ÜÇGENDEKİ TEZGÂH
1993 ANKARA (2. BASKI)
Necatibey Cad. 18/12 Sıhhiye/ANKARA Tel: 230 13 69
Ocak Yayınları
Necatibey Cad. 18/12 Sıhhiye/ANKARA
Tel: (0312)2301369
ISBN: 975-422-033-6
ÖNSÖZ
ÜÇGENDEKİ TEZGÂH'ın ilk baskısı 5.000 adet basıldı ve iki ay gibi kısa bir sürede tükendi.
Kitabın hazırlanışından ikinci baskıya kadar geçen sürede APO şarlatanı ve işportacı Celal
TALABANİ'nin ateşkes soytarılığı ile ilgili olarak meydana gelen gelişmeler, bu konulardaki
yaklaşımımızın doğru olduğunu birkez daha ortaya koymuştur.
Özetleyecek olursak;
1. T.C. kendi kendine, olmayan bir Kürt sorununu dert edinmektedir.
2. Halen PKK ile mücadeleye ilişkin bir strateji oluşturamamıştır.
3. T.C.'yi yönetenler, Celal TALABANİ'nin tezgâhladığı ateşkes soytarılığından medet ummaktadırlar ve bu sayede APO iti artık devlet yöneticileri tarafından Abdullah ÖCALAN olarak telafuz edilmektedir.
Özetleyecek olursak;
1. T.C. kendi kendine, olmayan bir Kürt sorununu dert edinmektedir.
2. Halen PKK ile mücadeleye ilişkin bir strateji oluşturamamıştır.
3. T.C.'yi yönetenler, Celal TALABANİ'nin tezgâhladığı ateşkes soytarılığından medet ummaktadırlar ve bu sayede APO iti artık devlet yöneticileri tarafından Abdullah ÖCALAN olarak telafuz edilmektedir.
1993 yılı itibariyle Türkiye'de bir Kürt siyasi cephesi oluşturulmaya başlanmıştır. Terörle
mücadelede başarılı olduklarını iddia edenler uykularına devam ededursunlar bakalım... Birgün
Kemal BURKAY uçağa atlayıp Ankara'ya indiğinde ve bu siyasi cephenin başına geçtiğinde
belki uyanıverirler.
T.C. yöneticileri Kuzey Iraklı Kürtler'in SİMSARI ve bizim işportacı olarak nitelediğimiz
Celal TALABA-Nİ'yi neredeyse resmi temsilci ilan edecekler.
Yöneticiler;
Lütfen Kuzey Irak'a yani Kürdistan Özerk Bölgesi denen yere 2-3 tane (tabii varsa) işbilen
adam göndererek Kürt halkının Celal TALABANİ'yi isteyip iste-
mediğini bir öğreniveriri.
TALABANİ'nin şerrinden kurtulmak için; Kuzey Iraklı Kürt Partileri, önce YEKGIRTIN
(Kürdistan Birlik Partisi) adı altında birleştiler ve şimdi de bu partiler, Mesut BARZANİ'nin IKDP'si
ile birleşme çabaları içindeler. Nisan-1993'deki Kürt hükümeti değişikliğiyle Celal
TALABANİ, Başbakan Fuat MASUM'u görevden aldı ve yerine T.C.'nin Kuzey Irak harekâtı
sırasında HAKURK cephesinde PKK ile anlaşan Peşmerge komutanı KÖSRAT'ı Başbakan yaptı.
Bu T.C.'ye birşey ifade ediyor mu?
Bütün bu gelişmeler olurken, T.C. Kuzey Irak'taki Türkmenlerin ezilmesine daha ne kadar
göz yumacaktır? Irak Milli Türkmen Partisi, Mayıs 1993'te Irak Muhalefet Cephesi'nden
çekildiğini açıkladı. Kerkük, Irak ordusu ve Peşmergelerin kuşatması altındadır. Çıkacak bir
çatışmada yüzbinlerce Türkmen ölecektir.
Bu arada; Kürt liderlerini kabul eden T.C.'nin Celal TALABANİ, Mesut BARZANİ veya
Sami AB-DURRAHMAN'a "git, yanına Irak Milli Türkmen Partisi Genel Başkanı Dr. Muzaffer
ASLAN'ı da al öyle gel" diyeceğini hiç sanmıyoruz. Çünkü; o zaman sefalet içindeki Irak
Türkmenleri güç ve prestij kazanacaktır.
Sonuç olarak; PKK konusunda bu kafada devam edilirse, 'Allah, encamımızı
hayreylesin" demekten başka bir söz kalmamıştır.
MAYIS 1993
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
BİRİNCİ BÖLÜM
PKK IV. KONGRESİ / 53
a. PKK-SADDAM HÜSEYİN İTTİFAKI /59
a. PKK-SADDAM HÜSEYİN İTTİFAKI /59
b. İKİ KONGRE ARASI DÖNEMİN FATURASI / 66
c. PKK VE GEÇİCİ KÖY KORUCULUĞU / 69
IV. KONGRE SONRASI GELİŞMELER / 77
M. CAHİT ŞENER'İN MUSTAFA KARASU'YA YAZDIĞI MEKTUP/82
PKK KONGRELERİ KARARLARI / 93
İKİNCİ BÖLÜM
- KÖRFEZ KRİZİNİN KÜRT SORUNUNA ETKİLERİ / 95
(KUZEY IRAKTA KÜRT AYAKLANMASI VE LİDERLİĞİ)
a. AYAKLANMA ESNASINDA PKK VURGUNU /99
h. VURGUN SONRASI FAALİYETLER /104
a. AYAKLANMA ESNASINDA PKK VURGUNU /99
h. VURGUN SONRASI FAALİYETLER /104
PKK'NIN YENİ DÖNEM TAKTİKLERİ /109
a. 1991 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİNDE PKK'NIN UYGULADIĞI TAKTIK/111
- APO'NUN TERÖRÜ TÜRKİYE'NİN BATISINA YAYMA TEORİSİ/116
a. 1991 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİNDE PKK'NIN UYGULADIĞI TAKTIK/111
- APO'NUN TERÖRÜ TÜRKİYE'NİN BATISINA YAYMA TEORİSİ/116
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
PKK'NIN 1992 YILI HEDEFLERİ / 149
a. KARAKOL BASKINLAR! VE GÜDÜLEN AMAÇ 159
a. KARAKOL BASKINLAR! VE GÜDÜLEN AMAÇ 159
1992 YILI 19 AĞUSTOS OLAYLARI /166
BOTAN- BEHDİNAN BÖLGESİNİN YENİDEN HEDEFLENMESİ /176
KUZEY IRAK HAREKATI- EKİM 1992 / 181
APO-TALABANİ İKİLİSİNİN ÜÇGENDEKİ SON TEZGAHI APO'NUN SİLAH
BIRAKMASI (!) /191
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ABDULLAH ÖCALAN'DAN İNCİLER / 201
BEŞİNCİ BÖLÜM
- PKK TERÖRÜNE KARŞI TEDBİRLER (TASLAK)
GİRİŞ
Ortadoğu'nun Kont Drakula'sı APO'nun yönetimindeki PKK
isimli kukla cinayet şebekesini anlatan "KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN" isimli
kitabımız yoğun bir ilgi gördü ve bir yıl içinde dört baskı yaptı.
Bu sıcak ilginin yanında Yeni Ülke Gazetesi'nin iltifatlarına da mazhar olabildik.(!) 8-14 Kasım
1992 tarihli adı geçen gazete, eseri "MİT'İN KÜLTÜR HİZMETİ" başlığıyla tanıtıyor ve kitaptan
pasajlar alarak okuyucuya yorumlar getiriyor.
"Kitapta özetlenen Kürt tarihi bir yana PKK'nın ayrıntılı olarak incelenmesi, kitabın PKK
uzmanı veya uzmanları tarafından yazıldığını ortaya koyuyor" diyen YENİ ÜLKE, ithaf
edilenleri de "ilginç" bulmuş ve "Güneydoğuda şehit düşen, asker ve polislere ithaf edilen
kitapta.." diyerek eser ile güvenlik kuvvetleri arasında bağlantı kurmaya çalışmış.
Baylar! sizlere birkaç sözüm olacak..
1. İthaf kısmının; "Bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği için Türk ile Kürt kardeşliği uğrunda her türlü ihanete karşı dövüşerek şehit düşen tüm asker, polis ve hainlerce katledilen masum sivillere ithaf edilmiştir" olduğunu tam olarak yazmayı unutmuş olacaksınız.
2. Milliyetçi.Çalışma Partisi Trabzon Milletvekili Koray Aydın' ın 10 Şubat 1992 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyo-nu'nda yaptığı konuşma, anladığımız kadarıyla kitabın Ocak 1992 Birinci baskısından alınmıştır, isteyen herkes eserden alıntılar yapabilir. Kitabın Mayıs 1992 tarihini taşıyan son söz bölümü bütün baskılarda kullanılmıştır. Şimdi merakınız zail oldu mu?.. Bu konuda fantaziler üretmekten vazgeçin.
3. Biz, kitabımızda "korku filmi" falan anlatmadık. Senaryosunu emperyalizmin yazdığı, geri zekalı Abdullah ÖCALAN'ın başrolü oynadığı, figüranlığını yönetim hataları ve yasadışı örgütlerin baskıları altında ne yapacağını şaşırıp ezilen Türk ile Kürt insanının yaptığı, 9 yıldır PKK adı altında; Kürt Ulusal Hareketi ismiyle de 65 yıldır oynanan "traji-komik" bir filmi daha iyi anlamaları için kamuoyuna yardımcı olduk.
4. "Anlaşılan MİT kültür hizmetlerine bundan sonra da devam edecek" diyorsunuz. Nerede o günler?.. Başlangıçtan bugüne kadar MİT bu tür çalışma ile kamuoyunu aydınlatsaydı Türkiye'de bölücü masallarını kimse dinlemez, bunca insan ölmez, T.C. bütçesinin çok önemli bir bölümü PKK terörü ile mücadeleye ayrılmaz, yatırımlar gecikmezdi. 5. "Sayfa 132'de ise ÖCALAN'ın lıalkı topyekün savaşa çağıran sözlerinden duyulan korku histerik çığlıklara dönüşüyor." buyurmuşsunuz.. Geri zekalı Abdullah ÖCALAN hangi halkı hangi savaşa ça-ğırıyormuş?.. Üslubunuza dikkat ediniz! Biz, o kitabı milli birlik ve beraberliğe her türlü küfürün edildiği, alkışlandığı bir ortamda hiç kimseden korkmadan yazdık, basmaya ve dağıtmaya korktular! Yılmadık inatla direndik.. Korkak olan ve ağzından kan damlayarak histerik çığlıkları atanların kimler olduğunu insanlarımız artık iyice anlamış durumdadır. Savaşa davet ediyormuş! Ne savaşı? Irza geçme becerisi çok gelişmiş Abdullah ÖCALAN isimli bu sefil ve alçak yaratık savaşa davet ediyorum diye; Pazarcık'lı (E-vin) Kod, Ankara'lı (Zehra) Kod, Tunceli'li (Delal) Kod, Lübnan Kültlerinden (Roza) Kod, Suriye'li (Canda) Kod, yine Lübnanlı (Adife-Saadet) Kod bayanlara ve PKK Merkez Komite Üyesi (Sarı Hüseyin) Kod'un karısı Elazığlı Nafiye'ye tecavüz etmedi mi? Bilmiyorsanız öğrenin. Kod adı (Medya) olan Suriye'li Kürdi Abdullah'a tecavüz etmedi mi? Bu bayanların bir bölümü şu anda Kuzey Irak'ta Zaho ve Donuk kentlerinde yaşıyorlar.
Çaresiz kızlara, kadınlara tecavüz etmekte uzmanlaşan ve gün geçtikçe ahlaksız ilişkilerde pervasız-laşan APO gençleri savaşa değil, yatağına davet etmektedir. Biz bu bayanları bulduk ve konuştuk, ilgilisi adreslerini bulur gider ve konuşur. Yıllardır PKK isimli terör örgütünün patronu olan bu vampirin iki-üç ayda bir "Kadın ve Aile Sorunları" adıyla broşürler yayınlayıp bazı kadın militanların ajanlıklarını(!) ders konusu yapmasının sebepleri artık açığa çıkmış durumdadır. Suriye'nin Şam ve Lazkiye kentlerindeki APO'nun saraylarında haremden geçen kadın militanların öldürülme pahasına, tüm tehditlere rağmen konuşmalı APO'nun ağzından düşürmediği "Sosyalist Ahlak"ın ne anlama geldiğini göstermiştir. 1970'li yıllarda Kesire Yıldırım ile başlayan sapık ilişkileri son dönemlerde su yüzüne çıktı. APO sefili, bugüne kadar tecavüz ettiği kadınların bir çoğunu öldürtmüştür. Cinsel ilişkiyi kabul etmeyenler tecavüze uğradıktan sonra anlaşılmaması için ajanlık suçlamalarıyla katledılmiştir. Kurtulmayı becerip kaçabilenler konuşunca: "Parti önderliğine komplo kuruyorlar, zayıf düşürmeye çalışıyorlar" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır. Şimdi APO isimli alçağın tecavüz ettiği kadın militanlara bir göz atalım; EVİN: Bu militan Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesindendir. 1986 yılının başlarında APO, bu bayana cinsel ilişkide bulunmayı dayatır. Baskı sonucunda ilişki kurulur ancak bu sapık ilişkiye dayanamayan Evin. mevcut ahlaksızlığı yanındaki diğer kadın militanlara anlatır. APO'nun kendisine tecavüz ettiğini söyler. Olayın ortaya çıkmasıyla Bekaa vadisi'ndeki Mahsum Korkmaz Akademisi/ Hel-vi Kampı bu skandalla sarsılır.
APO hemen komplo yöntemlerini devreye sokarak Evin'in ajan olduğunu ilan eder ve "Parti önderliğini yıpratma çabası içindedir" diyerek derhal tutuklatır. Ölüm cezası verilir ve hemen infaz edilir. Olayın kadrolar üzerinde yaratacağı etkiyi bilen APO. Evin'in öldürülmesini süslemeye çalışır ancak başaramaz. Kadrolar içerisindeki dedikoduları sonuçlandırmak için Evin'in nasıl ajanlaştırıldığını yalan ve demagojiler- le kendisinin lehine olacak şekilde herkese kabul ettirir ve olayın gerçek yönünü gizler.
ZEHRA: APO, uzun süre Ankara'lı (Zehra) ile uğraşıp onu özel ilişkilerinin esiri haline getirmek ve ahlaksızlığa sürüklemek ister. APO'nun ahlaksız dayatmalarına direnen Zehra, sonuçta bir yandan çaresizlik, bir yandan kendisine verdiği vaadler sonucunda böylesi bir kirli ilişkiyi kabullenir. Bu ilişkiyi duyan APO'nun "devrim nikahlı" karısı Kesire Yıldırım, sorunu sert bir biçimde tartışma konusu haline getirir. APO'yu ahlaksızlık ve kendini bil-memezlikle suçlayarak ayrılmak ister. Ayrılmayı kabul etmeyen APO, Kesire'yi Kuzey Irak'ta kamplardaki mevcut yönetim boşluğunu doldurmak adı altında yarı tehdit ve yarı zorla gönderir. Ke-sire'nin Şam'da olmayışını fırsat bilerek Zehra ile olan ilişkisini devam ettirir. Irak alanına giden Kesire kendisine oyun oynandığının farkına varır ve derhal Şam'a dönmek istediğini bildirir. Bir an önce dönebilmek için de Irak alanında bir çok sorun yaratır. Irak-PKK yönetimi Kesire'yi Şam'a gönderir ve telefon ile APO'ya bilgi verilir. Kesire, Şam'a ulaşmadan APO, Zehra'yı PKK Avrupa faaliyetlerine sorumlu olarak tayın eder ve Almanya'ya gönderir. APO ve Zehra arasındaki ilişki 1986 yılına kadar devam eder. Aynı yıl Kesire'nin tutuklanması üzerine Zehra, "Bu ilişki böyle devam edemez, ya evlenelim ya da bitirelim" önerisini getirir.
APO. Zehra'yı bu düşüncelerden uzaklaştırıp kendisine bağlayabilmek için onu PKK 3. Kongresi'nde Merkez Komite Üyesi olarak atar. Bütün bunlara rağmen Zehra, kararından vazgeçmez. O güne kadar PKK'nın en gözde kadını. APO'nun aşk macerasının ortağı, hayat arkadaşı Zehra, bir anda tasfiyeci-provokatör olmakla suçlanır ve APO, çeşitli oyunlar sahneliyerek Zehra'yı Merkez Komite Üyeliği'nden düşürüp soruşturma altına alır. Belli bir tecrit ve teşhir döneminden geçirildikten sonra Almanya'ya gönderilir. Olayı kapatabilmek için de bir komplo kurarak Alman polisine yakalattırır. MEDYA: Suriye'nin Kamışlı kentinde oturur. Lise öğretmenidir. Gerçek adı Kürdi Abdullah olup bölgenin ileri gelen aşiret reislerinden Abdullah Bedro'nun kızıdır. 1986 yılında PKK isimli melanet örgütüne katılır. Bir süre Şam'da kaldıktan sonra Lübnan'daki Helvi Kampı'na gönderilir. Burada siyasi ve askeri eğitimden geçirildikten sonra tekrar APO tarafından 1987 yılında Şam'a çağrılır.
Çeşitli yöntemlerle kandırılmaya çalışılır. APO; "isteğimi kabul etmen durumunda seni tüm Suriye Kürdistan'ındaki faaliyetlere sorumlu olarak atayacağım" der ve kendisini sevdiğim söyler. Med-ya'nın göstereceği tepkiyi ve o andaki atmosferi yumuşatmak için sosyalist ahlaktan dem vurarak kadın ve erkek arasındaki cinsel ilişkiler üzerinde konuşmaya başlar; "Dolayısıyla bu sosyalist ahlakın parti edebiyatına yerleştirilebilmesi için doğal olarak meseleyi kavrayan benim ve senin gibi insanlarla başlayıp adım adım ilerlemek gerekir" der. Medya'dan; "Ben buraya şerefim ve namusum için geldim. Halkımın namusunu korumak ve ona bekçilik yapmak için bu mücadeleyi veriyorum. Dolayısıyla hiç bir vaad karşılığında senin gibi namussuz, halkın namusuna göz diken ırz düşmanlarıyla namus ve şerefimi pazarlık konusu yapmayacağım" cevabım alır. Bu cevap üzerine saldırganlaşan APO, Medya'ya tecavüz etmeye çalışır. Kadın bağırınca bu ahlaksız adam tecavüzden vazgeçer Sol başta (CANDA), sağ başta Kürdi Abdullah (MEDYA) ve onu Helvi Kampı'na gönderir.
Mahsum Korkmaz Akademisi isimli kampa gelen Medya, grup grup dolaşarak olayı arkadaşlarına anlatır. Meseleyi duyan APO, Medya'nın tutuklanmasını emreder. Ailevi durumu ve özel konumundan dolayı APO, Medya'yı öldürtmeyi göze alamaz. Uzun soruşturmalardan sonra kendisinden özeleştiri istenir. Medya, kimseye verilecek özeleştirisi olmadığını söyler. Bu biçimde uzun süre devam eden sorun, pazarlığa dönüşür. "Eğer meseleyi kapatıp kimseyle konuşmazsan ve söylenenleri yalanlarsan seni serbest bırakırım" denir, ve Medya serbest bırakılarak Türkiye'ye gitmesi istenir. Kadın, Türkiye'ye gitmez ve Suriye'de kalarak gördüğü herkese APO'nun ahlaksızlıklarını anlatır. Olay Suriye'de tam bir skandala dönüşür. 1991 kışında yakalanarak tekrar Mahsum Korkmaz Akademi-si'ne getirilir. Devrim Mahkemesince ölümle cezalandırılır. Med-ya'nın ailesi aşiret olarak toplanır ve infazın yapılması durumunda aşiretin PKK'ya karşı savaşacağını ve kızın intikamını da mutlaka APO'yu vurarak alacaklarını söylerler. APO efendi çaresizlik içinde ölüm kararını iptal eder ve Medya'yı serbest bırakır. Medya, ailesinin yanına gelir ve bir ekip kurarak APO ve PKK'nın teşhirini kapsayan bir faaliyet geliştirir. Bu olayın faturası APO'ya ağır patlar ve APO bunları susturmak için ailece imha kararı alır. Ancak bu imhayı bugüne kadar becerebilmiş değildir. ZELAL: Tuncelilidir. Önceleri Avrupa'da kalmış ve Şam'a 1988 yılında gitmiştir. APO kendisine cinsel ilişki teklif eder. Bu teklife direnen Zelal, bir süre sonra kendisini APO'dan kurtaramaz. Anlatımlarına göre Şam'daki evde kalan kadın militanların tümü tecavüze uğrar. Zelal. tecavüz sonucunda bunalıma girer ve intihara kalkışır. Yanındaki arkadaşları son anda kurtarırlar.
Daha sonra APO kendisini örgüt içi muhbirlikte görevlendirir ve özellikle kadın militanların kendisi hakkındaki fikirlerini öğrenmesini tembihler. "Eğer bu ilişkiyi öğrenen olursa seni ajan diye vuracağım" tehdidini de unutmaz. "Bu parti bütünlüğünü tehlikeye koyar ve devrimin, halkın kaderiyle oynamak olur" diyerek Zelal'i baskı altına alır. ROZA: Lübnan Kürtlerindendir. Roza da diğer kadın militanlar gibi APO'nun cinsel gazabına uğrar ve namusu, haysiyeti APO'nun seks manyaklığının kurbanı olarak harcanır. APO'nun Lazkiye'deki evini tam bir seks yuvası biçiminde tanıtmak sadece gerçeğin bir kesimini söylemek olur. Roza da buraya çağrılır ve tecavüze uğrar. Bu alçaklığa tahammül edemeyen Roza. çareyi kaçmakta bulur ve Lazkiye'den Şam'a kaçarak oradan da Helvi Kampı'na gider. Durumu iki arkadaşına anlatır. Devrimciliği bırakarak evine dönmek istediğini söyler. Helvi Kampı yönetimindeki APO'nun uşakları, kadını soruşturmaya alırlar ve kendisinin ajan olduğunu söyleyerek özeleştiri isterler. Çeşitli baskılar sonucu Roza'nın bütün günahları (!) kabul ettirildikten sonra serbest bırakılır ve Türkiye'ce gönderilir. Roza'nın herhangi bir faaliyet yürütecek konumda olmadığı bilinmesine rağmen Türkiye'ye gönderilmesi tamamıyla komplo ve tasfiyeyi amaçlamaktadır. Roza. Türkiye'ye geldikten sonra da meseleyi arkadaşlarına anlatır ve bir süre sonra Botan Eyaleti denen bölgede gene PKK tarafından vurularak öldürülür. Olayın yaratacağı tepkiyi iyi bilen APO ve uşakları. Roza'ya çatışmada "şehit oldu" görünümü vere rek postundan yararlanıp çevresini örgütün hizmetinde tutmak istediler.
NAFİYE: Elazığlıdır. PKK Merkez Komite Üyesi Sarı Hüseyin isimli şahsın karısıdır. Bu militan 1989 yılında APO'nun cağrısı üzerine Almanya'dan Helvi'deki Mahsum Korkmaz Akademisine getirilir. Güzel bir kadın olan Nafiye, APO'nun gözünden kaçmaz. Şam'a çağırır ve cinsel sapıklığını dayatır. Nafiye, cinsel ilişki teklifini şiddetli bir tepkiyle karşılayarak: "Benim kocam var, ben evli bir kadınım. Kocam savaşın ortasındayken bana nasıl böyle bir ah-laksızlığı dayatıyorsun" deyip direnmeye kalkışır. Bundan son-rasını Nafiye'nin ağızından dinleyelim: "Ben direnince, bana; "aptal sen anlamazsın bu işlerden. Cinsel ilişki insan denen yaratığın yaşamının zaruri bir parçasıdır. Ayrıca sosyal ahlakın da bir gereğidir, sen halen feodal çağda mı yaşıyorsun? Koskocaman Avrupa gibi gelişmiş yerlerde yaşamış olmana rağmen kendini feodalizmin etkisinden kurtaramamışsın, dedi ve devam etti; zaten sen parti karşısında suçlusun, provokatör Avukat Hüseyin YILDIRIM, üzerinde çok oyunlar oynadı. Onların etkisinde kaldın, provokatörlerin durumunu bilmene rağmen partiye bilgi vermedin, buna rağmen ben seni herhangi bir uygulamaya tabii tutmadım.
Bu durumda olmana rağmen halen parti önderinin isteklerini yerine getirmekten kaçınıyorsun, direniyorsun. Önderliğe bağlılık bu mudur? Siz önderliğe böyle mi bağlısınız? Kendinizi bağladığınızı kanıtlamanız gerekiyor, yoksa karışmam ve tüm geçmişin hesabını sormak zorunda kalırım" dedi. Bende çok korktum ve adeta şok geçirdim. Ellerini omuzlarıma ko-yarak; " gel, gel nazlanmana gerek yoktur" dedi ve bana zorla tecavüz etti. Israrla Akademiye gönderilmek istedim fakat kabul etmedi, bir süre sonra benden bıkmış olacak ki, Mahsum Korkmaz Akademisine gönderildim. Birkaç gün sonra baktım ki, bayanlar arasında APO'nıın bayanlara yaklaşımı tartışılıyor, onlara yanaştım fakat benden korkarak konuşmadılar. Israrım üzerine bana da anlattılar. Ben de kendi durumumu anlatınca herkes şaşırdı. Çok utanıyordum, benim durumum farklıydı , evliydim ve on yaşında bir de kızım vardı. Bir süre sonra Türkiye'ye gönderildim, burada kocamın vurularak öldürüldüğünü öğrendim. Oturup bazı arkadaşlara meseleyi anlattım. APO bunu duyunca benim hakkımda ölüm kararı aldı. Bulunduğum yere karar ulaşmadan PKK'dan kaçtım..."
1. İthaf kısmının; "Bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği için Türk ile Kürt kardeşliği uğrunda her türlü ihanete karşı dövüşerek şehit düşen tüm asker, polis ve hainlerce katledilen masum sivillere ithaf edilmiştir" olduğunu tam olarak yazmayı unutmuş olacaksınız.
2. Milliyetçi.Çalışma Partisi Trabzon Milletvekili Koray Aydın' ın 10 Şubat 1992 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyo-nu'nda yaptığı konuşma, anladığımız kadarıyla kitabın Ocak 1992 Birinci baskısından alınmıştır, isteyen herkes eserden alıntılar yapabilir. Kitabın Mayıs 1992 tarihini taşıyan son söz bölümü bütün baskılarda kullanılmıştır. Şimdi merakınız zail oldu mu?.. Bu konuda fantaziler üretmekten vazgeçin.
3. Biz, kitabımızda "korku filmi" falan anlatmadık. Senaryosunu emperyalizmin yazdığı, geri zekalı Abdullah ÖCALAN'ın başrolü oynadığı, figüranlığını yönetim hataları ve yasadışı örgütlerin baskıları altında ne yapacağını şaşırıp ezilen Türk ile Kürt insanının yaptığı, 9 yıldır PKK adı altında; Kürt Ulusal Hareketi ismiyle de 65 yıldır oynanan "traji-komik" bir filmi daha iyi anlamaları için kamuoyuna yardımcı olduk.
4. "Anlaşılan MİT kültür hizmetlerine bundan sonra da devam edecek" diyorsunuz. Nerede o günler?.. Başlangıçtan bugüne kadar MİT bu tür çalışma ile kamuoyunu aydınlatsaydı Türkiye'de bölücü masallarını kimse dinlemez, bunca insan ölmez, T.C. bütçesinin çok önemli bir bölümü PKK terörü ile mücadeleye ayrılmaz, yatırımlar gecikmezdi. 5. "Sayfa 132'de ise ÖCALAN'ın lıalkı topyekün savaşa çağıran sözlerinden duyulan korku histerik çığlıklara dönüşüyor." buyurmuşsunuz.. Geri zekalı Abdullah ÖCALAN hangi halkı hangi savaşa ça-ğırıyormuş?.. Üslubunuza dikkat ediniz! Biz, o kitabı milli birlik ve beraberliğe her türlü küfürün edildiği, alkışlandığı bir ortamda hiç kimseden korkmadan yazdık, basmaya ve dağıtmaya korktular! Yılmadık inatla direndik.. Korkak olan ve ağzından kan damlayarak histerik çığlıkları atanların kimler olduğunu insanlarımız artık iyice anlamış durumdadır. Savaşa davet ediyormuş! Ne savaşı? Irza geçme becerisi çok gelişmiş Abdullah ÖCALAN isimli bu sefil ve alçak yaratık savaşa davet ediyorum diye; Pazarcık'lı (E-vin) Kod, Ankara'lı (Zehra) Kod, Tunceli'li (Delal) Kod, Lübnan Kültlerinden (Roza) Kod, Suriye'li (Canda) Kod, yine Lübnanlı (Adife-Saadet) Kod bayanlara ve PKK Merkez Komite Üyesi (Sarı Hüseyin) Kod'un karısı Elazığlı Nafiye'ye tecavüz etmedi mi? Bilmiyorsanız öğrenin. Kod adı (Medya) olan Suriye'li Kürdi Abdullah'a tecavüz etmedi mi? Bu bayanların bir bölümü şu anda Kuzey Irak'ta Zaho ve Donuk kentlerinde yaşıyorlar.
Çaresiz kızlara, kadınlara tecavüz etmekte uzmanlaşan ve gün geçtikçe ahlaksız ilişkilerde pervasız-laşan APO gençleri savaşa değil, yatağına davet etmektedir. Biz bu bayanları bulduk ve konuştuk, ilgilisi adreslerini bulur gider ve konuşur. Yıllardır PKK isimli terör örgütünün patronu olan bu vampirin iki-üç ayda bir "Kadın ve Aile Sorunları" adıyla broşürler yayınlayıp bazı kadın militanların ajanlıklarını(!) ders konusu yapmasının sebepleri artık açığa çıkmış durumdadır. Suriye'nin Şam ve Lazkiye kentlerindeki APO'nun saraylarında haremden geçen kadın militanların öldürülme pahasına, tüm tehditlere rağmen konuşmalı APO'nun ağzından düşürmediği "Sosyalist Ahlak"ın ne anlama geldiğini göstermiştir. 1970'li yıllarda Kesire Yıldırım ile başlayan sapık ilişkileri son dönemlerde su yüzüne çıktı. APO sefili, bugüne kadar tecavüz ettiği kadınların bir çoğunu öldürtmüştür. Cinsel ilişkiyi kabul etmeyenler tecavüze uğradıktan sonra anlaşılmaması için ajanlık suçlamalarıyla katledılmiştir. Kurtulmayı becerip kaçabilenler konuşunca: "Parti önderliğine komplo kuruyorlar, zayıf düşürmeye çalışıyorlar" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır. Şimdi APO isimli alçağın tecavüz ettiği kadın militanlara bir göz atalım; EVİN: Bu militan Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesindendir. 1986 yılının başlarında APO, bu bayana cinsel ilişkide bulunmayı dayatır. Baskı sonucunda ilişki kurulur ancak bu sapık ilişkiye dayanamayan Evin. mevcut ahlaksızlığı yanındaki diğer kadın militanlara anlatır. APO'nun kendisine tecavüz ettiğini söyler. Olayın ortaya çıkmasıyla Bekaa vadisi'ndeki Mahsum Korkmaz Akademisi/ Hel-vi Kampı bu skandalla sarsılır.
APO hemen komplo yöntemlerini devreye sokarak Evin'in ajan olduğunu ilan eder ve "Parti önderliğini yıpratma çabası içindedir" diyerek derhal tutuklatır. Ölüm cezası verilir ve hemen infaz edilir. Olayın kadrolar üzerinde yaratacağı etkiyi bilen APO. Evin'in öldürülmesini süslemeye çalışır ancak başaramaz. Kadrolar içerisindeki dedikoduları sonuçlandırmak için Evin'in nasıl ajanlaştırıldığını yalan ve demagojiler- le kendisinin lehine olacak şekilde herkese kabul ettirir ve olayın gerçek yönünü gizler.
ZEHRA: APO, uzun süre Ankara'lı (Zehra) ile uğraşıp onu özel ilişkilerinin esiri haline getirmek ve ahlaksızlığa sürüklemek ister. APO'nun ahlaksız dayatmalarına direnen Zehra, sonuçta bir yandan çaresizlik, bir yandan kendisine verdiği vaadler sonucunda böylesi bir kirli ilişkiyi kabullenir. Bu ilişkiyi duyan APO'nun "devrim nikahlı" karısı Kesire Yıldırım, sorunu sert bir biçimde tartışma konusu haline getirir. APO'yu ahlaksızlık ve kendini bil-memezlikle suçlayarak ayrılmak ister. Ayrılmayı kabul etmeyen APO, Kesire'yi Kuzey Irak'ta kamplardaki mevcut yönetim boşluğunu doldurmak adı altında yarı tehdit ve yarı zorla gönderir. Ke-sire'nin Şam'da olmayışını fırsat bilerek Zehra ile olan ilişkisini devam ettirir. Irak alanına giden Kesire kendisine oyun oynandığının farkına varır ve derhal Şam'a dönmek istediğini bildirir. Bir an önce dönebilmek için de Irak alanında bir çok sorun yaratır. Irak-PKK yönetimi Kesire'yi Şam'a gönderir ve telefon ile APO'ya bilgi verilir. Kesire, Şam'a ulaşmadan APO, Zehra'yı PKK Avrupa faaliyetlerine sorumlu olarak tayın eder ve Almanya'ya gönderir. APO ve Zehra arasındaki ilişki 1986 yılına kadar devam eder. Aynı yıl Kesire'nin tutuklanması üzerine Zehra, "Bu ilişki böyle devam edemez, ya evlenelim ya da bitirelim" önerisini getirir.
APO. Zehra'yı bu düşüncelerden uzaklaştırıp kendisine bağlayabilmek için onu PKK 3. Kongresi'nde Merkez Komite Üyesi olarak atar. Bütün bunlara rağmen Zehra, kararından vazgeçmez. O güne kadar PKK'nın en gözde kadını. APO'nun aşk macerasının ortağı, hayat arkadaşı Zehra, bir anda tasfiyeci-provokatör olmakla suçlanır ve APO, çeşitli oyunlar sahneliyerek Zehra'yı Merkez Komite Üyeliği'nden düşürüp soruşturma altına alır. Belli bir tecrit ve teşhir döneminden geçirildikten sonra Almanya'ya gönderilir. Olayı kapatabilmek için de bir komplo kurarak Alman polisine yakalattırır. MEDYA: Suriye'nin Kamışlı kentinde oturur. Lise öğretmenidir. Gerçek adı Kürdi Abdullah olup bölgenin ileri gelen aşiret reislerinden Abdullah Bedro'nun kızıdır. 1986 yılında PKK isimli melanet örgütüne katılır. Bir süre Şam'da kaldıktan sonra Lübnan'daki Helvi Kampı'na gönderilir. Burada siyasi ve askeri eğitimden geçirildikten sonra tekrar APO tarafından 1987 yılında Şam'a çağrılır.
Çeşitli yöntemlerle kandırılmaya çalışılır. APO; "isteğimi kabul etmen durumunda seni tüm Suriye Kürdistan'ındaki faaliyetlere sorumlu olarak atayacağım" der ve kendisini sevdiğim söyler. Med-ya'nın göstereceği tepkiyi ve o andaki atmosferi yumuşatmak için sosyalist ahlaktan dem vurarak kadın ve erkek arasındaki cinsel ilişkiler üzerinde konuşmaya başlar; "Dolayısıyla bu sosyalist ahlakın parti edebiyatına yerleştirilebilmesi için doğal olarak meseleyi kavrayan benim ve senin gibi insanlarla başlayıp adım adım ilerlemek gerekir" der. Medya'dan; "Ben buraya şerefim ve namusum için geldim. Halkımın namusunu korumak ve ona bekçilik yapmak için bu mücadeleyi veriyorum. Dolayısıyla hiç bir vaad karşılığında senin gibi namussuz, halkın namusuna göz diken ırz düşmanlarıyla namus ve şerefimi pazarlık konusu yapmayacağım" cevabım alır. Bu cevap üzerine saldırganlaşan APO, Medya'ya tecavüz etmeye çalışır. Kadın bağırınca bu ahlaksız adam tecavüzden vazgeçer Sol başta (CANDA), sağ başta Kürdi Abdullah (MEDYA) ve onu Helvi Kampı'na gönderir.
Mahsum Korkmaz Akademisi isimli kampa gelen Medya, grup grup dolaşarak olayı arkadaşlarına anlatır. Meseleyi duyan APO, Medya'nın tutuklanmasını emreder. Ailevi durumu ve özel konumundan dolayı APO, Medya'yı öldürtmeyi göze alamaz. Uzun soruşturmalardan sonra kendisinden özeleştiri istenir. Medya, kimseye verilecek özeleştirisi olmadığını söyler. Bu biçimde uzun süre devam eden sorun, pazarlığa dönüşür. "Eğer meseleyi kapatıp kimseyle konuşmazsan ve söylenenleri yalanlarsan seni serbest bırakırım" denir, ve Medya serbest bırakılarak Türkiye'ye gitmesi istenir. Kadın, Türkiye'ye gitmez ve Suriye'de kalarak gördüğü herkese APO'nun ahlaksızlıklarını anlatır. Olay Suriye'de tam bir skandala dönüşür. 1991 kışında yakalanarak tekrar Mahsum Korkmaz Akademi-si'ne getirilir. Devrim Mahkemesince ölümle cezalandırılır. Med-ya'nın ailesi aşiret olarak toplanır ve infazın yapılması durumunda aşiretin PKK'ya karşı savaşacağını ve kızın intikamını da mutlaka APO'yu vurarak alacaklarını söylerler. APO efendi çaresizlik içinde ölüm kararını iptal eder ve Medya'yı serbest bırakır. Medya, ailesinin yanına gelir ve bir ekip kurarak APO ve PKK'nın teşhirini kapsayan bir faaliyet geliştirir. Bu olayın faturası APO'ya ağır patlar ve APO bunları susturmak için ailece imha kararı alır. Ancak bu imhayı bugüne kadar becerebilmiş değildir. ZELAL: Tuncelilidir. Önceleri Avrupa'da kalmış ve Şam'a 1988 yılında gitmiştir. APO kendisine cinsel ilişki teklif eder. Bu teklife direnen Zelal, bir süre sonra kendisini APO'dan kurtaramaz. Anlatımlarına göre Şam'daki evde kalan kadın militanların tümü tecavüze uğrar. Zelal. tecavüz sonucunda bunalıma girer ve intihara kalkışır. Yanındaki arkadaşları son anda kurtarırlar.
Daha sonra APO kendisini örgüt içi muhbirlikte görevlendirir ve özellikle kadın militanların kendisi hakkındaki fikirlerini öğrenmesini tembihler. "Eğer bu ilişkiyi öğrenen olursa seni ajan diye vuracağım" tehdidini de unutmaz. "Bu parti bütünlüğünü tehlikeye koyar ve devrimin, halkın kaderiyle oynamak olur" diyerek Zelal'i baskı altına alır. ROZA: Lübnan Kürtlerindendir. Roza da diğer kadın militanlar gibi APO'nun cinsel gazabına uğrar ve namusu, haysiyeti APO'nun seks manyaklığının kurbanı olarak harcanır. APO'nun Lazkiye'deki evini tam bir seks yuvası biçiminde tanıtmak sadece gerçeğin bir kesimini söylemek olur. Roza da buraya çağrılır ve tecavüze uğrar. Bu alçaklığa tahammül edemeyen Roza. çareyi kaçmakta bulur ve Lazkiye'den Şam'a kaçarak oradan da Helvi Kampı'na gider. Durumu iki arkadaşına anlatır. Devrimciliği bırakarak evine dönmek istediğini söyler. Helvi Kampı yönetimindeki APO'nun uşakları, kadını soruşturmaya alırlar ve kendisinin ajan olduğunu söyleyerek özeleştiri isterler. Çeşitli baskılar sonucu Roza'nın bütün günahları (!) kabul ettirildikten sonra serbest bırakılır ve Türkiye'ce gönderilir. Roza'nın herhangi bir faaliyet yürütecek konumda olmadığı bilinmesine rağmen Türkiye'ye gönderilmesi tamamıyla komplo ve tasfiyeyi amaçlamaktadır. Roza. Türkiye'ye geldikten sonra da meseleyi arkadaşlarına anlatır ve bir süre sonra Botan Eyaleti denen bölgede gene PKK tarafından vurularak öldürülür. Olayın yaratacağı tepkiyi iyi bilen APO ve uşakları. Roza'ya çatışmada "şehit oldu" görünümü vere rek postundan yararlanıp çevresini örgütün hizmetinde tutmak istediler.
NAFİYE: Elazığlıdır. PKK Merkez Komite Üyesi Sarı Hüseyin isimli şahsın karısıdır. Bu militan 1989 yılında APO'nun cağrısı üzerine Almanya'dan Helvi'deki Mahsum Korkmaz Akademisine getirilir. Güzel bir kadın olan Nafiye, APO'nun gözünden kaçmaz. Şam'a çağırır ve cinsel sapıklığını dayatır. Nafiye, cinsel ilişki teklifini şiddetli bir tepkiyle karşılayarak: "Benim kocam var, ben evli bir kadınım. Kocam savaşın ortasındayken bana nasıl böyle bir ah-laksızlığı dayatıyorsun" deyip direnmeye kalkışır. Bundan son-rasını Nafiye'nin ağızından dinleyelim: "Ben direnince, bana; "aptal sen anlamazsın bu işlerden. Cinsel ilişki insan denen yaratığın yaşamının zaruri bir parçasıdır. Ayrıca sosyal ahlakın da bir gereğidir, sen halen feodal çağda mı yaşıyorsun? Koskocaman Avrupa gibi gelişmiş yerlerde yaşamış olmana rağmen kendini feodalizmin etkisinden kurtaramamışsın, dedi ve devam etti; zaten sen parti karşısında suçlusun, provokatör Avukat Hüseyin YILDIRIM, üzerinde çok oyunlar oynadı. Onların etkisinde kaldın, provokatörlerin durumunu bilmene rağmen partiye bilgi vermedin, buna rağmen ben seni herhangi bir uygulamaya tabii tutmadım.
Bu durumda olmana rağmen halen parti önderinin isteklerini yerine getirmekten kaçınıyorsun, direniyorsun. Önderliğe bağlılık bu mudur? Siz önderliğe böyle mi bağlısınız? Kendinizi bağladığınızı kanıtlamanız gerekiyor, yoksa karışmam ve tüm geçmişin hesabını sormak zorunda kalırım" dedi. Bende çok korktum ve adeta şok geçirdim. Ellerini omuzlarıma ko-yarak; " gel, gel nazlanmana gerek yoktur" dedi ve bana zorla tecavüz etti. Israrla Akademiye gönderilmek istedim fakat kabul etmedi, bir süre sonra benden bıkmış olacak ki, Mahsum Korkmaz Akademisine gönderildim. Birkaç gün sonra baktım ki, bayanlar arasında APO'nıın bayanlara yaklaşımı tartışılıyor, onlara yanaştım fakat benden korkarak konuşmadılar. Israrım üzerine bana da anlattılar. Ben de kendi durumumu anlatınca herkes şaşırdı. Çok utanıyordum, benim durumum farklıydı , evliydim ve on yaşında bir de kızım vardı. Bir süre sonra Türkiye'ye gönderildim, burada kocamın vurularak öldürüldüğünü öğrendim. Oturup bazı arkadaşlara meseleyi anlattım. APO bunu duyunca benim hakkımda ölüm kararı aldı. Bulunduğum yere karar ulaşmadan PKK'dan kaçtım..."
Nafiye, halen Kuzey IRAK'ta oturmaktadır. Sol başta (CANDA), Sağ başta (NAFİYE) CANDA: SURİYE Kürtlerindendir. AMUDE Kasabasında oturmakta iken 1988 yılında PKK'ya katılır. PKK-HASEKİ Komitesi tarafından ŞAM'a APO'nun yanına gönderilir. Güzelliği ırz düşmanı APO'nun dikkatinden kaçmaz. Eğitim görmesi için Mahsum Korkmaz Akademisine gönderilmesi gerekirken bilinçli olarak ŞAM'da alıkonulur ve bir süre sonra APO çeşitli yöntemler kullanarak (CANDA) ile cinsel ilişki kurmaya çalışır. Bundan sonraki gelişmeleri bu kirli uygulamaya maruz kalan (CANDA)'dan dinleyelim: "Neden Akademiye gönderilmediğimi hep düşünüyor ve soruyordum. Bu konuda bana tatmin edici bir cevap veren olmuyordu. APO'nıın normal yaklaşım ve konuşmaları benim oldukça garibime gidiyordu, olur olmaz bakıyorsun el ve kaş-göz hareketleri yapıyordu. Sürekli kadın erkek arasındaki ilişkiler üzerinde konuşup bu konudaki sosyalist ahlak ölçülerinden ve hayvani ilişkilerden bahsetmesi beni ürkütüyordu. Bir gün sabah saat 10.00 civarında bütün adamları topladı, ayak üstü bir konuşma yaptıktan sonra lıerbirini bir göreve gönderdi.
Ben ve APO evde yalnız kalmıştık. Ben başka bir odaya gidip olurdum, peşimden oraya geldi. Ayakta durarak bana sen çok güzel bir kızsın dedi. APO'nun bu sözü hiç hoşuma gitmemişti. Bakıyorum hiç hoşuna gitmemiş gibi davranı-\orsiin diye devam etti. Ben hiç bir cevap vermedim, sessizliği tercih ettim. O andaki hislerimi hiç bir şekilde anlatamam. Benim için herşey tam bir kabus olmuştu, çünkü tahmin edemeyeceğim kadar ucuz, alçak ve hafif bir herifle karşılaşmıştım. Bu tablo geçmişteki bütün hayallerimi silip süpürdü. Bu arada APO tüm gövdesiyle üzerime atladı, sıkı bir şekilde beni kucakladı. Seni sevi-yorum diye bağırıyordu. Elbiselerimi çıkarmak istiyor ben de buna direniyordum. Derken üzerimdeki elbiseler paramparça oldu ikimizde ter içinde kalmıştık, yarım saat devam eden bir boğuşma sonucunda APO bana tecavüz etmeyi başardı. Yapacak hiç bir şevim kalmamıştı, çaresizlik içinde ağlamaktan başka elimden birşey gelmiyordu. Dayımın oğlu ile nişanlıydım ne yapacağımı bilemiyordum. APO elini yüzünü yıkayıp elbiselerini değiştirdikten sonra benimde elbiselerimi değiştirip odayı toplamamı istedi ve arka- daşlar birazdan gelirler dedi. APO'nun yanına gidip evime dönmek istediğimi söyledim ve ilave ettim: ben buraya devrimcilik yapmak için gelmiştim meğerse burası farklı bir yermiş insanların şeref ve namuslarının harcandığı insanların ucuz emeller uğruna lekelendiği karanlık bir yermiş, yanlış kapı çalmışım dedim. APO çok seri bir şekilde: cahilsin, çocuksun, hayvan ve ahmaksın. Kür-distan'ın çağdışı toplum etkilerini taşıyorsun, düşmanın toplumıı-muza empoze etmiş olduğu karanlık toplumsal özellikleri değer yargısı olarak anlıyorsun.
Namus senin anladığın gibi kadın ve erkek arasındaki ilişkiler değildir.Bir insan için namus onun ülkesi ve topraklarıdır, burası bir parti ortamıdır, başıboş bir yer değildir. Buraya insanlar özgürce gelirler ancak özgürce geldikleri gibi gidemezler. Partinin kanun ve nizamı vardır, yasadışı yollarla partiyi terk etmenin cezası ölümdü, bazıların akıbetini biliyorsun parti onlara yaşam hakkı tanımadı dedi. APO'nun bu tehdit, psikolojik baskı ve yarı propaganda mahiyetini taşıyan konuşması bittikten sonra bu gece Akademiye gideceğimi söyledi Akademide nasıl hareket etmem gerektiğini belirterek: orada istihbarat faaliyeti yürüterek raporlarda olup bilenler hakkında beni bilgilendireceksin dedi. Ardından bazı isimler vererek bunları özellikle denetlersin, aramızdaki hu ilişki devam eder, ancak gizli kalacak, hu konuda halen acemi olduğun için başlangıçta ruhsal olarak biraz zorlanırsın. Fakat yavaş yavaş alışırsın diye ilave etti. Çaresizlik içerisinde Akademiye gittim, bir süre sonra gördüm ki, benim gibi daha niceleri APO'nun seks sınavından geçirilmiş Buyanların konuştukları tek konu buydu. Belli bir süre eğitim gördükten sonra Türkiye'ye gönderildim. CİZRE'de şehir faaliyet-lerine başladım ve en kısa zamanda bir yolunu bularak sorumluluğum altındaki sekiz arkadaşımla beraber PKK'dan ayrıldım..."
ADİFE: 1986 yılında iki kardeşi ile beraber PKK'ya katılmıştır. LÜBNAN Kürtlerindendir. Çatışmalarda öldürülen kardeşleri nedeniyle PKK içerisinde konumu doğal olarak kan bağı diyebileceğimiz bir hale gelmiştir. (ADİFE-SAADET) sürekli olarak APO'nun yanında kalmaktadır. Fazla bilinçli olmayan 16-17 yaşlarındaki (ADİ-FE") kısa sürede APO tarafından kandırılarak özel ilişkinin esiri haline getirilmiştir.(ADİFE), APO'nun kendisini karısı gibi kullan-dığını gördüğü herkese söylemeyi ihmal etmemektedir. Bu durumu duyan kızın annesi APO ile meseleyi konuşur: "Eğer böyle bir isteğiniz varsa kızla yasal olarak evlenin yoksa bu biçimdeki bir ilişki bizim toplumsal değer yargılarımıza uymayan yaklaşımlardır." der. APO da kahkaha atarak; "Kızın benden daha büyük, daha akıllı, daha kahraman erkek mi bulacak?" deyip meseleyi geçiştirmeye çalışır. Evet, yineliyorum bu tam bir provakasyon mantığıdır, bu bir ah-laksızlıktır, bu resmen bir halk düşmanlığıdır, bu insanların yaşama hakkına tecavüzdür. Bu böylece biline! Kürt halkının mücadelesine Kürt olduğu için değil sosyalist olduğu içinkatıldığını söyleyen Hafiz ESAD'ın vesikalı kapatması APO bakın ne diyor; "Kızlar karşıma çıkıyor, en değme artistin ulaşamayacağı kadar ulaşıyorum". "Kürtlük adına namussuzluktan başka ne var." diye basına demeç verme cüretini gösteren bu Mayıs Böceği hangi yüzle Kürt insanını savaşa davet ediyor? Burada ikidebirde APO sefilinin yanına gidip kamuoyuna .
APO ve PKK'yı tanıtmak adı altında PKK propagandasına alet olanlara da kısa bir sözümüz olacak; Yıllardır yaza çize bu sefil yaratığı siz reklam ettiniz, çıkarlarınız uğruna Türk ile Kürt insanının duygularını hafife aldınız, be-yinlerine ambargo koydunuz ancak: Türkiye'de artık birileri kimin ne olduğunu açıkça yazabiliyor. Kalemlerinizi kan dökülmesine yardımcı olmak için değil, mazlumların ezilmesini ve kullanılmasını engellemek için kullanın! Şimdi gelelim siyasi işportacı CELAL TALABANİ'nin 2 Ekim 1992 günü yapılan Kuzey Irak harekatı için Türkiye'yi ikna etmesi, yardımcı olacağını bildirmesi, desteklemesi ve harekata askeri gücüyle katıldıktan sonra birdenbire PKK ile anlaşmaya varmasının perde arkasına: TALABANİ'nin lideri olduğu KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği -YNK) 1991 yılında Saddam yönetimine karşı başlatılan Kürt ayaklanması (intifada) sırasında Kuzey Irak'ta etkili değildi ve zaten hiç bir zamanda etkili olamamıştı. I-KDP (Irak Kürdistan Demokrat Partisi) karşısında ezik ve silik bir durum daydı.
İngiliz kültürü ile yetişmiş ANKARA temsilcisi Sarçil KAZAZ Irak'a yönelik Birleşmiş Milletler ambargosunu delmek istiyor: kot pantalon. çeşitli lüks giyim eşyaları, çay ve sigara kağıtlarını artık Türkiye üzerinden Kuzey Irak'a gönderemiyordu. Türk dışişlerine ve diğer yetkililere "İran bize kucak açıyor ancak biz Türkiye'yi se-viyoruz" diyerek yaklaşmalarına rağmen ticaret yapamıyordu. Ta-labani ve ekibinin yıllardır Türkiye üzerinden yapmış oldukları ticaret bir anda durmuştu. İngiliz bankalarındaki sterlinler suyunu çekmeye başlamıştı. PKK düşmanlığı. Türkiye'ye katılma veya Türkiye ile Federasyon gibi saçmalıklarla başlattığı duygu sömürüsü ile Türkiye'ye şirin görünmeye başladı.Sonuçta Türkiye'ye her geliş gidişinde protokol ile karşılanıyor, gün geçtikçe itibarı artıyordu. Bol keseden atıyor ve anlatıyordu: emrindeki onbinlerce (!) Peşmerge ile Kuzey Irak'taki PKK'lıları bir haftada temizleyecek hatta Türkiye Kürtleri içerisinde PKK'ya alternatif bir politika tutturarak Kürtleri sakin-leştirecekti. T.C.'nin bilgisi dışında TKSP (Türkiye Kürdistanı Sos valisi Partisi) ve onun lideri Kemal BURKAY ile bu temelde çalışmalara giriyordu. Ne yapıp yapıp güç kazanmalı, ezeli rakibi 1-KDP ve Mesul BARZANİ'den daha etkin olmalıydı.
PKK: Kuzey Irak'ta ERA, HAFTANIN, ARİ, SINAHT, HAKURK gibi yerleşim birimlerinde küçümsenmeyecek bir askeri güce ulaşmıştı. O halde PKK darbelenmeli, yıpratılmalı ve bu örgütün taraftarları ile askeri gücü KYB tarafından kazanılmalıydı. "Kürdistan'ın Türkiye sınırındaki köyleri; PKK tarafından işgal edilmiştir, köylüler ERBİL ve SÜLEYMANİYE'ye kaçtılar. PKK buraları bo-şaltmalı .silahlarını bırakmalı...Vs." gibi demeçler vermeye başladı. PKK'nın Kuzey Irak 'taki güçlerinin güneyinde peşmergelerden bir hal oluşturulduğunda ve Türk Ordusu da Kuzeyden Güneye doğru harekata başladığında: arazi ve mevsim şartları, teknolojik ve lojistik yetersizlikler sonucu işportacı şu alternatifleri düşünecekti: a) PKK. İran'a kaçabilir. b) Türk Kuvvetlerine teslim olabilir, c) Kürdistanı Cephe Kuvvetlerine teslim olabilir. d) Güneye doğru bir yarma yaparak Saddam güçlerine sığınabilir. Celal TALABANİ bu alternatiflerden birincisinin kısmen, üçüncüsünün de tamamen gerçekleşeceğini iyi biliyordu. Türkiye ile müşterek yapılacak bir operasyonda sıkışacak olan PKK'lıları
"Ben kardeş kanı dökmek istemiyorum" diyerek himayesine alacak, onları Türk askerinden kurtaracak ve kazanarak güçlenecekti. KYB'ye bağlı Peşmerge komutanları KÖSRAT ve ŞERDİL zaten PKK ile temastaydı ve uzlaşmak kolay olacaktı. Siyasi işportacı TALABANİ. PKK'yı ele geçirmek için aslında daha kestirme bir yol biliyordu. Fakat, Türkiye akıllı davranmış ve işportacının teklifini kabul etmemişti, işportacı: "Apo Türkiye'deki gelişmeleri Şam'dan göremiyor, kendisine adamları tarafından yanlış bilgiler veriliyor. Kürtler Türkiye'de demokratik haklara kavuşmaktadırlar, Kürtler açısından herşey iyiye gitmekledir. Ben APO'yu Suriye'den alıp ERBİL'e getireyim, durumu görsün. PKK karargahı Kuzey Irak'a taşınsın, APO gelişmeleri görünce terörü durduracaktır." diyordu. PKK konusunda tedafüi durumda olan ilgililer nasıl olduysa bu sefer işportacının bu defolu malını kabul etmediler TALABANİ aslında bir gerçeği dile getiriyordu: Türkiye'deki Kürt hareketi gerçekten gelişiyor Kürt insanı mevcut uygulamalar, Kürt enstitüleri. Kürt basını, yazarı- çizeri ile giderek ait olduğu Türki kültürden kopuyor ve aslına yabancılaşıyordu. Türkiye'nin Güneydoğusunda bir Kürdistan devleti kurmak isteyenlerin işleri tıkırındaydı. Amacına ulaşabilmek için büyük bir tabasbus içerisinde Türkiye'ye yanaşan TALABANİ gerçekten zor durumdaydı.
Başını SURÇİ aşiretinin çektiği ve Musul Vilayeti Konseyi olarak isimlendirilen Kuzey Irak'lı 65 Kürt Aşireti Kürdistan Muhafazakar Partisi adı altında güçlü bir oluşum meydana getirmiş ve 19 Mayıs 1992 günü yapılan Kuzey Irak'taki sözde seçimleri boykot etmişti. Kuzey Irak'ta güç ve etkinlik aşiretlerdedir. Ancak dışı politika Uçgendeki Tezgâh
sahnesinde KDP ile KYB bilinen siyasi örgütler olduğundan dolayı Türkiye kamuoyu bu
aşiretlerin farkında değildir. Fakat başta ABD olmak üzere, ingiltere, İsviçre gibi Irak'a yoğun
ilgisi olan devletler bu potansiyel gücün farkındadır ve bundan yararlanmaya çalışmaktadılar.
Kürdistan Muhafazakar Partisi lideri Ömer Hıdır SURÇİ, bütün diğer desteklere rağmen
Türkiye'den umutlu ve Türkiye'nin laik ve demokratik yapısıyla genelde Ortadoğu'ya özelde ise
Irak'a iyi bir örnek olduğunu savunmaktadır. Önemli bir durum da şudur ki; KYB ve KDP, Ömer
Hıdır SURÇİ'nin elindeki potansiyel gücün farkında ve bu gücün yarattığı etkinlikten
korkmaktadırlar. Bu potansiyel gücün çapını biraz olsun belirleyen belgelen okuyucumuzun
bilgisine sunuyoruz:
MUSUL Vilayet Konseyi 4 Consiston Court, Kendal St. Landon W 22 AN 071-2620488 Ankara 17 Mayıs 1992 BASIN BÜLTENİ NO.1 Musul Vilayetinin (Kuzey Irak) tüm aşiretlerinin liderleri antlaşmalar, gelenekleri ve muhafazakarlığa uygun olarak göreve başlamıştır. Birleşmiş Milletler insan Hakları Komisyonunun 5 MART'ta "Soykırım olarak kınadığı uygulamalar ve sürekli ekonomik baskıya cevaben temsilcilerinin BM yasası ve geçenlerde ortaya çıkarılan IRAK'ın 30 MAYIS 1932 tarihli deklarasyonuna dayanarak" kendi geleceğini kendilerinin belirleyeceği "15 MAYIS" ta kabul etmişlerdir. 75 aşireti içeren ve diğer tüm etnik grup ve Musul vilayetindeki dini azınlıklara açık olan tam yetkili Musul Vilayet Konseyi'nin Kürt lideri Ömer Khodner Al-Sourchi; "60 yıldan fazla süreden beri, Irak Hükümeti IRAK'ın azınlıklarına yeterince uygun davranma zorunluluğunu yerine getirmede başarısız olmuştur. Ve Bağdat'taki rehine olan kimseler Milletler Cemiyetince onlara tanınan sınırlar içinde açgözlü amellerde başarılı olamamışlardır, onlar halkıma karşı soykırım uygulamalarına dahi başvurmuşlardır" dedi. Deklarasyonlarında Musul Vilayeti Konseyi üyeleri BM Güvenlik Konseyini bunu görmeye davet ettiler. -Tüm uygulanabilir BM kararları uluslararası teminatlar ve diğer bağlı metinler- ya orjinal olarak niyet edilen etkileri üretecek veya uygun sonuçlar gerektirecektir. Aako aşiret liderlerinin düşüncesine göre, Aako Abbas Hamad Ağa, "Uluslararası birliğin karar verebilmeleri için gerçekten ulaşmıştır ve uygun hareket etmek suretiyle Kürt halkını hiç bir zaman kabul etmediğimiz, kanlı bir uygulamadan kurtaracaktır. Ve içersinde Bağdat'ın iyi niyetine bağlı olmayan bir güvenlik çerçevesini bize verecek ve yaralarımızı iyileştirmemize ve kendi geleceğimizin başkasına devrolunmaz hakkını etkili olarak ve sorumluluk içerisinde denemeden önce kendi ayaklarımız üzerinde durmamıza izin verecektir." İbrahim Ali Malo ekliyor (Mizo-ry Aşiretinin lideri), "Allahın yardımıyla ve her yerdeki tüm iyi niyetli kişilerle birlikle, dünyanın petrol kaynaklarının bekçisi olarak hizmet etmekten ve Musul Vilayetini yeni dünya düzenine sağlam bölgesel yardımlaşma haline dönüştürmekten memnun ola-cağız." Omar Khedner Al-Sourchiibrahim Ali Malo Secretarya Member Aako Abbas Hamad Ağa Abdul Kader Brefcani Member Speaker
KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEMENİN AÇIKLAMASI
Allahın adıyla lıerşeve gücü yeter, amin.
Biz, Musul Vilayetinin Kürt aşiretlerinin liderleri, Kürt geleneklerine, göreneklerine,
muhafazakarlığının takipçisiyiz, yalnız bu aşiretleri ve üyelerinin ailelerini ve her bireysel halkın
dikkate U çgendeki Tezgâh
değer güvenlik ile ilgili, refah ve vekillerine ve diğer kişilerin kurumlarıyla ilişkilerinin
içerisindeki herşeyi sunmakla güçlendirildik.
Eski ve geçerli aşiret kanunu ve görenekleriyle omuzlarımızın üzerinde olan sorumlulukların
altında hareket ederek, sürekli şiddetlere ve yaşam, özgürlük, özel mülk ve mutluluğun insan
haklarının ana temeline karşı olan şiddet tehditlerine cevap vererek, 1925'te Milletler Cemiyeti
tarafından Irak Hükümeti otoritesi allında yerleştirildiğimiz Musul Vilayetini içeren ala
topraklarımızın diğer zararsız ahalisine ve bizim halkımızın üzerine kurulmuştur.
Irak konusundaki Milletler Cemiyeti mandasının bitimini hatırlatarak Irak'ın ulusal bağımsızlığı
ve bölgesel bütünlüğü: 3 EKİM 1932'de Milletler Cemiyeti üyeliğine Irak'ın yükselişi ve Irak'ın
açıklaması 30 MAYIS 1932 tarihinde kurulmuştu. Milletler Cemiyeti birliğinin elbirliğiyle özel
hakların ve özel hizmetlerin azınlığa ait olanları sürekli ve sıkı bir koruma sağlanarak yapılmış ve
milletler cemiyetinin garantisi altında yerleştirilmesi gereken uluslararası ilginin
zorunluluklarının yapılaşması açıklanmıştır.
Irak'ın şu andaki ve gelecekteki kanun, uygulama ve ayarlama veya resmi hareket etme ve
herhangi bir ihlal etme veya bu kayıtlardan herhangi birinin bozulma tehlikesi halinde emsaller
gözö-nüne alınarak meclis konseyi tarafından harekete geçilecektir veya son olarak bu görev
uluslararası adaletin daimi mahkemesi tarafından yapılacaktır.
21 ARALIK 1945'de Irak Milletler Cemiyetinin bir üyesi iken Birleşmiş Milletlere katılmış ve ne o zaman ne de o zamandan beri ulusal bağımsızlığına bağlı resmi koşulların kaldırılması seçeneği, ne araştırmış ne de elde edilmiştir. Irak'ın bağımsızlığı, hükümranlığı ve bölgesel bütünlüğü Birleşmiş Milletler Devletlerinin açıklamalarıyla (Birleşmiş Milletler Konseyi Kararları 686-688) hiçbir zaman niyet edilmemiş ve onun Irak'a karsı hakları değiştirme etkisine sahip olmayacaktır, zamanında ihtiyaç olmamıştır ne de Irak'ın hükümranlığı üzerinde kullanacağı limitleri azaltabilir ve Irak'ın uluslararası ilgi zorunluluğunu azaltabilir ne de uluslararası garantisini düşürebilir. Bu yüzden bizim insanımızın dikkat edilebilir şekilde korunması gerektiği ortaya çıkmıştır. Milletler Cemiyetinin, 18 Nisan 1946'da kabul ettiği anlaşmalarda, talimnamelerde ve deklerasyonlarda Milletler Cemiyetine verilen haklar ve yükümlülüklerin Birleşmiş Milletlere aktarılmasına imkan veren son kararı ve daha önce uluslararası adalet divanı daimi heyetinin oylamasına sunulan benzeri durumlarda yargılama hakkı veren uluslararası adalet divanının kanununun 37 nci maddesi akılda tutulmalıdır.
Irak Hükümetinin Kürt halkına soykırım uygulamalarının gerçek anlamda ve diğer hususların özellikle güvenlik konseyinin 688 ve 706 sayılı kararlarında, BM-İnsan Hakları Özel Gözlemcisinin, Irak'ta insan haklarının durumuna dair 1992 tarihli raporu ve Irak Hükümetinin sorumlu olduğu en tehlikeli düzeyde insan haklarının yoğun ihlalinden dolayı Irak'ı açıkça kınayan 5 MART 1992 tarihli kararı ile hepsi özellikle Irak'ın uluslararası yükümlülükleri ile uyuşmadığı görülen ve uluslararası teminatları daha etkin olarak şekillendiren herşey yalnızca bu vesile ile uluslararasında tanınmış azınlıklar etkisi içinde değil, fakat ilerde zayıflayacak yasa maddeleri olmasın diye acilen başvurulmuştur. Irak Hükümetinin en değerli bölgeleri, örneğin Kerkük petrol sahasını, kurtarmak ve önceliği tekrar kazanmak için çarpık gayretlerine dikkat çekilmiştir. Bu saha, bu doğal kaynakların açıkça tek yasal sahibi olan Kürt aşiretleri bazı Türkmen aileleri ve bazı Türk vatandaşlarının gayretleri ile işletilmektedir.
21 ARALIK 1945'de Irak Milletler Cemiyetinin bir üyesi iken Birleşmiş Milletlere katılmış ve ne o zaman ne de o zamandan beri ulusal bağımsızlığına bağlı resmi koşulların kaldırılması seçeneği, ne araştırmış ne de elde edilmiştir. Irak'ın bağımsızlığı, hükümranlığı ve bölgesel bütünlüğü Birleşmiş Milletler Devletlerinin açıklamalarıyla (Birleşmiş Milletler Konseyi Kararları 686-688) hiçbir zaman niyet edilmemiş ve onun Irak'a karsı hakları değiştirme etkisine sahip olmayacaktır, zamanında ihtiyaç olmamıştır ne de Irak'ın hükümranlığı üzerinde kullanacağı limitleri azaltabilir ve Irak'ın uluslararası ilgi zorunluluğunu azaltabilir ne de uluslararası garantisini düşürebilir. Bu yüzden bizim insanımızın dikkat edilebilir şekilde korunması gerektiği ortaya çıkmıştır. Milletler Cemiyetinin, 18 Nisan 1946'da kabul ettiği anlaşmalarda, talimnamelerde ve deklerasyonlarda Milletler Cemiyetine verilen haklar ve yükümlülüklerin Birleşmiş Milletlere aktarılmasına imkan veren son kararı ve daha önce uluslararası adalet divanı daimi heyetinin oylamasına sunulan benzeri durumlarda yargılama hakkı veren uluslararası adalet divanının kanununun 37 nci maddesi akılda tutulmalıdır.
Irak Hükümetinin Kürt halkına soykırım uygulamalarının gerçek anlamda ve diğer hususların özellikle güvenlik konseyinin 688 ve 706 sayılı kararlarında, BM-İnsan Hakları Özel Gözlemcisinin, Irak'ta insan haklarının durumuna dair 1992 tarihli raporu ve Irak Hükümetinin sorumlu olduğu en tehlikeli düzeyde insan haklarının yoğun ihlalinden dolayı Irak'ı açıkça kınayan 5 MART 1992 tarihli kararı ile hepsi özellikle Irak'ın uluslararası yükümlülükleri ile uyuşmadığı görülen ve uluslararası teminatları daha etkin olarak şekillendiren herşey yalnızca bu vesile ile uluslararasında tanınmış azınlıklar etkisi içinde değil, fakat ilerde zayıflayacak yasa maddeleri olmasın diye acilen başvurulmuştur. Irak Hükümetinin en değerli bölgeleri, örneğin Kerkük petrol sahasını, kurtarmak ve önceliği tekrar kazanmak için çarpık gayretlerine dikkat çekilmiştir. Bu saha, bu doğal kaynakların açıkça tek yasal sahibi olan Kürt aşiretleri bazı Türkmen aileleri ve bazı Türk vatandaşlarının gayretleri ile işletilmektedir.
Irak Eski Başbakanı Tarık Aziz, resmen BM. Özel gözlemcisine beyan ettiği gibi; "Irak Kürt bağımsızlığını ilk kazanan ülke olacaktır" (E/CN, 4) 1992131,108). Irak hükümetinin BM 688 ve 706 sayılı insani kararlarını önemsemede devamlı başarısızlığına dikkat çekilmiştir. Böylece bu BM örgütlerinin yer aldığı insani çabalar ve öteki pekçok kahramanca mücadele eden herhangi bir hükümete bağlı örgütlerin hepsi uluslararası yasa ve medeniyetin temel kurallarının Irak tarafından ihlalinin kurbanlarına zamanında yeterli ve etkin yardım sağlamayı istemektedir. Halkımızın kurtulmasını temin etmeye devam eden ve kaçınmadan yüklenen barışçı ülkelerin vergi veren vatandaşlarını korumak için çabuk, cömert ve etkili dayanışma için halkımızın yürekten şükranlarını sunuyoruz, şimdi bu dayanışmayı yerli halkımızın vücut ruhu ile halkımızın ve toplumumuzun etkin olarak iyileştirilmesi, kurtarılması ve giydirilmesini sağlayan ittifaka dayalı ve yetki ile idare edilen self-yardım programlarına doğru yeniden yönlendirilmeleri gereklidir. Bize güven, politik destek ve insanımıza gelecekteki sorumlulukları için yol gösteren, bu sorumluluklar ise Allah'ın izniyle ve biz de başarabilirsek insanımızı aktif bir faktör haline getirmek, sorumluluk ve gururla bölgedeki dengeyi sağlamak, dünya ekonomisini petrol kaynaklarını güvenilir hale getirerek emniyeti sağlamak ve bir Allah'a inananlar arasında hoşgörü ve uyumu arttırmaktır.
Bunları sağlayacak komşu ülkelere ve her yerdeki dostlarımıza güveniyoruz. Bununla beraber, bizim şimdilik sizden isteğimiz ise 60 seneden beri sürekli olarak uluslararası yaptırımları ciddiyetle uygulamayan, bir daha güvenilemeyecek hale gelen, devamlı olarak rehine alan Bağdat hükümetinin kanlı pençelerindeki barışsever, kanunlara uyan, sorumlu halkımız ve vekilleri için Musul Vilayeti Kürtlerinin bağımsızlığını kaderden ziyade zorunluluk haline getirten Araplaştırmacı politikasını zalimce uygulayan sorumsuz hükümetten gelebilecek her türlü kötülüklere karşı koyacak geçici bir kalkan oluşturulmasıdır. 29 Nisan 1992'de Arbil bölgesindeki Kalaken'de anayasayı hazırlamakla yetkili Asemble toplantı. Bu toplantıya Musul Vilayetindeki 75 Kürt Aşiretinin 63'ünün tanı yetkili liderleri, diğer aşiretlerin ise meclisleri tarafından seçilip tam yetki verilmiş üyeleri katıldı ve bu grup Musul Vilayet Konseyi adını alarak, bütün diğer etnik grupları, dini azınlıkları temsil ettiklerini belirtti. Abdııl Kader Brefcani sözcü, Ömer Khedner Homad Al-Sourch ve Aziz Rasid Akrawy ise sekreter olarak seçildiler: Musul Vilayet Konseyi Üyelerinin İmzalarıyla;
1. Birleşmiş Milletler Beratı'nın 1 nci fıkrasına göre Musul Vi-layetinin yerli Kürt halkının, devrolunamaz kendi geleceklerini tayin hakkı var, buna sahip çık ve uygula.
2. Birleşmiş Milletler Konseyini, 661, 668 ve 706 no. lu kararlarının uygulamada Kürt halkına ve/veya Birleşmiş Milletlerin insancıl çabalarına ve Irak'la faaliyet gösteren diğer insancıl organizasyonlara hiçbir şekilde zararlı etkisi olmadığını göstermek için davet et. Bütün uygulanabilen Birleşmiş Milletler yaptırımları, Internasyonal garantiler, diğer bağlayıcı konular, Irak'ın cid-diyetle üzerine eğilmesi gereken enternasyonel ilgi yaptırımları, 30 MAYIS 1932 tarihli Irak Anayasa Deklerasyonunda belirtildiği gibi; Irak ya islenen orjinal çabaları yapacak, ya da doğabilecek sonuçlara katlanacak. Bu doğabilecek sonuç ise haklarımızı muhafaza ettiğimiz, Kürt halkının emniyeti ve ekonomik yaşamın güvenilir bekçisi olarak Güvenlik Konseyinin onayladığı özel bir temsilciyi seçmek ve bu temsilcinin diğer Birleşmiş Milletler organızasyonları ile ilgili konularda konsültülasyon yapabilecek olmasıdır.
3. Irak'ın dile düşen insan hakları ve diğer şiddet hareketlerini özellikle Irak'ın geçenlerde ortaya çıkartılan uluslararası ilgili haklar ışığında yeniden incelenmesi ve Musul Vilayeti özel temsilcisinin Musul'un saygın halkına 1925 ve 1932 yıllarında verilen uluslararası azınlık korumasını daha etkin şekilde sağlama yöntem ve düşüncelerini güderken bu temsilcinin hizmetlerini yürütebilmesi için müttefik kuvvetler hükümetleri davet edilmektedir.
4. Türk Hükümeti, Musul Vilayet Meclisinin bir erken Ateşkes ve Türkiye'nin Kürt sorununa akılcı ve sürekli bir çözüm sağlayacak bir diplomatik arabulucuğa davet edilmektedir.
5. Musul Vilayetinde yerleşmiş olan diğer bütün hor görülmüş aşiretleri; etnik grupları, dini azınlıkları ve Musul Vilayetinin Kürt kontrolündeki bölgelerinde bulunan siyasi partileri, Musul Vilayet Meclisinde temsil edilen diğer Kürt aşiretleri ile güçlerini birleştirmeye ve Musul Vilayet Meclisinde temsil etmeye, bununla birlikte Ulusal Hükümetin yeniden yapılanma koalisyonuna katılmaya, Musul Villayetini ve Kürt toplumunun yeniden kurulması gibi yüce bir göreve bütün kaynaklarını ve enerjisini kullanarak yardım etmeye davet et.
6. Bütün Kürt aşiretleri ve tüm Kürt halkının desteklediği Kürtlerin kendi kendilerine yardım projesi "PROJE MACKDOOR"» öncelikli proje olarak ilan et; Kürtlerin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmalarının tek onurlu yolunun ise kendi öz kaynaklarını kullanmaları olduğunu, bunun yanında bu insancıl projenin, uzağı görebilen politikacıların, yetenekli diplomatların, seçkin iş adamlarının, her yerdeki insanların iyi niyetini ve hak ettiğini bildir. Irak'taki Birleşmiş Milletlerin insancıl programları, bunun yanında Birleşmiş Milletler destekli Kürt yeniden yapılanma programının finansı, Kürt topraklarındaki Kürt petrolünün dışarıya satılması ile, Kürtleri ve Birleşmiş Milletleri Bağdat'ın insiyatifine bırakmadan sonunda bağımsız yapacağını belirt.
7. Onların asıl maksatlarının Musul Vilayetinde gerçek demokrasiyi tanıtmak, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Uluslararası Parlamento Birliği ve diğer uygun kuruluşlarla ve organizasyonlarla ilgili hizmetleri sağlamak için 12 ay içerisinde genel seçim yaparak Anayasa Komisyonunun kurulmasını sağlamak olduğunu ilan et.
Kürdistan Muhafazakar Partisi (Musul Vilayeti Konseyi) Genel Sekreteri ve SURÇİ Aşireti
Reisi Ömer Hıdır SURÇİ. Celal TALABANİ bu yapıyı bozmaya çalıştı. Hüseyin Hıdır SURÇİ, Sabah BARZANİ,
Kerimhan BRADOST, Ako Abbas HAMED, Mahmut Esad Fetteh HERKİ, Cevher SURÇİ, Şeyh
Mustafa Abdullah Nakşibendi gibi isimlerle KTS (Kürdistan Tri-bes Society-Kürdistan Aşiretler
Topluluğu) isimli örgütlenmeyi kurdurdu ve bunların Suudi Arabistan'dan para yardımı
görmelerini sağladı.
Bu arada KYB ANKARA temsilcisi Sarçil KAZAZ da boş durmuyor, ilgili makamlarda kulis
faaliyeti yürüterek Ömer Hıdır SURÇİ'nin Genel Sekreteri olduğu Musul Vilayeti Konseyini
yerin dibine sokuyordu. KAZAZ'a göre Ömer SURÇİ intifada sırasında Türk ENKA şirketine ait
araç-ve makinaları gasp ederek İran'lı kaçakçılara satmıştı (!) dolayısıyla Türkiye yanlısı bir
tutum sergilemesi mümkün değildi. O bir Türkiye düşmanıydı! Ömer SURÇİ böyle tanıtılıyor,
fakat Celal TALABANİ, IRAK MiLLi TÜRKMEN PARTİSİ'nin Kuzey Irak'ta Türkmen
haklarını korumaya yönelik faaliyetlerini engelleyebilmek için elinden geleni yaptığı hatta,
DEMiRCi soyadını kullanan ve SNOBER olarak bilinen Necmettin KAKAI'ye TÜRKMEN
KARDEŞLiK PARTiSi adı altında kukla bir parti kurdurduğu için Türkiye dostu oluyordu.
Hem de ERBİL ve ŞAKLAWA sokaklarına "KERKÜK KÜRDİS-TAN'IN KALBİDİR" sloganını yazdırarak ! Kuzey Irak'ta yaşayan aşiretler ve siyasi cambazlar hakkında bilgi sahibi olmadıkları ve hala bir Ortadoğu politikası geliştiremedikleri için yöneticiler Musul Vilayeti Konseyi'ne "Hini hacette lazım olur" diye bile olsun sahip çıkmıyorlar: "Bizim başkentimiz Bağdat olacağına, istanbul olsun" gibi sözlerle duygu sömürüsü yapan muhtal işportacıyı en üst düzeyde kabul ediyorlardı. Yöneticiler. Türkiye sınırları güneyindeki PKK güçlerinden rahatsızdılar. Bu gücün yok edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Düşünceleri doğruydu. Ancak Ortadoğunun işportacısını tanımıyorlardı! TALABANÎ'nin Türkiye'ye geliş gidişi PKK terörüne bir ilaç gibi görülmeye başlanmıştı. Türkiye'nin Kürt sorununu (!) bir bıçak gibi kesecek, o hain PKK'ya saldırarak onları yok edecek ve PKK belasını defedecekti. Bu arada TALABANİ Avrupa, ingiltere, Amerika, Türkiye ve Kuzey Irak arasında mekik dokuyor talimatlar alıyor, Kürdistani Cephe ve cepheyi oluşturan kitleyi kazanmaya, kontrol altına almaya çalışıyordu. Kürdistan olarak isimlendirilen Kuzey Irak'ta ERBİL kentinde bulunan parlamento, yasama yürütmeyi sağlıyordu. Bayrağı olmayan ve ilan edilmemiş bir devlet mevcuttu. Türkiye'den gelen gıda maddeleri İran ile yapılan kaçakçılık ve Saddam yönetiminin bilinçli şekilde kaçakçılık adı altında sattığı mazot , benzin ve tüpgaz halkı doyurmuyordu. Bir atak yapmalı gücüne güç katmalıydı.
PKK'nın "akıllandırılması" konusunu "Kürdistan Parlamentosu" na getirdi ve bir konuşma yaptı: "PKK Zaho bölgesinde 23, Amadiye bölgesinde 162, Mergasor bölgesinde 19 ve Revanduz bölgesinde 33 olmak üzere toplam 237 köyü işgal etmiştir. PKK'nın yaptıkları kimin çıkarınadır? Bu davranış Kürtlerin stratejik amaçlarına ne fayda sağlamaktadır? Sınır köylerine girdiler, sonuçta TC güçleri tanklarla uçaklarla o civardaki Kürt halkının üzerine saldırdı, Kürt halkı zarar gördü. PKK' nin ve diğer devrimci güçlerinin Irak Kürdistan'ı halkının düşük ve bozuk ekonomik, sosyal yaşantı içerisinde oldu böylesi birgünde bize yardımcı olması gerekirdi. PKK Türkiye yolunu kesti, bu yol Kürdistan'ın tek transit yoludur. Biz hiç bir siyasi görüş ve ideolojiye karşı değiliz bunun en iyi belgesi bugün Irak Kürdistan'ına yerleşen özgürlüktür. Bu özgürlüğün Ortadoğu ve çevresinde örneği yoktur. Eylül 1991'de Irak Kürdistanı'nda yapılan devrim bütün Kürt halkını sevindirmiş, bunun Irak'ta daha başarılı olması umudu Irak, Suriye ve Türkiye Kürdistanı'ndaki yurtsever örgütlerde gelişmiştir. PKK'nın bir özelliği de iki yıldır Türkiye Devletinde gelişen yeni değişimler konusundaki bilgisizliği ve duyarsızlığıdır.
Türkiye'deki halkımız baskıcı Türk faşistlerine karşı 1984 yılında silahlandığı zaman görüldü ki, parlamenter mücadele ile daha yumuşak bir yol tutularak daha iyi bir ortam oluşuyor. Biz bütün gücümüz ve büyük isteğimizle Türkiye'deki Kürt kardeşlerimizin rahat bir yaşam koşuluna ve ulusal haklarına kavuşmalarından yanayız ve üzerimize düşen tarihi sorumluluğumuzun bilincindeyiz." Türk egemenleri Kürt sorununu çözmek için yeni gelişmeler yaratıyor. Bu sözler I-KDP enformasyon şubesinin 1992 yılı Kasım ayında yayınladığı basın açıklamalarından alınmıştır. İşportacının söylemek istediği şey şudur;" Türkiye'de bir Kürdistan kurmak için teröre gerek yoktur. T.C.'nin mevcut uygulamaları Kürt insanını zaten Türklerden koparacak ve sonuçta Kürdistan kendi iğinden oluşacaktır. PKK'yı bu konuda akıllandıralım, bizi fazla yormasın!" Sonuçta, Erbil'deki parlamentoda işportacının stratejisi doğrultusunda PKK'nın ıslah edilmesi kararı alındı. Kürdistani cephe peşmergeleri Türk Ordusu ile müttefik olarak PKK'ya karşı operas yona (!) başladılar. Operasyon dedik ve güldük ancak şunu da itiraf etmek gerekir; Peşmergeler PKK ile çatışmalarda birçok değerli komutanlarını kaybettiler. Çünkü önderleri PKK'yı "Kışt deyince kümesine kaçan tavuk" olarak göstermişlerdi. Bu tutumları özellikle ZAHO cephesine Türk Ordusunun zırhlı birliklerle müdahale etmesini gerektirmiştir. Harekatın nasıl cerayan ettiğini ilgi-li bölümünde inceleyeceğiz. Harekat sonucu TALABANİ tam tasarladığı gibi PKK'yı Türk ordusundan kurtarmıştı. Zaten TALABANİ ile APO'nun 1988 yılında imzalamış oldukları protokol da bunu gerektiriyordu. Peki, I-KDP bu konuda ne düşünüyordu?
Mesut BARZANİ rakibi Celal TALABANİ gibi bir siyaset can-bazı değildi. Ancak, o da zamanında PKK ile ilişkilerini bir protokole bağlamıştı ve gerek Türkiye'de gerekse Kuzey Irak'ta PKK 'nin tabanını ve imkanlarını kullanarak güçlenmek istiyordu. PKK ile I-KDP arasında 1984 yılında imzalanan protokolden bir bölüm şu şekildedir; "Her iki parti Türkiye'nin faşist diktatör rejimine karşı Türkiye Kürdistanı'ndaki katliamlarına, ulusal çıkarlarımızı inkar etmesine ve halkımız için çalışanlara yönelik uyguladığı terörizme karşı Irak Kürdistanı'na destek verecek ve düşmanı korkutacak planların geliştirilip halkımızın amacına hizmet için görüşmelerini sonuna kadar sürdüreceklerdir." Sayın okurlar: Kuzey Irak'ta yaratılmak istenen Kürdistan Stratejisi emperyalizmin denetimi altında bir statüdür. Türkiye'de bir Kürt partisi veya Kürtçü kişiliklerle yürütülen bir politika sağlamak, İran'daki Kürtleri etkilemek ve İran'ın radikal islamcı faaliyetlerini denetlemek, Saddam HÜSEYİN veya bir başkası olsun Irak'taki mevcut rejimi tehdit etmek, petrol yataklarına el koymak, ortadoğuda kalıcı üsler temin etmek çerçevesinde hazırlanmış bir senaryodur. Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devleti diğer parçalara da önderlik edecek. PKK veya değişik isimli örgütler, bu ülkeleri kan gölüne çevirecek daha sonra da Kuzey Irak'taki Kürdistan Devleti ve patronları demokratik ve ılımlı yaklaşımlarla hedef ülkeyle temasa geçerek: "Ben seni bu beladan kurtarırım." diyecek ve hedef ülkede terörist örgüte alternatif Kürt milliyetçisi başka bir politika sahneye koyacaktır. PKK askeri faaliyetler açısından artık bir kısır döngü içerisine girmiş durumdadır. Daha ne kadar karakol, bölük, tabur, ilçe veya il'e saldıracaktır? Askeri eylem; toprak parçası ele geçirmek, siyasi üstünlük sağlamak, psikolojik kazanımlar elde etmek, düşmanı imha etmek gibi maksatlarla yapılır. Eylemler PKK'ya siyasi ve psikolojik kazançlar sağlamakta, eylemler sonrası binlerce saf ve temiz genç telef olacaklarını bilmeden katılmakta, siyasi kazanımlarını ise Türkiye'deki bir takım organizasyonlar siyasi partiler ve kişiler kendi çıkarları için kullanmaktadır.
Kendi deyimi ile "İPİNİ KOPARMIŞ ADAM" APO. çaresizlik içerisindedir.Kardeşi Osman ÖCALAN'ın ihaneti üzerine Kurtlar Sofrasına düşmüştür ve bu sofradan en az zararla kurtulmak istemektedir. Bize göre APO, Kürt hareketi içinde tarihi misyonunu tamamlamak üzeredir. En azından ikinci bir İdris-i Bitlisi olamamıştır. Bu role simde Celal TALABANİ soyunmuştur. Halen Kuzey Irak 'ta TALABANİ'nin denetiminde bulunan Osman ÖCALAN'ın APO için; "Bu adam hep öldür, öldür diyor! Bunun sonu ne olacak? " şeklinde demeçler vermesi dikkat çekicidir. Kuzey Irak'taki PKK'lı esirler (!) üçbin civarındadır ve büyük bir çoğunluğu KYB sempatizanı durumuna getirilmiştir. 05. Ekim 1992 tarihli olup Kürdistan Bölgesi Başbakanı Fuat MASUM, Başbakan yardımcısı Roj SAVEŞ, PKK temsilcileri Osman ÖCALAN ve Kenan SİMO imzalı anlaşma PKK'yı oldukça rahatlatmış ancak APO'yu zor duruma sokmuştur. Esir (!)ler bölgede özgürce Kürdistan içişleri Ba-kanlığnın verdiği belgelerle dolaşabilmekte, Türk vatandaşı olan PKK'lı teröristlere gerekli himaye sağlanmakta, kendileri silah ve teçhizatları dahil tüm mallarını muhafaza edebilmekte ve bölge içerisinde siyasi faaliyet sürdürebilmektedirler. Türk Ordusunun 1992 Ekim ayında yaptığı harekat sonrası Güneye kayan PKK. iç hesaplaşmalar dışında öylesine rahattır ki, Türkiye'nin vatandaşı olan teröristleri istemesine rağmen Kürdistani Cephe: "Siz suçlarını bildirin biz yargılayalım" diyebilmektedir. Bu durumda APO: böl- gede ABD Başkanı BUSH'un giderayak intikam alma. Bosna-Hersek'te Sırplara ve hristiyanlara zaman kazandırma duygu ve taktiğiyle Irak'ı bombalatması üzerine yemden güç kazanmakta olan SADDAM yönetimiyle ilişkiye geçebilir ve Irak Devleti içinde yıllardır sorun teşkil eden BARZANİ ve TALABANİ'yi karşı SADDAM destekli olarak fâaliyet gösterebilir. Doğaldır ki. bu varsayım SADDAM'ın güçlü olmasına bağlıdır. Kuzey Irak harekatı Türkiye'ye savaş tecrübesi ve moral açısından çok şey kazandırmıştır.
Ancak. PKK'nın imha edilememesiyle;
1) PKK giderek illegal konumdan Kuzey Irak'ta legal siyası faaliyet yürüten bir örgüt durumuna gelebilecektir.
2) Türk sınırında Peşmerge karakollarının kurulmasıyla birlikte Türkiye Kuzey Irak'taki Kürt yönetimini otorite olarak kabullenmek zorunda kalacak ve bundan sonra Irak sınırını geçerek operasyon yapmasının meşru zemini kalmayacaktır.
3) Kürdistani Cephe veya doğabilecek bir Kürt Federe Devletinin "faaliyetleri PKK ile birleşirse Türkiye'deki Kürtler bu akımın dışında kalmayacaklardır.
4) Kürdistani cephe, ilerde PKK'yı gerçekten silahsızlandırma bile siyasi faaliyeti Irak'tan güç alacak asken faaliyetler, İran ve Ermenistan üzerinden devam edecektir. Bu durumda 1993 ve takib eden yıllarda Hakkari. Van, Kars ve Ağrı bölgeleri ayrı bir önem kazanacaktır.
5) Bundan böyle Kürdistani Cephenin Türkiye den isteyeceklerinin teminat, PKK olarak bilinmelidir. Kuzey Irakta legalleşen PKK Türkiye'ye karşı önemli bir koz haline getirilmiştir.
6) Kuzey Irak'ta PKK Askeri faaliyetlerini durması. Türkiye içindeki bölücülük sorununa bir çözüm getirmeyecektir Aksine. Türkiye üzerinde stratejik hesapları olan Kürdistani Cephenin hedefine ulaşabilmesi için PKK, onbeş yıllık Türkiye pratiği ve imkanlarını I-KDP ve KYB'ye çeşitli pazarlıklar sonucu devredebile- cektir. Elbette bütün bu saydıklarımız temenni edilmeyen varsayımlardır fakat, varsayım da olsa böyle bir değerlendirmeye varmamızın sebebi bölücü Kürtçülük ve onun şimdilik sembolü olan PKK ile mücadelenin hala amatör bir şekilde yürütülüyor olmasıdır.
ANTLAŞMA METNİ
29.10.1992 günü PKK adına Osman ÖCALAN (FERHAT), Kürdistan Bölgesi Başbakanlık binasına gelerek 05.10 1192 tarihli anlaşmaya. Irak Kürdistan topraklarında bulunan bütün elemanlarının bağlı olduklarını söylediler. Binanaleyh; A) Kürdistan topraklarında bulunan bütün PKK militan ve üyeleri kaldıkları sürece bölgesinin yasalarına uyacaklar.
Buna göre:
1- Irak Kürdistan topraklarını askeri faaliyetler için kullanamaz.
2- Irak Kürdistan topraklarında kalmak isteyen PKK militan ve üyeleri Türkiye sınırından uzak ve bölge hükümetinin tesbit edeceği yere taşınacaklar.
3- içişleri Bakanlığının vereceği vesikalarla bölgede serbestçe seyahat edebilirler.
4- Kürdistan Hükümeti ve cephesi karşıtı sürdürülen siyasi faaliyetlerine son verilecektir.
B)
l - Kürdistan Hükümeti, bu bölgede kalmak isteyen bu gruba -zaten bunlar Türkiye Kürdistan'ı vatandaşıdırlar- gerekli korumayı temin edecektir.
2- PKK üyeleri, kendilerine ait olan bütün mal varlıklarını koruyabilecekler.
3- Bölge içerisinde siyasi faaliyetlerim serbestçe sürdürebilirler.
4- Bölge yönetimi, yaralı ve hastalara sağlık hizmetleri sağlayacaktır.
ANLAŞMAYI İMZA EDENLER KÜRDİSTAN BAŞBAKANI PKK-MK ADINA Fuat MAHSUM MK. ÜYESİ Osman ÖCALAN BAŞBAKAN YARDIMCISI PKK ÜYESi ROJ ŞAVES KENAN SİMO
BİRİNCİ BÖLÜM
PKK IV. KONGRESİ İlk defa APO'nun fiili denetiminden uzakta bir PKK genel toplantısı yapılıyordu. Bu durum kural dışıydı. Evet, PKK IV. Kongresi, 21-31 Aralık 1990 tarihleri arasında Kuzey Irak'ta HAFTANIN köyünde, APO'suz toplandı. APO'suz bir toplantının ne önemi olabilirdi? Ciddi ve geçerli kararlar alınabilir miydi? APO olmadan bu tür kararlar alınabilir miydi? Bu tür sorulara hayır cevabını vermek zorundayız. APO' suz ve APO'ya rağmen toplantı yapmak, karar almak olanaksızdı. O halde PKK IV. Kongresi neden APO'dan uzakta yapıldı? işin gerçeği şuydu; Abdullah ÖCALAN, tüzük gereği IV. Kongrenin 1990 yılı içerisinde yapılması gerektiğini biliyordu. PKK IV. Kongresi, 1990 yılı içerisinde yapılacaktı, yapılmalıydı. Yapılmalıydı çünkü; örgütü güçlü göstermeye devam etmek gerekiyordu. Ama nerede? Suriye veya Lübnan'da yapmak sorun değildi, hiç bir sakıncası yoktu. Bu konuda Suriye, son derece anlayış gösteriyordu. Fakat, APO'nun başka planları vardı. Daha 1986 yılında yapılan III. Kongre öncesi "Kongremizi ülke topraklarında yapmalıyız. Bunu mutlaka başarmalıyız."diyordu. Ama III. Kongreyi ancak Suriye Ordusunun gölgesinde yapabildi. APO, vesikalı kapatmalar gibi Şam'dan bir türlü çıkamıyordu. Şam'ın dışında kendisini bir türlü güvencede hissetmiyordu."Gerçek özgürlük, Kürdistan'ın dağlarındadır" palavraları kendisi için geçerli değildi. IV. Kongreyi de yine Suriye Ordusunun gölgesinde yapmayı planlıyordu. Ancak hergün ülke içi gruplardan "BOTAN'ı özgürleştirdik" türünden raporlar alıyordu. Artık IV. Kongreyi ülke içi topraklarda yapmak farzdı. A. ÖCALAN, IV. Kongrenin ülke içerisinde yapılması kararını verdi ama, kendisinin ülke içine gelmeye hiç mi hiç niyeti yoktu.Bir yandan; "Ben buralarda çürüyorum, biran önce Kürdistan'ın özgür dağlarına kavuşmak istiyorum. O dağlar onbinlerce silahlı gücü koynunda saklar. O dağlarda ayaklarını sağlam yere bastın mı, hiç bir ordu seni söküp atamaz." diye palavralar sıkarken, diğer yandan da oniki yıldır Suriye' nin dışına cesaret edip adımını atamıyordu. Kısaca; IV. Kongre ülke içinde yapılacaktı ama APO, Kongrenin başında bulunmayacaktı...
Bu durum eşyanın tabiatına aykırıydı. Buna bir çözüm bulunmalıydı. Gerçi Cuma kod adlı Cemil BAY1K, Ebubekir kod adlı Halil ATAÇ, Mahir kod adlı Numan UÇAR ve benzeri yardakçıları; "Aslında Kuzey Irak da ülke içi sayılır. Kongreyi Kuzey Irak'ta yapacağız, çok güvenlidir, bu nedenle kongreye katılmanızın bir mahsuru yoktur." Demişlerse de; APO bir türlü Şam'dan ayrılmaya niyetli değildi. Dolayısıyle yeni bir plan yaptı, 1990 yılının Mayıs ayında önemli elemanlarını Suriye-Lübnan sınırındaki "Mahsum Korkmaz Akademisinde toplayarak II. Ulusal Konfe-rans'ı gerçekleştirdi. Yani yerinden dolayı katılmayı göze alamadığı IV. Kongreyi başka bir isim altında, yine Suriye'de ve yine kendi "pençesi" altında gerçekleştirmiş oldu. II. Ulusal Konferansta özellikle, cezaevinde "PKK'yı şanlı bir şekilde temsil etmiş, cezaevi direnişlerinin sembol isimlerinden" Mehmet CAHiT ŞENER (Ahmet), M.Selim ÇÜRÜK-KAYA (Selim) ve Sakine CANSIZ gibi kişiler, baş köşeye oturtuldular. Konferans süresince Kürdistan Vampiri, nam-ı diğer A. ÖCALAN, yine ağzından salyalar saçarak ünlü küfürname-lerini oluşturmaya başladı. Yine herkese verdi, veriştirdi. Yıllardır kendisine bir köpekten çok daha sadık bir biçimde hizmet eden herkese hakaret dolu sözler sarfetmeye başladı. Ne alçaklıklarını, ne ajanlıklarını, ne sünepeliklerini ve ne de asalaklıklarını bıraktı. Yine mazlum, fedakâr rollerine bürünerek; "Yemedim yedirdim, içmedim içirdim, giymedim giydirdim ama siz, sırtüstü yattınız.
Bütün değerleri çar-çur ettiniz. Ben mecbur muyum sizi sırtımda taşımaya?" gibi ağzına ne geldiyse sıralamaya başladı. Konferans bitiminde, Konferans Kararları diye bir kitapçık bastırdı ve bütün gruplara gönderdi. APO'nun günlerce histeri krizi geçirerek teyp kasetinde doldurmuş olduğu bu saçmalıklar, II. Ulusal Konferans Kararları olarak, konferans delegelerinin özgür iradeleriyle almış olduğu kararları şeklinde tescil edilmiş oldu. Daha sonra da Türkiye'deki gruplara bu kitapçık, teksir baskı olarak dağıtıldı. Yalnız Türkiye'deki gruplar değil, ama aynı zamanda Kuzey Irak'taki, İran'daki, Lübnan, Suriye ve Avrupa'daki gruplar da bu kitapçığı hatmetmek için günlerce eğitim çalışmalarından geçirildiler. Abdullah ÖCALAN denilen psikopat her sözü için adeta hatim indirilmesini ister. Her nasılsa, onlarca senedir temcit pilavı gibi ısıtıp-ısıtıp kapı kullarının önüne sürdüğü bir yığın saçma sapan cümlelerin "Kutsallığına" kendini inandırmıştır. Daha önemlisi; zaman zaman kendisinin kutsal bir kişilik olduğuna inanır. Çömezlerinin çoğu da çeşitli nedenlerden dolayı O'nun bu zaafını körüklerler. Abdullah ÖCALAN, bir kitapçığında; "Büyük adamların" kişiliklerinin ana rahminde şekillendiğinden bahsetmektedir. Ardından kendisinin de daha küçük yaşlarda ayırt edici özelliklerinin olduğunu, bu özelliklerinin başkaları tarafından söylendiğini anlatır. Kısaca; giderek insanüstü özeliklerinin olduğunu son senelerde sık-sık vurgulamaktadır. Yani artık MEGALOMAN 'lığını gizleme gereği duymamaktadır. "Kızlar karşıma çıkıyor, en değme artistin ulaşamayacağı kadar ulaşıyorum. Bazen bakıyorum, Yeşilçam'ı da geçiyorum yani. Oldum bir baş aktör, rejisör...
Yılmaz GÜNEY bile karşımda çocuk gibi kalıyor." "Çok erken yaşta fıstık ağacının altında otururken, babamın söylediği söz çok açıktı; yani Abdullah'ın alnında fetih işareti var, o gittiği her yeri feth eder diyordu." Daha bunun gibi yüzlerce örnek vardır. Bunları, inciler bölümünde okuyacaksınız. Aslında ÖCALAN, kelimenin tam anlamıyla KLiNiK BlR-VAKA'dır. Özellikle psikologlar açısından bulunmaz bir deney malzemesidir. Fakat ne yazık ki, şimdiye kadar bilim adamları bu KLiNiK VAKA'ya gereken önemi vermediler. Biz öyle yapmayacağız. Gerçi psikolog değiliz ama yine zaman zaman onun bu AYRIKSI özelliklerini gözler önüne sereceğiz. Hatta bu konuda "ŞAM'daki MEGALOMAN" ya da "YENİ BİR SPASTİK KiŞiLiK" veya "ÇAĞIMIZIN EN iLGiNÇ KLiNiK VAKASI"diye araştırmalarımız yayınlanırsa şaşırma- .60 U çgendeki Tezgâh. yın!.. Fakat, bu tür araştırmaları yayınlayabilmemiz için de psikologlarımızın bize yardımcı olmaları gerekiyor. Şimdi yeniden konferans ve kongre konusuna değinelim. Abdullah ÖCALAN, kongreyi garantiye almak için II. Ulusal Konferans'ta kongrenin çerçevesini çizdi. Bu yeterli değildi. Kongrenin nerede yapılması gerektiği kimlerin katılmasının uygun olacağı, kimlerin divanda oturacağı hep A. ÖCALAN tarafından tesbit edildi. Gerçi II. Ulusal Konferans kararlarıyla IV. Kongrenin kararları aynı olacaktı ama yine usulen IV. Kongreye bir çalışma raporu sunulmalıydı. Geçmişin değerlendirilmesi yapılmalıydı. İçinde bulunulan günlerin anlam ve ehemmiyeti belirtilip, gelecek ile ilgili perspektifler ortaya konmalıydı. Öyle ya, kongre demek; geçmişin muhasebesini yapıp geleceğin rotasını çizmek demekti. A. ÖCALAN, zaten bunu hep yapıyordu ve IV. Kongre için de yapacaktı. Nitekim IV. Kongreye sunulmak üzere bir çalışma programı hazırladı. 26-31 Aralık 1990 tarihinde Kuzey Irak'ın Haftanin vadisinde, Türkiye sınırına birkaç kilometre mesafede PKK IV. Kongresi "Ülke içinde" başlamış oldu. Divan başkanlığına A. ÖCALAN'ın özel şebeke elemanı Cuma kod adlı Cemil BAYIK getirildi. Örgüt içindeki asli görevi emniyet sibobu olan Cemil BAYIK'tan başkası da bu göreve getirilmezdi. Cemil BAYIK'ın yanına da "PKK'nın şanlı cezaevi direnişlerinin önderlerinden" olan Ahmet kod adlı Mehmet Cahit ŞENER, Ebubekir kod adlı Halil ATAÇ ve Sarı Baran kod adlı cihangir HAZIR oturtuldu. Kongreye sunulan çalışma raporunda en ilginç konu; "insanlığın durumu" isimli bölümdü.
Çünkü; bu bölümde APO, dünyaya ve dünya insanlığına yeni bir yorum getiriyordu. Kısaca; insanlığın durumu pek iyi değildi. Ama PKK ve onun önderi A. ÖCALAN, insanlığın kötü gidişine dur diyecekti. Bu iş için de önce "Kürdistan'la birlikte Ortadoğuyu kurtaracaktı". Sonra da sırasıyla diğer sahalara el atacaktı. APO, muhtemelen bu işi zavallı korucu ailelerinin katledi-mesi meselesiyle karıştırıyordu!... insanlığın durumundan bahsederken çevre konusuna da büyük yer ayırıyordu. Ve çevreci kesiliyordu. Gerçekten de yıllardır sanki çevreyi bedeniyle kirleten kendisi değilmiş gibi...
a. PKK- SADDAM HÜSEYİN İTTİFAKI:
IV. Kongrenin yapıldığı günlerde Körfez Krizi patlama noktasına gelmişti ve PKK IV. Kongresi de Körfez Krizinin bir numaralı tarafı olan Irak'ta yapılıyordu. Savaş başladı, başlayacak gibi idi. Ama hem körfez krizinin göbeğindeki bir sahanın içinde yer alacaksın ve dünya kurtarma nutukları atacaksın, hem de adı geçen kriz ile ilgili hem nala hem de mıha vuracaksın. Tabii ki, bu durumun sebebi çok ileride anlaşılacaktır. Biz yine de özet olarak açıklayalım: Gerçi Saddam HÜSEYİN'in ajanları ile A. ÖCALAN arasında 1988 tarihinde başlayan bir anlaşma mevcuttu ama A. ÖCALAN,Suriye ve İran'dan çekindiği için bu anlaşma konusunda çok temkinli hareket ediyordu. Anlaşmanın özü; A. ÖCALAN, Kuzey Irak'ta KDP ve YNK'yı etkisizleştirecekti.
Dolayısıyla Saddam HÜSEYİN'İ bir başağrısından kurtaracaktı. Saddam HÜSEYiN de Kuzey Irak'ı PKK'ya tahsis edecekti. Böylece Saddam HÜSEYiN, bir taşla iki kuş vuracaktı. Bir yandan artık kangren hale gelen PEŞMERGE asiliğinden kurtulacak, diğer yandan sular ve geleneksel Arap düşmanlığı nedeniyle Türkiye'yi cezalandırmış olacaktı. PKK ise, Türk Güvenlik Kuvvetlerinin müdahale edemeyeceği ya da çok zor müdahale edebileceği, Şırnak, Hakkari coğrafyasiyle bütünlük arzeden ve en az o kadar sarp ve dağlık olan kontrolsüz, denetimsiz, kanunsuz, kuralsız bir coğrafyada istediği gibi at oynatacaktı. Aynı zamanda yıllardır KDP ve YNK gibi örgütlerin elinde birer yük beygirine dönen, fazla düşüne-meyen, dağda silahlı olarak dolaşmayı İÇGÜDÜSEL ve RU-TİNLEŞMİŞ ALIŞKANLIKLAR haline getirmiş sayıları yüzbinlerle ifade edilebilen bir askeri güce kavuşmuş olacaktı. İşte 1988' lerdeki anlaşmanın özü bu idi. Denilebilir ki, SADDAM, Kürt kasabıdır. Kürtlere en büyük katliamları yapan kişidir. PKK ideolojisine göre, sömürgeci Irak'ın başıdır. Bütün bunların ne önemi olabilir ki? Önemli olan A. ÖCALAN'ın Türkiye'ye, Türk insanına -Kürt kökenli olması önemli değil- vereceği zarar ve bu zararla doğru orantılı olarak birtakım güçlerce önemli kişi sayılmasıdır. Körfez krizinin başlamasıyla A. ÖCALAN ve S. HÜSE-YİN'in adamları arasında varılan anlaşma ise eski anlaşma metnini kapsamakla birlikte yeni şeyler de içermektedir. 1991 yılındaki Kürt ayaklanmasında Irak istihbaratına ait binada ele geçen belgeler bunun teyididir. Bu belgeler, Londra'da EL HAYAT gazetesi muhabiri Kamuran KEREDK-Hl tarafından 13.08.1992 tarihinde Arapça olarak yayınlandı. Bunlardan ikisini okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz:
CUMHURBAŞKANLIĞI SEKRETERLİĞİ EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ OTONOMİ BÖLGESİ EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ "ARAŞTIRMA" (GİZLİ ÖZEL VE ŞAHSA MAHSUS) Sayı: 8000 TARİH: 09.09.1990 HİCRİ: 19. SEFER 1411 SAYIN OTONOMİ BÖLGESİ EMNİYET MÜDÜRLERİ KONU: Bilgi. Emniyet Genel müdürlüğünün ilgi ŞŞŞ 337925 no: 01. 09.1990 tarihli yazısında şunlar geçmektedir. EK'te bulunan Emniyet Genel Müdürlüğünün 2950 No: 02.06.1990 tarihli yazısı ve İstihbarat Teşkilatının 294 No: 25.06.1990 tarihli yazısında belirtilen bilgileri görüşen düşman çalışmasını gözetleme kalıcı komitesi surdan bildiriyor: İRAN'da bulunan teröristler IRAK ile TÜRKİYE arasındaki durumun gelişmelerini izlemektedirler. Komite, ülke içinde terör eylemlerinin başlatılması TÜRKİYE' nin bazı teröristleri topraklarında barındırma yolunda AMERİ-KA'nın baskısına uğrayacacağına inanmaktadır. Bu durumda gelecekte baş gösterecek olaylara karşı çok gizli ve saklı biçimde TÜRKİYE' nin PKK örgütüyle bir ilişki köprüsünün yapılması gerekir. Güvenlik kuvvetlerinin TÜRK tarafına bu titiz durumda bilgi vermeksizin bu ilişkisinin gelişmelerinin izlenmesi yolunda kalıcı komitenin önerisi onaylanmıştır. Yorum: Bu konuda, TÜRKİYE ile olan ilişki açısından oldukça önemlidir. Öte yandan mücadeleci ülkemizin yaşadığı bu durumda onlarla oldukça gizli ve saklı biçimde yapılması ve bu hususa TÜRK tarafının kışkırtılmaması gerekir. Bilgilerinize ve gereğinin yapılmasını arz ediyorum.
EMNİYET YARBAYI W/M.M.E. OTONOMİ BÖLGESİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEKRETERLİĞİ EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ OTONOMİ EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ "ARAŞTIRMALAR" (GİZLİ,KİŞİYE ÖZEL) SAYI: 9279 TARİH: 27.10.1990 HİCRİ: 09. REBlULEVVEL. 1411 SAYIN DOHUK BÖLGESİ EMNiYET MÜDÜRÜ KONU:
Kişi Hakkında Ş.Ş./6637 No: 15.10.1990 tarihli yazımız, 44230 No 18. 10.1990 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü yazısıyla ZAHO Emniyet Müdürlüğünün PKK Örgütü ile iş yaptığı ve birkaç görüşme yapıldığı bildirilmektedir. Sayın Genel Müdür ilişkileri sağlayan istihbarat Teşkilatı görevlisinin adı size bildirilecek. Gereğini yapın ve bilgi bekleyin sevgi ve saygılarımla.
EMNİYET TÜMGENERALİ N.M.E. OTONOMİ BÖLGESİ BİR KOPYASI:
Sayın HEVLER Bölgesi Emniyet Müdürü 8000 No 09. 09.1990 tarihli yazımız için, Sayın SÜLEYMANİYE Bölgesi Emniyet Müdürü EK'te belirtilen genel bir görüşme yapılması ve yardım edilecek içteki parti hakkında bilgi verilmesini arz ederim.
Özet olarak; savaşın seyrine göre Kuzey Irak'tan Türk birlikleri müdahale edecek olursa, PKK'nın gerilla güçlen Türk Ordusuna karşı Kuzey Irak'ta gerilla savaşı yürütecek, SAD-DAM'ın Askerleri yalnızca PKK'ya lojistik ve mühimmat ikmali yapacaktır. Böylece Irak Ordusu "Kuzeyi sağlama almış" olacağından, tüm gücünü güneye yöneltecektir. Biraz komik gibi görünse de işin aslı budur. Yöre halkını yıllardır örtü olarak kullanıp askerlere pusu kurmak, taciz ateşi açmak, herkesin kullandığı yollara hiçbir sorumluluk duygusu taşımadan mayın döşemekle yaşlı-genç, kadın-çocuk demeden savunmasız insanları katletmekle kendisini dev aynasında gören PKK'nın, Saddam Hüseyin'le böyle bir anlaşmaya cesaret etmesi çok doğaldır. Ancak; "SADDAM bu konuda PKK'nın başarılı olup olmayacağını bilmiyor muydu?" diye sorarsanız, elbette ki biliyordu. Ama ne önemi vardı? PKK, ne kadar kargaşa, karışıklık yaratırsa kardır diye PKK'yı muhatap almıştır. En azından YNK ve KDP'yi nötralize etmesi bile yeterliydi. PKK IV. Kongresi yapıldığı günlerde böyle bir anlaşma yürürlükteydi. Ve savaşın heran başlayacağı bekleniyordu. Türk Ordusunun da Kuzeyden Irak'a gireceği hesapları yapıldığından PKK güçleri, 330 Km. lik Türk-lrak sınırı boyunca mevzilenmişlerdi. Haftanin de bu mevzilerden biriydi.
b. İKİ KONGRE ARASI DÖNEMİN FATURASI: 1990 yılının son günlerinde yapılan PKK IV. Kongresi, geçen dört yılın muhasebesini nasıl yaptı- Yani, 1987-1988-1989-1990 yıllarındaki mücadelelerini nasıl değerlendirdi?
Hangi başarı ve başarısızlıklardan söz etti? Başarısızlıkları kimlerin sırtına, nasıl yıktı? Aslında bu hususlara "KÜRTLER, PKK ve A. ÖCALAN" adlı kitabımızda değinmiştik ama yine de çok kısa bir özet vermek istiyoruz. PKK terör örgütü, III. Kongrede kurtarılmış bölgeleri kesin bir hedef olarak ortaya koymuştu. Ve bedeli ne olursa olsun, kurtarılmış bölgeler oluşturulmasını hedefliyordu. Her yıl yapılan üç aylık, altı aylık ve yıllık plan hedeflerinde de ortaya konuluyordu. Bu planların hedefine ulaşması için en yaman çabayı gösteren uygulayıcılar da; Kör Cemal kod adlı Halil KAYA, Metin kod adlı Şahin BALIÇ gibi adamlardı. Bir de mücadeleye ayak bağı olanlar vardı. Mesela Sadun kod adlı ismet DOĞRU, Kasım Kod adlı Salman ÖMÜRCAN, Kasım kod adlı Numan BAĞCI, Doktor kod adlı Lamia BAKSI, Mazlum Kod adlı Vahap ÇOLAK, Abdullah EKİNCİ, Cafer Kod adlı Ali ÇETİNER, Zeynel kod adlı Mehmet AYIK gibileri mücadeleye resmen ayak bağı oluyorlardı. A. ÖCALAN, o yaman uygulayıcılarına direktifler gönderiyor ve ayak bağı olanların kafasını uçurun diyordu. Onlar da emir gereği gerekeni yapıyorlardı. Cellatlar, yeni cellatların eliyle kurban edildilerse de, cellatların kurbanlarına IV. Kongrede af çıkarıldı. Denildi ki; "Filan, filan tarihte öldürülen arkadaşlar haksız yere öldürülmüştür. IV. Kongremiz bu haksızlığı telafi etmek için onların itibarını iade etmektedir".
(24.12.1990-IV Kongreye sunulan Parti Soruşturma Komisyonu Raporu'ndan) Bu konuya, "ÖRGÜT İÇİ İNFAZLAR" hakkındaki bilgileri içerecek bir başka kitapta detaylı olarak değineceğiz. Aynı senaryolar STALİN Rusyası'nda da birçok kez sahnelenmiştir ve A. ÖCALAN da aynı şeyleri taklit etmektedir. Biz, çok görmüyoruz ve normal karşılıyoruz. Geçmişin muhasebesi, yalnız bundan ibaret değildi. Yine senelerdir, APO vampirine hayat veren, onu APO yapan kanların baş akıtıcıları; Parmaksız Zeki kod adlı Semdin SAKIK, Botan kod adlı Nizamettin TAŞ, Bilge kod adlı Hüseyin TOPGÜDER gibi isimler, kötü gidişin baş mimarı oldular. Öte yandan yıllardır APO'ya tam bir kapıkulu gibi çömezlik yapan, kişilikleri paspas olmuş Esat Kod adlı Abdurrahman ÇADIRCI, Fuat kod adlı Ali Haydar KAYTAN gibileri ise; APO'ya fırsat vermeden, "Biz alçağız, biz reziliz, bizden adam çıkmaz. Biz birer insanlık posasıyız." türünden yakarışlarda bulundular.Bunun ismine de "Özeleştiri raporu" diyorlardı. Aslında bu raporların da psikologlarca incelenmesi gerekiyor. Psikoloji literatürünü zenginleştireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Ayrıca, bu PASPAS kişiliklerin irdelemesi yapılırsa PKK denen çöp makinesinin Adem oğlunu ne hale getirildiği konusunda bir fikir verebilir. Geçmişle ilgili değerlendirmenin özü ise şu idi: Birtakım art niyetli, sorumsuz, mirasyedi, tembel PKK militanları eğer gelişmelerin önünü tıkamasaymış, PKK mücadelesi bütün "Kürdistan'ı" kurtarılmış bölge ilan edermiş. Ama gel gör ki, A. ÖCALAN'ın bütün direnmelerine, çırpınmalarına ve gecelerini gündüzlerine katmasına rağmen herkes bildiğini okumuş ve çok büyük fırsatlar kaçırmış. Yine de A. ÖCALAN'ın kişiliği, şahsi gayretleri zevahiri kurtarmış ve bu sayede çok büyük felaketler önlenmiş. Güzel bir masal değil mi? Aslında bu masal bir hayli uzun fakat biz kısa anlattık.
Her neyse, IV. Kongre, II. Ulusal Konferansta alman, geleceğe yönelik, parti-ordu-cephe faliyetlerine ilişkin kararları aynen kabul etti. Daha doğrusu bu kararları, daha da doğrusu APO'nun teyp kasetlerine kaydettirdiği konuşmalar, IV. Kongre kararları olarak onaylandı. Şöyle ki; "//. Ulusal Konferans Kararları" broşüründeki "II. Ulusal Konferans" kelimeleri silinerek yerine, "IV. Ulusal Kongre" kelimeleri yazıldı.Bu başlık ilk bakışta göze çarpacak şekilde farklı bir daktilo ile yazılmıştır. c. PKK ve GEÇİCİ KÖY KORUYUCULUĞU PKK'nın koruculuk hakkındaki düşüncelerini, A. ÖCALAN'ın talimatlarıyla koruyuculara karşı yıllarca uyguladığı vahşet boyutlarındaki şiddeti, "Kürtler, PKK, Apdullah Öcalan" isimli kitapta özetlemeye çalışmıştık. Yeniden bu konuya değinmeyeceğiz. Ancak, 1990 yılı sonunda toplanan IV. Kongrede A. ÖCALAN, koruculara "af"çıkarıyordu. Affa çağrı bildirisinde diyordu ki; "1 Ocak 1991 tarihinden, 31 Aralık 1991 tarihine kadar PKK'ya başvurup af dileyen korucular af edilecektir. Bu süre içinde PKK'dan af edilemeyenler ise en ağır cezalara çarptırılacaklardır. " Buradaki mantığa herkesin dikkatini çekmek istiyoruz. Hem o insanları katliamdan geçiriyor, hem de gelin benden af dileyin diyor. Aklı başında hiçkimse böyle birşeye başvurur mu? Ama, APO denen dangalakta mantık ne gezer? Ken- dine sevdalanmış, kendini zaman zaman peygamber ilan ettiği vakidir. Ama korkarız ki, yakın bir zamanda kendini Yüce Yaradan'ın da yerine koyacaktır.
Çünkü kızdığı zaman adamlarına; "ananız, babanız ve hatta Allah'ınız şimdiye kadar sizlere ne verebilmiştir? Ama ben size herşeyi veriyorum" demektedir. APO, koruyucular için ilan ettiği affın propagandasını en geniş bir biçimde yaptı. Bildiriler yayınladı, afişler bastırdı, örgüt yayın organlarında acıklı makaleler kaleme aldı, öyküler dizdi, işi alabildiğine dramatize etti. Çoğu kez de sert tehditler savurdu. İşi daha da sağlama almak için; her korucuya durumuna göre tehdit dolu, yalvarışlar içeren yada yüklü paralar vaadeden mektuplar yazdı. Bu tür mektupları aynı adreslere tekrar tekrar gönderdi. Bir süre sonra arayarak korkutup sindirdiği Ağa, Aşiret reisi, Avukat, Doktor işbirlikçilerini kovdu. O da kafi gelmedi, bazı korucu çocuklarını kaçırdı. Ama korucular bir türlü APO'dan af dilemiyorlardı. Tam tersine; "O eli kanlı katil o masum yavrularımızın, ihtiyar kadınlarımızın kasabı cani gelip bizden af dilemelidir. O soysuz yaratık kendisini ne zannediyor?" diyerek, koruculuğa dört elle sarıldılar. Korucuların sayıları hızla artarak eski sayısını çok çok aştılar. APO denilen cani, bu durum karşısında çıldıracak gibi oluyordu, militanlarına gönderdiği talimatlarında; "Bir avuç çeteyi (koruyucuyu) sindiremediniz, başıma bela ettiniz. Bu gün koruyucuların yüzünden birçok alana giremiyoruz. Korucuların yüzünden yıllardır Şemdinli'nin etrafında dönüp dolanıyoruz. Halbuki; Şemdinli gibi bir yer mücadelemiz için en hayati, en temel bir üs alanı idi", diyordu.
PKK'nın 1991 yılında aşiret reislerine gönderdiği mektuplardan bir örnek;
APO vampiri ŞEMDiNLi ÜÇGENİ'ne özel bir önem veriyor ve PKK'nın "HER ŞEY BİR PARÇA ÖZGÜR VATAN TOPRAĞI iÇiN" sloganındaki özgür vatanın ŞEMDİNLİ olacağını söylüyordu. ŞEMDiNLi, ÇUKURCA ve ULUDERE güneydeki Irak toprakları ile bağlantıyı kuran ve gerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir alandı. Şemdinli'nin tercih edilmesinin nedenleri şunlardır: 1. ŞEMDiNLi, ÇUKURCA ve ULUDERE'den daha fazla sınır hattına sahiptir. 2. VAN ve HAKKARİ'ye açılmaktadır. 3. Sadece Irak değil, İran üzerinden de yönelmek mümkündür. 4. VAN ve HAKKARİ üzerinden yönelmek, ablukaya almak ve tecrit etmek planlanmıştır. 5. Coğrafyası gerilla savaşına çok müsaittir. 6. Manevra alanı çok geniştir. 7. Geri cephe imkanları her bölgeden daha fazladır. 8. Düşürüldükten sonra savunma yönünden APO'nun ceviz kadar beynine göre kolaylıklar mevcuttur. 9. PKK faaliyetleri açısından; HAKKARİ, ÇUKURCA, ULUDERE, ŞIRNAK, GÜRPINAR, ÖZALP, ÇATAK, ŞEM-DİNLİ'den daha ileri düzeydedirler. Buralarda yapılacak yoğun bir çalışma ve gerilla faaliyeti ile ŞEMDİNLİ zaten tecrit edilmiş olacaktır. 1991 yılı sonu geldi ama koruculuğu çözemeyen A. ÖCALAN, bu affı 1992 Nevruz'una kadar uzattı.Bu sefer sert tehditler savurdu. Hatta seçtirip Ankara'ya gönderdiği bazı kişileri bölgedeki koruculara göndererek aracılık yapmalarını istedi. Bu muhteremler köy köy dolaşarak korucularından T.C.'nin silahlarını bırakarak APO'nun silahlarını almalarını, APO'nun emrine girmelerini istediler. Bu durum, kimseyi şaşırtmasın! Bunlar, Türkiye'nin utanç verici gerçekleridir. Ne yazık ki, daha çirkin hadiseler de olmaktadır. Fakat, korucular bu muhteremleri de dinlemediler. Bunun üzerine APO, canilerine gerekli işaretleri verdi ve peşpeşe koruculara, çocuklarına, kadınlarına, hayvanlarına karşı katliamlar başladı. Korucular, aile efratlarıyla birlikte toplu katliamlara maruz kaldılar. O Ankara'da keyif çatan sayın bazı kişiler ise; "yok canım, PKK katliam yapmaz, bu iş olsa olsa Kontr-gerillanın işidir" diyerek, dalgalarını geçtiler. Ama atalarımızın bir sözü vardır; "alma mazlumun ahım, çıkar aheste aheste". Zavallı korucuların kanları dökülürken, zevkten dört köşe olan muhteremler; bu dünya size de kalmaz! Masum insanların kanı üzerinde attığınız sevinç çığlıkları, uzun vadede sizlere mutluluk getirmez! Geçici köy koruculuğu yapısı yetmezlikler içerisinde olmasına rağmen APO'nun baş belası olmuştur. Ancak bela olmak yetmemektedir.
Yöneticiler de PKK'yı kökünden silip atacak bir yapıya nedense yanaşmamakta, PKK'ya en büyük zayiatları verdiren Korucu grupları dahi çaresiz bırakılmak-ta-'ır. Dörtbine yakın nüfusu, 350 aileden meydana gelen ULUDERE'nin ŞENOBA köyü 400 civarında korucuya sahiptir ve bu güne kadar namusunu korumak için yüzden fazla teröristi öldürmüş, bu uğurda onlarca şehit vermiştir.Yıllardır Türk devleti ile omuz omuza PKK çetelerine karşı mücadele veren Korucubaşı Hazım BABAT, bu konuda bakınız neler söylüyor: "Terörle mücadele ettiğimiz için başka hiç bir iş yapma imkanımız yoktur, bölge halkını tamamen karşısına hedef olarak göstermektedir. Çevremizdeki ULUDERE, ŞIRNAK, CİZRE, SİLOPİ ve NUSAYBİN gibi yerleşim merkezlerinden hiç birinde ne dolaşma nede gezme imkanı bulamıyoruz, üstelik PKK vasıtasıyla bakkallara, vatandaşlara PKK ile zaten işbirliği olduğu için saydığım merkezlerde bize korucu diye hiçbir şey vermiyorlar, yiyecek dahil. Yoğun olarak bize tehdit her tarafdan geliyor silah bırakmazsanız sizi yok edeceğiz diye tehditler geliyor. PKK af vermiş silahınızı bırakın sizi af edecek diye cevaplar geliyor..." "Ben PKK'ya şöyle cevap veriyorum; "Ben silahımı teslim etmem ve PKK'nın affına sığınmam kanımın son damlasına kadar PKK ile mücadele edeceğiz, Türk bayrağından başka bir bayrak istemiyorum. T. C. kimlik kartından başka kimlik istemem diyorum, eğer devlet GKK silahını benden alırsa ben ve 300 adamla kendi imkanımla kanımın son damlasına kadar savaşacağım. Benim aileden ve Türk askerlerinin bu dağlarda döktüğü kanı yerde bırakmayacağım. " "PKK Ermenidir, Komünisttir, Satılmıştır... Benim isteklerim yüce Türk Devletinden şunlar; Güneydoğu Anadolu'da Uludere, Şenoba köyü örnektir. Birinci etapda ismimizden geçici'nin kaldırılması, ikincisi bana 100 korucu kadrosu verilmesi, TRT de APO'nun gözü önünde törenle korucu yapacağım, APO'nun affına sığınmayacağım, kanımın son damlasına kadar Türkiye Cumhuri-yet'ini koruyacağım." "Ama tabi kendi imkanlarımla başa çıkmak mümkün değil Devletle birlikte mücadeleye devam edeceğim.
Acil olarak koruculuk ihtiyacım var. 100-150 kadro ve bu 4000 nüfusumuzu yaşatmak için ŞENOBA köyünün ilçe olması, belediye yapılması Doktor, Ebe, Hemşire verilmesi, okulumuza lojman, su ve cami verilmesi ilçemiz Uludere, ilimiz ŞIRNAK 'taki resmi dairelerdeki çalışanların % 95 yöre halkıdır. Bir korucu olarak resmi dairelere işimiz düştüğü zaman işimizi yapmıyorlar. Bu merkezdeki eczaneler bile ilaç vermiyorlar." "Köyümüzdeki Alay Doktoru olmasa biz o hain kesimler içinde öleceğiz. Kimse taksilere bindirmiyor, bir merkezde işimiz varsa askeri konvoyla gitmekteyiz. Başka çare yok insan hakları sadece teröristlere var, ne askere, ne korucuya, nede polise var, asker, polis, korucu şehit olursa insan hakları bunlardan bahsetmiyor ve hiçbir yöre vatandaşları başınız sağolsun demiyor, dağda bir PKK militanı öldüğü zaman ŞIRNAK, ULUDERE, CİZRE, SİLOPİ, İDİL, NUSAY-BlN PKK bayrağı kaldırıyor ve güvenlik kuvvetlerine karşı çıkıyor. Güvenlik kuvvetlerinin eli kolu bağlıdır, insan hakları sadece terör için geçerlidir. Başa kimseye geçerli değildir..."
IV. KONGRE SONRASI GELİŞMELER:
IV. Kongre sonuçları ile ilgili olarak, 1991 yılının ilk aylarından itibaren hazırlıklara girişildi. Bu kararların neye mal olursa olsun, 1991 içerisinde uygulanması gerekiyordu. Tüm hazırlıklar buna göre yapıldı. Bütün gruplar, eğitim çalışmalarının göbeğine bu kararların özümsenmesini oturttular. 1991 yılı planlaması, bu kararlar doğrultusunda yapıldı. Bu konu tavizsiz olarak çalışmaların başına koyuldu. Bu arada ilginç birşey daha oldu; APO' nun talimatıyla, kongrede Merkez Komite seçimi yerine bir yürütme komitesi seçildi. Bu komitenin, merkez komite için belirlediği adaylar ise APO'nun onayına sunuldu. APO, eğer MK. için önerilen adayı beğenirse onaylayacaktı, beğenmezse red edecekti. Bu yürütme komitesi içinde yeralan ve kısa sürede APO'nun gerçek kişiliğinden ve taktik manevralarından habersiz M. CAHiT ŞENER, bir MK. aday listesini APO'ya yolladı. APO, her ne kadar 1990 yılı boyunca M. CAHİT ŞENER'İ bir saniye olsun yanından ayırmadıysa, O'nu devamlı olarak taltif ettiyse de Mehmet Cahit ŞENER'İ kolayca yontabileceğine inanmıyordu. M.C. ŞENER, 1979 yılında cezaevine girmiş, 1990 yılında çıkmıştı. APO'yu 1979 yılı itibariyle tanıyor, öyle algılı- .80 U çgendeki Tezgâh. yordu. Halbuki APO, Suriye'de kaldığı 12 yıl boyunca Ortadoğu'nun kendisine has siyaset sahnesinde kaşarlanmıştı. Yani istanbul yüksek kaldırımında bulunan MADAM ne ise Ortadoğu'da da A. ÖCALAN, o rütbeye erişmişti. M.Cahit ŞENER, bundan habersiz, " Bir devrimci inisiyatif sahibi, atak, üretken, çözümleyici.... olmalıdır." teranelerine safça inanarak, kendince tahlillere girişmiş ve gaflete düşmüştü. Kenarda olup bitenleri seyredip pusuda bekleyen Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ, hemen durumu A. ÖCALAN'a bildirmişlerdi.
Bunun üzerine APO, başta M.C. ŞENER, Haydar ALTUN ve Sarı Baran kod adlı Cihangir HAZIR gibilerini tutuklattırdı. Ardından da Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ'ı fazla yıpratmamak için HPP (HEZA FARAŞTINA PARTİ = PARTİ SAVUNMA GÜCÜ) diye bir teşkilat kurup, başına da eski psikopatlardan Abdurrahman KAYIKÇI'yı getirdi. Ancak, HPP'nin lideri Faik kod adlı Abdurrahman KAYIKÇI, ARGK (ARTEŞA RIZGARİYA GELLE KÜRDİSTAN = KÜRDİSTAN HALK KURTULUŞ ORDUSU)'nun lideri Sarı Baran kod adlı Cihangir HAZIR ve Ahmet kod adlı Mehmet Cahit ŞENER kaçtılar. Bu kaçanların, daha doğru bir deyimle ayrılanların lideri durumundaki M. Cahit ŞENER, "Biz PKK'ya karşı değiliz, biz PKK içindeki APO'nun dikatörlü-ğüne ve sapık ilişkilerine karşıyız" diyerek kamuoyuna açıklamalarda bulundular. Bu açıklamalar yine kitlelere ulaşamadı.Birkaç yayın organı kıyısından - köşesinden değindiyse de es geçildi. Açıklamalarda bulunanların niyetleri bir yana, açıklanan şeyler ilginçti. APO'nun sapık ilişkilerinden bahsediliyordu. Ayrıca, ayrılanların takip ettiği yol ve başlarına gelenleri de ileride göreceğiz. Şimdi kısaca bu ayrılışa karşı APO'nun göstermiş olduğu tepkilere göz atalım. Bu kaçış, kaçanların konumu APO'da şok etkisi yarattı. Yıllardır APO'nun birçok şeyine tanık olan bu insanlar neye mal olursa olsun, susturulmalı ve etkisiz hale getirilmeliydi. ilk yapılacak iş; herzaman olduğu gibi, bunların MİT ajanı olduğunu açıklamaktı (MİT de her taşın altından çıkıyor!) . Nitekim APO, tarihsel, sosyal, sosyo-psikoloik, aşiretsel, ailevi ve giderek kişilik tahlillerinden sonra M. Cahit ŞENER ailesinin MiT'le ilişkilerinin eskilere dayandığını, örgütü aile çıkarlarına alet ettiği, M.Cahit ŞENER'in anası Saliha ŞE-NER'in, nam-ı diğer KÖR SALİHA'nın ve PKK'nın deyişiyle KÜRDİSTAN'IN ANASI'nın da bu işin içinde olduğu dile getirildi. Zaten, APO'ya göre kendisine karşı çıkanların anaları hep suçluydu.
Bir tek Maksim GORKİ'nin "ANA" sı bu suçlamadan kurtuluyordu.. Ayrıca Mehmet Cahit ŞENER'in durumu fırsat bilinerek, O'nunla şu ya da bu şekilde ilişkisi olan, özellikle APO'nun taktiklerinden haberdar olmayan ve M.C. ŞENER'in durumunu daha objektif değerlendiren, yani o'na ve ailesine başlangıçta MİT ajanı demeyen Mehmet Selim ÇÜRÜKKAYA ve Sakine CANSIZ gibi avanaklar da APO'nun hısımına uğradı. APO, bu şahısları da objektif ajanlıkla suçlar gibi yaptı fakat, onlara bir şans tanıyacağını da belirtti. Sonra da onlardan kişiliklerini özümlemelerini istedi. M. Selim ÇÜRÜKKAYA, Sakine CANSIZ gibileri de başladılar paçavra gibi yerlerde sürünmeye, bir yaltaklanma yarışı başladı. Her insan ölümden korkar. Bu, insan tabiatına aykırı birşey değildir ama çok az insan bu tipler gibi APO'nun kendilerini bağışlaması için arsızca rezillikler yapar. Abdullah ÖCALAN, M.C. ŞENER'İ susturmak , iddialarını etkisizleştirmek için aylarca toplantılar, eğitim çalışmaları, teorik tahliller, psikolojik çözümlemeler, politik tezler hazırlatıp durdu. Bütün örgütü bu duruma angaje etti. Belli ki, nasırına basılmıştı. Belli ki, pislikleri açığa çıkmıştı ve o insanların açıklayacakları şeyler karambole getirilip bertaraf edildi. Mehmet Cahit ŞENER, PKK'den ayrıldıktan sonra cezaevinde bulunan, PKK'nın cezaevinden sorumlu Merkez Komite üyesi ve 1992 yılı sonlarında tahliye olduktan sonra doğruca Şam'a koşan Mustafa KARASU'ya bir mektup yazdı. Mektubun bazı bölümlerini aşağıda okuyacaksınız. Mustafa KARASU da M.C. ŞENER gibi PKK'nın kurucu-larındandı, yıllarca cezaevinde yatmıştı, o da ŞENER gibi; "Cezaevi direnişlerinin sembol isimleri" ndendi. APO, yıllarca ŞENER ve KARASU gibilerini Avrupa'da ve Ortadoğu'da pazarlayarak biryerlere gelmişti. M.C. ŞENER, yıllardır APO tarafından kullanıldıklarını Mustafa KARASU'ya yazdığı mektupta şu şekilde dile getiriyordu; "....Çünkü: gerçeği kavramanın, biraz da gerçeği yaşamak olduğuna inanıyoruz. Durumu yaşamadan kavramak çok zor KARASU...." Basın yayın kuruluşlarına bunun gibi bazı yarı belgesel mektuplar ulaştıktan sonra APO, M.C. ŞENER'İ imha etmeye karar verdi.
Mehmet Cahit ŞENER'in Suriye'nin Kamışlı ilçesinde gizlendiğini - ki, burası APO'nun en çok denetiminde olan bir yerdir- tesbit ettikten sonra durumu Suriye istihbaratına bildirdi. Suriye, APO'yu yıllardır her türlü riski göze alarak en üst düzeyde koruma altına almıştı. Türkiye ile çatışmayı bile göze alacak kadar APO'yu sahipleniyordu. Bu nedenle ŞENER'in ortadan kaldırılması için Suriye istihbaratı da görev almak istiyordu. İlk toplantı APO'nun başkanlığında Haseki vilayeti istihbarat sorumlusu Amid Muhammed MAN-SUR'un da katılımıyla Şam'da yapıldı. Plana göre; Suriye istihbaratından iki kişi, yanlarında M.Cahit ŞENER'in tanımadığı iki PKK'lı ile ŞENER'in saklandığı eve gidecekler.ve Suriye yetkilileri olduklarını söyleyerek kapıyı açtırıp içeri girecekler. Daha sonra, bir süre sohbet edecekler, evden ayrılacakları zaman PKK'lı olanlar, infazı gerçekleştirecekler. işler planlandığı gibi yürüdü. Kamışlı'daki istihbarat sorumlusu Akid Ömer ile Ebu ADNAN, yanlarında iki PKK'lı olduğu halde M. C. ŞENER'İ bulunduğu eve giderek öldürdüler. Mustafa KARASU'nun da er veya geç, Mehmet Cahit ŞENER'in akibetıni paylaşacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü; M. KARASU cezaevinde iken APO'nun şu sözlerine muhatap olmuştu: "... Kendini içerideki APO ilan etmiş. Benim sahip olmadığım yetkileri kullanma cesareti göstermiş. .." (P.Ö.'nin Kasım - 1991 Çözümlemeleri, Sayfa: 37) Bu sözlere muhatap olan; ya yaltaklanıp yüzlerce tutan günah çıkarma senaryoları yazacaktır ve APO, onun iyi bir paspas olduğuna karar verdikten sonra kendisini affedecektir, ya da işlerin kötü gittiği bir dönemde herşeyin baş sorumlusu ilan edilerek hayatına son verilecektir. Şimdi söz konusu mektubun bazı bölümlerini okuyalım; "Sevgili Karasu: iletişimin aşırı zorluklarını yaşıyorum ve ancak söylediklerinizi ikinci elden duyabiliyorum. Yazık ki. yazdıklarınız bu güne kadar, direk olarak elime ulaşmış değil, sizinle yazılı bir tartışmanın içinde bulunmak istemezdim. Çünkü yetersiz oluyor. Bu yazıyı da yazıp yazmama konusunda oldukça tereddüt ettim.
Çünkü söz konusu gelişmeler kısa bir yazıyla açıklanabilecek durumda değildir. Değerli Dost; Gerçeğin sahibi olanların yalana ihtiyaçları yoktur. Yalan silahına sarılanlardan da, gerçekle ilgisi yoktur. Duyduğum veya sana söylenen bazı bilgilerden benim reformist, liberal bir tasfiyeciliğe giriştiğimi tesbit etmişsin. Mücadeleyi düzen sınırlarına çekmek istiyormuşum. Karasu; Alt düzenler ve üst düzenler var, alttakilerini şekillendirenler üsttekiler oluyor, içinde yaşamış olduğumuz evrensel yeni süreç, dünya insanlarının dayatmış olduğu "yeni dünya düzen"leridir. Hatırlarsın, tanışmıştık "yeni dünya düzeni" sözlerini ve teorisini ilk ortaya atanlar. Moskova'daki parti şefleri olmuştur. Sevgili Karasu; Çünkü, daha baştan biz bu çatışmanın bir bağlantısı olarak ele alındık. Size gösterilen bölgesel hoşgörünün temelinde kara kaşımıza hayranlık yoktu, "taktik dostlukların" mantığı bununla örülmüştür. Arap-İsrail çelişkisine "yeni dünya düzeni" sınırları içinde bir çözüm dayatılıyor. Bize de bu dayatılıyor. Ve ne yazık ki Karasu; Orta-Doğunun labirentlerinde siyaset üretiyor diye övdüğümüz APO. Orta-Doğu labi-rentlerinde can telaşına düşmüş bir betbaht'a dönüşmüş. Bizler ağaçtan ormanı görmeyecek körler olamayız. Karasu; Son dönemlerde diplomatik gazetecilik olayı oldukça geliştirilmiş. Sayın Perinçek'e de belirttim. ÇANDAR'ın diplomatik gazeteciliği açıklandı. Ben kafamı gazetecilerin diplomatlı- ğına takmış değilim. Diplomatların çantalarındakine kafam takılmış.
M. Ali BİRAND ve Güneri ClVAOGLU'nun çantasın-daki özel reçeteleri nelerdi. Ve APO'nun bu diplomat gazetecilerin çantasına soktuğu sözler nelerdi? "Dayatılan yeni dünya düzeni" politikaları temelindeki anlaşma hangi esaslara dayandırıldı. Bu görüşmelerde bulunan APO, merkez yürütmede görevli bulunan Abdurrahman KAYIKÇI arkadaşı dışarı çıkardığında, dışarıya sır sızdırmıyor. Merkez yürütmemizin APO'nun sırlarına ortak olmaya hakkı yok. M. Ali BİRAND ve GÜNERi ClVAOGLU'nun sırdaşlığı bizim yoldaşlığımızı aştığından, yürütülen gizli diplomasinin ürünlerini pratik gelişmelerden öğreniyoruz. "Yeni dünya düzeni" politikasına bağlı olarak ÖZAL kendi takımını hazırlıyor. Biliyorsun, Yıldırım AKBULUT gitti, Mesut YILMAZ geldi. Biliyorsun, "Yeni dünya düzeni" nin şiarı 'hoşgörülüdür" hoşgörülü, centilmen Mesut'un iş başına gelişi tesadüf değildir. ÖZAL tarafından APO'ya gönderilen son diplomat-gazeteci Güneri ClVAOĞLU'nun Mesut YILMAZ sözcülüğüne dikkatini çekmek istiyorum ama: bu dikkat çekmeğe de bir gerek olduğuna inanıyorum; çünkü gördüğüne inanıyorum. Koşullara kendimi uydurmadığım konusunda seninle hem .86 U çgendeki Tezgâh. fikirim; bu tahribata kendimi uyduramazdım. Devrimci insanlar hain diye katledilirken, ben de "vurun" diyemezdim. "Her biri bir parça vatan" olan insanlarımız, kutlu önderimizin popülaritesi uğruna katledildi. Ben de bu oyuna katılsamıy-dım? Orta Doğu'nun labirentlerinde 'Yeni Dünya Düzeni" nin kuklası olamazdık.Kukla olmaya müsaade edemezdik. Partinin bir tekke haline gelmiş olmasına, bir şeyh -mürid ilişkisine katlanamazdık; harem bekçisi olamazdık.
MATA-HARl' lerle idare edilen bir partinin figüranları olamazdık. Çok ağır konuşuyorum özür dilerim, yalan üstüne de kurulu olsa, her yıkım bir acı veriyor ve bizler hergün bu acıyla kahrolduk. Acımızı içe atarak bir derviş gibi yaşamaktansa, bir derviş gibi yitip gitmektense, zor ama, bir o kadar onurlu olan gerçeğe sahip çıkma görevini üstlendik. Bunu yaparken bize "aferin" demenizi beklemedik, böyle bir düşüncemiz de olmadı.Çünkü gerçeği kavramanın biraz da gerçeği yaşamak olduğuna inanıyoruz. Durumu yaşamadan kavramak çok zor Karasu. APO bizi kaçmakla suçluyor, ilahi önderimiz, sevgili önderimiz çok tatlı konuşuyor. Bizi savaş siperlerinden alıp tutuklayacak ve her türlü zoru da öngören bir planla, bize ajanlık dayatacaksın ve biz de öyle duracağız, sana boyun eğeceğiz. Biliyor musun Karasu; Sevgili önderimiz diyor ki, "Siz Kürdistan dağlarının değerini bilmiyorsunuz insan orda bir ordu saklar, bir ordu kurar." çok doğru söylüyor tabi. Ama şehitlerimize küfür edecek kadar saygısızlaşan sevgili önderimiz bir türlü lütfedip, dağlarımıza gelip ordu kuramıyor. Her nedense kardeşini de gön-dermiyor. Fidel ve Raul KASTRO'ların kulağı çınlasın, bizimkiler uzaktan kumandalı çalışmanın rahatlığını keşfetmişler. Sevgili önderimiz diyor ki "benim ülkeye gelmem prova-kasyon olur, çünkü düşman bütün gücüyle beni yok etmek için size yüklenir." İnan Karasu, onun ülkeye gelmesini isteyen yok, kendi pisliğini bize bulaştırmasın yeter. Bizi savaştan kaçmakla suçlayanlar, savaşa lütfetsinler. Mao'nun silahı sırtından düşmedi. Fidel en önde savaştı. Hoşimin Vietnam dağlarını ana karargahı yaptı. Önderlik budur. Ben bu tür kısır tartışmalara girmek istemiyorum. Ama, bazı şeyler var ki, söylenmeden olmuyor. Bizi Güney Kürdistanlı güçlere sığınmakla suçluyorlar. Oniki yıldır bir sığıntı olarak yaşıyanların ve yaşadıkları sığınaklarda bizi satanların bunu söylemesi ancak onur verir. 83'ten KDP'nin verdiği kamplarda yer alan kimdi? Daha bu yılın başında, tüm Güney Kürdistanlı güçlerle bir araya gelip, mücadele sözü verip, ardından mücadeleyi hançerleyen kimdi? Karasu; Bizim insanlarımız Filistin örgütlerinin yanında yıllarca kaldılar ve halen Lübnan'daki kampımız Demokratik Cephenin resmiyetindedir. Acaba hangi Filistin'li örgüt.
Güney Kürdistanlı örgütlerden daha devrimci? ARAFAT mı, HA-VATME mi? Bir gücün kontrolünde bulunan bir sahada yer almak ona teslim olmak mıdır? Burada açıklıyoruz ve bütün dünya işitsin, biz Güney Kürdistanlı tüm güçlerle ilişki içindeyiz. KDP ve Yekiti U çgendeki Tezgâh. (YNK)'nin başını çektiği tüm cephe güçleri ile ilişki içindeyiz ve bu. partimizin IV. Kongresinin acil hedefler programının sınırları çerçevesindeki dostluk ilişkisidir. Biz bir ulusal hareketiz ve ulusal siyasetimizde rol alan tüm güçlerle ilişki içinde olmayı bir ulusal politika olarak görüyoruz Bunu Mao da, Hoşimin de Kastro da yaptı. Ulusal bir politika izlemek ideolojik yaklaşımımızı aşındırmış değildir, eleştiri ve dostluğu birlikte ele alıyoruz. Karasu: Biz ne KDP'ye ne de hiç bir güce partinin tek bir değerlerini teslim etmedik. Kontrolümüzde olan değerlerin kuruş-kuruş hesaplarını tüm arkadaşlara ve halka vereceğiz. Kontrolümüzde olan değerlerin halk değeri olduğuna inanıyoruz. Ancak gerillamız açlıktan kırılırken, partiye ve halka bir tek kuruş hesabı dahi verilmeyen yüz milyonlarca dolar ve markların hesabını da istemek lazım. IV. Kongremiz partinin yıllık bütçesini ve düzenli bir bütçeye geçmesini istedi diye, sevgili önderimizin tepesi atmış. Parti tüzüğünün ruhuna aykırı da olsa uygulamaya bir şey demedik. Ayrılmayı hiç düşünmedik. Kongrenin aldığı kararlara göre, parti içi soruşturmalar merkezi yürütmenin (Polit büronun bizdeki karşılığı merkez yürütmedir.) sorumluluğundaydı. Ne var ki biz merkez yürütme üyesi olduğumuz halde: bizim soruşturmamız yürütme tarafından değil, APO'nun direk kontrolünde oluşturulan özel bir gizli örgüt tarafdan yürütüldü.Bu gizli örgütün başına da Abdurrahman KAYIKÇI ve arkadaşları getirildi.
'Kongre kararlarına aykırı ve MK'den daha gizli oluştu- rulan" çizgiyi koruma birliğinin ilk tarihi grevi bizi tasfiye etmek biçiminde tespit edildi. Önceki, parti yapısından gizli bir soruşturma dayatıldı. APO'nun planına göre, bana bir itiraf yazdırılacak ve bu itirafta ajan olduğunu, ajanlığımın cezaevine girişle başladığını, cezaevinde gizli Şahin rolü üstlendiğimi, direnişleri kırdığımı, direnenleri kendi etkimin altına aldığımı, cezaevinde direnişleri liberalizme çektiğimi söyleyeceğim, dışardaki görevimi de APO'yu temizlemek tasfiye etmek olduğunu açıklıyacağım ve af diliyeceğim. Yüce APO da insafa gelip, beni kazanma adına ya affedecek veya ben mazlumlara ihanet eden birini af etmem kahramanlığı taslayıp, bir ajanın işini bitirecek, iş bununla bitmiyor tabii.. Ben ajanlığı kabul ettikten sonra, cezaevindeki tüm kadrolar özeleştiriye çekilecek, dışardaki arkadaşlar özeleştiriye çekilecek çünkü : hepsi ajan ŞENER'in etkisinde kalmışlar. Tabi. ajan ŞENER'in en etkisinde kalanda Mustafa KARASU ve Şakine CANSIZ arkadaşlardır. Bunu her gün APO vaaz ediyor. Tabi sebebsiz değil. Karasu da Şakine de APO'nun popülaritesini rahatsız edecek kadar arkadaş oldular. Oysa APO kendi dışında bir kişilik kabul etmiyor. Oldukça hesaplı olan APO. Abdurrahman KAYIKÇI arkadaşı bilerek seçiyor, çünkü o da cezaevinden çıkmış ve temizliği ona yaptırıp, cezaevinden gelebilecek olası tepkileri frenlemek istiyor. APO'nun hiç bir hesabı tutmadı. Biliyor musun Karasu; Nisan ayının başında tutuklandım. Tutuklandığım sırada iki üç milyon insanımız dağlara kaçıyordu. Çok kritik bir dönemi yaşıyorduk. Senin sözünü ettiğin kritik günleri APO. Saddam'la ilişkileri Ortadoğu labirentlerinde üretilen taktik ilişkilerini bozmamak için Kongrenin savaşa savaşla cevap vermek kararını yok sayarak, KDP'den de Yekiti (YNK)'den de çok daha örgütlü güç sahibi olan bizi savaşa sokmadı.
Karasu, kadın, çocuk tüm halk ayaklanmışken, APO'nun talimatları gereği, ikibin beşyüz gerillamız Türkiye-lrak hudutun-da sırt üstü yatırıldı. Çok kritik günler yaşadık. Halk olarak yaşadık ve belki de, tarihteki en büyük fırsatı yakaladık. Hani geçmişteki tarihi fırsatları yakalayıp bundan faydalanmayan önderlikleri çok lanetliyorduk ya. İşte öyle tarihi fırsattı öyle lanetli bir duruma mahkum bırakıldı. Karasu halkımız ülkeyi boşaltırken ve Saddam'ın faşist orduları halkı önüne katmış, kırıyorken APO'nun talimatları gereği, biz yine seyirciydik. Ben kişi olarak soruşturma altındaydım ve görevsizdim. insanlarımız oldukça namusludur, namussuzluğu objektif olarak görüyor ve kabul etmiyor: biz niye savaşmıyoruz niye direnmiyoruz sorularının sahibi olan savaşçılar ve kadrolar halkı koruma, düşmanı savaşla karşılamanın kararına yatarak, direnişe geçtiler. Çok kritik dönemler resmiyeti aşındırıyor. Soruşturma altında olmamızın bir anlamı yoktu. Zaho mıntıkasında halkın kaçışını durdurduk. Karşı saldırıya geçtik. Düşmanı mevzilerde püskürttük. Zaho'ya hücumun arifesinde APO'nun yeni talimatıyla tutuklandım. Bizi savaştan kaçmakla suçlayanlar savaş cephesinde bizi tutuklamaya başladılar ve böylece Karasu içine girdiğimiz direnişi gören halk "yaşasın PKK" sloganlarını haykırmaya başlamışken APO'nun talimatıyla savaştan çekilen PKK yerine ABD orduları Zaho'ya girdi. Halkta " yaşasın Bush" sloganları atmaya başladı. Devrimci ordunun bıraktığı boşluğu görevli olarak seçilen arkadaşlarımızın devrimci tavırlarıyla birlikte halkımızda, planlanan komployu çıkartıp partiye sahip çıkmanın devrime sahip çıkmanın açık tavrını aldık. Karasu soruşturmaya alınmamız, tutuklanmamız bir dizi gelişmenin son halkasıdır. Başlangıcı değildir.
Tarih tek tek kişilerle başlamıyor ve başlamaz. Son gelişmeler benimle başlamadı. Ben benim dışımda yaşanan parti gerçeğine ortak oldum ve tavrımı aldım. Sevgili Karasu; Tarihin herşeyi ispatlanacağı ve gerçeğin pratikle ortaya çıkacağı tespitine katılıyorum. Tarih herkesi yeri yerine oturtur. Beni TKP'yle suçladılar. Papa Bruno'ya yenildi. Karasu; Diyalektik, bilimsel olanı dürtüyor ve konuşturmadan etmiyor ve mutlaka konuşturmak zorunda kalıyorsun. Gel gör ki espi-risyonlar, yani bilim ve gerçeğe düşman olanlar, işkencele-riyle, insan kırımlarıyla, halka, gerçeğin önüne geçmeye Papa Bruno'ya yenildi. Karasu senin mektubunu bildiri halinde dağıtıyorlarlmış. Tabii senin bana. bize karşı çalışacak kalemine korkunç ihtiyaçları var. Ama APO'yu zora soktun bile. Çünkü üç aydır senin de ŞENER'in etkisinde olduğunu vaaz etti. Yani sana karşı ayık kalmıştı. APO sanırım o açıklamayla yetinmedi. Şimdi ne yapman gerekiyor, biliyor musun? Benim nasıl bir ajan olduğumun hikayesini yazmalısın. Çünkü seninde belirttiğin gibi beni en yakından tanıyan sensin. Şunu demelisin: "Şener egemenliği altında liberal bir tavırla yenilgiye uğradım." Yani birşey yazacaktın. Tarih yazın diyor. Biz de kendimizi uyutup Brest-Litowsk hikayelerini uydurduk. Şener al- çağı bundan sonra sinsi planlara devam etti. 85-86'lara neden oldu. Krizi çözmek isteyen F.Ç. arkadaş karşısında aldı. F. Ç. Arkadaşı örgüte saldırtıp birbirine kırdırdı. Ve bizi uyutup örgütü ele geçirdi.
Hatta o öyle ileri zekalı bir ajandı ki: Önderimiz APO dahi 88 direnişinin reformist sırriyetine ere-meyip bu direnişi örgütleyen. F. Ç. 'yi hain ilan eden ŞENER alçağı Allah'la işbirliğine girecek kadar şeytanlaşır. 87-88 Sonbahar Kış-ilkbahar mevsimlerinin çok yağmurlu geçmesini söyleyip tünelimize su doldurdu. 88 Cezaevi EKİM direnişinde ŞENER sürgün edilmeyip DİYARBAKIR Cezaevi'nde bırakılarak direnişin tasfiye edilmesinde görevlendirildi. Sen böyle yazmalısın, yazdırılacaksın. Arkadaşlarımız ölümle cebelleşirken ŞENER alçağı onların üzerine çikolata yedi. Anlaşmada direnişi tasfiye etti. Ve dahası da var. Bu alçak idam olmam için, idam cezası almamak için tüm bunları yaptı. Ama o kadar da gözü kara biri çıktı ki dışarı çıktığında işine devam etti. Bu kez de Sevgili önderimize yönelmiş. Evet Karasu. APO böyle buyurduğu için böyle yazmalısın kendini biraz zorla, zorla canım devrim için yalan yazmayı gururuna yedirmelisin. Kaldırmıyorsan Allah sana yardımcı olsun. O zaman gerçeğin yalana ihtiyacı olmadığını söylediğini duyuyorum ve yalan kimlerin ihtiyacı olduğunu belirtmeni bekliyorum. Bu mektubu açık olarak kamuoyuna şahitliğim altında ŞENER'in söylediklerini niye yayınlamışsınız demişsin. Gücün nedir? Kaç buçuk kişidirler, demişsin. ilahi Karasu; APO parti içinde konuşmamıza müsade etmedi. Sayın Perinçek'e anlattıklarımızı sansürlemekle kalmadı.... Tarih kişileri değil, gerçeği serer." IV.Kongrenin hikâyesini kısaca böyle özetleyebiliriz. Şimdi 1991 yılı faaliyetlerine dönelim...
PKK KONGRE KARARLARI - PKK I. KONGRE KARARLARI (27 KASIM 1978 LİCE FİS / ZİYARET KÖYÜ) 1. PLANLI HAZIRLIK DÖNEMİNİN BAŞLATILMASI. 2. KADRO AZLIĞI EĞİTİMSİZLİK VE YETERSİZLİKLERİN GİDERİLMESİ. 3. YANLIŞ TUTUM SONUCU HALKIN ÖRGÜTE KARŞI TAVIR ALMASININ ÖNLENMESİ. 4. DIŞ BAĞLANTI VE İLİŞKİLERİN GELİŞTİRİLME ÇABALARI. - PKK II. KONGRE KARARLARI (20-25 AĞUSTOS 1982 ŞAM)
1. PKK MENSUPLARININ SURİYE'DE EĞİTİLMESİ. EĞİTİMİN KISMEN TÜRK SINIRINA YAKIN YERLERDE YAPILMASI.
2. ŞAM , HALEP, KAMIŞLI. AFRİN GİBİ SURİYE ŞEHİRLERİNDE TEMSİLCİLİKLER AÇILMASI.
3. KUZEY IRAKTA LAK-I YANINA KAMP AÇILMASI.
4. BİR YIL İÇİNDE ASKERİ FAALİYETLERİ YÜRÜTECEK SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİKLERİNİN KADRO SiLAH VE DONANIM BAKIMINDAN HAZIRLANMASI.
5. GERİLLA SAVAŞI VE MÜTEAKİBEN HALK AYAKLANMASINA GEÇEBİLMEK İÇİN PROPAGANDAYA BAŞLANMASI. - PKK III. KONGRE KARARLARI (25-30 EKİM 1986 HELVİ) 1. ERNK VE ARGK YÖNETMELİKLERİNİN YAYINLANMASI.
2. ASKERLiK KANUNUN ÇIKARILMASI.
3.YARGILAMA ESASLARI KANUNUN ÇIKARILMASI.
4. BELGE HALKININ ÖRGÜTE LOJİSTİK DESTEĞİNE İLİŞKİN YÜKÜMLÜĞÜNÜN KARARA BAĞLANMASI.
5. ZORUNLU VERGiLENDiRME YASASININ ÇIKARILMASI.
6. GKK'LARI SALDIRILARLA DAĞITMA KARARI ALINMASI.
7. FAALİYETLERİ 7 EYALET ÇAPINDA SÜRDÜRMEK.
8. ŞEHİR FAALİYETLERİNE BAŞLANMASI.
9 DEVLET HİZMETLERİNE SABOTAJ KARARI ALINMASI.
10. ERNK'YE BAĞLI CEPHE TEŞKİLATLARININ OLUŞTURULMASI KARARI. - PKK IV. KONGRE KARARLARI (26-31 ARALIK 1990 IRAK-HAFTANÎN)
1. KİTLEYE ŞİDDET UYGULANMASININ GÖRÜNÜŞTE TERK EDİLMESİ.
2. GKK TEŞKİLATINI KALDIRMAK İÇİN AF İLAN EDİLMESİ.
3. KEPENK KAPATMA. PROTESTO YÜRÜYÜŞLERİ. AÇLIK GREVLERİ TERTİPLEME KARARI ALINMASI.
4. ÇATIŞMALARDA ÖLEN PKK'LILARIN TÖRENLE GÖMÜLMESİ.
5. LEGAL FAALİYET GÖSTEREN SİYASİ PARTİLERE SI-ZILMASI.
6. KİTLE GÖSTERİLERİNİN SİLAHLI EYLEMLERLE DESTEKLENMESİ.
7. 15 AĞUSTOS, 21 MART ve l MAYIS GÜNLERİNİN BAY RAM OLARAK KUTLANMASI.
8. AŞİRETLERE ILIMLI ÖLÇÜLERDE YAKLAŞILARAK KAZANILMALARI KARARI.
9. T.C. YÖNETİCİLERİNE SUİKASTLER DÜZENLENMESİ KARARI.
iKiNCi BÖLÜM
Körfez Krizinin Kürt Sorununa etkileri... (Kuzey Irak'ta Kürt Ayaklanması ve Liderliği) Bilindiği gibi; Körfez Krizi, 1991 yılının 17 Ocak günü Amerika ve diğer müttefiklerin hava bombardımanı ile fiilen savaşa dönüştü. Bir ay kadar devam eden hava saldırısının ardından kısmi bir kara harekatıyla Irak Ordusu Kuveyt'ten çıkarıldı, Saddam'ın ordusu kısmen teslim oldu, diğerleri içlere doğru çekildiler. Böylece Saddam, ülkesini ve halkını büyük bir sefalet ve yıkım ile başbaşa bıraktı. Aslında, Ortadoğu'da Arap milli-yetçiliğiyle önderlik rolünü sahiplenmişti. Batıya ve ABD'ye alternatif süper güç olmaya oynadı ama büyük kumarın yenilgisi büyük olmuştu. Bu yenilgi, en başta ülkede askeri ve siyasi otorite boşluğu yarattı ve Irak topraklarındaki hakimiyet ABD'nin eline geçti. Geçmişte sıkça görülen "iNGiLiZ OYUNLARI" yenden sahneye konuldu ve pusuda bekleyen Kürtler kuzeyden, İran yanlısı Şii'lerde güneyden harekete geçtiler. Kuzey Irakta ayaklanmalar başlarken, KDP Lideri Mesut BARZANİ ve YNK lideri Celal TALABANİ, Washington-Lond-ra seyahatlerini (!) yapmaktaydılar. Özellikle Talabani, işporta tezgahını kurarak ABD'nin başarısından faydalanmaya çalıştı.
Bu arada Kuzey Irak'ın ERBİL bölgesinde SURÇİ Aşireti Reisi ÖMER HIDIR SURÇİ, Kürt ayaklanmasını başlatarak, bütün Kürtleri Saddam'a karşı harekete geçirdi. Kürtler önemli mevziiler kazanmaya başladı. Güney'den de Şii ayaklanması, Saddam'ı oldukça zor duruma soktu. Fakat birden bire Irak ordusu toparlanarak bütün dünyanın, özellikle de Kürt hamisi (!) ingilizlerin ve ABD'nin gözleri önünde büyük bir kinle Kürtlerin üzerine yürüdü ve vahşi katliamlar gerçekleştirerek, Türkiye'ye doğru yeni bir kaçışın yaşanmasını sağladı. İngiltere ve ABD, senaryosunu yaptıkları filmi seyrettikten sonra Türkiye'ye sığınan , cehennemden kurtulmayı başarmış kadın, çocuk, genç, ihtiyar Kürt insanına "insani yardım" adıyla sahip çıktı. Hakkari ve Şırnak'ta Türkiye Cumhuriyeti Devletine sığınarak cehennemden kurtulan bu insanların arasına TV kameraları ve basın mensupları ile gelen ABD ve ingiliz askerleri, sevecenliklerini (!) katliamları seyrederek dehşete düşmüş dünya kamuoyuna gösterdiler. Şeyh Mahmut BERZENCl olayında olduğu gibi; üzerinde defalarca alçakça oyunlar oynanarak katliama sürüklenmiş Kürt insanı, emperyalizmin Ortadoğu'daki çıkarları için birkez daha "KAN BAĞIŞI" nda bulunmuştu. Zaman zaman bağışlanan bu kanın tükenmemesi için de kendilerine bisküvi ve şerbet"CONl" dipçiği eşliğinde ikram edildi. Müttefik güçler, en başta Saddam'ı devirmek amacınday-dılar ancak, Saddam devrildiği takdirde yönetim, ya İran yanlısı Şiilere ya da ALP URUNGU'NUN TORUNLARI olan Kürtlere geçecekti. Bu her iki durum da ABD'nin ve Batının çıkarlarına ters düştüğü için, boyun eğmiş, yenilgiyi kabul etmiş ve hem içten hem de dıştan ağır darbeler almış bir yönetimi tercih etmek gereği ortaya çıkmıştı. Emperyalizm; çıkarı gereği, ayakta durmasına gözyumdu-ğu Saddam'ın bu kadar katliamla yetinmesi gerektiğini düşünerek, ordusunu geri Çekmesini istedi. Bu şekilde güvenlik bölgesi oluşturulduktan sonra TALABANİ ile BARZANİ, Ömer Hıdır SURÇİ'nin başlattığı ayaklanmanın nimetlerine konmak için Londra ve Washing-ton'dan döndüler. Saddam Hüseyin'in 1992 yılı Aralık ayında, Bülent ECEVİT ve Derya SAZAK ile yaptığı röportajdan da açıkça anlaşılıyor ki; herşey başından sonuna kadar en ince detaylarıyla hesaplanarak uygulanmış ve ingilizlerin tasarladığı, ABD'nin de uyguladığı plandan istenen sonuç alınmıştı. ..
a. AYAKLANMA ESNASINDA PKK VURGUNU:
Kuzey Irak'ta Saddam HÜSEYiN tarafından bir sürek avı başlatılmışken, insanlar panik halinde Türkiye ve İran'ı sığınırken ve bu insanlar, Abdullah ÖCALAN'ın kurtarmaya çalıştığı (!) Kürtlerden başkası değilken, APO daha doğmadan "Kürtlük adına mücadele" yürüten insanlardı. İşte bu insanlar, Saddam tarafından kovalanırken, APO'nun adamları Saddam'ın askerleriyle birlikte Kürtlerin geride bıraktıklarını yağmalamakla meşguldüler. Evet, APO'nun "ünlü gerillaları" talan ve çapul peşindeydiler. Kuzey Irak boşaltılıyor, meydan APO ve adamlarına kalıyordu. "... Halkımız, kadın-çocuk Saddam'ın faşist güçleriyle çarpışırken ve onları adım adım ülkeden kovarken, APO'nun Merkez Yürütme'si Irak Muhaberatının konuğu oluyordu..." (PKK-VEJİN'in 17 sayfalık bildirisinden) APO ve adamları, 1991 yılı bahar ayları boyunca Kuzey Irak'ta çapul ve talan ile elde ettiği silah, cephane gibi malzemeleri depoluyor, mevzilerini tahkim etmeye çalışıyordu. Daha da önemlisi; kurtarmaya çalıştığı Kürt kardeşleri(!)nin kanı üzerinde bu mevzileri pekiştirmeye çalışıyordu. Ve bu işleri, ünlü "KÜRT KASABI" Saddam Hüseyin'in askerleri ile birlikte yapıyordu. Kriz boyunca, PKK'nın beklediği gibi Türk Birlikleri Kuzey Irak'a girmedi ama Türkiye de bu sorunun içine çekilmişti. Amerika tarafından Türkiye'nin eline darb-ı mesel'deki meşhur değnek tutuşturulmuştu.
Türkiye, ya toprakları üzerinde çekiç güce izin verecekti ya da Saddam+APO'nun sürek avından kaçan yüzbinlerce Irak'lı Kürde sınırlarını açacaktı. Türkiye birinci şıkkı tercih etti, çekiç güç nezaretinde Kuzey Iraklı kürtler tekrar yerlerine döndüler. Ancak, sınır boyunda PKK çeteleri bir ara hat oluşturarak, Irak'lı Kürtleri ile Türkiye arasındaki bir şeridi ellerine geçirdiler. Bu şeridi tahkim etmek için Hakkari ve Şırnak illerinin köy ve kasabalarını kullandıkları gibi, Kuzey Irak'taki şehir, kasaba ve köyleri de yedeklediler. Yani hem Kuzeyden hem güneyden manevra imkanları elde ettiler. Öte yandan bu şeridin doğu ucunda İran'a, batı ucundan Suriye'ye kanallar oluşturdular. Körfez Krizi ve sonuçlanma biçimi, APO'ya rüyasında bile göremeyeceği müthiş avantajlar yaratmıştı. Bir anda Türkiye'nin en sarp sınırına paralel ve her iki tarafından Kürt-çülüğün, çeteciliğin, kanunsuzluğun yoğun olduğu, yerleşim birimlerinin az, yolların yetersiz, insanların geri olduğu sahipsiz bir toprak parçası, Abdullah ÖCALAN'ın adamlarına kucak açmıştı. APO ve PKK, 1991 yazına böylesine avantajlı koşullarda giriyordu. Avantajlar, hiç kuşkusuz bunlar ile sınırlı değildi. Kuzey Irak'ta yaşanan göç, bütün dünyanın gözlerini Kürtlere çevirmesine vesile olmuştu. Bir başka deyimle; Kürtler, dünyanın gündemine girmişti. PKK'nın yurt dışında örgütlü oluşu, propaganda tecrübesi ve imkanlarının fazla olması nedeniyle kendilerini Kürtlerle bağdaştırıp, tüm gelişmeleri kendi kâr hanelerine kaydettiler. Kuzey Irak'ta dökülen kanların, yıkılan yuvaların üzerine yıkıcıların onayı ile mevzilerini oluşturdular. Öte yandan, İran ve Suriye'den de Kuzey Irak'ın tahkim edilmesi yönünde onay ve destek aldılar. Gerek Suriye gerekse İran, Kuzey Irak ile Türkiye arasında bir Çin Seddi'ne ihtiyaç hissediyorlardı. Böyle bir şeddin PKK tarafından oluşturulması için de ellerinden gelen bütün gayretleri saffettiler. Onlara göre; PKK'nın Kuzey Irak'ta konuşlanması, Türkiye'nin Musul ve Kerkük'e iniş yolunu tıkayacak, aynı zamanda Türkiye'nin Kuzey Irak Kürtlerini politikaları doğrultusunda kullanma imkanlarını sabote edecekti. Bunun yanı sıra da Türkiye'yi içte uğraştıracak ve komşularına yönelik politikalarda güçsüz düşürecekti. Bu tür hesaplar, Suriye ve İran yönetimince hem stratejik ve hem de taktik düzeyde sürekli gözden geçirilmekte, bu yönlü ciddi uğraşlar verilmektedir. PKK'nın Kuzey Irak şeridini tutması, Kuzey ırak ile Türkiye arasında bir duvar vazifesi görmesi ve hatta Kuzey Irak'taki
Kürt potansiyelin Türkiye'ye karşı yöneltilmesi, Saddam Hüseyin yönetimi için bulunmaz bir fırsattı. Bu durum, fırsat olmaktan da öte bir nimetti. Böyle birşey Saddam yönetimi için çok önemli bir destekti. Saddam yönetimi, zaten bölgeden çekilirken cephaneliklerini, tahkim edilmiş karakollarını tümden PKK'ya terkederken bunun hesabını yapmıştı. PKK 'nin bu cephaneliği, bu silah ve mühimmatları Türkiye'ye karşı, Peşmergelere karşı kullanacağından en ufak bir şüphe yoktu. Kısaca; PKK'nın Türkiye'ye, Kürt ile Türk insanına karşı yönelttiği bu savaşın üzerinde bütün düşmanlar birlik oluyordu. Suriye, İran, Irak bu konuda anlayış birliği içindeydi, belki de hemfikir oldukları tek konu, PKK'nın Türkiye'ye karşı yürüttüğü savaştı. Bu konuda yalnız bu ülkeler değil; Kıbrıs Rumları, Yunanistan, Almanya, Fransa, ingiltere de ortak hareket ediyorlardı. Fakat ne yazık ki, Türk insanı, Türk aydını bu konular hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değildir ve bu o-yunların piyonu durumundaki Kürt kardeşimiz de kurbanlık koyun gibi kendini halen siyaset bezirganlarının insafına bırakmış durumdadır. Kuzey Irak'taki ayaklanmanın en önemli özelliklerinden birisi de; BRADOST, AKO, AMADlYE, SİNDİ, BERVARl, Ml-ZURl, SURÇİ, HERKİ, PIŞDARİ, CAF, HOŞNAV, REKANl, DOSTKl gibi yıllarca Saddam'ın yanında yer almış aşiretlerin de ayaklanmaya katılarak Irak yönetimiyle olan bütün bağlarını koparmasıdır.
Bu nedenle, geçmişte KDP ve YNK tarafından "CAŞ" olarak nitelendirilen bu aşiretler, KDP ve YNK 'nin etkinlik kurmasıyla birlikte geleceklerinden endişe duyar hale gelmişlerdi. Hem Irakla tüm bağlarını koparmışlar, hem de yıllarca kendilerine düşman olan diğer aşiretlerin insafına kalmışlardı, yani tam manasıyla iki ateş arasında kalma durumuna düşmüşlerdi. Bunu farkeden PKK, bu aşiretlere yöneldi. Böylece, KDP ve YNK'nın olası bir yönelimi karşısında dayanacak güç arayışı içerisinde olan bu aşiretlerden birçoğu PKK'yı tercih etti. Ve PKK'ya ellerinden gelen imkanları sağlamaya çalıştılar. PKK ve Abdullah ÖCALAN bu tür olanaklarla hareket ederken, Türkiye'deki durumdan da önemli avantajlar sağlıyordu. Herşeyden önemlisi; PKK basın-yayın yoluyla Türk insanı üzerinde müthiş bir baskı kurmuştu, basının manşetlerinden inmek bilmiyordu. Tek taraflı psikolojik savaş, aydınlarımızın beyinlerini adeta rehin almıştı. Halk, kavram kargaşası yüzünden akla karayı birbirine karıştırmış durumdaydı. Hükümet, sağlıklı bir teşhis koyamıyor, meseleye günü birlik yaklaşıyordu. Yörede emniyet ve asayişi sağlamakla görevli insanlar, ayrıntılar denizinde canlarını dişlerine takmış yol alıyorlardı. Yöre insanı, yani Doğu ve Güneydoğu'da yaşayanların hali daha da perişandı. Bazı fırsat düşkünleri, çığ gibi büyümekte olan Kürtçülük'ten köşe dönmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Bu işin resmen ticaretini yapıyorlardı. Yapılan bu ticaret, kısa vadede çok büyük kârlar getirmekteydi. Bu nedenle APO'ya APO'dan daha çok çalışan bir gönüllüler ordusu çıkmıştı. Vakitlerini hiç boş geçilmiyorlardı. Halkın büyük çoğunluğu korku ve panik içindeydi. PKK'nın her talimatını eksiksiz yerine getirmek için durmadan koşturuyorlardı. Öte yandan özellikle, gençlik kesiminden de örgütün kırsal kesimine hızlı bir kayış söz konusuydu.
b. VURGUN SONRASI FAALİYETLER: 1990 yılı başlarında Cizre, Nusaybin, Silopi gibi ilçelerde meydana gelen kitle gösterileri, savaş nedeniyle her ne kadar 1991 baharında tekrarlanmadıysa da PKK, bu olayların kendilerine kazandırdığı prestijin bilincindeydi ve bu tür olayları tezgahlamak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Artık güvenlik güçleri ile çatışmaya girip de ölen her militanları için yerel düzeyde de olsa kepenk kapatma, miting ve benzeri eylemleri vazgeçilmez sayıyordu. APO, militanlarına; "terörist kimliğinden sıyrılmanın tek yolu, kitle eylemlerini organize etmektir "diyordu. Doğu ve Güneydoğu'da bu işten kolay ne var? İki telefonla her dediğini yaptırırsın, yeter ki, astığın astık, kestiğin kestik olsun!.. 1991 yılı itibarıyla Abdullah ÖCALAN, boşlukları ustaca değerlendirerek ve istanbul'u merkez olarak seçip legal yayın faaliyetlerine hız verdi. Sansasyonel eylemlerle uyardığı kitlelere bu yayınlar vasıtasıyla da yön veriyordu. Bu yayınların çoğunda teorik, siyasi yayınlar yanında, direkt talimat niteliğinde yazılar da yayınlanıyor, PKK sempatizanları da bu yazılı talimatlarına göre hareket ediyordu. Doğu ve Güneydoğu'da PKK, özellikle Diyarbakır'ın kuzeyindeki sıradağlara, Bitlis-Muş arasındaki sarp alanlara iyice yerleşmişti Yani ülke içinde de bir hayli yere sızmıştı. Öte yandan özellikle, Kuzey ırak ile İran'a batı illerinden ikamet eden ve sayıları binlerle ifade edilecek kadar sempatizanı aktarılmıştı. Götürmüş olduğu bu her kesimdeki genç insanı tepeden tırnağa savaşa hazırlıyordu.
Bunlara bir şey öğretiliyordu; ÖLMEK ve ÖLDÜRMEK. PKK bunun dışındaki bir yaşama prim vermeyeceğini beyan ediyordu. Ayrıca 1988 yılında Saddam'ın ajanları vasıtasıyla Irak'la vardığı anlaşma gereği; Kuzey Irak'ta aktif Kürt nüfusunu da ' Türkiye'ye karşı kullanmak gerekiyordu, hem Türkiye'ye karşı hem de Saddam Hüseyin'in başbelaları olan BARZANİ ve TALABANİ'ye karşı kullanmak gerekiyordu. Aynı şeyleri yıllarca Hafız ESAD'ın emriyle Suriye'de de yapmıştı. Suriye Kürtlerini Türkiye'ye karşı kullanmış, bunda büyük başarı elde etmişti. Yapılan bir istatistikte; dağdaki her yedi PKK militanından birinin Suriye uyruklu olduğu tesbit edilmişti. Ayrıca Suriye Kürtleri, Türkiye'de de PKK adına faaliyetlerinde, daha acımasız hareket ediyorlardı. Kendilerini çok daha çaresiz hissettiklerinden, APO'nun emirlerini daha bir dikkatle yerine getiriyorlardı. Suriye Kürtlerini yedeğine almak, APO için fazla bir problem yaratmamıştı. Hafız ESAD, onları adeta PKK'nın emrine vermişti. "Al tepe tepe kullan, istediğin gibi kullan. Zaten bunlardan ne kadar çabuk kurtulursam kârdır. Potansiyel düşmanım olan bu Kürtleri baş düşmanım olan Türkiye'ye karşı savaştırmak bulunmaz bir nimettir." diye düşünmek APO, gereğini en iyi bir şekilde yerine getirmişti. Hem APO açısından, hem de Suriye yönetimi açısından çok tatlı bir işti... Ama, Irak Kürtlerinin durumu hiçte öyle değildi. APO'nun Irak Kürtlerini yedeğine alıp yönlerini Saddam'dan Türkiye'ye çevirmesi, onların savaşçı gücünü Türkiye'ye karşı kullanması kolay başarılacak bir iş değildi. Fakat, kolay olmasa da APO'nun böyle bir işe girişmesi gerekiyordu. Nitekim, daha 1988 yılında APO'nun adamları, Irak kimyasal bombalarından canını zor kurtarıp Türkiye, Suriye ve İran'a kaçan Kürtler arasında bir derleme faaliyetine giriştiler. Bunlar arasında eğitilebileceklerine inandıkları 90 kişiyi seçip Suriye'nin kontrolündeki Bekaa Vadisi'ne götürdüler. Seçilen bu Iraklı Kürtler; çeşitli aşiretlerden, genellikle okumuş, KDP ve YNK ile kişisel düşmanlıkları olan kimselerdi.
Abdullah ÖCALAN'ın bunlara verdiği ilk eğitim, KDP ve YNK'dan Kürtlere pek hayır gelmeyeceğiydi. "Artık KDP ve YNK'nın peşinden gitmeyin, onları desteklemeyin, onlar haindir." Öyle ya Saddam, KDP ve YNK'yı etkisiz kılmak istiyordu. Bu görev de APO'ya verilmişti. APO'nun, Iraklı Kürtlerin kafasına yerleştirmeye çalıştığı ikinci konu ise; Kürtlerin Türkiye Cumhuriyetine savaş açmış olan PKK'ya yardımcı olması gerekiyordu. Nitekim, Suriye Kürtleri yıllardır bu konuda PKK'nın bir dediğini iki etmiyorlardı. Hepsi malıyla, canıyla PKK'nın emrine girmişti. Kendileri için de en akılcı yol; PKK'ya yardımcı olarak ilk önce "TÜRKiYE KÜRDlSTANI'NI KURTARMAKTI". Bu tür çalışmalar, bazen hızlı, bazen yavaşlatılarak 1991 yılı Haziran'ına kadar sürdü. 1991 yılı başında Kuzey Irak'ta yaşanan kargaşa ve KDP ile YNK'nın Saddam'ın saldırıları karşısında bir varlık gösterememeleri üzerine, PKK; yıllarca beyinlerini yıkadığı bu Iraklı Kürtlerden Kuzey Irak'ta bir parti kurdurmaya karar verdi. Nitekim APO adına kardeşi Ferhat kod adlı Osman ÖCALAN nezaretinde, 8 Haziran 1991 tarihinde PAK (PARTlYA AZADlYA KÜRDİSTANKÜRDİSTAN ÖZGÜRLÜK PARTiSi) adıyla bir parti kuruldu. APO, kurmuş olduğu PAK isimli kukla parti vasıtasıyla Kuzey Iraklı Kürtleri yedeğine almak, onların potansiyelini kucaklamak, onların vasıtasıyla Kuzey Irak'ın her tarafına girip çıkmak ve giderek KDP ve YNK 'yi eritmek, dolayısıyla Kuzey Irak'ı tamamen Türkiye'ye karşı bi saldırı üssü durumuna getirmek istiyordu. PKK, Kuzey Irak'ta elde bulundurduğu arazi parçasında onbinlerce insanı barındırabilecek, ikmal ve iaşesini temin edebilecekti. Silah ve mühimmat konusunda ise en ufak bir sıkıntısı yoktu. Saddam'ın ordusu çekilirken APO'ya yüzlerce uçaksavar, havantopu, yüzlerce makineli tüfek ve piyade tüfeği bırakmıştı. Roketatarların, el bombalarının ve cephaneliğin ise haddi hesabı yoktu. Bunca imkandan sonra artık bazı taktik üst evrelere geçmek gerekiyordu.
Nitekim, 1991 yılı yaz aylarında Osman Öcalan, sınırın birkaç kilometre ötesindeki kamplara topladığı yüzlerce adamıyla sınırdaki Samanlı Karakolumuza havan, uçaksavar, roketatar ve makineli tüfeklerle bir saldırı başlattı. Çok sayıda askerimiz şehit oldu, bir o kadarı da yaralandı. Saldırıyı yapan PKK'lılardan da ölenler oldu. Kalanlar ise yine sınırımıza bir kaç kilometre mesafedeki kamplarına çekilip gittiler. Buna benzer sınır karakollarına saldırılar yaz boyu devam etti. Ardından hava kuvvetlerimizin desteğinde bir komando taburu ile Osman ÖCALAN liderliğindeki, HAKURK, DURJAN, ARİ, GELİREŞ vs. gibi kamplara operasyon yapıldı. Osman ÖCALAN, cariyeleriyle (175 kişilik bir dişi militan taburu) bir adım ötedeki İran'a geçti. Kampları korumak için tepelere diktiği çocukların çoğu öldü. Birkaç gün sonra bir grup gazeteci operasyon bölgesine götürüldü.
O ünlü, bilgili, tecrübeli, burnundan kıl aldırmayan gazetecilerimiz hayretten dona kaldılar; "Vay be, demek PKK, burnumuzun dibinde kamp kurmuş, demek ki, buralarda binlerce genci savaş makinesi gibi eğitiyormuş. Bu silahların hepsi onların mı ? Demek ki, tehlike büyükmüş. Neyse ki, şanlı ordumuz, tehlikeyi bertaraf etti. Artık herhalde kolay kolay gelemezler." gibi daha bir yığın değerlendirmeler yapıldı. Oysa üç gün sonra PKK militanları tekrar gelip aynı kamplara yerleştiler. Ve en önemlisi; Zaho'dan İran sınırına kadar, Hakurk kampı gibi onlarca kamp daha vardı. Yine aynı günlerde, binlerce silahlı Iraklı, Suriyeli, Türkiye'li, Arap, Kürt, Türk, Ermeni ve Rum militanlar eğitime devam ediyordu. Bir tek amaç için; fırsatını bulduklarında Türkiye'ye sızmak, asker, polis, korucu, sivil, öğretmen, öğrenci, imam, memur, yaşlı-genç, kadın-çocuk, günahlı-günahsız insan öldürmekti. Kısaca amaç; mümkün olduğunca çok kan akıtmaktı. Yine aynı tarihlerde, Hakkari'den Elazığ'a, Van'dan Kahramanmaraş'a, Şırnak'tan Erzurum'a kadar çeşitli gruplar dağları, tepeleri tutmuş, yolları kesiyor, insanları kurşuna diziyor, haraç topluyor, iş makinelerini yakıyor, okulları tahrip ediyorlardı. Ülke içindeki gruplar, durmadan yurt dışındaki kamplardan takviye ediliyor, yurt dışına batı illerinden çok sayıda sempatizan yollanıyordu.
Hem de ERBİL ve ŞAKLAWA sokaklarına "KERKÜK KÜRDİS-TAN'IN KALBİDİR" sloganını yazdırarak ! Kuzey Irak'ta yaşayan aşiretler ve siyasi cambazlar hakkında bilgi sahibi olmadıkları ve hala bir Ortadoğu politikası geliştiremedikleri için yöneticiler Musul Vilayeti Konseyi'ne "Hini hacette lazım olur" diye bile olsun sahip çıkmıyorlar: "Bizim başkentimiz Bağdat olacağına, istanbul olsun" gibi sözlerle duygu sömürüsü yapan muhtal işportacıyı en üst düzeyde kabul ediyorlardı. Yöneticiler. Türkiye sınırları güneyindeki PKK güçlerinden rahatsızdılar. Bu gücün yok edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Düşünceleri doğruydu. Ancak Ortadoğunun işportacısını tanımıyorlardı! TALABANÎ'nin Türkiye'ye geliş gidişi PKK terörüne bir ilaç gibi görülmeye başlanmıştı. Türkiye'nin Kürt sorununu (!) bir bıçak gibi kesecek, o hain PKK'ya saldırarak onları yok edecek ve PKK belasını defedecekti. Bu arada TALABANİ Avrupa, ingiltere, Amerika, Türkiye ve Kuzey Irak arasında mekik dokuyor talimatlar alıyor, Kürdistani Cephe ve cepheyi oluşturan kitleyi kazanmaya, kontrol altına almaya çalışıyordu. Kürdistan olarak isimlendirilen Kuzey Irak'ta ERBİL kentinde bulunan parlamento, yasama yürütmeyi sağlıyordu. Bayrağı olmayan ve ilan edilmemiş bir devlet mevcuttu. Türkiye'den gelen gıda maddeleri İran ile yapılan kaçakçılık ve Saddam yönetiminin bilinçli şekilde kaçakçılık adı altında sattığı mazot , benzin ve tüpgaz halkı doyurmuyordu. Bir atak yapmalı gücüne güç katmalıydı.
PKK'nın "akıllandırılması" konusunu "Kürdistan Parlamentosu" na getirdi ve bir konuşma yaptı: "PKK Zaho bölgesinde 23, Amadiye bölgesinde 162, Mergasor bölgesinde 19 ve Revanduz bölgesinde 33 olmak üzere toplam 237 köyü işgal etmiştir. PKK'nın yaptıkları kimin çıkarınadır? Bu davranış Kürtlerin stratejik amaçlarına ne fayda sağlamaktadır? Sınır köylerine girdiler, sonuçta TC güçleri tanklarla uçaklarla o civardaki Kürt halkının üzerine saldırdı, Kürt halkı zarar gördü. PKK' nin ve diğer devrimci güçlerinin Irak Kürdistan'ı halkının düşük ve bozuk ekonomik, sosyal yaşantı içerisinde oldu böylesi birgünde bize yardımcı olması gerekirdi. PKK Türkiye yolunu kesti, bu yol Kürdistan'ın tek transit yoludur. Biz hiç bir siyasi görüş ve ideolojiye karşı değiliz bunun en iyi belgesi bugün Irak Kürdistan'ına yerleşen özgürlüktür. Bu özgürlüğün Ortadoğu ve çevresinde örneği yoktur. Eylül 1991'de Irak Kürdistanı'nda yapılan devrim bütün Kürt halkını sevindirmiş, bunun Irak'ta daha başarılı olması umudu Irak, Suriye ve Türkiye Kürdistanı'ndaki yurtsever örgütlerde gelişmiştir. PKK'nın bir özelliği de iki yıldır Türkiye Devletinde gelişen yeni değişimler konusundaki bilgisizliği ve duyarsızlığıdır.
Türkiye'deki halkımız baskıcı Türk faşistlerine karşı 1984 yılında silahlandığı zaman görüldü ki, parlamenter mücadele ile daha yumuşak bir yol tutularak daha iyi bir ortam oluşuyor. Biz bütün gücümüz ve büyük isteğimizle Türkiye'deki Kürt kardeşlerimizin rahat bir yaşam koşuluna ve ulusal haklarına kavuşmalarından yanayız ve üzerimize düşen tarihi sorumluluğumuzun bilincindeyiz." Türk egemenleri Kürt sorununu çözmek için yeni gelişmeler yaratıyor. Bu sözler I-KDP enformasyon şubesinin 1992 yılı Kasım ayında yayınladığı basın açıklamalarından alınmıştır. İşportacının söylemek istediği şey şudur;" Türkiye'de bir Kürdistan kurmak için teröre gerek yoktur. T.C.'nin mevcut uygulamaları Kürt insanını zaten Türklerden koparacak ve sonuçta Kürdistan kendi iğinden oluşacaktır. PKK'yı bu konuda akıllandıralım, bizi fazla yormasın!" Sonuçta, Erbil'deki parlamentoda işportacının stratejisi doğrultusunda PKK'nın ıslah edilmesi kararı alındı. Kürdistani cephe peşmergeleri Türk Ordusu ile müttefik olarak PKK'ya karşı operas yona (!) başladılar. Operasyon dedik ve güldük ancak şunu da itiraf etmek gerekir; Peşmergeler PKK ile çatışmalarda birçok değerli komutanlarını kaybettiler. Çünkü önderleri PKK'yı "Kışt deyince kümesine kaçan tavuk" olarak göstermişlerdi. Bu tutumları özellikle ZAHO cephesine Türk Ordusunun zırhlı birliklerle müdahale etmesini gerektirmiştir. Harekatın nasıl cerayan ettiğini ilgi-li bölümünde inceleyeceğiz. Harekat sonucu TALABANİ tam tasarladığı gibi PKK'yı Türk ordusundan kurtarmıştı. Zaten TALABANİ ile APO'nun 1988 yılında imzalamış oldukları protokol da bunu gerektiriyordu. Peki, I-KDP bu konuda ne düşünüyordu?
Mesut BARZANİ rakibi Celal TALABANİ gibi bir siyaset can-bazı değildi. Ancak, o da zamanında PKK ile ilişkilerini bir protokole bağlamıştı ve gerek Türkiye'de gerekse Kuzey Irak'ta PKK 'nin tabanını ve imkanlarını kullanarak güçlenmek istiyordu. PKK ile I-KDP arasında 1984 yılında imzalanan protokolden bir bölüm şu şekildedir; "Her iki parti Türkiye'nin faşist diktatör rejimine karşı Türkiye Kürdistanı'ndaki katliamlarına, ulusal çıkarlarımızı inkar etmesine ve halkımız için çalışanlara yönelik uyguladığı terörizme karşı Irak Kürdistanı'na destek verecek ve düşmanı korkutacak planların geliştirilip halkımızın amacına hizmet için görüşmelerini sonuna kadar sürdüreceklerdir." Sayın okurlar: Kuzey Irak'ta yaratılmak istenen Kürdistan Stratejisi emperyalizmin denetimi altında bir statüdür. Türkiye'de bir Kürt partisi veya Kürtçü kişiliklerle yürütülen bir politika sağlamak, İran'daki Kürtleri etkilemek ve İran'ın radikal islamcı faaliyetlerini denetlemek, Saddam HÜSEYİN veya bir başkası olsun Irak'taki mevcut rejimi tehdit etmek, petrol yataklarına el koymak, ortadoğuda kalıcı üsler temin etmek çerçevesinde hazırlanmış bir senaryodur. Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devleti diğer parçalara da önderlik edecek. PKK veya değişik isimli örgütler, bu ülkeleri kan gölüne çevirecek daha sonra da Kuzey Irak'taki Kürdistan Devleti ve patronları demokratik ve ılımlı yaklaşımlarla hedef ülkeyle temasa geçerek: "Ben seni bu beladan kurtarırım." diyecek ve hedef ülkede terörist örgüte alternatif Kürt milliyetçisi başka bir politika sahneye koyacaktır. PKK askeri faaliyetler açısından artık bir kısır döngü içerisine girmiş durumdadır. Daha ne kadar karakol, bölük, tabur, ilçe veya il'e saldıracaktır? Askeri eylem; toprak parçası ele geçirmek, siyasi üstünlük sağlamak, psikolojik kazanımlar elde etmek, düşmanı imha etmek gibi maksatlarla yapılır. Eylemler PKK'ya siyasi ve psikolojik kazançlar sağlamakta, eylemler sonrası binlerce saf ve temiz genç telef olacaklarını bilmeden katılmakta, siyasi kazanımlarını ise Türkiye'deki bir takım organizasyonlar siyasi partiler ve kişiler kendi çıkarları için kullanmaktadır.
Kendi deyimi ile "İPİNİ KOPARMIŞ ADAM" APO. çaresizlik içerisindedir.Kardeşi Osman ÖCALAN'ın ihaneti üzerine Kurtlar Sofrasına düşmüştür ve bu sofradan en az zararla kurtulmak istemektedir. Bize göre APO, Kürt hareketi içinde tarihi misyonunu tamamlamak üzeredir. En azından ikinci bir İdris-i Bitlisi olamamıştır. Bu role simde Celal TALABANİ soyunmuştur. Halen Kuzey Irak 'ta TALABANİ'nin denetiminde bulunan Osman ÖCALAN'ın APO için; "Bu adam hep öldür, öldür diyor! Bunun sonu ne olacak? " şeklinde demeçler vermesi dikkat çekicidir. Kuzey Irak'taki PKK'lı esirler (!) üçbin civarındadır ve büyük bir çoğunluğu KYB sempatizanı durumuna getirilmiştir. 05. Ekim 1992 tarihli olup Kürdistan Bölgesi Başbakanı Fuat MASUM, Başbakan yardımcısı Roj SAVEŞ, PKK temsilcileri Osman ÖCALAN ve Kenan SİMO imzalı anlaşma PKK'yı oldukça rahatlatmış ancak APO'yu zor duruma sokmuştur. Esir (!)ler bölgede özgürce Kürdistan içişleri Ba-kanlığnın verdiği belgelerle dolaşabilmekte, Türk vatandaşı olan PKK'lı teröristlere gerekli himaye sağlanmakta, kendileri silah ve teçhizatları dahil tüm mallarını muhafaza edebilmekte ve bölge içerisinde siyasi faaliyet sürdürebilmektedirler. Türk Ordusunun 1992 Ekim ayında yaptığı harekat sonrası Güneye kayan PKK. iç hesaplaşmalar dışında öylesine rahattır ki, Türkiye'nin vatandaşı olan teröristleri istemesine rağmen Kürdistani Cephe: "Siz suçlarını bildirin biz yargılayalım" diyebilmektedir. Bu durumda APO: böl- gede ABD Başkanı BUSH'un giderayak intikam alma. Bosna-Hersek'te Sırplara ve hristiyanlara zaman kazandırma duygu ve taktiğiyle Irak'ı bombalatması üzerine yemden güç kazanmakta olan SADDAM yönetimiyle ilişkiye geçebilir ve Irak Devleti içinde yıllardır sorun teşkil eden BARZANİ ve TALABANİ'yi karşı SADDAM destekli olarak fâaliyet gösterebilir. Doğaldır ki. bu varsayım SADDAM'ın güçlü olmasına bağlıdır. Kuzey Irak harekatı Türkiye'ye savaş tecrübesi ve moral açısından çok şey kazandırmıştır.
Ancak. PKK'nın imha edilememesiyle;
1) PKK giderek illegal konumdan Kuzey Irak'ta legal siyası faaliyet yürüten bir örgüt durumuna gelebilecektir.
2) Türk sınırında Peşmerge karakollarının kurulmasıyla birlikte Türkiye Kuzey Irak'taki Kürt yönetimini otorite olarak kabullenmek zorunda kalacak ve bundan sonra Irak sınırını geçerek operasyon yapmasının meşru zemini kalmayacaktır.
3) Kürdistani Cephe veya doğabilecek bir Kürt Federe Devletinin "faaliyetleri PKK ile birleşirse Türkiye'deki Kürtler bu akımın dışında kalmayacaklardır.
4) Kürdistani cephe, ilerde PKK'yı gerçekten silahsızlandırma bile siyasi faaliyeti Irak'tan güç alacak asken faaliyetler, İran ve Ermenistan üzerinden devam edecektir. Bu durumda 1993 ve takib eden yıllarda Hakkari. Van, Kars ve Ağrı bölgeleri ayrı bir önem kazanacaktır.
5) Bundan böyle Kürdistani Cephenin Türkiye den isteyeceklerinin teminat, PKK olarak bilinmelidir. Kuzey Irakta legalleşen PKK Türkiye'ye karşı önemli bir koz haline getirilmiştir.
6) Kuzey Irak'ta PKK Askeri faaliyetlerini durması. Türkiye içindeki bölücülük sorununa bir çözüm getirmeyecektir Aksine. Türkiye üzerinde stratejik hesapları olan Kürdistani Cephenin hedefine ulaşabilmesi için PKK, onbeş yıllık Türkiye pratiği ve imkanlarını I-KDP ve KYB'ye çeşitli pazarlıklar sonucu devredebile- cektir. Elbette bütün bu saydıklarımız temenni edilmeyen varsayımlardır fakat, varsayım da olsa böyle bir değerlendirmeye varmamızın sebebi bölücü Kürtçülük ve onun şimdilik sembolü olan PKK ile mücadelenin hala amatör bir şekilde yürütülüyor olmasıdır.
ANTLAŞMA METNİ
29.10.1992 günü PKK adına Osman ÖCALAN (FERHAT), Kürdistan Bölgesi Başbakanlık binasına gelerek 05.10 1192 tarihli anlaşmaya. Irak Kürdistan topraklarında bulunan bütün elemanlarının bağlı olduklarını söylediler. Binanaleyh; A) Kürdistan topraklarında bulunan bütün PKK militan ve üyeleri kaldıkları sürece bölgesinin yasalarına uyacaklar.
Buna göre:
1- Irak Kürdistan topraklarını askeri faaliyetler için kullanamaz.
2- Irak Kürdistan topraklarında kalmak isteyen PKK militan ve üyeleri Türkiye sınırından uzak ve bölge hükümetinin tesbit edeceği yere taşınacaklar.
3- içişleri Bakanlığının vereceği vesikalarla bölgede serbestçe seyahat edebilirler.
4- Kürdistan Hükümeti ve cephesi karşıtı sürdürülen siyasi faaliyetlerine son verilecektir.
B)
l - Kürdistan Hükümeti, bu bölgede kalmak isteyen bu gruba -zaten bunlar Türkiye Kürdistan'ı vatandaşıdırlar- gerekli korumayı temin edecektir.
2- PKK üyeleri, kendilerine ait olan bütün mal varlıklarını koruyabilecekler.
3- Bölge içerisinde siyasi faaliyetlerim serbestçe sürdürebilirler.
4- Bölge yönetimi, yaralı ve hastalara sağlık hizmetleri sağlayacaktır.
ANLAŞMAYI İMZA EDENLER KÜRDİSTAN BAŞBAKANI PKK-MK ADINA Fuat MAHSUM MK. ÜYESİ Osman ÖCALAN BAŞBAKAN YARDIMCISI PKK ÜYESi ROJ ŞAVES KENAN SİMO
BİRİNCİ BÖLÜM
PKK IV. KONGRESİ İlk defa APO'nun fiili denetiminden uzakta bir PKK genel toplantısı yapılıyordu. Bu durum kural dışıydı. Evet, PKK IV. Kongresi, 21-31 Aralık 1990 tarihleri arasında Kuzey Irak'ta HAFTANIN köyünde, APO'suz toplandı. APO'suz bir toplantının ne önemi olabilirdi? Ciddi ve geçerli kararlar alınabilir miydi? APO olmadan bu tür kararlar alınabilir miydi? Bu tür sorulara hayır cevabını vermek zorundayız. APO' suz ve APO'ya rağmen toplantı yapmak, karar almak olanaksızdı. O halde PKK IV. Kongresi neden APO'dan uzakta yapıldı? işin gerçeği şuydu; Abdullah ÖCALAN, tüzük gereği IV. Kongrenin 1990 yılı içerisinde yapılması gerektiğini biliyordu. PKK IV. Kongresi, 1990 yılı içerisinde yapılacaktı, yapılmalıydı. Yapılmalıydı çünkü; örgütü güçlü göstermeye devam etmek gerekiyordu. Ama nerede? Suriye veya Lübnan'da yapmak sorun değildi, hiç bir sakıncası yoktu. Bu konuda Suriye, son derece anlayış gösteriyordu. Fakat, APO'nun başka planları vardı. Daha 1986 yılında yapılan III. Kongre öncesi "Kongremizi ülke topraklarında yapmalıyız. Bunu mutlaka başarmalıyız."diyordu. Ama III. Kongreyi ancak Suriye Ordusunun gölgesinde yapabildi. APO, vesikalı kapatmalar gibi Şam'dan bir türlü çıkamıyordu. Şam'ın dışında kendisini bir türlü güvencede hissetmiyordu."Gerçek özgürlük, Kürdistan'ın dağlarındadır" palavraları kendisi için geçerli değildi. IV. Kongreyi de yine Suriye Ordusunun gölgesinde yapmayı planlıyordu. Ancak hergün ülke içi gruplardan "BOTAN'ı özgürleştirdik" türünden raporlar alıyordu. Artık IV. Kongreyi ülke içi topraklarda yapmak farzdı. A. ÖCALAN, IV. Kongrenin ülke içerisinde yapılması kararını verdi ama, kendisinin ülke içine gelmeye hiç mi hiç niyeti yoktu.Bir yandan; "Ben buralarda çürüyorum, biran önce Kürdistan'ın özgür dağlarına kavuşmak istiyorum. O dağlar onbinlerce silahlı gücü koynunda saklar. O dağlarda ayaklarını sağlam yere bastın mı, hiç bir ordu seni söküp atamaz." diye palavralar sıkarken, diğer yandan da oniki yıldır Suriye' nin dışına cesaret edip adımını atamıyordu. Kısaca; IV. Kongre ülke içinde yapılacaktı ama APO, Kongrenin başında bulunmayacaktı...
Bu durum eşyanın tabiatına aykırıydı. Buna bir çözüm bulunmalıydı. Gerçi Cuma kod adlı Cemil BAY1K, Ebubekir kod adlı Halil ATAÇ, Mahir kod adlı Numan UÇAR ve benzeri yardakçıları; "Aslında Kuzey Irak da ülke içi sayılır. Kongreyi Kuzey Irak'ta yapacağız, çok güvenlidir, bu nedenle kongreye katılmanızın bir mahsuru yoktur." Demişlerse de; APO bir türlü Şam'dan ayrılmaya niyetli değildi. Dolayısıyle yeni bir plan yaptı, 1990 yılının Mayıs ayında önemli elemanlarını Suriye-Lübnan sınırındaki "Mahsum Korkmaz Akademisinde toplayarak II. Ulusal Konfe-rans'ı gerçekleştirdi. Yani yerinden dolayı katılmayı göze alamadığı IV. Kongreyi başka bir isim altında, yine Suriye'de ve yine kendi "pençesi" altında gerçekleştirmiş oldu. II. Ulusal Konferansta özellikle, cezaevinde "PKK'yı şanlı bir şekilde temsil etmiş, cezaevi direnişlerinin sembol isimlerinden" Mehmet CAHiT ŞENER (Ahmet), M.Selim ÇÜRÜK-KAYA (Selim) ve Sakine CANSIZ gibi kişiler, baş köşeye oturtuldular. Konferans süresince Kürdistan Vampiri, nam-ı diğer A. ÖCALAN, yine ağzından salyalar saçarak ünlü küfürname-lerini oluşturmaya başladı. Yine herkese verdi, veriştirdi. Yıllardır kendisine bir köpekten çok daha sadık bir biçimde hizmet eden herkese hakaret dolu sözler sarfetmeye başladı. Ne alçaklıklarını, ne ajanlıklarını, ne sünepeliklerini ve ne de asalaklıklarını bıraktı. Yine mazlum, fedakâr rollerine bürünerek; "Yemedim yedirdim, içmedim içirdim, giymedim giydirdim ama siz, sırtüstü yattınız.
Bütün değerleri çar-çur ettiniz. Ben mecbur muyum sizi sırtımda taşımaya?" gibi ağzına ne geldiyse sıralamaya başladı. Konferans bitiminde, Konferans Kararları diye bir kitapçık bastırdı ve bütün gruplara gönderdi. APO'nun günlerce histeri krizi geçirerek teyp kasetinde doldurmuş olduğu bu saçmalıklar, II. Ulusal Konferans Kararları olarak, konferans delegelerinin özgür iradeleriyle almış olduğu kararları şeklinde tescil edilmiş oldu. Daha sonra da Türkiye'deki gruplara bu kitapçık, teksir baskı olarak dağıtıldı. Yalnız Türkiye'deki gruplar değil, ama aynı zamanda Kuzey Irak'taki, İran'daki, Lübnan, Suriye ve Avrupa'daki gruplar da bu kitapçığı hatmetmek için günlerce eğitim çalışmalarından geçirildiler. Abdullah ÖCALAN denilen psikopat her sözü için adeta hatim indirilmesini ister. Her nasılsa, onlarca senedir temcit pilavı gibi ısıtıp-ısıtıp kapı kullarının önüne sürdüğü bir yığın saçma sapan cümlelerin "Kutsallığına" kendini inandırmıştır. Daha önemlisi; zaman zaman kendisinin kutsal bir kişilik olduğuna inanır. Çömezlerinin çoğu da çeşitli nedenlerden dolayı O'nun bu zaafını körüklerler. Abdullah ÖCALAN, bir kitapçığında; "Büyük adamların" kişiliklerinin ana rahminde şekillendiğinden bahsetmektedir. Ardından kendisinin de daha küçük yaşlarda ayırt edici özelliklerinin olduğunu, bu özelliklerinin başkaları tarafından söylendiğini anlatır. Kısaca; giderek insanüstü özeliklerinin olduğunu son senelerde sık-sık vurgulamaktadır. Yani artık MEGALOMAN 'lığını gizleme gereği duymamaktadır. "Kızlar karşıma çıkıyor, en değme artistin ulaşamayacağı kadar ulaşıyorum. Bazen bakıyorum, Yeşilçam'ı da geçiyorum yani. Oldum bir baş aktör, rejisör...
Yılmaz GÜNEY bile karşımda çocuk gibi kalıyor." "Çok erken yaşta fıstık ağacının altında otururken, babamın söylediği söz çok açıktı; yani Abdullah'ın alnında fetih işareti var, o gittiği her yeri feth eder diyordu." Daha bunun gibi yüzlerce örnek vardır. Bunları, inciler bölümünde okuyacaksınız. Aslında ÖCALAN, kelimenin tam anlamıyla KLiNiK BlR-VAKA'dır. Özellikle psikologlar açısından bulunmaz bir deney malzemesidir. Fakat ne yazık ki, şimdiye kadar bilim adamları bu KLiNiK VAKA'ya gereken önemi vermediler. Biz öyle yapmayacağız. Gerçi psikolog değiliz ama yine zaman zaman onun bu AYRIKSI özelliklerini gözler önüne sereceğiz. Hatta bu konuda "ŞAM'daki MEGALOMAN" ya da "YENİ BİR SPASTİK KiŞiLiK" veya "ÇAĞIMIZIN EN iLGiNÇ KLiNiK VAKASI"diye araştırmalarımız yayınlanırsa şaşırma- .60 U çgendeki Tezgâh. yın!.. Fakat, bu tür araştırmaları yayınlayabilmemiz için de psikologlarımızın bize yardımcı olmaları gerekiyor. Şimdi yeniden konferans ve kongre konusuna değinelim. Abdullah ÖCALAN, kongreyi garantiye almak için II. Ulusal Konferans'ta kongrenin çerçevesini çizdi. Bu yeterli değildi. Kongrenin nerede yapılması gerektiği kimlerin katılmasının uygun olacağı, kimlerin divanda oturacağı hep A. ÖCALAN tarafından tesbit edildi. Gerçi II. Ulusal Konferans kararlarıyla IV. Kongrenin kararları aynı olacaktı ama yine usulen IV. Kongreye bir çalışma raporu sunulmalıydı. Geçmişin değerlendirilmesi yapılmalıydı. İçinde bulunulan günlerin anlam ve ehemmiyeti belirtilip, gelecek ile ilgili perspektifler ortaya konmalıydı. Öyle ya, kongre demek; geçmişin muhasebesini yapıp geleceğin rotasını çizmek demekti. A. ÖCALAN, zaten bunu hep yapıyordu ve IV. Kongre için de yapacaktı. Nitekim IV. Kongreye sunulmak üzere bir çalışma programı hazırladı. 26-31 Aralık 1990 tarihinde Kuzey Irak'ın Haftanin vadisinde, Türkiye sınırına birkaç kilometre mesafede PKK IV. Kongresi "Ülke içinde" başlamış oldu. Divan başkanlığına A. ÖCALAN'ın özel şebeke elemanı Cuma kod adlı Cemil BAYIK getirildi. Örgüt içindeki asli görevi emniyet sibobu olan Cemil BAYIK'tan başkası da bu göreve getirilmezdi. Cemil BAYIK'ın yanına da "PKK'nın şanlı cezaevi direnişlerinin önderlerinden" olan Ahmet kod adlı Mehmet Cahit ŞENER, Ebubekir kod adlı Halil ATAÇ ve Sarı Baran kod adlı cihangir HAZIR oturtuldu. Kongreye sunulan çalışma raporunda en ilginç konu; "insanlığın durumu" isimli bölümdü.
Çünkü; bu bölümde APO, dünyaya ve dünya insanlığına yeni bir yorum getiriyordu. Kısaca; insanlığın durumu pek iyi değildi. Ama PKK ve onun önderi A. ÖCALAN, insanlığın kötü gidişine dur diyecekti. Bu iş için de önce "Kürdistan'la birlikte Ortadoğuyu kurtaracaktı". Sonra da sırasıyla diğer sahalara el atacaktı. APO, muhtemelen bu işi zavallı korucu ailelerinin katledi-mesi meselesiyle karıştırıyordu!... insanlığın durumundan bahsederken çevre konusuna da büyük yer ayırıyordu. Ve çevreci kesiliyordu. Gerçekten de yıllardır sanki çevreyi bedeniyle kirleten kendisi değilmiş gibi...
a. PKK- SADDAM HÜSEYİN İTTİFAKI:
IV. Kongrenin yapıldığı günlerde Körfez Krizi patlama noktasına gelmişti ve PKK IV. Kongresi de Körfez Krizinin bir numaralı tarafı olan Irak'ta yapılıyordu. Savaş başladı, başlayacak gibi idi. Ama hem körfez krizinin göbeğindeki bir sahanın içinde yer alacaksın ve dünya kurtarma nutukları atacaksın, hem de adı geçen kriz ile ilgili hem nala hem de mıha vuracaksın. Tabii ki, bu durumun sebebi çok ileride anlaşılacaktır. Biz yine de özet olarak açıklayalım: Gerçi Saddam HÜSEYİN'in ajanları ile A. ÖCALAN arasında 1988 tarihinde başlayan bir anlaşma mevcuttu ama A. ÖCALAN,Suriye ve İran'dan çekindiği için bu anlaşma konusunda çok temkinli hareket ediyordu. Anlaşmanın özü; A. ÖCALAN, Kuzey Irak'ta KDP ve YNK'yı etkisizleştirecekti.
Dolayısıyla Saddam HÜSEYİN'İ bir başağrısından kurtaracaktı. Saddam HÜSEYiN de Kuzey Irak'ı PKK'ya tahsis edecekti. Böylece Saddam HÜSEYiN, bir taşla iki kuş vuracaktı. Bir yandan artık kangren hale gelen PEŞMERGE asiliğinden kurtulacak, diğer yandan sular ve geleneksel Arap düşmanlığı nedeniyle Türkiye'yi cezalandırmış olacaktı. PKK ise, Türk Güvenlik Kuvvetlerinin müdahale edemeyeceği ya da çok zor müdahale edebileceği, Şırnak, Hakkari coğrafyasiyle bütünlük arzeden ve en az o kadar sarp ve dağlık olan kontrolsüz, denetimsiz, kanunsuz, kuralsız bir coğrafyada istediği gibi at oynatacaktı. Aynı zamanda yıllardır KDP ve YNK gibi örgütlerin elinde birer yük beygirine dönen, fazla düşüne-meyen, dağda silahlı olarak dolaşmayı İÇGÜDÜSEL ve RU-TİNLEŞMİŞ ALIŞKANLIKLAR haline getirmiş sayıları yüzbinlerle ifade edilebilen bir askeri güce kavuşmuş olacaktı. İşte 1988' lerdeki anlaşmanın özü bu idi. Denilebilir ki, SADDAM, Kürt kasabıdır. Kürtlere en büyük katliamları yapan kişidir. PKK ideolojisine göre, sömürgeci Irak'ın başıdır. Bütün bunların ne önemi olabilir ki? Önemli olan A. ÖCALAN'ın Türkiye'ye, Türk insanına -Kürt kökenli olması önemli değil- vereceği zarar ve bu zararla doğru orantılı olarak birtakım güçlerce önemli kişi sayılmasıdır. Körfez krizinin başlamasıyla A. ÖCALAN ve S. HÜSE-YİN'in adamları arasında varılan anlaşma ise eski anlaşma metnini kapsamakla birlikte yeni şeyler de içermektedir. 1991 yılındaki Kürt ayaklanmasında Irak istihbaratına ait binada ele geçen belgeler bunun teyididir. Bu belgeler, Londra'da EL HAYAT gazetesi muhabiri Kamuran KEREDK-Hl tarafından 13.08.1992 tarihinde Arapça olarak yayınlandı. Bunlardan ikisini okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz:
CUMHURBAŞKANLIĞI SEKRETERLİĞİ EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ OTONOMİ BÖLGESİ EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ "ARAŞTIRMA" (GİZLİ ÖZEL VE ŞAHSA MAHSUS) Sayı: 8000 TARİH: 09.09.1990 HİCRİ: 19. SEFER 1411 SAYIN OTONOMİ BÖLGESİ EMNİYET MÜDÜRLERİ KONU: Bilgi. Emniyet Genel müdürlüğünün ilgi ŞŞŞ 337925 no: 01. 09.1990 tarihli yazısında şunlar geçmektedir. EK'te bulunan Emniyet Genel Müdürlüğünün 2950 No: 02.06.1990 tarihli yazısı ve İstihbarat Teşkilatının 294 No: 25.06.1990 tarihli yazısında belirtilen bilgileri görüşen düşman çalışmasını gözetleme kalıcı komitesi surdan bildiriyor: İRAN'da bulunan teröristler IRAK ile TÜRKİYE arasındaki durumun gelişmelerini izlemektedirler. Komite, ülke içinde terör eylemlerinin başlatılması TÜRKİYE' nin bazı teröristleri topraklarında barındırma yolunda AMERİ-KA'nın baskısına uğrayacacağına inanmaktadır. Bu durumda gelecekte baş gösterecek olaylara karşı çok gizli ve saklı biçimde TÜRKİYE' nin PKK örgütüyle bir ilişki köprüsünün yapılması gerekir. Güvenlik kuvvetlerinin TÜRK tarafına bu titiz durumda bilgi vermeksizin bu ilişkisinin gelişmelerinin izlenmesi yolunda kalıcı komitenin önerisi onaylanmıştır. Yorum: Bu konuda, TÜRKİYE ile olan ilişki açısından oldukça önemlidir. Öte yandan mücadeleci ülkemizin yaşadığı bu durumda onlarla oldukça gizli ve saklı biçimde yapılması ve bu hususa TÜRK tarafının kışkırtılmaması gerekir. Bilgilerinize ve gereğinin yapılmasını arz ediyorum.
EMNİYET YARBAYI W/M.M.E. OTONOMİ BÖLGESİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEKRETERLİĞİ EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ OTONOMİ EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ "ARAŞTIRMALAR" (GİZLİ,KİŞİYE ÖZEL) SAYI: 9279 TARİH: 27.10.1990 HİCRİ: 09. REBlULEVVEL. 1411 SAYIN DOHUK BÖLGESİ EMNiYET MÜDÜRÜ KONU:
Kişi Hakkında Ş.Ş./6637 No: 15.10.1990 tarihli yazımız, 44230 No 18. 10.1990 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü yazısıyla ZAHO Emniyet Müdürlüğünün PKK Örgütü ile iş yaptığı ve birkaç görüşme yapıldığı bildirilmektedir. Sayın Genel Müdür ilişkileri sağlayan istihbarat Teşkilatı görevlisinin adı size bildirilecek. Gereğini yapın ve bilgi bekleyin sevgi ve saygılarımla.
EMNİYET TÜMGENERALİ N.M.E. OTONOMİ BÖLGESİ BİR KOPYASI:
Sayın HEVLER Bölgesi Emniyet Müdürü 8000 No 09. 09.1990 tarihli yazımız için, Sayın SÜLEYMANİYE Bölgesi Emniyet Müdürü EK'te belirtilen genel bir görüşme yapılması ve yardım edilecek içteki parti hakkında bilgi verilmesini arz ederim.
Özet olarak; savaşın seyrine göre Kuzey Irak'tan Türk birlikleri müdahale edecek olursa, PKK'nın gerilla güçlen Türk Ordusuna karşı Kuzey Irak'ta gerilla savaşı yürütecek, SAD-DAM'ın Askerleri yalnızca PKK'ya lojistik ve mühimmat ikmali yapacaktır. Böylece Irak Ordusu "Kuzeyi sağlama almış" olacağından, tüm gücünü güneye yöneltecektir. Biraz komik gibi görünse de işin aslı budur. Yöre halkını yıllardır örtü olarak kullanıp askerlere pusu kurmak, taciz ateşi açmak, herkesin kullandığı yollara hiçbir sorumluluk duygusu taşımadan mayın döşemekle yaşlı-genç, kadın-çocuk demeden savunmasız insanları katletmekle kendisini dev aynasında gören PKK'nın, Saddam Hüseyin'le böyle bir anlaşmaya cesaret etmesi çok doğaldır. Ancak; "SADDAM bu konuda PKK'nın başarılı olup olmayacağını bilmiyor muydu?" diye sorarsanız, elbette ki biliyordu. Ama ne önemi vardı? PKK, ne kadar kargaşa, karışıklık yaratırsa kardır diye PKK'yı muhatap almıştır. En azından YNK ve KDP'yi nötralize etmesi bile yeterliydi. PKK IV. Kongresi yapıldığı günlerde böyle bir anlaşma yürürlükteydi. Ve savaşın heran başlayacağı bekleniyordu. Türk Ordusunun da Kuzeyden Irak'a gireceği hesapları yapıldığından PKK güçleri, 330 Km. lik Türk-lrak sınırı boyunca mevzilenmişlerdi. Haftanin de bu mevzilerden biriydi.
b. İKİ KONGRE ARASI DÖNEMİN FATURASI: 1990 yılının son günlerinde yapılan PKK IV. Kongresi, geçen dört yılın muhasebesini nasıl yaptı- Yani, 1987-1988-1989-1990 yıllarındaki mücadelelerini nasıl değerlendirdi?
Hangi başarı ve başarısızlıklardan söz etti? Başarısızlıkları kimlerin sırtına, nasıl yıktı? Aslında bu hususlara "KÜRTLER, PKK ve A. ÖCALAN" adlı kitabımızda değinmiştik ama yine de çok kısa bir özet vermek istiyoruz. PKK terör örgütü, III. Kongrede kurtarılmış bölgeleri kesin bir hedef olarak ortaya koymuştu. Ve bedeli ne olursa olsun, kurtarılmış bölgeler oluşturulmasını hedefliyordu. Her yıl yapılan üç aylık, altı aylık ve yıllık plan hedeflerinde de ortaya konuluyordu. Bu planların hedefine ulaşması için en yaman çabayı gösteren uygulayıcılar da; Kör Cemal kod adlı Halil KAYA, Metin kod adlı Şahin BALIÇ gibi adamlardı. Bir de mücadeleye ayak bağı olanlar vardı. Mesela Sadun kod adlı ismet DOĞRU, Kasım Kod adlı Salman ÖMÜRCAN, Kasım kod adlı Numan BAĞCI, Doktor kod adlı Lamia BAKSI, Mazlum Kod adlı Vahap ÇOLAK, Abdullah EKİNCİ, Cafer Kod adlı Ali ÇETİNER, Zeynel kod adlı Mehmet AYIK gibileri mücadeleye resmen ayak bağı oluyorlardı. A. ÖCALAN, o yaman uygulayıcılarına direktifler gönderiyor ve ayak bağı olanların kafasını uçurun diyordu. Onlar da emir gereği gerekeni yapıyorlardı. Cellatlar, yeni cellatların eliyle kurban edildilerse de, cellatların kurbanlarına IV. Kongrede af çıkarıldı. Denildi ki; "Filan, filan tarihte öldürülen arkadaşlar haksız yere öldürülmüştür. IV. Kongremiz bu haksızlığı telafi etmek için onların itibarını iade etmektedir".
(24.12.1990-IV Kongreye sunulan Parti Soruşturma Komisyonu Raporu'ndan) Bu konuya, "ÖRGÜT İÇİ İNFAZLAR" hakkındaki bilgileri içerecek bir başka kitapta detaylı olarak değineceğiz. Aynı senaryolar STALİN Rusyası'nda da birçok kez sahnelenmiştir ve A. ÖCALAN da aynı şeyleri taklit etmektedir. Biz, çok görmüyoruz ve normal karşılıyoruz. Geçmişin muhasebesi, yalnız bundan ibaret değildi. Yine senelerdir, APO vampirine hayat veren, onu APO yapan kanların baş akıtıcıları; Parmaksız Zeki kod adlı Semdin SAKIK, Botan kod adlı Nizamettin TAŞ, Bilge kod adlı Hüseyin TOPGÜDER gibi isimler, kötü gidişin baş mimarı oldular. Öte yandan yıllardır APO'ya tam bir kapıkulu gibi çömezlik yapan, kişilikleri paspas olmuş Esat Kod adlı Abdurrahman ÇADIRCI, Fuat kod adlı Ali Haydar KAYTAN gibileri ise; APO'ya fırsat vermeden, "Biz alçağız, biz reziliz, bizden adam çıkmaz. Biz birer insanlık posasıyız." türünden yakarışlarda bulundular.Bunun ismine de "Özeleştiri raporu" diyorlardı. Aslında bu raporların da psikologlarca incelenmesi gerekiyor. Psikoloji literatürünü zenginleştireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Ayrıca, bu PASPAS kişiliklerin irdelemesi yapılırsa PKK denen çöp makinesinin Adem oğlunu ne hale getirildiği konusunda bir fikir verebilir. Geçmişle ilgili değerlendirmenin özü ise şu idi: Birtakım art niyetli, sorumsuz, mirasyedi, tembel PKK militanları eğer gelişmelerin önünü tıkamasaymış, PKK mücadelesi bütün "Kürdistan'ı" kurtarılmış bölge ilan edermiş. Ama gel gör ki, A. ÖCALAN'ın bütün direnmelerine, çırpınmalarına ve gecelerini gündüzlerine katmasına rağmen herkes bildiğini okumuş ve çok büyük fırsatlar kaçırmış. Yine de A. ÖCALAN'ın kişiliği, şahsi gayretleri zevahiri kurtarmış ve bu sayede çok büyük felaketler önlenmiş. Güzel bir masal değil mi? Aslında bu masal bir hayli uzun fakat biz kısa anlattık.
Her neyse, IV. Kongre, II. Ulusal Konferansta alman, geleceğe yönelik, parti-ordu-cephe faliyetlerine ilişkin kararları aynen kabul etti. Daha doğrusu bu kararları, daha da doğrusu APO'nun teyp kasetlerine kaydettirdiği konuşmalar, IV. Kongre kararları olarak onaylandı. Şöyle ki; "//. Ulusal Konferans Kararları" broşüründeki "II. Ulusal Konferans" kelimeleri silinerek yerine, "IV. Ulusal Kongre" kelimeleri yazıldı.Bu başlık ilk bakışta göze çarpacak şekilde farklı bir daktilo ile yazılmıştır. c. PKK ve GEÇİCİ KÖY KORUYUCULUĞU PKK'nın koruculuk hakkındaki düşüncelerini, A. ÖCALAN'ın talimatlarıyla koruyuculara karşı yıllarca uyguladığı vahşet boyutlarındaki şiddeti, "Kürtler, PKK, Apdullah Öcalan" isimli kitapta özetlemeye çalışmıştık. Yeniden bu konuya değinmeyeceğiz. Ancak, 1990 yılı sonunda toplanan IV. Kongrede A. ÖCALAN, koruculara "af"çıkarıyordu. Affa çağrı bildirisinde diyordu ki; "1 Ocak 1991 tarihinden, 31 Aralık 1991 tarihine kadar PKK'ya başvurup af dileyen korucular af edilecektir. Bu süre içinde PKK'dan af edilemeyenler ise en ağır cezalara çarptırılacaklardır. " Buradaki mantığa herkesin dikkatini çekmek istiyoruz. Hem o insanları katliamdan geçiriyor, hem de gelin benden af dileyin diyor. Aklı başında hiçkimse böyle birşeye başvurur mu? Ama, APO denen dangalakta mantık ne gezer? Ken- dine sevdalanmış, kendini zaman zaman peygamber ilan ettiği vakidir. Ama korkarız ki, yakın bir zamanda kendini Yüce Yaradan'ın da yerine koyacaktır.
Çünkü kızdığı zaman adamlarına; "ananız, babanız ve hatta Allah'ınız şimdiye kadar sizlere ne verebilmiştir? Ama ben size herşeyi veriyorum" demektedir. APO, koruyucular için ilan ettiği affın propagandasını en geniş bir biçimde yaptı. Bildiriler yayınladı, afişler bastırdı, örgüt yayın organlarında acıklı makaleler kaleme aldı, öyküler dizdi, işi alabildiğine dramatize etti. Çoğu kez de sert tehditler savurdu. İşi daha da sağlama almak için; her korucuya durumuna göre tehdit dolu, yalvarışlar içeren yada yüklü paralar vaadeden mektuplar yazdı. Bu tür mektupları aynı adreslere tekrar tekrar gönderdi. Bir süre sonra arayarak korkutup sindirdiği Ağa, Aşiret reisi, Avukat, Doktor işbirlikçilerini kovdu. O da kafi gelmedi, bazı korucu çocuklarını kaçırdı. Ama korucular bir türlü APO'dan af dilemiyorlardı. Tam tersine; "O eli kanlı katil o masum yavrularımızın, ihtiyar kadınlarımızın kasabı cani gelip bizden af dilemelidir. O soysuz yaratık kendisini ne zannediyor?" diyerek, koruculuğa dört elle sarıldılar. Korucuların sayıları hızla artarak eski sayısını çok çok aştılar. APO denilen cani, bu durum karşısında çıldıracak gibi oluyordu, militanlarına gönderdiği talimatlarında; "Bir avuç çeteyi (koruyucuyu) sindiremediniz, başıma bela ettiniz. Bu gün koruyucuların yüzünden birçok alana giremiyoruz. Korucuların yüzünden yıllardır Şemdinli'nin etrafında dönüp dolanıyoruz. Halbuki; Şemdinli gibi bir yer mücadelemiz için en hayati, en temel bir üs alanı idi", diyordu.
PKK'nın 1991 yılında aşiret reislerine gönderdiği mektuplardan bir örnek;
APO vampiri ŞEMDiNLi ÜÇGENİ'ne özel bir önem veriyor ve PKK'nın "HER ŞEY BİR PARÇA ÖZGÜR VATAN TOPRAĞI iÇiN" sloganındaki özgür vatanın ŞEMDİNLİ olacağını söylüyordu. ŞEMDiNLi, ÇUKURCA ve ULUDERE güneydeki Irak toprakları ile bağlantıyı kuran ve gerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir alandı. Şemdinli'nin tercih edilmesinin nedenleri şunlardır: 1. ŞEMDiNLi, ÇUKURCA ve ULUDERE'den daha fazla sınır hattına sahiptir. 2. VAN ve HAKKARİ'ye açılmaktadır. 3. Sadece Irak değil, İran üzerinden de yönelmek mümkündür. 4. VAN ve HAKKARİ üzerinden yönelmek, ablukaya almak ve tecrit etmek planlanmıştır. 5. Coğrafyası gerilla savaşına çok müsaittir. 6. Manevra alanı çok geniştir. 7. Geri cephe imkanları her bölgeden daha fazladır. 8. Düşürüldükten sonra savunma yönünden APO'nun ceviz kadar beynine göre kolaylıklar mevcuttur. 9. PKK faaliyetleri açısından; HAKKARİ, ÇUKURCA, ULUDERE, ŞIRNAK, GÜRPINAR, ÖZALP, ÇATAK, ŞEM-DİNLİ'den daha ileri düzeydedirler. Buralarda yapılacak yoğun bir çalışma ve gerilla faaliyeti ile ŞEMDİNLİ zaten tecrit edilmiş olacaktır. 1991 yılı sonu geldi ama koruculuğu çözemeyen A. ÖCALAN, bu affı 1992 Nevruz'una kadar uzattı.Bu sefer sert tehditler savurdu. Hatta seçtirip Ankara'ya gönderdiği bazı kişileri bölgedeki koruculara göndererek aracılık yapmalarını istedi. Bu muhteremler köy köy dolaşarak korucularından T.C.'nin silahlarını bırakarak APO'nun silahlarını almalarını, APO'nun emrine girmelerini istediler. Bu durum, kimseyi şaşırtmasın! Bunlar, Türkiye'nin utanç verici gerçekleridir. Ne yazık ki, daha çirkin hadiseler de olmaktadır. Fakat, korucular bu muhteremleri de dinlemediler. Bunun üzerine APO, canilerine gerekli işaretleri verdi ve peşpeşe koruculara, çocuklarına, kadınlarına, hayvanlarına karşı katliamlar başladı. Korucular, aile efratlarıyla birlikte toplu katliamlara maruz kaldılar. O Ankara'da keyif çatan sayın bazı kişiler ise; "yok canım, PKK katliam yapmaz, bu iş olsa olsa Kontr-gerillanın işidir" diyerek, dalgalarını geçtiler. Ama atalarımızın bir sözü vardır; "alma mazlumun ahım, çıkar aheste aheste". Zavallı korucuların kanları dökülürken, zevkten dört köşe olan muhteremler; bu dünya size de kalmaz! Masum insanların kanı üzerinde attığınız sevinç çığlıkları, uzun vadede sizlere mutluluk getirmez! Geçici köy koruculuğu yapısı yetmezlikler içerisinde olmasına rağmen APO'nun baş belası olmuştur. Ancak bela olmak yetmemektedir.
Yöneticiler de PKK'yı kökünden silip atacak bir yapıya nedense yanaşmamakta, PKK'ya en büyük zayiatları verdiren Korucu grupları dahi çaresiz bırakılmak-ta-'ır. Dörtbine yakın nüfusu, 350 aileden meydana gelen ULUDERE'nin ŞENOBA köyü 400 civarında korucuya sahiptir ve bu güne kadar namusunu korumak için yüzden fazla teröristi öldürmüş, bu uğurda onlarca şehit vermiştir.Yıllardır Türk devleti ile omuz omuza PKK çetelerine karşı mücadele veren Korucubaşı Hazım BABAT, bu konuda bakınız neler söylüyor: "Terörle mücadele ettiğimiz için başka hiç bir iş yapma imkanımız yoktur, bölge halkını tamamen karşısına hedef olarak göstermektedir. Çevremizdeki ULUDERE, ŞIRNAK, CİZRE, SİLOPİ ve NUSAYBİN gibi yerleşim merkezlerinden hiç birinde ne dolaşma nede gezme imkanı bulamıyoruz, üstelik PKK vasıtasıyla bakkallara, vatandaşlara PKK ile zaten işbirliği olduğu için saydığım merkezlerde bize korucu diye hiçbir şey vermiyorlar, yiyecek dahil. Yoğun olarak bize tehdit her tarafdan geliyor silah bırakmazsanız sizi yok edeceğiz diye tehditler geliyor. PKK af vermiş silahınızı bırakın sizi af edecek diye cevaplar geliyor..." "Ben PKK'ya şöyle cevap veriyorum; "Ben silahımı teslim etmem ve PKK'nın affına sığınmam kanımın son damlasına kadar PKK ile mücadele edeceğiz, Türk bayrağından başka bir bayrak istemiyorum. T. C. kimlik kartından başka kimlik istemem diyorum, eğer devlet GKK silahını benden alırsa ben ve 300 adamla kendi imkanımla kanımın son damlasına kadar savaşacağım. Benim aileden ve Türk askerlerinin bu dağlarda döktüğü kanı yerde bırakmayacağım. " "PKK Ermenidir, Komünisttir, Satılmıştır... Benim isteklerim yüce Türk Devletinden şunlar; Güneydoğu Anadolu'da Uludere, Şenoba köyü örnektir. Birinci etapda ismimizden geçici'nin kaldırılması, ikincisi bana 100 korucu kadrosu verilmesi, TRT de APO'nun gözü önünde törenle korucu yapacağım, APO'nun affına sığınmayacağım, kanımın son damlasına kadar Türkiye Cumhuri-yet'ini koruyacağım." "Ama tabi kendi imkanlarımla başa çıkmak mümkün değil Devletle birlikte mücadeleye devam edeceğim.
Acil olarak koruculuk ihtiyacım var. 100-150 kadro ve bu 4000 nüfusumuzu yaşatmak için ŞENOBA köyünün ilçe olması, belediye yapılması Doktor, Ebe, Hemşire verilmesi, okulumuza lojman, su ve cami verilmesi ilçemiz Uludere, ilimiz ŞIRNAK 'taki resmi dairelerdeki çalışanların % 95 yöre halkıdır. Bir korucu olarak resmi dairelere işimiz düştüğü zaman işimizi yapmıyorlar. Bu merkezdeki eczaneler bile ilaç vermiyorlar." "Köyümüzdeki Alay Doktoru olmasa biz o hain kesimler içinde öleceğiz. Kimse taksilere bindirmiyor, bir merkezde işimiz varsa askeri konvoyla gitmekteyiz. Başka çare yok insan hakları sadece teröristlere var, ne askere, ne korucuya, nede polise var, asker, polis, korucu şehit olursa insan hakları bunlardan bahsetmiyor ve hiçbir yöre vatandaşları başınız sağolsun demiyor, dağda bir PKK militanı öldüğü zaman ŞIRNAK, ULUDERE, CİZRE, SİLOPİ, İDİL, NUSAY-BlN PKK bayrağı kaldırıyor ve güvenlik kuvvetlerine karşı çıkıyor. Güvenlik kuvvetlerinin eli kolu bağlıdır, insan hakları sadece terör için geçerlidir. Başa kimseye geçerli değildir..."
IV. KONGRE SONRASI GELİŞMELER:
IV. Kongre sonuçları ile ilgili olarak, 1991 yılının ilk aylarından itibaren hazırlıklara girişildi. Bu kararların neye mal olursa olsun, 1991 içerisinde uygulanması gerekiyordu. Tüm hazırlıklar buna göre yapıldı. Bütün gruplar, eğitim çalışmalarının göbeğine bu kararların özümsenmesini oturttular. 1991 yılı planlaması, bu kararlar doğrultusunda yapıldı. Bu konu tavizsiz olarak çalışmaların başına koyuldu. Bu arada ilginç birşey daha oldu; APO' nun talimatıyla, kongrede Merkez Komite seçimi yerine bir yürütme komitesi seçildi. Bu komitenin, merkez komite için belirlediği adaylar ise APO'nun onayına sunuldu. APO, eğer MK. için önerilen adayı beğenirse onaylayacaktı, beğenmezse red edecekti. Bu yürütme komitesi içinde yeralan ve kısa sürede APO'nun gerçek kişiliğinden ve taktik manevralarından habersiz M. CAHiT ŞENER, bir MK. aday listesini APO'ya yolladı. APO, her ne kadar 1990 yılı boyunca M. CAHİT ŞENER'İ bir saniye olsun yanından ayırmadıysa, O'nu devamlı olarak taltif ettiyse de Mehmet Cahit ŞENER'İ kolayca yontabileceğine inanmıyordu. M.C. ŞENER, 1979 yılında cezaevine girmiş, 1990 yılında çıkmıştı. APO'yu 1979 yılı itibariyle tanıyor, öyle algılı- .80 U çgendeki Tezgâh. yordu. Halbuki APO, Suriye'de kaldığı 12 yıl boyunca Ortadoğu'nun kendisine has siyaset sahnesinde kaşarlanmıştı. Yani istanbul yüksek kaldırımında bulunan MADAM ne ise Ortadoğu'da da A. ÖCALAN, o rütbeye erişmişti. M.Cahit ŞENER, bundan habersiz, " Bir devrimci inisiyatif sahibi, atak, üretken, çözümleyici.... olmalıdır." teranelerine safça inanarak, kendince tahlillere girişmiş ve gaflete düşmüştü. Kenarda olup bitenleri seyredip pusuda bekleyen Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ, hemen durumu A. ÖCALAN'a bildirmişlerdi.
Bunun üzerine APO, başta M.C. ŞENER, Haydar ALTUN ve Sarı Baran kod adlı Cihangir HAZIR gibilerini tutuklattırdı. Ardından da Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ'ı fazla yıpratmamak için HPP (HEZA FARAŞTINA PARTİ = PARTİ SAVUNMA GÜCÜ) diye bir teşkilat kurup, başına da eski psikopatlardan Abdurrahman KAYIKÇI'yı getirdi. Ancak, HPP'nin lideri Faik kod adlı Abdurrahman KAYIKÇI, ARGK (ARTEŞA RIZGARİYA GELLE KÜRDİSTAN = KÜRDİSTAN HALK KURTULUŞ ORDUSU)'nun lideri Sarı Baran kod adlı Cihangir HAZIR ve Ahmet kod adlı Mehmet Cahit ŞENER kaçtılar. Bu kaçanların, daha doğru bir deyimle ayrılanların lideri durumundaki M. Cahit ŞENER, "Biz PKK'ya karşı değiliz, biz PKK içindeki APO'nun dikatörlü-ğüne ve sapık ilişkilerine karşıyız" diyerek kamuoyuna açıklamalarda bulundular. Bu açıklamalar yine kitlelere ulaşamadı.Birkaç yayın organı kıyısından - köşesinden değindiyse de es geçildi. Açıklamalarda bulunanların niyetleri bir yana, açıklanan şeyler ilginçti. APO'nun sapık ilişkilerinden bahsediliyordu. Ayrıca, ayrılanların takip ettiği yol ve başlarına gelenleri de ileride göreceğiz. Şimdi kısaca bu ayrılışa karşı APO'nun göstermiş olduğu tepkilere göz atalım. Bu kaçış, kaçanların konumu APO'da şok etkisi yarattı. Yıllardır APO'nun birçok şeyine tanık olan bu insanlar neye mal olursa olsun, susturulmalı ve etkisiz hale getirilmeliydi. ilk yapılacak iş; herzaman olduğu gibi, bunların MİT ajanı olduğunu açıklamaktı (MİT de her taşın altından çıkıyor!) . Nitekim APO, tarihsel, sosyal, sosyo-psikoloik, aşiretsel, ailevi ve giderek kişilik tahlillerinden sonra M. Cahit ŞENER ailesinin MiT'le ilişkilerinin eskilere dayandığını, örgütü aile çıkarlarına alet ettiği, M.Cahit ŞENER'in anası Saliha ŞE-NER'in, nam-ı diğer KÖR SALİHA'nın ve PKK'nın deyişiyle KÜRDİSTAN'IN ANASI'nın da bu işin içinde olduğu dile getirildi. Zaten, APO'ya göre kendisine karşı çıkanların anaları hep suçluydu.
Bir tek Maksim GORKİ'nin "ANA" sı bu suçlamadan kurtuluyordu.. Ayrıca Mehmet Cahit ŞENER'in durumu fırsat bilinerek, O'nunla şu ya da bu şekilde ilişkisi olan, özellikle APO'nun taktiklerinden haberdar olmayan ve M.C. ŞENER'in durumunu daha objektif değerlendiren, yani o'na ve ailesine başlangıçta MİT ajanı demeyen Mehmet Selim ÇÜRÜKKAYA ve Sakine CANSIZ gibi avanaklar da APO'nun hısımına uğradı. APO, bu şahısları da objektif ajanlıkla suçlar gibi yaptı fakat, onlara bir şans tanıyacağını da belirtti. Sonra da onlardan kişiliklerini özümlemelerini istedi. M. Selim ÇÜRÜKKAYA, Sakine CANSIZ gibileri de başladılar paçavra gibi yerlerde sürünmeye, bir yaltaklanma yarışı başladı. Her insan ölümden korkar. Bu, insan tabiatına aykırı birşey değildir ama çok az insan bu tipler gibi APO'nun kendilerini bağışlaması için arsızca rezillikler yapar. Abdullah ÖCALAN, M.C. ŞENER'İ susturmak , iddialarını etkisizleştirmek için aylarca toplantılar, eğitim çalışmaları, teorik tahliller, psikolojik çözümlemeler, politik tezler hazırlatıp durdu. Bütün örgütü bu duruma angaje etti. Belli ki, nasırına basılmıştı. Belli ki, pislikleri açığa çıkmıştı ve o insanların açıklayacakları şeyler karambole getirilip bertaraf edildi. Mehmet Cahit ŞENER, PKK'den ayrıldıktan sonra cezaevinde bulunan, PKK'nın cezaevinden sorumlu Merkez Komite üyesi ve 1992 yılı sonlarında tahliye olduktan sonra doğruca Şam'a koşan Mustafa KARASU'ya bir mektup yazdı. Mektubun bazı bölümlerini aşağıda okuyacaksınız. Mustafa KARASU da M.C. ŞENER gibi PKK'nın kurucu-larındandı, yıllarca cezaevinde yatmıştı, o da ŞENER gibi; "Cezaevi direnişlerinin sembol isimleri" ndendi. APO, yıllarca ŞENER ve KARASU gibilerini Avrupa'da ve Ortadoğu'da pazarlayarak biryerlere gelmişti. M.C. ŞENER, yıllardır APO tarafından kullanıldıklarını Mustafa KARASU'ya yazdığı mektupta şu şekilde dile getiriyordu; "....Çünkü: gerçeği kavramanın, biraz da gerçeği yaşamak olduğuna inanıyoruz. Durumu yaşamadan kavramak çok zor KARASU...." Basın yayın kuruluşlarına bunun gibi bazı yarı belgesel mektuplar ulaştıktan sonra APO, M.C. ŞENER'İ imha etmeye karar verdi.
Mehmet Cahit ŞENER'in Suriye'nin Kamışlı ilçesinde gizlendiğini - ki, burası APO'nun en çok denetiminde olan bir yerdir- tesbit ettikten sonra durumu Suriye istihbaratına bildirdi. Suriye, APO'yu yıllardır her türlü riski göze alarak en üst düzeyde koruma altına almıştı. Türkiye ile çatışmayı bile göze alacak kadar APO'yu sahipleniyordu. Bu nedenle ŞENER'in ortadan kaldırılması için Suriye istihbaratı da görev almak istiyordu. İlk toplantı APO'nun başkanlığında Haseki vilayeti istihbarat sorumlusu Amid Muhammed MAN-SUR'un da katılımıyla Şam'da yapıldı. Plana göre; Suriye istihbaratından iki kişi, yanlarında M.Cahit ŞENER'in tanımadığı iki PKK'lı ile ŞENER'in saklandığı eve gidecekler.ve Suriye yetkilileri olduklarını söyleyerek kapıyı açtırıp içeri girecekler. Daha sonra, bir süre sohbet edecekler, evden ayrılacakları zaman PKK'lı olanlar, infazı gerçekleştirecekler. işler planlandığı gibi yürüdü. Kamışlı'daki istihbarat sorumlusu Akid Ömer ile Ebu ADNAN, yanlarında iki PKK'lı olduğu halde M. C. ŞENER'İ bulunduğu eve giderek öldürdüler. Mustafa KARASU'nun da er veya geç, Mehmet Cahit ŞENER'in akibetıni paylaşacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü; M. KARASU cezaevinde iken APO'nun şu sözlerine muhatap olmuştu: "... Kendini içerideki APO ilan etmiş. Benim sahip olmadığım yetkileri kullanma cesareti göstermiş. .." (P.Ö.'nin Kasım - 1991 Çözümlemeleri, Sayfa: 37) Bu sözlere muhatap olan; ya yaltaklanıp yüzlerce tutan günah çıkarma senaryoları yazacaktır ve APO, onun iyi bir paspas olduğuna karar verdikten sonra kendisini affedecektir, ya da işlerin kötü gittiği bir dönemde herşeyin baş sorumlusu ilan edilerek hayatına son verilecektir. Şimdi söz konusu mektubun bazı bölümlerini okuyalım; "Sevgili Karasu: iletişimin aşırı zorluklarını yaşıyorum ve ancak söylediklerinizi ikinci elden duyabiliyorum. Yazık ki. yazdıklarınız bu güne kadar, direk olarak elime ulaşmış değil, sizinle yazılı bir tartışmanın içinde bulunmak istemezdim. Çünkü yetersiz oluyor. Bu yazıyı da yazıp yazmama konusunda oldukça tereddüt ettim.
Çünkü söz konusu gelişmeler kısa bir yazıyla açıklanabilecek durumda değildir. Değerli Dost; Gerçeğin sahibi olanların yalana ihtiyaçları yoktur. Yalan silahına sarılanlardan da, gerçekle ilgisi yoktur. Duyduğum veya sana söylenen bazı bilgilerden benim reformist, liberal bir tasfiyeciliğe giriştiğimi tesbit etmişsin. Mücadeleyi düzen sınırlarına çekmek istiyormuşum. Karasu; Alt düzenler ve üst düzenler var, alttakilerini şekillendirenler üsttekiler oluyor, içinde yaşamış olduğumuz evrensel yeni süreç, dünya insanlarının dayatmış olduğu "yeni dünya düzen"leridir. Hatırlarsın, tanışmıştık "yeni dünya düzeni" sözlerini ve teorisini ilk ortaya atanlar. Moskova'daki parti şefleri olmuştur. Sevgili Karasu; Çünkü, daha baştan biz bu çatışmanın bir bağlantısı olarak ele alındık. Size gösterilen bölgesel hoşgörünün temelinde kara kaşımıza hayranlık yoktu, "taktik dostlukların" mantığı bununla örülmüştür. Arap-İsrail çelişkisine "yeni dünya düzeni" sınırları içinde bir çözüm dayatılıyor. Bize de bu dayatılıyor. Ve ne yazık ki Karasu; Orta-Doğunun labirentlerinde siyaset üretiyor diye övdüğümüz APO. Orta-Doğu labi-rentlerinde can telaşına düşmüş bir betbaht'a dönüşmüş. Bizler ağaçtan ormanı görmeyecek körler olamayız. Karasu; Son dönemlerde diplomatik gazetecilik olayı oldukça geliştirilmiş. Sayın Perinçek'e de belirttim. ÇANDAR'ın diplomatik gazeteciliği açıklandı. Ben kafamı gazetecilerin diplomatlı- ğına takmış değilim. Diplomatların çantalarındakine kafam takılmış.
M. Ali BİRAND ve Güneri ClVAOGLU'nun çantasın-daki özel reçeteleri nelerdi. Ve APO'nun bu diplomat gazetecilerin çantasına soktuğu sözler nelerdi? "Dayatılan yeni dünya düzeni" politikaları temelindeki anlaşma hangi esaslara dayandırıldı. Bu görüşmelerde bulunan APO, merkez yürütmede görevli bulunan Abdurrahman KAYIKÇI arkadaşı dışarı çıkardığında, dışarıya sır sızdırmıyor. Merkez yürütmemizin APO'nun sırlarına ortak olmaya hakkı yok. M. Ali BİRAND ve GÜNERi ClVAOGLU'nun sırdaşlığı bizim yoldaşlığımızı aştığından, yürütülen gizli diplomasinin ürünlerini pratik gelişmelerden öğreniyoruz. "Yeni dünya düzeni" politikasına bağlı olarak ÖZAL kendi takımını hazırlıyor. Biliyorsun, Yıldırım AKBULUT gitti, Mesut YILMAZ geldi. Biliyorsun, "Yeni dünya düzeni" nin şiarı 'hoşgörülüdür" hoşgörülü, centilmen Mesut'un iş başına gelişi tesadüf değildir. ÖZAL tarafından APO'ya gönderilen son diplomat-gazeteci Güneri ClVAOĞLU'nun Mesut YILMAZ sözcülüğüne dikkatini çekmek istiyorum ama: bu dikkat çekmeğe de bir gerek olduğuna inanıyorum; çünkü gördüğüne inanıyorum. Koşullara kendimi uydurmadığım konusunda seninle hem .86 U çgendeki Tezgâh. fikirim; bu tahribata kendimi uyduramazdım. Devrimci insanlar hain diye katledilirken, ben de "vurun" diyemezdim. "Her biri bir parça vatan" olan insanlarımız, kutlu önderimizin popülaritesi uğruna katledildi. Ben de bu oyuna katılsamıy-dım? Orta Doğu'nun labirentlerinde 'Yeni Dünya Düzeni" nin kuklası olamazdık.Kukla olmaya müsaade edemezdik. Partinin bir tekke haline gelmiş olmasına, bir şeyh -mürid ilişkisine katlanamazdık; harem bekçisi olamazdık.
MATA-HARl' lerle idare edilen bir partinin figüranları olamazdık. Çok ağır konuşuyorum özür dilerim, yalan üstüne de kurulu olsa, her yıkım bir acı veriyor ve bizler hergün bu acıyla kahrolduk. Acımızı içe atarak bir derviş gibi yaşamaktansa, bir derviş gibi yitip gitmektense, zor ama, bir o kadar onurlu olan gerçeğe sahip çıkma görevini üstlendik. Bunu yaparken bize "aferin" demenizi beklemedik, böyle bir düşüncemiz de olmadı.Çünkü gerçeği kavramanın biraz da gerçeği yaşamak olduğuna inanıyoruz. Durumu yaşamadan kavramak çok zor Karasu. APO bizi kaçmakla suçluyor, ilahi önderimiz, sevgili önderimiz çok tatlı konuşuyor. Bizi savaş siperlerinden alıp tutuklayacak ve her türlü zoru da öngören bir planla, bize ajanlık dayatacaksın ve biz de öyle duracağız, sana boyun eğeceğiz. Biliyor musun Karasu; Sevgili önderimiz diyor ki, "Siz Kürdistan dağlarının değerini bilmiyorsunuz insan orda bir ordu saklar, bir ordu kurar." çok doğru söylüyor tabi. Ama şehitlerimize küfür edecek kadar saygısızlaşan sevgili önderimiz bir türlü lütfedip, dağlarımıza gelip ordu kuramıyor. Her nedense kardeşini de gön-dermiyor. Fidel ve Raul KASTRO'ların kulağı çınlasın, bizimkiler uzaktan kumandalı çalışmanın rahatlığını keşfetmişler. Sevgili önderimiz diyor ki "benim ülkeye gelmem prova-kasyon olur, çünkü düşman bütün gücüyle beni yok etmek için size yüklenir." İnan Karasu, onun ülkeye gelmesini isteyen yok, kendi pisliğini bize bulaştırmasın yeter. Bizi savaştan kaçmakla suçlayanlar, savaşa lütfetsinler. Mao'nun silahı sırtından düşmedi. Fidel en önde savaştı. Hoşimin Vietnam dağlarını ana karargahı yaptı. Önderlik budur. Ben bu tür kısır tartışmalara girmek istemiyorum. Ama, bazı şeyler var ki, söylenmeden olmuyor. Bizi Güney Kürdistanlı güçlere sığınmakla suçluyorlar. Oniki yıldır bir sığıntı olarak yaşıyanların ve yaşadıkları sığınaklarda bizi satanların bunu söylemesi ancak onur verir. 83'ten KDP'nin verdiği kamplarda yer alan kimdi? Daha bu yılın başında, tüm Güney Kürdistanlı güçlerle bir araya gelip, mücadele sözü verip, ardından mücadeleyi hançerleyen kimdi? Karasu; Bizim insanlarımız Filistin örgütlerinin yanında yıllarca kaldılar ve halen Lübnan'daki kampımız Demokratik Cephenin resmiyetindedir. Acaba hangi Filistin'li örgüt.
Güney Kürdistanlı örgütlerden daha devrimci? ARAFAT mı, HA-VATME mi? Bir gücün kontrolünde bulunan bir sahada yer almak ona teslim olmak mıdır? Burada açıklıyoruz ve bütün dünya işitsin, biz Güney Kürdistanlı tüm güçlerle ilişki içindeyiz. KDP ve Yekiti U çgendeki Tezgâh. (YNK)'nin başını çektiği tüm cephe güçleri ile ilişki içindeyiz ve bu. partimizin IV. Kongresinin acil hedefler programının sınırları çerçevesindeki dostluk ilişkisidir. Biz bir ulusal hareketiz ve ulusal siyasetimizde rol alan tüm güçlerle ilişki içinde olmayı bir ulusal politika olarak görüyoruz Bunu Mao da, Hoşimin de Kastro da yaptı. Ulusal bir politika izlemek ideolojik yaklaşımımızı aşındırmış değildir, eleştiri ve dostluğu birlikte ele alıyoruz. Karasu: Biz ne KDP'ye ne de hiç bir güce partinin tek bir değerlerini teslim etmedik. Kontrolümüzde olan değerlerin kuruş-kuruş hesaplarını tüm arkadaşlara ve halka vereceğiz. Kontrolümüzde olan değerlerin halk değeri olduğuna inanıyoruz. Ancak gerillamız açlıktan kırılırken, partiye ve halka bir tek kuruş hesabı dahi verilmeyen yüz milyonlarca dolar ve markların hesabını da istemek lazım. IV. Kongremiz partinin yıllık bütçesini ve düzenli bir bütçeye geçmesini istedi diye, sevgili önderimizin tepesi atmış. Parti tüzüğünün ruhuna aykırı da olsa uygulamaya bir şey demedik. Ayrılmayı hiç düşünmedik. Kongrenin aldığı kararlara göre, parti içi soruşturmalar merkezi yürütmenin (Polit büronun bizdeki karşılığı merkez yürütmedir.) sorumluluğundaydı. Ne var ki biz merkez yürütme üyesi olduğumuz halde: bizim soruşturmamız yürütme tarafından değil, APO'nun direk kontrolünde oluşturulan özel bir gizli örgüt tarafdan yürütüldü.Bu gizli örgütün başına da Abdurrahman KAYIKÇI ve arkadaşları getirildi.
'Kongre kararlarına aykırı ve MK'den daha gizli oluştu- rulan" çizgiyi koruma birliğinin ilk tarihi grevi bizi tasfiye etmek biçiminde tespit edildi. Önceki, parti yapısından gizli bir soruşturma dayatıldı. APO'nun planına göre, bana bir itiraf yazdırılacak ve bu itirafta ajan olduğunu, ajanlığımın cezaevine girişle başladığını, cezaevinde gizli Şahin rolü üstlendiğimi, direnişleri kırdığımı, direnenleri kendi etkimin altına aldığımı, cezaevinde direnişleri liberalizme çektiğimi söyleyeceğim, dışardaki görevimi de APO'yu temizlemek tasfiye etmek olduğunu açıklıyacağım ve af diliyeceğim. Yüce APO da insafa gelip, beni kazanma adına ya affedecek veya ben mazlumlara ihanet eden birini af etmem kahramanlığı taslayıp, bir ajanın işini bitirecek, iş bununla bitmiyor tabii.. Ben ajanlığı kabul ettikten sonra, cezaevindeki tüm kadrolar özeleştiriye çekilecek, dışardaki arkadaşlar özeleştiriye çekilecek çünkü : hepsi ajan ŞENER'in etkisinde kalmışlar. Tabi. ajan ŞENER'in en etkisinde kalanda Mustafa KARASU ve Şakine CANSIZ arkadaşlardır. Bunu her gün APO vaaz ediyor. Tabi sebebsiz değil. Karasu da Şakine de APO'nun popülaritesini rahatsız edecek kadar arkadaş oldular. Oysa APO kendi dışında bir kişilik kabul etmiyor. Oldukça hesaplı olan APO. Abdurrahman KAYIKÇI arkadaşı bilerek seçiyor, çünkü o da cezaevinden çıkmış ve temizliği ona yaptırıp, cezaevinden gelebilecek olası tepkileri frenlemek istiyor. APO'nun hiç bir hesabı tutmadı. Biliyor musun Karasu; Nisan ayının başında tutuklandım. Tutuklandığım sırada iki üç milyon insanımız dağlara kaçıyordu. Çok kritik bir dönemi yaşıyorduk. Senin sözünü ettiğin kritik günleri APO. Saddam'la ilişkileri Ortadoğu labirentlerinde üretilen taktik ilişkilerini bozmamak için Kongrenin savaşa savaşla cevap vermek kararını yok sayarak, KDP'den de Yekiti (YNK)'den de çok daha örgütlü güç sahibi olan bizi savaşa sokmadı.
Karasu, kadın, çocuk tüm halk ayaklanmışken, APO'nun talimatları gereği, ikibin beşyüz gerillamız Türkiye-lrak hudutun-da sırt üstü yatırıldı. Çok kritik günler yaşadık. Halk olarak yaşadık ve belki de, tarihteki en büyük fırsatı yakaladık. Hani geçmişteki tarihi fırsatları yakalayıp bundan faydalanmayan önderlikleri çok lanetliyorduk ya. İşte öyle tarihi fırsattı öyle lanetli bir duruma mahkum bırakıldı. Karasu halkımız ülkeyi boşaltırken ve Saddam'ın faşist orduları halkı önüne katmış, kırıyorken APO'nun talimatları gereği, biz yine seyirciydik. Ben kişi olarak soruşturma altındaydım ve görevsizdim. insanlarımız oldukça namusludur, namussuzluğu objektif olarak görüyor ve kabul etmiyor: biz niye savaşmıyoruz niye direnmiyoruz sorularının sahibi olan savaşçılar ve kadrolar halkı koruma, düşmanı savaşla karşılamanın kararına yatarak, direnişe geçtiler. Çok kritik dönemler resmiyeti aşındırıyor. Soruşturma altında olmamızın bir anlamı yoktu. Zaho mıntıkasında halkın kaçışını durdurduk. Karşı saldırıya geçtik. Düşmanı mevzilerde püskürttük. Zaho'ya hücumun arifesinde APO'nun yeni talimatıyla tutuklandım. Bizi savaştan kaçmakla suçlayanlar savaş cephesinde bizi tutuklamaya başladılar ve böylece Karasu içine girdiğimiz direnişi gören halk "yaşasın PKK" sloganlarını haykırmaya başlamışken APO'nun talimatıyla savaştan çekilen PKK yerine ABD orduları Zaho'ya girdi. Halkta " yaşasın Bush" sloganları atmaya başladı. Devrimci ordunun bıraktığı boşluğu görevli olarak seçilen arkadaşlarımızın devrimci tavırlarıyla birlikte halkımızda, planlanan komployu çıkartıp partiye sahip çıkmanın devrime sahip çıkmanın açık tavrını aldık. Karasu soruşturmaya alınmamız, tutuklanmamız bir dizi gelişmenin son halkasıdır. Başlangıcı değildir.
Tarih tek tek kişilerle başlamıyor ve başlamaz. Son gelişmeler benimle başlamadı. Ben benim dışımda yaşanan parti gerçeğine ortak oldum ve tavrımı aldım. Sevgili Karasu; Tarihin herşeyi ispatlanacağı ve gerçeğin pratikle ortaya çıkacağı tespitine katılıyorum. Tarih herkesi yeri yerine oturtur. Beni TKP'yle suçladılar. Papa Bruno'ya yenildi. Karasu; Diyalektik, bilimsel olanı dürtüyor ve konuşturmadan etmiyor ve mutlaka konuşturmak zorunda kalıyorsun. Gel gör ki espi-risyonlar, yani bilim ve gerçeğe düşman olanlar, işkencele-riyle, insan kırımlarıyla, halka, gerçeğin önüne geçmeye Papa Bruno'ya yenildi. Karasu senin mektubunu bildiri halinde dağıtıyorlarlmış. Tabii senin bana. bize karşı çalışacak kalemine korkunç ihtiyaçları var. Ama APO'yu zora soktun bile. Çünkü üç aydır senin de ŞENER'in etkisinde olduğunu vaaz etti. Yani sana karşı ayık kalmıştı. APO sanırım o açıklamayla yetinmedi. Şimdi ne yapman gerekiyor, biliyor musun? Benim nasıl bir ajan olduğumun hikayesini yazmalısın. Çünkü seninde belirttiğin gibi beni en yakından tanıyan sensin. Şunu demelisin: "Şener egemenliği altında liberal bir tavırla yenilgiye uğradım." Yani birşey yazacaktın. Tarih yazın diyor. Biz de kendimizi uyutup Brest-Litowsk hikayelerini uydurduk. Şener al- çağı bundan sonra sinsi planlara devam etti. 85-86'lara neden oldu. Krizi çözmek isteyen F.Ç. arkadaş karşısında aldı. F. Ç. Arkadaşı örgüte saldırtıp birbirine kırdırdı. Ve bizi uyutup örgütü ele geçirdi.
Hatta o öyle ileri zekalı bir ajandı ki: Önderimiz APO dahi 88 direnişinin reformist sırriyetine ere-meyip bu direnişi örgütleyen. F. Ç. 'yi hain ilan eden ŞENER alçağı Allah'la işbirliğine girecek kadar şeytanlaşır. 87-88 Sonbahar Kış-ilkbahar mevsimlerinin çok yağmurlu geçmesini söyleyip tünelimize su doldurdu. 88 Cezaevi EKİM direnişinde ŞENER sürgün edilmeyip DİYARBAKIR Cezaevi'nde bırakılarak direnişin tasfiye edilmesinde görevlendirildi. Sen böyle yazmalısın, yazdırılacaksın. Arkadaşlarımız ölümle cebelleşirken ŞENER alçağı onların üzerine çikolata yedi. Anlaşmada direnişi tasfiye etti. Ve dahası da var. Bu alçak idam olmam için, idam cezası almamak için tüm bunları yaptı. Ama o kadar da gözü kara biri çıktı ki dışarı çıktığında işine devam etti. Bu kez de Sevgili önderimize yönelmiş. Evet Karasu. APO böyle buyurduğu için böyle yazmalısın kendini biraz zorla, zorla canım devrim için yalan yazmayı gururuna yedirmelisin. Kaldırmıyorsan Allah sana yardımcı olsun. O zaman gerçeğin yalana ihtiyacı olmadığını söylediğini duyuyorum ve yalan kimlerin ihtiyacı olduğunu belirtmeni bekliyorum. Bu mektubu açık olarak kamuoyuna şahitliğim altında ŞENER'in söylediklerini niye yayınlamışsınız demişsin. Gücün nedir? Kaç buçuk kişidirler, demişsin. ilahi Karasu; APO parti içinde konuşmamıza müsade etmedi. Sayın Perinçek'e anlattıklarımızı sansürlemekle kalmadı.... Tarih kişileri değil, gerçeği serer." IV.Kongrenin hikâyesini kısaca böyle özetleyebiliriz. Şimdi 1991 yılı faaliyetlerine dönelim...
PKK KONGRE KARARLARI - PKK I. KONGRE KARARLARI (27 KASIM 1978 LİCE FİS / ZİYARET KÖYÜ) 1. PLANLI HAZIRLIK DÖNEMİNİN BAŞLATILMASI. 2. KADRO AZLIĞI EĞİTİMSİZLİK VE YETERSİZLİKLERİN GİDERİLMESİ. 3. YANLIŞ TUTUM SONUCU HALKIN ÖRGÜTE KARŞI TAVIR ALMASININ ÖNLENMESİ. 4. DIŞ BAĞLANTI VE İLİŞKİLERİN GELİŞTİRİLME ÇABALARI. - PKK II. KONGRE KARARLARI (20-25 AĞUSTOS 1982 ŞAM)
1. PKK MENSUPLARININ SURİYE'DE EĞİTİLMESİ. EĞİTİMİN KISMEN TÜRK SINIRINA YAKIN YERLERDE YAPILMASI.
2. ŞAM , HALEP, KAMIŞLI. AFRİN GİBİ SURİYE ŞEHİRLERİNDE TEMSİLCİLİKLER AÇILMASI.
3. KUZEY IRAKTA LAK-I YANINA KAMP AÇILMASI.
4. BİR YIL İÇİNDE ASKERİ FAALİYETLERİ YÜRÜTECEK SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİKLERİNİN KADRO SiLAH VE DONANIM BAKIMINDAN HAZIRLANMASI.
5. GERİLLA SAVAŞI VE MÜTEAKİBEN HALK AYAKLANMASINA GEÇEBİLMEK İÇİN PROPAGANDAYA BAŞLANMASI. - PKK III. KONGRE KARARLARI (25-30 EKİM 1986 HELVİ) 1. ERNK VE ARGK YÖNETMELİKLERİNİN YAYINLANMASI.
2. ASKERLiK KANUNUN ÇIKARILMASI.
3.YARGILAMA ESASLARI KANUNUN ÇIKARILMASI.
4. BELGE HALKININ ÖRGÜTE LOJİSTİK DESTEĞİNE İLİŞKİN YÜKÜMLÜĞÜNÜN KARARA BAĞLANMASI.
5. ZORUNLU VERGiLENDiRME YASASININ ÇIKARILMASI.
6. GKK'LARI SALDIRILARLA DAĞITMA KARARI ALINMASI.
7. FAALİYETLERİ 7 EYALET ÇAPINDA SÜRDÜRMEK.
8. ŞEHİR FAALİYETLERİNE BAŞLANMASI.
9 DEVLET HİZMETLERİNE SABOTAJ KARARI ALINMASI.
10. ERNK'YE BAĞLI CEPHE TEŞKİLATLARININ OLUŞTURULMASI KARARI. - PKK IV. KONGRE KARARLARI (26-31 ARALIK 1990 IRAK-HAFTANÎN)
1. KİTLEYE ŞİDDET UYGULANMASININ GÖRÜNÜŞTE TERK EDİLMESİ.
2. GKK TEŞKİLATINI KALDIRMAK İÇİN AF İLAN EDİLMESİ.
3. KEPENK KAPATMA. PROTESTO YÜRÜYÜŞLERİ. AÇLIK GREVLERİ TERTİPLEME KARARI ALINMASI.
4. ÇATIŞMALARDA ÖLEN PKK'LILARIN TÖRENLE GÖMÜLMESİ.
5. LEGAL FAALİYET GÖSTEREN SİYASİ PARTİLERE SI-ZILMASI.
6. KİTLE GÖSTERİLERİNİN SİLAHLI EYLEMLERLE DESTEKLENMESİ.
7. 15 AĞUSTOS, 21 MART ve l MAYIS GÜNLERİNİN BAY RAM OLARAK KUTLANMASI.
8. AŞİRETLERE ILIMLI ÖLÇÜLERDE YAKLAŞILARAK KAZANILMALARI KARARI.
9. T.C. YÖNETİCİLERİNE SUİKASTLER DÜZENLENMESİ KARARI.
iKiNCi BÖLÜM
Körfez Krizinin Kürt Sorununa etkileri... (Kuzey Irak'ta Kürt Ayaklanması ve Liderliği) Bilindiği gibi; Körfez Krizi, 1991 yılının 17 Ocak günü Amerika ve diğer müttefiklerin hava bombardımanı ile fiilen savaşa dönüştü. Bir ay kadar devam eden hava saldırısının ardından kısmi bir kara harekatıyla Irak Ordusu Kuveyt'ten çıkarıldı, Saddam'ın ordusu kısmen teslim oldu, diğerleri içlere doğru çekildiler. Böylece Saddam, ülkesini ve halkını büyük bir sefalet ve yıkım ile başbaşa bıraktı. Aslında, Ortadoğu'da Arap milli-yetçiliğiyle önderlik rolünü sahiplenmişti. Batıya ve ABD'ye alternatif süper güç olmaya oynadı ama büyük kumarın yenilgisi büyük olmuştu. Bu yenilgi, en başta ülkede askeri ve siyasi otorite boşluğu yarattı ve Irak topraklarındaki hakimiyet ABD'nin eline geçti. Geçmişte sıkça görülen "iNGiLiZ OYUNLARI" yenden sahneye konuldu ve pusuda bekleyen Kürtler kuzeyden, İran yanlısı Şii'lerde güneyden harekete geçtiler. Kuzey Irakta ayaklanmalar başlarken, KDP Lideri Mesut BARZANİ ve YNK lideri Celal TALABANİ, Washington-Lond-ra seyahatlerini (!) yapmaktaydılar. Özellikle Talabani, işporta tezgahını kurarak ABD'nin başarısından faydalanmaya çalıştı.
Bu arada Kuzey Irak'ın ERBİL bölgesinde SURÇİ Aşireti Reisi ÖMER HIDIR SURÇİ, Kürt ayaklanmasını başlatarak, bütün Kürtleri Saddam'a karşı harekete geçirdi. Kürtler önemli mevziiler kazanmaya başladı. Güney'den de Şii ayaklanması, Saddam'ı oldukça zor duruma soktu. Fakat birden bire Irak ordusu toparlanarak bütün dünyanın, özellikle de Kürt hamisi (!) ingilizlerin ve ABD'nin gözleri önünde büyük bir kinle Kürtlerin üzerine yürüdü ve vahşi katliamlar gerçekleştirerek, Türkiye'ye doğru yeni bir kaçışın yaşanmasını sağladı. İngiltere ve ABD, senaryosunu yaptıkları filmi seyrettikten sonra Türkiye'ye sığınan , cehennemden kurtulmayı başarmış kadın, çocuk, genç, ihtiyar Kürt insanına "insani yardım" adıyla sahip çıktı. Hakkari ve Şırnak'ta Türkiye Cumhuriyeti Devletine sığınarak cehennemden kurtulan bu insanların arasına TV kameraları ve basın mensupları ile gelen ABD ve ingiliz askerleri, sevecenliklerini (!) katliamları seyrederek dehşete düşmüş dünya kamuoyuna gösterdiler. Şeyh Mahmut BERZENCl olayında olduğu gibi; üzerinde defalarca alçakça oyunlar oynanarak katliama sürüklenmiş Kürt insanı, emperyalizmin Ortadoğu'daki çıkarları için birkez daha "KAN BAĞIŞI" nda bulunmuştu. Zaman zaman bağışlanan bu kanın tükenmemesi için de kendilerine bisküvi ve şerbet"CONl" dipçiği eşliğinde ikram edildi. Müttefik güçler, en başta Saddam'ı devirmek amacınday-dılar ancak, Saddam devrildiği takdirde yönetim, ya İran yanlısı Şiilere ya da ALP URUNGU'NUN TORUNLARI olan Kürtlere geçecekti. Bu her iki durum da ABD'nin ve Batının çıkarlarına ters düştüğü için, boyun eğmiş, yenilgiyi kabul etmiş ve hem içten hem de dıştan ağır darbeler almış bir yönetimi tercih etmek gereği ortaya çıkmıştı. Emperyalizm; çıkarı gereği, ayakta durmasına gözyumdu-ğu Saddam'ın bu kadar katliamla yetinmesi gerektiğini düşünerek, ordusunu geri Çekmesini istedi. Bu şekilde güvenlik bölgesi oluşturulduktan sonra TALABANİ ile BARZANİ, Ömer Hıdır SURÇİ'nin başlattığı ayaklanmanın nimetlerine konmak için Londra ve Washing-ton'dan döndüler. Saddam Hüseyin'in 1992 yılı Aralık ayında, Bülent ECEVİT ve Derya SAZAK ile yaptığı röportajdan da açıkça anlaşılıyor ki; herşey başından sonuna kadar en ince detaylarıyla hesaplanarak uygulanmış ve ingilizlerin tasarladığı, ABD'nin de uyguladığı plandan istenen sonuç alınmıştı. ..
a. AYAKLANMA ESNASINDA PKK VURGUNU:
Kuzey Irak'ta Saddam HÜSEYiN tarafından bir sürek avı başlatılmışken, insanlar panik halinde Türkiye ve İran'ı sığınırken ve bu insanlar, Abdullah ÖCALAN'ın kurtarmaya çalıştığı (!) Kürtlerden başkası değilken, APO daha doğmadan "Kürtlük adına mücadele" yürüten insanlardı. İşte bu insanlar, Saddam tarafından kovalanırken, APO'nun adamları Saddam'ın askerleriyle birlikte Kürtlerin geride bıraktıklarını yağmalamakla meşguldüler. Evet, APO'nun "ünlü gerillaları" talan ve çapul peşindeydiler. Kuzey Irak boşaltılıyor, meydan APO ve adamlarına kalıyordu. "... Halkımız, kadın-çocuk Saddam'ın faşist güçleriyle çarpışırken ve onları adım adım ülkeden kovarken, APO'nun Merkez Yürütme'si Irak Muhaberatının konuğu oluyordu..." (PKK-VEJİN'in 17 sayfalık bildirisinden) APO ve adamları, 1991 yılı bahar ayları boyunca Kuzey Irak'ta çapul ve talan ile elde ettiği silah, cephane gibi malzemeleri depoluyor, mevzilerini tahkim etmeye çalışıyordu. Daha da önemlisi; kurtarmaya çalıştığı Kürt kardeşleri(!)nin kanı üzerinde bu mevzileri pekiştirmeye çalışıyordu. Ve bu işleri, ünlü "KÜRT KASABI" Saddam Hüseyin'in askerleri ile birlikte yapıyordu. Kriz boyunca, PKK'nın beklediği gibi Türk Birlikleri Kuzey Irak'a girmedi ama Türkiye de bu sorunun içine çekilmişti. Amerika tarafından Türkiye'nin eline darb-ı mesel'deki meşhur değnek tutuşturulmuştu.
Türkiye, ya toprakları üzerinde çekiç güce izin verecekti ya da Saddam+APO'nun sürek avından kaçan yüzbinlerce Irak'lı Kürde sınırlarını açacaktı. Türkiye birinci şıkkı tercih etti, çekiç güç nezaretinde Kuzey Iraklı kürtler tekrar yerlerine döndüler. Ancak, sınır boyunda PKK çeteleri bir ara hat oluşturarak, Irak'lı Kürtleri ile Türkiye arasındaki bir şeridi ellerine geçirdiler. Bu şeridi tahkim etmek için Hakkari ve Şırnak illerinin köy ve kasabalarını kullandıkları gibi, Kuzey Irak'taki şehir, kasaba ve köyleri de yedeklediler. Yani hem Kuzeyden hem güneyden manevra imkanları elde ettiler. Öte yandan bu şeridin doğu ucunda İran'a, batı ucundan Suriye'ye kanallar oluşturdular. Körfez Krizi ve sonuçlanma biçimi, APO'ya rüyasında bile göremeyeceği müthiş avantajlar yaratmıştı. Bir anda Türkiye'nin en sarp sınırına paralel ve her iki tarafından Kürt-çülüğün, çeteciliğin, kanunsuzluğun yoğun olduğu, yerleşim birimlerinin az, yolların yetersiz, insanların geri olduğu sahipsiz bir toprak parçası, Abdullah ÖCALAN'ın adamlarına kucak açmıştı. APO ve PKK, 1991 yazına böylesine avantajlı koşullarda giriyordu. Avantajlar, hiç kuşkusuz bunlar ile sınırlı değildi. Kuzey Irak'ta yaşanan göç, bütün dünyanın gözlerini Kürtlere çevirmesine vesile olmuştu. Bir başka deyimle; Kürtler, dünyanın gündemine girmişti. PKK'nın yurt dışında örgütlü oluşu, propaganda tecrübesi ve imkanlarının fazla olması nedeniyle kendilerini Kürtlerle bağdaştırıp, tüm gelişmeleri kendi kâr hanelerine kaydettiler. Kuzey Irak'ta dökülen kanların, yıkılan yuvaların üzerine yıkıcıların onayı ile mevzilerini oluşturdular. Öte yandan, İran ve Suriye'den de Kuzey Irak'ın tahkim edilmesi yönünde onay ve destek aldılar. Gerek Suriye gerekse İran, Kuzey Irak ile Türkiye arasında bir Çin Seddi'ne ihtiyaç hissediyorlardı. Böyle bir şeddin PKK tarafından oluşturulması için de ellerinden gelen bütün gayretleri saffettiler. Onlara göre; PKK'nın Kuzey Irak'ta konuşlanması, Türkiye'nin Musul ve Kerkük'e iniş yolunu tıkayacak, aynı zamanda Türkiye'nin Kuzey Irak Kürtlerini politikaları doğrultusunda kullanma imkanlarını sabote edecekti. Bunun yanı sıra da Türkiye'yi içte uğraştıracak ve komşularına yönelik politikalarda güçsüz düşürecekti. Bu tür hesaplar, Suriye ve İran yönetimince hem stratejik ve hem de taktik düzeyde sürekli gözden geçirilmekte, bu yönlü ciddi uğraşlar verilmektedir. PKK'nın Kuzey Irak şeridini tutması, Kuzey ırak ile Türkiye arasında bir duvar vazifesi görmesi ve hatta Kuzey Irak'taki
Kürt potansiyelin Türkiye'ye karşı yöneltilmesi, Saddam Hüseyin yönetimi için bulunmaz bir fırsattı. Bu durum, fırsat olmaktan da öte bir nimetti. Böyle birşey Saddam yönetimi için çok önemli bir destekti. Saddam yönetimi, zaten bölgeden çekilirken cephaneliklerini, tahkim edilmiş karakollarını tümden PKK'ya terkederken bunun hesabını yapmıştı. PKK 'nin bu cephaneliği, bu silah ve mühimmatları Türkiye'ye karşı, Peşmergelere karşı kullanacağından en ufak bir şüphe yoktu. Kısaca; PKK'nın Türkiye'ye, Kürt ile Türk insanına karşı yönelttiği bu savaşın üzerinde bütün düşmanlar birlik oluyordu. Suriye, İran, Irak bu konuda anlayış birliği içindeydi, belki de hemfikir oldukları tek konu, PKK'nın Türkiye'ye karşı yürüttüğü savaştı. Bu konuda yalnız bu ülkeler değil; Kıbrıs Rumları, Yunanistan, Almanya, Fransa, ingiltere de ortak hareket ediyorlardı. Fakat ne yazık ki, Türk insanı, Türk aydını bu konular hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değildir ve bu o-yunların piyonu durumundaki Kürt kardeşimiz de kurbanlık koyun gibi kendini halen siyaset bezirganlarının insafına bırakmış durumdadır. Kuzey Irak'taki ayaklanmanın en önemli özelliklerinden birisi de; BRADOST, AKO, AMADlYE, SİNDİ, BERVARl, Ml-ZURl, SURÇİ, HERKİ, PIŞDARİ, CAF, HOŞNAV, REKANl, DOSTKl gibi yıllarca Saddam'ın yanında yer almış aşiretlerin de ayaklanmaya katılarak Irak yönetimiyle olan bütün bağlarını koparmasıdır.
Bu nedenle, geçmişte KDP ve YNK tarafından "CAŞ" olarak nitelendirilen bu aşiretler, KDP ve YNK 'nin etkinlik kurmasıyla birlikte geleceklerinden endişe duyar hale gelmişlerdi. Hem Irakla tüm bağlarını koparmışlar, hem de yıllarca kendilerine düşman olan diğer aşiretlerin insafına kalmışlardı, yani tam manasıyla iki ateş arasında kalma durumuna düşmüşlerdi. Bunu farkeden PKK, bu aşiretlere yöneldi. Böylece, KDP ve YNK'nın olası bir yönelimi karşısında dayanacak güç arayışı içerisinde olan bu aşiretlerden birçoğu PKK'yı tercih etti. Ve PKK'ya ellerinden gelen imkanları sağlamaya çalıştılar. PKK ve Abdullah ÖCALAN bu tür olanaklarla hareket ederken, Türkiye'deki durumdan da önemli avantajlar sağlıyordu. Herşeyden önemlisi; PKK basın-yayın yoluyla Türk insanı üzerinde müthiş bir baskı kurmuştu, basının manşetlerinden inmek bilmiyordu. Tek taraflı psikolojik savaş, aydınlarımızın beyinlerini adeta rehin almıştı. Halk, kavram kargaşası yüzünden akla karayı birbirine karıştırmış durumdaydı. Hükümet, sağlıklı bir teşhis koyamıyor, meseleye günü birlik yaklaşıyordu. Yörede emniyet ve asayişi sağlamakla görevli insanlar, ayrıntılar denizinde canlarını dişlerine takmış yol alıyorlardı. Yöre insanı, yani Doğu ve Güneydoğu'da yaşayanların hali daha da perişandı. Bazı fırsat düşkünleri, çığ gibi büyümekte olan Kürtçülük'ten köşe dönmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Bu işin resmen ticaretini yapıyorlardı. Yapılan bu ticaret, kısa vadede çok büyük kârlar getirmekteydi. Bu nedenle APO'ya APO'dan daha çok çalışan bir gönüllüler ordusu çıkmıştı. Vakitlerini hiç boş geçilmiyorlardı. Halkın büyük çoğunluğu korku ve panik içindeydi. PKK'nın her talimatını eksiksiz yerine getirmek için durmadan koşturuyorlardı. Öte yandan özellikle, gençlik kesiminden de örgütün kırsal kesimine hızlı bir kayış söz konusuydu.
b. VURGUN SONRASI FAALİYETLER: 1990 yılı başlarında Cizre, Nusaybin, Silopi gibi ilçelerde meydana gelen kitle gösterileri, savaş nedeniyle her ne kadar 1991 baharında tekrarlanmadıysa da PKK, bu olayların kendilerine kazandırdığı prestijin bilincindeydi ve bu tür olayları tezgahlamak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Artık güvenlik güçleri ile çatışmaya girip de ölen her militanları için yerel düzeyde de olsa kepenk kapatma, miting ve benzeri eylemleri vazgeçilmez sayıyordu. APO, militanlarına; "terörist kimliğinden sıyrılmanın tek yolu, kitle eylemlerini organize etmektir "diyordu. Doğu ve Güneydoğu'da bu işten kolay ne var? İki telefonla her dediğini yaptırırsın, yeter ki, astığın astık, kestiğin kestik olsun!.. 1991 yılı itibarıyla Abdullah ÖCALAN, boşlukları ustaca değerlendirerek ve istanbul'u merkez olarak seçip legal yayın faaliyetlerine hız verdi. Sansasyonel eylemlerle uyardığı kitlelere bu yayınlar vasıtasıyla da yön veriyordu. Bu yayınların çoğunda teorik, siyasi yayınlar yanında, direkt talimat niteliğinde yazılar da yayınlanıyor, PKK sempatizanları da bu yazılı talimatlarına göre hareket ediyordu. Doğu ve Güneydoğu'da PKK, özellikle Diyarbakır'ın kuzeyindeki sıradağlara, Bitlis-Muş arasındaki sarp alanlara iyice yerleşmişti Yani ülke içinde de bir hayli yere sızmıştı. Öte yandan özellikle, Kuzey ırak ile İran'a batı illerinden ikamet eden ve sayıları binlerle ifade edilecek kadar sempatizanı aktarılmıştı. Götürmüş olduğu bu her kesimdeki genç insanı tepeden tırnağa savaşa hazırlıyordu.
Bunlara bir şey öğretiliyordu; ÖLMEK ve ÖLDÜRMEK. PKK bunun dışındaki bir yaşama prim vermeyeceğini beyan ediyordu. Ayrıca 1988 yılında Saddam'ın ajanları vasıtasıyla Irak'la vardığı anlaşma gereği; Kuzey Irak'ta aktif Kürt nüfusunu da ' Türkiye'ye karşı kullanmak gerekiyordu, hem Türkiye'ye karşı hem de Saddam Hüseyin'in başbelaları olan BARZANİ ve TALABANİ'ye karşı kullanmak gerekiyordu. Aynı şeyleri yıllarca Hafız ESAD'ın emriyle Suriye'de de yapmıştı. Suriye Kürtlerini Türkiye'ye karşı kullanmış, bunda büyük başarı elde etmişti. Yapılan bir istatistikte; dağdaki her yedi PKK militanından birinin Suriye uyruklu olduğu tesbit edilmişti. Ayrıca Suriye Kürtleri, Türkiye'de de PKK adına faaliyetlerinde, daha acımasız hareket ediyorlardı. Kendilerini çok daha çaresiz hissettiklerinden, APO'nun emirlerini daha bir dikkatle yerine getiriyorlardı. Suriye Kürtlerini yedeğine almak, APO için fazla bir problem yaratmamıştı. Hafız ESAD, onları adeta PKK'nın emrine vermişti. "Al tepe tepe kullan, istediğin gibi kullan. Zaten bunlardan ne kadar çabuk kurtulursam kârdır. Potansiyel düşmanım olan bu Kürtleri baş düşmanım olan Türkiye'ye karşı savaştırmak bulunmaz bir nimettir." diye düşünmek APO, gereğini en iyi bir şekilde yerine getirmişti. Hem APO açısından, hem de Suriye yönetimi açısından çok tatlı bir işti... Ama, Irak Kürtlerinin durumu hiçte öyle değildi. APO'nun Irak Kürtlerini yedeğine alıp yönlerini Saddam'dan Türkiye'ye çevirmesi, onların savaşçı gücünü Türkiye'ye karşı kullanması kolay başarılacak bir iş değildi. Fakat, kolay olmasa da APO'nun böyle bir işe girişmesi gerekiyordu. Nitekim, daha 1988 yılında APO'nun adamları, Irak kimyasal bombalarından canını zor kurtarıp Türkiye, Suriye ve İran'a kaçan Kürtler arasında bir derleme faaliyetine giriştiler. Bunlar arasında eğitilebileceklerine inandıkları 90 kişiyi seçip Suriye'nin kontrolündeki Bekaa Vadisi'ne götürdüler. Seçilen bu Iraklı Kürtler; çeşitli aşiretlerden, genellikle okumuş, KDP ve YNK ile kişisel düşmanlıkları olan kimselerdi.
Abdullah ÖCALAN'ın bunlara verdiği ilk eğitim, KDP ve YNK'dan Kürtlere pek hayır gelmeyeceğiydi. "Artık KDP ve YNK'nın peşinden gitmeyin, onları desteklemeyin, onlar haindir." Öyle ya Saddam, KDP ve YNK'yı etkisiz kılmak istiyordu. Bu görev de APO'ya verilmişti. APO'nun, Iraklı Kürtlerin kafasına yerleştirmeye çalıştığı ikinci konu ise; Kürtlerin Türkiye Cumhuriyetine savaş açmış olan PKK'ya yardımcı olması gerekiyordu. Nitekim, Suriye Kürtleri yıllardır bu konuda PKK'nın bir dediğini iki etmiyorlardı. Hepsi malıyla, canıyla PKK'nın emrine girmişti. Kendileri için de en akılcı yol; PKK'ya yardımcı olarak ilk önce "TÜRKiYE KÜRDlSTANI'NI KURTARMAKTI". Bu tür çalışmalar, bazen hızlı, bazen yavaşlatılarak 1991 yılı Haziran'ına kadar sürdü. 1991 yılı başında Kuzey Irak'ta yaşanan kargaşa ve KDP ile YNK'nın Saddam'ın saldırıları karşısında bir varlık gösterememeleri üzerine, PKK; yıllarca beyinlerini yıkadığı bu Iraklı Kürtlerden Kuzey Irak'ta bir parti kurdurmaya karar verdi. Nitekim APO adına kardeşi Ferhat kod adlı Osman ÖCALAN nezaretinde, 8 Haziran 1991 tarihinde PAK (PARTlYA AZADlYA KÜRDİSTANKÜRDİSTAN ÖZGÜRLÜK PARTiSi) adıyla bir parti kuruldu. APO, kurmuş olduğu PAK isimli kukla parti vasıtasıyla Kuzey Iraklı Kürtleri yedeğine almak, onların potansiyelini kucaklamak, onların vasıtasıyla Kuzey Irak'ın her tarafına girip çıkmak ve giderek KDP ve YNK 'yi eritmek, dolayısıyla Kuzey Irak'ı tamamen Türkiye'ye karşı bi saldırı üssü durumuna getirmek istiyordu. PKK, Kuzey Irak'ta elde bulundurduğu arazi parçasında onbinlerce insanı barındırabilecek, ikmal ve iaşesini temin edebilecekti. Silah ve mühimmat konusunda ise en ufak bir sıkıntısı yoktu. Saddam'ın ordusu çekilirken APO'ya yüzlerce uçaksavar, havantopu, yüzlerce makineli tüfek ve piyade tüfeği bırakmıştı. Roketatarların, el bombalarının ve cephaneliğin ise haddi hesabı yoktu. Bunca imkandan sonra artık bazı taktik üst evrelere geçmek gerekiyordu.
Nitekim, 1991 yılı yaz aylarında Osman Öcalan, sınırın birkaç kilometre ötesindeki kamplara topladığı yüzlerce adamıyla sınırdaki Samanlı Karakolumuza havan, uçaksavar, roketatar ve makineli tüfeklerle bir saldırı başlattı. Çok sayıda askerimiz şehit oldu, bir o kadarı da yaralandı. Saldırıyı yapan PKK'lılardan da ölenler oldu. Kalanlar ise yine sınırımıza bir kaç kilometre mesafedeki kamplarına çekilip gittiler. Buna benzer sınır karakollarına saldırılar yaz boyu devam etti. Ardından hava kuvvetlerimizin desteğinde bir komando taburu ile Osman ÖCALAN liderliğindeki, HAKURK, DURJAN, ARİ, GELİREŞ vs. gibi kamplara operasyon yapıldı. Osman ÖCALAN, cariyeleriyle (175 kişilik bir dişi militan taburu) bir adım ötedeki İran'a geçti. Kampları korumak için tepelere diktiği çocukların çoğu öldü. Birkaç gün sonra bir grup gazeteci operasyon bölgesine götürüldü.
O ünlü, bilgili, tecrübeli, burnundan kıl aldırmayan gazetecilerimiz hayretten dona kaldılar; "Vay be, demek PKK, burnumuzun dibinde kamp kurmuş, demek ki, buralarda binlerce genci savaş makinesi gibi eğitiyormuş. Bu silahların hepsi onların mı ? Demek ki, tehlike büyükmüş. Neyse ki, şanlı ordumuz, tehlikeyi bertaraf etti. Artık herhalde kolay kolay gelemezler." gibi daha bir yığın değerlendirmeler yapıldı. Oysa üç gün sonra PKK militanları tekrar gelip aynı kamplara yerleştiler. Ve en önemlisi; Zaho'dan İran sınırına kadar, Hakurk kampı gibi onlarca kamp daha vardı. Yine aynı günlerde, binlerce silahlı Iraklı, Suriyeli, Türkiye'li, Arap, Kürt, Türk, Ermeni ve Rum militanlar eğitime devam ediyordu. Bir tek amaç için; fırsatını bulduklarında Türkiye'ye sızmak, asker, polis, korucu, sivil, öğretmen, öğrenci, imam, memur, yaşlı-genç, kadın-çocuk, günahlı-günahsız insan öldürmekti. Kısaca amaç; mümkün olduğunca çok kan akıtmaktı. Yine aynı tarihlerde, Hakkari'den Elazığ'a, Van'dan Kahramanmaraş'a, Şırnak'tan Erzurum'a kadar çeşitli gruplar dağları, tepeleri tutmuş, yolları kesiyor, insanları kurşuna diziyor, haraç topluyor, iş makinelerini yakıyor, okulları tahrip ediyorlardı. Ülke içindeki gruplar, durmadan yurt dışındaki kamplardan takviye ediliyor, yurt dışına batı illerinden çok sayıda sempatizan yollanıyordu.