27 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 12 NCI BÖLÜM Meryem Oğlu İsa'nın Büyümesi Ahmet İbn Kesîr


VEN-NİHAYE 12 NCI BÖLÜM
Meryem Oğlu İsa'nın Büyümesi
Ahmet İbn Kesîr
Ve Kendisine Vahyin Gönderilmesi
Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi İsa peygamber, Mescid-i Ak-sa'ya yakın Beytü'1-Lahm
denilen yerde doğmuştur. Vehb b. Münebbih ise, onun Mısır'da doğduğu görüşündedir.
Anası Meryem ile Yusuf b. Yakub en-Neccar, Mısır'dan sefer etmişlerdir. Meryem, semersiz
bir merkebin üzerinde sefere çıkmıştır.
Bu, sahih olmayan bir rivayettir. Önceki sayfalarda geçen hadislerde İsa peygamberin,
Beytü'1-Lahm denilen yerde doğduğuna delâlet edilmektedir. Bu rivayete aykırı sözler,
asılsızdır.
Vehb b. Münebbih'in anlattığına göre İsa peygamberin doğduğu günde putlar yüzüstü yere
yıkılmışlardır. Bu olay, bütün dünyada görülmüştür. Hatta şeytanlar, putların her tarafta
yüzüstü yıkılmalarının sebebini bilemedikleri için hayrete düşmüşlerdir. Nihayet büyük
şeytan, onlara bunun sebebini açıklamış; İsa'nın doğduğunu haber vermişti. Onlar da
araştırarak İsa peygamberi anasının kucağında bulmuşlardı. Melekler, onu çevrelemişlerdi.
Yine o gecede gökte büyük bir yıldız görülmüştü. Fars hükümdarı, o yıldızı görünce
korkuya kapılmış ve kahinleri toplayarak bu durumu sorunca kahinler de şöyle demişlerdi:
"Bu durumun görülmesi, yeryüzünde büyük bir insanın doğduğuna işarettir!" Bunun üzerine
hükümdar, elçilerini hediyelerle İsa'ya gönderdi. Beraberlerinde altın, kürek ve kalın halat
vardı. Şam'a geldiklerinde oranın hükümdarı, geliş sebeblerini sordu, onlar da geliş sebeblerini
anlattılar. Gökteki o büyük yıldızın göründüğü vakti sordu ve o zaman İsa'nın, Kudüs'de
doğduğunu anladı. İsa peygamber, beşikte konuşmuş olduğu için durumunu herkes duymuş
ve böylece meşhur olmuştu. Şam hükümdarı, İsa peygamberi öldürmek için bu elçilerin yanma
kendi adamlarını da kattı. Bu elçiler heyeti, hediyelerle Meryem'in yanma varıp
ellerindeki hediyeleri takdim edip yanından ayrıldılar. Ayrıldıklarında Meryem'e, başkaları
dediler ki: "Şam hükümdarının adamları, senin çocuğunu öldürmek için gelmişler!" Bunun
üzerine Meryem, çocuğunu alarak Mısır'a gitti. Orada İsa (a.s.), yaşı onikiye varıncaya
kadar kaldı. Küçüklük demlerinde İsa'da bir çok mucize ve kerametler görüldü.
Anlatıldığına göre Meryem ile oğlu İsa'nın, yanma varıp misafir oldukları valinin evinden
birşey çalınmıştı. Oysaki valinin evine ancak yoksullar, zayıflar ve muhtaçlar gelip
barmırlardı. Çalman malım, kimin aldığını bilemiyordu. Bu durum Meryem'in ağırına gitti.
İnsanlarla ev sahibi olan vali de hırsızı bulmakta güçlük çektiler. Aciz kaldıklarında bu işi
İsa peygamber halletmişti. Şöyle ki: Orada bulunan ama bir adamla kötürüm bir adama
işaret etmişti. Amaya: "Şu kötürümü omuzuna al da kaldır bakalım!" demişti. Ama: "Ben
bunu yapamam!" deyince İsa ona şöyle demişti: "Yapabilirsin.. Evin şu yüksekteki
penceresinden malı çalmak için nasıl omuzuna alıp kaldırdıysan, şimdi de kaldır bakalım!"
İsa böyle deyince ama ile kötürüm onun söylediklerini doğruladılar ve çaldıkları malı
getirdiler. Bunun üzerine İsa peygamber, küçük bir çocuk olduğu halde insanların gözünde
büyüdü ve itibarı arttı.
İsa peygamberin bir başka mucizesi de şu olmuştu: Yanında barındıkları vali, çocuklarını
sünnet ettirdiği için halka ziyafet çekmişti. Halk toplanıp yemeklerini yedikten sonra vali
onlara şarap içirmek istedi. O zamanın âdetine göre ziyafet sahibinin, yemekten sonra şarap
ikram etmesi gerekiyordu. Fakat vali, şarap küplerinin başına gidince, içlerinin bomboş
olduğunu gördü. Bundan son derece rahatsız olup utandı. İsa (a.s.), onun sıkıntılı durumunu
görünce şarap küplerinin yanı basma gitti; elini küplerin ağzına sürdü; hangi küpün ağzına
elini sürüyorsa o küp, şarapların en iyisi ile dolup taşıyordu. İnsanlar bu durum karşısında
son derece hayrete düştüler. İsa (a.s.), onların gözlerinde büyüdü, ona ve anasına büyük
servetler bağışladılar, ama onlar bu servetleri ve hediyeleri kabul etmediler. Kudüs'e doğru
yola çıktılar. Doğrusunu Allah bilir.
İshak b. Bişr, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Meryem oğlu İsa, henüz bir
bebek iken, Allah'ın, dilini açmış olduğu ilk çocuktur. Cenâb-ı Allah'a öyle övgüler dizmişti
İd, kulaklar onun gibisini duymuş değildi. Övgü ve methiyesinde ne güneşi, ne ayı, ne dağı,
ne ırmağı, ne pınarı bırakmamış, hepsinden bahsetmiş ve şöyle demişti: "Allah'ım! Yüce
olduğun halde insanlara yakınsın. Yakın olduğun halde çok yücesin. Yaratmış olduğun her
şeyin fevkindesin. Havada yedi kat gökleri «ol» buyruğunla düzgün bir şekilde yarattın,
onlar bir duman halindeyken düzgün biçimli gök tabakaları haline geldiler. Senin emrine
itaat edip geldiler. O gök tabakalarında seni teşbih eden melekler vardır. Seni kutsamak için
teşbihte bulunurlar. O göklerde, karanlıkları bastıran nurunu yarattın. Gündüzleyin güneş
ışığıyla kainatı aydınlattın. Gök tabakalarında seni hamd ile teşbih eden yıldırımları halk ettin.
Senin izzetinle karanlıklar aydınlığa dönüşür. O karanlıklar içinde, yolunu kaybetmiş
kimseler için kandil gibi yıldızlar yarattın. Yaratmış olduğun semalarla sen mübarek oldun.
Sular üzerine serdiğin yer ile yüce oldun ki, o yeri büyük dalgaların üzerine yükselttin. Sen
onu emrin altına alıp boyun büktürdün. O güçlüdür ama senin emrine itaat etmiştir. Denizin
dalgaları sana karşı boyun eğip teslim oldu. Denizlerden sonra yeryüzünden nehirler
fışkırdı. Nehirlerden sonra ırmaklar meydana geldi. Bunlardan sonra da yerin
derinliklerinden gelen su kaynaklan nşkırdı. Daha sonra nehirler, ağaçlar ve türlü ürünler
meydana geldi. Bunların akabinde yer üzerinde sağlam kazıklar gibi dağlar meydana geldi
ki bunlar, yeri sular üzerinde sabit kılarlar. Bütün bu yüce dağlar, senin buyruğuna itaat
ettiler.
Allah'ım, sen mübarek ve kutlusun! Senin evsafına kim ulaşabilir; Senin niteliklerine kim
erişebilir! Bulutları yayar, boyunları esaretten kurtarır, hakkı sahibine verirsin. Sen,
hükmedenlerin en iyisisin. Senden başka tanrı yoktur. Noksanlıklardan uzak ve
münezzehsin. Suç ve günahlarımızdan ötürü senden bağışlanma dilememizi emrettin, Senden
başka tanrı yoktur. Sen noksanlıklardan münezzeh ve yücesin. Gökleri insanlardan
gizledin. Senden başka tanrı yoktur. Sen noksanlıklardan uzak ve münezzehsin. Ancak akıllı
kulların senden korkarlar.
Kendi uydurduğunuz bir tanrı olmadığına tanıklık ederiz. Sen öyle bir Rabsin ki zikrinin
sonu gelmeyecektir. Senin ortakların yoktur ki seni bırakıp da onları çağıralım. Bizi
yaratırken sana kimse yardım etmiş değildir ki senin varlığından şüpheye düşelim. Senin bir
ve tek olduğuna, hiç birşeye muhtaç olmadığın halde herşeyin sana muhtaç olduğuna,
doğurmadığına ve doğmadığına, hiç birşeyin de senin dengin olmadığına tanıklık ederiz."
İshak b. Bişr, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa peygamber beşikte
konuştuktan sonra, artık konuşmadı. Buluğa erinceye kadar kimselerle konuştuğu
görülmedi. Buluğa erdikten sonra Cenâb-ı Allah onun dilini açtı. Ardı sıra da ona hikmet ve
beyan verdi. Yahudiler, O'nun ve anasının hakkında çokça konuştular. Onun (haşa) veled-i
zina olduğunu söylediler ve onu bu ad ile çağırmaya başladılar. «Küfürlerinden ve
Meryem'e büyük bir iftira atmalarından (dolayı başlarına belalar getirdik).» (en-Nisâ, ıge.)
İsa peygamber, yedi yaşına vardığında anası onu mektebe gönderdi. Hocası ona birşey
öğretmek için derse başladığında, mutlaka İsa ondan önce dersi anlatmaya başlardı. Günün
birinde hocası ona (Ebu Cad) kelimesini öğretti. İsa: "Ebu Cad nedir?" diye sorunca hocası
bilemem dedi. İsa: "Bilemediğin şeyi bana nasıl öğreteceksin?" dedi. Bunun üzerine îsa
(a.s.) ona, yerinden kalk dedi. Hocası yerinden kalktı, İsa da onun yerine oturdu. İsa (a.s.),
ona: Şimdi sor bakalım, deyince hocası: "Ebu Cad nedir?" diye sordu. İsa ona şu cevabı
verdi: "Ebu Cad kelimesindeki (Elif) Allah'ın nimetlerine işarettir. (Be) harfi de Allah'ın
üstünlüğüne işarettir. (Cim) harfi, Allah'ın güzellik ve cemaline işarettir! Hocası, İsa'nın bu
izahatı karşısında hayrete kapıldı. Böylece Ebu Cad kelimesini ilk tefsir edip açıklayan, îsa
peygamber oldu.
Anlatıldığına göre Osman (r.a.), bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a sormuş, o da bunu açıklarken Ebu
Cad kelimesindeki her harf üzerinde uzun uzadıya konuşmuştu.
Bu, bir uydurma hadis olup üzerinde durulmaya değmez!
İbn Adî, bunun asılsız bir hadis olduğunu ve mesned kabul edilemeyeceğini söylemiştir.
İbn Luhay'a, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa b. Meryem, henüz
çocuk iken başka çocuklarla oynar ve onlardan birine şöyle dermiş: "Annenin senin için
gizlediğini sana söyliyeyim mi?" Çocuk da evet, deyince îsa: "Annen, senin için şunu ve
şunu gizledi." dermiş. Bunun üzerine çocuk, annesine gidip: "Benim için gizi edikle diklerini
bana yedir." dermiş. Annesi: "Senin için neyi gizledim ki?" diye sorunca çocuk, "Şunu
ve şunu gizlemişsin." diye cevap verirmiş. Annesi: "Bunu sana kim söyledi?" diye sorunca
çocuk: "Meryem'in oğlu îsa bana söyledi." dermiş.Büyükler biraraya gelerek: "Vallahi şu
çocukları Meryem'in oğlu ile birarada bırakırsanız, Meryem'in oğlu bunların ahlakını
bozacaktır." demişler ve çocukları bir odaya hapsederek kapışım üzerlerine kilitlemişler. İsa
(a.s.), onları aramaya çıkmış, bulamamış ve nihayet gürültülerinin bir evden geldiğini
duymuş, bu gürültüyü yapanların kimler olduklarını sorunca: "Bunlar maymunlarla
domuzlardır." demişler. îsa (a.s.) da: "Allah'ım böyle olsunlar." demiş ve o odaya hapsedilen
çocuklar, maymunlarla domuzlara dönüşmüşler! Bunu, İbn Asakir rivayet etmiştir.
îshak b. Bişr, îbn Abbas'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: îsa (a.s.)
çocukluğunda acaip haller görür ve Cenâb-ı Allah'tan kendisine ilhamlar gelirdi. Bu
durumu, İsrailoğulları arasında yayıldı. Nihayet îsa (a.s.) gelişip büyümeye başladı.
İsrailoğulları onu öldürmek istediler. Anası, onun için korkar oldu. Allah, anasına vahiy
göndererek oradan ayrılıp Mısır diyarına gitmesini emretti ve Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Meryem oğlunu ve annesini (de kudretimize) bir işaret kıldık ve onları oturmaya uygun,
çeşmeli bir tepeye yerleştirdik.» (el-Mü'minûn, 50.)
Selef ülemasıyla tefsirciler, bu ayet-i kerimede geçen ve oturmaya elverişli, çeşmeli bir yer
olarak nitelendirilen tepe hakkında farklı görüşler beyan etmişlerdir. Gerçekten de tepenin
bu nitelikleri gayet aca-iptir. Bir tepe ki; yer seviyesinden yüksekte olacak, oturmaya
elverişli olup çeşmeli olacak ve çeşmesinden çıkan sular da yeryüzünde akıp gidecek!
Denildiğine göre burası, İsa (a.s.) peygamberin Kudüs yakınındaki doğum yeridir. Orada bir
hurma ağacı varmış, bu sebeble Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: «Altından (îsa veya Cebrail)
ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin altında büyük bir ırmak yaptı."» (Meryem, 24.)
îbn Abbas'a göre ayet-i kerimedeki ırmaktan kasıt, Şam'ın ırmaklarıdır. Belki de o, İsa'nın
(a.s.) doğum yerini Şam nehirlerine teşbih etmek istemiştir. Ehl-i Kitaptan ve onlardan nakil
yapan bazılarının iddia ettiklerine göre bununla Mısır kastedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Orasının Remle olduğunu söyleyenler de vardır.[1]
îshak b. Bişr, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: îsa peygamber onüç
yaşma vardığında ona, Mısır'dan Kudüs'e dönmesini emretmiştir. Anasının dayısı oğlu
Yusuf, yanlarına gelerek anasıyla Isa (a.s.)'yı, bir eşeğe bindirerek Kudüs'e getirmiştir.
Cenâb-ı Allah, kendisine İncil'i indirip Tevrat'ı öğretinceye kadar Kudüs'te ikamet etmiştir.
Orada Cenâb-ı Allah kendisine ölüleri diriltme, hastaları iyileştirme, insanların evlerinde
sakladıkları şeyleri bildirme gibi mucizeleri ihsan etmiştir. Onun gelişini halk kendi
aralarında anlatmaya başladılar. Onun gösterdiği acaip hallerden ürktüler. Onun yaptıklarını
tuhaf bulup hayretle karşıladılar. O, onları Allah'a kulluğa davet etti. îsa peygamberin
yaptığı işlerle söylediği şeyler ve durumu halk arasında yayıldı. [2]
Dört Büyük Kitap Ne Zaman Ve Ne Şekilde Nazil Olmuştur?
Ebu Zer'a ed-Dımışkî, Muaviye b. Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Tevrat, Musa'ya
Ramazan in ilk altı gecesinde nazil olmuştur. Zebur, Davud'a, ramazanın ilk oniki gecesinde
nazil olmuştur. Zebur, Tevrat'ın nüzulünden 482 sene sonra nazil olmuştur. İncil, Meryem
oğlu İsa (a.s.)'ya ramazanın ilk onsekiz gecesinde nazil olmuştur. İncil'in nüzulü, Zebur'un
nüzulünden 1050 sene sonra olmuştur. Furkan, Mu-hammed (s.a.v.)'e, ramazanın ilk
yirmidört gecesinde nazil olmuştur."[3]
«Ramazan ayı ki onda Kur'ân indirilmiştir.» (el-Bakara,i85.) ayet-i kerimesini îbn Kesîr
Tefsirinde açıklarken bu konuda varid olan hadisleri nakletmiştik. Bu hadisler meyanmda,
İncil'in Meryem oğlu İsa'ya, ramazanın ilk onsekiz gecesinde nazil olduğunu da belirtmiştik.
İbn Cerir, tarihinde, İncil'in, otuz yaşındayken İsa'ya nazil olduğunu anlatmıştır. İsa otuzüç
yaşındayken de göğe yükseltilmiştir. Nitekim Allah izin verirse ileride bunu açıklayacağız.
İshak b. Bişr, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cenâb-ı Allah, Meryem oğlu
İsa'ya vahyetti ki: "Ey İsa! Emrimi ciddiye al, asla ihmal etme. Buyruğuma kulak ver ve
itaat et. Ey iffetli bakire ve temiz kadının oğlu! Sen babasız dünyaya geldin ve seni âlemlere
(kudretim için) bir işaret olarak yarattım. Sadece bana kulluk et ve yalnızca bana tevekkül
et. Kitabı kuvvetle tut (onun hükümlerini tatbik et). Süryanilere açıkla. Karşında bulunan
kimselere, benim hak ve diri olduğumu, asla zeval bulmayacak bir zat olduğumu tebliğ et.
Deve sahibi, sarıklı, zırhlı, ayakkabılı, eli değnekli, güzel gözlü, parlak alınlı, yanakları açık,
saçı kıvırcık, sakalı sık, kaşları birbirine yakın, şahin burunlu, süt dişlerinin arası azıcık
açık, alt dudağıyla çenesi arasındaki tüyleri belirgin, boynu gümüşten bir ibrik gibi,
köprücük kemikleri arasında altın gibi, yelesinden göbeğine doğru bir çizgi gibi akan kılları
bulunan, karnında ve göğsünde bu kıllardan başka kıl bulunmayan, avuçları ve ayakları sert
olan, döndüğünde her tarafı dönen, yürürken de sanki bir kayalıktan sökülmüşçe sine ve bir
tepeden doğru akarcasına yürüyen, teri yüzünde inci taneleri gibi olan, kendisinden misk
kokusu gibi kokular saçılan, kendisinden önce ve sonra emsali görülmemiş güzel endamlı
teiniz ve güzel kokulu, çok kadınla evlendiği halde nesli az olan ümmî ve Arap peygamberi
tasdik edip doğrulaym. Onun nesli mübarek bir kadından türeyecektir. O kadının (Hz.
Hatice'nin) Cennet'te kamıştan yapılma, içinde gürültü ve yorgunluk olmayan bir köşkü
olacaktır. Ey İsa, nasıl ki Zekeriyya senin ananın bakımını üzerine alıp tekeffül ettiyse, sen
de ahir zamanda peygamberi tekeffül et. Onu korumaya bak. Onun, o kadından doğma iki
çocuğu şehid olacaktır. Benim yanımda başka bir beşere nasib olmamış bir makamı vardır.
Onun kelamı Kur'ân'dır, dini İslâm'dır ve selam ona gelmiştir. Onun zamanına kavuşup
sözünü işitenlere ne mutlu!"
İsa dedi ki: "Ya Rabb! Tuba nedir?" Allah Teâlâ buyurdu ki: "Tuba, Cenııet'te bir ağaçtır ki
ben onu kendi ellerimle dikmişim, o bütün cennetlikler içindir. Onun kökü Rıdvan'dan, suyu
tesnim'den, serinliği de kafur serinliğin dendir. Tadı, zencefil tadı gibidir. Kokusu, misk
kokusu gibidir. Ondan bir kez içen artık ebediyyen susamaz!" İsa dedi ki: "Ya Rab, bana o
sudan içir."
Allah buyurdu ki: "Muhammed (s.a.v.) ondan içmedikçe başka bir peygamberin ondan
içmesi haramdır. Onun ümmeti bu sudan içmedikçe başka ümmetlerin bu sudan içmeleri
haramdır. Ey İsa! Seni kendi katıma yükseltip, alacağını."
İsa (a.s.) dedi ki: 'Ya Rab! Beni niçin kendi katına yükseltip alacaksın?"
Allah Teâlâ buyurdu ki: "Seni kendi katıma yükseltip alacağım. Sonra da ahir zamanda
yeryüzüne indireceğim ki bu peygamberin (Mu-hammed'in) ümmetindeki acaiplikleri
göresin ve lanetli Deccal'ı öldürmek için onlara yardım edesin. Seni bir namaz vaktinde
indireceğim, sonra onlara namaz kıldırmayacaksın. Çünkü onlar rahmete uğramıştır.
Peygamberleri Muhammed'den sonra onların peygamberleri olmayacaktır."
Hişam b. Ammar, Abdurrahman b. Zeyd'den, o da babasından rivayet ederek dedi ki: İsa
şöyle dedi: "Ya Rab! Beni, rahmete uğramış bu ümmet hakkında bilgi sahihi kıl."
Allah Teâlâ buyurdu ki: "Muhammed ümmeti, âlimler ve hikmet sahibi kimselerdir.
Peygamberler gibidirler. Benim nimetlerimin azma razı olurlar. Ben de onların az amellerine
razı olurum.sözü karşılığında onları Cennet'e koyanın. Ey İsa, onlar Cennet halkının
çoğunluğunu teşkil edeceklerdir. Çünkü hiç bir kavmin dili, onlar kadar sözünü söyleyerek
itaat etmiş değildir. Ve yine hiçbir kavmin boynu, secde ederek onların boynu kadar eğilmiş
değildir!"
Ibıı Asakir, Abdullah b. Avsece'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Cenâb-ı Allah, Meryem oğlu İsa'ya şöyle vahyetti: "Kendi meselelerini düşündüğün kadar
en azından beni de düşün. Ahiretin için beni kendine azık yap. Nafile ibadetlerle bana yaklaş
ki,seni seveyim. Benden başkasını dost edinme, yoksa seni yalnız ve yardımsız bırakırım.
Belaya karşı sabırlı ol. Kazaya karşı rıza göster. Beni memnun etmeye çalış. Beni memnun
edip itaat edersen, sana karşı zoi'luk çıkarmam. Bana yakın ol, devamlı surette dilin ile
zikrimi ihya et. Sevgim senin kalbinde olsun. Gaflet ve uyku saatlerinde uyanık ol. Güzel
zekan ile hükmet. Bana karşı korku ve ümit içinde ol. Benim haşyetim ile kalbini öldür.
Beni memnun etmek için geceleri gözet. Susuz kalınacak olan kıyamet gününde susuz
kalmak istemiyorsan, gündüzlerini karalt. Hayır işlerini yapmakta olanca gücünü sarfet ve
başkalarıyla yarışa gir. Her nereye yönelirsen, hayrı ve iyiliği tanı. Yaratıklarıma Öğütlerimi
ulaştır. Kullarım arasında adaletimle hükmet, unutkanlık hastalığına, gözlerin
perdelenmesine benzer kalbî vesvese hastalıkları için ben sana şifa indirdim. Ölmüş
kimseler gibi düşkünlük gösterme. Halbuki sen soluk almakta olan bir canlısın.
Ey Meryem oğlu İsa! Bana iman eden her yaratık mutlaka benden korkmuş ve bana karşı
boyun eğip gönülden ibadet etmiştir. Bana karşı gönülden ibadet edip korkulu olan kimse,
mutlaka sevap ve mükafatını ümid etmiştir. Benim kanunlarım değişmediği takdirde ki
değişmeyecektir - bu gibi kimselerin, benim azabımdan emin olacaklarına sen şahit ol.
Ey bakire ve iffetli Meryem oğlu İsa! Sağ olduğun müddetçe nefsin için ağla, tıpkı aile
efradıyla vedalaşıp dünyayı ve lezzetleri ehline terk eden ve rağbeti, Rabbinin yanında
bulunan şeylere yönelen kimseler gibi kendi haline ağla. Hayatta iken yumuşak sözlü ol ve
selamı da herkese yay. İyi kimselerin gözleri kapanıp uyuduklarında sen uyanık ol. Ahi-rete
dair gelecek olan şeylere karşı tedbirli ol. Şiddetli bela ve musibetlerle zelzelelere karşı
tetikte ol ki, mal ve çoluk çocuğun fayda veremiye-ceği biran gelmeden önce tedbirini almış
olasın. Gözüne hüzün ve melal sürmesini çek. Serseriler gülerken sen ağla. Ağlarken de
sabırlı ol ve mükafatını Rabbinden bekle. Sabreden kimselere vadettiğim şeyler sana
ulaştığında sana ne mutlu! Dünyada iken Allah'ın insanları kıyamet gününde dirilteceği
günün sevabını bekle. Seninle savaşan dünyanın tadı nedir ki, ondan lezzet alasın. Ancak
sana yetecek kadarını dünyadan alıp tat. Dünyanın nimetlerine pek aldırış etme. Onun kaba
ve katı olan şeyleriyle yetin. Gideceğin sonucu mutlaka görmüşsündür. Hesaplı çalış. Çünkü
yaptıklarının hesabını vereceksin. Salih kullarım için hazırladığım şeyi gözlerin farketmiş
olsaydı; kalbin erir ve canın çıkıp giderdi."
Ebu Davud, "Kitabül-Kader" de İbn Tavus'tan, o da babasından rivayet ederek dedi
ki:
Meryem oğlu İsa İblisle karşılaştı. Isa (a.s.) ona şöyle dedi: Bümez-nıisin ki kaderinde ne
yazılıysa ancak o senin başına gelir?" İblis dedi ki: "Öyleyse şu dağın tepesine çık, oradan
aşağıya yuvarlan bakalım, yaşayacak mısın, yoksa yaşamıyacak mısm?"
İsa (a.s) dedi ki: "Bilmez mısın ki Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Kulum beni
denemesin. Ben dilediğimi yaparım!"
Zührî demiş ki: "Kul Rabbini deneyemez. Ancak Allah, kulunu dener.
Ebu Davud, Tavud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Şeytan, Meryem oğlu İsa'ya gelerek
şöyle dedi: "Sen doğru sözlü bir adam olduğunu iddia ediyorsun, öyle değil mi? Öyle ise bir
uçurumun başına gel de kendini aşağıya at bakalım!" İsa (a.s.) dedi ki: "Yazıklar olsun sana,
Allah şöyle buyurmamış mıdır: «Ey ademoğlu! Benden ölümünü isteme. Çünkü ben
dilediğimi yaparım."
Ebu Tevbe er-Rabi' b. Nafi', Halid b. Yezidin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Şeytan, İsa
peygamberle beraber iki ya da on sene ibadet etmiştir. Bir gün bir dağın uçurum kısmının
kenarına gelerek İsa (a.s.)'ya şöyle demiştir: "Ne dersin, kendimi aşağıya atayım mı, Allah'ın
benim kaderime yazdığı şeyden başka birşey başıma gelir mi?"
İsa (a.s.) ona şu karşılığı vermiş: "Ben Rabbimi imtihan edecek bir kimse değilim. Ama
dilerse, o beni imtihan eder." Böyle dedikten sonra arkadaşının şeytan olduğunu anlamış ve
ondan ayrılmış..
Ebu Bekir b. Ebiddünya, Ebu Osman'dan rivayet ederek dedi ki: «İsa (a.s.) bir dağ başında
namaz kılıyordu. İblis, Ona gelerek şöyle dedi: "Sen misin, herşeyin kaza ve kader ile
olduğunu söyleyen?" İsa (a.s.), evet, deyince İblis şöyle dedi: "Öyle ise kendini şu dağdan
aşağı at da bu, benim kaderimmiş de." İblis'in böyle demesine İsa peygamber şu karşılığı
verdi: "Ey melun! Allah kullarım imtihan eder, ama kullar Aziz ve Celîl olan Allah'ı imtihan
edemezler!"
Yine Ebu Bekir b. Ebiddünya, Süfyan b. Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Meryemoğlu İsa (a.s.) İblisle karşılaştı. İblis ona dedi ki: "Ey Meryem oğlu İsa! Senin
rabblığın.o dereceye varmıştır ki beşikte bir çocuk iken konuştun. Halbuki daha önce senden
başka beşikte konuşan bir çocuk görülmüş değildir.!"
İsa (a.s.) dedi ki: "Hayır, rabblık ancak Allah'a mahsustur. O Allah'tır ki beni beşikteki bir
çocuk iken konuşturdu. Sonra yine O, beni Öldürüp ahirette çürütecektir."
iblis dedi ki: "Senin rabblığın o dereceye varmıştır ki, ölüleri diriltiyorsun."
İsa (a.s.) dedi ki: "Hayır, rabblık ancak diriltip Öldüren Allah'a mahsustur. Benim
dirilttiğimi o öldürür, sonra yeniden diriltir."
İblis dedi İd: "Allah'a andolsun ki sen gökte ve yerde tanrısın." Böyle dejdnce Cebrail
kanadıyla çarparak onu güneşe fırlattı. Sonra yine kanadıyla çarparak onu kaynak sularla
fokurdamakta olan bir pınara fırlattı. Üçüncü kez kanadıyla çarparak onu okyanusa fırlattı
ve yerin dibine batırdı. Öyle İd Cehennem'deki kokuşmuş çamurların tadını aldı. Sonra
yeniden yeryüzüne çıkarak: "Ey Meryem oğlu! Senden gördüklerimi şimdiye kadar hiç
kimseden görmedim!" dedi.
Hafız Ebu Bekir el-Hatîp, Ebu Seleme Süveydin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa (a.s.),
Mescid-i Aksa'da namaz kıldı, sonra oradan ayrılıp gitti. Sonra bazı geçit yerlerinden
geçerken İblisle karşılaştı. İblis yolunu kesti ve ona şöyle demeye başladı: "Sen kul olmaya
layık değilsin" Bu sözünü defalarca tekrarladı, ama İsa ondan kurtulmak için can atıyordu.
Fakat bir türlü kurtulmanın yolunu bulamıyor, İblis de ona habire şöyle diyordu: "Ey İsa,
kul olmak sana yakışmıyor!"
Ondan kurtulmak için Hz. İsa, Rabbinden imdat istedi. Cebrail ile Mikail onun imdadına
koştular. İblis, onları görünce Hz.İsa'dan vazgeçti ve geri durdu. Tekrar dar geçide
geldiklerinde Cebrail ile Mikail, İsa (a.s.)'yı aralarına alıp korudular. Cebrail, kanadıyla
İblis'e vurarak onu vadinin ortalarına doğru fırlattı. Oradan çıkıp tekrar İsa (a.s.)'nm yanına
geldi. İblis biliyordu ki, Cebrail ile Mikail kendisine başka bir ceza vermekle emrolunmuş
değildirler. Bunun için de İsa'ya şöyle dedi "Ey İsa, kul olmanın sana yakışmadığını
söylemiştim. Çünkü senin öfkelenmen, kulun öfkelenmesine benzemiyor. Öfkelendiğin
zaman sende öyle haller gördüm ki, bu haller kul haline benzemiyordu. Sana uygun bir
duruma seni çağırıyorum. Gel dediğimi yap. Şeytanlara emir vereyim de sana itaat etsinler.
İnsanlar, şeytanların sana itaat ettiklerini görünce sana ibadet ederler ve sana kul olurlar.
Ben sana demiyorum ki tek ilah ol da beraberinde başka ilahlar olmasın. Yalnız Allah gökte
ilah olsun. Sen de yerde ilah ol."
Hz. İsa, İblis'in böyle dediğini işitince yine Rabbinden imdat istedi ve feryad-u figan etmeye
başladı. Bu defa da imdadına İsrafil geldi. Semadan inip yanlarına vardı. Cebrail ile Mikail
ona baktılar, İblis de artık İsa (a.s.)'dan geri durdu. Yanlarına vardığında İsrafil, kanadıyla
îb-lis'e vurarak onu güneşe fırlattı. Sonra yine kanadıyla vurarak yere düşürdü. Hz. İsa da
yerinde duruyordu. Hz. İsa'ya: "Bu gün senin yüzünden çok yoruldum." dedi. İblis'i güneşe
kadar fırlatmış ve güneşe çarpmıştı. Sonra onu kaynar sularla fokurdamakta olan bir pınara
atmıştı. İblis orada yedi melekle karşılaşmıştı. Melekler onu kaynar suların içine hatırdılar.
Çıktıkça yine hatırdılar. Birkaç defa çıkıp batırdıktan sonra melekler, artık bu pmarm
içinden çıkamaz, dediler."
İsmail el-Attar, Ebu Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İb-lis'in şeytanları, etraûnda
toplandılar ve: "Ey efendimiz, sen çok yoruldun." dediler. İblis dedi ki: "İsa (a.s.), masum ve
günahsız bir kuldur. Onu yoldan çıkaramıyorum. Ama onun sebebiyle bir çok insanları haktan
saptıracağım. Kalblerine muhtelif hevesler ve arzular saçacağım. Onları gruplara ve
fırkalara ayıracağım. Onunla anasını, Allah'ı bırakarak iki tanrı edinecekler!"
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah da İsa'yı destekleyecek ayetler indirdi. Onu, İblis'den korudu.
İndirdiği Kur'ân, onun, İsa'ya vermiş olduğu nimetleri anlatıyordu. Şöyle İd:
«Ey Meryem oğlu îsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Hani seni Rûhu'l-Kudüs
(Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı,
hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde birşey yapıyor,
içine üf-lüyordun. Benim iznimle kuş oluyordu.» (ci-Mâidc.ııo.)
Düşkünleri ve miskinleri sana arkadaş ve yardımcı kıldım. Sen de onları, arkadaş ve
yardımcılar olarak benimsedin. Onlar da seni, doğru yola ileten ve Cennet'e götüren bir
rehber olarak benimsediler. Bu iki büyük ahlakı böylece bilesin ki bunlarla karşıma çıkan
kimse, benim en çok sevdiğim kimsedir ve en temiz olan ahlakla karşıma çıkmıştır.
îsrailoğulları sana: "Oruç tuttuk ama orucumuz kabul edilmedi, namaz kıldık ama
namazımız kabul edilmedi, sadaka verdik ama sadakalarımız kabul edilmedi, develerin
iniltisini andıran bir ağlayışla ağladık ama ağlayaşımıza merhametle mukabele edilmedi!"
diyecekler. Sen de onlara de ki: "Peki ama niçin? Beni bundan menedecek ne vardır? Benim
elimdekiler azaldı. Ya da göklerle yerin hazineleri benim elimde değildir ki dilediğime
dilediğim kadarını sarfedeyim. Yoksa bana cimrilik mi bulaştı? Ben, isteyenden daha cömert
değilim. Verenden de daha zengin değilim. Yoksa benim rahmetim mi daraldı? Ancak benim
rahmetimin fazileti ve bolluğu ile merhamet edenler birbirlerine acırlar! . Ey îsa b.
Meryem! Eğer bu millet kalplerinde meydana gelen hikmete aldanıp yoldan çıkmasalardı,
bununla, dünyayı ahirete tercih etme-selerdi, nereden gelmiş olduklarını bileceklerdi. Böyle
olunca da en büyük düşmanlarının kendi nefisleri olduğunu kesinlikle bileceklerdi. Ben
onların oruçlarını nasıl kabul ederim İd, onlar oruca karşı haram yiyeceklerle kendilerini
besliyorlar? Ben onların namazlarını nasıl kabul ederim ki, onların kalpleri bana karşı savaş
ilan edenlere ve haramlarımı helal sayanlara meylediyor? Ben onların sadakalarını nasıl
kabul ederim ki, onlar bu sadakaları dolayısıyla insanlara gazap ediyorlar ve onu helal
olmayan yerlerden kazanıyorlar? Ey İsa! bu sebebden dolayı ben bu milleti
cezalandıracağım. Bunların ellerinden, peygamberlerin kanları damladığı halde bunlara
nasıl merhamet ederim? Bilakis bunlara daha çok gazap edeı-im!
Ey İsa! Göklerle yeri yarattığım gün şuna hükmetttim ki: Bana kulluk edip sözlerimi size
tebliğ edenleri size komşu, arkadaş ve şeref ortaklan yapacağım. Göklerle yeri yarattığım
gün şuna hükmettim ki: Seni ve anam, Allah'ı bırakıp da iki tanrı olarak kabul edenleri
Cehen-nem'in en alt tabakasına atacağım!
Göklerle yeri yarattığım gün şuna hükmettim ki: Ben bu dini, kulum Muhammed'in eliyle
kemale erdireceğim. Nebiler ve mürseller zincirinin sonunu onunla getireceğim. O
Mekke'de doğacak. Güzel bir yere hicret edecek. Onun halefleri, Şam'da hüküm
süreceklerdir. O kaba ve . katı bir insan değildir. Sokaklarda hafiflik etmeyecektir. Fuhşiyat
ile zi-n etlenme ye çektir. Çirkin sözler sarfetmeyecektir. Her güzel işe onu sevkedeceğim.
Her güzel ahlakı ona bahşedeceğim. Kalbini takvalı kılacağım. Aklına hikmet vereceğim,
tabiatını vefalı, gidişatını adaletli, şeriatını hak, dinini İslâm kılacağım. Adım Ahmed
yapacağım. Sapıklıktan sonra insanları onun sebebi ile hidayete erdireceğim. Onun vasıtasıyla
cehaleti kaldırıp ilmi vereceğim. Yoksulluktan sonra onun vesilesiyle zenginlik
vereceğim. Onu, seviyesinden daha da yükseklere çıkaracağım. Onun ile sağır kulakları,
kilitli kalpleri açacağım. Dağınık ve muhtelif heva ve hevesleri, onun sayesinde biraraya
getireceğim. Onun ümmetini, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet kılacağım. Onun
ümmeti iyiliği emredip kötülükten sakındıracaklardır. İhlash olacaklardır. Kendilerinden
önceki peygamberlerin getirdikleri ahkamı tatbik edeceklerdir. Teşbih, takdis ve tehlîli
onlara ilham edeceğim. Onlar da mescidlerinde, meclislerinde, evlerinde, gezip dolaştıkları
ve uğradıkları yerlerde teşbih, takdis ve tehlilde bulunacaldardır. Ayaktayken, otururken,
rükû ve secde halinde iken, benim için namaz kılıp dua edeceklerdir. Benim yolumda saf
tutup cihad edeceklerdir. Kanlarım, benim yolumda sunacaklardır, indileri (Kurbânları)
göğüslerinde olacaktır. Kurbanları, karınlarında olacaktır. Geceleyin abid, gündüzleyin aslan
olacaklardır. Bu, dilediğim kuluma vereceğim bir lütfumdur. Ben büyük lütuf sahibiyimdir.»
Allah izin verirse Mâide ve Saf sürelerinde bu ifadeleri teyid edici açıklamalarda
bulunacağız.
Ebu Hüzeyfe, Kabü'l-Ahbar, Vehb b. Münebbih, îbn Abbas ve Sel-man Farisî'den rivayet
ederek dedi ki: Meryem oğlu İsa, peygamberlik vazifesi ile görevlendirildiğinde
İsrailoğulları'na apaçık belgeler getirdi. İsrailoğulları'mn münafık ve kafirleri ise onu
taaccüble karşılayıp alaya aldılar ve şöyle dediler: "Ey İsa, falan adam dün ne yemek yedi
ve evinde ne sakladı?" Onların böyle sorması üzerine İsa da gereken cevabı onlara
veriyordu. Bunun üzerine mü'minler, imanlarım daha da arttırdılar. Kafirlerle münafiklarsa,
şüphe ve inkarlarını daha da fazlalaştırdılar.
Buna rağmen İsa'nın barınacağı bir evi yoktu. Yeryüzünde dolaşıyordu. Belirli bir yeri
yoktu. Kendisine verilen ilk mucize, ölüleri diriltmek oldu. Günün birinde mezarlıktan
geçerken kadının birinin bir mezar başında ağlamakta olduğunu gördü ve: "Neyin var ey
kadın?" diye sorduğunda kadın şöyle dedi: "Bir kızım vardı, öldü. Ondan başka da çocuğum
yok. Ben de, ya kendim onun ölümü tattığı gibi ölümü tadıncaya, ya da gözlerimin önünde
Allah onu dirütinceye kadar buradan ayrılmamak için yemin ettim."
İsa: "Eğer kızın dirilirse ona bir defa bakıp geri dönecek misin?" diye sorunca, kadın, evet
dedi. İsa peygamber de gelip iki rekat namaz kıldı ve mezarın yanı başında durarak şöyle
seslendi: "Ey falan, Rahman olan Allah'ın izniyle kalk ve mezardan dışarı çık!" Böyle
deyince mezar harekete geldi. Sonra ikinci kez aynı şekilde seslenince mezar açıldı. Üçüncü
kez seslenince ölü kız dirilerek ayağa kalktı. Başındaki toprakları temizliyordu. İsa ona:
"Niçin mezardan çıkmakta geciktin?" diye sorunca kız şöyle dedi: "Birinci defa ünlediğinde
Allah bana bir melek gönderdi, o da vücudumun parçalarını bir araya getirdi. İkinci kez
ünlediğinde ruhum bana geri geldi. Üçüncü kez ünlediğinde kıyametin koptuğunu ve
İsrafil'in Sûr'a üflediğini zannederek korktum. Bu nedenle de saçlarım, kaşlarım ve
kirpiklerim ağardı." Kızcağız böyle dedikten sonra anasına yönelip şöyle dedi: "Anacığım!
Bana iki defa ölüm acısını tattırmana sebep nedir? Anacığım, sabret, mükafatım Allah'tan
bekle. Benim dünyada yaşamaya ihtiyacım yoktur. Ey Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa!
Beni tekrar ahirete geri göndermesi ve ölüm acısını bana kolaylaştırması için Rabbine dua
et,"
Bunun üzerine İsa da Rabbine dua etti ve ölüm meleği gelerek kızın ruhunu yeniden teslim
aldı. Kızın mezarı da tekrar eski haline gelip kapandı. Bu haber Yahudilere ulaşınca İsa
(a.s.)'ya karşı öfkeleri daha da fazlalaştı.
Nuh kıssasının ardı sıra da anlattığımız gibi îsrâiloğulları İsa'dan, Nuh peygamberin oğlu
Şam'ı kendilerine yeniden diriltmesini istemişlerdi. O da onur ve üstünlük sahibi olan
Allah'a dua ederek namaz kılmıştı. Sonra da Nuh oğlu Şam'ı onlar için yeniden diriltmiş, o
da Nuh'un gemisi hakkında kendilerine bilgi vermiş, sonra tekrar ölerek toprak haline
gelmişti.
Süddî, naklettiği bir haberde îbn Abbas1 dan rivayette bulunarak şöyle der: İsrailoğullarnm
hükümdarlarından biri ölmüştü. Kendi tahtının üzerine bırakılmıştı. İsa peygamber gelerek
onur ve üstünlük sahibi olan Rabbine dua etmiş; bu duası üzerine Allah da o hükümdarı diriltmişti.
İnsanlar hükümdarın dirildiğini görünce korkunç bir durum ve tuhaf bir
manzarayla karşılaşmış oldular.
Doğru sözlülerin en doğrusu olan yüce Allah şöyle buyuruyor: «Allah demişti ki: "Ey
Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla, hani seni Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile
desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı
ve İncil'i. Öğrettim. Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde birşey yapıyor, içine
üflüyordun, benim iznimle kuş oluyordu; anadan doğma körü ve alacalıyı benim iznimle
iyileştiriyordun; benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun ve İsrail oğullarını senden
savmıştım; hani sen onlara açık deliller getirdiğin zaman, içlerinden inkar edenler: "Bu açık
bir büyüden başka birşey değil!" demişti. Havarilere: "Bana ve elçime inanın!" diye ilham
etmiştim (kalplerine bu düşünceyi atmıştım); "İnandık, bizim Müslümanlar olduğumuza
şahit ol!" demişlerdi.» (el-Mâide,110-111.)
Yüce Allah, Hz. İsa'ya olan nimetim, ihsanını, babasız olarak dünyaya getirdiğini, kocasız
bir kadından onu doğurttuğunu hatırlatıyor. Allah onu, insanlar için kendi kudretinin
eksiksizliğine bir işaret ve delil olsun diye bu şekilde yaratmıştı. Bütün bunlardan sonra da
onu peygamberlikle şereflendir misti. Yine Allah, onun anasına da nimet bahsetmişti.
Anasını, bu büyük nimet ile seçip diğer kadınlara üstün kılmıştı. Cahillerin isnat ettikleri
iffetsizlikten onu ibra etmek için kuvvetli deliller ortaya koymuştu. Bu sebeble Cenâb-ı
Allah buyurmuştu ki: Ey İsa, seni Rûh'ul-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Rûhu'l-Kudüs,
peygamberliğini inkar eden kafirlere karşı onu müdafaa etmişti: «Beşikte iken ve yetişkinlik
çağında iken insanlarla konuşuyordun.» Yani insanları, hem küçüklük demleıinde hem de
yetişkinlik demlerinde Allah'a kulluk etmeye davet ediyordun. «Sana kitabı ve hikmeti
öğrettim.» Yani yazıyı ve ilmî anlayışı sana öğrettim. «Tevrat'ı ve İncili'de sana Öğrettim.
Hani sen benim iznim ile çamurdan kuş şekilleri yapıyordun. Sonra da içine üflüyordun, o
da benim iznimle kuş oluyordu.» Cenâb-ı Allah, insanların bu husustaki vehimlerini ortadan
kaldırmak için-bütün bunların kendi izni ve emri ile olduğunu söyleyerek durumu te'kid
ediyor. «Alacalıyı da iyileştiriyordun.» Bazı selef uleması dediler ki: "Ek-meh" kelimesi,
anadan doğma kör olup tedavisine hiçbir hekimin çare bulamadığı kimse anlamındadır.
«Alacalıyı da iyileştiriyordun. Alacalık hastalığına mübtela olup tedavisi hemen hemen
imkansız olan kimseleri de Allah'ın izniyle şifaya kavuşturuyordun.» «Ölüleri de çıkarıyordun.
» Yani benim iznim ile ölüleri dirilterek mezarlarından çıkarıyordun.
Bu mucizeleri defalarca izhar ettiğine dair yeteri kadar deliller sunmuş ve gerekli
açıklamaları yapmıştık.
«İsrailoğullannı senden savmıştım; hani sen onlara açık deliller getirdiğin zaman, içlerinden
inkar edenler: «Bu açık bir büyüden başka bir şey değil!» demişti.
İsa peygamberi çarmıha germek istedikleri zaman Cenâb-ı Allah, onu, o mütecavizlerden ve
eziyetlerinden korumak için yükselterek kendi yanına almıştı. Ayet-i kerimede işte bu olaya
değinilmektedir.
Havarilere: «Bana ve elçime inanın!» diye vahyetmiştim; «İnandık, bizim Müslümanlar
olduğumuza şahit ol!» demişlerdi.
Denildiğine göre bu ayet-i kerimedeki vahiy kelimesinden kasıt, ilhamdır. Yani Cenâb-ı
Allah, onları böyle demeye irşat etmiş ve bu hususta gönüllerine ilham bırakmıştı. Kur'ân-ı
Kerim'in diğer bazı ayetlerinde de vahiy kelimesi bu anlamda kullanılmıştır. Örneğin:
«Rabbin bal ansına vahyetti (ilhamda bulundu.)» (cn-NaM, 68.) «Musa'nın annesine
variyettik (ilhamda bulunarak bildirdik) ki: "O (çocuğu)nu emzir,başma birşey gelmesinden
korkuyorsan (bir sandık içinde) onu denize (Nil'e) bırak."» (ei-Kasas, 7.)
Bir başka rivayete göre yukarıdaki ayet-i kerimede geçen vahiy kelimesinden kasıt,
Havarilere, İsa (a.s.) vasıtasıyla yapılan vahiydir. Onların, hakkı kabul etmeleri için
kalplerine tevfik-i ilahi verilmesidir. Bu sebeble Havariler şu sözleriyle cevap vermişlerdi:
«İnandık, bizim Müslümanlar olduğumuza şahit ol.»
Bu da Cenâb-ı Allah'ın kulu ve elçisi Meryem oğlu İsa'ya bahşetmiş olduğu nimetler
cümlesin dendir. Ona, Havalileri, arkadaş ve yardımcılar olarak ihsan etmişti. Onlar da
kendisine yardım ediyor ve onunla birlikte insanları, bir ve ortaksız olan Allah'a kulluğa
davet ediyorlardı.. Nitekim Cenâb-ı Allah, kulu Muhammed (s.a.v.)'e de şöyle hitapta bulunmuştur:
«O (Allah)ki, yardımıyla seni ve mü'minleri destekledi. Ve onların kalplerinin arasını
uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasım
uzlaştıramazdm. Fakat Allah, onların arasım uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hikmet
sahibidir.»(el-Enfâl, 62-63.)
Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: «Ona kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i
öğretecek. Onu îsrailoğul-larma (şöyle diyen) bir elçi yapacak: "Ben size Rabbinizden bir
mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde birşey yapar, ona üflerim, A1-. lah'ın izniyle
hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm. Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanıcı iseniz elbette bunda
sizin için bir ibret vardır: (Ben), benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak size haram
kılınan bazı şeyleri helal yapayım diye gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim,
Allah'tan korkun, bana itaat edin! Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Ona kulluk
edin, doğru yol budur.» (diyecektir.) İsa (a.s.) onlardan inkarı sezince: "Allah'a gitmek için
kimler bana yardımcı olacak?" dedi. Havariler: "Biz, Allah (yolun)un yardımcılarıyız;
Allah'a inandık, şahit ol, biz Müslümanlarız." dediler. "Rabbimiz, senin indirdiğine inandık,
peygambere uyduk; bizi şahitlerle beraber yaz!" Tuzak kurdular, Allah da onların
tuzaklarına karşılık verdi; Çünkü Allah, (istese), herkesten daha iyi tuzak kurar. (Ai-i îmrân,
48-54.)
Her peygamberin mucizesi, kendi zamanındaki insanlara uygun nitelikte idi. Anlatıldığına
göre Musa (a.s.)'nm mucizesi de kendi zamanındaki insanlara uygun nitelikteki mucizelerdi.
Zamanındaki insanların gözünde sihirbazlar revaçtaydı. Musa peygamber, gözleri kamaştıran
ve boyunları eğip teslim olur vaziyete getiren mucizelerle gönderilmişti. Zamanındaki
sihirbazlar, sihrin bütün sanatlarını bilen uzman kimselerdi. Onun gösterdiği harikaları
görünce bu halleri, ancak Cenâb-ı Allah'ın desteklediği kimsenin gösterebileceğim anladılar.
Cenâb-ı Allah'ın onun vasıtasıyla izhar etmiş olduğu peygamberliğini tasdik edici harikalar
olduğunu idrak ettiler. Bunun üzerine duraksamadan derhal teslim olup Allah'ın dinine
girdiler.
Aynı şekilde Meryem oğlu İsa da tabiat ilimlerine vakıf, hekim kimselerin zamanında
peygamber olarak gönderilmişti. O, tabiatçıların ve hekimlerin izhar edemiyecekleri ve
künhüne vakıf olamayacakları mu-cizelerle gönderilmişti. O diyordu ki: "Ben hekim bir
kimseyim. Anadan doğma körü, tekrar dünya aydınlığına kavuştururum. Alacalı, cüzzam-h
ve müzmin hastalıklara müptela kimseleri de şifaya kavuştururum!" Normal bir insanın,
mezardaki Ölüyü diriltip ayağa kaldırması mümkün müdür? İşte İsa peygamber,
mezarlardaM ölüleri diriltip ayağa kaldırıyordu. Herkes biliyordu ki, İsa'nın gösterdiği bu
harikalar, onun peygamberliğini doğrulayıcı mucizelerdir. Bu harikalar onu peygamber
olarak gönderen Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna birer işarettir.
. Allah'ın salat-ü selamı hem kendisinin, hem de kendisinden önceki peygamberlerin üzerine
olsun. Muhammed (s.a.v.) de, fesahat ve belagat sahibi ediplerin zamanında peygamber
olarak gönderilmişti. Cenâb-ı Allah; ne önünden, ne arkasından, içine bâtılın asla
giremiyece-ği hikmet sahibi, övgüye layık bir Rabb tarafından kendisine indirilen-Kur'ân ile
onu destekledi. Kur'ân'ın lafzı mucizdir. Hz, Peygamber, Kur'ân ile insanlara ve cinlere,
Kur'ân'ın bir mislini ya da onun sûrelerine benzer on sûreyi, yahut bir tek sûreyi getirmeleri
için meydan okudu. Meydan okurken de ne o zaman, ne de istikbalde bu işin üstesinden
gele-miyeceklerini onlara kesin ifadelerle bildirdi. Bunu yapamazlarsa - ki
yapamayacaklardı - yakıtı insanlarla taşlar olan Cehennem ateşinden sakınmalarım tavsiye
etti. Kur'ân-ı Kerim'in bu mucizliği, onun onur ve üstünlük sahibi yaratıcının kelamı
olmasından dolayı idi. Cenâb-ı Allah'a; ne zatında, ne sıfatında, ne de fiillerinde
benzeyebüecek hiç bir şey yoktur!
Hülasa, İsa peygamber, îsrailoğullarma hüccetleri ve burhanları gösterdiği halde onlar
kafirliklerinde, sapıklıklarında, inat ve taşkmlıklarında devam ettiler. Ancak aralarında salih
kimselerden oluşan bir grup, onun davetine icabet ettiler. Ona arkadaş ve yardımcılar
oldular. Peşine düşüp yoluna tâbi oldular. Onunla arkadaş olup yardımcıları oldular.
Öğütlerine kulak verdiler. Bu arada İsrailoğullan, İsa peygamberi öldürmeye kasdettüer.
Onu, zamanın bazı hükümdarlarına jurnal-ladılar, onu öldürüp çarmıha germek istediler.
Fakat Cenâb-ı Allah, onu onlardan kurtardı. Aralarından alıp kendi katma yükseltti.
Arkadaşlarından birini ona benzetti. Böylece İsrailoğullan, İsa'nın benzeri olan arkadaşını
yakalayıp öldürdüler ve çarmıha gerdiler. Onu, İsa (a.s.) zannederek öldürmüşlerdi, ama
yanılmışlardı. Hakka karşı büyüklük taslamışlardı. Hristiy ani arın bir çoğu da onların bu
iddialarına inanmışlardı. Her iki gurup da bu hususta yanılgıya düşmüşlerdi.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Çünkü Allah, (istese), herkesten
daha iyi tuzak kurar.» (âi-i Imrân, 54.)
Başka bir ayet-i kerimede ise Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«Meryem oğlu İsa'da: "Ey İsrailoğuUan, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen
Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici
olarak (geldim)." demişti. Fakat (İsa'nın müjdelediği elçi) onlara apaçık delillerle gelince:
"Bu, apaçık bir
büyüdür." dediler.
İslâm'a davet olunduğu halde Allah üzerine yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?
Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek
istiyorlar. Halbuki kafirler hoş görmese de Allah, nurunu tamamlayacaktır.» (cs-SafT, 6-8.)
Diğer bir ayet-i kerimede ise Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«Ey inananlar, Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa da Havarilere: "Allah'a
(giden yolda) benim yardımcılarını kimdir?" demişti. Havariler: "Allah (yolun)un
yardımcıları biziz." dediler, îsrailoğullarından bir zümre inandı, bir zümre inkar etti. Biz de
inananları düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler.» (es-Saff,u.)
İsa (a.s.), îsrailoğullarma gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. Günün birinde kalkip
onlara hitabede bulunarak, kendisinden sonra gelecek olan Hatemü'l Enbiya'yı müjdeledi.
Adını verdi, evsafım anlattı ki, onu tanısınlar ve gördüklerinde ona tâbi olsunlar. Bunları onlara
anlattı ki, ileride Hz. Muhammed (s.a.v.) ile karşılaştıklarında ona iman etmemek için
bahane bulmasınlar. Nitekim bu, Allah'ın onlara bir ihsanı idi. Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere
uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder;
onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sartlarındaki
zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve
onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte kurtuluşa erenler onlardır.» (ci-aw, 157.)
Muhammed b. îshak, Halid b. Ma'dan'dan naklederek Rasûlul-lah'm ashabının şöyle
dediklerini rivayet etmiştir: «Ey Allah'ın Rasûlü, bize kendinden bahset.»
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben, atam İbrahim'in duası ve İsa'nın müjdesiyim. Anam
bana hamile kaldığında kendisinden bir nur çıktığını ve bu nurun, Şam mıntıkasnıdaki Busra
kentinin köşklerini kendisine aydınlatıp gösterdiğini görür gibi olmuştu."
İrbaz b. Sariye ile Ebu Ümame, Peygamber Efendimiz'den buna benzer başka bir rivayette
bulunmuşlardır. Bu rivayette şu ifadelere rastlanmaktadır: «Ben, atam İbrahim'in duası ve
İsa'nın müjdesiyim.» Peygamber Efendimizin, Hz. İbrahim'in duası olması, şundan ileri gelmektedir:
İbrahim peygamber, Ka'be'yi inşa ederken şöyle duada bulunmuştu: «Rabbimiz,
onlara kendilerinden bir rasûl gönder.» (ei-Bakara, 129.)
îsrailoğullannda nübüvvet son bulduğunda İsa peygamber kalkıp onlara bir hitabede
bulunmuş ve îsrailoğullarında peygamberliğin nihayete erdiğini, bundan sonra gelecek son
peygamberin Arab ve ümmi olacağını, adının da Ahmed olacağını bildirmiş. Bu
peygamberin adı Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalip b. Haşimdir. Bu, İbrahim
peygamberin oğlu İsmail'in sülalesindendir. Allah'ın salat-ü selamı üzerlerine olsun.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Onlara apaçık belgelerle geldiğinde, bu apaçık bir büyüdür,
dediler.» (es-Saff, 6.)
Bu ayet-i kerimede geldiğinden bahsedilen kimsenin, Hz. İsa olması ihtimal dahilinde
olduğu gibi Hz. Muhammed olması da ihtimal dahilindedir.
Sonra Cenâb-ı Allah, mü'min kullarını İslâm'a destek olmaya; Mü s ' lümanlara ve
peygamberlerine yardımcı olmaya, dini ayakta tutup İslâm davetini yayma hususunda
yardımcı olmaya teşvik etmiştir. Şöyle ki:
«Ey inananlar, Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa da Havarilere: «Allah'a
(giden yolda) benim yardımcılarım kimdir? demişti. Havariler: «Allah (yolun)un
yardımcıları biziz.» dediler.
Hz. İsa'nın bu çağrısı, Nasıra demlen kasabada olmuştu. Onun için o kasabada bulunanlara
Nasara adı verildi. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «İsrailoğullarından bir zümre inandı, bir
zümre inkar etti.»
Yani İsa peygamber, İsrailoğullarım ve diğerlerini Allah'a kulluğa davet ettiğinde onlardan
bir kısmı iman etiler. Bir kısmı da inkar ettiler. Antakya halkı baştan sona ona iman
edenlerdendi. Bunu bir çok siyercilerle tarihçi ve tefsirciler bildirmektedirler. İsa
peygamber, Antakyalılara üç elçi göndermişti. Bunlardan biri Şemon Esfafa idi. Antakyalılar
iman edip çağrıya icabet ettiler. Bunlar, Yâsîn sûresinde sözü edilen kasaba halkı
değildirler. İsrailoğullarınm kalan kısmı ise inkar ettiler. Bunlar Yahudi topluluğu idi.
Cenâb-ı Allah, iman edenleri, ileri-ki safhalarda kafirlere karşı destekledi. Böylece
mü'minler, kafirlere karşı güçlü ve ezici bir kuvvet teşkil ettiler. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:
«Allah demişti ki: «Ey İsa, ben seni öldüreceğim, bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden
temizleyeceğim ve sana uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar edenlerin üstünde
tutacağım.» (Âi-i İmrân, 55.)
Hz. İsa'ya yalan olan herkes, ondan uzak olanlara üstün ve galip oldu. Müslümanlar, Hz. İsa
hakkında gerçek sözü söyledikleri için Hristi-yanlara üstün ve galip oldular. Müslümanlar,
Hz. İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu söylediler. Oysaki Hristiyanlar, Hz. İsa
hakkında pek ileri giderek onu, Allah'ın kendisine verdiği makamların üstüne çıkardılar.
Hülasa Hristiyanlar da Yahudilere nisbetle - Allah'ın laneti üzerlerine olsun -İsa'ya daha
yakın oldukları için fetret zamanlarında Yahudilere üstün ye galip olmuşlardı. Bu halleri
İslamiyet'in doğuşuna kadar devam etmişti.[4]
Sofra Hadisesi
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Havariler demişlerdi ki: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir soten, indaebilir mi?
(İsa): "İnanıyorsanız Allah'tan korkun!" dedi, "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice
yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bunu bizzat görenlerden olalım." dediler.
Meryem oğlu İsa da: "Allah'ım, Rabbimiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki bizim
için, önce ve sonra gelenlerimiz için (o gün) bir bayram olsun ve (o olay), senden bir mucize
olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın!" dedi. Allah buyurdu ki: "Ben
onu sizin üzerinize indireceğim, ama ondan sonra sizden kim inkar ederse, ben ona
dünyalarda hiç kimseye yapmayacağım azabı yaparım!" (ei-Mâide, 112-115.)
îbn Kesir tefsirinde, sofranın gökten indirilişine dair İbn Abbas, Selman-ı Farisî, Ammar b.
Yasir ile diğer seleften nakledilen rivayetleri açıklamışızdır. Bunların özeti şöyledir:
İsa (a.s.), otuz gün oruç tutmaları için Havarilere emir verdi. Onlar da bu orucu
tamamladıklarında İsa (a.s.)'dan, yemek yesinler ve böylece oruçlarının Allah tarafından
kabul edildiği hususunda gönülleri rahatlasın diye gökten bir sofra indirilmesini istediler.
Cenâb-ı Allah bu isteklerini kabul etti. Bu da oruçlarını açtıkları bayram gününde oldu.
Sofradaki nimetler baştan sona hepsine kafi geldi. Zenginlerini de,yok~ sullarını da
doyurdu. İsa (a.s.), bu hususta onlara öğüt verdi. Sofranın şükrünü eda etmiyeceklerinden ve
şartlarım hakkıyla yerine getiremeyeceklerinden korktu. Sofra indirilmesi isteğinden
vazgeçmelerini teklif etti, ama onlar İsa'dan, sofranın indirilmesi hususunda Rabbinden
dilekte bulunması için ısrarla talepte bulundular. Bu isteklerinden vazgeçmediklerini gören
İsa peygamber, namazgahında ayağa kalkıp kıldan dokunmuş elbisesini giydi. Ayaklarını
yanyana getirerek doğru bir şekilde Rabbinin huzurunda divan durup başım eğdi.
Gözlerinden yaşlar akıtarak isteğinin yerine getirilmesi için Rabbine tazarru edip yalvardı.
Cenâb-ı Allah da Havarilerin gözleri önünde gökten sofrayı indirdi. Bu sofra iki bulutun
arasından çıkıp yeryüzüne doğru yavaş yavaş inmekteydi. Yeryüzüne yaklaştıkça İsa (a.s.),
Aziz ve Celil olan Rabbinden, bu gelen şeyin bela değil de rahmet olması için dilekte
bulunuyordu Gelen şeyin bereket ve esenlik olmasını niyaz ediyordu. Sofra indikçe indi,
nihayet gelip İsa (a.s.)'nm önünde durdu, üzerine bir mendil örtülmüştü. İsa mendili
açarken: "Rızık verenlerin en iyisi olan Allah'ın adıyla," diyordu. Sofrada yedi balık ile yedi
ekmek gördü. Başka bir rivayete göre ise sirke vardı. Üçüncü bir rivayete göre ise nar ve
diğer meyveler vardı. Sofradan gerçekten muazzam bir koku geliyordu. Allah, ona "ol"
demiş, o da oluvermişti.
Sonra İsa (a.s.), Havarilerine sofradaki yemekleri yemelerini emretti. Onlar da: "Sen
yemedikçe biz yemeyiz." dediler. İsa: "Sofrayı ilk önce isteyen sizler olmuştunuz!" dedi
ama onlar, yine de sofradan ilk önce kendileri yememekte ısrar ettiler. Bunun üzerine İsa
peygamber yoksullara, muhtaçlara, hastalara, kötürüm kimselere emir verdi; onlar da
sofradan yemeye başladılar. Sayıları 1300 kişi kadardı. Sofradan yemek yiyip de kendisinde
bir afet veya müzmin bir hastalık ya da herhangi bir kusur bulunan kimse şifa bulup
iyileşiyordu. İnsanlar sofradan yemedikleri için pişman oldular. Çünkü yiyenlerin
durumlarının düzeldiğini görmüşlerdi. Sonra denildiğine göre sofra, her gün bir defa yeryüzüne
iner ve insanlar ondan yerlermiş. Sona kalan kimseler bile sanki sofradaki yiyeceklerin
henüz yeni tabaklara doldurulmuş olduğunu görürlerdi. Bir rivayete göre o sofradan 7000
kişi kadar yemişti.
Sofra her gün yeryüzüne iniyor, insanlar ondan yedikten, sonra tek-. rar göğe kaldırılıyordu.
Nitekim insanlar, Salih peygamberin devesinin de sütünü her gün içiyorlardı. Daha sonra
Cenâb-ı Allah İsa peygambere, sofrayı, sadece yoksullara veya muhtaçlara tahsis etmesini
emretmişti. Zenginleri, ondan yemekten menetmesini buyurmuştu. Bu husus, insanların
çoğuna ağır geldi. Münafıklar bu hususta dedikodu yapmaya başladılar. Bunun üzerine sofra
tamamiyle ortadan kaldırıldı. Bu hususta ileri geri konuşanlar domuzlara dönüştüler.
îbn Ebi Hatim, Ammar b. Yasir'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Sofra gökten indirildi, içinde ekmek ve et vardı, (o) zamanın insanlarına) hıyanet
etmemeleri (sofradaki yiyecekleri) saklayıp ertesi güne bırakmamaları için emir verildi, ama
onlar hıyanet edip (sofradaki yiyecekleri) ayırıp ertesi güne bıraktılar. Bu nedenle de
maymunlara ve domuzlara dönüştüler.»[5]
Eğer bu hadis, merfu olarak sahih ise bu kıssa için kesin bir hüküm ifade eder. Çünkü
âlimler, sofra hususunda ihtilaf ederek; bu sofra nazil olmuş mudur, olmamış mıdır? diye
çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Cumhur-u ulemaya göre, bu rivayetlerin de delâlet ettiği
gibi mezkur sofra gökten inmiştir. Nitekim bu, Kur'ân-ı Kerim'in ifadelerinden de
anlaşılmaktadır. Özellikle bir ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuş: «Ben onu
sizin üzerinize indireceğim.» (oi-Mâidc, ııs.) İbn Cerir de bu doğrultuda ifadeler
kullanmıştır ki doğrusunu Allah bilir.
İbn Cerir, sahih bir senetle rivayette bulunarak Mücahid ile Hasan Basrî'nin şöyle
dediklerini söylemiştir: Sofra, gökten indirilmiş değildir. «Ama ondan sonra sizden kim
inkar ederse ben, ona dünyada hiç kimseye yapmayacağım azabı yaparım!" mealindeki ilahi
buyruk geldikten sonra Havariler, sofranın indirilmesi isteğinden vazgeçmişlerdir. Bu
sebeple denilir ki Hristiyanlar, sofra kıssasını bilmezler ve bu kıssa onların kitaplarında
nakledilmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir,
Biz bu hususta İbn Kesir tefsirinde geniş izahatlarda bulunmuşuz-' dur. Dileyen oraya
müracaat edebilir. Övgü ve minnet Allah'adır. [6]
Fasıl
Ebu Bekir b. Ebi'ddünya, Abdullah el-Müzenî'nin oğlu Bekir'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Havariler, peygamberleri İsa'yı kaybetmişlerdi. Onlara: "İsa, denize doğru
yönelmişti." denildi. Bunun üzerine onlar da İsa'yı aramak için etrafa dağıldılar. Nihayet
denize vardılar. Hz. İsa'nın deniz üzerinde yürümekte olduğunu gördüler. Dalgalar bazen
onu yükseltiyor, bazen de aşağılara doğru indiriyorlardı. Üzerindeki giysinin yansım üst
tarafına, yarısını da alt tarafına sarmıştı. Nihayet Havariler onun yanına geldiklerinde
aralarından biri, - zannedersem o, diğer arkadaşlarından daha faziletli biri idi - dedi ki: «Ey
Allah'ın peygamberi, sana gelebilir miyim?» İsa, evet dedi. Bunun üzerine Havari,
ayaklarından birini suyun içine doğru uzattı, sonra diğerini de ileriye doğru atmak isteyince
oh dedi. "Ey Allah'ın Peygamberi, boğuluyorum." diye imdat istedi. İsa (a.s.), ona şu cevabı
verdi: "Elini bana göster ey imanı kısa! Eğer insanoğlunun bir arpa kadar yakine inancı
olsaydı su üzerinde rahatlıkla yürüyebilirdi!"
Kavinin söylediğine göre Meryem oğlu İsa peygambere şöyle denilmiş: "Ey İsa, sen neyle
su üzerinde yürürsün?" O da: "İman ve yakin ile su üzerinde yürürüm." diye cevap vermiş.
Havariler dediler ki: "Biz de senin gibi iman ettik, senin gibi yakın ettik." İsa, "Öyle ise siz
de yürüyün!" deyince onlar adımlarını suya attılar. Fakat dalga gelip onları boğacak duruma
getirdi. İsa onlara: "Neyiniz var?" diye sorunca onlar. "Dalgalardan korktuk." dediler. İsa:
"Oysa dalgaların Rabbinden korkmanız gerekmez mi?" diye sordu ve onları sudan çıkarıp
kurtardı. Sonra eliyle yere vurup elini yumdu sonra açtı. Ellerinden birinde altın, diğerinde
ise çakıl taneleri vardı. Etrafında bulunanlara: "Sizin gönlünüze göre altın mı, yoksa çakıl
taneleri mi daha tatlıdır?" diye sordu. Onlar da "bize göre altın daha tatlıdır." deyince, İsa
peygamber: "Bence her ikisi de aynıdır!" diye cevap verdi.
Zekeriyya oğlu Yahya peygamberin, bazı selef ulemasından nakletmiş olduğumuz
kıssasında anlatıldığına göre İsa peygamber, kıldan dokunmuş giysiler giyer ve ağaç
yapraklarından yermiş. Barınacağı bir evi, ünsiyet bulacağı ailesi ve malı da yokmuş.
Yarınki gün için birşey biriktirmezmiş. Bazı kimselerin anlattıklarına göre o, anasının büküp
Ördüğü ipleri satarak geçinirmiş. Allah'ın salat-ü selamı onun üzerine olsun.
İbn Asakir, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İsa (a.s.)'nm
yanında kıyametten bahsedildiğinde bağırır ve feryad edermiş. Sonra da şöyle dermiş:
"Meryem'in oğlunun yanında kıyametten bahsedilsin de o sussun, bu olacak şey midir?"
Abdülmelik b. Said b. Ebcer'den rivayet edildiğine göre İsa peygamber, öğüt ve nasihatler
işittiğinde, sevdiğini kaybeden kimseler gibi feryadü figan edermiş.
Abdürrezzak'm, Cafer b. Balkan'dan rivayet ettiğine göre İsa peygamber şöyle dermiş:
"Allah'ım, hoşlanmadığım şeyi üzerimden savacak gücüm kalmadı. Umduğum şeyi elde
edecek gücüm de kalmadı. Emir ye yetki benden başkasının elinde oldu. Ben amelime karşı
bir rehine oldum. Benden daha fakir kimse yoktur, Allah'ım, düşmanlarımı bana karşı
sevindirme. Dostlarımı da benim yüzümden-üzme. Musibetimi dinimde kılma,bana
merhamet etmeyecek kimseyi bana musallat
kılma!"
Fudayl b.îyaz, Yunus b. Abid'den rivayet ederek İsa peygamberin şöyle dediğini söylemiştir:
"Bir kimse, dünyayı yiyenin kim olduğuna aldırış etmez hale gelmedikçe, imanın hakikatini
elde edemez."
Fudayl, İsa peygamberin şöyle dediğim nakletmiştir: "Halk üzerinde tefekkür ettim.
Yaratmayan kimsenin, yanımda yaratandan daha imrenilir durumda olduğunu gördüm."
îshak b. Bişr, Hasen'den rivayet ederek şöyle demiştir: "İsa, kıyamet gününde zahidlerin
reisi olacaktır. Günahlarından korkarak dağlara kaçan kimseler, kıyamet gününde İsa ile
beraber haşrolunacaktır."
Günün birinde İsa, yastık niyetiyle başmı bir taşın üzerine koyarak uzanıp uyumuştu.
Uykunun tadını almıştı. O esnada İblis yanma uğrayarak şöyle demişti: Ey İsa! Hani sen
demiyor muydun ki ben dünya malını istemem?! İşte şu yastık niyetine kullandığın taş da
dünya malıdır!
İblis'in böyle demesi üzerine İsa yerden kalkarak yastık niyetine kullandığı taşı İblis'e fırlattı
ve : "Al sana şunu, dünya ile beraber senin olsun!" dedi.
Mutemer b. Süleyman dedi ki: Günün birinde İsa peygamber, üzerinde yünden cübbesi ve
kısa şalvarıyla yalın ayak vaziyette arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıktı. Üzeri tozlu, açlıktan
rengi sararmış, susuzluktan da dudakları kurumuş halde idi. Ey İsrailoğulları selam size,
dedi.
Ben o kimseyim ki dünyayı yerine bıraktım. Bunu Allah'ın izniyle başardım. Ama bununla
Övünmüyor ve gururlanmıyorum. Benim evimin nerede olduğunu biliyor musunuz? Orada
bulunanlar: "Senin evin nerededir ey Allah'ın ruhu?" diye sorunca o da şu cevabı verdi:
"Benim evim, mescidlerdir. Gezip dolaştığım yerler, suların üstüdür. Katığım, açlıktır.
Geceleyin kandilim, Ay'dır. Kışın dahi gün doğuncaya kadar namaz kılarım. Reyhanım,
yerlerin bitirdiği sebzelerdir. Giysim, yündür. Şiarını, onur ve üstünlük sahibi olan Allah'tan
korkmaktır. Meclis arkadaşlarım, kötürümler, hastalar ve miskinlerdir. Sabah uykudan
uyandığımda bir şeyim yoktur. Akşam uykuya vardığımda da bir şeyim yoktur. Ben
müsterihim. Hiç mal peşinde koşmam ve tasam yoktur. Benden daha zengin ve kazançlı kim
vardır?!"
Bunu İbn Asakir rivayet etmiştir.
Hani' b. Mütevekkil, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
"Cenâb-ı Allah İsa'ya şöyle vahyetti: Ey İsa, tanınmamak ve dolayısıyla eziyete uğramamak
için falan yerden falan yere göç et. Onur ve üstünlüğüme andolsun ki sana 1000 huriyi eş
olarak vereceğim. Ve 400 sene müddetle senin düğününü yaptıracağım»
Bu garip bir hadistir. îsrailiyattan da olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Abdullah b. Mübarek, Halef b. Havşeb'ten rivayet ederek şöyle dedi: İsa (a.s.) Havarilere
şöyle dedi: "Hükümdarlar size hikmeti bıraktıkları gibi siz de onlara dünyayı bırakın."
Katade'den şöyle rivayet etmiştir. İsa (a.s.) şöyle dedi: "Benden isteyin, çünkü ben yumuşak
kalpliyim. Kendi nefsime göre de küçük bir kimseyim."
İsmail b. İyaş, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa (a.s.), Havarilere şöyle dedi:
"Arpa ekmeği yiyin ve temiz su için. Dünyadan da salim ve emin olarak çıkıp gidin. Size
söylediğim sözler hakkı için bilin ki dünyanın tatlılığı, ahiretin acılığıdır. Ve dünyanın
acılığı da ahiretin tatlılığıdır. Allah'ın kulları nimetlerle şımarmazlar. Size söylediklerimin
hakkı için sizin en şerliniz, heva ve hevesini ilmine tercih eden âliminizdir. Çünkü insanların
hepsi onun gibi olurlar."
Ebu Mus'ab, Malik'den rivayet ederek İsa peygamberin şöyle dediğini işitmişTİR: "Ey
İsrailoğulları, temiz ve saf su için. Çöllerde yetişen bakliyatı yiyin. Arpa ekmeği yiyin.
Buğday ekmeğinden uzak durun. Çünkü siz onun şükrünü eda edemezsiniz."
İbn Vehb, Yahya b. Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Hz. İsa şöyle diyormuş: "Dünyayı bir geçit gibi kullanın. Ama onu, imar etmeyin, Dünya
sevgisi, bütün günahların başıdır. Harama bakmak, kalbe şehvet tohumlarını eker."
Vehb b. Verd, buna benzer bir nakilde bulunarak şu ilaveyi de yapmıştır: "Nice şehvet vardır
ki sahiplerine uzun uzadıya hüzün ve tasa bırakmıştır."
İsa peygamber bir defasında da şöyle demiştir: "Ey zayıf olan ademoğlu, her nerede
bulunursan Allah'tan kork ve ona karşı gelmekten salan. Dünyada bir misafir gibi ol.
Mescidleri kendine ev edin. Gözüne ağlamayı, bedenine sabrı ve kalbine de tefekkürü alıştır.
Yarının rızkını düşünme, bu günahtır.".
Yine İsa peygamberin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sizden biri nasıl ki deniz dalgası
üzerine ev inşa edemezse aynı şekilde dünyayı da kendisi için kalınacak bir yer olarak kabul
etmesin." Bu mealde, Sabık el-Berberî şöyle demiştir. "Sizin için kılıçların ucunda evler
vardır. Temeli kerpiç olan ev, su üzerine inşa edilir mi?!" Süfyan es-Sevri'nin rivayetine göre
Meryem oğlu İsa (a.s.) şöyle demiştir: "Bir kapta su ile ateş birarada duramadığı gibi,
mü'minin kalbinde de dünya sevgisiyle ahiret sevgisi bir arada bulunamaz!"
İbrahim el-Harbî, Ebu Abdullah es-Safı'den rivayet ederek İsa peygamberin şöyle dediğini
söylemiştir: "Dünyayı isteyen kimse, deniz suyunu içen kimse gibidir. Deniz suyunu içtikçe
susuzluğu daha da artar. O kadar çok içer ki nihayet ölür, gider."
İsa (a.s.)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Şeytan, dünya ile beraberdir. Mal ile beraber de
insanı zorlar. Bunu insanın hevesiyle birlikte süsler ve şehvetlerin yanında da gizlenir."
A'meş, Hayseme'den rivayet ederek dedi ki: İsa peygamber, arkadaşları için yemek sofrası
kurar ve yanlarında durarak şöyle derdi: İşte misafirleriniz için böyle yapın.
Kadının birisi, İsa peygambere şöyle demiş: Seni taşıyan kucağa ve seni emziren memeye
ne mutlu!
Isa da şu karşılığı vermiş: Allah'ın kitabını okuyup ona tâbi olana ne mutlu.
Günahlarını hatırladığı için ağlayan kimseye ve dilini tutup evine kapanan kimseye ne
mutlu.
Uyurken içinden günah işleme planını kurmayan ve uyanırken de günahsız olarak uyanan
kimseye ne mutlu!
Malik b. Dinar'ın şöyle dediği rivayet edilir: İsa (a.s.) ile arkadaşları, bir leşin yanından
geçiyorladı. Arkadaşları, "Bu ne kadar da pis kokuyor!" dediler. İsa, onları gıybetten
menetmek için: "Şu leşin dişleri ne kadar da beyaz ve parlak!" dedi.
Ebu Bekir b. Ebiddünya, Zekeriyya b. Adî'deri rivayet ederek Meryem oğlu İsa'nın şöyle
dediğim söylemiştir: "Ey Havariler topluluğu! Dünya ehlinin, dünyayı selamette tutmakla
birlikte azıcık bir din ile razı oluşları gibi, siz de dininizi selamette tutarak azıcık bir
dünyalıkla razı olup kanaat edin."
Zekeriyya'mn nakline göre bu hususta şairin birisi şöyle demiştir:
"Bazı adamlar görüyorum ki azıcık bir dinle yetinmişlerdir.
Onların geçimde az şe}'le razı olmadıklarını görüyorum.
Sen dini elde ederek hükümdarların dünyasına iltifat etme.
Nitekim hükümdarlar da dünyayı elde ettikleri için dine iltifat etmemişlerdir."
Ebu Mus'ab, Malik'ten rivayet ederek Meryem oğlu İsa (a.s.)'mn şöyle dediğini söylemiştir:
"Allah'ın zikri olmadan konuşmayı uzatmayın. Alîsi takdirde kalbiniz katılaşır. Katı kalp de
siz farkında olmadan Allah'tan uzaklaşır. Kendiniz Rabmışsımz gibi kulların günahlarına
bakmayın. Bilakis kendiniz kul olarak onların günahlarına bakıp ibret alın. İnsanlar
hastalıklı ve afiyetli kimseler olmak üzere iki guruba ayrılırlar. Hastalıklı ve belalı olanlara
acıyın. Afiyette olduğumuz zaman da Allah'a hamd edin."
Sevrî dedi ki: İbrahim et-Temimî'den naklederek babamın şöyle dediğini işittim: İsa,
ashabına şöyle demişti: "Size gerçeği söylüyorum: Firdevs Cenneti'ni isteyen kimseye arpa
ekmeği yemek ve mezbelede köpeklerle birlikte uyumak dahi çoktur."
Malik b. Dinar, İsa (a.s.)'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Küllü arpa ekmeğini yemek ve
mezbelede köpeklerle birlikte uyumak, Firdevs Cenneti'ni elde etmek için yeterli değildir."
Abdullah b. Mübarek, Salim b. Ebi Ca'd'dan rivayet ederek İsa peygamberin şöyle dediğini
söylemiştir: "Karnınızı doyurmak için değil, Allah için çalışın, şu kuşa bakın; sabah akşam
gidip geliyor, ne ekip ne biçiyor, ama rızkını Allah veriyor. Eğer, 'Bizim karnımız kuşların
karnından daha büyüktür.' derseniz, şu yabanî sığırlarla eşeklere bakın. Bunlar sabah gidip
akşam geliyor, ne ekiyor ne de biçiyorlar, ama nzıklarım Allah veriyor."
Safvan b. Amr, Yezid b. Meysere'den rivayet ederek Havarilerin İsa peygambere şöyle
dediklerini söylemiştir: "Ey Allah'ın Meşini! Allah'ın mescidine bak ne güzel!"
İsa dedi ki: "Amin, amin.. Size şu gerçeği ifade edeyim ki Cenâb-ı Allah, bu mescidden bir
tek taşı dahi yerinde bırakmıyacak ve içine girip çıkanların günahları nedeniyle yıkıp yok
edecektir. Beğendiğiniz şu altın gümüş ve taşları, Allah hiçbir şey yapmayacaktır. Allah'ın
hoşuna giden şey, salih kalplerdir. Yeryüzü, salih kalplerle imar bulup şenlene-cektir. Ama
bu kalpler fesada giderse, yeryüzü harap olacaktır." Hafız Ebu'l-Kasım İbn Asakir, îbn
Abbas'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"İsa (a.s.), harap bir şehre uğradı. Oradaki binaların kalıntıları çok hoşuna gitmişti ve
şöyle demişti: Ey Rabbim, bana cevap vermesi için şu şehre emir ver. Cenâb-ı Allah, o şehre
şöyle vahyetti: "Ey harap şehir, İsa'nın sorularına cevap ver." Şehir: "Sevgili İsa, benden
istediğin nedir?" diye sorunca İsa şöyle sordu: "Ağaçların ne oldu, nehirlerin ne oldu,
köşklerin ne oldu,
sakinlerin nereye gitti?"
Şehir cevap verdi: "Sevgili İsa.. Rabbinin gerçek vaadi geldi. Ağaçlarım kurudu,
nehirlerimin suları çekildi. Köşklerim harabeye döndü. Sakinlerim de öldü." İsa: "Hani
onların malları nerede?" diye sorunca şehir, şu cevabı verdi: "Mallarını helal, haram
demeden topladılar ve şimdi hepsi de benim karnımdadır. Göklerin ve yerin mirası, Allah'a
aittir. Yani bunlardaki mevcut olan şeylerin hepsi Allah'a kalacaktır."
Bunun üzerine İsa (a.s.) inleyerek şöyle dedi. "Üç kişiye hayret ediyorum:
1- Dünyayı talep eden kimse.. Ama ölüm onu arıyor.
2- Köşkleri yaptıran kimse.. Ama onun son durağı mezardır.
3- Kahkahayla gülen kimse.. Ama önünde ateş vardır!
Ey Ademoğlu! Ne çok malla doyarsın, ne de az malla yetinirsin. Sana Övgüde
bulunmayacak kimse için x^al topluyorsun; mazeretini kabul etmeyecek bir efendiye takdim
ediyorsun. Sen, ancak karnının ve şehvetinin kulusun. Mezara girdiğin zaman ancak karnın
doyacaktır. Ey ademoğlu görüyor musun, topladığın mal, başkasının terazisine girecektir."
Bu cidden garip bir hadistir. İçinde güzel öğütler bulunduğu için buraya yazdık.
Süfyan es-Sevrî, İbrahim et-Teymî'den rivayet ederek İsa (a.s.)'nın şöyle dediğini
söylemiştir: "Ey Havariler topluluğu! Hazinelerinizi göğe yerleştirin zira kişinin kalbi,
hazinesini yerleştirdiği yerdedir."
Sevr b. Zeyd, Abdülaziz b. Zibyan'dan rivayet ederek şöyle dedi: Meryem oğlu İsa (a.s.)
dedi ki: "Öğrenen, öğreten ve öğrendiğiyle amel eden kimse, göklerin melekûtunda (yüce
âlemlerde) büyük ve ulu bir
kimse olarak çağrılır."
Ebu Küreyb dedi ki: İsa (a.s.)'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Seninle birlikte vadiyi
geçmeyen ve toplumda senden bahsettirmeyen ilimde hayır yoktur."
ibn Asakir, garip bir senetle merfu olarak İbn Abbas'dan şöyle bir rivayette bulunmuştur: İsa
peygamber, İsrailoğulları arasında kalkıp şöyle bir hitapta bulunmuştu: "Ey Havariler
topluluğu! Hikmetleri, ehli olmayan kimselere anlatmayın, aksi takdirde hikmete zulmetmiş
olursunuz. Ehli olan kimselerden de hikmeti saklamayın. Aksi takdirde o kimselere
zulmetmiş olursunuz. Üç şey çok önemlidir:
1- Doğruluğu anlaşılan hükme tâbi olun.
2- Fasitliği anlaşılan şeyden de uzak durun.
3- Hükmü üzerinde ihtilaf edilen şeyi de onur ve üstünlük sahibi Allah'a havale edin."
Abdürrezzak, İkrime'den rivayet ederek İsa peygamberin şöyle dediğini söylemiştir: "İnciyi,
domuzun boynuna takmayın. Çünkü o inciden yararlanamaz. Hikmeti de istemeyene
vermeyin. Çünkü hikmet inciden daha hayırlıdır. Hikmeti istemiyen kimse ise domuzdan
daha kötüdür!"
Vehb ile diğerleri, İsa peygamberin kendi arkadaşlarına şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Siz
yeryüzünün tuzusunuz. Siz bozulduğunuz takdirde tedaviniz imkansız olur. Sizde iki huy
vardır ki bunlar da cehaletten sayılır:
1- Şaşılacak bir durum olmadan gülmeniz.
2- Kuşluk vakti uyumanız."
Yine Vehb u. Münebbih'den rivayet edildiğine göre İsa peygambere, "İnsanların en çok
fitneci olanı kimdir?" diye soruldu. Buyurdu ki: "Âlimin günah işlemesi.. Zira âlim günah
işlediği zaman, onun günahına al-danarak dünyadaki insanların birçoğu günah işlerler.
Ey kötü âlimler! Dünyayı başınızın üzerine aldınız, ahireti de ayaklar altında çiğnediniz.
Sözünüz şifadır ama ameliniz derttir. Siz yaramaz meyva veren bir ağaca benzersiniz. Sizi
dışardan seyredenler beğenirler, ama meyvenizi yiyenler Ölürler.
Ey kötü âlimler! Cennet'in kapıları üzerinde oturdunuz; ne içeriye girersiniz, ne de
miskinleri. Oraya girmeleri için çağırırsınız. Allah katında insanların en şerlisi, ilmini alet
ederek dünyayı talep eden âlimdir."
Mekhûl dedi ki: Yahya ile İsa peygamber karşılaştılar. İsa peygamber gülerek onunla
tokalaştı. Yahya ona dedi ki: "Teyze oğlu, neyin var? Görüyorum ki gülüyorsun. Sanki
ahiretin hususunda emin olmuşsun?"
İsa da ona şöyle dedi: "Neyin var? Görüyorum ki yüzün asıktır. Sanki ahiretin hususunda
umutsuzluğa kapılmışsın."
Cenâb-ı Allah her ikisine de vahyederek şöyle buyurdu: "İçinizden bana en sevimli olanınız,
arkadaşına karşı güler yüz göstereninizdir."
Vehb b. Münebbih dedi ki: İsa (a.s.) ile arkadaşları bir mezarın yanı başına gelip durdular.
Arkadaşlarından biri mezarın içine girip baktı.
Diğerleri de mezardan ve darlığından söz ediyorlardı. İsa peygamber onlara şöyle dedi: "Siz
bundan önce mezardan daha dar bir yer olan analarınızın rahimlerindeydiniz. Ama Cenâb-ı
Allah'ın hoşuna giden sevgili bir kulu öldüğünde, mezara genişlemesi için emir verir, mezar
da genişler."
Ebu Ömer ed-Darîr şöyle dedi: "Bana gelen bir habere göre İsa peygamberin yanında
ölümden söz edildiğinde onun cildinden kan damlarmış!"
Bu konuda nakledilen birçok rivayetler vardır. Hafız b. Asakir bunlardan bir kısmım nakle
tmiştir. Biz de bunlarla yetindik. İnsanı doğruya ulaştıran Allah'tır. [7]
İsa Peygamberin Semaya Yükseltilmesi
Yüce Allah buyurdu ki:
«Tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Çünkü Allah (istese), herkesten
daha iyi tuzak kurar. Allah demişti ki: "Ey İ-sa, ben seni öldüreceğim, bana yükselteceğim,
seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar
edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler
hakkında aranızda ben hükmedeceğim,"» (Âl-i İmrân, 54-55.) «Sözlerini bozmalarından,
Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinden, haksız yere peygamberleri öldürmelerinden
"Kalplerimiz kılıflı" demelerinden ötürü (başlarına belalar getirdik). Hayır (kalpleri kılıflı
değil), fakat inkarlarından ötürü Allah o kalplerin üzerini mühürlemiştir. Artık pek azı hariç,
onlar inanmazlar: Küfürlerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından; "Biz Allah'ın
elçisi, Meryemoğlu İsa Mesihi öldürdük!" demelerinden ötürü... Oysa onu öldürmediler ve
asmadılar; fakat (İsa) onlara benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan
yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu
yakînen öldürmediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler).
Hayır, Allah onu (İsa'yı) kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.
Andolsun) kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın.
Kıyamet günü de o, (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.» (en-Nisâ, 155-159.)
Cenâb-ı Allah, İsa'yı - sahih ve kesin kavle göre - uyku ile öldürdükten sonra göğe
yükselttiğini ve Yahudilerden olup onu zamanının bazı kafir hükümdarlarına jurnalleyen ve
kendisine eziyet vermek isteyen kimselerden kurtardığım, yukarıdaki ayet-i kerimelerde
bildiriyor.
Hasan Basrî ile Muhammed b. îshak dediler ki: İsa'yı öldürmek isteyen hükümdarın adı
Davud b. Nora idi. İsa'nın öldürülerek çarmıha gerilmesini emretmişti. Onu Beyt-i
Makdis'deki bir odaya hapsettiler. Bu olay, cumayı cumartesine bağlayan gece vuku
bulmuştu. Öldürülme zamanı yaklaştığında Cenâb-ı Allah, yanında hazır bulunan arkadaşlarından
birini, ona benzer hale soktu. İsa'yı da o odanın bacasından göğe yükseltti. Oradakiler
de bu manzarayı seyrediyorlardı. Zaptiyeler odaya girdiklerinde, İsa'nın benzeri olan genci,
o zannederek yakalayıp götürdüler. Öldürüp çarmıha gerdiler. Tahkir etmek için başının
üzerine dikenler koydular. Hz. İsa'nın durumunu görmeyen Hristiyanların çoğunluğu,
Yahudilerin, İsa'nın öldürülüp çarmıha gerildiğine dair i'd-dilarım kabul ettiler; bu sebeple
de gerçeklerden uzaklaşıp delâlete düştüler.
Andoîsun kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce (yani kıyamet kopmasından
önce ahir zamanda yeryüzüne inişinden sonra) ona inanacak olmasın." Ahir zamanda Isa
peygamber yeryüzüne inip domuzu öldürecek, haçı kıracak, gayr-i müslimlerin üzerine
cizye vergisini tarhedecek, İslâmiyet'ten başka hiçbir dini kabul etmeyecektir. Nitekim bu
ayet-i kerimenin İbn Kesir Tefsirinde açıklamasını yaparken nakletmiş olduğumuz
hadislerle de bu hususu açıklığa kavuşturmuştuk. Ayrıca "el-Fiten ve'1-Melahim" adlı
kitapta da Mesih Deccal haberlerini verdiğimiz bölümde bu konuda uzun uzadıya
açıklamalarda bulunmuştuk. Orada Mesih Mehdi (a.s.)'nin, yüce Allah tarafından, yalancı ve
sapıklığa davet edici Mesih Deccal'ı öldürmek için yeryüzüne indirileceğini de söylemiştik.
[8]
İsa Peygamber, Göğe Nasıl Yükseltildi?
İbn Ebi Hatim, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir; "Cenâb-ı Allah, isa'yı göğe
yükseltmek istediği zaman, Isa, arkadaşlarının yanına gitmişti. Odada, arkadaşları olan
Havarilerden oniki kişi vardı. Evdeki bir çeşmeden yıkanmış, başından sular damlarken
yanlarına gitmiş ve şöyle demişti: Sizden bazıları, bana iman ettikten sonra on iki kez beni
inkar edecektir. Hanginiz benim benzerim olacaksınız ki, benim yerime öldürülsün, sonra da
benimle aynı dereceye yükselsin?"
Aralarından en genç olan birisi kalktı. İsa ona: "Otur." dedi. Sonra bu teklifini tekrarlayınca
aynı genç yine ayağa kalkarak: "Senin benzerin olmak isterim." dedi. İsa da: "Öyle ise sen
benim benzerim olacaksın." dedi ve Allah tarafindan İsa'ya benzetildi. İsa da o evin bacasından
göğe yükseltildi.
Yahudilerin zaptiyesi gelerek İsa'nın benzeri kılman genci yakalayıp götürdü, öldürüp
çarmıha gerdi. Bundan sonra kendisine iman edişinin ardı sıra bazı kimseler İsa'yı oniki kez
inkar ettiler, sonra da üç gruba ayrıldılar. Bu gruplardan biri: «Allah dilediği müddetçe
aramızda kaldı, sonra göğe yükseldi.» dedi ki bunlar Yakûbîlerdir.
Diğer bir grup: «Allah'ın oğlu dilediği müddetçe aramızda kaldı, sonra Allah onu kendi
yanına yükseltti.» dediler ki, bunlar da Nasturî-lerdir.
Üçüncü grup ise şöyle dedi: «Allah'ın kulu ve elçisi, dilediği müddetçe aramızda kaldı,
sonra Allah onu yanına yükseltti.» Böyle diyenler de Müslümanlardı. İki kafir grup,
Müslümanlara üstün gelip onları öldürdüler. Muhammed .(s.a.v.)'i, Allah, peygamber olarak
gönderinceye kadar İslamiyet, kafirlerin baskısı altında kaldı.
îbn Abbas: "Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler." (es-
Saff, 14.) ayet-i kerimesi ile bunun kasdedüdiğini söylemiştik.
Bu husus, selef ulemasının birçoğu tarafından böylece nakledilmiştir. Bu konuda uzun
uzadıya açıklamalarda bulunan biri de Muhammed b. îshak b. Yesar'dır ki şöyle demiştir:
Risaleti tebliğ etsin, davetini tamamlasın ve Allah'ın dinine giren insanlar çoğalsınlar diye
İsa peygamber, ömrünü uzatması için onur ve üstünlük sahibi olan Allah'a dua ediyordu.
Rivayete göre yanında oniki Havarisi vardı. Bunların adları şöyledir: Batros, Yakub b.
Zebda, Yakub'un kardeşi Yahnes, Endravus, Filibos, Abroselma, Matta, Tomas, Halkrya oğlu
Yakub, Tedavüs, Feta-tiya, Yadis Keryayota. (Yahudilere, isa'nın yerini gösteren de budur.)
Aralarında Serkis adında birisi de vardı ki Hristiyanlar, onun adını gizlemişlerdir. İsa'ya
benzediği için onun yerine Öldürülüp çarmıha gerilen bu zattır. Bazı Hristiyanlarm iddiasına
göre isa'nın benzeri olduğu için Öldürülüp çarmıha gerilen kişi, Keryayota oğlu YodasJtır.
Doğrusunu Allah bilir.
Dahhakb. Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: Isa peygamber, yerine halef olarak
Şemon'u bırakmıştır. Yahudiler, onun benzeri olan Yodas'ı öldürmüşlerdir.
Ahmed b. Mervan, Ferra'nın, «Tuzak kurdular, Allah onların tuzaklarına karşılık verdi.
Allah tuzak kuranların en iyisidir.» ayet-i kerime-siyle ilgili olarak açıklamalarda
bulunurken, şöyle demiştir: «İsa (a.s.), bir zaman teyzesinin gözü önünden kaybolup gitti
sonra yanına geldi. Yahudilerden Re'sül Calot, Allah tarafından İsa (a.s.)'mn benzeri bir
şekle büründürüldü. Bunlar Isa (a.s.)'mn kapısına gelip yığıldılar, kapıyı kırdılar; Re'sül
Calot, Isa (a.s.)'yı yakalayıp getirmek için içeriye girdi. Allah, İsa (a.s.)'yı ona göstermedi.
Sonra arkadaşlarının yanma çıkarak: Isa (a.s.)'yı görmedim, dedi. Elinde kınından çekilmiş
bir kılmç vardı. Arkadaşları - İsa (a.s.)'nın benzeri kılındığı için, ona - İsa sensin diyerek onu
yakalayıp Öldürdüler ve çarmıha gerdiler. Şanı yüce Allah buyurdu ki: «Oysa onu
öldürmediler ve asmadılar fakat (İsa) onlara benzer
gösterildi.»
ibn Cerir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Beraberindeki onyedi Havari
ile İsa peygamber bir eve gelip girdi. Yahudiler evi kuşatma altına aldılar. Eve girdiklerinde
Havarilerin hepsi İsa (a.s.) suretine girerek onun gibi göründüler. Yahudiler onlara: "Bize
büyü yaptınız. Ya İsa (a.s.)'yı bize gösterirsiniz ya da hepinizi öldürürüz!" dediler. İsa (a.s.),
arkadaşlarına: "Cennet karşılığında bu gün hanginiz kendi nefsini satar (feda eder)?" diye
sorunca Havarilerden biri: "Ben satarım." deyip Yahudilerin Önüne çıktı ve ben İsa
(a.s.)'yım, dedi. Allah, onu, İsa (a.s.)'nm şekline büründürmüştü. Onu, yakalayıp öldürdüler
ve çarmıha gerdiler. İşte bu nedenle o insan, kendilerine İsa (a.s.)'nm benzeri kılındı ve onlar
da İsa (a.s.)'yı öldürmüş olduklarını zannettiler. Hristiyaıılar da aynı şekilde İsa (a.s.)'nm
öldürülmüş olduğunu zannettiler. Halbuki Cenâb-ı Allah, o gün içinde İsa (a.s.)'yı göğe
yükseltmişti.»[9]
îbn Cerir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cenâb-ı Allah, Meryem oğlu
İsa (a.s.)'ya, artık dünyadan çıkıp gideceğini bildirdiğinde Ölüm ona zor gelmişti. Havarileri
çağırarak onlara bir ziyafet verip şöyle dedi: Bu gece yanımda bulunun. Çünkü size ihtiyacım
vardır.
Gece olunca Havariler yanma geldiler, kalkıp onlara çeşitli hizmet ve ikramlarda bulundu.
Yemekten sonra ellerini yıkayıp kendi eliyle onlara abdest aldırdı. Havluyla ellerini silip
kuruladı. Havariler bundan sıkılıp utandılar. İsa (a.s.): "Bu gece benim yaptıklarıma karşı
çıkan kimse, benden değildir. Ben de ondan değilim." dedi. Böyle deyince artık onun bütün
yaptıklarına tasvip nazarıyla baktılar. Nihayet bütün hiz-met ve ikramlara tamamladıktan
sonra şöyle bir açıklamada bulundu: "Bu gece ziyafette size yaptığım hizmetler ve ellerinizi
yıkayışım, benden size bir örnek olsun. Beni, en hayırlınız olarak görmektesiniz. Şu halde
birbirinize yaptığınız ikramlar ağırınıza gitmesin. Birbiriniz için kendinizi feda edin.
Nitekim ben de kendi nefsimi size feda etmişimdir. Size olan ihtiyacım, benim için Allah'a
dua edip ecelimi ertelemesini is-temenizdir."
Havarileri kendilerini duaya verince daha da fazla dua etmek istediklerinde uyku bastırdı,
artık dua edemez hale geldiler. İsa onları uyarmaya ve uykularını dağıtmaya çalışıyor ve:
"Sübhanallah! Bana yardımcı olmak için bir gece dahi sabredemiyor ve dayanamıyorsunuz,
öyle mi?" diyordu. Onlar da şu karşılığı veriyorlardı: "Vallahi bize ne olduğunu
anlayamadık, halbuki önceki gecelerde çok uykusuz kalır ve sohbet ederdik. Ama bu gece
uykusuz kalmaya dayanamıyoruz. Bizimle dua arasına bir engel girmiştir." Böyle demeleri
üzerine İsa (a.s.) şu karşılığı vermişti: "Evet.. Çoban gidecek, koyun sürüsü dağılacaktır."
Böyle diyerek ölümünün yaklaştığını onlara haber veriyordu. Daha sonra da sözünü şöyle
sürdürdü: "Doğrusu horoz üç defa ötmeden önce sizden biri, beni inkar edecektir. Ve yine
biriniz az bir para karşılığında beni satacaktır. Bu sebeple elde ettiği parayı da yiyecektir."
Böyle dedikten sonra arkadaşları evden çıkıp dağıldılar. Yahudiler de İsa peygamberi
arıyorlardı. Havarilerden biri olan Şemon'u yakaladılar ve: "İşte bu da İsa'nın
arkadaşlanndandır!" dediler ama o İsa'nın arkadaşı olduğunu inkar ederek: "Ben onun
arkadaşı değilim!" dedi. Böylece onu bıraktılar. Bu defa diğer bir grup Şemonu yakaladı.
Yine İsa (a.s.)'nın arkadaşı olmadığını söyledi. Sonra da bir horozun ötmekte olduğunu işitti,
ağlayıp üzüldü.
Havarilerden biri, Yahudilere gidip şöyle dedi: "İsa (a.s.)'mn yerini size gösterirsem bana ne
verirsiniz?" Onlar da kendisine otuz dirhem verdiler. Dirhemleri alıp onları peşine taktı ve
İsa (a.s.)'nın bulunduğu yere götürdü. Ama bundan önce kendisi İsa (a.s.)'nın suretine
büründü. Yahudiler, onun İsa olduğunu zannederek yakaladılar; elini, ayağım bağlayarak
götürdüler. Kendisine şöyle dediler: "Sen misin ölüleri diriltip şeytanları kovan ve delileri
şifaya kavuşturan? Hadi bakalım, kendini şu iplerden kurtarsana?!" Böyle deyip yüzüne
tükürüyor, üzerine diken atıyorlardı. Nihayet onu darağacmm yanma getirdiler. Cenâb-ı Allah
o esnada İsa (a.s.)'yı göğe yükseltip aldı ve İsa (a.s.)'nm benzeri olan Havariyi astılar.
Astıkları Havari, daı*ağacmda yedi gün müddetle kaldı. Sonra anası ile anasının tedavi
ederek delilikten kurtarıp şifaya kavuşturduğu kadın, darağacmm yanma gelerek ağlamaya
başladılar. İsa peygamber yanlarına gelerek: "Niçin ağlıyorsunuz?" diye sorunca, onlar da
senin için ağlıyoruz, diye karşılık verdiler. İsa (a.s.) onları teskin ederek şöyle dedi: "Allah
beni yanma yükseltti ve bana iyilikten başka bir şey isabet etmedi. Şu darağacmdaki adam
benim şeklime bürün-dülerek onlara benzer kılındı. Siz Havarilere deyin ki, falan yere gelip
benimle buluşsunlar." Kadınlar gidip Havarilere bu haberi ulaştırdılar. Havariler de belirtilen
yere onbir kişi olarak gittiler. İsa (a.s.)'mn yerini Yahudilere gösteren ve onu satan Havari,
ortalarda yoktu. İsa (a.s.), onu arkadaşlarına sordu. Onlar da: Yaptığı ihanetten dolayı
pişman oldu. Kendini boğarak öldürdü, dediler.
İsa: "Eğer tevbe etseydi Allah tevbesini kabul buyururdu." dedi. Sonra kendileriyle beraber
gezip dolaşan Yahya adındaki genci onlara sordu ve dedi ki: "O sizinle beraberdir. Artık
buradan gidin. Her insan kendi kavminin dili ile konuşmalıdır. Onları uyarıp
desteklemelidir."[10]
Bu tuhaf ve garip bir isnattır. Ama - Allah'ın laneti üzerlerine olsun - Hristiyanların
anlattıkları şu hikayeden daha sahihtir. Güya Meryem bir ağacın yanında oturup ağlamakta
iken İsa peygamber onun yanına gelmiş, vücudundaki çivi yerlerini ona göstermiş, cesedi
her ne kadar asılıp çarmıha gerilmişse de ruhunun Allah katma yükseltildiğini ona haber
vermiş!
Bu, yalan, iftira, uydurma, tahrif, tebdil ve asılsız sözlerdir. Hiçbir mesnede dayanmadan
İncil'e yapılan hilaf-ı hakikat eklemelerdir. Delilin icaplarına uymamaktadır.
Hafiz b. Asakir, Yahya b. Habib kanalıyla yaptığı bir rivayette şöyle demektedir:
Darağacmdaki adam yedi gün müddetle asılı kaldıktan sonra Meryem, hükümdarın evine
giderek darağacmdaki ölünün indirilmesini istedi. Asılanın kendi oğlu olduğunu
zannediyordu.Hükümdar, onun bu isteğini kabul edip cesedi darağacmdan indirtti ve oraya
defnettirdi. Meryem, Yahya'nın anasına: "Mesih'in mezarını ziyaret etmek için benimle
gelmez misin?" diye sordu. İkisi beraberce mezarın başına gittiler. Mezara yaklaştıklarında
Meryem, Yahya'nın anasına: "Örtünmez misin?" diye sorunca Yahya'nın anası: "Kime karşı
örtüneceğim?" diyerek karşılık verdi. Meryem de: "Şu mezarın yanı başında duran adama
karşı örtün." dedi. Yahya'nın anası ise: "Ben herhangi bir kimse görmüyorum." dedi.
Meryem, kabrin yanı başında duran şahsın Cebrail olacağını düşündü. Onunla görüşeli
aradan epey zaman geçmişti. Yahya'nın anası yerinde durdu. Meryem mezara yaklaştı. Yaklaştığında
Cebrail ona şöyle demişti: "Ey Meryem, nereye gidiyorsun?"
Meryem de, "Mesih'in mezarını ziyaret edeceğim. Selam verip onunla konuşacağım." diye
karşılık verdi. Cebrail ona şu cevabı verdi: "Ey Meryem, bu Mesih değildir. Allah, Mesih'i
kafirlerden temizleyerek kendi katına yükseltti. Burada yatan, ona benzer kılman ve yerine
öldürülüp asılan gençtir. Bunun işareti de şudur: Bu gencin ailesi kendisini kaybetmişlerdir.
Nerede olduğunu bilememektedirler. Dolasıyla üzerine ağlamaktadırlar. Eğer inanmıyorsan
falan gün falan ormanlığa gel, orada Mesih'le karşılaşırsın!"
Meryem, kız kardeşinin yanına dönüp gitti. Cebrail de tekrar göğe çıktı. Meryem, kız
kardeşine Cebrail'den ve kendisine söylediği sözlerden, gideceği ormanlıktan bahsetti.
Cebrail'le kararlaştırmış oldukları günde ormanlığa gitti ve İsa (a.s.)'yı orada buldu. Onu
görünce koşarak yanma vardı ve kucaklayıp başını öptü. Daha önce yaptığı gibi İsa da ona
dua ederek şöyle dedi: "Anacığım şu kavim beni öldürmedi. Ancak Allah, beni kendi yanma
alıp götürdü. Bu gün seninle buluşmama izin verdi. Yakında sen de öleceksin. Buna sabret
ve Allah'ı çokça zikret." Böyle dedikten sonra İsa tekrar göğe çıktı ve anası Meryem,
ölünceye kadar artık İsa (a.s.) ile bir daha buluşmadı.
Bana ulaşan habere göre Meryem, İsa'nın göğe yükseltilmesinden sonra beş sene daha
yaşamış ve elliüç yaşmdayken vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.
Hasan Basrî dedi ki: İsa peygamber, otuzdört yaşındayken göğe yükseltildi.
Hadisde şöyle haber verilmektedir:
«Cennetlikler, Cennet'e tüysüz ve parlak delikanlılar suretinde gireceklerdir. Gözleri sürmeli
olup hepsi otuzüçer yaşında olacaklardır.»
Bir başka hadisde de cennetliklerin Cennet'e girerken İsa (a.s.)'nın göğe yükseltildiği
gündeki suretinde ve Yusuf un güzelliğinde olacakları haber verilmektedir. Hammad b.
Seleme, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini söylemiştir: İsa, otuzüç yaşındayken göğe
yükseltildi.
Hakim'in, "Müstedrek" adlı eserinde Fatıma bintü Hüseyn'den yaptığı rivayete göre Hz.
Aişe şöyle demiştir: «Fatıma'nm bana anlattığına göre Rasûlullah kendisine şöyle demiştir:
Peygamberlerden her biri, kendisinden önceki peygamberin yarı ömrü kadar yaşamıştır. İsa
da 120 sene yaşadı. Ben de altmış yaşındayken vefat edeceğim.»
Bu garip bir hadistir.
Hafız İbn Asakir demiş ki: Doğrusujsa peygamber bu kadar yaşamış değildir. Ancak
bununla, onun kendi ümmeti içinde kalış müddetim kasdetmiştir.
Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Ca'de'den rivayet ederek Fatıma (r.a.)'mn şöyle dediğini
söylemiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki:
«Doğrusu Meryem oğlu İsa (a.s.), İsrailoğulları arasında kırk yıl kaldı.»
Emirü'l-Mü'minîn Ali (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: İsa(a.s.) ramazanın yirmi
ikinci gecesinde göğe yükseltildi.Hz. Ali de vuruluşundan beş gün sonra, Ramazan'm yirmi
ikinci gecesinde vefat etmiştir.
Dahhak, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:İsa peygamber göğe yükseltileceği
zaman bir bulut gelip yanma yaklaştı. Bulutun üzerine oturdu. Öte yandan anası Meryem
gelerek onunla vedalaşıp ağladı. Sonra anasının gözleri önünde İsa (a.s.) göğe yükseltildi.
Sarığı Şe-mon'un üzerine düştü. Anası, eliyle veda işaretleri yaparak gözden kay-boluncaya
kadar onunla işaretleşti. Onu çok iviyordu. Çünkü Meryem, hem analık hem de babalık
şefkatini oğluna göstermekteydi. Zira Isa (a.s.)'nm babası yoktu. Ne seferde, ne hazarda onu
yalnız bırakmaz ve ondan ayrılmazdı. Nitekim şairin biri şöyle demiş: "Bir saatlik ayrılığı,
ölüm gibi görüyorum.
Buluşması haşre dek uzanan ayrılığa nasıl tahammül ederim?!" İshak b. Bişr, Mücahid b.
Cübeyr'den rivayet ederek dedi ki: Yahudiler, İsa (a.s.)'nın benzeri kılman adamı, İsa (a.s.)
zannederek öldürdüler ve çarmıha gerdiler. Onlar, öldürdükleri adamı, İsa (a.s.) zannediyorlardı.
Hristiyanların çoğu da cahilliklerinden dolayı onların bu zan-larına uydular.
Katiller, İsa (a.s.)'mn arkadaşlarına da musallat oldular. Kimini öldürdüler, kimini dövdüler,
kimini hapsettiler. Nihayet durumları zamanın Rumlara bağlı Şam valisine iletildi. Ona
denildi ki: Yahudiler, kendilerine Allah'ın elçisi olduğunu söyleyen bir adamın arkadaşlarına
musallat olmuşlar. O adam, ölüleri diriltip anadan doğma körlerle alacalılarım iyileştirip
şifaya kavuşturuyor ve mucizeler gösteriyordu. Ona hücum edip öldürdüler; arkadaşlarım da
çeşitli eziyetlere uğratıp tahkir ettiler. Onları hapse attılar.
Hükümdar, onlara haber salarak huzuruna getirtti. Aralarında Ze-keriyya oğlu Yahya, Şemon
ve bir grup daha vardı. Hükümdar, onlara İsa (a.s.)'mn haberini sordu, onlar da gerekli
açıklamalarda bulundular. Dinlerini kabul edip onlara biat etti; ülkülerim yüceltti. Böylece
hak, Yahudilere galip geldi. Hristiyanlamı sözü geçerli oldu. Daha sonra hükümdar, Isa
(a.s.)'nm çarmıha gerilmiş olduğu ağacı getirtti. O ağaca tazimde bulundu. Bu nedenle
Hristiyanlar haça saygı göstermeye başladılar. Böylece Hristiyanlık dini, Rumlar arasına
girdi. Bu anlatılanlarda bazı yönlerden yanlışlıklar vardır. Şöyle ki:
1- Zekeriyya oğlu Yahya peygamber, çarmıha gerilen şahsın İsa (a.s.) olduğunu kabul
etmez. Hz. Yahya masumdur. Hak olarak vuku bulan gerçeklerden başka birşeyi kabul
etmez.
2- Rumlar o zaman değil de, o zamandan 300 sene sonra yani Kral Kostantin'in devrinde
Hıristiyanlığa girdiler. Kral Kostantin, Kostan-oğlu olup kendisine nisbet edilen Kostantin
şehrinin kurucusudur.
3- Yahudiler, İsa (a.s.)'ya benzeyen adamı öldürüp çarmıha gerdikten sonra o çarmıhı bir
çöplüğe attılar orada süprüntüler, pislikler ve leşler vardı. O çarmıh, Kral Kostantin'in
zamanına kadar o pisliklerin altında kaldı. Nihayet kralın anası Heylane el-Harraniye el-
Fendeka-niye, çarmıhın oradan çıkarılmasına vesile oldu. Çarmıhın üzerine gerilen şahsın
İsa olduğuna inanıyordu. Onun isteği üzerine yetkililer gidip çarmıhı o mezbeleden
çıkardılar. Anlatıldığına göre hastalıklı bir kimse o çarmıha dokununca şifa buluyormuş.
Bunun olup olmadığım Allah bilir. Bu doğru da olabilir. Çünkü İsa (a.s.)'nm yerine kendini
feda ederek çarmıha gerilen insan, gerçekten salih bir insanmış. Bu olay, o günkü
Hristiyanlar için büyük bir bela ve imtihan olmuştu. İsa (a.s.)'nın, üzerine gerilmiş olduğu
haç şeklindeki tahta, çöplükten çıkarıldıktan sonra Hristiyanlar ona saygı gösterdiler. Onu,
altın ve incilerle kaplayıp süs-lediler. İşte bu nedenle Hristiyanlar haç edinip onu teberrük
vesilesi kıldılar. Haçın çıkarıldığı çöplüğün temizlenmesi için Kral Kostantin'in anası emir
verdi. O çöplük temizlendi ve yerine çeşitli zinetlerle süslenmiş muazzam bir kilise inşa
edildi. İşte o kilise, bu gün Kudüs'de Kama-me kilisesi diye bilinen meşhur kilisedir. Çöplük
yanında inşa edildiği için bu adı almıştır. Bazıları bu kiliseye Kıyame kilisesi de
demektedirler. İnançlarına göre İsa peygamberin cesedi orada ayağa kalkıp dikilmiştir.
Bilahare Kral Kostantin'in anası Heylane, şehrin çöp ve pisliklerinin, Yahudilerin kıblesi
olan kayalığın üzerine dökülmesini emretmiştir. Bu hal, Hz. Ömer'in Kudüs'ü fethetmesine
kadar devam etmiştir. Kudüs'e girdiğinde Ömer (r.a.), o kayalığın üzerindeki süprüntüleri
kendi abasıyla silip orayı pisliklerden ve necasetten armdırmıştır. Mescidi kayalığın gerisine
değil de, miraç gecesinde Peygamber Efendimi-z'in namaz kılmış olduğu ön tarafına inşa
etmiştir ki, orası da Mescid-i Aks a1 dır. [11]
İsa Peygamberin Şemaili Ve Faziletleri
Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka birşey değildir. Ondan önce de elçiler gelip
geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur.» (ol-Mâide, 75.)
İsa peygambere, yeryüzünde çok seyahat ettiği ve dinini zamanın fitnelerinden kurtardığı
için Mesih adı verilmiştir. Ayrıca Yahudiler, kendisini şiddetle yalanlayıp ona ve anasına
türlü iftiralar attıkları için de Mesih adını aldığı, gelen rivayetler arasındadır. Düz taban
olduğu için1 Mesih adım aldığını söyleyenler de olmuştur.
Cenâb-ı Allah, buyurdu ki: «Sonra bunların peşinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik.
Arkalarından Meryem oğlu İsa'yı da gönderdik. O'na İncil'i verdik.» (d-Hadîd, 27.)
Cenâb-ı Allah bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor:
-Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik.»
(ci-Bakara, 87.)
Bu konuda varid olan ayet-i kerimeler gerçekten çoktur.
Önceki sayfalarda da naklettiğimiz gibi Buharî ile Müslim'in sahihlerinde şöyle bir hadis-i
şerif yer almaktadır: "Doğan her çocuğa şeytan, böğründen bir darbe vurur. Doğmakta olan
çocuk bu nedenle bağırarak ağlar, Ancak Meryem ile oğlu, şeytamn bu darbesinden mahfuz
kalmışlardır. Şeytan ona vurmaya giderken perdeye vurmuştu."
Ubade (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Allah'dan başka tanrı bulunmadığına, O'nun bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de
Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu, elçisi ve Meryem'e bıraktığı bir
kelimesi, aynı zamanda kendisinden bir ruh olduğuna, Cennet'in hak ve ateşin de hak
olduğuna şe-hadet eden kimseyi - ameli ne olursa olsun - Allah, Cennet'e koyar.»[12]
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde yer alan bir başka hadis-i şerifte de Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: «Kişi, cariyesini terbiye edip terbiyesini güzelle ş tir irse; cariyesini
eğitip eğitimini güzelleştirirse; sonra onu azad edip onunla evlenirse, kendisi için iki sevap
vardır. Kişi, Meryem oğlu İsa'ya iman eder, sonra da bana iman ederse, kendisi için iki
sevap vardır. Kişi, Rabbine karşı gelmekten sakınır ve efendilerine itaat ederse, kendisi için
iki sevap vardır.»[13]
Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini söylemiştir:
"Miraca çıkarıldığım gece Musa ile karşılaştım. Zannedersem uzun ile kısa arası bir boyu
vardı. Saçları dümdüzdü. Şenue kabilesinin adamlarından biri gibi idi (Yani ayıpsız ve
kusursuz bir yapısı vardı). İsa ile de karşılaştım. O, orta boylu ve sarışındı. Hamamdan
çıkmış gibi kızarıktı. İbrahim'i de gördüm. Evladından ona en çok benzeyen benim."
Bu hadis, İbrahim ile Musa peygamberlerin kıssalarında da nakledilmişti.
Muhammed b. Kesir, îbn Ömer'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«İsa (a.s.)'yı, Musa'yı ve İbrahim'i gördüm. İsa kızarık renkli, kıvırcık saçlı ve geniş göğüslü
idi. Musa (a.s.) da orta boylu bir adamdı. Hind-lilere benzeyen düzgün suretli bir kimse
idi.»[14]
İbrahim b. Münzir, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)
bir gün insanların arasında iken Mesih Dec-_qp1 hakkında açıklamalarda bulunarak şöyle
dedi:
«Şüphesiz Allah kör değildir. Ama bilesiniz ki Mesih Deccal'm sağ gözü kördür. Gözü sanki
dışarıda kalmış bir üzüm tanesi gibidir. Ka*be'nin yanında uyumakta iken gece rüyada güzel
suretli bir insan gördüm. Adamın saçları omuz aralarına kadar uzanmış idi ve dümdüzdü.
Başından su damlıyordu. Ellerini iki adamın omuzlarına koymuş vaziyette Ka'be'yi tavaf
ediyordu. Bu kimdir? diye sordum. "Meryem, oğlu Mesih'tir." dediler. Sonra arkasında
kıvırcık saçlı, saçları birbirine girmiş bir adam gördüm. Sağ gözü kördü. Gördüğüm insanlar
arasında İbn Katan'a en çok benzeyen oydu. Ellerini iki adamın omuzlarına koymuş
vaziyette Ka'be'yi tavaf ediyordu. "Bu kimdir?" diye sordum. Dediler ki: "Mesih
Deccal'dır."»[15]
Zührî dedi ki: Yukarıdaki hadis-i şerifte geçen İbn Katan, Huzaa kabilesine mensup bir
adam olup cahiliyet devrinde helak olmuştur.
Peygamber Efendimiz, her iki Mesih'in de evsafını vermiştir. Yani hem hidayet Mesih'inin
hem de delâlet Mesih'inin niteliklerini belirlemiştir ki, hidayet Mesih'i indiğinde mü'minler
onu tanısın ve ona iman etsinler, diğeri de indiğinde mü'minler onu tanısın ve ondan
sakınsınlar.
Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Meryem oğlu İsa bir adamın hırsızlık yapmakta olduğunu gördü. Ona: "Çaldın mı?" diye
sordu. O da: "Hayır,kendisinden başka tanrı olmayan (Allah'a) andolsun ki çalmadım." diye
cevap verdi. Bunun üzerine İsa (a.s.) şöyle dedi: "Allah'a iman ettim ve gözlerimi
yalanladım.»[16] Bu hadis-i şerif, İsa peygamberin temiz bir karekter ve seciye sahibi
olduğunu göstermektedir. Çünkü o, hırsızın yemin edişini, kendi kanaatine tercih etmişti. O
hiç kimsenin yalan yere Allah'ın azameti üzerine yemin etmeyeceğine inanmıştı. Kendi
gördüklerini nazarı itibara almamış, yemini esas kabul etmişti. Hırsızın mazeretini kabul
etmiş, kendi nefsine dönerek şöyle demişti: «Allah'a iman ettim ve gözlerimi, senin yeminin
için yalanladım.»
Buharı, İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«"Çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz olarak haş-rolunacaksınız." Böyle dedikten sonra şu ayet-i
kerimeyi okudu: «İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu, yine öyle çevirir (yok eder)iz.
Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız.» (el-Enbiyâ, 104.) Halk içinde ilk olarak İbrahim
giydirilecektir.Sonra ashabımdan, sağcı ve solculardan bir grup insan sorguya
çekilecek, ben de onların ashabım olduklarım söyleyeceğim. Bana denilecek ki: Sen
aralarından ayrıldıktan sonra bunlar gerisin geri küfre döndüler! Bunun.üzerine ben salih kul
Meryem oğlu İsa (a.s.)'nm dediği gibi diyeceğim: «Ben onların içinde olduğum sürece onları
kolladım. Fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen her
şeyi görensin! Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır. (Dilediğini yaparsın;) Eğer
onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin."»[17] (el-Mâide,H7-H8.)
Buharî, îbn Abbas'ın, şöyle dediğini rivayet eder: Minber üzerinde Ömer'in şöyle dediğini
işittim: Ben Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu duydum: Hristiy ani arın, Meryem
oğlu İsa (a.s.)'yı aşırı derecede övdükleri gibi, siz de beni övmeyin. Ben sadece bir kulum.
Şu halde (benim için) Allah'ın kulu ve elçisi deyin.[18]
Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Beşikte sadece üç kişi konuşmuştur»
İsa (a.s.) zamanında, îsrailoğullarında kendisine Cüreyc denilen bir adam vardı. Namaz
kılıyordu. Anası yanana gelip onu çağırdı. O: "Ben anama cevap mı vereyim yoksa
namazıma devam mı edeyim?" diye kendi kendine sordu. (Ve neticede anasına cevap
vermedi, namazını kılmaya devam etti). Anası da (kızdığı için) şöyle dedi: "Allah'ım, ona
fahişelerin yüzünü göstermedikçe onu öldürme." Günün birinde Cüreyc manastırında ibadet
halinde iken karşısına bir kadın gelip durdu.
Onunla konuştu ama o, kadına iltifat etmedi. Kadın gidip bir çobanla buluştu. Kendini
çobana verdi. Çobanla yaptığı cinsel temas sonucunda bir çocuk doğurdu. Kendisine: "Bu
çocuk kimden?" diye soranlara: "Cü-reyc'den." diye cevap verdi. Bunun üzerine halk
galeyana gelerek manastıra geldiler ve Cüreyc'in manastırım yıktılar. Onu dışarı çıkarıp
türlü küfürlerle sövüp tahkir ettiler. Bunun üzerine Cüreyc de kalkıp abdest aldı, namaz
kıldı, dua etti. Sonra çocuğun yanına giderek: "Ey çocuk söyle bakalım, baban kimdir?"
diye sordu. Çocuk da: "Babam, falan çobandır!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine ahali,
Cüreyc'e: "Manastırını altından yaptıralım" dediler. Cüreyc kabul etmedi, sadece kerpiçten
yapmalarını kabul etti.
İsrailoğuUarı arasında yaşamakta olan bir kadın, kendi çocuğunu emzirmekte idi. Gösterişli
bir süvari, kadının yanından geçti, kadın: "Allah'ım, benim oğlumu da bu süvari gibi yap."
diye temennide bulundu. Bunun üzerine çocuğu, emmekte olduğu memeyi bırakarak süvariye
taraf baktı ve : "Allah'ım, beni bunun gibi yapma." dedi. Sonra tekrar anasının
memesini ağzına alıp emmeye başladı.
Ebu Hüreyre dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a.v.)'m kendi parmağını emmekte olduğunu görür
gibi oluyordum.
Sonra o kadın, bir cariyeye uğradı ve : "Allah'ım, çocuğumu bunun gibi yapma." dedi.
Çocuk tekrar anasının memesini bırakarak: "Allah'ım, beni bu cariye gibi yap." dedi. Anası
ise: "Niçin böyle diyorsun?!" diye sorunca, çocuk şu cevabı verdi: "O süvari zorbalardan bir
zorbaydı. Bu cariyeye gelince halk, bunun hakkında: "Hırsızlık ve zina yaptı." diyor. Oysa
böyle birşey yapmış değildir."
Buharı, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu işittim:
«İnsanlar içinde Meryem'in oğluna en yakın olan benim. Peygamberler, kumaların
çocuklarıdırlar. Benimle Meryem'in oğlu arasında peygamber gelmiş değildir.»[19]
Ahmed b, Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: «İnsanlar içinde İsa (a.s.)'ya en yakın olan benim. Peygamberler kardeştirler ve
kuma çocuklardırlar. Benimle İsa (a.s.) arasında bir peygamber gelmiş değildir.»
Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber Efendimizin şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Peygamberler, kumalardan doğan kardeşlerdir. Dinleri birdir. Anaları farklıdır. İnsanlar
içinde Meryem oğlu İsa'ya en yakın olan benim. Çünkü benimle onun arasında bir
peygamber gelmiş değildir. O yeryüzüne inecektir. Onu gördüğünüzde onu tanıyın (ve kabul
edin), o orta boylu bir adam olup, rengi kırmızıyla beyaz arasıdır. Saçları dümdüzdür.
Üzerine ıslaklık isabet etmemiş olsa dahi yine de başından sular damlar (yani tertemizdir)
Elinde değneği vardır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizye tarhedecektir. Milletleri
yok edecektir. Öyleki zamanında İslâm'dan başka birşey kalmayacaktır. Cenâb-ı Allah onun
zamanında, yalancı Mesih Deccal'ı helak edecektir. Yeryüzüne güvenlik gelecektir. Öyleki
arslanla deve, sığırla kaplan, koyunla kurt bir arada yayılacaktır. Küçücük çocuklar,
yılanlarla oynayacaktır. Kimse kimseye zarar vermeyecektir. İsa (a.s.) bu halde Cenâb-ı
Allah'ın dilediği bir müddetle yeryüzünde kalacak, sonra vefat edecektir. Müslümanlar
namazını kılıp defnedeceklerdir.»
Ahmed b. Hanbel'in, Ebu Hüreyre'den yaptığı bir rivayette de aynı ifadeler kullanılmış ve
şöyle bir ekleme yapılmıştır: «İsa peygamber halk arasında kırk yıl kalacak, sonra vefat
edecek ve Müslümanlar namazını kılacaklardır.»
Hişam b. Urve, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "(İsa) yeryüzünde kırk yıl bekleyecektir."
İsa peygamberin ahirzamanda yeryüzüne ineceğini, "Melahim" adlı eserde açıkladık.
Nitekim bu konuyu Nisa sûresinin şu ayet-i kerimesini İbn Kesir Tefsiri'nde açıklarken de
uzun uzadıya izah etmiştik: «An-dolsun, kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki, Ölümünden
önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de o (İsa), onların aleyhine şahit olacaktır.» (en-
Nisâ, 159.)
Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyuruluyor: «O, kıyametin kopacağını gösterir bir
ilimdir.» (ez-Zuhmf, el) Ayrıca İbn Kesir Tefsîri'nde, "Melahim" adlı eserde de
açıkladığımız gibi İsa (a.s.), Şam'daki minarenin üzerine inecektir. O esnada sabah namazı
kılınmak üzere olacaktır. Müslümanların imamı ona: "Ey Allah'ın Ruhu, beri gel de bize
namaz kıldır." diyecektir. O da şu cevabı verecektir: "Hayır, ben kıldıramam. Sizler
birbirinize emir kılınmışsınız. Bu da Allah'ın bu ümmete bir ikramıdır."
Bir diğer rivayete göre ise İsa peygamber, Müslümanların imamına şöyle diyecektir:
"Namaz kıldırmak sana aittir. Ben senin arkanda namaz kılacağım." Böyle dedikten, sonra
İsa peygamberle Müslümanlar, Mesih Deccal'ı aramaya koyulacak ve Lüd kapısının yanında
onu yakalayacaklardır. İsa peygamber mübarek eliyle onu öldürecektir.
Önce de anlattığımız gibi o, Şam'daki Emevi camisinin beyaz taştan yapılma minaresini inşa
ederken çok kuvvetli ümit sahibi bir kimseydi. Yakılıp yıkıldığı zaman o minareyi
Hristiyanların mallarıyla inşa etmiş, çevresini imar etmişti. İşte İsa peygamber oraya inecek,
domuzu öldürecek, haçı kıracak ve. insanlardan sadece Müslüman olmalarını isteyecek,
diğer dinleri kabul etmeyecektir. Ravha yolundan çıkıp gelecek, hac ya da umre ibadetini
veya her iki ibadeti eda edecek, insanlar arasında kırk sene müddetle kalacak, sonra vefat
edecektir. Rivayete göre Peygamber Efendimiz'in hücresine, ya da arkadaşları Ebu Bekir'le
Ömer'in bulundukları yere defnedilecektir.
İbn Asakir'in, Aişe (r.a.)'den nıerfu olarak kendi kitabında İsa peygamberin hayat hikayesini
anlatırken son kısımda şöyle demiştir: Isa peygamber, Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir ve
Ömer'in medfun oldukları peygamber hücresine defnedilecektir."
Ancak bu hadisin senedi sahih değildir.
Ebu İsa et-Tirmizî, Muhammed b. Yusuf b. Abdullah b. Selam'dan rivayet ederek dedi ki:
Tevrat'da şöyle yazılıdır: Muhammed (s.a.v.) ile İsa (a.s.) bir araya defnedilecektir.
Ebu Mevdud dedi ki; Rasûlullah (s.a.v.)'m kabr-i şerifinin yanında bir mezar yeri daha
vardır.
Buharî, bu hadisin sahih olmadığını ve böyle bir hadise uyamıyaca-ğını söylemiştir.
Buharî, Selman'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa peygamberle Muhanr.:: sd (s.a.v.)
arasında 600 senelik bir fetret devri geçmiştir. Ka-tade'ye göre fetret devri 560 senedir. 540
sene olduğunu söyleyenler de vardır. Dahhak'a göre 430 küsur senedir. Meşhur kavle göre
600 senedir. 620 kameri sene olduğunu söyleyenler de olmuştur ki bu, 600 şemsî seneye
tekabül eder. Doğrusunu Allah bilir,
"Sahih" adlı eserinde İbn Hibban, Ebu Derda'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Cenâb-ı Allah, Davud'u vefat ettirip ashabı arasından aldı. Da-vud'dan sonra ashabı ne
fitneye düştü, ne de dinlerini değiştirdiler. Mesih'in ashabı da (kendisinden) 200 sene sonra
dahi yolunda ve hidayetinde kaldılar.»
Her ne kadar İbn Hibban sahih olduğunu söylemişse de bu gerçekten garip bir hadistir.
îbn Cerir'in, Muhammed b. îshak'tan naklettiğine göre İsa peygamber, göğe yükseltilmeden
önce Havarilerine; insanları bir ve ortaksız olan Allah'a kulluk etmeye çağırmalarım
vasiyyet etmişti. Onlardan her birini bir ülkeye, Şam'a, doğu ve batı beldelerine tayin
etmişti. Anlatıldığına göre Havarilerinden her biri, İsa peygamber tarafından tayin edildiği
ülkenin insanlarının dili ile konuşmaya başlamıştır.
Nakledildiğine göre İncil'i, İsa peygamberden Luka, Matta, Markos ve Yuhanna adındaki
dört zat aktarmıştır. Bu kişilerin aktardığı dört İncil arasında çok farklılıklar, fazlalıklar ya
da noksanlıklar vardır. Bu dört zattan Matta ile Yuhanna vefatından sonra İsa peygambere
tâbi olmuşlardır. Markos ile Luka ise, İsa peygamberin ashabındandırlar.
"Er-Reddu âla'n-Nasara'ı" adlı kitabında şeyh Şihabüddin el-Karafî; İsa peygamberin
çarmıha gerildiğini kabul eden ve Yahudilerin bu konudaki iddialarına teslim olan
Hristiyanlarm görüşlerini reddetmek için şöyle bir şiir inşat etmiştir. Çünkü Hristiyanlar, İsa
peygamberin Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki Cenâb-ı Allah onların bu
iddialarından münezzeh ve yücedir:
"Hayret ediyorum, Hristiyanlar arasında İsa peygambere, Allah'ın oğlu olduğunu söylediler.
Onu, Yahudilere teslim ettiler ve sonra da, Onu astıktan sonra çarmıha gerdiler, dediler, Eğer
dedikleri sahih ve doğru ise, Hani nerede onun babası? Oğlunu düşmanlara rehin
bıraktığında, Asmalarına razı mı oldu, yoksa kızdı mı? Eğer eziyetlerine razı olduysa,
Haklıdırlar. Çünkü Allah'ın emrine uydular. Eğer eziyetlerine kızmış ise, . Allah'ı bırakın da
onu asanlara tapın. Çünkü onlar Allah'ı mağlup ettiler!"
Mesih İsa peygambere Şam ahalisinden Dayna adındaki bir adam iman etmiş ve onu tasdik
etmişti. O, Yahudi Pols'un korkusundan dolayı Şam'ın doğu kapısına yakın "Haçlı Kilise"
civarındaki bir mağarada gizleniyordu. Dayna korkuyordu, çünkü Pols, zalim ve gaddar bir
kimse olup İsa peygambere ve onun dinine karşı kızgınlığı vardı. İsa'ya iman ettiği zaman
kardeşi oğlunun başını ustura ile tıraş ettirip şehirde dolaştırarak teşhir etmişti. Sonra da onu
taşlayarak öldürmüştü. Allah, onun kardeşi oğluna rahmet etsin.
İsa peygamberin Şam'a gelmekte olduğunu duyunca Pols, katırlarını hazırlayıp İsa'yı
Öldürmek üzere yola çıktı. Kevkeba denen yerde onunla karşılaştı. İsa ve arkadaşlarının
üzerine hücum edeceği esnada bir melek gelip kanadıyla yüzüne vurdu ve gözünü kör etti.
Bu halle karşılaşınca İsa'yı tasdik etmek ve ona iman getirmek istedi. İsa (a.s.)'nın huzuruna
çıkıp, yaptıklarından ötürü özür diledi ve ona iman etti. İsa da imanım kabul etti. Gözünün
eski haline gelmesi ve yeniden dünyayı görmesi için İsa peygamberden gözüne el sürmesini
diledi. İsa da ona şöyle dedi: Senin memleketin olan Şam'a git, doğu tarafındaki uzun bir
sokağın ucunda yaşayan Dayna adındaki zatın yanına var, o sana dua edecektir.
Tekrar Şam'a dönüp Dayna'nın yanına gitti. Dayna ona dua etti, gözü eski haline geldi.
Pols'un, İsa peygambere olan imanı daha da sağ-lamlaştı. İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi
olduğuna inandı. Onun için bir
kilise yaptırdı. Bu, Şam'daki meşhur Pols Kilisesi'dir. Sahabeler tarafından Şam'ın fethedilişi
zamanına kadar bu İçilişe mamur vaziyette idi. [20]
Fasıl
Göğe yükseltilmesinden sonra İsa peygamberin ashabı arasında İbn Abbas ile diğer selef
imamlarının da söyledikleri gibi ihtilaflar zuhur etmiştir. Nitekim biz bu ihtilaflardan şu
ayet-i kerimenin tefsirini yaparken bahsetmiştik:
«Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler.» (cs-Safr, 14.)
İbn Abbas ile diğerlerinin nakillerine göre göğe yükseltilmesinden sonra İsa'nın ashabı şu
görüşleri ileri sürerek ihtilafa düştüler: Onlardan bazısı: "Aramızda Al lalı'in kulu ve elçisi
vardı, fakat göğe yükseltildi." dediler. Bazısı da onun Allah olduğunu söylediler. Diğer
bazıları da Allah'ın oğlu olduğunu söylediler. Oysaki birinci görüş, gerçek olan görüştü. Son
iki görüş ise, büyük bir küfürden başka bir şey değildi. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş İd:
«Kendi aralarından hizipler (çeşitli görüşteki insan toplulukları), ayrılığa düştüler. Artık
büyük bir günü görmekten ötürü vay kafirlerin haline!» (Meryem, 37.)
Bunlar, İndilerinde, dört rivayete göre fazlalık, noksanlık, tahrif ve tebdile uğramış vaziyette
nakledilmesi hususunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdi.
İsa peygamberin göğe yükseltilmesinden 300 sene sonra büyük bir olay meydana geldi. Dört
patrikle papazların, rahiplerin, keşişlerin tamamı zapta gelmeyecek çeşitli iddialar ortaya
atarak ihtilafa düştüler. Kostaııtiniyye şehrinin kurucusu Kral Kostantin'in hakemliğine
müracaat ettiler. Kralm kurduğu konsül, neticede bu görüşleri bir araya getirerek tek görüş
üzerinde ittifak etti. Bu konsüle katılanlara ve bunlara uyanlara Melikiye adı verildi.
Bunlara uymayanlar din dışı ilan edildiler. İsa peygamberin, Allah'ın kullarından biri ve
elçilerinden bir elçi olduğuna inanan Abdullah b. Eryos'a tâbi olan fırka, hak üzerinde kaldı.
Çöllerde ve badİyelerde yaşayarak kiliseler, manastırlar inşa ettiler. Az bir geçimle kanaat
ettiler. Kralların şanına yaraşır büyük ve muazzam kiliseleri inşa eden gruplarla bir arada
yaşamadılar. Yunanlıların kurdukları binalara yöneldiler. Bunların mihraplarını doğuya
çevirdiler. Daha önce bu mihraplar kuzeye bakıyordu. [21]
Beytü'l-Lahm İle Kamame Kilisesi'nin Yapılışı
Kral Kostantin, İsa peygamberin doğduğu yerde Beytü'l-Lahm'i inşa etti. Anası Ümmü
Heylane'de Kamame Kilisesini inşa etti. Kamame Kilisesi, Yahudilerin, İsa diye öldürüp
astıkları kişinin mezarının yanmda inşa edilmiştir.
Hristiyan ve Yahudilerin bütün mezhepleri küfre gittiler. Kanun ve hükümler va'z ettiler. Bu
kanun ve hükümlerin bir kısmı, Ahd-i Atîk dediğimiz Tevrat'a muhalifti. Tevrat'ın nassı ile
haram kılman bazı şeyleri helal saydılar. Örneğin, domuzu helal saydılar. Doğuya yönelip
ibadet ettiler. Halbuki İsa peygamber, Mescid-i Aksa'nın yanındaki kayalıktan başka bir yere
yönelerek ibadet etmiş değildi. Musa'dan sonra gelen bütün peygamberler de o kayalığa
yönelerek ibadet etmişlerdi. Hatemü'l-Enbiya Muhammed (s.a.v.) dahi Medine'ye hicret
edişinden onaltı ya da on yedi ay süre ile o kayalığa yönelerek namaz kılıp ibadet etmiştir.
Sonra, İbrahim Halil peygamberin inşa ettiği Ka'be'ye yönelerek namaz kılmaya başladı.
Hristiyanlar, kiliseleri resimlerle doldurmaya başladılar. Halbuki daha önce kiliseler resimli
değildi. Emanet diye adlandırdıkları, çocuklarıyla kadınlarının ve erkeklerinin muhafaza
ettiği bir akideyi icad ettiler. Halbuki bu küfrün ve hıyanetin en büyüğü idi. İkinci konsülün
tabileri olan Nasturilerle Melikiler; üçüncü konsülün tabileri olan Yakubiler bu akideye
inanırlar, ama izahatı hususunda farklı görüşler beyan ederler. İfade bozuklukları ve küfür
çokluğu, sahibini alevli ateşe sürükleyen helak zehri taşımasına rağmen bu akideyi sizlere
nakledeceğim. Şunu da bilmek gerekir İd, küfür akidesini başkasına anlatan kişi kafir olmaz.
Onların akideleri, şu ifadelerle Özetlenebilir:
«Onun bir ve tek olduğuna, her şeyi kudret kabzasında tuttuğuna, göklerle yeri, görünen ve
görünmeyen her şeyi yarattığına iman ederiz. Çağlar öncesinde babadan doğan Allah'ın tek
oğlu Yesu' Mesihe tek Rab olarak iman ederiz. O nurdan bir nur, hak tanrıdan gelen bir hak
tanrıdır. Doğmuştur, ama yaratılmamıştır. Babaya cevher bakımından eşittir. Cevher, her
şeyi var eden ve ayakta tutan şeydir. Beşeriyyeti kurtarmak için gökten inmiştir. Rûhu'l-
Kudüs 'ten ve iffetli, bakire Meryem'den meydana gelip cesedi oluşmuştur. Malatis en-Naptî
zamanında Öldürülüp çarmıha gerilmiş, acı ve elem duymuştur. Mezara defnedildikten üç
gün sonra ayağa kalkmıştır. Göğe yükselerek babanın sağ yanında oturmuştur. Ölülerle
dirilerin tedbirini yürütmek için yine cesedi ile gelecektir. Onun mülküne zeval yoktur.
Rûhu'l-Kudüs ki, dirilten Rabdir. Baba ile birlikte babadan fişkırıp doğmuştur. Oğluna secde
edilir. Peygamberler arasında şereflidir.Onun için kutsal ve toplayıcı tek kilise vardır.
Günahların bağışlanması için tek bir vaftiz yeri oldugunu itiraf ederim. O, kıyamete kadar
ve ölülerin dirileceği zamana kadar hayatta olacaktır. Zaman boyunca hayatını sürdürecektir
Amin » imam Ebü'1-Fida İsmail b. Kesir'in "Kısasu 1-Enbiya" adlı kitabı burada nihayete
ermiştir. Bize bahşettiği nimetlerden dolayı Allah'a hamd olsun. [22]
Geçmişle İlgili Haberler
Bu bölümde, israiloğullanyla diğer milletlerin fetret zamanına kadar olan haberlerinden
bahsedilecektir. Bununla beraber cahiliye dönemi Arapları arasında meydana gelen
harplerden bahsedilmeyecektir. Bu konuyu bu bölümden sonra inşaallah ele alacağız. Yüce
Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
«Ey Muhammed! Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir kitap
verdik.» (Tâ-Hâ, 99.)
«Ey Muhammed! Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa
daha önce sen bunlardan habersizdin.»(Yûsuf, 3.) [23]
Zülkarneyn'in Haberi
Yüce Allah buyurdu ki:
«Ey Muhammed! Sana Zülkarneyn'i sorarlar. «Onu size anlatacağım.» de.
Doğrusu biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona Öğretmiştik. O da bir yol
tuttu. Sonunda Güneş'in battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü.
Orada bir millete rastladı. «Ey Zülkarneyn! Onlara azab da edebilirsin, iyi muamele de de
bulunabilirsin.» dedik.
«Haksızlık yapana azab edeceğiz, sonra Rabbine döndürülür, onu görülmemiş bir azaba
uğratır; ama inanıp yararlı iş işleyene, mükâfat olarak güzel şeyler vardır, ona
buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz.» dedi.
Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerine elbise,
bina gibi şeylerle örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu. İşte bunun gibi, onun
yaptıklarının tamamını baştan başa biliyorduk. Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda, iki dağın
arasına varınca, orada nerdeyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı.
Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Doğrusu Ye'cûc ve Me'cûc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar.
Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?
«Rabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle
onların arasına sağlam bir sed yapayım. Bana demir kütleleri getirin.» dedi. Demirler akkor
haline gelince, «Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim.» dedi. Artık Ye'cûc ve
Me'cûc, onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler.
Zülkarneyn: «İşte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu
yerle bir eder. Rabbimin verdiği söz gerçektir.»
dedi. (el-Kchf, 83-98.)
Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerim'de sözü edilen Zülkarneyn1 den bahsediyor ve onun adaletli
olduğunu ifade buyurarak övüyor. Onun doğulara ve batılara ulaşıp bir çok ülkelere sahip
olduğunu, ülkelerde yaşayan halkı mağlub edip hükmü altına aldığını, onlara karşı tam bir
adaletle hükmettiğini, muzaffer ve adaletli bir otorite uyguladığını beyan ediyor. Doğrusu şu
ki o, adil hükümdarlardan birisidir. Peygamber veya rasûl olduğunu söyleyenler de vardır.
Meleklerden biri olduğunu söyleyenler de vardır. Meleklerden biri olduğunu söyleyenlerin
sözü çok gariptir. Güya mü'minlerin emiri Hattab oğlu Ömer, bir adamın bir başkasına, "Ey
Zülkarneyn!" diye seslendiğini duyunca ona şöyle demiş: «Peygamberlerin adlarıyla
adlandığınız yetmedi de meleklerin adlarıyla mı adlanıyorsunuz? » Bunu, Süheylî
nakletmiştir.
Vekî, israil ve Cabir kanalı ile Abdullah b. Ömer'in: «Zülkarneyn peygamberdi.» dediğini
rivayet etmiştir.
Hafız İbn Asakir, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Bilemiyorum, Tûbba (Yemen hükümdarı) lanetli miydi değil miydi? Bilemiyorum, hadler,
kendilerine tatbik edilen kimselerin günahları için keffaret midir değil midir? Bilemiyorum,
Zülkarneyn peygamber miydi, değil miydi?»
Bu da garip ve tuhaf bir rivayettir.
İshak b. Bişr, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Zülkarneyn salih bir hükümdardı. Allah, onun amelinden razı oldu ve onu kitabında Övdü.
O, ilahi nusret ve yardıma mazhar olmuştu. Hızır da onun veziri idi."
Anlatıldığına göre Hızır (a.s.) onun ordusunun öncü kuvvetlerinin başındaydı. Hızır (a.s.),
hükümdarlara vezirlerin yaptıkları gibi Zülkarneyn'e müşavirlik yapıyordu.
Ezrakı ve diğerlerinin anlattıklarına göre Zülkarneyn, İbrahim Halil peygamber vasıtasıyla
Hanif dinine girmiş, İbrahim Halil ve İsmail peygamberlerle birlikte Ka'be-i Mükerreme'yi
tavaf etmiştir.
Ubeyd b. Umeyr, oğlu Abdullah ve diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Zülkarneyn, yaya
olarak hacca gitmiş, İbrahim peygamber, hacca gelmekte olduğunu duyunca onu karşılamış,
onun için dua etmiş ve ikramda bulunmuştu. Yüce Allah, bulutları Zülkarneyn'in emrine
vermiş, o da bulutları dilediği yere sevkedermiş. Doğrusunu Allah bilir.
Zülkarneyn'e bu adın verilmesinin sebebi hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir
rivayete göre onun başında, boynuza benzer iki çıkıntı bulunduğundan (iki boynuzlu
anlamına gelen) Zülkarneyn adı verilmiştir. Vehb b. Mühebbih: "Zülkarneyn'in başında
tunçtan iki boynuz vardı." demiştir ki, bu zayıf bir görüştür. Ehl-i Ki-tâp'tan bazıları
demişler ki: «Farshlarla Bizanslıların hükümdarı olduğu için ona Zülkarneyn adi verildi»
Başka bir rivayette belirtildiğine göre Zülkarneyn, güneşin doğuda ve batıdaki boynuzlarına
ulaştığı için bu adı almıştır. O, doğu ile batı arasındaki her yere hakim olmuştur. Bu sebeple
Zülkarneyn adım almıştır. Bu, Zührî'nin görüşüdür. Hasan Basrî dedi ki :"Zülkarneyn'in iki
saç örgüsü vardı. Bunları boynuna dolardı. Bu sebeple ona
Zülkarneyn adı verildi."
İshak b. Bişr, Ömer b. Şuayb'den rivayet etti ki, dedesi şöyle demiştir: Zülkarneyn, zorba bir
hükümdarı Allah'a imana davet etti. Hükümdar, onun boynuzlarından birini kırıp parçaladı.
Zülkarneyn, yine onu imana davet etti. Hükümdar, ikinci boynuzunu da kırıp parçaladı. Bu
yüzden Zülkarneyn'e (iki boynuzlu anlamına gelen) Zülkarneyn adı verildi,
Sevrî, Ebu Tüfeyl'den rivayet etti ki, kendisine Zülkarneyn hakkında soru sorulan Hz. Ali
şöyle demiştir: «Zülkarneyn, insanları Allah yolunda Öğütlendiren bir kuldu. Kavmini,
Allah'a imana davet etti. Onun boynuzuna vurdular. O da öldü. Allah, onu yine diriltti.
Kavmini yine Allah'a imana davet etti. Bu defa diğer boynuzuna vurdular. Bu sebeple ona
(iki boynuzlu anlamına gelen) Zülkarneyn adını verdiler.» Ebu Tüfeyl'den gelen başka bir
rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali, Zülkarneyn hakkında şöyle demiştir: "O ne peyamber,
ne rasûl, ne de . melekti. O sadece salih bir kuldu."
Zülkarneyn'in asıl adı hususunda ihtilaf edilmiştir. Zübeyr b. Bekkâr, İbn Abbas'm şöyle
dediğim rivayet etmiştir^ "Zülkarneyn'in asıl adı Abdullah b. Dalıhâk b. Maad'dı." Başkaları
ise onun adının şöyle olduğunu söylemişlerdir: Mus'ab b. Abdullah b. Kannan b. Mansur b.
AbdiHah b. Ezd b. Âvn b. Nebt b. Malik b. Zeyd b. Kehlan b. Sebe b. Kahtan.Bir hadiste
anlatıldığına göre Zülkarneyn, Himyerlilerdendir. Anası Rumîdir. Akıllı bir kimse olduğu
için kendisine feylesofun oğlu denilmiştir.
Himyerlüerden biri, Zülkarneyn'in kendi atalarından biri olmasından dolayı övünerek bu
hususta şöyle bir şiir söylemiştir:
"Zülkarneyn benim atamdı, Müslümandı.
Diğer hükümdarların kendisine itaat edip etrafında toplandıkları bir hükümdardı.
Hükmü,.doğulara ve batılara ulaştı. Hikmet sahibi bir mürşitten yönetimin sebeplerini elde
etmek için dolaşıyordu.
Batma esnasında güneşin balçıklı bir suya ve siyah bir çamura batmakta olduğunu
gördü.Ondan sonra Belkıs vardır ki, o benim halamdı.Hüdhüd ona gidinceye kadar onların
kraliçesiydi."
Süheylî, Zülkarneyn'in asıl adının, Merzuban b. Merzübe olduğunu söylemiştir. îbn Hişam
der ki: Zülkarneyn'in asıl adı, Sa'b b. Zi Müraid idi. O, Yemen tübbalannın
(hükümdarlarının) ilki idi. Seb' kuyusu hususunda İbrahim'in lehine hüküm veren odur.
Denildi ki: Zülkarneyn'in asıl adı, Feridun b. Esfiyan'dır. O, Dahhak'ı Öldürmüştü.
Kuss b. Saide, hitabesinde şöyle demişti:
"Ey İyad b. Sa'b Zülkarneyn topluluğu! Bilesiniz ki Sa'b Zülkarneyn, doğularla batıların
hükümdarıdır. Cinlerle insanları hükmü altına almıştır. 2000 sene yaşamıştır. Sonra Ömrü
onun için bir göz açıp kapama süresi kadar az gelmiştir.İbn Hişam, A'şâ'ya şöyle demiştir:
"Sa'b Zülkarneyn, Cenv mıntıkasında koku saçan bir mezarda uzun süre kaldı. Orada
mukim oldu."
Dare Kutni ile İbn Makula'dan rivayet olunduğuna göre Zülkarneyn'in asıl adı Hünnüs'dür.
Herevis b. Kayton b. Rumi b. Lanti b. Keşluhîn b. Yunan b. Yafes b. Nuh olduğu da söylenir.
Doğrusunu Allah bilir.
îshak b. Bişr, Said b. Beşir kanalı ile Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İskender,
Zülkarneyn'in kendisidir. Babası, Kayserlerin ilkidir. O, Nuh peygamberin oğlu Şam'ın
evladmdandır.
İkinci Zülkarneyn'e gelince onun adı şöyledir: İskender b. Filips b. Musaryem b. Hürmüs b.
Mayton b. Rumi b. Lanti b. Yunan b. Yafes b. Yöne b. şerhon b.Rome b. Şerat b. Tofıl b.
Romi b. Asfer b. Yakz b. İs b. İshak b. İbrahim el-Halil el-Makedoni el-Yonani el-Mısri. Bu
zat, iskenderiye şehrinin kurucusudur. Rumlar, onun zamanım esas alarak tarih
koymuşlardır. Bu zat, ilk İskender'den çok uzun zaman sonra doğmuştur. Yani milattan önce
300, yılda doğmuştur. Filozof Artatalis (Aristotales?) onun veziridir. Bu İskender, Dara b.
Dara'yı öldürmüş, Fars hükümdarlarım hakimiyeti altına almış ve diyarlarına sahip
olmuştur. Bu hususa dikkat çektik. Çünkü insanların çoğu, bu ikisinin aynı adam olduğunu
zannetmektedirler. Ve Kur'ân'da kendisinden bahsedilen İskender'in, kendisine Artatalis'in
vezirlik yaptığı İskender olduğunu söylemektedirler. Bu sebeple büyük bir hataya ve fesada
düşmektedirler. Oysa ilk İskender, inanmış ve salih bir kul olup adaletli
büyük İslâm tarihi bir hükümdardı. Veziri de Hızır (a.s.)'dı. O, peygamberdi. Nitekim bunu
daha Önceleri de ifade etmiştik.
İkinci İskender'e gelince o müşrikti. Veziri de bir filozoftu. İkisinin zamanı arasında 2000
seneden fazla bir süre vardır. İkisi arasında hiç bir benzerlik ve seviye birliği yoktur. Ancak
işlerin iç yüzünü bilmeyen bazı geri zekalılar bunların ikisinin aynı şahıs olduğunu söylerler.
Kur'ân'da: «Ey Muhammed! Sana Zülkarneyn'i sorarlar.» denilmesinin sebebi şudur:
Kureyşliler, Rasûlullah (s.a.v.)'m bilgisini ölçmek ve onu imtihan etmek için Yahudilerden
bir şey sordular. Yahudiler de Kureyşlilere şu aklı verdiler: Ona yeryüzünü baştan sona
dolaşan adamın kim olduğunu ve memleketlerinden çıkan ama nerede oldukları ve ne
yaptıklara bilinmeyen gençlerin kimler olduklarım sorun.
Bunun üzerine Cenab-ı Allah, Ashab-ı Kehfin ve Zülkarneyn'in kıssasını bildiren ayetleri
inzal buyurdu. Bu sebeple rasûlüne şu buyruğu verdi:
«Onu size anlatacağım.» de. Yani onun haberini ve durumunu size açıklayıcı ve tatmin edici,
aynı zamanda faydalı olacak şekilde anlatacağım. Bununla ilgili olarak da yüce Allah şöyle
buyurdu:
«Doğrusu biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik.» Yani
Zülkarneyn'in ülkelerdeki hakimiyet sınırlarını genişlettik. Çabalamakta olduğu büyük
amaçlara ve önemli işlere ulaşabilmesi, istediğini elde edebilmesi lyln kendisine yardımcı
olacak hakimiyet aletlerini ve vasıtalarım verdik.
Kuteybe, Ebu Avane tariki ile Habib b. Hammad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Ebu
Talib oğlu Ali'nin yanındaydım. Adamın birisi ona Zülkarneyn'i, onun doğulara ve batılara
nasıl ulaştığını sordu. Hz. Ali de ona şu cevabı verdi: "Bulutlar, onun emrine verildi.
Sebepler, onuh için uzatıldı. Aydınlık, onun için yayıldı. İstersen sana daha fazlasını da
söyliyeyim."
Soruyu soran adam sustu, Hz. Ali de sustu.
Ebu îshak es-Sebîi, Arar b. Abdullah el-Vâdî kanalı ile Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Yeryüzüne dört kişi hakim oldu. Bunların adları şöyledir: Davud Peygamberin
oğlu Süleyman (a.s.), Zülkarneyn, Hulvanh (Hilvan?) bir adam ve başka birisi. Ona, «Hızır
da yeryüzüne sahip olanlardan mıdır? diye sorulduğunda "Hayır" diye cevap verdi.
Zübeyr b. Bekkar, İbrahim b. Münzir kanalı ile Süfyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Bana ulaşan habere göre yeryüzünün tamamına dört kişi sahip olmuştur: Bunların ikisi
mü'min, ikisi de kafirdi. Mü'min olanlar Süleyman Peygamber ile Zülkarneyn'di. Kafir
olanlarsa Nemrud ile Buhtü'n-Nasr'dı."
İshak b. Bişr, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
« Zülkarneyn, Nemrut'tan sonra hüküm sürmüş bir hükümdardır. O Müslüman ve salih bir
adamdı. Doğuya ve batıya gitti. Allah onun ecelini uzattı, ona yardım etti. Nihayet o da
beldeleri hükmü altına aldı. Mallara sahip oldu. Şehirleri feth etti, adamlar öldürdü.
Beldelerde ve kalelerde dolaştı. Yoluna devam etti, nihayet doğuya ve batıya gitti. Cenâb-ı
Allah'ın şu ayeti de bunu ifade ediyor:
«Ey Muhammedi Sana Zülkarneyn'i sorarlar. «Onu size anlatacağım.» de. Doğrusu biz onu
yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona Öğretmiştik.» Yani menzillerin sebeplerini
taleb etmesi hususunda ona bilgi vermiştik.
İshak ve Mukatil dediler ki: Zülkarneyn şehirleri fethediyor, hazineleri topluyordu. Dinine
ve kendisine uyan kimselere birşey yaptığı yoktu. Ama uymayanları Öldürüyordu. «Ve her
şeyin yolunu ona öğretmiştik.» Ona ilim vermiştik. Yeryüzünün işaretlerim, duraklarını,
menzillerini, izlerini ve eserini ona Öğretip, göstermiştik. Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem,
yukardaki ayet-i kerimenin, «Ona lisanları öğretmiştik.» anlamına geldiğini söylemiştir.
Zülkarneyn hangi milletle savaşırsa, onlara mutlaka kendi lisanlanyla hitab ederdi. Sahih
olan rivayete göre o, kendi'hakimiyet amaçlarına ulaşabilme hususunda lazım olacak bütün
imkanlara sahip olmuştu. O her beldede ve ülkede diğer ülkelerin ve beldelerin ahalisine
yetecek, kendisine de yardım edecek miktarda yiyecek ve azıklarla emtiayı alıyordu.
Ehl-i Kitap'tan bazılarının anlattıklarına göre Zülkarneyn, 1600 sene müddetle yeryüzünü
dolaşmış ve yeryüzü halkını bir ve ortaksız olan Allah'a imana davet etmiştir. Bütün bu
süreler üzerinde ihtilaf vardır, doğrusunu Allah bilir.
«Ve herşeyin yolunu ona öğretmiştik.» ayet-i kelimesiyle ilgili olarak Beyhakî ve İbn Asakir
çok uzun bir hadis rivayet etmişlerdir ki bu gerçekten münkerdir. Bu hadisin senedinde
Muhammed b. Yunus el-Kedimî'nin adı geçmektedir ki o, töhmetli bir ravidir. Bu yüzden
sözü edilen hadisi burada yazmadık. Çünkü o, bizim nazarımızda sahih değildir.
«O da bir yol tuttu. Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca...» ayetiy-le ilgili olarak deriz ki:
Zülkarneyn öyle bir yere vardı ki, artık herhangi bir kimsenin orayı aşması mümkün değildi.
Oraya varınca Atlas Okyanusunun kıyısında durdu. Orada Halidat adaları vardı ki,
boylamların başlangıcıdır. Astronomi âlimlerinin bu hususta İM kavli vardır. Önceki
sayfalarda da anlattığımız gibi o, bu denizin kıyısında durdu. Kendi müşahedesine göre o
güneşin batarken, «Kara balçıklı bir suda battığını gördü.» yani kendi görüşüne göre
Güneş'in denize battığını gördü. Çünkü kıyıda duran bir kimse, battığı esnada Güneş'in
denize veya
kıyısına battığım, doğarken de güneşin denizden doğduğunu ve batarken yine denize
battığını görür. Bu yüzden ayette «Batıyor gördü.» dedi. Aksi takdirde, «Bir de baktı ki
güneş, kara balçıklı bir suda batıyor.» derdi Ama böyle bir ifade kullanılmamıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Harun kanalı ile Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
Battığı esnada Rasûlullah (s.a.v.), güneşe baktı ve şöyle buyurdu: «Allah'ın kızgın ateşine
battı. Eğer Allah'ın emri ile bu güneş engellenmeseydi, yeryüzündeki herşeyi yakardı.»
Bu hadiste gariplik vardır. Rivayet zincirinde mübhem, belirsiz bir adam vardır. Böyle
birisinin merfu bir hadis rivayet etmesinde şüphe vardır. Bazı kıssacıların iddialarına göre
Zülkarneyn, güneşin battığı yerden ötelere gitmiş ve ordularıyla uzun mesafeli karanlıklar
içinde gitmiştir. Böyle diyenler, gerçekten sonra hataya saplanmışlar, akıl ve nakle muhalif
şeyler söylemişlerdir. [24]
Zülkarneynin Hayat Pınarını Araması
İbn Asakir'in anlattığına göre Zülkarneyn'in, Renakil adlı bir melek arkadaşı varmış.
Zülkarneyn ona yeryüzünde hayat pınarı diye bir pınarın bulunup bulunmadığını sormuş, b
da, şöyle ve şöyle bir yerde hayat pınarı denen bir pınarın bulunduğunu ona anlatmış. Bunun
üzerine Zülkarneyn orayı aramaya çıkmış. Hızır (a.s.) da onun önü sıra yürüyorken, karanlık
bir yerdeki vadide o pınarı bulmuş, onun suyundan içmiş, ancak Zülkarneyn orayı
bulamamış.
Yine İbn Asakir'in anlattığına göre Zülkarneyn oradaki bir köşkte meleklerden biriyle
görüşmüş, melek ona bir taş vermiş. Zülkarneyn, ordusunun yanına döndüğü zaman âlimler
o taşı kendisinden istemişler, taşı bir terazinin kefesine koymuşlar, karşı kefeye de onun gibi
1000 taş koymuşlar, ancak böylelikle dengeyi sağlamışlar. Sonra Hızır (a.s.), o taşı
Zülkarneyn1 den isteyerek terazinin kefesine koymuş, karşı kefeye de aym irilikte bir taş
koymuş, üzerine de bir avuç toprak koyunca topraklı taş, meleğin vermiş olduğu taştan ağır
gelmiş ve Hızn* (a.s.) şöyle demiş: «İşte ademoğlu da böyledir. Bir avuç toprak onu
Örtmedikçe karnı doymaz.» Böyle dediği için âlimler, ona saygı ve ikramda bulunarak
secde etmişlerdi. Doğrusunu Allah bilir.
Sonra İbn Asakir der ki; Cenâb-ı Allah, Zülkarneynİ o mıntıkadaki ahali için hakem tayin
etmiş ve şöyle buyurmuştur:
«Ey Zülkarneyn! Onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin.» dedik.
«Haksızlık yapana azab edeceğiz, sonra Rabbine döndürülür, onu görülmemiş bir azaba
uğratır.» (ei-Kehf, 86-87.) Yani hem dünya azabına hem de ahiret azabına uğrar. Önce dünya
azabına uğrayacağı, ayet-i kerimede ifade edilmiştir. Çünkü dünya azabı, kafiri küfürden ve
kötülükten daha çok men edicidir.
«Ama inanıp yararlı iş işleyene, mükâfat olarak güzel şeyler vardır. Ona buyruğumuzdan
kolay olanı söyleriz.»
Burada Cenâb-ı Allah, en önemli olan ahiret sevabını önce söylemiştir. İhsan dediğimiz
güzel şeyleri de ahiret sevabına atfetmiştir. İhsandan kasıt; adalet, ilim ve imandır.
Sonra Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Sonra yine bir yol tuttu.» Zülkarneyn, batıdan doğuya dönüş için yeniden yola koyuldu.
Anlatıldığına göre o, batıdan doğuya dönüşünde on iki senelik bir yol yürümüştür.
«Sonunda Güneş'in doğduğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerine elbise, bina gibi şeylerle
örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu.» Yani o milletin evleri ve sığmaklan^yoktu
ki, onunla güneşin hararetine karşı kendilerini koruyabilsinler. Alimlerden çoğu dediler ki:
O millet, güneşin hararetinin şiddetlenmesi esnasında yer altında mezarı andıran bodrumlara
sığınırlardı. Yüce Allah buyurdu ki: «îşte bunun gibi, onun yaptıklarının hepsini baştan başa
biliyorduk.» Zülkarneyn'in yeryüzünün batılarından doğularına dönüşü esnasında neler
yaptıklarını biliyor, onu koruyor, muhafaza ediyorduk.
Ubeyd b. Umeyr, oğlu Abdullah ve diğer selef ulemasından rivayet olunduğuna göre
Zülkarneyn yaya olarak hacca gitmiştir. İbrahim Halil (a.s.), onun gelişini duyunca
karşılamaya çıkmış, karşılaştıkları zaman Zülkarneyn'e dua etmiş ve ona bazı tavsiyelerde
bulunmuştur. Anlatıldığına göre binmesi için bir at getirildiği zaman Zülkarneyn: "İbrahim
Halil'in bulunduğu bir beldede bineğe binmem." demiş, Cenâb-ı Allah da bir bulutu onun
emrine vermişti. İbrahim (a.s.) de ona bu müjdeyi vermişti. O nereye gitmek isterse bulut
onu götürüyordu. Yine yüce Allah buyurdu ki:
«Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda iki dağın arasına varınca, orada nerdeyse hiç laf
anlamayan bir millete rastladı.» Yani bilgisi az bir milletle karşılaştı. Anlatıldığına göre
ojnillet, Ye'cûc ile Me'cûc'un amcazadeleri olan Türklerdir. Zülkarneyn'e dediler ki: Bu iki
millet bize tecavüz ediyorlar. Beldelerimizi harab edip ifsad ediyorlar. Yollarımızı kesiyorlar!
» Böyle deyip Zülkarneyn'e -kendileriyle Ye'cûc ve Me'cûc ile Türkler arasına bir sed
yapması için- bol miktarda haraç getirdiler. Böylece bu sed, kendileriyle karşı taraftaki
mütecaviz milletlerin arasına bir engel olarak girsin. Zülkarneyn de Allah'ın kendisine
vermiş olduğu bol miktardaki malla yetinerek halkın getirmiş olduğu haracı almayarak:
"Rab-bimin bana verdikleri, sizinkinden daha iyidir." dedi. Sonra da onlardan kendileri ile o
mütecaviz milletler arasına bir sed yapması için adamlar ve aletler toplayıp getirmelerini
istedi. İki dağ arasına konulacak olan bu sed, iki tarafın arasına bir engel olacaktı. Bunun,
gerisinde derin ve engin denizler ile zirvesine bakıl amıyacak kadar yüce dağlar vardı. Nihayet
Zülkarneyn bu şeddi inşa etti. İnşaat malzemesi olarak demir ve eritilmiş bakır
kullandı. Kurşun kullandığı da söylenir, ama doğru olan ilk görüştür. Kerpiç yerine demir,
çamur yerine de eritilmiş bakır kullandı. Bu sebeple yüce Allah buyurdu ki:
«Artık Ye'cûc ve Me'cûc onu ne (merdiven ve diğer şeylerle) aşabildiler ve ne de (kazma ve
delici şeyler kullanarak) delip geçebildiler.»
«Zülkarneyn: "İşte bu, Rabbimin bir rahmetidir." dedi. Yani Cenâb-ı Allah, kendisinin
varlığı sebebiyle komşu milletlerin, onlara zulüm ve haksızlık etmelerini engellemişti ki bu
da Allah'ın kullarına bir rahmetidir. «Rabbimin tayin ettiği zaman gelince» Yani Ye'cûc ile
Me'cûc'un ahir zamanda yeryüzüne çıkmalarını Allah'ın takdir buyurmuş olduğu vakit
gelince, «Onu yerle bir eder.» Yani o şeddi yerle bir eder ve bunun böyle olması da
mecburidir. Bunun için yüce Allah buyurmuş ki: «Rabbimin verdiği söz gerçektir.»
Nitekim Cenâb-ı Allah başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:
«Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar. Gerçek vaad
yaklaştığında inkar edenlerin gözleri belirive-rir.»
«Biz o gün (yani şeddin açılışı gününde) onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine
girerler. Sûra üflenince hepsini bir araya toplarız.»
Ye'cûc'la Me'cûc'un çıkışma dair rivayet edilen hadisleri tefsirimizde naklettik. İnşaallah bu
kitabımızın Fiten ve Melahim bölümünde de nakledeceğiz.
Ebu Davud et-Tayalisî, Sevrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bize ulaşan habere göre ilk
defa musafaha yapan kişi Zülkarneyn'dir.
Rivayet olunduğuna göre Kâbü'l-Ahbar, Muaviye'ye şöyle demiştir: "Zülkarneyn, ölüm
döşeğinde iken annesine şu vasiyeti yaptı: «Ben öldükten sonra bir yemek yap, şehirdeki
bütün kadınları davet et, yemeği önlerine koy. Benim için ağlayanlar dışındaki herkesin o
yemekten yemesine izin ver. Ancak ağlamış olanlar yemesinler."
Annesi bu yemeği yapıp davet ettiği şehirli kadınlara sofrayı kurduktan ve onlara buyur
dedikten sonra hiç birinin elini yemeğe uzatmadığını gördü ve: "Fe sübhânallaiı hepiniz mi
Zülkarneyn'e ağladınız?" diye sormuş, onlar da: "Evet, vallahi aramızda Zülkarneyn için
ağlamayan yoktur." demişler ve bu da Zülkarneyn'in annesi için bir teselli olmuştu.
Zülkarneyn vefat ettiği zaman 3000 yaşındaymış. Bu, gariptir.
İbn Asalar dedi ki: Bana ulaşan başka bir rivayete göre Zülkarneyn otuz altı sene yaşamıştır.
Otuz iki sene yaşadığına dair zayıf bir rivayet de vardır. O, Davud peygamberden 740 sene
sonra dünyaya gelmiştir. Adem peygamberden de 5181 sene sonra dünyaya gelmiştir.
Hükümdarlığı, on altı sene sürmüştür.
Bu anlatılanlar, birinci İskender'e değil de ikinci İskender'e uymaktadır. Zira bu ikisini,
birbirinden ayırd etmek gerekir. İkisinin de aynı şahsiyet olduğunu söyleyenlerden biri de
İmam Abdülmelik b. Hişam'dır. Siret ravisi İmam Abdülmelik b. Hişam'm bu görüşünü,
Hanz Ebu'l-Kasım es-Süheylî şiddetle red ve inkar etmiş ve bu ikisinin
avrı ayrı şahsiyetler olduğunu ifade etmiştir. Eski devir hükümdarlarından bazıları da
muhtemelen birincisine benzemek ıçm iskender adını almışlardır. Doğrusunu Allah bilir.
[25]
[1] Tefsir-i Taberî, XVIII, 20-22.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/123-127.
[3] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 2734.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/128-141.
[5] Tefsir-iTaberî,VII, 88.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/142-144.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/144-151.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/151-152.
[9] Tefsir-i Teberi, VI, 10.
[10] Tefsir-i Taberî, VI, 10-11.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/152-158.
[12] Buharî, Tefsîr-i Sûre-i Âl-i Imrân, V, 155.
[13] Buharî, Cihad, 145; ilim, 31; Itk, 16.
[14] Buharî, Babü Halk-ı Ademe, IV, 131, Hadis No: 235.
[15] Buharı, Enbiyaâ,34-48.
[16] Buharî, IV, 132; Müslim, VII, 97.
[17] Buharî, IV, 132.
[18] Buharî, Enbiyâ, 241.
[19] Buharı, II, 276.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/159-166.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/166.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/167-168.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/169.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/169-175.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/176-179.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...