. Sonra böğürlerine kadar yere gömüldü. Anası feryad etmeye, cariyeler de
bağrışmaya ve kendi yüzlerini tokatlamaya başladılar. Sonra omuzlarına kadar yere
gömüldü. Bu vaziyette anası, cellada emir vererek kızının boynunun vurulmasını emretti ki,
ileride başı ile avunup dursun. Cellat, kızın başını vurdu. Yer de onun geri kalan gövdesini
yuttu. Hepsi zillete düşüp yok oldular. Yahya'nın kam, Buhtün-Nasr'm gelişine kadar yerde
kaynamaya devam etti. Buhtün-Nasr da onun için 75.000 kişiyi öldürdü.
Said b. Abdülaziz der ki: O, bütün peygamberlerin kanı idi. Ermiya peygamber gelip orada
duruııcaya kadar o kan, kaynamaya devam etti. Ermiya ona şöyle dedi. "Ey kan,
îsrailoğullarmı yok ettin. Artık Allah'ın izni ile dur."
Ermiya'nm böyle demesi üzerine kan durdu. Savaş sona erdi. Şamlılardan da kaçabilenler,
Kudüs'e gittiler. Hükümdar peşlerine düştü, çok sayıda insanı öldürüp bir kısmını da esir
aldı ve daha sonra geri döndü. [13]
Meryem Oğlu İsa'nın Kıssası
Cenâb-ı Allah, Âl-i îmrâıı sûresi 83. ayette, lanetli HrisUyanlara reddiyede bulunmaktadır.
Onlar, Cenâb-ı Allah'ın oğlu olduğuna dair iddiada bulunmaktadırlar. Oysa ki yüce Allah,
onların söylediklerinden münezzeh ve yücedir.
Necranlı Hristiyani ardan bir heyet, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelerek sahip oldukları bâtıl
bir inanç olan teslis akidesini ona anlattılar. Kendi inançlarına göre Allah'ın, üçün üçüncüsü
olduğunu iddia ettiler. Mezheplerinin farklı görüşleriyle birlikte teslis inancını oluşturan üç
unsur şunlardır: 1- Zat-ı Mukaddes, 2- İsa, 3- Meryem.
Cenâb-ı Allah, Âl-i İmrân sûresinin baş kısmında indirmiş olduğu ayetlerde İsa'nın, Allah'ın
kullarından bir kul olduğunu açıklamıştır. Diğer yaratıklara şekil ve suret verdiği gibi ona da
ana rahminde şekil ve suret vermiştir. Onu, Adem'i babasız ve anasız yarattığı gibi babasız
yaratmıştır. Ona, "ol" demiş, o da oluvermiştir. Cenâb-ı Allah, anası Meryem'in onu nasıl
doğurduğunu ve ona nasıl hamile kaldığını da beyan buyurmuştur. Ayrıca bütün bu hususları
Meryem sûresinde de izah etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah yardım ve tevfikini ihsan ederse,
ileride o sûrede de bundan bahsedeceğiz. Doğru sözlülerin en doğrusu olan yüce Rabbimiz
buyuruyor ki:
"Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. (Bunlar)
birbirinden türeyen bir nesildir. Allah işiten, bilendir. İmran'm karısı demişti ki: "Rabbim,
karnımda olanı tam hür olarak sana adadım. Benden kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin,
bilensin." Onu doğurunca - Allah onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle dedi: "Rabbim,
onu kız doğurdum, erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. O'nu ve soyunu
kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum." Rabbi onu güzel bir şekilde kabul
buyurdu, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Ve Zekeriyya'yı da o (nun bakımı) na memur etti.
Zekeriyya, onun yanma, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu
sana nereden?" derdi, (o da) "Bu, Allah tarafından." derdi. "Zira Allah, dilediğine hesapsız
rızık verir." (Âl-i tmrân, 33-37.)
Yüce Allah, Adem peygamberi seçtiğim ve onun soyundan olup kendisinin şeriatına tâbi
olan, taatinden ayrılmayan kimseleri de mümtaz
kıldığım bildiriyor. Sonra da özellikle İbrahim ailesinden bahsediyor. İsmail oğullarını da
onların arasına katıyor. Sonra bu temiz ve necip ailenin fazilet ve üstünlüğünü bildiriyor.
Bunlar İmran ailesidir. İm-ran'dan kasıt, Meryem'in babasıdır.
Muhammed b. İshak dedi ki: İmran, Emon oğlu Başim'in oğludur. Emon, Hazkıya oğlu
Mişan'm oğludur. Hazkıya, Mosin oğlu îhrik'in oğludur. Mosin, Emsiya oğlu Azaziya'mn
oğludur. Emsiya, Ahriho oğlu Yaviş'in oğludur. Ahriho, Yehfaşat oğlu Yazemin oğludur.
Yehfaşat, İyanı oğlu İsa'nın oğludur. İyam, Davud oğlu Rahio'nm oğludur.
Ebul-Kasım İbn Asakir dedi ki: Meryem, Masan oğlu İmran'm kızıdır. Masan, Eyod oğlu
Azir'in oğludur. Elyod, Sadok oğlu Ahnez'in oğludur. Sadok, İlyakim oğlu îyazoz'un
oğludur. İlyakim, Zeryabil oğlu İbod'un oğludur. Zeryabil, Yuhanna oğlu Şaltal'm oğludur.
Yuhanna, Emon oğlu Berşan'm oğludur. Emon, Hazkıya oğlu İsa'nın oğludur. Hazkıya,
Mosan oğlu Ahaz'm oğludur. Mosan, Yoranı oğlu Azriya'mn oğludur. Yoram, İşa oğlu
Yoşafat'm oğludur. İşa, Rahiam oğlu îban'm oğludur. Rahiam, Davud oğlu Süleyman'ın
oğludur. Allah'ın salat-ü selamı üzerlerine olsun.
Bu silsilede, Muhammed b. İshak'm anlattığından, farklı isimler vardır.[14]
Meryem'in, Davud peygamberin sülalesinden olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Babası
İmran'dır. İmran, kendi zamanında îsrailoğulla-rımn ehl-i salah kimselerindendir. Meryem'in
anası Fakot kızı Han-na'dır. Fakot, Kabil'in kızıdır. Hanna, ibadet ehli kadınlardandı. O zamanın
peygamberi olan Zekeriyya (a.s.), Meryem'in bacısı Eşya'm koca-sıydı. Cumhur-u
ulema bu görüştedirler. Bir rivayete göre Zekeriyya, Meryem'in teyzesi Eşya'mn kocasıdır.
Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. îshak ile diğerlerinin anlattıklarına göre Meryem'in anası hamile kalmazmış.
Günün birinde bir kuşun, yavrusuna ağzından yiyecek verdiğini görmüş, bunu görünce bir
çocuk sahibi olma arzusuna kapılmış. Eğer hamile kalırsa çocuğunu Mescid-i Aksa'ya ibadet
için yerleştireceğini ve oraya vakfedeceğini adamıştı. Anlatıldığına göre bu adağından sonra
aradan zaman geçmeksizin hayız kanaması görmüştü. Temizlenince de kocası kendisiyle
cinsel ilişkide bulunmuş ve Meryem'e hamile kalmıştı.
"Onu doğurunca - Allah onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız
doğurdum. Erkek, kız gibi değildir."»
Yani Mescid-i Aksa'ya hizmet hususunda kadınlar, erkekler kadar becerikli olmazlar. O
zamandaki insanlar erkek evlatlarını, Mescid-i. Aksa'ya hizmetçi olarak adarlardı.[15]
"Ve ben ona Meryem adını verdim." Bu ayet-i kerime gösteriyor ki, o zamandaki insanlar,
çocuklarına doğdukları günde isim verirlermiş. Buhari ve Müslim'in sahihlerinde de sabit
olduğu gibi Enes hazretleri, kardeşini Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma götürmüş, Rasûlullah da
onun damağına tatlı birşey sürerek Abdullah adım vermiş.
Hasen'in Semüre'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
«Her çocuk (doğumunun) yedinci gününde kendisi için kesilecek olan akika (kurbanı)
karşılığında rehinedir. Sonra kendisine isim verilir ve başı tıraş edilir.»[16]
«(Allah'ım), onu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.» mealindeki
ayet-i kerimeye gelince, bu ayet-i kerimedeki duası kabul olunmuştur. Nitekim onun adağı
da kabul edilmişti.-İmam Ahmedb. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Doğan her çocuğa, doğduğu esnada şeytan dokunur. Bu nedenle de çocuk bağırarak ağlar.
Ancak Meryem ile anasına şeytan dokunmuş değildir." Sonra Ebu Hüreyre der ki: "Eğer
dilerseniz çocuk doğduğu esnada onun üzerine şu ayeti okuyun.[17]
Ahmedb. Hanbel, Aclan'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Ademoğullarından her yeni doğana şeytan, parmağıyla dokunur. Ancak İmran
kızı Meryem ile oğlu İsa'ya şeytan dokunmuş değildir.»
Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek peygamber (s.a.Vi) Efendimiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir: «Anasının doğurduğu her insanın iki böğürüne şeytan yumrukla
vurur, ancak Meryem ile oğlu bu darbenin dışında kalmışlardır. Görmez misiniz ki çocuk,
ana rahminden düştüğünde nasıl bağırarak ağlar?» Orada bulunan sahabeler evet, öyledir ya
Rasûlallah, dediler. Buyurdu ki: «İşte şeytan, onun iki böğrüne yumruk vurduğu zaman
böyle ağlar.»
Kays, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (ş.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Doğan her çocuğu şeytan, bir ya da iki defa sıkar, ancak Meryem oğlu İsa ile Meryem
bunun dışında kalmışlardır.» Rasûlullah böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber Efendimiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir:[18]
«Doğduğu esnada bütün Adem oğullarına şeytan bir darbe vurur. Ancak Meryem oğlu İsa
bunun dışında kalmıştır. Şeytan ona vurmaya gittiğinde örtüye vurmuştu.»
«Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve
Zekeriyya'yı da o (nun balamı) na memur etti.» (Âl-i İmrân, 37.)
Çoğu tefsircilere göre anası, onu doğurduğunda bez sarmış sonra da götürüp mescide
bırakmıştı. Orada kalmakta olan abid kimselere teslim etmişti. Meryem, onların imamlarının
ve namaz sahiplerinin kızıydı. Onun üzerinde çekiştiler. Kuvvetli görüşe göre anası, onu
emzirip bir süre besledikten sonra onlara teslim etmişti. Onlara teslim ettikten sonra da onun
bakımını hangisinin üstleneceği hususunda kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. O
zamanın peygamberi Zekeriyya (a.s.) idi. Zekeriyya, Meryem'i yanına almak ve bakımını
üstlenmek istedi. Çünkü kendi baldızının, ya da başka bir rivayete göre hanımının teyzesinin
kızıydı. Arkadaşları bu hususta kendisiyle anlaşmazlığa düştüler. Aralarında kura çekmek
istediler. Kader, Zekeriyya'dan yana oldu. Kur'a da kazanan o oldu. Çünkü teyze, ana
yerindedir.
Zekeriyya, kur1 ada arkadaşlarım yendiği için "Ve o (nun bakımı) na Zekeriyya'yı memur
etti."
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
"(Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz, görünmez âlemin haberlerin dendir.
Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin;
çekiştikleri zaman da sen yanlarında değildin." (Âi-i tmrân, 44.)
Rivayetçiler derler İd: Mescidde bulunan abidler kendi aralarında kur'a için bilinen
kalemlerini attılar. Sonra alıp bir yere bıraktılar. Buluğa ermemiş bir çocuğa, gidip o
kalemlerden birini almasını söylediler, çocuk gidip kalemlere elini attığında, Zekeriyya'nın
kalemim alıp çıkardı. Böylece kur'ayı Zekeriyya kazanmış oldu. Arkadaşları, ikinci kez
kur'a çekmek istediler ve kalemlerini bir nehire atarak hangisinin kalemi, nehrin akıntısının
tersine doğru giderse, kur'ayı onun kazanacağını söylediler. Ve böyle de yaptılar. Neticede
Zekeriyya'nın kalemi, nehrin akıntısının tersine gitti. Diğerlerinin kalemleri nehrin akıntısı
doğrultusunda gitti.
Arkadaşları kendisinden üçüncü kez kur'a çekmeye katılmasını istediler. Bu durumda
hangisinin kalemi, nehrin akıntısı doğrultusunda giderse kur'ayı onun kazanacağını
söylediler. Böyle yaptılar, yine kur'ayı kazanan, Zekeriyya oldu. Böylece Meryem'in
bakımım o üstlendi. Çünkü şer'an da kaderen de birçok bakımlardan onun bakımım üstlenmeye
o daha layıktı.[19]
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Zekeriyya, onun yanına, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu
sana nereden?" derdi. (O da). "Bu, Allah tarafından." derdi. "Zira Allah, dilediğine hesapsız
rızık verir."» (Âl-i îmrân, 37.)
Tefsirciler dediler ki: Zekeriyya, Meryem için mescidde yüksek bir yer yaptı. Meryem'den
başkası oraya girmiyordu. O, kendine mahsus yerinde Allah'a ibadet eder ve üzerine düşen
mescid hizmetlerini ifa ederdi. Nöbeti geldiğinde bu işleri yapardı. Boş kaldığında da geceli
gündüzlü Allah'a ibadet ederdi. O kadar çok ibadet ederdi ki, neticede İsrail oğulları
arasında onun ibadeti, darb-ı mesel haline geldi. Kendisinde görülen üstün haller ve şerefli
vasıflar nedeniyle şöhret buldu. Öyleki, Allah'ın peygamberi Zekeriyya, onun ibadet yerine
girdiğinde, her defasında onun yanında mevsimsiz rızıklar ve görülmemiş meyveler
görürdü. Yazın meyvesini kışın, kışın meyvesini de yazın görürdü. Bunu: "Bu, sana
nereden?" diyerek sorardı. Meryem de: "Bu, Allah ka-tındandır." diyerek cevap verirdi. Yani
bu, Allah'ın bana bahşettiği bir, rızıktır, derdi. "Doğrusu Allah, dilediğine hesapsız rızık
verir."
İşte bu esnada ve bu makamda Zekeriyya peygamber, kendi sulbünden bir oğlan çocuk
doğmasını, her ne kadar yaşı ilerlemişse de bu nimete nail olmasını Rabbinden diledi ve
şöyle dedi:
«Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin» dedi. (Âl-i Imrân, 38.)
Bazıları, onun şöyle dua ettiğini söylerler: «Ey Meryem'e zamansız meyveleri rızık olarak
veren Allah'ım! Her ne kadar yaşım ilerlediği için zamanı değilse de bana bir evlat
bahşet.»[20]
"Melekler, demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni seçti, temizledi ve seni dünyaların
kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et ve (onun huzurunda
eğilenlerle beraber eğil!"
"(Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz görünmez âlemin ha-berlerindendir. Meryem'e
hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin. Çekiştikleri
zaman da sen yanlarında değildin. Melekler demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni,
kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir; dünyada da ahi-rette
de yüzde (şerefli) ve (Allah'a) yakın olanlardandır. Beşikte ve yetişkinlikte insanlarla
konuşacak ve iyilerden olacaktır." Dedi ki: "Rabbim, bana bir insan dokunmamışken benim
nasıl çocuğum olur?" Allah, böylece dilediğini yaratır, dedi, bir şey (in olmasın) istedi mi
ona "ol" der, o da oluverir. Ona kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncü'i öğretecek. Onu
İsrailoğullarma (şöyle diyen) bir elçi yapacak: "Ben size Rabbiniz-den bir mucize getirdim.
Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş hemen oluverir.
Körü ve alacalıyı iyileştiririm. Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim; evlerinizde ne yiyip ne
biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanıcı iseniz elbette bunda sizin için bir ibret vardır.
(Ben), benden Önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak, size haram kılman bazı şeyleri helal
yapayım diye gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. Allah'tan korkun, bana
itaat edin. Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir, ona kulluk edin, doğru yol budur."
(âi-i Wân, 42-51.)
Yüce Allah, meleklerin Meryem'e müjde vererek şöyle dediklerini anlatıyor: Allah, seni,
zamanındaki diğer bütün kadınlara üstün kılıp seçmiştir. Sana bir insan dokunmadan senden
çocuk doğurtmak için seni seçmiştir. Bu çocuğun da şerefli bir peygamber olacaktır.
«Beşikte iken insanlarla konuşacaktır.» Yani küçüklüğünde insanları, ortaksız olan tek
Allah'a kulluk etmeye davet edecektir. Yaşlandığında da bu davetini devam ettirecektir.
Bu ifadeler daha doğmadan önce İsa peygamberin yaşayıp ihtiyarlık dönemine ulaşacağını
ve o dönemde de insanları Allah'a kulluğa davet edeceğini göstermektedir.
Meryem, Allah'a çokça ibadet etmeye, gönülden ona kulluk etmeye, secde ve rükûa ara
vermemeye, bu üstünlüğün ehli olmaya ve bu nimetlere şükretmeye memur edilmişti.
Rivayete göre o, o kadar çok namaz kılarmış ki, ayaklarmın tabanları yanlırmış. Allah ondan
hoşnut olsun ve ona rahmet etsin. Ana ve babasına da merhamet etsin.
Melekler ona: «Ey Meryem, Allah seni seçti.» dediler. Yani seni seçkin bir kul yaptı. Ve seni
düşük ahlaklardan arındırarak güzel vasıflar verdi. Seni âlemlerin kadınlarından üstün kıldı.
Yani zamanında bulunan dünyadaki kadınların tümünden efdal kıldı. Nitekim bu manada
Cenâb-ı Allah, Musa peygambere şöyle hitap etmiştir: «... Elçiliklerimle ve konuşmamla
seni insanların başına seçtim.» (el-A'râf, 144.) Aynı şekilde İsrailoğulları hakkında da
Cenâb-ı Allah şöyle bir ifade kullanmıştır: «Andolsun biz, onları, bilerek âlemlere üstün
kıldık.» (ed-Duhân, 32.)
Bilindiği gibi İbrahim peygamber, Musa peygamberden daha üstündür. Muhammed (s.a.v.)
ise, her ikisinden-daha üstündür. Aynı şekilde Muhammed ümmeti de, Önceki ümmetlerin
tümünden daha üstün ve faziletlidir. Sayıca onlardan çok olup ilmen de onlardan fazladır.
Amelen de îsrailoğullarmdan ve diğerlerinden daha fazladır.
"Ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı." Bu ayet-i kerimede umum manasının
kasdedildiği mahfuzdur. Buna göre Meryem (a.s.) kendisinden önceki ve sonraki bütün
dünya kadınlarının hepsinden daha üstündür. Çünkü bazılarına göre o, peygamberdir.
İshak'm anası Sâre ile Musa'nın anası da peygamberdir, diyenler olmuştur. Böyle diyenler
meleklerin, bu kadınlara hitap ederken kullandıkları ifadeleri ve ayet-i kerimede Musa'nın
anasına vahyedildiğine dair sarfedilen ifadeyi delil olarak ileri sürmüşlerdir. Nitekim İbn
Hazm ile diğerleri bu görüştedirler. Şu halde Meryem'in, İshak'm anası Sâre'den daha üstün
olmasına engel olacak herhangi bir husus mevcut değildir. Çünkü "Ve seni dünyadaki
kadınlara üstün kıldı." ayet-i keri-mesindeki ifadeler umumidirler. Ayrıca bu ifadelere ters
düşecek başka ayetler de mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir.
Ebu'l-Hasen el-Eş'arî ile ehl-i sünnet vel-cemaatten olan diğer bazılarının naklettiklerine
göre cumhur-u ulema, peygamberliğin sadece erkeklere mahsus olduğu görüşündedirler.
Kadınlardan herhangi birisi, peygamber olmuş değildir. Meryem'in en yüksek makamı,
ancak şu ayet-i kerimede ifade buyurulmuştur:
"Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka birşey değildir. Ondan önce de elçiler gelip
geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur." (el-Mâide, 75.) Bu ayet-i kerimeye göre Meryem'in,
kendisinden önceki ve sonraki meşhur sıddi-ka (dosdoğru) kadınlardan üstün olması için
herhangi bir engel mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir. Meryem; Müzahim kızı Asiye,
Huveylid kızı Hatice, Muhammed (s.a.v.) kızı Fatıma ile bir arada zikredilmiştir. Allah
onlardan razı olsun ve onları da razı kılsın.
Hişam b. Urve, Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
«(Âlemdeki) kadınların en hayırlısı, İmran kızı Meryem'dir. (Alemdeki) kadınların en
hayırlısı, Huveylid kızı Hatice'dir.»[21]
Ahmed b. Hanbel, Enes'den rivayet ederek Rasûlullah. (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Dünyadaki kadınlardan, dördü sana yeter: İmran kızı Meryem, Firavun'un
zevcesi Asiye, Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma.»[22]
Ebu Bekir b. Zenceveyh, Enes'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Dünyadaki kadınların en hayırlısı dörttür: İmran kızı Meryem, Firavun'un
zevcesi Asiye, Huveylid kızı Hatice, Rasûlullah Muhammed'in kızı Fatıma.»[23]
İmam Ahmed b, Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Kadınların en hayırlısı develere bindiler (yani en hayırlı kadınlar Arap kadınlarıdır.)
Kureyş kadınlarının en iyisi de, küçüklüğünde çocuğuna şefkat gösteren ve kocasının
hukukuna riayet edendir.» Ebu Hu-reyre dedi ki, Meryem, deveye asla binmiş değildir.
Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söyledi: "Kadınların hayırlıları deveye bindiler ki, onlar da Kureyş'in kadınlarıdırlar.
Kadınların en hayırlısı, küçüklüğünde çocuğuna şefkat gösterendir. Elindeki malı
azaldığında kocasına karşı merhametli olandır."
Ebu Hüreyre dedi ki: «İmran'ın kızının (Meryem'in) deveye binmemiş olduğunu Rasûlullah
elbetteki biliyordu.»[24]
Ebu Ya'lâ el-Musilî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) yere
dört çizgi çizdi ve: "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Orada bulananlar,
Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi.
"Cennetliklerin kadınlarının en üstünü, Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma,
İmran kızı Meryem ve Müzahim kızı Asiye ki o da Firavun'un zevcesidir."»[25]
Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Ebu Seleme'den rivayet etti ki, Hz. Aişe, Hz. Fatıma'ya şöyle
sormuştu: "(Vefatı esnasında) Rasûlullah'm üzerine atıldığında ağlamış sonra gülmüştün,
bunun sebebi neydi?"
Hz. Fatıma dedi ki: "(Babam Rasûlullah) bu acısından vefat edeceğini bana söyleyince
ağladım. Sonra tekrar üzerine atılıp yumuldum. Bana dedi ki: "Aile efradım arasında bana
ilk kavuşacak olan sensin ve sen cennetliklerin kadınlarının hanım efen di sis in. Ancak
İmran kızı Meryem de onların hanıniefendisidir." Böyle deyince gülmeye başladım."
Bu hadisi, Ahmed b. Hanbel de rivayet etmiştir. Bu hadis gösteriyor ki Meryem ile Fatıma,
mezkur dört kadın içinde en faziletli olanlardır. Sonra müstakil olarak Meryem'in istisna
edilmesi, onun Fatıma'dan daha üstün olduğu ihtimalim ortaya koymaktadır. Fakat fazilette
her ikisinin de eşit olma ihtimali vardır.
Ebu'l-Kasım İbn Asakir, İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Cennetliklerin kadınlarının hanımefendileri, İmran kızı Meryem, sonra Fatıma, sonra
Hatice, sonra da Firavun'un zevcesi Asiye'dir.»[26] İbn Mirdeveyh'in rivayet ettiği bir hadisi
şerifte ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
«Erkeklerin çoğu, tam ve eksiksiz olmuştur. Kadmlarmsa ancak üçü mükemmel
olabilmiştir: İmran kızı Meryem, Firavun'un zevcesi Asiye ve Huveylid kızı Hatice. Aişe'nin
diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.»[27]
Ebu Davud dışındaki diğer Kütüb-ü Sitte sahiplerinin, Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet
ettikleri bir hadis-i şerifde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Erkeklerden çoğu, tam ve eksiksiz olmuştur. Kadınlardansa ancak Firavun'un zevcesi
Asiye ile İmran'ın kızı Meryem mükemmel olabilmişlerdir. Aişe'nin diğer kadınlara olan
üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.»[28]
Rivayetinde Buharı ile Müslim'in ittifak ettikleri gibi bu, sahih bir hadistir. Bu hadisteki
ifadeler, âlemdeki kadınlar arasında üstünlüğü sadece Meryem ile Asiye'ye tahsis
etmektedirler. Ancak bununla kasde-dilen mana, kendi zamanlarındaki kadınlara nisbetle
olan üstünlük ve efdaliyetleridir. Çünkü bu kadınlardan her biri, küçüklüğünde birer
peygamberi besleyip büyütmüşlerdir. Asiye, Allah ile konuşma şerefine ermiş olan Musa'yı
besleyip büyütmüştür. Meryem de kendi çocuğunu yani Allah'ın kulu ve elçisi olan İsa'yı
besleyip büyütmüştür. Bu demek değildir ki, ümmeti Muhammed içinde Hatice ve Fatıma
gibi kadınlar kamil değildirler. Zira Hatice, peygamberlik görevini almasından on-beş sene
önce ve peygamberlik görevini almasından yirmi sene sonra, hatta daha fazla bir müddetle
Rasûlullah'a hizmet etmiştir. Onun, samimi bir yardımcısı olmuştur. Canıyla ve malıyla ona
destek olmuştur. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.
Rasûlullah'ın kızı Fatıma'ya gelince bu, diğer kardeşlerine nisbetle daha üstün ve faziletli
kılınmıştır. Çünkü o, Rasûlullah'ın vefatını görmek gibi bir musibete maruz kalmıştır. Oysa
diğer kardeşleri, Rasûlullah'ın sağlığındayken vefat etmişlerdir.
Aişe'ye gelince o, Rasûlullah'ın en çok sevdiği zevcesi idi. Ondan başka bakire bir kadınla
evlenmiş değildi. Ne bu ümmetde, ne de diğer ümmetlerde onun kadar bilgili ve anlayışlı bir
kadın tanınmış değildir. Ifk hadisesinde iftiracılar, onun aleyhinde iddialarda
bulunduklarında Cenâb-ı Allah, onun için gayrete gelip gazaplanmıştı. Onun suçsuzluğunu,
yedi kat gök üzerinden ilan ederek insanlara duyurmuştu. Rasûlullah'ın vefatından sonra
yaklaşık olarak elli sene kadar daha yaşamıştı. Ondan insanlara Kur'ân-ı Kerim'i ve sünnet-i
seniyyeyi tebliğ ediyordu. Müslümanlara fetva veriyor, anlaşmazlığa düşenlerin aralarım
buluyordu. Müminlerin analarının en şereflisi idi. Hatta gelmiş geçmiş bazı âlimlerin
görüşlerine göre o, Peygamber (s.a.v.)'in kızlarının ve oğullarının anası olan Huveylid kızı
Hatice'den daha üstündü. Fakat burada üstünlüğü her ikisine eşit olarak vermek, herhalde
daha güzel olur.
Hz. Aişe'nin üstünlük ve efdaliyetini ispatlayan, şu hadis-i şeriftir: «Aişe'nin diğer kadınlara
olan üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.» Bu hadisteki ifadeler,
mezkur kadınlara nisbetle umumiyet ifade edebildiği gibi, mezkur olmayan diğer kadınlara
nisbetle de umumilik ifade edebilir. Doğrusunu Allah bilir.[29]
Bizim burada anlatmak istediğimiz, İmran kızı Meryem (a.s.)'dir.
Zira Cenâb-ı Allah onu, zamanındaki kadınlara üstün kılıp pisliklerden ve günahlardan
arındırmış ti. Önce de söylediğimiz gibi onun üstünlüğü, bütün zamanlardaki kadınlara
nisbetle de olabilir. Bir hadis-i şerifte anlatıldığına göre o, Cennet'te Hz. Peygamber'in
zevcelerinden biri olacaktır. Onun yanı sıra Müzahim kızı Asiye de Peygamber Efendimizin
zevceleri arasına katılacaktır. İbn Kesir tefsirinde bazı selef ulemasından naklettiğimize göre
Tahrîm sûresinin beşinci ayet-i kerimesinde geçen «Dullar ve bakireler» mevzuu üzerinde
görüş beyanında bulunan Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: «Duldan kasıt Asiye'dir. Bakire'den
kasıt da İmran kızı Meryem'dir.» Biz bu hususu, Tahrîm sûresinin tefsirini yaparken
son kısımlarda açıklamıştık. Doğrusunu Allah bilir.
Taberanî, Sa'd b. Cenade'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Şüphesiz Cenâb-ı Allah, Cennet'te beni İmran kızı Meryem, Fira-vun'un zevcesi (Âsiye) ve
Musa'nın kız kardeşi ile evlendirdi.»[30]
Bu hadisi, Ebu Cafer el-Akili Abdunnur rivayet etmiştir. Bu rivayette Abdunnur'un şöyle bir
ilavesi vardır: «Dedim ki, ya Rasûlallah, bu kadınlar sana mübarek olsunlar.»
Zübeyr b. Bikar, Ebu Davud'dan rivayet ederek şöyle dedi: «Rasûlullah (s.a.v.) ölüm
hastalığında olan Hatice'nin yanma gitti ve Ona şöyle dedi: "Ey Hatice! Benim için sıkıntı
çektiğini görüyorum, Oysa sıkıntıları, Cenâb-ı Allah bazan çok hayırlı durumlara çevirir.
Bilmez misin ki Cenâb-ı Allah Cennet'te seninle birlikte beni, İmran kızı Meryem, Musa'nın
kız kardeşi Gülsüm ve Firavun'un zevcesi Asiye ile de ev-lendirmiştir?!" Hatice dedi ki: "Ey
Allah'ın Rasûlü! Gerçekten Allah seni bunlarla evlendirdi mi?" Evet, diye buyurdu. Hatice
de: "Çoluk çocuğun bol olsun." dedi.»
İbn Asakir, İbn Abbas'tan rivayet ederek dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), ölüm hastalığında
bulunan Hatice'nin yanma gitti ve1 ona şöyle dedi: "Ey Hatice! (Cennet'te) kumalarınla
karşılaştığında onlara benden selam söyle." Hatice dedi ki: "Ya Rasûlallah, benden önce
evlenmiş miydin?" Rasûlullah şöyle cevap verdi: "Hayır, yalnız Cenâb-ı Allah beni îmran
kızı Meryem, Müzahim kızı Asiye ve Musa'nın kız kardeşi Gülsüm ile evlendirmiştir."»
İbn Asakir, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: «Cebrail, Rasû-lullah'a vahiy getirerek
yanında oturdu. Rasûlullah ile sohbet etmeye başladı, o esnada Hatice de yanlarına uğradı.
Cebrail, "Ya Muhammed bu kimdir?" diye sorunca Rasûlullah :"Bu, ümmetimin sıddıkası
(doğru sözlüsü) dür" dedi. Cebrail dedi ki: "Onur ve üstünlük sahibi Rabbimden ona bir
mektup getirmişim. Rabbim ona selam söylüyor ve Cennet'te onun için; alevlerden uzak,
içinde yorgunluk ve gürültü olmayan, kamıştan yapılma bir köşk hazırlandığını müjdeliyor."
Bunun üzerine Hatice dedi ki: "Allah selamdır. Esenlik ondandır. Allah'ın selamı, ikinizin
üzerine olsun. Allah'ın rahmet ve berakatı da Rasûlullah'm üzerine olsun. Şu kamıştan
yapılma ev neyin nesidir?" Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İçi oyulmuş inciden yapılmadır.
îmran kızı Meryem'in evi ile Müzahim kızı Âsiye'nin evi arasındadır. Kıyamet gününde
onlar da benim zevcelerimden olacaklardır."»
Hz. Hatice'ye Allah'tan selam gönderildiği ve Cennet'te; içinde gürültü ve yorgunluk
olmayan bir evin, onun için hazırlanmış olduğuna dair müjdenin gönderilmesi, sahih
hadisde mevcuttur. Ancak bu eklemelerle buraya dizilmiş olan ifadelerde gerçekten bir
gariplik vardır. Bütün bu gibi hadislerin senetlerinde ihtilaf vardır.
îbn Asakir'in rivayetine göre Muaviye, Mescid-i Aksa'nın yanındaki kayalık hususunda
Kabü'l Ahbar'a sormuş, o da şöyle cevap vermiş: "O kaya, bir hurma ağacının üzerinde
olacaktır. Hurma ağacı da, Cennet'teki ırmaklardan birinde olacaktır. Hurma ağacının altında
İmran kızı Meryem'le Müzahim kızı Asiye duracaklardır. Bunlar, kıyamet ko-puncaya kadar
cennetlikler için gerdanlık dizeceklerdir,"
Ben derim ki: Kâbü'l-Ahbar'm bu sözleri, israiliyattan alınmadır. Bu gibi sözler, onların bazı
zındıklarının, ya da cahillerinin uydurmalarıdır. Doğrusunu Allah bilir. [31]
İffetli Ve Bakire Meryem'in Oğlu, Allah'ın Kulu Ve Elçisi İsa'nın Doğumu
Cenâb-ı Allah buyurdu İd:
"Kitap'ta Meryem'i de an. Bir zaman'o ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuzu (Cebrail'i) ona gönderdik. (O),
ona düzgün bir insan şeklinde göründü. (Meryem) dedi ki: "Ben senden, çok esirgeyici
(Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)." (Ruh, yani Cebrail):
"Ben", dedi, "sadece Rabbimin elçisiyim: Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim
diye (geldim)." "Benim nasıl oğlum olur, dedi, bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe
de' değilim." (Ruh): "Öyledir." dedi, Rabbin: "O bana kolaydır. Onu insanlara, (kudretimizi
gösteren) bir işaret ve bizden bir rahmet kılmak için (J)unu yapacağız), dedi" ve iş olup bitti.
(Meryem), ona gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu, bir hurma dalı
(nm altı) na getirdi: "Keşke" dedi, "Bundan önce ölseydim, unutulup gitseydim!"
Altından (İsa veya Cebrail) ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin, altın (daki çocuğ)u, büyük
bir lider yaptı." Hurma dalını sana doğru silkele, üzerine, olmuş taze hurma dökülsün." Ye,
iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman için (susma) oruç(u)
adadım, bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım, de." (Meryem) onu taşıyarak kavmine
getirdi: "Ey Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü
bir adam değildi. Annen de fahişe değildi (sen ne yaptın böyle?)" (Meryem, konuşmaları
için) onu gösterdi. Dediler ki: "Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?"
(Çocuk): "Ben Allah'ın kuluyum, dedi, (O) bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı. Beni
bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı,
zekat vermeyi emretti. (Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni baş kaldıran bir zorba
yapmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde (Allah'tan)
bana esenlik verilmiştir."
İşte Meryem oğlu Isa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey "gerçek söz" olarak budur.
Çocuk edinmek, Allah'a yakışmaz. O, böyle şeylerden münezzehtir. Bir işi yapmak istedimi
ona sadece "ol" der, (o da) olur. "Şüphesiz, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.
Ona-kulluk edin. İşte doğru yol budur."
Kendi aralarından hizipler (çeşitli görüşteki insan toplulukları, muhtelif partiler, bölükler),
ayrılığa düştüler (kimi: İsa Allah'ın oğludur, kimi Allah ile beraber bir tanrıdır, kimi Allah'ı
meydana getiren üç esastan biridir diyerek ihtilaf ettiler). Artık büyük bir günü görmekten
ötürü kafirlerin vay haline!» (Meryem, 16-37.)
Cenâb-ı Allah, bu kıssayı Zekeriyya peygamberin kıssasından sonra anlatmıştır.
Zekeriyya'nın kıssası, bu kıssa için bir nevi mukaddime ve giriş niteliğini taşımaktadır.
Nitekim Âl-i İmrân sûresinde de bundan bahsetmiştir. İkisini aynı cümlelerle bir araya
getirmiştir. Enbiyâ sûresinde de buna değinerek şöyle buyurmuştur:
«Zekeriyya'ya da (lütfettik). Rabbine: "Rabbim, beni tek bırakma (bana bir çocuk ver , ama
vermesen de gam yemem, çünkü) sen, varislerin en iyisisin (her şeyim sana kalacaktır)."
diye dua etmişti. Onun duasını da kabul ettik. Ona Yahya'yı armağan ettik. Eşini de kendisi
için ıslah ettik. (Çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere
koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Ve bize derin saygı gösterirlerdi; O ırzını
korumuş olana, (Meryem'e) de (lütfettik), ona kendi ruhumuzdan üfledik (de ona erkek
dokunmadan bir çocuk verdik). Onu ve oğlunu âlemlere (gücümüzü gösteren) bir işaret
yaptık.» (el-Enbiyâ, 89-91.)
Önce de anlattığımız gibi Meryem'i, anası, Mescid-i Aksa'ya hizmet için adamıştı. Onun
bakımım,bacısının ya da teyzesinin kocası ve o zamanın peygamberi Zekeriyya (a.s.)
üstlenmişti. Onun için, mescid dahilinde, kendisinden başkasının girmeyeceği özel bir
ibadet yeri yaptırmıştı. Meryem, buluğa erince ibadetini daha da arttırdı. O zaman ibadet
hususunda kendisinin emsali bir kadın mevcut değildi. Kendisinde öyle haller görülmüştü ki
Zekeriyya peygamber dahi ona imrenmişti. Kendisine şerefli, temiz, kıymetli, zeki ve
mucizelerle te'yid edilmiş bir evlat bahşedileceğini ve Allah tarafından üstün kılındığını
melekler müjdelemişlerdi. Babasız bir çocuğun doğmasını hayretle karşılamıştı. Çünkü
kendisinin kocası yoktu. Kendisiyle evlenecek bir kimse de o zamanda mevcut değildi.
Melekler, Allah'ın her şeyi yapmaya muktedir olduğunu ona bildirdiler. Cenâb-ı Allah'ın bir
şeyin olmasını dilemesi halinde ona "ol" dediğim ve bu emir üzerine de o şeyin hemen
oluverdiğini söylediler. Meleklerin böyle demesi üzerine o Cenâb-ı Allah'a teslim oldu.
O'nun emri karşısında boyun eğip itaat etti. Bunda, kendisi için bü-' yük bir imtihanın
mevcut olduğunu anladı. Çünkü babasız bir çocuk doğuracağı zaman, insanların kendisi
hakkında ileri geri sözler sarfede-ceklerini önceden biliyordu. Ama insanlar, işin iç yüzünü
bilmiyorlardı. Onlar, sadece işin zahirine bakarak karar veriyorlardı. İşin asıl mahiyeti
üzerinde akıl yorup düşünmüyorlardı.
Meryem, ancak hayız kanaması gördüğü zaman,ya da su getirmek veya gıda maddelerim
elde etmek gibi zaruri ihtiyaçları için mescid dışına çıkardı. Yine günlerden bir gün bazı
ihtiyaçlarım görmek için mescid dışına çıkıp, doğu tarafında yalnız başına dolaşmaktayken
Cenâb-ı Allah ona Rûhü'l Emîn'i yani Cebrail aleyhisselamı gönderdi. Cebrail, ona
tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem onu görünce şöyle de-di:«Ben, senden, çok
esirgeyici (Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma).» Bu ayet-i
kerîmede geçen (Takîyy) kelimesi, Allah'tan korkan ve onun yasaklarına riayet eden kimse
manasına gelmektedir. Bu da; o zamanda İsrailoğullan arasında fasıklık ve kötü-lüğüyle
meşhur Takîyy isminde bir adam bulunduğunu söyleyenlerin iddialarını çürütmektedir. Bu,
delilsiz ve aynı zamanda çok zayıf bir sözdür.
Cebrail ona: «Ben, sadece, senin Rabbinin elçisiyim.» dedi. Yani ben bir insan değilim.
Cenâb-ı Allah, "Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim, diye beni gönderdi."
«(Meryem) benim nasıl oğlum olur? Bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de
değilim.» dedi. Yani ben evli bir kadın değilim ve fuhuş yapan kadınlardan da değilim.
Cebrail: "Öyledir." dedi. "Rabbin: "O bana kolaydır." dedi. Onun bekar bir kadın olarak
çocuk doğurmayı hayretle karşılaması nedeniyle melek onu teselli edici cevap verdi. Bu işin
Allah'a göre çok kolay olduğunu ve Cenâb-ı Allah'ın, dilediği her şeyi yapmaya muktedir
olduğunu bildirdi. «Onu insanlara (kudretimizi gösteren) bir işaret yapmak için...» Yani
onun yaratılışını, babasız olarak dünyaya getirilişini, insanlara karşı kudretimizi gösteren bir
alamet kılacağız. Cenâb-ı Allah, Adem peygamberi anasız ve babasız olarak dünyaya
getirdi. Havva'yı da bir erkekten, yani Adem'den dişisiz olarak meydana getirdi. İsa'yı da
kocasız olarak bir kadından meydana getirdi. Diğer mahlukatı ise erkek ve dişi çiftlerden
yaratıp meydana getirdi.
«Ve bizden bir rahmet kılmak için...» Yani İsa vasıtasıyla biz kullarımıza rahmet edeceğiz.
Çünkü İsa, onları küçüklüğünde ve büyüklüğünde, çocukluğunda ve ihtiyarlığında Allah'a
kulluğa davet edecektir. Ortağı olmayan tek Allah'a kulluk etmeye onları çağıracaktır.
Allah'a eş, ortak, emsal ve çocuk ile eş isnad etmekten uzak durmaları için onlara uyarıda
bulunacaktır.
«Ve iş olup bitti.» Bu sözün, Cebrail'in sözü olması ihtimal dahilindedir. Yani İsa'mn babasız
olarak dünyaya getirilmesi işi kesin karara bağlanarak tamamlandı.
Muhammed b. îshak, bu anlamda ifadeler kullanmıştır. İbn Cerir de bu görüşü
benimsemiştir. Fakat ondan başkası böyle bir şey nakletmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir.
«Ve bu iş olup bitti.» sözü, Cebrail'in Meryem'e ruh üflemesinin üstü kapalı bir ifadesi de
olabilir.
Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«(Yine Allah, inananlara) îmran'm kızı Meryem'i de (misal verdi). O ki ırzını korudu, biz de
on(un rahmin)e ruhumuzdan üfledik.» {et-oTaiırîm, 12.)
Selef ulemasından bazılarının anlattıklarına göre Cebrail, Meryem'in gömleğinin yakasından
içeriye doğru üflemiştir. Bu üflemesi de onun tenasül organına sirayet edip akabinde hamile
kalmıştır. Tıpkı kadının kendi kocasıyla cinsel ilişkide bulunmasının ardı sıra hamile
kalması gibi hamile kalmıştır. Bazılarının dediklerine göre Cebrail, onun ağzına üflemiştir.
Ya da onunla konuşmakta olan ruh (Cebrail) ağzından içeri girmiştir. Ancak bu söz, Kur'ân-ı
Kerîm'de bu kıssanın anlatılması esnasında kullanılan ifadelere aykırı düşmektedir. Zira
Kurân-ı Kerîm'de anlatıldığına göre Cebrail, Meryem ile konuşmak üzere yanına
gönderilmiş ve onun vücuduna ruhu üflemiştir. Onun cinsel organıyla karşılaşmış değildir.
Bilakis onun yakasından içeriye doğru üflemiştir ve bu üflemesi de onun cinsel organına
sirayet ederek hamile kalmasına yol açmıştır. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Ona
ruhumuzdan üfledik.» Bu ayet-i kerimenin delâlet ettiği gibi Cebrail'in üflemesi, onun
ağzına değil de vücuduna olmuştur. Nitekim Süddî de bazı sahabelerden böyle nakilde
bulunmuştur.
«(Meryem,) ona (İsa'ya) gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi.»
Meryem, İsa'ya hamile kalınca çok sıkıntı çekmeye başladı. Onu doğurduğunda, insanların
birçoklarının kendisi aleyhinde ileri geri konuşacaklarını anlamıştı. Aralarında Vehb b.
Münebbih'in de bulunduğu seleften bazılarının anlattıklarına göre, Meryem'de hamilelik
eseri görüldüğünde bunu ilk anlayan, İsrailoğuUarmın abidlerinden Yusuf b. Yakub en-
Neccar adındaki bir adam olmuştur. Bu kişi, Meryem'in dayısı oğluydu. Meryem'in dindar,
nezih ve abide bir kadın olduğunu bildiği için ondaki bu hamileliği fazlasıyla tuhaf
bulmuştu. Kocası olmadığı halde yine de hamile kaldığını görmesi, onu çok şaşırtmıştı.
Günün birinde Meryem'le konuşurken bu konuyu ona açmıştı. Ve: "Ey Meryem, tohumsuz
ekin olur mu?" diye sormuştu. Meryem de şöyle cevap vermişti: "Evet, olur. İlk ekini kim
yarattı?" Adam sonra şöyle bir soru sormuştu: "Erkeksiz çocuk doğar mı?" Meryem şöyle
cevap vermişti: "Evet doğar. Çünkü Cenâb-ı Allah, Adem'i erkeksiz ve dişisiz yaratmıştır."
En sonunda adam, "Sen bana başından geçenleri anlat, ey Meryem!" demişti. Meryem de şu
karşılığı vermişti: «Allah kendisinden bir kelime ile (beni müjdeledi). Adı Meryem oğlu İsa
Mesihtir. Dünyada da ahirette de yüzde (şerefli) ve (Allah'a) yakın olanlardandır. Beşikte ve
yetişkinlikte insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır.» (Âl-i îmrân, 45-46.)
Bir rivayete göre Meryem'le bu konuşmayı yapan Zekeriyya peygamber olmuştur. Meryem
de ona yukarıdaki cevapları vermiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Süddî'nin sahabelerden naklettiğine göre günün birinde Meryem, bacısının yanına gitmiş;
bacısı ona şöyle demiş: "Duydun mu, ben hamileyim?" Meryem de ona şöyle demiş: "Ben
de hamileyim, bunu duymuş muydun?" Böyle deyince bacısıyla kucaklaşmış ve Yahya'nın
anası olan bacısı, kendisine şöyle demiş: "Karmmdaki yavrunun, senin karnındaki yavruna
secde etmekte olduğunu görüyorum!" İşte, "Allah'dan bir kelimeyi doğrulayıcı," ayet-i
kerimesinin manası budur. Burada sözü edilen secde, saygı ve ihtiram secdesidir.
Selamlaşma anında yapılan temenna eğilişi gibidir. Nitekim bu, bizden önceki milletlerin
şeriatlarında caizdi. Ayrıca Cenâb-ı Allah da meleklere, Adem'e bu manada secde etmelerini
emretmişti.
Ebu'l-Kasım, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan habere göre Meryem oğlu
İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya teyze çocuklarıy-mışlar. ikisi de aynı zamanda ana rahmine
düşmüşler. Yahya'nın anası, Meryem'e şöyle demiş: "Karmmdaki yavrunun, senin
karnındaki yavruna secde etmekte olduğunu görüyorum."
Malik der ki: Bence bu İsa (a.s.)'m daha üstün olduğunun bir işaretidir. Çünkü Cenâb-ı Allah
ona öyle bir kuvvet vermişti ki; ölüleri diriltiyor, körleri ve alacalıları da iyileştiriyordu.
Bunu, İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.Mücahid'in şöyle dediği rivayet edilir: Meryem dedi
ki: "İnsanlardan uzak ve yalnız başıma kaldığımda, karnımdaki çocuğum benimle
konuşurdu. Halk arasına katıldığımda o, kai'nımda teşbih ederdi."
Kuvvetli rivayetlere göre Meryem, onu karnında normal hamile kadınlar gibi dokuz ay
müddetle taşımıştır. Zamanı gelince de doğurmuştur. Şayet bunun aksine bir duıoım
vukubuhnuş olsaydı, bu mutlaka anlatılırdı.
İbn Abbas ile îkrime'den rivayet edildiğine göre Meryem, İsa'yı karnında sekiz ay müddetle
taşımıştır. îbn Abbas'dan gelen diğer bir rivayete göre ise Meryem, ona hamile kalır kalmaz
hemen doğurmuştur. Bazıları ise onu karnında dokuz saat müddetle taşıdığını söylemişlerdir.
Bu iddialarına da şu ayet-i kerimeyi delil göstermişlerdir: "(Meryem), ona gebe kaldı.
Onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma dalı(nm altı)na getirdi."
Doğrusu şu İd herşey, kendine özgü durumlara göre aşama kaydeder. Nitekim Cenâb-ı Allah
buyurmuş ki:
«Sonra nutfeyi alaka (embriyo) ya çevirdik. Alaka (embriyo)yı, bir çiğnemlik ete çevirdik.
Bir çiğnemlik eti, kemiklere çevirdik. Kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir
yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!» (d-Müminûn, u.) Bilindiği gibi
insanın, bu ayet-i kerimede bahsedilen yaratılış aşamaları arasında kırkar günlük süre vardır.
Nitekim bu husus, sıhhatinde ittifak edilen sahih bir hadisle de böylece bildirilmektedir.
Muhanımed b. İshak dedi ki: İsrailoğulları arasında Meryem'in hamile kaldığı yayıldı.
Zekeriyya ailesinin başına gelen, hiç bir ailenin başına gelmiş değildi! Bazı zındıklar
Meryem'in, mescidde ibadet etmekte olan Yusuf la ilişkisi olduğuna dair ithamlarda
bulundular. Bunun üzerine Meryem, onlardan ayrılıp uzak bir mekana çekildi. «Doğum
sancısı onu, bir hurma dalı(nın altı)na getirdi.» Meryem'in uzaklaşıp altına geldiği hurma
ağacı, Beytü'1-lahm denilen yerdir. Ondan sonraki zamanlarda bazı Rum hükümdai'lan
orada muazzam binalar inşa ettirmişlerdir. Hurma ağacının altına gelen Meryem: "Keşke,
bundan önce Ölseydim, unutulup gitseydim!" dedi.
Bu sözlerde, insanın fitne ve imtihan zamanında kendi ölümünü istemesinin caiz olduğuna
delil vardır. Çünkü Meryem, insanların kendisini itham altında tuttuklarını ve sözlerini
doğrulamadıklarını, hatta İsa'yı doğurup onlara götürdüğünde, söylediği sözleri
yalanladıklarını biliyordu. Onun bu çocuğu babasız doğurabileceğine ihtimal vermiyorlardı.
Çünkü onlar, onu Mescid-i Aksa'ya kapanan abide bir kadın olarak tanımışlardı. Peygamber
ailesinden olup dindar bir kadındı.
Kendisini itham altında bulundurduklarından dolayı kederlenmiş ve bu o]ayla karşılaşmadan
önce ölmesini temenni etmişti. "Keşke hiç yaratılmasaydım da unutulup gitseydim" demişti.
Bu ayet-i kerimeyi şeklinde okuyanlar da vardır. Birinci okuyuşa göre ayetin manası:
Ağacın altındaki ona seslendi." şeklinde olur. İkinci okuyuşa göre ise: "Ağacın altından ona
seslendi." şeklinde olur. Seslenenin kim olduğuna gelince, bazılarına göre bu, Cebrail'dir.
Avfî ile îbn Abbas bu görüştedirler. Bunlara göre İsa, ancak kavminin huzurunda
konuşmuştur. Said b. Cübej'r ile Amr b. Meymun, Dahhak, Süddî ve Katade böyle
demişlerdir. Mücahid, Hasen, İbn Zeyd, Said b. Cübeyr ise; Ağacın altından Meryem'e
seslenenin İsa olduğunu söylemişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir.
«Üzülme, Rabbin altındaki çocuğu bir lider yaptı.» Bazılarına göre ise bu ayet-i kerîmede
geçen ı t- ) kelimesi, nehir manasınadır. Cum-hur-u ulema da bu görüşe kail olmuşlardır. Bu
hususta Taberanî'nin rivayet ettiği bir hadis varsa da zayıftır. İbn Cerir bunu benimsemiştir.
Hasen, Rebi' b. Enes, îbn Eşlem ve diğerlerinin görüşlerine göre ise bu lider, Meryem'in
oğludur. Sahih olan, birinci görüştür. Çünkü Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: «Hurma dalını
sana doğru silkele, üzerine, olmuş taze hurma dökülsün.» Bu ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah
yiyecek ve içecekten bahsetmiş; bu nedenle şöyle buyruk vermiştir: «Ye, iç, gözün aydın
olsun!»
Denildi İd: Meryem'in altında bulunduğu hurma ağacı kurumuştu. Bazılarına göre ise
meyveli bir hurma ağacı idi. Doğrusunu Allah bilir. Fakat ihtimaldir ki Meryem'in altında
bulunduğu ağaç, bir hurma ağacıydı, ama o esnada üzerinde meyvesi yoktu. Çünkü İsa'nın
doğumu, kış mevsimine rastlamıştı. O zamanda ağaçların meyve vereceği bir zaman değildi.
Bu da, Cenâb-ı Allah'ın nimetini bildirme kabilinden söylemiş olduğu şu sözünden
anlaşılmaktadır: «Üzerine olmuş taze hurma dökülsün.»
Bir hadis-i şeriflerinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
«Halanız olan hurma ağacının kıymetini bilin. Çünkü o (ağaç), Adem (a.s.)'in yaratıldığı
çamurdan yaratılmıştır. Ondan başka, diğerlerini aşılayan bir ağaç yoktur.»
Başka bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
«Doğuran kadınlarınıza taze hurma yedirin. Taze hurma yoksa kurutulmuşunu yedirin.
Çünkü Allah katında, İmran kızı Meryem'in altında oturduğu (hurma) ağaç(ı) kadar kıymetli
bir ağaç yoktur.»[32]
Bu hadisin münker olduğu söylenmektedir.
Ağacın altından Meı-yem'e şöyle seslenilmiştir:
«Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman için (susma)
oruç(u) adadım. Bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım, de.» Yani insanlardan birini
görürsen ona lisan-ı hal ya da işaret ile de ki: «Ben Rahman için susma orucu adadım.» Zira
Meryem'in mensup olduğu dinin kurallarına göre oruç tutan kişinin hem yeme ve içmeyi,
îısm de konuşmayı terketmesi gerekiyordu. «Bu gün kimseyle konuşmayacağım.» sözü de
buna delâlet etmektedir. Bizim dinimize göre ise oruçlu kimsenin gündüzleyin susup
konuşmaması mekruhtur.
«(Meryem) onu taşıyarak kavmine getirdi. "Ey Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın. Ey
Harun'un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi. Annen de fahişe değildi (sen ne yaptın
böyle)?"» (Meryem, 27-28.)
Ehl-i Kitap kaynaklarından nakiller yapan selef ulemasından bir çoğunun anlattıklarına göre
kavmi, Meryem'i bulamayınca aramaya başladılar. Onun mahallesine gittiler. Onunla
karşılaştıklarında kucağında bir çocuk bulunduğunu gördüler. Ve ona: «Ey Meryem,
doğrusu sen çok kötü birşey yaptın.» dediler. Ona böyle demiş olmalannda ihtilaf vardır.
Çünkü bu, başı ile sonu çelişen bir sözdür. Kur'ân ayetlerinin ifadesine göre Meryem, onu
kendisi taşıyarak kavmine getirmiştir. Yoksa kavmi gidip de onu çocuğuyla kendi
mahallinde bulmuş değildirler. İbn Abbas'm dediğine göre bu olay, Meryem'in lohusalıktan
temizlenmesinden sonra, yani doğumundan kırk gün sonra olmuştur. Onu çocuğuyla
gördüklerinde: «Ey Meryem, doğrusu sen çok kötü bir iş yaptın!» dediler. Sonra: Ey
Harun'un kız kardeşi! Baban kötü bir adam değildi... dediler.
Rivayete göre Meryem'i kendi zamanlarındaki bir abid adama benzetmişlerdi. Adı Harun
olan bu adam ibadette Meryem'in fevkinde idi. Said b. Cübeyr böyle demiştir. Ayet-i
kerîmedeki Harun ile, Musa peygamberin kardeşi Harun'un kastedilmiş olduğunu
söyleyenler de vardır. İbadet hususunda Meryem'i ona benzetmişlerdi. Meryem'in, neseb-ce
de, Musa ile Harun'un kız kardeşi olduğunu söyleyen Muhammed b. KaT^ el-Kurazî hata
etmiştir. Çünkü Meryem ile Musa ve Harun arasında çok uzun asırlar vardır ki, bu herkesçe
bilinen bir husustur. Azıcık bilgisi olan kimseler bunu bilirler. Tevrat'ta ismi geçen Musa ile
Harun'un kız kardeşleri Meryem, Cenâb-ı Allah'ın Musa ile kavmini kurtarıp Firavun ile
adamlarını denizde boğduğu gün def çalarak şenlik yapmıştır. Bu ifadeler, belki Muhammed
b. Ka'b el-Kurazî'yi yanıltmıştır. Tevrat'ta sözü edilen Musa ile Harun'un kız kardeşleri
Meryem'in, İsa'nın anası Meryem olduğunu zannetmiştir ki bu da son derece yanlıştır. Sahih
hadise aykırıdır. Kur'ân nassı da bunu çürütmektedir. Nitekim biz bu hususu, İbn Kesîr
tefsirinde uzun uzadıya anlatmışızdır. Övgü ve minnet Allah'adır.
Sahih hadiste anlatıldığına göre Meryem'in, Harun adındaki bir erkek kardeşi varmış. Fakat
İsa'yı doğurma kıssasında ve Meryem'in anası tarafından Mescid-i Aksa'ya vakfedilme
kıssasında Meryem'in erkek kardeşi olmadığını bildiren ifadeler mevcuttur. Doğrusunu
Allah bilir. İmam Ahmed b. Hanbel, Muğîre b. Şu'be'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) beni Necran'a gönderdi. Oradaki halk bana: Meryem hakkında, "Ey
Harun'un kız kardeşi!" diyen ayet-i kerimeyi okuyorsunuz. Bu hususta senin görüşün nedir?
Halbuki Musa ile İsa arasında şu kadar uzun zaman geçmiştir!
Ben onların bu soruları karşısında cevap veremediğim için gidip Rasûlullah'a durumu
anlattım. Bana şöyle dedi: «Necranlılara desey-din ki onlar, kendilerinden önceki
peygamberlerin ve salihlerin adlarıyla adlandırılmaktadırlar.»
Müslim, Neseî ve Tirmizî'nin de böyle bir rivayetleri vardır. Tirmizî, bunun sahih ve garip
bir hadis olduğunu söylemiştir.
Katade ve diğerlerinin anlattıklarına göre onlar, Harun adını çok kullanmaktaymışlar. Öyleki
onların bazı cenazelerinde hazır bulunan birçok insanlar arasında, Harun adını alanların
40.000 civarında olduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir.
Kavmi, Meryem'e: "Ey Harun'un kız kardeşi!..." dediler. Hadisin de delâlet ettiği gibi
Meryem'in Harun adında, dindarlık, salah ve iyiliğiyle şöhret bulmuş aynı nesebten bir
kardeşi vardı. Bu nedenle kavmi, Meryem'e şöyle dediler: "Baban kötü bir adam değildi.
Anan da fahişe değildi." Yani bu karakter ve seciyeye sahip olan bu aileden biri sayılamazsın!
Ne kardeşin, ne anan, ne de baban böylesine kötü değillerdi?
Böyle diyerek Meryem'i, büyük bir ahlaksızlık ve fuhuşla itham ettiler. İbn Cerir'in
Tarih'inde anlattığına göre onlar, Meryem'in Zekeriy-ya ile ilişkisi olduğunu iddia ettiler ve
Zekeriyya'yı Öldürmek istediler. Zekeriyya da onlardan kaçıp gitti. Peşine düştüler.
Kaçmakta iken bir ağaç yarılarak Zekeriyya onun içine girdi. Ağaç da kapanıverdi. Fakat
dışarıda kalan eteğinin ucunu iblis yakalayıyerdi. Böylece onun, o ağacın içine girmiş
olduğunu kavmine gösterdi. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi kavmi, testere getirerek,
Zekeriyya'mn içinde bulunduğu ağacı baştan aşağıya yardılar. Bazı münafiklarsa,
Meryem'in, dayısı oğlu Yusuf b. Yakub en-Neccar ile ilişkisi olduğunu iddia ettiler.[33]
Durum zorlaşmca, çare kalmayınca, söyleyecek söz bulunmayınca; onur ve üstünlük sahibi
Cenâb-ı Allah'a tevekkül etmek, yegane çare oldu, O'na dayanıp bel bağlamaktan başka
çıkar yol kalmadı. «Bunun üzerine (Meryem) ona (İsa'ya) işaret etti.» Yani kavmine: «İsa ile
konuşun, cevabınızı o verecektir. İstediğiniz hususları o anlatacak ve açıklayacaktır» dedi.
Böyle deyince, onlardan zorba ve bahtsız olan kimseler: «Beşikteki bir çocuk ile nasıl
konuşuruz?» dediler. Yani cevap vermesi için bizi, aklı ermeyen küçücük bir çocuğa nasıl
havale edersin? Halbuki o, beşiğinde süt emmekte olup, kaymakla köpüğü birbirinden
ayırdedemiyecek derecede küçüktür. Böyle yapmakla sen bizi alaya almakta, bizi tahkir
etmekte ve bizi küçümsemektesin. Çünkü sen, bize cevap vermiyor; bilakis bizi şu beşikteki
küçücük çocuğa havale ediyorsun? İşte tam bu esnada İsa, onlara şu karşılığı verdi:
«Ben Allah'ın kuluyum, dedi, (O) bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı. Beni
bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı,
zekat vermeyi emretti .(Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni baş kaldıran bir zorba
yapmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde (Allah'tan)
bana esenlik verilmiştir.» (Meryem, 30-33.)
Meryem oğlu İsa'nın ağzından çıkan ilk sözler, işte bunlardı. Söze başlarken: «Ben Allah'ın
kuluyum.» demişti. Rabbine kul olduğunu itiraf etmiş idi. Rabbinin Allah olduğunu
söyleyerek, onun yüce zatını, zalimlerin umumij'etle kendisinin Allah'ın oğlu olduğunu
söylemelerinden tenzih etmişti. Bilakis kendisinin Allah'ın kulu, elçisi ve cariyesinin oğlu
olduğunu ifade etmiş, sonra da anasını, cahillerin kendisine isnad ettiği kötülük ve fuhuştan
ibra etmişti. Kendisi sebebi ile anasına isnad ettikleri fahişelikle anasının uzaktan yakından
ilgisi olmadığını söylemişti. «(Rabbim) bana kita"p verdi ve beni peygamber kıldı.» Cenâb-ı
Allah, peygamberliği, kendilerinin zannettikleri kimselere vermez. Allah onlara lanet etsin
ve onları rezil rüsvay kılsın. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Küfürlerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından.» (en-Nisâ).O zamandaki
Yahudilerden bir grup şöyle demişlerdi: «Meryem, hayız zamanında yaptığı bir zinadan
ötürü İsa'ya gebe kaldı.» Allah onlara lanet etsin. Rabbi Meryem'i bu iftiradan ibra etti ve
onun doğru sözlü bir kadın olduğunu bildirdi. Oğlunu da kitap sahibi bir peygamber kıldı.
Öyle bir peygamber ki, Ulul-azm denilen beş büyük peygamberden biri oldu. Bu sebeble de
dedi ki: «Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı.» Zira İsa peygamber, insanlar!
ortaksız ve tek olan Allah'a kulluğa davet ediyor; Rabbini noksanlıklardan ve ayıplardan
tenzih ediyordu. O'nun, eş ve çocuk sahibi olmadığını ilan ediyordu. O'nun yüce ve
mukaddes bir zat olduğunu açıklıyordu. Bulunduğu her yerde bunu haykırıyordu. «Sağ
olduğum müddetçe bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti.» Yüce, güçlü ve övgüye
layık olan zatın hakkını verme hususunda kulun görevi, namaz kılmak ve muhtaç olan
kullara zekat vererek iyilikte bulunmaktır. Namaz kılmak, nefisleri kötü huylardan
arındırmayı, büyük servetleri de muhtaçlara bağışlar yaparak temizlemeyi kapsamaktadır.
Misafir ağırlamayı, zevcelere nafakalarını vermeyi, köle ve cariyelerle akrabaya
masraflarını vermeyi içermektedir. Aynı zamanda diğer taat ve kurbet çeşitlerini de ihtiva
etmektedir.
Sonra İsa şöyle diyerek sözlerini sürdürdü: «(Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni
başkaldıran bir zorba yapmadı.»
Babası olmadığı, sadece anası olduğu için analık ve babalık hakları yalnızca Meryem'de
toplanmıştır Bu sebeble Cenâb-ı Allah, îsa'yı anasına iyilik eden bir kul eyledi. Yaratıkları
yaratan, kötülüklerden arındıran ve her nefse de hidayet yolunu veren Allah,
noksanlıklardan münezzehtir.
«Beni baş kaldıran bir zorba da yapmadı.» Yani ben kaba ve katı bir insan değilim. Allah'ın
emir ve taatine aykırı ne bir söz, ne de bir davranış benden çıkmaz.
«Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım
günde (Allah'tan) bana esenlik verilmiştir.»
Doğum, ölüm ve yeniden dirilme günlerine dair gerekli açıklamalar, Zekeriyya oğlu Yahya
(a.s.)'nm kıssasında verilmişti.
Cenâb-ı Allah, İsa'nın kıssasını açık seçik bir şekilde izah edip beyan buyurduktan sonra
şöyle demiştir:
«İşte Meryem oğlu İsa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey, "gerçek söz" olarak budur. Çocuk
edinmek, Allah'a yakışmaz O, (böyle şeylerden) yücedir. Bir işi yapmak istedi mi ona
sadece «ol» der, (o da) olur.»
(Meiyem, 34-35.)
Nitekim Cenâb-ı Allah, İsa'nın kıssasını ve başından geçenleri Al-i İmrân sûresinde
anlattıktan sonra şöyle buyurmaktadır:
«İşte bu sana okuduğumuz (olaylar), ayetlerden ve hikmetli zikir (Kur'an) dandır. Allah
yanında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona «ol»
dedi, artık olur.. (Bu), Rabbin-den gelen gerçektir. Öyle ise kuşkulananlardan olma. Kim
sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: «Gelin, oğullarımızı ve
oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra
gönülden lanetle dua edelim de, yalancıların üstüne Allah'ın lanetini dileyelim!»
«işte (İsa hakkındaki) gerçek kıssa (öykü) budur. Allah'tan başka tanrı yoktur. Allah, elbette
Azız (mutlak galip) ve hikmet sahibidir. Eğer dönerlerse, muhakkak ki Allah, bozguncuları
bilir.» (Âl-i imrân, 62-63.) Necran heyeti, altmış süvari olarak Peygamber Efendimiz'in
yanma geldiler. Bu altmış kişinin idaresini ondört kişi üstlenmişti. Ancak her hususta karar
sahibi üç kişi idi ki, bunlar onların eşrafı ve efendileri idi. Bunlar: Akib, Seyyid ve Alkarna
oğlu Ebu Harise idi. Mesih (İsa) peygamberin durumu üzerinde tartışıyorlardı. Bununla
ilgili açıklamaları Cenâb-ı Allah Âl-i İmrân sûresinin baş taraflarında inzal buyurmuştur. Isa
peygamberin durumunu, yaratılışının evveliyatını ve kendisinden önce de anasının
yaratılışını beyan buyurmuştur. Necranlı hey'etin kendi davetine icabet etmemeleri halinde
Rasûlüne, onlarla lanetleşmeşini emretmişti. Necranlıl.ar onun iki gözünü ve iki kulaklarını
görünce tartışmaktan vazgeçmiş, lanetleşmeye yanaşmamışlardı. Barış ve sulhe
meyletmişlerdi. Sözcüleri olan Akib Abdul Mesih şöyle demişti: Ey Hristiyanlar topluluğu!
Muhammed'in kitap sahibi bir peygamber olduğunu elbetteki bilmiş siniz dir.
Peygamberiniz îsa hakkında size ayrıntılı bilgi getirmiştir ve yine şunu kesinlikle
bilmektesiniz ki hiçbir peygamber, bir kavimle lanetleşsin de sonra o kavmin büyükleri
hayatta kalsın, küçükleri de yetişip büyüsün; bu mümkün değildir. Peygamberle lanetleşen
bir kavmin kökü kazılır. Eğer onunla lanetleşmekten vazgeçer ve tartışmaya girmezseniz,
dininizde kalabilir ve bu yaşantınızı sürdürebilirsiniz. Gelin, bu adamla (Rasûlullah ile)
musalaha yapın ve memleketinize geri dönün...
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek ondan, kendilerine cizye tarhetmesini ve kendileriyle
birlikte güvenilir bir insanı göndermesini talep ettiler, Rasûlullah da Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı
onlarla gönderdi. Biz bu hususu ayrıntılı olarak Âl-i İmrân sûresinin tefsirinde açıklamışızdır.
Cenâb~ı Allah, İsa peygamberin durumunu açıkladığında Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e
şöyle buyurmuştu: «İşte Meryem oğlu İsa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey, "gerçek söz"
olarak budur.» Yani İsa, Allah'ın kulu olan bir kadından doğma bir kuldur. «Çocuk edinmek
Allah'a yakışmaz o, (böyle şeylerden) yücedir. Bir işi yapmak istedimi ona sadeee «ol» der,
(o da) olur.» Yani hiç birşey onu aciz bırakamaz ve hiçbir şey ona ağır gelmez. Bilakis o,
dilediği işi yapmaya muktedir bir zattır. "Onun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece
«ol» demektir, hemen oluverir." CYâsm, 82.)
«Şüphesiz, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin. İşte doğru yol
budur.» (Metyem, 36.)
Evet, İsa beşikte iken onlarla yaptığı konuşmasını, bu cümlelerle sona erdirdi. Cenâb-ı
Allah'ın hem kendisinin Rabbi, hem de onların Rabbi hem de tanrılarının Rabbi olduğunu
onlara bildirdi ve bunun dosdoğru yol olduğunu açıkladı.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Kendi aralarından hizipler (çeşitli görüşteki insan toplulukları)
ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten ötürü vay kafirlerin haline!» (Meryem,
37.)
Yani o zamanın insanları ile onlardan sonra gelen nesiller, bu hususta kendi aralarında görüş
ayrılığına düştüler. Yahudilerden bazıları, Hz. İsa'nın (haşa) veled-i zina olduğunu
söylediler. Küfür ve inatlarım sürdürdüler. Kafirlikte onlara mukabelede bulunan diğer bir
grup da İsa'nın, Allah olduğunu söylediler. Bir başka grup ise Allah'ın oğlu olduğunu
söylediler. Mü'minlerse onun Allah'ın kulu, elçisi ve cariyesinin oğlu olduğunu söylediler.
Onun Meryem'e Allah tarafından bırakılan bir kelime ve Allah'tan bir ruh olduğunu ifade
ettiler. Felaketten kurtulan, sevaba eren, Allah tarafından destek ve yardım gören Fır-ka-i
Naciye bunlardır. Bu hususlarda bu Fırka-i Naciye'ye aykırı sözler sarfedenlerse; kafirlerin,
fasıkların, cahillerin ta kendileridirler. Yüce, hikmetli ve bilgili olan Zat, onları şu ifadelerle
tehdit etmiştir: «Büyük bir günü görmekten kafirlerin vay haline!»
Buharı, Ubade b. Samit'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efen-dinıiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Allah'tan başka tanrı olmadığına, onun bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de onun
kulu ve elçisi olduğuna; İsa'nın da Allah'ın kulu, elçisi ve Meryem'e bıraktığı bir kelimesi,
Allah'tan bir ruh olduğuna, Cennet'in hak, ateşin hak olduğuna tanıklık eden kimseyi Cenâbı
Allah, - işlediği amel ne olursa olsun - Cennet'e koyar.»[34]
Velidin, Cünade'den yaptığı rivayette ise yukarıdaki hadise şu ilave yapılmıştır: «Cennet'in
sekiz kapısından hangisinden dilerse oradan Cennet'e koyar.» [35]
Cenâb-I Allah'ın Çocuk Edinmekten Münezzeh Oluşu
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«"Rahman çocuk edindi." dediler. Andolsun ki, "Siz pek kötü bir cürette bulundunuz (yalan
ve kötü bir söz söylediniz)! Neredeyse o (sözün dehşeti) nden gökler çatlayacak, yer
yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktır! Rahman için çocuk iddia ettiklerinden ötürü.
Rahman'm çocuk edinmesi yakışmaz. Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul
olarak gelecektir. Onların hepsini kuşatmış ve onları saymıştır. (O'nun bilgisi dışına asla
çıkamazlar.) Onların hepsi, kıyamet günü O'na tek basma gelecektir.» (Meryem, 88-95.)
Cenâb-ı Allah kendisinin yüce olduğunu, çocuğa ihtiyacı olmadığını, her şeyin kendisinin
mülkü olduğunu, kendisinin onları yaratmış olduğunu, her şeyin kendisine muhtaç
olduğunu, huzurunda boyun büküp teslim olduğunu, göklerin ve yerin sakinlerinin
kendisinin kulları olduğunu, kendisinin onların Rabbleri olduğunu, kendisinden başka tanrı
bulunmadığım ve kendisinden başka Rab mevcut olmadığını beyan buyurduktan sonra şöyle
dedi:
«(Tuttular) cinleri Allah'a ortak yaptılar. Halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O'na
oğullar ve kızlar icat ettiler. Haşa O, onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir, (O)
gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur,
her şeyi O yaratmıştır ve O herşeyi bilendir. Rabbiniz Allah, işte budur. O'ndan başka tanrı
yoktur. (O), herşeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk edin. O her-şeye vekildir. Gözler O'nu
görmez. O gözleri görür; O latif (gözle görülmez veya lütuf sahibi), herşeyi haber alandır.»
(ci-En'âm, 100-103.)
Cenâb-ı Allah, kendisinin herşeyin yaratıcısı olduğunu beyan buyuruyor. O'nun çocuğu nasıl
olur?! Oysa çocuk, ancak bir biri ile mütenasip iki şey, yani iki eş arasından doğar. Cenâb-ı
Allah'ınsa eşi, benzeri ve dengi yoktur. Çocuğu da olmaz. Nitekim yüce Zat şöyle
buyurmuştur: «De ki: O Allah birdir. Allah Samed'dir (her şey varlığını ve bekasını O'na
boçludur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Kendisi doğurmamıştır ve
(başkası tarafından) doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.» (el-Ihtâs süresi,
1-4).
Cenâb-ı Allah, kendisinin eşsiz, zat ve sıfatı ile fiilleri bakımından benzersiz ve tek
olduğunu açıklıyor. Kendisinin ilmen, hikmeten ve rah-meten eksiksiz olduğunu, yani
Samed olduğunu beyan ediyor. Bütün sıfatlarının noksansız olduğunu açıklıyor.
«Doğurmamıştır» Yani çocuğu olmamıştır. «Ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır.» Yani
kendisinden önceki bir varlıktan doğmuş değildir. «Ve hiçbir şey, O'nun dengi olmamıştır.»
Ne O'na yakın, ne O'na eşit, ne de Ondan üstün hiç bir nazîri yoktur. Böyle olunca da O'nun
çocuğunun olması da mümkün değildir. Zira çocuk, ancak birbirine denk ya da birbirine
yakın iki şey arasından doğar. Cenâb-ı Allah'ın ise bu duruma düşmesi mümkün değildir. O
yüce ve münezzehtir. Mübarek ve kutsal zatı şöyle buyurmuştur:
«Ey Kitap ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan sözleri
söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi
ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın, (Allah) "Üçtür" demeyin. Kendi yararınıza
olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Haşa O, çocuk sahibi olmaktan
yücedir. (Münezzehtir). Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah
yeter.
Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırılmış melekler. Kim O'na
kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzuruna
toplayacaktır. İnanıp iyi işler yapanların mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve lûtfundan
onlara daha fazlasını da verecektir. (Kulluktan) çekinip büyüklük taslayanlara da acı bir
şekilde azap edecek ve onlar kendilerine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı
bulamayacaklardır.» (en-Nisâ, 171-173.)
Cenâb-ı Allah, Ehl-i Kitap ile benzerlerini dinde aşırılığa saplanmaktan menediyor. Haddi
aşmaktan onları engelliyor. Hristiyanlar -Allah kendilerine lanet etsin - aşırılığa kaçarak İsa
hakkında haddi aştılar. Oysa İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna, Allah'ın iffetli cariyesi
Meryem'in oğlu olduğuna inanmaları gerekirdi. Meryem ki kendi ırzını korumuştu. Allah,
melek Cebrail'i ona gönderdi, Cebrail de
Allah'ın emrinden bir ruhu ona üfleyince Meryem, oğlu İsa'ya hamile kaldı. Melekten ona
ulaşan şey, şeref ve üstünlük bakımından Allah'a ait olan bir ruhtu. O da Allah'ın
yaratıklarından bir yaratıktı. Nasıl ki bir evi şereflendirmek için 'Allah'ın evi' veya bir
deveye üstün vasıf kazandırmak için 'Allah'ın devesi' veya bir kula yücelik niteliğim kazandırmak
için 'Allah'ın kulu1 diyorsak, aynı şekilde o ruha da üstünlük ve şeref kazandırmak
için 'Allah'ın ruhu' denilmiştir. İsa'ya da Allah'ın ruhu manasında Rûhullah denilmiştir.
Çünkü o, babasız bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Allah'ın bir kelimesi olup o kelime
sebebiyle dünyaya gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Allah yanında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona
"ol" dedi, artık olur.» (Âl-i imrân, 59.) Bir başka ayet-i kerimede ise şöyle buyurulmuştur:
«"Allah, çocuk edindi." dediler. Haşa, O, yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi
O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir. (O), göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Birşeyi yaratmak
istedimi, ona sadece «ol» der, o da hemen oluverir.» (ci-lîakara,ıi6-n7.)
Bir diğer ayet-i kerimede ise şöyle buyurulmuştur: «Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğludur"
dediler. Hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla
geveledikleri sözleridir. (Sözlerini), önceden inkar etmiş (olan müşriklerin sözlerine benzetiyorlar.
Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) çevriliyorlar?!» (el-Tevbe, 30.)
Yüce Allah, Yahudilerle Hrisuyanlardan - Allah'ın laneti üzerlerine olsun - her bir grubun,
Allah'a karşı haddi aşıp asılsız sözler söylediklerini ve Allah'ın çocuğu olduğunu
söylediklerini haber veriyor. Cenâb-ı Allah onların iddia ettikleri asılsız şeylerden yüce ve
münezzehtir.
Yüce Allah, onların ortaya attıkları uydurma söz ve iddialarının dayanaksız olduğunu,
kendilerinden Önceki sapıkların sözlerine benzer şeylerden başka bir şey olmadığım haber
veriyor.
Felsefeciler - Allah'ın laneti üzerlerine olsun- aldı evvelin Vacibü'l-vücud'dan sadır
olduğunu iddia ettiler. Ve onlar Vacibü'l-Vücud'u "Birinci Mebde" ya da "İlletlerin İlleti"
diye ifade etmişlerdir. Onlara göre aklı evvelden ikinci akıl, nefis ve felek meydana
gelmiştir. İkinci akıldan da aynı şeyler meydana gelmiştir. Bu böyle devam edip akıllar ona;
nefisler dokuza, felekler de dokuza varmıştır. Bunlar, onların anlatmış oldukları fasit
itibarlar ve hiçbir değer ifade etmeyen tercihlerdir. Başka bir yerde onların cahilliklerini ve
akıllarının kıtlığım uzun uzadıya
anlatacağız.
Aynı şekilde bazı Arap müşrikleri de cahilliklerinden ötürü meleklerin, Allah'ın kızları
olduklarını ve Allah'ın da cinlerin şereflileriyle evlenerek, kendisinden meleklerin doğmuş
olduğunu iddia ettiler. Cenâb-ı Allah, onların kendisine koştukları ortaklardan ve nisbet
ettikleri şeylerden yüce ve münezzehtir. Nitekim o yüce Zat buyurmuş ki:
«Rahman'm kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların yaratılışlarına mı şahit oldular ki
(böyle hüküm veriyorlar?) Şahitlikleri yazılacak ve (bundan) sorulacaklardır.» (ez-Zuhruf,
19.)
Başka bir yerdeyse Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «(Ya Muhammed), şimdi sor onlara:
Rabbine kızlar, onlara da oğlanlar mı? Yoksa biz melekleri, onların gözleri önünde dişi mi
yarattık (ki meleklerin dişi olduğunu söylüyorlar)? İyi bilin, onlar iftiraları yüzünden
diyorlar ki: "Allah doğurdu." Onlar, elbette yalancıdırlar. (Allah), kızları seçip oğlanlara
tercih mi etmiş? Size ne oldu, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi düşünmüyorsunuz? Yoksa
sizin, (meleklerin, Allah'ın kızları oldukları hakkında) açık bir deliliniz mi var? Eğer doğru
iseniz kitabınızı getirin, onunla (Allah ile) cinler arasında bir neseb (soy birliği) uydurdular.
Halbuki cinler de onların (yakalanıp) getirileceklerini bilmiştir. Haşa! Allah, onların
taktıkları sıfatlardan (münezzehtir), yücedir. Fakat Allah'ın temiz kulları hariç (onlar azaba
sokulmayacaklardır).» (es-Sâffât, 149-160.)
Diğer bazı ayetlerde de Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «"Rahman çocuk edindi." dediler.
O, (böyle şeylerden) yücedir. Hayır, onlar (melekler), ikram edilmiş kullardır. Ondan önce
söz söylemezler ve onlar, O'nun emriyle hareket ederler. (Allah), onların önlerinde ve
arkalarında ne varsa (ne yapmış, ne etmişlerse) bilir. (Allah'ın razı olduğundan başkasına
şefaat edemezler ve onlar, O'nun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: "Ben, ondan
başka bir tanrıyım!" derse onu, Cehennemle cezalandırırız. Biz zalimleri böyle
cezalandırırız.» (ei-Enbiyâ, 26-29.) Cenâb-ı Allah, Mekke'de nazil olan Kehf sûresinin baş
kısmında şöyle buyurmaktadır: «O Allah'a hamdolsun ki, kuluna kitabı indirdi ve ona hiçbir
eğrilik koymadı, (onu) dosdoğru olarak (indirdi) ki katından (gelecek) şiddetli azaba karşı
(insanları) uyarsın ve iyi işler yapan mü'minlere kendileri için güzel mükafat bulunduğunu
(Cennet'e gideceklerini) müjdelesin. (Onlar) orada sürekli kalacaklardır. Ve: "Allah çocuk
edindi." diyenleri de uyarsın. Bu hususta ne kendilerinin ne de atalarının hiçbir bilgisi
yoktur. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka birşey söylemiyorlar.»
(ei-Kehf, 1-5.)
Başka bir yerde de Cenâb-ı Allah şu açıklamalarda bulunuyor: «"Allah, çocuk edindi."
dediler. Haşa, Allah bundan uzaktır, o zengindir, (hiç birşeye muhtaç değildir). Göklerde ve
yerde ne varsa hepsi Onundur. Bu hususta hiç bir deliliniz yok. Allah hakkında bilmediğiniz
şeyi mi söylüyorsunuz? De ki: "Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar!" Dünyada
biraz geçinir, sonra bize dönerler. Sonra da biz, inkarlarından dolayı onlara şiddetli azabı
tattırırız.» (Yûnus, 68-70.)
Bu Mekkî ayet-i kerimeler, küfür fırkalarına, felsefecilere, Arap müşriklerine, Yahudilere ve
Hristiyanlara reddiyeyi kapsamaktadır. Bunlar bilgisizce iddialarda bulunarak Cenâb-ı
Allah'ın çocuk sahibi olduğunu söylediler. Allah, bu gibi şeylerden münezzehtir. Haddi aşan
zalimlerin söylediklerinden de çok üstün ve yücedir.
Bu gibi iddiaları ortaya atanların en meşhurları, Hristiyanlar oldukları için Kur'ân-ı
Kerim'de çokça zikredildiler ki, görüşleri ve iddiaları reddedilsin; çelişkide oldukları,
bilgilerinin az olduğu ve cahilliklerinin de çok olduğu da açıklanmış olsun. Küfürlerine dair
sözleri çok çeşitli olmuştur. Çünkü bâtılın dallan çoktur. İhtilaf ve çelişkinin kollan
fazladır.
Hakka ve gerçeğe gelince bunda asla ihtilaf ve çelişki olmaz. Yüce Allah buyurmuş ki:
«Eğer (Kur'ân) Allah'tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok
şeyler bulurlardı.» (en-Nisâ, 82.)
Bu ayet-i kerime, hakkın bir olduğuna ve hakta asla ihtilaf bulunmadığına, bilakis ittifak
bulunduğuna; bâtılmsa muhtelif ve istikrarsız olduğuna delâlet etmektedir. Hristiyanlann
sapıklanndan ve cahillerinden bir grup, İsa'nın Allah olduğunu iddia etmişlerdir. Bir başka
grup ise onun Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdir. Allah, bu gibi şeylerden yüce ve
münezzehtir. Diğer bir grupsa Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu söylemişlerdir. Allah, bu
gibi iddialardan üstün ve beridir.
Cenâb-ı Allah, bu iddiaların asılsız olduklannı şu ayet-i kerimelerde açıklıyor: «"Allah,
Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre gitmişlerdir. De ki: "Öyle ise Allah, Meryem oğlu
Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanlann hepsini yoketmek istese, Allah'a karşı kimin
elinde birşey var?" Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşey Onundur. O,
dilediğini yaratır, Allah, herşeyi yapabilendir.» (el-Mâide, n.)
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, onlann kafirliklerini ve cahilliklerini haber
veriyor. Kendisinin herşeyi yapmaya muktedir olan yaratıcı olduğunu, her şeyin Rabbi,
hakimi ve ilahı olduğunu beyan buyuruyor. Sûrenin sonlannda ise şöyle buyuruyor:
«Andolsun, "Allah, ancak Meryem oğlu Mesihtir." diyenler elbette kafir olmuşlardır.
Halbuki Mesih demişti ki: "Ey İsrailoğullan, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a
kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak ki, Allah ona Cennet'i haram etmiştir
ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcılan yoktur!"
"Allah, üçün üçüncüsüdür." diyenler elbette kafir olmuşlardır. Oysa yalnız bir Tann vardır,
başka tann yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlere acı bir
azap dokunacaktır. Hâlâ Allah'a tevbe edip O'ndan af dilemiyorlar mı? Allah bağışlayan,
esirgeyendir. Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka birşey değildir. Ondan önce de elçiler
gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur. İkisi de (öteki insanlar gibi) yemek yerlerdi.
(Yaşamak için yemeğe muhtaç olan nasıl tanrı olabilir?) Bak, onlara nasıl ayetleri
açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) çevriliyorlar?!" (ci-Mâide,72-76.)
Yüce Allah, onların seran ve kaderen kafirliklerine hükmetti. Bu küfrün onlardan
kaynaklandığını haber verdi. Oysa kendilerine gönderilen elçi, Meryem oğlu İsa idi. Cenâb-ı
Allah onun, küçük yaşta beslenip büyütülen, ana rahminde şekillendirilen, insanları ortaksız
ve tek olan Allah'a kulluğa davet eden bir kul olduğunu açıkladı. Bu elçi, onları davet ettiği
hususlara muhalefet etmeleri halinde, Cehennem ateşiyle tehdit etti. Onların ahiret yurdunda
kurtuluşa eremeyip hakir ve zelil olacaklarını, rezil rüsvay bir hale düşeceklerini bildirdi. Bu
sebeble Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Doğrusu kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona Cennet'i
haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcıları yoktur!"
Sonra da şöyle buyurmuştur: «"Allah, üçün üçüncüsüdür." diyenler, elbette kafir
olmuşlardır. Oysa yalnız bir Tanrı vardır. Başka tanrı yoktur."
îbn Cerir ile diğerleri dediler ki: Bununla kasdedilen husus, Hıristiyanların üçlü teslis
akidesidir. Bu akidenin unsurlarından biri baba, ikincisi oğul, üçüncüsü de babadan oğula
fışkıran kelimedir. Ancak Hristiyanların meliki, Yakubî ve Nasturî mezhepleri bu hususta
ihtilaf etmişlerdir. Allah'ın laneti üzerlerine olsun. Bu ihtilaflarının keyfiyetini ileride
açıklayacağız. Onların, kral Kostantin zamanındaki konsüllerinden de bahsedeceğiz.
Konsülleri, Hz. İsa'dan 300 sene sonra, Hz. Mu-hammed'in peygamberlik görevini
alnıasmdanda 300 sene önce toplanmıştı. Bu sebebledir ki Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«Oysa yalnız bir Tanrı vardır. Başka tanrı yoktur.» Yani Allah'tan başka tanrı yoktur. O
birdir, ortağı yoktur. Eşi, benzeri, çocuğu ve dengi yoktur.
Sonra Cenâb-ı Allah onları, bu gerçeğe muhalefet etmeleri ve hakkı kabul etmemeleri
halinde tehdit ederek şöyle buyurmuştur. «Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette
onlardan inkar edenlere acı bir azap dokunacaktır.»
Sonra Cenâb-ı Allah, kendi rahmet ve lütfü ile onları tevbe edip mağfiret dileğin de.
bulunmaya davet etmiştir. Cehennem ateşini gerektiren bu büyük günahtan vazgeçmeye
onları çağırmış ve şöyle buyurmuştur: «Hâlâ Allah'a tevbe edip ondan af dilemiyorlar mı?
Allah bağışlayan, esirgeyendir.»
Bundan sonra Cenâb-ı Allah, Hz. İsa'nın ve annesinin durumunu açıklıyor; İsa'nın kul ve
elçi olduğunu, annesinin de dosdoğru bir kadın olduğunu beyan buyuruyor. Yani günahkar
ve kötü bir kadın olmadığını söylüyor. Zira Yahudiler, ona kötülük isnad ediyorlardı.
Allah'ın laneti, onların üzerlerine olsun. Bu ayet-i kerimede, bazı âlimlerimizin iddialarının
aksine, Meryem'in peygamber olmadığına bir delil vardır. «İkisi de (İsa ile anası, Öteki
insanlar gibi) yemek yerlerdi.» Bu ifadelerle, yedikleri yemeğin onların makatlarından pislik
olarak bilahare çıktığı, üstü kapalı ifadelerle dile getirilmektedir. Nitekim diğer insanlar da
yedikleri yemeMeri bilahare pislik halinde makatlarından dışarı atarlar. Bu durumda olan
kimse nasıl tanrı olabilir? Onların bu iddialarından V1 cahilliklerinden Cenâb-ı Allah, çok
yüce ve münezzehtir.
Süd ile diğerleri dediler İd: «"AUah üçün üçüncüsüdür." diyenler, elbetteki kafir
olmuşlardır.» ayet-i kerimesi ile kastedilen mana şudur: Hristiyanlar, İsa ile annesi
Meryem'in, Allah'la birlikte tanrılar olduklarım iddia ediyorlardı. Nitekim Cenâb-ı Allah,
onların yani Hristiyan- . lann kafirliklerini Mâide sûresinin sonunda şu ifadelerle beyan
buyurmaktadır:
«Ve yi Allah demişti ki: "Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: "Beni ve annemi, Allah'tan
başka iki tanrı edinin" dedin?» "Haşa", dedi, "Sen yücesin, benim için gerçek olmayan
birşeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde
olanı bilirsin. Ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gayıpları bilen yalnız sensin, sen!
Ben onlara: Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana emretmiş
olduğundan başka birşey söylemedim. Ben, onların içinde olduğum sürece onları kolladım,
fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen herşeyi görensin!
Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın); eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin!"» (el-Mâide, 116-118.)
Cenâb-ı Allah, kıyamet gününde İsa'ya ikram edici bir tarzda ve iftira ederek İsa'nın Allah'ın
oğlu olduğunu ya da Allah yahut Allah'ın ortağı olduğunu iddia edip İsa'ya tapanları kınayıcı
bir tarzda soracaktır. Sorarken de Cenâb-ı Allah İsa'nın böyle birşey yapmadığım bildiği halde,
sırf bu iftiralarda bulunup İsa'ya tapan kimseleri kınamayı kasdet-tiği için İsa'ya şöyle
diyecektir: «Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: "Beni ve annemi, Allah'tan başka iki
tanrı edinin" dedin?!»
İsa: "Haşa, sen yücesin." dedi. Yani ey Rabbim sen, ortağın olmayacak kadar yüce ve
üstünsün: "Benim için gerçek olmayan birşeyi söylemek bana yakışmaz." Yani buna senden
başkasının hakkı yoktur. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı
bilirsin. Ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gayıpları bilen yalnız sensin, sen."» Bu,
hitap ve cevap ta, muazzam bir edep örneğini sergileyen sözlerdir: «Ben onlara, senin bana
emretmiş olduğundan başka birşey söylemedim.» Ey Rabbim beni onlara peygamber olarak
gönderip, onlara okunmakta olan kitabı bana indirdiğin zaman, bana emrettiklerinden başka
şeyleri onlara söylemedim. Sadece onlara şunları söyledim: «Rabbim ve Rabbiniz olan
Allah'a kulluk edin.» Yani beni ve sizi yaratan, bana ve size rızık veren Allah'a kulluk edin.
«Aralarında bulunduğum sürece onları kolladım. Fakat beni vefat ettirince (onlar beni
öldürüp çarmıha germek istediklerinde sen bana merhamet edip beni onlardan kurtararak
kendi yanına yücelttiğinde benim benzerim olan birini onlara gösterdin. Onlar da
intikamlarım ondan aldılar. İşte böyle olduğu esnada) onları gözetleyen (yalnız) sen oldun.
Sen herşeyi görensin!»
Sonra İsa (a.s.) işi, Aziz ve Celil olan Rabbine havale edip Hristiyan-lardan beri ve uzak
olduğunu gösterircesine şöyle dedi: "Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar senin
kullarındırlar." Yani onlar, bu azaba müstahaktırlar. "Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen
daima üstünsün, hikmet sahibisin." Böyle derken İsa peygamber, sen esirgeyen ve
bağışlayansın, dememişti.
İbn Kesir tefsirinde, İmam Ahmed b. Hanbel'in Ebu Zer'den yaptığı bir rivayeti
nakletmiştik. O rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), yukarıdaki ayet-i kerimeyi okuyarak bir
gece sabaha kadar namaz kılmıştı. Ayet-i kerimenin manası şudur: «Eğer onlara azap
edersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın); eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen
daima üstünsün, hikmet sahibisin!» Rasûlullah (s.a.v.) bu ayet-i kerimeyi okuyarak sabaha
dek namaz kılmış, sonra da şöyle buyurmuştu: «Onur ve üstünlük sahibi olan Rabbimden,
ümmetim için şefaat diledim. O da bana şefaati verdi. Allah'a ortak koşmayan kimselere
inşaal-lah bu şefaat ulaşacaktır.» Böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: «Biz,
göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyuncu (işi, eğlence) olarak yaratmadık. Eğer bir
eğlence edinmek isteseydik, kendi katımızdan (şanımıza yaraşır bir eğlence) edinirdik.
Yapacak olsaydık, böyle yapardık. Hayır, biz hakkı bâtılın üstüne atarız da o, onun beynini
parçalar, derhal (bâtılın) cam çıkar. Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden ötürü de vay siz (in
haliniz)e! Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'nun-dur. O'nun yanında bulunanlar, O'na
kulluk etmekten büyüklenmez ve yorulmazlar. Gece gündüz teşbih ederler, hiç ara
vermezler.» (el-Enbiyâ, 16-20.)
«Eğer Allah çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O (bundan
münezzehtir) yücedir. O tek ve kahredici Allah'tır. Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi
gündüzün üzerine doluyor, gündüzü de gecenin üzerine doluyor. Güneş'i ve Ay'ı, buyruğu
altına aldı. Her biri, belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil M O, Azız ve çok
bağışlayandır.» (ez-Zumer, 4-5.)
«De ki: "Eğer Rahman'ın çocuğu olsaydı (O'na) tapanların ilki ben olurdum (çünkü çocuğa
saygı, babasına saygı demektir. Fakat böyle bir şey olamaz). Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın
Rabbi, onların nitelendirmelerinden yücedir, münezzehtir."» (ez-Zuhmf, 81-82.)
«"Çocuk edinmeyen, mülk de ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı da
bulunmayan Allah'a hamdolsun!" de ve O'nu gereği gibi tekbir et (O'na yaraşır şekilde saygı
göster).» (el-Isrâ, m.)
«De ki: O Allah birdir. Allah Samed'tir (her şey, varlığını ve bekasını O'na boçludur. Her şey
O'na muhtaçtır) Kendisi doğurmanuştır ve (başkası tarafindan) doğurulmamıştır. Hiç birşey
O'nun dengi olmamıştır.»
lâs,l-4.)
Sahih hadisde sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allah Teâlâ diyor
ki: «Ademoğlu bana sövdü. Fakat buna hakkı yoktur. O, benim çocuğum olduğunu iddia
ediyor. Oysaki ben, bir ve Samed'im (her şey bana muhtaç olduğu halde ben hiç birşeye
muhtaç değilim). Doğurmamışım, doğurulmamışım ve hiçbir dengim de olmamış tir.»
Yine sahih bir hadisde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Duyduğu eziyetlerden Ötürü
Allah'tan daha sabırlı hiç kimse yoktur, (insanlar) O'na çocuk isnad ediyorlar. Halbuki O,
kendilerine rızık veriyor ve onları afiyette bulunduruyor.»
Yine sahih bir hadisde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Doğrusu Cenâb-ı Allah,
zalime mühlet veriyor. Nihayet onu yakaladığında da asla bırakmayacaktır!» Böyle
buyurduktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: Halkı zalim olan memleketleri helak ettiği
zaman Rabbinin yakalayışı ve helaki böyledir. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çok çetindir.
» (Hûd, 102.)
«Nice ülke var ki zulmederken ona biraz mühlet vermişiz. Sonra onu yakalamışızdır,
(sonunda) dönüş ancak banadır.» (el-Hacc, 48.)
«Onları biraz geçindirir, sonra kaba bir azaba süreriz.» (Lokman, 24.)
«De ki: "Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar!" Dünyada biraz geçinir, sonra
bize dönerler. Sonra da biz, inkarlarından dolayı onlara şiddetli azabı tattırırız.» (Yûnus, 69-
70.)
"Hele sen o kafirlere mühlet ver, biraz bırak onları (bildiklerine gitsinler,)" (et-Tânk, 17.)
[36]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/68-71.
[2] Tefsir-iTaberî,II,21.
[3] Tefsir-i Taberî, II, 22-23.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/72-73.
[4] Tefsir-i Taberî, III, 24-27.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/73-76.
[6] Müslim, Kitabü'l-Fedai, 224.
[7] Buharı, Babü'1-Halk, 16; Müslim, Selam, 149.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/77-78.
[8] Tehzib, İbn Asakir, V, 381.
[9] Müslim, Kitabü'l-Fedail, II, 227.
[10] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 3822.
[11] Müsned, Ahmed b. Hanbel, V, 344; Tirmizî, Kitabü'1-Edeb, 88.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/79-89.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/89-92.
[14] Tefsir-i Taberî, 111,157.
[15] Tefsir-i Taberî, III, 157.
[16] Tirmizî, Adahi, 31; îbn Mace, Zebaih, 1.
[17] Tefsir-i Taberî, III, 160.
[18] Tefsir-i Taberî, III, 161.
[19] Tefsir-i Taberî, III, 162.
[20] Tefsir-i Taberî, III, 163.
[21] Buharî, Babü Fedaili'l-Ashab, IV, 214.
[22] Tirmizî, Hadis No: 3878.
[23] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4088.
[24] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4090.
[25] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 1317.
[26] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4759.
[27] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 6420.
[28] Buharı, Enbiyâ, 231.
[29] Müslim, Fezailu s-Sahabe, II, 246.
[30] Suyutî, Camiü1 s-Sağir, Hadis No: 1744.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/93-103.
[32] Suyutî, Camiüs-Sağir, Hadis No: 1432.
[33] Tehzib, ibn Asakir, V, 384.
[34] Buharı", Eab-ü Halk-ı Ademe, rV,129; Müslim, Kitabü'l-Iraan, I, 25.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/103-115.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/115-123.
|