VEN-NİHAYE 5 NCİ BÖLÜM
Ahmet İbn-i Kesir
Peygamber Efendimizin Tebük Savaşında, Semud Kavminin Toprağı Olan Hicr
Vadisine Uğraması.
İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etti. Rasûlullah (s.a.v.)
halkı Tebük'e götürdüğünde onları, Semud milletinin evlerinin bulunduğu Hicr mıntıkasına
da götürdü. Halk, Semud milletinin sulannı içmiş olduğu kuyulardan su çekti. O sularla
hamur-lannı yoğurup kazanlanm kurdular. Rasûlullah (s.a.v.)'m emri üzerine kazanlanndaki
sulan döktüler. O sularla yoğurmuş olduklan hamurla-n da develere yedirdiler. Rasûlullah
(s.a.v.) daha sonra halkı ahp, Salih peygamberin devesinin suyunu içmiş olduğu kuyunun
yanına götürdü. Azaba uğramış milletin yurduna girmekten onlan alıkoydu ve şöyle dedi:
«Onlara gelen belanın size de gelmesinden korkanm. Onun için, yurtlanna girmeyin.»
Yine İmam Ahmed dedi ki: AfFan, Abdullah b. Ömer'den rivayet ederek Rasûlullah
(s.a.v.)'m Hicr mmtıkısmdayken şöyle buyurduğunu söyledi: «Şu azaba uğramışların
yurduna ancak ağlayarak girin. Eğer ağlamayacaksanız girmeyin. Yoksa, onlara gelen
musibet size de gelir.»[1]
Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Semud halkının harabelerinin
yanından geçerken başım semaya kaldınr, bineğini hızlandırır ve beraberindekileri o
harabelere girmekten men'ederdi.
Ancak ağlayarak oralara girmelerine izin verirdi. Bir rivayette de şöyle buyurduğu
nakledilir: "Eğer ağl ay anlıyorsanız, onlara gelen belanın size de gelmesinden korkarak
ağlamaya çalışın." Allah'ın salat-ü selamı Rasûlullah'ın üzerine olsun.
İmam Alımed b. Hanbel, Amir b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etti: "Tebük gazvesine
gidilirken insanlar, Hicr halkına doğru koşuştular." Durumdan haber alan Ra,sûlullah
(s.a.v.), "Namaz kılmak üzere toplanın." diye seslendi. Yanına vardım. Devesinin yularını
tutmuş şöyle diyordu:
"Allah'ın gazab ettiği bir milletin yanma ne diye gidiyorsunuz?" Adamın biri: "Onlara hayret
ediyoruz ya RasûlaUah!" diye yüksek sesle karşılık verdi. O da buyurdu ki: "Size bundan
daha çok hayret edilecek bir durumu haber vereyim mi? İçinizden bir adam, sizden önce
olanlarla sizden sonra olacak şeyleri size haber veriyor. Şu halde kendinize çekidüzen verip
doğru dürüst davranın. Çünkü Allah, sizi azablandırmakla yorgunluk duymaz ve sizden
sonra öyle bir kavim gelir ki, kendilerinden hiç bir şeyi savamazlar."[2]
Anlatıldığına göre Salih peygamberin kavmi, çok uzun ömürlü kim-selermiş. Balçıktan
evler yaparlarmış. Ama bu evler, onlardan birinin ölümünden önce yıkılıp harab olurmuş.
Bunun üzerine kendileri için dağlarda kayalardan evler oymaya başlamışlar.
Salih peygamberden bir mucize istediklerinde, Cenâb-ı Allah onlara kayadan bir dişi deve
çıkarmış. Bu deveye ve karnındaki yavrusuna ilişmemelerini emretmiş, yoksa Allah'ın
azabına uğrayacaklarını bildirerek onları sakındırmış; ama eninde sonunda bu deveyi
boğazlayacaklarını ve bunun da onların helaklerine neden olacağını bildirmiş. Deveyi
boğazlayacak olan caninin evsafım dahi vermiş; onun sarışın, mavi gözlü bir kimse
olacağını bildirmiş. Bunun üzerine Semud halkı, ebeleri ülkenin dört bir yanma göndererek,
bu evsafta doğan bir çocuk olursa onu derhal öldürmelerini emretmişler. Bu hal, uzun süre
böyle, devam etmiş. O zaman mevcud olan nesil inkıraza uğrayıp yerini başka bir nesil
almış. Zamanın birinde Semud halkının reislerinden biri, başka bir reisin kızını oğluna
istemiş, oğlunu o kızla evlendirmiş. Salih peygamberin devesini boğazlayacak olan Kudar b.
Salif, bu evlilikten doğmuş. Ana babası ve dedeleri halkın şereflisi olduğu için, ebeler,
doğan bu çocuğu öldürememişlerdi. Bu çocuk (yani Kudar b. Salif), emsalleri olan diğer
çocukların bir ayda aldıkları mesafeyi bir haftada alarak hızlı bir büyüme gösterdi. Gün
geldi,emrine uyulur bir reis oldu. Deveyi boğazlama tutkusuna kapıldı. Eşraftan sekiz kişi
daha bu komploda ona katıldılar. Salih peygambere suikast planlayan dokuz kişi, işte
bunlardı.
Nihayet deveyi boğazladılar. Durumdan haberdar olan Salih peygamber, ağlayarak yanlarına
geldi. Özür dileyerek onu karşıladılar. Dediler ki:'Bu işi bizim grup yapmadı. Yalnız şu yeni
yetmelerimiz bu kötülüğü işlediler. Denilir ki, Salih peygamber onlara, devenin yavrusunu
bulup ona ölen anasının yerine iyi davranmalarını emretti. Yavrunun peşine düştüler. Yavru,
orada bulunan yüksek bir dağa tırmandı. Onlar, da tırmanmaya başladılar. Ama yavru, dağın
o kadar yüksek bir yerine çıktı ki, arkasındakiler ona ulaşamadılar. Oraya ancak kuşlar
ulaşabilirlerdi.'Yavru, dağın o yüksek yerine çıktıktan sonra ağlamaya başladı; gözlerinden
yaşlan boşandı. Sonra Salih peygambere yüzünü çevirdi ve üç defa böğürdü. İşte o zaman
Salih (a.s.), kavmine şöyle dedi:
«Yurdunuzda üç gün daha kaim. Bu, yalanlanmayacak bir sözdür.»(Hûd,
65.)
Onlara böyle bir tehditte bulunduktan sonra, ertesi gün sabanla-dıklarında yüzlerinin
sararacağım, ikinci gün kızaracağını, üçüncü gün kararacağını haber verdi. Dördüncü güne
girdiklerinde, yıldırım gibi bir çığlık kendilerine geldi ve yurtlarında çökmüş vaziyette helak
oldular...
Bu kavimden ve bu kavmin kıssasından bahseden Kur'ân ayetlerinin zahirinden
anlaşıldığına göre, bunlarla ilgili olarak nakledilen haberlerin bazısında Kur'ân haberlerine
muhalefet vardır. Nitekim daha önce de bundan söz etmiştik. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
[3]
İbrahim Halil Peygamber
İbrahim (a.s.), Nahoroğlu Tareh'in oğludur. Nahor, Rağooğlu Saroğ'un oğludur. Rağo, Abir
oğlu Faliğ'in oğludur. Abir, Erfahşiz oğlu Saleh'in oğludur. Erfahşiz ise, Nuh oğlu Sâm'm
oğludur. Bu, Ehl-i Kitabın kitabında yer alan bir ifadedir. O kitapta yani Tevrat'ta verilen
bilgilere göre Tareh, 250 yıl; Nahor, 448 yıl; Saroğ, 239 yıl; Rağo, 230 yıl; Faliğ, 439 yıl;
Abir, 464 yıl; Şaleh, 433 yıl; Erfahşiz, 438 yıl; Sâm ise 600 yıl ömür sürmüştür. Nuh
peygamberin ne kadar yaşadığını daha önce söylediğimiz için, burada tekrara lüzum
görmedik.
Hafiz b. Asakir, Tarih'inde İbrahim Halil (a.s.) 'in hayatından bahsederken, "el-Mübteda"
adlı eserin sahibi İshak b. Bişr el- Kahilî'den naklen, İbrahim peygamberin anasının adının
Emile olduğunu söylemiştir. Sonra da Hz. İbrahim'in doğumuyla ilgili olarak uzun bir
hikaye anlatmıştır. Kelbî, İbrahim peygamberin anasının adının Bona olduğunu söylemiştir.
Onun anlattığına göre Bona, Kersi oğlu Kerbeta'nın kızıdır. Kersi, Erfahşiz b. Sanı b.
Nuh'un oğullanndandır. îbn Asakir'in rivayetine göre Hz. İbrahim Halil, Eba Dîfan
(misafirlerin babası) künye-siyle çağmlırmış.
Dediler ki: Tareh yetmişbeş yaşma vardığında oğulları İbrahim, Nahor ve Haran doğdular.
Haran'ın da Lut adlı oğlu doğdu. Bu rivayetin sahiplerine göre Hz. İbrahim, babasımn
ortanca oğludur. Haran, babası daha hayattayken kendi doğum yeri olan Keldanî ülkesi olan
Babil ülkesinde ölmüştür. Siyerci ve tarihçilere göre meşhur olan görüş budur. Hafiz b.
Asakir de bu görüşü doğrulamıştır. Bunu doğrulamadan önce de İbn Abbas (r.a.)'m şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
İbrahim (a.s.), Şam ovasmdaki Berze köyünde (Bu köy, Kasyon dağı yanındadır.)
doğmuştur.
Bu rivayetinden sonra İbn Asakir demiş ki: Sahih görüşe göre İbrahim (a.s.), Babil'de
doğmuştur. Berzeli olduğu da söylenmiştir. Çünkü Lut (a.s.)'a yardıma geldiğinde orada
namaz kılmıştır.
Dediler ki: Hz,İbrahim, Sare ile; Nahor da kardeş kızı Melka ile evlendi. Sare kısırdı. Tareh,
oğlu İbrahim, İbrahim'in zevcesi Sare ve İbrahim'in kardeşi Haran oğlu Lut'u yanma alarak
Keldanî toprağından çıkıp Kenanî toprağına girdi; Harran'a yerleşti ve 250 yaşma varıncaya
kadar orada yaşadı, sonra da öldü. Bu da onun Harran'da doğmadığını gösteriyor. Doğum
yeri Keldanî ülkesidir ki, orası da Babil ve Babil'e bağh olan yerlerdir.
Evet.. Sonra Kenanî toprağına yönelerek göçtüler. Orası, Beyt-i Makdis (Kudüs)'e bağh
beldelerdi. O zaman Keldanüerin elinde bulunan Harran'a yerleştiler. Şam ve Cezire de
Keldanîlerin elinde bulunuyordu. Keldanüer, yedi yıldıza taparlardı. Şam'ı imar edenler de
bu dine mensuptular. İbadet ederken kuzey kutbuna yönelir; çeşitli dua ve hareketleriyle
yedi yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki Şam'ın yedi eski kapısından her birinin üstünde bu
yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Bu yıldızlar için bayram ve şenlikler tertipler,
kurbanlar sunarlardı. İşte böyle.. Harranlılar'm tamamı yıldızlara ve putlara taparlardı.
Yalnız İbrahim Halil peygamber ile zevcesi Sare ve kardeşi oğlu Lut (a.s.), bu
saçmalıklardan uzak kaldılar. Cenâb-ı Allah, bu kötülükleri İbrahim (a.s.) aracılığıyla
ortadan kaldırdı ve bu sapıklığı onun vasıtasıyla iptal etti. Doğrusu, noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah, îbrahimü küçüklüğünde doğru yola ileterek aydınlatmış, onu
elçilikle görevlendirmişti. Büyüyünce de kendine dost edinmişti. Nitekim buyurdu ki:
«Andolsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu (bu işe ehil
olarak) biliyorduk.» (ei-Enbiyâ, sı.)
«İbrahim'i de gönderdik. Milletine: "Allah'a kulluk edin. O'ndan sa-kınm. Bilirseniz bu sizin
için daha iyidir." dedi. Ey putperestler! Siz Allah'ı bırakıp sadece bir takım putlara tapıyor,
aslı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık
vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin.
Siz O'na döneceksiniz. Eğer siz peygamberi yalanlıyorsanız, bilin ki sizden önceki
ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen , sadece apaçık tebliğdir. Allah'ın
yaratmaya nasıl başlayıp, sonra onu nasıl tekrar edeceğini anlamazlar mı? Doğrusu bu,
Allah'a kolaydır. De ki: "Yeryüzünde dolaşın; Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün.
İşte Allah aynı şekilde ahiret yaratmasını da yapacaktır. Doğrusu, Allah her şeye Kadir'dir.
Dilediğine azab eder. Dilediğine merhamet eder. O'na çevrileceksiniz."
Siz ne yeryüzünde ve ne de gökte Allah'ı aciz bırakabilirsiniz. Allah'tan başka bir dost ve
yardımcınız da bulunmaz. Allah'ın ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar edenler, işte onlar
benim rahmetimden ümitlerini kesmiş olanlardır. İşte can yakıcı azab onlar içindir.
İbrahim'in sözlerine milletinin cevabı sadece: "Onu öldürün yahut yakın" demek oldu. Ama
Allah, onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır. İbrahim
şöyle demişti: "Dünya hayatında, Allah'ı bırakıp aranız da putları muhabbet vesilesi kıldınız.
Sonra kıyamet günü, birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer
ateştir.
Yardımcılarınız da yoktur." Bunun üzerine Lut ona inandı ve: "Doğrusu, ben Rabbime iltica
ediyorum. O, şüphesiz güçlüdür, Hakim'dir ." dedi. İbrahim'e, îshak'ı ve Yakub'u bahşettik.
Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik. Onu dünyada mükafatlandırdık. Doğrusu
o, ahi-rette de iyilerdendir."» (ei-Ankcbût,16-27.)
Bundan sonra Cenâb-ı Allah, İbrahim peygamberin, babasıyla ve kavmiyle tartışmalarda
bulunduğunu başka yerlerde anlatmıştır. Allah izin verirse, yeri geldiğinde bundan da söz
edeceğiz,Hz. İbrahim, ilk olarak babasını imana davet etmişti. Babası, puta tapanlardandı.
Çünkü herkesten önce kendisine samimiyetle öğüt vermesi gereken şahıs, babasıydı.
Nitekim yüce Allah buyurdu ki:
«Ey Muhammedi Kitabda İbrahim'e dair anlattıklarımızı da an; o, şüphesiz dosdoğru bir
peygamberdi. Babasına şöyle demişti: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası
olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi.
Bana uy, seni doğru yola eriştireyim. Babacığım! Şeytana tapma, çünkü Şeytan, Rahman'a
başkaldırınıştır. Babacığım! Doğrusu, sana Rahman katından bir azabın gelmesinden
korkuyorum ki böylece Şeytan'm dostu olarak kalırsın." Babası: "Ey İbrahim! Sen mi benim
tanrılarımı beğenmiyorsun? Bundan vazgeçmezsen, mutlaka seni taşlarım. Ebediyyen
benden uzaklaş, git." dedi. İbrahim şöyle cevap verdi: "Sana selam olsun. Senin için
Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkardır. Sizi Allah'tan başka
taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum
kalmayacağımı
umarım."» (Meryem, 41-48.)
Cenâb-ı Allah, İbrahim peygamberin babasıyla yaptığı diyalog ve tartışmayı, babasını en
kuvvetli deliller ve en yumuşak ifadelerle hakka nasıl davet ettiğini anlatıyor, İbrahim
peygamber, babasının puta tapma yolunun yanlış bir yol olduğunu açıklıyordu. O putlar ki,
kendilerine tapan kimsenin duasını işitmez, dahası, o kimsenin nerede olduğunu bilmezler.
Böyle olunca da, kendilerine tapanlara rızık ve yardım gibi hayırları nasıl ulaştırabilir veya
onları ilahî azabtan nasıl koruyabilirler? Sonra İbrahim peygamber, babasından yaşça her ne
kadar küçükte olsa, Allah'ın, kendisine verdiği faydalı bilgi ve hidayet konusunda uyarıcı bir
eda ile babasına şöyle demişti:
«Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola
eriştireyim.» (Meryem, 43.)
Seni, dünya ve ahirette hayra kavuşturacak, eğriliklerden uzak, kolay ve açık bir yola
eriştireyim. Bu akıl yolunu arzedip nasihati yaptıktan sonra babası kabul etmemiş, tersine
onu tehdid etmişti:
«^Ey İbrahim! Sen mi benim tanrılarımı beğenmiyorsun? Bundan vazgeçmezsen, mutlaka
seni (söz veya fiille) taşlarım. Ebediyyen benden uzaklaş, git.» (Meryem, 46.) Benimle olan
bağlantını kopar ve bana hiç görünme. '
Babası onu bu sözlerle tehdid ederken İbrahim: "Sana selam olsun" yani benden sana bir
kötülük ve eziyet bulaşmayacak, tam tersi, benden yana rahat ve güven içinde olacaksın,
dedi. Ona olan hürmetini vurgulayarak sözünü şöyle sürdürdü: "Senin için Rabbimden
mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkardır." (Meryem, 47.)
İbn Abbas ve bazı âlimler: «Yukarıdaki ayet-i kerimede geçeni ^ ) kelimesi lütufkar
manasına gelir. Böylece (Rabbim beni kendine ihlasla ibadet eden bir kul yaptığı için bana
lütfetmiştir.) anlamına gelir.» demişlerdir. Bu sebeple İbrahim (a.s.):
«"Sizi, Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime
yalvarışımda mahrum kalmayacağını umarım." demişti.» (Meryem, 48.)
İbrahim (a.s.), söz verdiği gibi, duaları arasında babası için Allah'tan mağfiret diledi. Ama
onun, Allah'düşmanı olduğunu anlayınca babasından uzaklaştı. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor:
«İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah'ın
düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu, İbrahim çok içli ve yumuşak huylu
îdi.» (et-Tevbe, 114.)
İsmail b. Abdullah, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söyledi: «Kıyamet gününde İbrahim (a.s.), yüzünde toz ve karanlık olarak babası Azer'le
karşılaşacak ve ona: "Bana isyan etme demedim mi sana?." diyecek. Babası: "Bu gün sana
isyan etmem." diye karşılık verecek. Bunun üzerine İbrahim şu dilekte bulunacak: «Ey
Rabbim! İnsanlann dirilecekleri günde (yani kıyamet gününde) beni rüsvay etmeyeceğini
bana va'detmiştin.
Benden uzak bir babanın bulunması kadar insanı rezil edici bir rüsvaylık var mıdır?" Cenâbı
Allah da: "Cennet'i kafirlere haram kıldım." diye karşılık verecektir. Bundan sonra
denilecek ki: "Ey İbrahim! Ayaklarının altındaki nedir?" İbrahim, ayaklarının dibine
bakacak, bir de ne görsün: Kana bulanmış bir davar.. Bu kesilmiş davar, ayaklarından
tutulup ateşe atılacak.»[4]
Yüce Allah buyurdu ki: «İbrahim, babası Azer'e: "Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun?
Doğrusu, ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum." demişti.» (d-En'âm, 74.)
Bu ayet-i kerime, İbrahim (a.s.)'in babasının adının Azer olduğunu kanıtlıyor. Aralarında İbn
Abbas'm da bulunduğu neseb ulemasının ekserisi, İbrahim (a.s.)İn babasının adının Tarelı
olduğunu ifade etmişlerdir. Denildi ki: Tareh, Azerin taptığı bir putun adı olduğu için, bu
kelime Azer'e bir lakap olarak takılmıştır. İbn Cerir dedi ki: Doğrusu, İbrahim'in babasının
adı Azer'dir. Babasının iki adı da olabilir. Ya da bu iki isimden biri onun lakabıdır; diğeri de
özel ismidir.[5]
İbn Cerir'in bu sözünün gerçeklik payı büyüktür. Doğruyu en iyi bilen, Allah'tır.
Sonra yüce Allah buyurdu ki:
«Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığım şöylece
gösteriyorduk. Gece basınca bir yıldız gördü. "İşte bu benim Rabbim." dedi; yıldız batınca,
"Batanları sevmem." dedi. Ayı doğarken görünce, "İşte bu benim Rabbim;1 dedi, batınca,
"Rabbim beni doğruya eriş tir meşeydi andolsun ki sapıklardan olurdum." dedi.
Güneşi doğarken görünce, "İşte bu bönim Rabbim, bu daha büyük." dedi; batınca, "Ey
Milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım." dedi. "Doğrusu, ben yüzümü
gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim. Ben puta tapanlardan değilim."
Milleti onunla tartışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi
tartışıyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum, meğerki Rabbimin bir dileği
ola. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ öğüt kabul etmez misiniz?" dedi. "Allah'a
koştuğunuz ortaklardan nasıl korkarım? Oysa siz, Allah'ın halikında size bir delil
indirmediği birşeyi O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek
daha gereklidir, bir bilseniz." İşte güven, onlara, inanıp imanlarına haksızlık
karıştırmayanlaradır. Onlar doğru yoldadırlar. Bu, İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz
hüccetimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu, Rabbin Hakîm'dir, bilendir.»
(ei-En'âm, 75-83.)
Burada İbrahim (a.s.), kendi kavmiyle münazara yapıp tartışmada bulunuyor; gözle görülen
parlak yıldızlarla gezegenler gibi birtakım gök cisimlerinin tanrılığa elverişli
olamayacaklarım, onur ve üstünlük sahibi Allah'a tanrılık ortağı da olamayacaklarım onlara
açıklıyordu. Çünkü bu gök cisimleri, Allah tarafından yaratılmış birer sanat eseri olup,
kullarının emrine verilmiştir. Bazen doğar, bazen batarlar ve bu alemde görünmez olurlar.
Oysa yüce Rab'dan hiç birşey saklanıp gizlenemez. O daimîdir, sonu yoktur, ebedîdir.
O'ndan başka Rab, Ondan başka tanrı yoktur.
İbrahim peygamber, kavmine ilk başta yıldızın tanrılığa elverişli olamıyacağmı açıklıyordu.
Denildiğine göre bu, Zühre yıldızıydı. Sonra bu yıldızdan daha parlak, daha göz alıcı bir
gezegen olan aya geçti. Bunun da tanrı olamıyacağını söyledi. Daha sonra gök cisimlerinin
en çok ışık saçıp göz kamaştıranına, güneşe geçti. Bunun da emir altında yürütülerek belli
bir zamana kadar görev yapacağını ve nihayet bir yaratık olduğunu, dolayısıyla tanrı
olamayacağım açıkladı. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:
«Gece ile gündüz, güneş ile ay, Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya secde
etmeyin. Eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (Fussiict, 37.)
«Güneşi doğarken görünce, "İşte bu, benim Rabbim, bu daha bü-vük." dedi. Batınca, "Ey
Milletim! Doğrusu ben, ortak koştuklarınızdan uzağım." dedi. "Doğrusu ben, yüzümü
gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim. Ben puta tapanlardan değilim."
Milleti onunla tartışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi
tartışıyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum; meğerki Rabbimin bir dileği
ola."» (ci-En'âm, 78-80.)
Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz bu tanrılarla benim ilgim yoktur. Çünkü bunlar hiç
bir fayda sağlamaz, hiçbir sözü işitmez ve anlamazlar. Bilakis onlar, ya yıldızlar gibi
Allah'ın emri altındadırlar ya da tahtadan işlenerek veya taştan yontularak yapılmıştırlar.
Görüldüğü gibi İbrahim peygamberin, yıldızlara.tapılmaması yolundaki bu öğütleri,
Harranhlara yöneliktir. Çünkü onlar yıldızlara ve gezegenlere tapıyorlardı. Bu da İbrahim
(a.s.)'in mağaradan çıkarken, henüz küçük yaştayken bu sözü söylediğini iddia edenlerin
sözlerini çürütmektedir. Nitekim îbn İshak ve diğerleri bu görüştedirler. Diğer görüş,
gerçeğe aykırı olup güvenilir olmayan îsrailiyat haberlerine dayanmaktadır.
Babillilere gelince, onlar putlara tapıyorlardı. Putlara ibadetlerinden dolayı İbrahim (a.s.)'în
kendileriyle tartıştığı kimseler, işte bu Ba-billilerdir. Bundan sonra İbrahim (a.s.), onların
putlarım kırarak horla-mış ve bâtıl olduklarını açıklamıştı. Nitekim bu konuda Cenâb-ı
Allah şöyle buyurmuştur:
«İbrahim şöyle demişti: "Dünya hayatında, Allah'ı bırakıp aranızda putları muhabbet
vesilesi kıldınız. Sonra kıyamet günü, birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz.
Varacağınız yer ateştir. Yardımcılarınız da yoktur."» (el-Ankebüt, 25.)
«Andolsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk.
İbrahim, babasına ve milletine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.
"Babalarımızı onlara tapar bulduk." demişlerdi. İbrahim: "Andolsun ki sizler de babalarınız
da, apaçık bir sapıklık içindesiniz." deyince: "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı
ediyorsun?" dediler. O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O
yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan
sonra putlarınıza bir düzen hazırlayacağım." Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü
ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı. Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o,
zalimlerden biridir." dediler.
Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığım duymuştuk." deyince, "O halde
bunların sahicilik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin." dediler. İbrahim gelince
ona: "Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?." dediler. İbrahim: "Belki onu, şu
büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun." dedi. Kendi kendilerine: "Doğrusu
siz haksızsınız." Sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek: "Ey İbrahim! Bunların
konuşmayacağım, andolsun ki bilirsin."» dediler. İbrahim: "O halde Allah'ı bırakıp da size
hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp
taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi. Onlar: "Birşey yapacaksanız,
şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin." dediler. Biz de: "Ey Ateş! İbrahim'e karşı serin ve
zararsız ol." dedik. Ona düzen kurmak istediler; fakat biz onları hüsrana uğrattık.» (el-
Enbiyâ: 61-70.) Ey Muhammedi Onlara İbrahim'in kıssasını anlat. İbrahim, babasına ve
milletine : "Nelere tapıyorsunuz?"» demişti. "Putlara tapıyoruz; onlara bağlanıp duruyoruz."
demişlerdi. İbrahim: "Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler
mi?" demişti. "Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk." demişlerdi.
İbrahim: «Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar,
benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbidir. Benî yaratan da, doğru yola
eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni
öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını
umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına
kat.» (eş-Şuarâ, 69-83.)
«İbrahim de şüphesiz O'nun yolunda olanlardandı. Nitekim Rabbi-ne temiz bir kalble geldi.
İbrahim, babasına ve milletine şöyle demişti: "Nelere kulluk ediyorsunuz? Allah'ı bırakıp
uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?" İbrahim
yıldızlara bir göz attı ve: "Ben rahatsızım." dedi. Onu bırakıp gittiler. O da onların
tanrılarına gizlice yönelip: "Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o, konuşmuyor
musunuz?" dedi. Sonunda, üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu. Bunun üzerine putperestler
koşarak ona geldiler. İbrahim onlara şöyle dedi: "Yonttuğunuz şe3'lere mi tapıyorsunuz?
Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır." Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da
onu oradan ateşin içine atın."dediler. Ona düzen kurmak istediler, ama biz onları altettik.»
(es-sarrat, 83-98.)
Cenâb-ı Allah, seçkin kulu İbrahim (a.s.)'den haberler veriyor. Milletinin puta tapmasına
karşı çıktı. Putperestliği tahkir etti. Putları horlayıp küçümsedi ve şöyle dedi:
«Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?» (ei-Enbiyâ, 52.)
Putperest kavmi, ona şu karşılığı verdiler:
«Babalarımızı onlara tapar bulduk.» (el-Rnbiya, 53.)
İbrahim'e verecekleri tutarlı bir cevap yoktu. Yalnızca, bu işi ata ve dedelerinin de yapmış
olduklarını söylediler. Tuttukları, Allah'a ortaklar koşma yolunun, geçmişlerinin yolu
olduğunu söylediler. Bu cevaplarına, İbrahim şu karşılığı vedi:
«İbrahim: "Andolsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıldık içindesiniz." dedi» (ei-
Enbiyâ, 54.)
«İbrahim, babasına ve milletine şöyle demişti: Nelere kulluk ediyorsunuz? Allah'ı bırakıp
uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?» (es-Sâffat,
85-87.)
Katade, bu ayetin tefsirini yaparken şöyle dedi: "Kendisinden başkasına tapmış olduğunuz
halde huzuruna çıktığınız zaman, âlemlerin Rabbinin size ne yapacağını sanıyorsunuz?."
İbrahim (a.s.), putperest kavmine, putlarla ilgili olarak şöyle demişti:
«İbrahim: "Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi?"
demişti. "Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk." demişlerdi.» (eşŞuarâ,
72-74.)
Putların, kendilerim çağıranı duymadıklarını, kimseye ne fayda ve ne de zarar
veremediklerini itiraf etmişlerdi. Ancak geçmişlerine, sapıklıkta benzerleri olan cahil
babalarına uymuş olmak için bu putlara tapma yoluna girdiklerini söylemişlerdi. Bu sebeple
İbrahim (a.s.) ,onla-ra şöyle dedi:
«Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu, onlar benim
düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbidir.» (eş-Şuarâ, 75-77.)
Bu da onların, tanrı olduklarını iddia ettikleri putların tanrılıklarını geçersiz kılan kesin bir
delildir. Zira İbrahim Halil peygamber, bu putlardan uzak olduğunu, bunların tanrılıklarını
kabul etmediğini bildirmiş ve onları horlamıştı.
Şayet bir kimseye zarar verebilselerdi bu putlar, İbrahim (a.s.)'e zarar verirlerdi. Veya bir
kimseye tesir edebilselerdi, İbrahim (a.s.)'e tesir ederlerdi.
«"Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler.»
(el-Enbiyâ, 55.)
İlahlarımızı küçümseyerek, bu sebeple de atalarımıza dil uzatarak söylediğin bu sözleri
ciddî olarak mı söylüyorsun, yoksa şaka mı ediyorsun?
Onlara cevaben Hz. İbrahim:
«"Şöyle dedi: "Hayır, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları o yaratmıştır. Ben de
buna şahitlik edenlerdenim."» (el-Enbiyâ: 56.)
Yani ben bu sözleri, size ciddî olarak söylüyorum. Sizin tanrınız, sizin ve her şeyin Rabbi
olan Allah'tır. O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır.Önceden hiç bir benzerleri olmaksızın onları
yoktan var etmiştir. Ma-budluğa yalnızca O layıktır, ortağı yoktur. Ben de buna şahitlik
edenlerdenim.
«Allah'a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan sonra, putlarınıza bir düzen hazırlayacağım.» (ei-
Enbjyâ, 57.)
Tapmakta oldukları putlara, onların bayram yerine gitmek üzere mabetten ayrılışlarından
sonra bir komplo kuracağına yemin etti. Bu yemini gizlice yapmış olduğu söylenir. İbn
Mesud (r.a.)'un dediğine göre o, bu yeminini, bazılarının duyabileceği kadar seslice
yapmıştı.
İbrahim (a.s.)'in milletinin her sene kutlamakta oldukları bir bayramları vardı. Bayrama
katılması için babası, İbrahim (a.s.)'i çağırmıştı ama o, hasta olduğunu söyleyerek mazeret
beyan etmişti. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:
«İbrahim yıldızlara bir gözattı ve: "Ben rahatsızım." dedi.» (es-Sâffât,
88-89.)
Putlarını küçük düşürmek, Allah'ın hak dinine yardım etmek, onların kırılmaya ve
horlanmaya layık olan putlarına tapmalarının bâtıl bir yol olduğunu göstermek amacıyla
İbrahim peygamber, hastalık bahanesini ileri sürerek bayrama katılmadı ve mabette kaldı.
Millet bayrama gitmek üzere şehirden çıktığında İbrahim (a.s.) şehirde kaldı. O da "Onların
tanrılarına yöneldi." Tanrı diye taptıkları putların önünde bol miktarda yiyecekler gördü.
Çeşitli yemeklerin bu putlara takdim edilmiş olduğunu gördü. Onları tahkir ederek şöyle
dedi: "Yemez misiniz? Ne o, konuşmuyor musunuz?" "Bunun üzerine onlara kuvvetle
vurdu."(es-Sâffât, 94.) Çünkü İbrahim (a.s.)'in ezici bir kuvveti vardı. Elinde bulunan bir
balta ile onları parçaladı. "Hepsini paramparça etti. İçlerinden büyüğünü ona başvursunlar
diye,sağlam bıraktı, "(el-Enbiyâ, 58.)
Denilir ki: Hz. İbrahim baltayı büyük putun eline koymakla güya, büyük putun küçük
putlara tapmılmasmı kıskandığına işaret etmek istemiştir.
Halk, bayram yerinden dönüp, putlarına yapılan hakareti gördüklerinde;
«"Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o, zalimlerden biridir."
dediler.» (el-Enbiyâ, 59.)
Eğer akılları olsaydı, bu işte kendileri için apaçık bir delil vardı. Şöyle ki: Tapmakta
oldukları putlarının başına bir felaket gelmişti. Şayet gerçek tanrı olsalardı, kendilerine
kötülük yapmak isteyenlere karşı varlıklarını korurlardı. Ama bu putperestler;
cahilliklerinden, akıllarının kıtlığından, sapıklıklarının çokluğundan ve sünepeliklerinden
dolayı: «"Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o, zalimlerden biridir." dediler. Bazıları:
"İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını
duymuştuk." dediler.» (ei-Enbiyâ, 59-60.)
Yani İbrahim denen genç, bu putlarımızı horlayıp küçümseyerek diline doluyordu. Bunları
kıran odur.
İbn Mes'un (r.a.)'un dediğine göre onlar şöyle demişlerdi: "Allah'a vemin ederim ki, siz
ayrıldıktan sonra, putlarınıza bir düzen hazırlayacağım." diyerek tanrılarımızı diline dolayan
İbrahim adlı bir genç duymuştuk. Bunları kıran da odur. Bunlar böyle deyince, halkın ileri
gelenleri:
"O halde bunların şahidlik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne
getirin." dediler.» (el-Enbiyâ, eı.)
Zaten İbrahim (a.s.)'in en büyük amacı da buydu. Tüm halkın bir araya gelmesini,
putperestlerin tuttukları yolun yanlış olduğunu o büyük topluluk önünde ispatlamak
istiyordu. Tıpkı Musa (a.s.)'mn Firavun'a dediği gibi:
«Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir.» (Tâ-
Ha, 59.)
Halk toplanarak İbrahim'in yanma geldi ve:
"Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler. İbrahim: "Belki onu, şu büyükleri
yapmıştır, "dedi.
Denildi ki bu ayetin manası şöyledir: "Bu putları kırmaya beni iten, işte şu büyük puttur."
Evet.. İbrahim böyle demek istemiş, ancak şu sözle onlara tarizde bulunmuştu:
"Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun."
İbrahim (a.s.) bu sözleriyle, onların hemen: "Bunlar konuşamazlar." demelerim ve bu
putların da diğer cansız varlıklar gibi olduklarını itiraf etmelerini amaçlamıştı.
"Kendi kendilerine dönerek (kendi nefislerini kınayarak) 'haksız olanlar, sizsiniz siz!1
dediler." Bu putları bekçisiz ve koruyucusuz bıraktığınız için, haksız olan sizsiniz.
"Sonra kafalarında olan eski inançlarına döndüler."
Süddî dedi ki: Yani fitneye döndüler. Buna göre mana şöyle olur: "Bu putlara ibadet etmekte
haksızlık yapan sizsiniz siz!."
Katade dedi ki: O putperest millet, müthiş bir şaşkınlığa düştü. Başlarını önlerine eğdiler ve
dediler ki: "Ey İbrahim! Bunların konuşmayacağını andolsun ki bilirsin." Böyleyken, bu işi
kimin yaptığını onlara sormamızı nasıl istersin?
İşte tam o zaman İbrahim şöyle dedi:
«O halde, Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye
taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?»
(el-Enbiyâ, 66-67.)
Bunun üzerine putperestler koşarak ona geldiler. İbrahim onlara şöyle dedi: "Yonttuğunuz
şeylere mi tapıyorsunuz?"
Yani kendi ellerinizle ağaçlardan ve taşlardan yontup dilediğiniz şekil ve biçimde
suretlendirdiğiniz bu putlara nasıl taparsınız?
"Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır."
Ayet-i kerimedeki edat-ı masdariye de olsa, mevsule de olsa mana şöyledir: Siz de, bu putlar
da yaratılmışsınız. Yaratılmış bir varlık, kendi gibi bir yaratılmışa nasıl tapar? Siz bunlara
tapacağınıza bunlar size tapsınlar, daha iyi. Aslında böylesi jie yanlış, Öylesi de. Çünkü
kulluk, sadece ortağı olmayan yaratıcıya yapılabilir ve O'na yapılmalıdır da.
«Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atın." dediler. Ona düzen
kurmak istediler, ama biz onları altettik.» (es-SâffSt, 97-98.)
Konuşamaz hale gelip mağlub oldukları için, İbrahim'le tartışmaktan vazgeçtiler.
Beyinsizlik ve taşkınlıklarından ötürü tuttukları yanlış yolu savunmak, kuvvet ve saltanatları
kullanmak için, ellerinde bir şüphe ve hüccetleri kalmadı. Şam yüce Rabb, tuzaklarını boşa
çıkardı; kendi dinini, burhanını ve kelimesini yüceltti, üstün kıldı. Nitekim buyurdu ki:
«Onlar: "Birşey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin." dediler. Biz de: "Ey
Ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol." dedik. Ona düzen kurmak istediler. Fakat biz,
onları hüsrana uğrattık.» (el-Enbiyâ, 68-70.)
Bütün imkanlarını seferber ederek her taraftan odun toplamaya başladılar. Bu iş için uzun
süre çalıştılar. Öyle ki, kadınları hastalandığı zaman: "Bu hastalıktan şifa bulursam,
İbrahim'i yakmak için odun toplamak adağım olsun." derlerdi. Sonra geniş bir araziyi
düzlediler ve topladıkları odunları bu düzlüğe istif ettiler. Ateşi tutuşturdular. Tutuşan
odunlar, emsali görülmemiş bir yangına dönüştü; alevleri göğe yükseldi. İbrahim'i de
mancınığın kefesine yerleştirdiler. Mancınığı, Kürtlerden Heyzen adlı biri yapmıştı. İlk
mancınığı yapan odur. Allah onu yere batırdı. Kıyamete dek o, yere batmaya devam
edecektir.
İbrahim'in ellerini ve ayaklarını bağlamaya başladılar. Onlar bağlarken o şöyle diyordu:
"Allahım! senden başka tanrı yoktur. Sen noksanlıklardan uzaksın. Âlemlerin Rabbisin.
Övgüler sanadır. Mülk ve hükümranlık senindir. Ortağın yoktur." İbrahim Halil (a.s.), elleri
ve ayakları bağlı olarak mancınığın kefesine konulup, oradan ateşe atılırken: "Allah bize
yeter. O ne güzel vekildir." diyordu. Nitekim Buharı de İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." Bu sözü, ateşe atıldığı sırada
İbrahim (a.s.) söylemiştir. Muhammed (s.a.v.) de, kendisine şu aşağıdaki haber verildiği
esnada böyle demiştir:
«"Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun," (Bu haber)
onların imanım artırdı da: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" dediler. Bu yüzden
kendilerine bir fenalık dokunmadan, Allah'tan nimet ve bollukla geri döndüler.» (Âi-i Imrân,
173-174.)
Ebu Ya'lâ, Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«İbrahim ateşe atılırken şöyle dedi: "Allah'ım! Sen gökte bir ve yalnızsın. Ben de yerde bir
ve yalnızım. Sana kulluk ederim!»
Seleften bazıları dediler ki: İbrahim, ateşin içine düşmezden önce, henüz havadayken
Cebrail kendisine göründü ve : "Ey İbrahim! Bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. İbrahim de:
"Sana ihtiyacım yoktur." dedi.
İbn Abbas ile Said b. Cübeyr'in şöyle dedikleri rivayet edilir: İbrahim, ateşin içine
düşmezden Önce, henüz havadayken yağmur meleği ona: "Emir aldığım anda yağmuru
salıveririm." diyordu. Allah'ın emri daha da çabuk geldi:
"Ey ateş! İbrahim'e serin ve zararsız ol!" dedik. Ebu Talip oğlu AH dedi ki: Yani "Ey ateş!
İbrahim'e zarar verme!"
İbn Abbas ile Ebu’1- Aliye dediler ki: Şayet Cenâb-ı Allah, "İbrahim'e zararsız ol!"
demeseydi, o zaman da şiddetli soğuk, İbrahim'e eza verirdi. Kabü'l-Ahbar dedi ki: O gün y
er yüzün dekiler ateşten yararlanamamışlardı. Ve Hz. İbrahim'i bağlayan ipten başka yanan
bir şey olmamıştı.
Dahhâk dedi ki: Rivayet olunduğuna göre Cebrail de, İbrahim (a.s.) ateşe atılırken beraberin
de ymiş. İbrahim'in alnındaki terleri siliyor-muş. Ateş, ancak terletecek kadar İbrahim'e tesir
edebilmiş.
Süddî dedi ki: Ateşe atılırken İbrahim (a.s.)'in yanında gölge meleği de vardı. Ateş
çukurundaydı, etrafı da ateşti. Ama o, ateşin ortasında yemyeşil bir bahçenin içindeydi. Halk
ona bakıyor, ama ona ulaşamıyor-lardı. O da, bulunduğu yerden çıkıp onlara gidemiyordu.
Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet edilir: En güzel sözü İbrahim'in babası
söylemiştir. Oğlunu o halde görünce: "Ya İbrahim! Senin Rabbin ne güzel bir Rabdır!"
demişti.
İbn Asakir, İkrime'den rivayet etti ki: İbrahim'in anası, oğluna baktı ve şöyle seslendi:
'Yavrucuğum! Sana gelmek istiyorum. Allah'a dua et de, beni çevrendeki ateşin
sıcaklığından korusun." İbrahim evet deyince anası ona doğru yürümeye başladı. Ateşin
sıcaklığı ona dokunmadı. Oğluna ulaştığında onu bağrına basıp öptü ve geri döndü.
Minhal b. Amr'm şöyle dediği rivayet edilir: Bana gelen habere göre ibrahim (a.s.) orada
kırk, ya de elli gün kalmış ve şöyle demiş: "Orada geçirdiğim günlerle geceler kadar güzel
ve rahat bir yaşantım olmamıştı. Bütün hayatımın orada geçmesini isterdim." Allah'ın salatü
selamı onun üzerine olsun.
Onu yenmek istediler, perişan oldular. Yükselmek istediler, alçal-dılar. Galip gelmek
istediler, mağlub oldular. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:
«Ona düzen kurmak istediler, fakat biz onları hüsrana uğrattık.» (el-Enbiyâ,
70.)
Başka bir ayette de, "Ama biz onları altettik." denilmektedir. (es-Sâffât, 98.)
Evet.. Kazançları sefillik ve hüsran oldu. Bu, onların bu dünyadaki kazançlarıydı. Ahirette
ise, onları yakacak olan ateş ne serin, ne de zararsız olacaktır. Orada güven, emniyet ve
esenlik de bulamayacaklardır. Tam tersi, tıpkı Cenâb-ı Allah'ın dediği gibi olacaktır:
«Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır.» (el-Furkân, 66.)
Buharı, Ümmü Şüreyk'ten rivayet etti ki: «Rasûlullah (s.a.v.), zehirli kelerin öldürülmesini
emretti ve şöyle buyurdu: "Çünkü o, tutuş- ' turmak için İbrahim'in ateşine üflüyordu."»[6]
İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ömer'in azatlısı Nafî'den rivayet ediyor: Hz. Aişe bana haber
verdi ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «"Zehirli keleri öldürün. Çünkü o,
tutuşturmak için İbrahim'in ateşine üflüyordu." Aişe de onları öldürüyordu.»[7]
İmam Ahmed b. Hanbel, Nafî'den rivayet etti ki: Kadının biri Aişe (r.a.)'nin odasına girdi.
Odada, dikili bir mızrak gördü. "Bu mızrak da neyin nesi?" diye sordu. Aişe (r.a.): "Bununla
zehirli kelerleri öldürüyoruz.» dedi, sonra da Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söyledi:
«İbrahim ateşe atıldığında, hayvanların tümü ateşini söndürmek-için uğraşıyorlardı. Yalnız
zehirli keler, tutuşturmak için, İbrahim'in ateşine üflüyordu.»[8]
İmam Ahmed b. Hanbel, Nafi'den naklen, Fakih b. Muğire'nin azatlısı Sümame'nin şöyle
dediğini rivayet etti: "Aişe'nin odasına girdim. Odasında, bir tarafa konulmuş bir mızrak
gördüm." "Ey mü'minlerin anası! Bu mızrakla ne iş görüyorsun?" diye sordum. Şu cevabı
verdi: "Bu, şu zehirli kelerler içindir. Bununla onları öldürüyoruz, Rasûlullah bize demişti
ki:
"İbrahim ateşe atıldığında, yeryüzündeki hayvanların hepsi onun ateşini söndürmek için
çabalıyorlardı. Yalnız zehirli keler, tutuşturmak için İbrahim'in ateşine üflüyordu."
Rasûlullah (s.a.v.) bize de, zehirli kelerleri öldürmemizi emretti."[9]
Zayıf Bir Kul Olduğu Halde Mütekebbirlik Elbisesine Bürünerek Rablık
İddiasında Bulunan Ve Yüce Allah İle Boy Ölçüşmek İsteyen Nemrud'la
İbrahim (A.S.)'İn Münazarası
Yüce Allah buyurdu İd:
«Allah kendisine hükümranlık verdi diye, İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin
mi? İbrahim: "Rabbim, dirilten ve öldürendir." demişti. "Ben de diriltir ve öldürürüm.» dedi.
İbrahim: "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene"dedi. İnkar
eden şaşırıp kaldı. Allah, zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.» (el-Bakara,258.)
Yüce Allah, dostu İbrahim'in, kendini Rab yerinde gören zorba ve asi hükümdarla yaptığı
münazarayı anlatıyor. İbrahim (a.s.), o zorba hükümdarın delillerini boşa çıkarmış;
bilgisizliğinin çokluğunu, aklının kıtlığını ortaya koymuştu. Kuvvetli delillerle onu
susturmuş, doğru ve delilli geniş yolu ona izah edip göstermişti.
Tefsircilerle diğer neseb ve rivayet uleması dediler ki: Ayette sözü edilen hükümdar, Babil
kralı Nemrud'tur. Babasının adı, Kuşoğlu Kenan'dır. Kuş, Şam'ın oğludur. Sam da Nuh
(a.s.)'un oğludur.
Mücahid ve diğerleri dediler ki: Nemrud, dünyaya hükmeden bir kı-raldı. Anlatıldığına göre
dünya hükümdarları dört tanedir. Bunların ikisi mü'min, ikisi de kafirdir. Mü'min olanlar,
Zülkarneyn ile Süleyman'dır. Kafir olanlarsa, Nemrud ile Buhtü'n-Nasr (Nabokodonasser)'
dır.
-Rivayetlere göre Nemrud, 400 sene hüküm sürmüş; azgınlık ve taşkınlık yapmış, Allah'ın
buyruğundan çıkıp zorbalık yapmış ve dünya hayatını ahirete tercih etmiştir. İbrahim
peygamber onu, bir ve ortaksız olan Allah'a kulluk etmeye çağırdığında cahilliği, sapıklığı
ve tûl-i emel sahibi oluşu onu, yaratıcıyı inkara sevketmiş, bu konuda İbrahim'le tartışmaya
girişmiş, Rablık iddiasında bulunmuştu. İbrahim peygamber: "Rabbim dirilten ve
öldürendir." dediğinde, «Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti.
Katade, Süddî ve Muhammed b. İshak dediler ki: Nemrud, ölüm cezaları kesinleşmiş iki
adamı huzuruna getirterek, birinin öldürülmesini, diğerinin de serbest bırakılmasını
emretmekle; güya birini öldürmüş, diğerini diriltmiş gibi oldu. Elbette bu davranışı İbrahim
peygamberin sözüne bir cevap sayılmazdı. Zira Nemrud'un sözü, konu dışı olup bir göz
boyama ve saptırmadan ibaretti. Bu gerçekte tartışmadan çekilmedir.
İbrahim Halil (a.s.), canlılara hayat verme ve onları öldürme gibi cereyan eden olayları
göstererek, kainatın yaratıcısının varlığına ilişkin deliller ortaya koymuştu. Bu olup bitenler,
kendiliklerinden olmayıp mutlaka bir yaratıcıya istinad etmek zorundaydılar. Gözlerimizle
müşahede ettiğimiz varlıkları yaratıp hizmetimize boyun eğdiren, gezegenleri fezada
yüzdüren; rüzgarları, bulutları ve yağmurları semada hareket ettiren; gözlerimizle ayan
beyan gördüğümüz şu kadar canlıyı yaratıp yaşatan, sonra da öldüren bir failin mevcud
olması zorunludur. Bu nedenle İbrahim (a.s.): "Benim Rabbim, dirilten ve öldürendir." demişti.
Ama o cahil hükümdar: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. Gözlerle müşahede
edilen olayların failinin kendisi olduğunu söylemiş, büyüklük taslayarak inatçılık etmişti. İki
ölüm mahkumunu huzuruna getirterek birini öldürme, diğerim serbest bırakma emrini
vermekle, İbrahim (a.s.)'in sorusuna cevap vermiş sayılmadı. Çünkü bu hareketiyle,
İbrahim'in delilini çürütememiş, onun inancına karşı bir delil ileri süre-memişti.
O hükümdarın bu münazarada mağlub olduğunu orada bulunanların çoğunluğu belki
farkedememişti. Bu nedenle İbrahim (a.s.), yaratıcının varlığını açıklayan, Nemrud'un
iddiasını boşa çıkaran ve onun yenik düştüğünü açıklıkla ortaya koyan bir başka delil Öne
sürdü:
İbrahim: "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor. Sen de batıdan getirsene." dedi. Yani
hizmetimize boyun eğdirilmiş olan bu güneş; yaratıcısının, gökte yüz durucusunun ve
kontrol altında bulunduranın disipline ettiği gibi her gün doğudan doğuyor. Onu kontrol
altında tutan, herşeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka tanrı yoktur. İddia ettiğin gibi dirilten ve
öldüren bir kimse isen, şu güneşi batıdan doğdursana! Çünkü dirilten ve öldüren bir kimse,
dilediği her işi yapar ve hiç bir engelle karşılaşmaz; hiç bir güç tarafından da mağlub
edilemez. Aksine, herşeyi emri ve hakimiyeti altına alır. İddia ettiğin gibi bir tanrı isen,
haydi bu işi yap bakalım. Yapamazsan, demek ki iddia ettiğin gibi biri değilsin. Sen ve
herkes pekala biliyorsunuz ki, sen bu işin üstesinden gelemezsin. Bırak şu işi de, bir
sivrisineği bile yaratmaktan veya ona galip gelmekten acizsin!
Hz. İbrahim, onun sapıklığım, cahilliğini, yalan iddiada bulunduğunu, tuttuğu yolun
yanlışlığını; bu iddialarıyla, cahil kavmi yanında caka sattığını açıkladı. Nemrud'un,
İbrahim'e verecek cevabı kalmamıştı. Susmuş, konuşmaktan kesilmişti.
"İnkar eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez."
Süddî'nin anlattığına göre bu münazara, ateşten çıktığı gün İbrahim ile Nenırud arasında
cereyan etmiştir. O güne kadar ikisi bir araya gelmiş değildi. O gün bir araya gelerek
tartışmışlardı.
Abdürrezzak'ın, Zeyd b. Eslem'den rivayet ettiğine göre Nemrud'un yanında yiyecek
maddesi vardı. Halk, erzakım almak için onun yanına geliyordu. İbrahim de bir grup insanla
birlikte erzak almak için Nemrud'un yanına geldi. O güne kadar İbrahim (a.s.), Nemrud'la
bir araya gelmiş değildi. Aralarında mezkur tartışma cereyan etti. Diğerlerine verdiği halde
İbrahim'e azık vermedi. İbrahim, erzak almadan Nemrud'un yanından çıkıp gitti. Evine
yaklaştığında bir toprak yığınına yöneldi. Her iki çuvalını da toprakla doldurdu. "Eve
vardığımda ailemi, içinde toprak bulunan bu çuvallarla oyalarım." demişti. Eve varınca yükünü
indirdi, yatağına girip uyudu.
Öte taraftan karısı Sare, çuvallara yöneldi, her iki çuvalın da güzel yiyeceklerle dolu
olduğunu gördü. Çuvaldan çıkardıklanyla yemek yaptı.
İbrahim uyandığında, yaptıkları yemeği görünce: «Bu yemek size
nereden geldi?." diye sordu. Zevcesi Sare: "Çuval içinde getirdiğin yiyeceklerle yaptım.»
deyince İbrahim, bunun yüce Allah tarafından kendilerine ihsan edilen bir rızık olduğunu
anladı.
Zeyd b. Eşlem dedi ki: Cenâb-ı Allah o zorba hükümdara, kendisini imana çağıran bir melek
gönderdi. Ama o, meleğin çağrısına olumlu cevap vermedi. Melek ikinci defa geldi; Nemrud
yine olumlu cevap vermedi. Melek üçüncü defa geldiğinde yine olumlu cevap alamayınca
Nem-rud'a: "Sen ordunu topla. Biz de ordumuzu toplayalım!" dedi. Bunun üzerine Nemrud,
gün doğumu esnasında askerlerim ve ordusunu topladı. Cenâb-ı Allah ta ona karşı
sivrisinekler ordusunu gönderdi. Sivrisinekler o kadar çoktu ki, güneş görünemiyordu. Bu
orduyu Cenâb-ı Allah, Nemrud'a ve askerlerine saldırttı. Onların etlerim ve kanlarını
yediler; çıplak kemiğe dönüştürdüler. Bu sivrisineklerden biri Nemrud'un burun deliğinden
içeri girdi ve beynine yerleşti. Orada tam 400 sene kaldı. Cenâb-ı Allah bu sinekle onu
azablandırdı. Bu süre boyunca, ta ölünceye kadar, acısını dindirmek amacıyla kafasına
külünkle vurulurdu. [10]
İbrahim Halil (A.S.)'İn Şam'a Göçü, Mısır Diyarına Girişi Ve Kudüs'e
Yerleşmesi
Yüce Allah buyurdu ki:
«Bunun üzerine Lut ona inandı ve (ibrahim): «Doğrusu ben Rabbim-min dilediği yere hicret
ediyorum, O, şüphesiz güçlüdür, Hakimdir."
dedi.» (el-AnkebÛt, 26.)
«Onu da, Lut'u da, âlemler için kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık. İbrahim'e, buna
ilaveten îshak ve Yakub'u da verdik. Her birini iyi kimseler kıldık. Onları, buyruğumuz
altındaki insanları doğru yola götüren önderler yaptık. Onlara, iyi işler yapmayı, namaz
kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden kimselerdi.» (el-Enbiyâ, 70-73.)
İbrahim (a.s.) rızay-ı ilahî uğruna milletini terk edip aralarından çıktı, göçüp gitti. Karısı
kısırdı. İbrahim (a.s.)'in çocuğu yoktu. Kardeşi Haranın oğlu Lut'u yanına almıştı. Bundan
sonra Cenâb-ı Allah ona sa-lih evlatlar bahşetti. Onun soyuna kitap ve peygamberlik verdi.
İbrahim'den sonra gelmiş olan peygamberler, hep onun soyundandırlar. Yine ondan sonra,
gökten her hangi bir peygambere inmiş olan ilahî kitaplar, onun soyundan ve zürriyetinden
olan bir kimseye inmiştir ki, bu da İbrahim'e Allah tarafından bahşedilen bir hil'at ve
ikramdır. Çünkü o ailesini, akrabalarını ve yurdunu terketmiş; kutlu ve yüce Rabbine ibadet
edebileceği, halkı ona davet edebileceği bir beldeye hicret etmişti. Hicret için seçtiği hedef,
Şam'dı.
Şam için Cenâb-ı Allah: "Alemler içinde kutsal kıldığımız yer.» demiştir. Bunu Ubeyy b.
Ka'b, Ebü'l-Aliye, Katade ve diğerleri söylemişlerdir.
Avfi, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Alemler için kutsal kıldığımız yer"
ayetiyle kastedilen yer, Mekke'dir. Hiç mi şu ayeti duymadın?:
«Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, âlemler için mübarek ve hidayet sebebi olan
Ka'be'dir.» (Âi-i Imrân, 96.)
Önceki sayfalarda da Ehl-i Kitap'tan naklettiğimiz gibi İbrahim (a.s.); kardeşi oğlu Lut,
kardeşi Nahur, kendi zevcesi Sare ve kardeşinin hanımı Melka ile birlikte Babil diyarından
çıkmış, Harran'a gelip yerleşmişti. Babası Tareh, Harran'da ölmüştü.
Süddî dedi ki: İbrahim, Lut'u da beraberine alarak Şam'a doğru hareket etti. Sare ile
-karşılaştı. Harran melikinin kızı olan Sare, milletinin dinini eleştirmişti. (Sabiîliğe karşı
çıkmıştı.) Bu inancım değiştirmemesi şartıyla onunla evlendi. Bu haberi (İbn Cerir) rivayet
etmiştir. Meşhur görüşe göre Sare, İbrahim'in amcası Haranın kızıdır. Harran kelimesi de
onun adına nispet edilmiştir.
Sare'nin, İbrahim'in kardeşi Haran'ın kızı ve Lut'un da kız kardeşi olduğunu söyleyen kimse,
bilgisizce konuşmuş olur. O zamanlar kardeş kızı ile evlenmenin meşru olduğunu iddia eden
kimsenin, bu sözünün delili yoktur. Bazı Yahudi bilginlerinden nakledildiği gibi faraza o zaman
böyle bir evlenme meşru olsaydı bile, bir peygamber böyle bir evliliğe kesinlikle
girmezdi. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Sonra meşhur görüşe göre İbrahim (a.s.), Babü'den muhacir olarak çıktığında, Sare de
beraberindeymiş. Gerçeği en iyi bilen, yüce Allah'tır.
Ehl-i Kitabın anlattığına göre İbrahim (a.s.) Şam'a geldiğinde, Allah kendisine şöyle
vahyetmiş: "Ben bu diyarı, senin ardın sıra gelecek olan halefine bırakcağım." Bunun
üzerine İbrahim (a.s.), bu nimete şükür olarak orada bir mabed inşa etti. Kubbesini Mescid-i
Aksa'mn doğusuna yönelik kurdu. Sonra da Teymün'e hareket etti- O şuralar kıtlık ve açlık
olunca Mısır'a göç ettiler.
Ehl-i Kitab, Sare ile Mısır hükümdarı arasında geçen olayı da anlatırlar. İbrahim, O'na:
"Hükümdara benim kız kardeşim olduğunu söyle", demişti. Hükümdarın uşakları, Sare'yı
Hacer'e anlatmışlardı. Sonra onları Mısır'dan çıkardı. Onlar da Teymün'e yani Kudüs
tarafına döndüler. Beraberlerinde hayvanlar, köleler ve bol miktarda mal vardı.
Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet etti: İbrahim (a.s.) yalnızca üç defa
yalan söyledi. Bunlardan ikisi Allah içindi: (Putları kırmak için bayrama gitmek istememiş)
ve "Ben rahatsızım." demişti. Bir de putları kendisi kırdığı halde "Hayır, bu işi putların şu
büyüğü
yaptı."demişti.
Bir.de günün birinde Sare ile beraberken, zorba hükümdarlardan birinin memleketine
uğramış; hükümdara, İbrahim'in beraberinde güzel bir kadın bulunduğunu söylemişler. O da
İbrahim'e adam gönderip yanına çağırtmış, kadının Mm olduğunu sormuş, o da
"Kızkardeşimdir." diye cevap vermiş, sonra da Sare'nin yanına gelerek : «Ey Sare! Yeryüzünde
seninle benden başka Allah'a inanan iki dinkardeşi yoktur. Ben de ona, bu manayı
kastederek kardeşim olduğunu söyledim. Sakın onun yanında beni yalancı çıkarma." dedi.
[11]
Hükümdar, Sare'ye haber göndererek makamına çağırttı. Sare, makama girdiğinde
hükümdar, kalkıp onu eliyle tutmak istedi ama eli kaskatı kesildi. Bunun üzerine: "Benim
için Allah'a dua et, sana zarar vermem." dedi. Sare, Allah'a dua edince hükümdarın eli açıldı.
Sonra ikinci kez yakalamak istedi. Bu defa eli daha şiddetle felç oldu. Bunun üzerine:
"Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermem:.» dedi. Sare Al- , lah'a dua edince
hükümdarın eli açıldı. Ve bazı mabeyincilerini çağırıp onlara şöyle dedi: "Siz bana bir insan
değil, şeytan getirmişsiniz. Hacer'i buna hizmetçi olarak veriyorum." dedi. Bundan sonra
Sare, İbrahim'in
yanına döndü.
İbrahim namaz kılmaktaydı. Ona: "Durumun ne merkezde?" manasında eliyle işaret yaptı.
Sare: "Allah, kafirin tuzağım başına geçirdi. Hacer'i de bana hizmetçi olarak verdi." dedi.
Ebu Hüreyre dedi ki: "Ey gök suyunun çocukları! Ananız, işte bu (Hacer) dir."[12]
Hanz Ebu Bekr el-Bezzar, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğunu söyledi:
«ibrahim sadece üç defa yalan söylemiştir. Bunların tümünü de Allah için söylemişti.
Bunlardan biri, (mabette kalıp putları kırmak için, hasta olmadığı halde) "Doğrusu, ben
rahatsızım." demesiydi. Diğeri de (putları kendisi kırdığı halde) "Hayır, bu işi putların şu
büyüğü yaptı." demesiydi. Üçüncüsü de-şudur: Bir ara o, zorba hükümdarlardan birinin
memleketinde dolaşmaktayken bir konağa uğramış, hükümdar oraya gelmiş, ona: "Buraya
bir adam indi. Beraberinde dünya güzeli bir kadın var." demişlerdi. O da İbrahim (a.s.)'e
haber göndererek, o kadının kim olduğunu sormuş, İbrahim de, "Benim kızkardeşimdir.»
demişti. Sare'nın yanma döndüğünde: "Bu zorba herif seni sordu. Ben de kızkar-deşim
olduğunu söyledim. Bu gün sen ve benden başka bir Müslüman yoktur. Sen de benim (dinî
anlamda) kızkardeşimsin. Sakın beni onun yanında yalancı çıkarma!" dedi. Sare'yi alıp
saraya götürdü. Sare huzura girince hükümdar onu tutmak için elini uzattı, ama eli dondu,
kaskatı kesildi. "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermem." dedi.
Sare dua etti; hükümdarın eli açıldı. Fakat yine elini uzatıp Sare'yi yakalamak istedi. Bu
defa eli, öncekine nispetle daha ağır biçimde tutuldu. Sare'ye: «Benim için Allah'a dua et,
sana zarar vermem." dedi. Sare dua etti; eli açıldı. Bu hal üç kez tekrarlandı. Sonunda en
küçük rütbeli mabeyincisini çağırdı ve: "Sen bana bir insan getirmemiş, bir şeytan getirmişsin.
Onu buradan çıkar ve kendisine Hacer'i ver." dedi.
Sare, İbrahim'in yanına döndüğünde İbrahim namaza durmuştu. Zevcesinin geldiğini
duyunca namazı bırakıp: "Durumun ne merkezde?» diye sordu. Sare de: "Allah, zalimin
tuzağını boşa çıkardı ve Hacer'i bana hizmetçi olarak verdi." dedi.[13]
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: «İbrahim sadece üç defa yalan söylemiştir. (Putperest kavminin) tanrılarına
ibadete çağrıldığında: "Ben rahatsızım," demişti. (Putları kırdığında, bunu kendisinin mi
yaptığı sorulduğunda) "Hayır, işte şu büyükleri bu işi yaptı." demiştir. Bir de Sare için, "O
benim kızkardeşimdir." demişti.»
Zorba hükümdarlardan birinin kasabasına girmişti. Denildi ki: "İbrahim bu gece dünya
güzeli bir kadınla kasabaya geldi." Hükümdar ona haber salarak huzuruna getirtti,
"Beraberindeki bu kadın kimdir?" dedi. İbrahim: "Kızkardeşimdir." deyince, Hükümdar:
"Onu bana gönder." diye buyruk verdi. İbrahim, Sare'yi ona gönderdi; gönderirken de: "Sözümü
yalanlama. Ona, seninle bacı - kardeş olduğumuzu söyledim. Çünkü yeryüzünde
seninle benden başka mü'min yoktur." diye tenbihatta bulundu.
Sare huzura girince o zorba hükümdar kalkıp onu yakalamak istedi. Sare de dönüp abdest
aldı ve namaza durdu. Sonra da şöyle dua etti: "Allahım! Sana ve peygamberine iman
getirdiğimi, uçkurumu kocamdan başkasına açmadığımı biliyorsan - ki biliyorsun - şu kafiri
bana musallat eyleme!" Bu dua üzerine Cenâb-ı Allah onu yere batırdı. O da ayaklarıyla
tepinmeye başladı. Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Sare şöyle
dedi: "Allahım! Eğer bu herif ölürse, onu benim öldürmüş olduğum söylenir." Sare'nin
böyle demesi üzerine zorba hükümdar, yere batmaktan kurtuldu. Sonra tekrar kalkıp Sare'yi
yakalamak istedi: Sare de dönüp abdest aldı ve namaza durdu; şöyle dua etti: "Allahım!
Sana ve peygamberine iman getirdiğimi, uçkurumu kocamdan başkasına açmadığımı
biliyorsan - İd biliyorsun - şu kafiri bana musallat eyleme!". Bu dua üzerine Cenâb-ı Allah
onu yere batırdı. O da ayaklarıyla tepinmeye başladı. Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Sare
şöyle dedi: "Allahım! Eğer bu herif Ölürse, onu benim öldürmüş olduğum söylenir".
Sare'nin böyle demesi üzerine zorba hükümdar, yere batmaktan kurtuldu. Üçüncü veya
dördüncü kez de. bu işi tekrarladığında, adamlarını şöyle azarladı: "Siz bana ancak bir
şeytan göndermişsiniz. Bunu yine İbrahim'e götürün ve Hacer'i de kendisine verin".
Sâre eve döndü ve İbrahim'e şöyle dedi: "Duydun mu? Allah, kafirlerin tuzağını boşa
çıkardı ve doğurgan bir kadın, (Hacer'i) de hizmetçi olarak (bize) verdi".[14]
İbn Ebi Hatim, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.) İbrahim
peygamberin üç sözüyle ilgili olarak şöyle konuştu: îb-, rahim'in söylediği sözlerin her
kelimesi, Allah'ın dininde helaldir. "Ben rahatsızım." demişti. Bir defasında da: "İşte şu
büyükleri, bu işi yaptı.» demişti. Zevcesini elinden almak isteyen hükümdara da, zevcesi
için; "O, benim kızkardeşimdir." demişti.
İbrahim, "kardeşimdir" derken din kardeşi olduğunu kastederek söylemiştir. Zevcesi
Sare'ye: "Yeryüzünde seninle benden başka mü'min yoktur." derken de, seninle benden
başka mü'min karı-koca yoktur, demeyi kasdetmişti. Yoksa peygamber olan Lut (a.s.) da bir
mü'min olarak beraberlerinde bulunuyordu, ama o evli değildi o zamanlar.
İbrahim (a.s.), zevcesini zorba hükümdara gönderdikten sonra kalkıp yüce Allah'ın
huzurunda elpençe durup namaz kılmaya başladı. Zevcesinin ırzını korumasını ve hanımının
namusuna kem gözle bakan o hainin şerrini savmasını Allah'tan diledi. Sare de kocasının
yaptıklarını yaptı.Tanrı düşmanı o zorba hükümdar, Sare'ye kötülük yapmak istediğinde o,
hemen abdest alıp namaza durdu. Yukarıda naklettiğimiz sözlerle Rabbine yalvarıp dua etti.
Bu nedenle Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«Sabır ve namazla yardım dileyin.» (ei-Bakara, 153.)
Evet.. Böyle yaptığından ötürü Allah onu, kulu ve elçisi, sevgilisi ve dostu İbrahim'in ismeti
için koruyup muhafaza etti.
Bazı âlimler, üç kadının peygamber olduğunu söylemişlerdir. Bunlar da Sare, Meryem, bir
de Musa peygamberin anasıdır. Allah'ın selamı üzerlerine olsun. Cumhur-u ulemaya göre
bunlar, Allah'ın rızasına ermiş olan doğruluk ve hidayet erbabı kadınlardır.
Bazı eserlerde gördüm ki Cenâb-ı Allah, o zorba hükümdarın sarayına gitmekte olan Sare ile
İbrahim'in arasındaki perdeyi kaldırmış. Sare saraya gidip dönünceye kadar İbrahim hep onu
görmüştü. Hükümdarın yanında karşılaştığı durumları, Allah'ın onu hükümdardan, nasıl
koruduğunu hep izlemişti ki kalbi rahatlasın ve gönlü de tam ferahlayıp gözü aydınlansın.
Dindarlığından, kendisine yakınlığından ve göz alıcı güzelliğinden ötürü, İbrahim onu çok
seviyordu. Havva'dan sonra o zamana kadar, onun derecesinde güzel bir kadın
görülmemişti. Allah ondan razı olsun. Övgü ve minnet Allah'adır.
Bazı tarihçilerin anlattığına göre o Mısır Firavun'u, zulmüyle meşhur olan hükümdar
Dahhak'm kardeşiymiş. Kardeşinin maiyetinde Mısır'da valilik yapıyormuş. Adının Sinan b.
Ulvan b. Uveyc b. îmlak b. Lavuz b. Sam b. Nuh olduğu söylenir. "Tîcan" adlı eserde İbn
Hişam der ki: Sare'yi elde etmek isteyen o zorba hükümdar, Amr b. İmru'1-Kays b. Maylon
b. Sebe' idi. Mısır'da hüküm sürüyordu.
Bunu Süheylî nakletmiş tir. Doğruyu Allah bilir.
Sonraları İbrahim (a.s.) yanma bol miktarda mal, davar ve köle alarak, Mısırlı kıbtî Hacer de
kendilerine eşlik ederek, Mısır'dan çıkıp Tey-mün'e gittiler. Teynıün, Kudüs ve çevresidir.
Bundan sonra Lut (a.s.), bu bol miktardaki malın içinde bulunan kendi malını İbrahim
(a.s.)'in emri üzerine alıp Gur-ı Zağr denen ülkeye göçtü. O ülkenin Sedum adlı beldesine
inip yerleşti.[15] Sedum, o zaman çevredeki beldelerin başkenti idi. Halkı çok şerli, ahlaksız
ve inançsızdı.
Cenâb-ı Allah, İbrahim Halil (a.s.)'e vahyetti. Kuzeyden güneye, doğudan batıya, her tarafa
gözü alabildiğince bakmasını emretti ye görebildiği bu toprakları kendisine ve kendisinin
soyundan kıyamete kadar gelecek olan haleflerine mülk olarak vereceğini, zürriyetini toprak
gibi çoğaltacağını müjdeledi. Bu müjde, Muhammed ümmetine de ulaşmıştır. Bu müjde,
bizde olduğu kadar diğer ümmetlerde böylesine tekemmül etmiş değildir. Rasûlullah
(s.a.v.)'m şu kavli şerifi de bunu teyid etmektedir:
«Doğrusu Cenâb-ı Allah, yeryüzünü toplayıp gözümün önüne getirdi. Doğusunu ve batısını
gördüm. Ümmetimin mülkü (ve hakimiyeti), dürülerek gözümün önüne getirilmiş olan
yerlere kadar ulaşacaktır.»
Dediler ki:Bir grup zorba, Lut (a.s.)'a saldırarak onu esir ettiler. Malını alıp davarlarını
önlerine kattılar; sürüp götürdüler. Bundan haberdar olan İbrahim Halil (a.s.), 318 kişilik bir
kuvvetle bu zorba grubun üzerine yürüdü; Lut (a.s.)'u onlardan kurtardı, malını geri aldı,
Allah ve rasûlünün düşmanlarından bir çoğunu öldürdü, onları hezimete uğratti, kaçanları
takibe koyuldu, nihayet Şam'ın kuzeyine vardı. Şam'ın dışında Berze denen yerde,
zannedersem Makam-ı İbrahim'de ordugah kurdu. İbrahim Halil (a.s.)'in askerleri orada
ordugah kurduğu için oraya Makam-ı İbrahim denmiştir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Sonra İbrahim Halil (a.s.), mansur ve muzaffer olarak ülkesine döndü. Kudüs ve
çevresindeki beldelerin emirleri, boyun büküp ikramlarda bulunarak ve de ağırlayarak onu
karşıladılar. O da Kudüs'e yerleşti. Allah'ın salat-ü selâmı onun üzerine olsun. [16]
Hacer Hanımın İsmail (A.S.)’i Doğurması
Ehl-i Kitap dediler ki: İbrahim peygamber Allah'tan iyi bir evlat istedi. Allah da ona, böyle
bir evlat vereceğini müjdeledi. İbrahim'in Kudüs'te ikameti yirmi yılı bulunca Sare ona
şöyle dedi: "Rabbim beni çocuksuz bıraktı. Şu cariyem Hacer'le gerdeğe gir, belki onun
aracılığıyla Allah beni evlat sahibi kılar".
Sare, cariyesi Hacer'i kendisine bağışlayınca İbrahim onunla gerdeğe girdi. Hacer hamile
kaldı. Hamile kalınca da büyüklenmeye ve hanım efendisine caka satmaya başladı. Sare,
onun bu tavırlarına katlanamadı; Onu İbrahim'e şikayet etti! İbrahim de: "Ona ne
istersenyap!" dedi. Hacer, korkup evden kaçtı ve o çevrede bulunan bir pınarın yanına vardı.
Meleklerden bir melek ona dedi ki: "Korkma! Karnında taşımakta olduğun şu oğlanı Allah
hayırlı bir evlat yapacaktır." Böyle dedikten sonra, evine dönmesini emretti ve bir oğlan
çocuğu doğuracağını, adını İsmail koyacağını, emsalsiz bir insan olacağını, herkese
hükmedeceğini, herkesin idaresinin onunla olacağını, kardeşlerinin beldelerinin tümünde
onun hükmünün yürüyeceğini de Hacer'e müjdeledi. Bunun üzerine Hacer, onur ve üstünlük
sahibi yüce Allah'a şükretti.
Bu müjde, onun torunu Muhammed (s.a.v.)'in üzerinde tam tanıma gerçekleşmiştir.
Muhammed (s.a.v.), bu müjde ile bütün Araplara hükmetmiş, doğuda ve batıda bulunan
ülkelere sahib olmuştur. Allah ona, önceki ümmetlerden hiç birine vermediği kadar faydalı
ilim ve salih amel vermiştir. Bu ümmet, çok yararlı işler yapmış ve hayırlı faaliyetlerde
bulunmuştur. Şüphesiz bu da, bu ümmetin peygamberinin diğer peygamberlerden daha
üstün olması, risaletinin bereketi, elçiliğinin uğuru, getirdiği düzenin mükemmelliği ve
bütün insanlık için gönderilmiş bir peygamber olması sayesinde mümkün olmuştur.
Hacer hatun, pınarın yanından kalkıp eve döndüğünde İsmail'i doğurdu. O zaman İbrahim'in
seksenaltı yaşında olduğu, ondan onüç sene sonra da îshak'm doğduğu söylenir.
İsmail doğunca Cenâb-ı Allah, İbrahim'e, Sare'nin de İshak'ı doğuracağını müjdeledi. Bunun
üzerine İbrahim secdeye kapanıp Rabbine şükranlarını sundu. Rabbi de ona şöyle dedi:
"İsmail'le ilgili dileğini yerine getirdim. Onu mübarek bir insan kıldım. Onun soyunu
gerçekten çoğaltmayı takdir ettim. Onun soyundan on iki büyük insan doğacaktır. Onu
büyük milletin reisi yapacağım."
Bu sözler de bu büyük ümmet için bir müjdedir. O, oniki büyük insan da oniki Hulefa-i
Raşidin'dir İd onlar da, Abdül, Melik b. Umeyr'in, Cabir b. Semure'den rivayet ettiği şu
hadiste müjdelenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
«Oniki emir olacaktır. Babama, ne dediğini sordum. Dedi ki: "O emirlerin hepsi de Kureyş
(soyun) dan olacaktır." dedi.»
Bir başka rivayette de şöyle buyurulmuştur: «Bu ümmetin idaresi, oniki emîr hüküm
sürünceye kadar yolunda - ya da güçlü - olacaktır. O emirlerin hepsi de Kureyş (soyun) dan
olacaktır.»[17]
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ömer b. Abdülaziz ile Abbas oğullarından bazıları bu on iki
emirdendirler. Bu on iki halifenin sadece bir dizi olmaları kastedilmiş değildir. Bilakis
onların mevcudiyetleri zorunludur. Bu on iki halifeden maksat, Rafızi inancına göre Hz. Ali
ile başlayıp Sanıarra mağarasında yeraltında bekleyen Muhammed b. Hasen el Askerî ile
nihayete eren on iki imam değildir. Çünkü bunların arasında; savaşı terkedip idareyi
Muaviye'nin eline bırakan, böylece fîtne ateşini söndürerek, Müslümanlar arasında
dönmekte olan savaş değirmenin döner taşını durduran Hz. Ali ile oğlu Hasan dan daha
faydalı bir kimse yoktur. Reaya topluluğunun geri kalan kısmmınsa herhangi bir işte millete
hükmetmeleri mümkün değildir. îmamiye'nin, İmam Aske-rî'nin Samarra'da yer altındaki bir
mağarada beklediğine inanması ise, kafalardaki bir hevesten ve nefislerdeki bir hezeyandan
ibarettir. Bunun hakikati, aslı yoktur.
Hacer hatun, İsmail'i doğurduğunda Sare onu kıskanmış; İbrahim'den onu, kendisinin
görmeyeceği uzak bir yere götürmesini istemişti. İbrahim de Hacer'i ve oğlunu alıp
yolculuğa çıkmış, bu günün Mekke-si olarak bilinen yere götürüp onları bırakmıştı. İsmail,
o zaman henüz süt emme çağmdaydı. İbrahim onları bırakıp ta ardını dönerek geri gelmeye
kalkınca, Hacer hemen ardına düştü ve elbisesine tutunarak; "Ey İbrahim! Yanımızda
bakacak kimsemiz olmadığı halde, bizi yalnız başımıza bırakıp da nereye gidiyorsun
böyle?" dedi. İbrahim cevap vermedi. Hacer, sorusunu tekrarladı; İbrahim'in cevap
vermediğini görünce, bu defa da: "Böyle yapmanı Allah mı sana emretti?" diye sordu.
İbrahim, "Evet..." diye cevap verince, Hacer: "Eğer öyleyse Allah bizi telef etmez!." dedi.
Şeyh Muhammed b. Ebi-Zeyd (r.a.), "Nevadir" adlı kitabında dedi ki: Sare, Hacer'e
öfkelendi, onun üç organını kesmeye yemin etti. Bunun üzerine İbrahim (a.s.) ona, Hacer'in
iki kulağını delmesini ve sünnet etmesini emretti. Böylece yemini, yerini bulmuş olacaktı.
Süheylî dedi ki: Kadınlardan ilk sünnet olan, kulağını ilk deldiren ve eteğini ilk uzatan,
Hacer hatundur. [18]
İbrahim (A.S.)'În Oğlu İsmail Ve İsmail'in Anası Hacer'le Birlikte Mekke'deki
Faran Dağlarına Hicret Etmesi Ve Orada Şerefli Beytullah'ı İnşa Etmesi
Buharı, îbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediğim rivayet etti: Önceki devirlerde ilk olarak kuşak
bağlayan kadın, İsmail'in anasıdır. Arkasını Sare'ye göstermemek için beline kuşak
bağlamıştı. Sonra İbrahim onu ve emzirmekte olduğu oğlu İsmail'i alıp götürdü; Ka'be'nin
yanında, Zemzem kuyusunun üst tarafında, Mescid-i Haram'm yukarı kısmında Devha
denen yere bıraktı: O zaman Mekke'de kimse yoktu, su da bulunmuyordu. Onları oraya
indirdi, yanlarına da içinde hurma bulunan bir dağarcıkla, içinde birazcık su bulunan bir
kırba bıraktı.[19] Sonra İbrahim geri dönmek için kalkıp yürüdü; İsmail'in anası da peşine
takılıp şöyle dedi: "Ey İbrahim! İçinde bize arkadaşlık edecek bir kimse bulunmayan ve hiç
bir şeyi olmayan bu vadide bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?!." Bu sözünü defalarca
tekrarladığı halde, İbrahim ona dönüp bakmadı. En sonunda: "Ey İbrahim! Böyle yapmanı
Allah mı sana emretti?.» diye sordu. İbrahim, "evet" deyince, Hacer: "Öyleyse Allah bizi
telef etmez." dedi ve sonra geri döndü. İbrahim de geri dönüş yoluna koyuldu ve onların
kendisini göremiyeceği bir tepeye vardı. Orada Ka'be'ye yönelerek ellerim semaya kaldırdı
ve şöyle dua etti:
«Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kalabilmeleri için, senin kutsal evinin
yanında, çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir.
Şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır.» (ibrahim, 37.)
Anası, İsmail'i emzirmeye başladı. Kendisi de kırbadaki sudan içiyordu. Su tükenince,
kendisi de oğlu da susadı. Çocuğunun, susuzluktan ötürü kendini yerlere vurduğunu gördü.
Bu acıklı manzarayı görmemek için, oradan kalkıp ileriye doğru koştu. Oraya en yakın
tepenin Safa tepesi olduğunu gördü. Tepenin üstüne çıktı; sonra bir kimseyi görür
umuduyla, oradan vadiye baktı, ama hiç kimseyi göremedi. Safa'dan indi; vadinin ortasına
geldiğinde bütün gücünü topladı, sonra da yorgun kimse gibi koştu ve vadiyi aştı; Merve
tepesine ulaştı; tepenin üstüne çıktı. Sonra bir kimseyi görür umuduyla etrafa göz gezdirdi,
ama hiç kimseyi göremedi. Bu yürümeyi yedi kez tekrarladı.
İbn Abbas, bununla ilgili olarak Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «İşte bu
nedenle insanlar, (hac ve umre için) Safa ile Merve arasında sa'y ederler.»
Merve tepesine çıktığında bir ses duydu. Kendi kendine "Sus" dedi sonra kulak verince aynı
sesi yine duydu ve "Senin yanında bize bir yardımcı bulunduğunu bize işittirdin." dedi. Bir
de ne görsün: Bu günkü Zemzem kuyusunun yerinde bir melek, topuğuyla - ya da kanadıyla
-toprağı kazıyor. Nihayet suyu çıkardı. Hacer de suyun etrafa akıp gitmemesi için, etrafını
toprakla çeviriyor ve eliyle toparlıyordu. Suyu avuçlayarak kırbasına dolduruyordu. O
avuçladıktan sonra su yine yerden kaynıyordu.
İbn Abbas (r.a.), Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «"Allah, İsmail'in anasına
rahmet etsin. Zemzemi kendi haline bırak-saydı - ya da Zemzemi avuçîamasaydı - akar bir
su olurdu."[20] Kendisi içti, çocuğunu emzirdi. Melek de ona şöyle dedi: "Ey Hacer! Telef
olmaktan korkma. Burada Allah'ın Beytini şu çocuk ve babası inşa edeceklerdir. Doğrusu
Allah, kendi ehlini telef etmez."»
Beyt-i Muazzam'a yerden yüksekteydi. Tepe üstünde gibiydi. Seller gelir, sağından ve
solundan alır giderdi.
Nihayet Cürhüm kabilesinden bir grup can yoldaşı veya bir aile, kuzey tarafından Mekke'ye
yöneldi. Mekke'nin alt taraflarında yerleştiler. Orada konmak üzere dolaşmakta olan bir kuş
gördüler. "Bu kuş, bir suyun üzerinde dolaşmaktadır. Oysa biz bu vadiyi susuz bir yer olarak
bilirdik." dediler; Bir ya da iki haberci gönderdiler. Haberciler Zemzem kuyusunda su
gördüler. Dönüp, su gördüklerini haber verdiler. Bunun üzerine bütün kafile oraya yöneldi.
İsmail'in anası, Zemzem suyunun yanındaydı. Ona: "Senin yanında konaklayıp
yerleşmemize izin verir misin?" diye sordular. O da: "Bu su için bizden bir hak talebinde
bulunmamanız şartıyla evet." diyerek izin verdiğini açıkladı. Onlar da "Evet." diyerek bu
şarta rıza gösterdiler.
Abdullah b. Abbas, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: İsmail'in anası
buna alıştı. O, yanında kendisine can yoldaşlığı edecek kimselerin bulunmasından
hoşlanıyordu. Cürhünılüler oraya yerleştiler. Akrabalarına haber saldılar, onlar da yanlarına
gelip yerleştiler. Böylece oraya bir kısım hane halkı yerleşmiş oldu.
Hacer'in oğlu büyüyüp delikanlılık çağına geldi. Onlardan Arapça'yı öğrendi. Büyüyünce
onları beğendi, hoşuna gittiler. Baliğ olunca da, onu kendi kızlarından biriyle evlendirdiler.
Gün geldi, İsmail'in anası öldü. İsmail'in evlenmesinden bir süre sonra babası İbrahim,
bırakmış olduğu yavrusunun durumunu incelemek üzere Mekke'ye geldi. İsmail'i bulamadı.
Karısına sordu. O da: "Bizim için azık aramaya
gitti." dedi. Sonra İbrahim (a.s.), geçimlerini ve durumlarını sordu. İsmail'in karısı: "Kötü
durumdayız. Darlık ve sıkıntı içindeyiz." diyerek hallerinden memnun olmadığını açıkladı.
Bunun üzerine İbrahim ona şu tenbihte bulundu: "Kocan geldiği zaman ona selamımı ilet ve
kapısının eşiğini değiştirmesini söyle!» dedi.
İsmail (a.s.) eve geldiğinde, evine bir insan uğradığını hisseder gibi oldu. Hanımına: "Size
uğrayan oldu mu?" diye sordu. Hanımı şöyle dedi: "Evet.. Şu ve şu vasıfta yaşlı bir adam
geldi. Seni sordu. Azık temini için dışarı çıktığını söyledim. Geçimimizi sordu. Darlık ve
sıkıntı içinde olduğumuzu anlattım.." İsmail: "Sana bir tenbihte bulundu mu?" diye sordu. O
da : "Evet.. Sana selamım iletmemi ve kapının da eşiğini değiştirmeni söylememi
tenbihledi." diyerek cevap verdi. Bunun üzerine İsmail (a.s.): " O benim babamdır. Senden
ayrılmamı bana emretmiştir. Var, babangile git." dedi ve onu boşadı. Aynı kabileden başka
bir kadınla evlendi.
Bir süre sonra İbrahim Halil (a.s.), tekrar Mekke'ye geldi. Yine İsmail'i evde bulamadı.
Hanımının yanına gelip İsmail'i sordu. Kadın: "Bizim için azık bulmaya gitti." dedi.
Durumlarını ve geçimlerini sordu. Kadın; rahat ve bolluk içinde bulunduklarını söyleyerek
yüce Allah'a hamd-ü senada bulundu. İbrahim: "Ne yersiniz?" diye sordu. Kadın: "Et yeriz."
dedi. İbrahim: «Ne içersiniz?" diye sordu. Kadın: "Su içeriz." dedi. Bunun üzerine İbrahim:
"Allahım! Onlar için eti ve suyu bereketlendir.» dedi.[21] Peygamber {s.a.v.) Efendimiz
buyurdular ki: «O zaman onlar için tahıl yoktu. Eğer tahılları olsaydı, İbrahim, tahılın da
onlar için bereketli olmasına dua ederdi.» O zaman Mekke dışındaki kimseler, sadece et ve
suyla yetinmiyorlardı.
Evet.. İsmail'in yeni zevcesinin böyle demesi üzerine İbrahim (a.s.; ona şu tenbihatta
bulundu:
"Kocan geldiğinde ona selamımı ilet ve kapısının eşiğini sağlam tutmasını kendisine söyle."
dedi.
İsmail (a.s.) eve geldiğinde karısına: "Size gelen oldu mu?" diye sordu. Karısı dedi ki:
"Evet.. Güzel suretli bir ihtiyar geldi. (Ayrıca onu övdü.) Seni sordu. Azık tedariki için
dışarıya çıkmış olduğunu söyledim. Geçimimizi sordu. Rahat ve bolluk içinde
bulunduğumuzu söyledim."
İsmail: "Sana her hangi bir tenbihte bulundu mu?" diye sordu. Karısı şu cevabı verdi. "Evet..
Sana selam söyledi ve kapının eşiğini de sağlam tutmanı sana emretti."
İsmail dedi ki: "O ihtiyar, benim babamdır. Kapının eşiği de sensin. Seni sağlam tutmamı ve
senden ayrılmamamı emretmiştir."
İbrahim, Allah'ın dilediği bir süre kadar daha bekledi. Bundan sonra Mekke'ye yine geldi.
İsmail, Zemzem kuyusuna yakın bir yer olan
Devha'nın alt tarafında, okunun ucunu keskinliyordu. Babasını görünce kalkıp yanına gitti.
Bir babanın oğluna, bir oğlun da babasına yapması gereken hareketleri yaptılar. Sonra
İbrahim şöyle dedi:
- Ey İsmail! Allah bana bir iş emretti.
- Rabbinin emrini yerine getir.
- Bana yardım eder misin?
- Evet..
- Allah, bana, şuracıkta bir ev yapmamı emretti.
Böyle derken de, etraftan birazcık yüksek olan bir yeri, yani Ka'be-i Muazzama'nın yerini
gösterdi. Bundan sonra Ka'be-i Muazzama'nm inşasına başladılar. Temelleri yükselttiler.
İsmail taş getiriyor; İbrahim de binayı kuruyordu. Bina yükselince şu taşı (Makam-ı
İbrahim'deki taşı) getirip yere koydu. Basamak yapıp üzerine çıktı. Böylelikle inşaatı devam
ettiriyor; İsmail de ona taşlan uzatıyordu. Her ikisi de şöyle dua ediyorlardı:
«Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Sen hem işitir, hem bilirsin.»(el-Bakara, 127.)
Binayı yapmaya devam ediyor, Beyt'in etrafında, «Rabbimiz, yaptığımızı kabul buyur, sen
hem işitir, hem bilirsin.» diyerek dönüyorlardı.
Abdullah b. Muhammed, İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet etti:
Ailesiyle kendisi arasında bazı hadiseler meydana gelince İbrahim, İsmail ile anasını evden
alıp götürdü. Yanlarında, içinde azıcık su bulunan bir kırba vardı. Öyle sanılır ki İbn Abbas,
bu sözleri îsrailiyattan almıştır. İçinde biraz gariplik bulunan bu ifadelerde, İsmail'in o
zaman henüz süt emmekte olduğu da anlatılmaktadır.
Tevrat ehlinin anlattıklarına göre Cenâb-ı Allah, İbrahim'e oğlu İsmail'i ve maiyetindeki
kuleleriyle diğer adamlarım sünnet etmesini emretmişti. O zaman da İbrahim (a.s.) doksan
dokuz yaşındaymış. İsmail de onüç yaşındaymış. İbrahim, Allah'ın emrine uyarak onları
sünnet etmiş. Bu da, onun bu işi bir yecibe olarak yaptığım göstermektedir. Yine bu
nedenledir ki, âlimlerin sahih kavline göre sünnet, erkekler için bir vecibedir. Nitekim bu
hüküm, yerinde de kesin olarak açıklanmıştır.
Kuteybe b. Said, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söyledi:
«İbrahim seksen yaşındayken keserle sünnet oldu.»[22]
Bazı lafızlardaysa şöyle denmiştir: "İbrahim, üzerinden seksen sene geçtikten sonra sünnet
oldu. Ve kadumla sünnet oldu". Kadum, kesici bir alet olan keserdir. Kadumun bir mevld adı
olduğunu söyleyenler de olmuştur .[23]
Ancak bu rivayette kullanılan lafızlar, sünnet olduğunda İbrahim'in seksen yaşından daha
büyük olduğuna bir mani teşkil etmezler. Çünkü Ebu Hüreyre'den rivayet edilen ve
vefatından bahseden bir hadiste Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«İbrahim, 120 yaşındayken sünnet oldu. Ondan sonra seksen yıl daha yaşadı.»
Bunu İbn Hibban, "Sahih"inde rivayet etmiştir.
Buraya kadar anlatılanlarda, boğazlanmak üzere yere yatırılan kurbanlık İsmail'den
bahsedilmedi. İbrahim (a.s.)'in Mekke'ye gelişinden de ancak üç defa bahsedildi. Birinci
gelişi, Hacer'in ölümünün ardı sıra İsmail'in evlenmesinden sonra olmuştu. Anlatıldığına
göre henüz küçücük bir çocuk iken İsmail'i Mekke'de terketmişti. Evleninceye kadar İsmail
ile anasının durumunu gelip kontrol etmemişti. Halbuki o, yolculuğa çıktığında yollar, onun
ayakları altında dürülüp kısalıyordu. Onlara giderken Burak denen hızlı bir bineğe bindiğini
söyleyenler de olmuştur. Hal böyleyken ve de zevcesiyle çocuğu sıkıntı, ihtiyaç ve şiddetli
bir geçim sıkıntısı içindeyken nasıl olurdu da onları gelip görmezdi?
Öyle sanıyorum ki bu ifadelerin bir kısmı îsrailiyattan alınmadır. Biraz da merfu rivayetler
ile süslenmiştir. İsmail'in boğazlanmak için yatırılma kıssası bu ifadelerde de
görülmemektedir. Boğazlanmak için yere yatırılanın İsmail olduğunu Saffat sûresinin
tefsirinde ispatladık. [24]
İsmail'in Kurban Edilmesi
Yüce Allah buyurdu ki:
«"İbrahim: "Doğrusu ben, Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola
eriştirir." dedi.
"Rabbim! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver." diye yalvardı. Biz de ona yumuşak huylu bir
oğlan müjdeledik. Çocuk kendisinin yanısıra yürümeye başlayınca : "Ey oğulcuğum!
Doğrusu, ben uykudayken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?" dedi; . "Ey
babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin."
dedi. Böylece ikisi de Allah'a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırmca Biz:
"Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz, iyi davrananları böylece mükafatlandırırız."
diye seslendik.
Doğrusu bu, apaçık bir deneme idi.
Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler içinde, "İbrahim'e selam olsun."
diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte iyileri böylece mükafatlandırırız. Doğrusu o, inanmış
kullarımızdan di. Ona, iyilerden olan İshak'ı peygamber olarak müjdeledik. Kendisini ve
İshak'ı mübarek kıldık. İkisinin soyunda iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine yazık
eden de vardır."» (es-Sâmu, 99-113.)
Yüce Allah bildiriyor ki: Dostu İbrahim (a.s.), kendi inançsız milletinin beldesinden göç
ettiği zaman, kendisine iyi bir evlat vermesini Rabbinden diledi. Allah ta, ona yumuşak
huylu bir oğlan çocuk vereceğini müjdeledi ki, o da İsmail (a.s.)'dir.
Çünkü o, seksenaltı yaşına gelmiş olan ibrahim (a.s.)'in doğan ilk çocuğuydu. Bütün din ve
diyanet ehli arasında bu hususta hiç bir ihtilaf yoktur. İbrahim peygamberin ilk çocuğu,
İsmail'dir.
"Çocuk, kendisinin yamsıra yürümeye başlayınca.." Yani yetişkin olup, babası gibi kendi
işine koşmaya başlayınca...
Mücahid dedi ki: "Çocuk, kendisinin yamsıra yürümeye başlayınca..." Yani yetişkin olup,
babasının yaptığı işleri kendi başına yapmaya başlayınca...[25]
İsmail yetişkin bir çocuk olunca İbrahim (a.s.), bu çocuğunu kurban etmekle
emrolunduğunu rüyasında gördü. İbn Abbas'm merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste şöyle
buyurulmaktadır:
"Peygamberlerin rüyası vahiydir." Bunu Ubeyd b. Umeyr de söylemiştir.
Bu, yüce Allah'ın, dostu İbrahim'i, çocuğunu kurban edip etmeyeceği hususunda imtihan
edişiydi. İhtiyarlık devrinde doğmuş olan bu çocuğu, kendisi için çok kıymetliydi. Rabbi, bu
çocukla anası Hacer'i; in, cin, ses ve gürültü, elcin ve davar bulunmayan çorak bir beldeye
bırakmasını emrettikten sonra, şimdi de onu, bu çocuğu kurban etmesini buyurmakla
imtihan ediyordu. İbrahim o emre uyarak, çocukla anasını o ıssız vadiye bırakmış; Allah'a
tevekkül edip güvenerek onları orada yalnız başlarına bırakmıştı. Ama Allah, o ikisine bir
çıkış kapısını aralamış, genişliğe kavuşturmuş, ummadıkları bir taraftan onları rızıklandırmıştı.
Bütün bu olup bitenlerden sonra İbrahim, biricik oğlunu kurban etme emrini de
aldıktan sonra, bu emri tek başına yapmak üzere derhal buyruğa icabet etti ve Rabbinin
fermanına itaate koştu. Sonra, çekip zorla boğazlamaktansa, daha rahatça yapsm diye bu işi
oğluna açtı:
"Ey oğulcuğum! Doğrusu ben, uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne
dersin?" dedi.
O yumaşak huylu çocuk, babası İbrahim Halil'e hemen şu cevabı verdi:
"Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap. Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu
göreceksin." Bu cevap,babaya ve kulların Rabbine itaat ifade eden çok doğru bir cevaptı.
Yüce Allah buyurdu ki:
"Böylece ikisi de Allah'a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırmca..." Ayet-i
kerimede geçen" ( ul,ı ) fiilinin, "Yüce Allah'ın emrine teslim oldular." manasına geldiği
söylenmiştir. "Alnı üzerine..." sözü de, yüzüstü yere yatırmak manasına gelir. Boğazlarken
yüzünü görmemek için, babasımn onu enseden kesmek istediği, rivayetler arasındadır. İbn
Abbas, Mücahid, Said b. Cübeyr, Katade ve Dahhak bu görüştedirler.
Bir rivayete göre İbrahim (a.s.), koyun boğazlar gibi onu yan yatırmış, böylece İsmail'in
alnının bir tarafı yere gelmiş. Bir başka rivayete göre ayet-i kerimede geçei* ( u-'ı ) fiili, şu
manaya gelir: İbrahim besmele çekip tekbir getirdi. (i)ğlu da, ölmek üzere olduğu için
şahadet getirdi.
Süddîve diğerleri dediler ki: İbrahim, bıçağı İsmail'in boğazına sürdü, ama bıçak onu
kesmedi. Denilir ki: İsmail'in boğazıyla bıçağın arasına bakır bir tabaka gerilmiş. O nedenle
bıçak kesmemiş. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
İşte tam o esnada gökten bir nida gelmiş:
"Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın." (es-Sâffât, 104-105.)
«Yani denenme ve imtihan edilmendeki amaç gerçekleşti. Rabbinin buyruğuna hemen
icabet ettin. Kurbanlık olarak çocuğunu feda ettin. Nitekim cömertlik ederek kendi bedenini
de ateşe vermiştin. Yine bunun gibi, malını misafirlere sermiştin. "Şüphesiz bu, apaçık bir
imtihan idi. Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik." (es-Sâffât, 106-107.)
Cumhur-u ulemanın meşhur kavline göre bu kurbanlık beyaz renkli, iri ve siyah gözlü,
boynuzlu bir koçtu. Onu bir kaya oyuğunun yanındaki muz ağacına bağlı olarak gördü.
İbn Abbas, bu koçun kırk yıl kadar Cennet'te otladığını söylemiştir. Said b. Cübeyr'in
anlattığına göre o koç, Cennet'te otlanırmış. Nihayet bir kaya oyuğu yarılarak içinden çıkıp
dünyaya gelmiş, üzerinde kızıl renkli yapağısı varmış, îbn Abbas der ki: İbrahim'e kaya
oyuğundan bir koç çıkıp geldi. Siyah ve iri gözlü, boynuzlu idi, meleyerek gelen bu koçu
İbrahim tutup kurban etti. Bu, Adem peygamberin oğlu Habü'in Allah'a takdim ettiği, kabul
edilmiş olan kurbandı.
Bunu îbn Ebi Hatin rivayet etmiştir.
Mücahid dedi ki: "İbrahim (a.s.), o koçu Mina'da kurban etti" Ubeyd b. Umeyr ise, Makam-ı
İbrahim'de kurban ettiğini söylemiştir.
Bu hayvanın bir oğlak olduğunu îbn Abbas'm söylemiş olduğu, rivayetler arasındadır.
Hasen'in de, bu hayvanın "cerir" adlı besili bir teke olduğunu söylediği dahi rivayetler
arasındadır ki, bu rivayetlerin ikisi de sahih değildir, diyebiliriz.
Sonra bu rivayetlerin çoğu israiliyattan alınmadır. Cereyan eden bu büyük hadisenin ve
hayretengiz imtihanın açıklığa kavuşması için yeterli miktarda Kur'ân-ı Kerim'de bilgi
vardır. İsmail'e bedel olarak İbrahim'e büyük bir kurbanlık verildiği de bu bilgiler
arasındadır. Hadiste anlatıldığına göre bu kurbanlık, bir koç imiş.
İmam Ahmed b. Hanbel, Şeybe kızı Safiye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Annem bana
dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), Osman (r.a.)'ı Ka'be'ye gönderdi." Ben de ona: "Ey Osman!
Resûlullah (s.a.v.) niçin seni çağırdı?" diye sordum. Bana cevaben, Rasûlulîah (s.a.v.)'m
kendisine şu buyruğu verdiğini söyledi:
"BenKa'be'ye girdiğimde (İbrahim'in kurban etmiş olduğu)koçun boynuzlarım gördüm.
Onları saklamanı sana söylemeyi unuttum. Şimdi sen onları sakla. Çünkü Ka'be'de, namaz
kılacak kimsenin zihnini meşgul edecek bir şeyin bulunmaması gerekir."[26]
Süfyan dedi ki: Yangın çıkıncaya kadar koçun boynuzları, Ka'be'de asılı duruyordu. Ka'be
yanarken onlar da yandılar.
Kurumuş olarak koç başının altın oluk yanında asılı durduğu, îbn Abbas'tan da rivayet
edilmiştir. Allah'ın buyruğu için kurban edilenin İsmail olduğuna, yalnız başına bu rivayet
de delâlet etmektedir. Çünkü Mekke'de ikamet etmiş olan, İsmail'dir. İshak'm küçük
yaşlarda Mekke'ye geldiği bilinmemektedir. Doğruyu yine de Allah bilir.
Kur'ân'm açık ifadesi budur. Bu ifadeler, kurban edilenin İsmail olduğu hususunda hemen
hemen bir nass gibidirler. Çünkü bu ayetlerde, kurban edilenin kıssası anlatılmakta, sonra da
şöyle denilmektedir.
"Ona iyilerden bir peygamber olacak îshak'ı ona müjdeledik." (es-Sâffât, 112.)
Bu mealdeki "peygamber olacak" sözünü "peygamber olarak" şeklinde kabul eden kimse,
gereksiz bir zorluğa girişmiş olur. Kurban edilenin îshak olduğunu söyleyenlerin dayanağı,
israiliyat hikayeleridir ki, İsrailoğullarının kitapları da tahrif edilmiştir. Özellikle bu kıssayı
anlatışlarında kesin bir tutarsızlık vardır. İsrailoğullarma göre Cenâb-ı Allah İbrahim
peygambere; biricik oğlunu kurban olarak sunmasını emretmiştir. Tevrat'ın Arapça'ya
tercüme edilen bir nüshasında: "Allah ona ilk çocuk olarak îshak'ı verdi." denilmektedir. Bu
cümlede İshak adının yeralması, iftira ve uydurmadır. Çünkü îshak, İbrahim peygamberin
ilk ve tek oğlu değildir. Onun ilk oğlu, yalnızca İsmail'dir.
İsrailoğullarım böyle bir iftirada bulunmaya iten faktör, Arabları çekemeyişleridir. Çünkü
İsmail, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in de mensub olduğu Hicaz bölgesi Arablartnm atasıdır.
İshak ise, îsrailoğullarının atası Yakub'un babasıdır. Yakub'un bir adı da îsraildir.
îsrailoğulları bu şerefi, Araplardan alıp kendilerine mal etmek istediler. Bu nedenle de
Allah'ın kelamını tahrif ettiler, ilaveler yaptılar. İftiracı bir kavimdirler. Üstünlük ve şerefin
Allah'ın elinde olduğunu ve bunları dilediğine vereceğini bir türlü kabul etmediler.
Selef ulemasının bir çoğu ve diğerleri, İbrahim'in kurban olarak Allah'a takdim ettiği
oğlunun İshak olduğunu söylemişlerdir. Allah bilir ya, onlar bu kavillerini Kabü'l-Ahbar'dan
veya Ehl-i Kitab'm kitaplarından almışlardır. Bu hususu teyid edici sahih bir hadis, masum
Peygamberimizden varid olmamıştır ki, o hadisten ötürü, kutsal kitabımız olan K\ır'ân'ın
açık ifadelerini kulak ardı edelim. Kurban olarak takdim edilenin İshak olduğu, Kur'ân-ı
Kerîm'in ifadelerinden anlaşılmıyor. Biraz düşünürsek, kurban edilenin İsmail olduğunu
Kur'ân ifadelerinden anlarız. Hatta bu husus, kesin ifadelerle de belirtilmiştir.
Kurban edilenin İshak değil de İsmail olduğu hususunda İbn Ka'b el- Kurazî'nin yapmış
olduğu istidlal ne kadar güzel ve ilginçtir. İstidlalinin dayanağı, şu ayet-i kerimedir:
"Ona îshak'ı, ardından da Yakub'u müjdeledik." (Hûd, 71.)
İbn Ka'b demiş ki: İshak'm doğacağı, sonra da İshak'm oğlu Yakub'un doğacağı
müjdeleniyor. Sonra da çocuğu doğmadan, kendisi henüz küçücük bir çocuk iken İshak'm
kurban edilmesi emrediliyor. Küçücük bir çocuk iken kurban edilmesi emredilen bir insanın
bilahare çocuğu doğar mı? Bu olamaz. Çünkü bu, önceki müjdeyle çelişiyor. Doğruyu en iyi
bilen Allah'tır.
Süheylî,bu istidlale özetle şöyle itiraz ediyor:
"Ona îshak'ı müjdeledik." ayeti, tam bir cümledir. İshak'm ardından da Yakub gelecektir."
Bu da bir başka cümledir ki, anılan müjdenin kapsamında değildir. Çünkü Arap grameri
açısından (Yakub) kelimesinin mecrur olması, başında harfi cerrin bulunmaması durumunda
mümkün değildir. Mesela demek, yani (Âmr) ismini mecrur okumak doğru olmaz. Ancak
diyerek (Amr) isminin başına (be) harfi cenini koyduğumuz takdirde (Amr) ismini mecrur
okumak mümkün olur.
Şu halde ayet-i kerimede ki (Yakub) ismi muzmer, yani gizli bir fiil ile mansuptur ki, takdiri
şöyle olur; "İshak'a Yakub'u bahşettik."
Bazıları, kurban edilenin İshak olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Bu tercihlerine dayanak
olarak ta şu ayet-i kerimeyi göstermişlerdir: "Çocuk, kendisinin yamsıra yürümeye
başlayınca.." (es-Sâffât,ıo2.)
İsmail, çocukluk döneminde babası İbrahim'in yanında değil, aksine anası Hacer'le birlikte
Mekke dağlarındaydı. Nasıl olur da babasının yanısıra yürür?
Bu görüş üzerinde de tartışılabilir. Çünkü rivayete göre İbrahim Halil (a.s.), çok zamanlar
Burak'a binerek Mekke'ye gider, oğlunun durumunu kontrol edip geri dönermiş. Doğruyu en
iyi bilen, Yüce Allah'tır. Bazı rivayetlere göre, kurban edilenin îshak (a.s.) olduğunu
söyleyen zatlar şunlardır: Kabü'l-Ahbar, Ömer, Abbas, Ali, îbn Mes'ud, Mesrûk, , İkrime,
Said b. Cübeyr, Mücahid, Ata, Şa'bi,Mukatil Ubeyd b. Umeyr, Ebu Meysere, Zeyd b. Eşlem,
Abdullah b. Şakik, Zührî, Kasım, İbn Ebi
Bürde, Mekhul, Osman b. Hadir, Süddî, Hasen, Katade, Ebu Hüzeyl, îbn Sabit.
İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir. Ama onun bunu benimsemesi tuhaftır. İbn Abbas'tan
gelen iki rivayetten biri de bu doğrultudadır.
Ama İbn Abbas'tan ve yukarıda adı geçenlerin çoğundan gelen sahih rivayetlere göre,
kurban edilen zat, İsmail (a.s.)'dir.. Mücahid, Said, Şa'bi, Yusuf b. Mehran, Ata ve İbn
Abbas, kurban edilenin İsmail olduğunu söylemişlerdir.
İbn Cerir, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kurban edilen, İsmail'dir.
Yahudilerse, kurban edilenin İshak olduğunu iddia etmişlerdir. Ama onlar yalan
söylemişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbelın oğlu Abdullah, babasından naklederek dedi ki: Kurban edilen,
İsmail'dir.
Ebu Hatîm, oğlunun bu husustaki bir sorusuna verdiği cevapta şöyle demiştir: Rivayete göre
Ali, îbn Ömer, Ebu Hüreyre, Ebu Tufeyl, Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Hasan,
Mücahid, Şa'bi, Muhammed b. Ka'b, Ebu Cafer, Muhammed b. Ali ve Ebu Salih; "Kurban
edilen zat, İsmail'dir." demişlerdir. Bağavî, Kelbî ve Ebu Amr b. Ala da böyle bir rivayette
bulunmuşlardır.
Muaviye'den şöyle rivayet edilmiştir: "Adamın biri Rasûlullah (s.a.v.)'a "Ey iki kurbanlığın
oğlu!" diye hitab etti. Rasûlullah (s.a.v.) da böyle bir hitaptan Ötürü güldü."[27]
Ömer b. Abdülaziz ve Muhammed b. İshak b. Yesar da bu görüştedirler. Hasan-ı Basrî,
kurban edilenin İsmail olduğunda hiç şüphe olmadığını söylemiştir.
Muhammed b. Ka'b, kurbanın İshak değil de İsmail olduğuna ilişkin istidlalini Ömer b.
Abdülaziz'e anlatırken Ömer, ona: "Benim buna bir diyeceğim yok, ben de bu hususta senin
gibi düşünüyorum." demiş; sonra Şam'da ikamet etmekte olan bir Yahudiye haber salarak
huzuruna çağırtmıştı. Yahudi âlimlerinden olduğuna kanaat getirdiği o adama Ömer b.
Abdülaziz: "İbrahim'in iki oğlundan hangisinin kurban edilmesi emredilmişti." diye sormuş.
Yahudi âlimi şu cevabı vermiş: "İsmail'in kurban edilmesi emredilmişti. Allah'a andolsun ki
Yahudiler de bunu biliyorlar, ey mü'minlerin emiri! Ne var ki onlar, siz Arab topluluğunun
babasının Allah'ın emrine uymada sabır göstermesinden ötürü O'nun lütfuna mazhar olmuş
biri olmasını çekemiyorlar. Kurban edilmesi emredilenin, atanız İsmail olduğunu bu sebeple
inkar ediyor, kurban edilmesi emredilenin, îshak olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü İshak,
onların atasıdır..."
Bu meseleyi delil ve eserleriyle birlikte, tefsirimizde1 detayh olarak anlattık. Övgü ve
minnet, Allah'adır. [28]
İshak (A.S.)'In Doğumu
Yüce Allah buyurdu ki:
"Ona iyilerden olan İshak'ı peygamber olarak müjdeledik. Kendisini ve îshak'ı mübarek
kıldık; ikisinin soyunda iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine yazık eden de vardır."
(cs-safrat, 112-113.)
Evet.. Küfürlerinden ve ahlaksızlıklarından ötürü kendilerini helak edip yurtlarını harab
etmek için Lut kavminin beldesi olan Meda-yin'e giderken, kendilerine uğrayıp geçen
melekler tarafından bu müjde, İbrahim ile Sare'ye verilmişti. Bununla ilgili olarak, Cenâb-ı
Allah
buyurmuş ki:
«"Andolsun ki elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. "Selam sana" dediler. "Size de
selam" dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. Ellerini ona uzatmadıklarını görünce,
durumlarım beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar, "Korkma, biz Lut milletine
gönderildik." dediler. Bu arada, İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce, "O'na îshak'ı,
ardından da Yakub'u müjdeleriz," dediler. "Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da
ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu, şaşılacak bir şey." dedi.
"Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken nasıl Allah'ın işine
şaşarsın? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir." dediler.» <Hüd, 69-73.)
"Onlara İbrahim'in konuklarını da anlat: İbrahim'in yanına girdiklerinde selam vermişlerdi.
O: "Doğrusu, biz sizden korkuyoruz." demişti de, "Korkma, biz sana, bilgin bir oğlun
olacağını müjdelemeye geldik." demişlerdir. "Ben kocamışken bana müjde mi
veriyorsunuz? Neye dayanarak müjdeliyorsunuz?" deyince: "Seni gerçekten müjdeliyoruz,
umut kesenlerden olma." demişlerdi. "Zaten sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden
umut keser!" dedi.» (eî-Hicr, 51-56.)
Ey Muhammed! İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının sözü sana geldi mi? Onlar,
İbrahim'in yanma girip: "Selam sana" demişledi. İbrahim de: "Selam size" demişti. İçinden
de, onların, "tanınmamış bir topluluk" olduğunu geçirmişti. Hemen ailesine giderek semiz
bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp: "Yemez misiniz?" demişti. Yemediklerini görünce
onlardan endişeye düştü; "korkma" dediler ve ona, bilgin bir
oğul sahibi olacağını müjdelediler. Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, yüzünü
kapayarak: "Kısır bir kocakarı!" dedi. Melekler: "Bu böyledir, Rabbin söylemiştir; doğrusu
O, Hakîm olandır, bilendir" dediler. (ez-Zâriyât, 24-30.)
Evet.. Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Allah'ın anlattığı bu melekler üç taneydiler. Biri Cebrail,
diğeri Mikail, üçüncüsü de İsrafil'di. Evine geldiklerinde ilk önce İbrahim (a.s.) onları
misafir sanmış, onlara misafir muamelesi yapmış, sığırlarının arasındaki seçme bir buzağıyı
kesip kızartarak önlerine getirmişti. Yemeği takdim edip buyurun dediği zaman, onların
yemeğe niyetli olmadıklarını gördü. Çünkü meleklerde yemek yeme ihtiyacı yoktur. Melek
olduklarını bilmediği için, kendileıine sunulan yemeğe el uzatmadıklarım görünce İbrahim
onları yadırgadı. "Onlardan endişeye düştü. "Korkma" dediler. "Doğrusu biz, Lut kavmine
gönderildik" ki onların yurtlarını harab edelim. Bu esnada, Allah'ın Lut kavmine gazab
ettiğini öğrenen Sare sevinmeye başladı; misafirlerin yanı başında duruyordu. Arapların ve
diğer insanların âdetidir bu. Lut kavminin felakete uğrayacağını duyunca, sevincinden
gülmeye başladı. "Ona İshak'ı, İshak'm ardından da Yakub'u müjdeledik." Yani melekler
ona, îshak adında bir oğlunun doğacağını müjdelediler. "Bunun üzerine karısı, hayretle
seslenerek geldi." (cz-Zâriyât, 29.}
Kadınların şaşkınlık anında yaptıkları gibi 'Yüzünü kapadı." ve "Vay başıma gelenler! Ben
bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken .nasıl doğurabilirim?" dedi."
«Yani karşımda durmakta olan şu kocam bunca ihtiyariamışken ve ben de hem yaşlı, hem
kısır bir kadınken nasıl doğurabilirim?! "Doğrusu bu, çok tuhaf bir şeydir." Melekler dediler
ki: "Allah'ın işini tuhaf mı buluyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun ey
hane halkı! Doğrusu O, övülen ve pek üstün olan onurlu bir zattır."» (Hûd, 72-73.)
«Bu müjde karşısında sevinip, ferahlayan İbrahim (a.s.)'de hayrete kapıldı. "Yaşlılık bana
dokunmuşken mi beni müjdeliyorsunuz? Neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?" dedi.
Melekler dediler ki: "Seni gerçek ile müjdeledik. Sakın umut kesenlerden olma!"» (el-Hicr,
54-55.)
Melekler, haberi bu müjdeyle vurguladılar, İbrahim ile zevcesine "Bilgin bir oğlan"
müjdelediler. Bu çocuk, İsmail'in kardeşi îshak'tı. Bilgin bir çocuktu. Sabrına ve makamına
münasip bir çocuktu. Çünkü Rabbi onu, va'de sadakat ve sabırla nitelemişti. Başka bir ayette
de şöyle buyurmuştu:
"O'na İshak'ı, îshak'm ardından da Yakub'u müjdeledik." (Hûd, 71.)
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ve diğerleri, bu ayete dayanarak yaptıkları istidlalde,
kurbanlık olarak Allah'a takdim edilenin İsmail olduğunu söylemişlerdir. Kendisinin
doğacağı, kendisinden sonra da oğlu Yakub'un doğacağı müjdelenmiş olan İshak'm kurban,
edilmesinin Allah tarafından emredilmiş olması mümkün değildir. Yakub adlı bir oğlunun
doğacağı müjdelenmiş olan îshak'm, çocuk yaşta kurban edilmesinin emredilmiş olması
mantıklı değildir.
Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre İbrahim (a.s.), meleklere kızartılmış buzağıyı
takdim ederken, Mekke'den bir parça ekmek getirterek-onu da sofraya koymuştu. Bu ekmek
parçası üç kile buğdaydan yapılmış olup, hamuru yağ ve sütle yoğurulmuştu. Melekler de
bunu yemişlerdi. Bu, baştan.sona yanlıştır.
Denildi ki: Melekler yemeği yerken, yemek henüz havadayken yok oluyordu. (Yani
ağızlarına girmeden, havadayken eriyordu).
Yine Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah İbrahim (a.s.)'e şöyle
buyurmuş: Senin zevcen Sare'ye gelince, onun adı Sare olarak çağrılmasın. Adı Sarre'dir.
Sana mübarek olsun, ondan sana bir oğul vereceğim. O oğlun da sana hayırlı ve mübarek
olsun. Onun neslinden milletler ve milletlerin hükümdarları gelecektir...
Cenâb-ı Allah'ın bu müjdeyi vermesi üzerine İbrahim, secdeye kapandı ve kendi kendine
gülerek şöyle dedi: "Ben yüz yaşını aştıktan sonra oğlum mu olacak? Ya da Sare, doksan
yaşım aştıktan sonra çocuk mu doğuracak?"
İbrahim (a.s.), Cenâb-ı Allah'a dedi ki: "İsmail keşke senin yolunda yaşasa..." Cenâb-ı Allah
ta İbrahim'e şöyle dedi: "Gerçekten Sare, sana bir oğlan doğuracak. Adını İshak koyacaksın.
Ömrü boyunca benim ahdime sadık kalsın. Evlad ve ahfadına da, ahdime sadıkkalmalarını
ten-bihlesin. Benden evlad istedin. Sana İsmail'i verdim. O'nu hayırlı ve mübarek laldım.
Soyunu genişletip çoğalttım. O'nun torunları arasında oniki büyük insan çıkacaktır. O'nü
büyük bir milletin reisi yapacağım."
Daha önce de bu konuya değinmiştik. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
"O'na İshak'ı, İshak'm ardından da Yakub'u müjdeledik."
Bu ayet-i kerime, Sare'nin, oğlu İshak'ın doğacağına, İshakın da Yakub adında bir oğlunun
doğacağına ilişkin haberi bizzat işittiğine delâlet ediyor. Yani gözleri aydınlansın diye her
ikisi de hayattayken İshak doğacaktı. Nitekim İshak'm oğlu Yakub'un doğumuyla da gözleri
aydınlanmıştı.
Eğer böyle olmasaydı, İshakın diğer çocukları arasından özellikle Yakub'un adının
belirtilmesinin bir yararı olmazdı. Özellikle Yakub'un adının belirtilmesi, îbrahimle Sare'nin,
İshak ve oğlu Yakub'u sevip onunla gözlerinin aydınlandığına delâlet ediyor. Daha önce
İshak'm doğumuyla sevinç duydukları gibi, Yakub'un doğumuyla da sevinip ferahlamışlardı.
Yüce Allah buyurdu ki: '
"Ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık. Her birini doğru yola eriştirdik." (el-En'âm, 84.)
«İbrahim onları Allah'tan başka taptıklarıyla başbaşa bırakıp çekilinçe ona, İshak ve Yakub'u
bahşettik." (Meryem, 49,)
İıışaallah kuvvetli ve zahir olan görüş budur. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan bir
hadis de bu görüşün doğruluğunu kuvvetlendirmektedir. Süleyman b. Mehran el A'meş, Ebu
Zerr (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etti: Dedim ki:
- Ya Rasûlallah! İlk yapılan mescid hangisidir?
- Mescid-i Haram'dır.
- Sonra hangisidir?
- Mescid-i Aksa'dır.
- Aralarında kaç sene vardır?
- Kırk sene...
- Sonra hangisidir?
- Namaz vakti nerede gelip çatarsa orada kıl. Her yer mesciddir. Ehl-i Kitap kaynaklarında
anlatıdığına göre Mescid-i Aksa'yı inşa eden Yakub (a.s.)'dur ki, O da Kudüs'teki İlya
Mescidi'dir. Allah şerefini artırsın.
Bu ifadelerin doğruluğuna yukarıdaki hadis de şahadet etmektedir. Şu halde İbrahim (a.s.)'in
oğlu İsmail (a.s.) ile birlikte Mescid-i Haramı inşa edişinden kırk yıl sonra Yakub (yani
İsrail) peygamber Mescid-i Aksa'yı inşa etmiştir. Her iki mescidin inşası da, İshak (a.s.)'m
doğumundan sonra olmuştur. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de de nakledildiği gibi, dua ederken
İbrahim (a.s.) şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara kul
olmaktan uzak tut. Rabbim! O putlar çok insanları saptırdı. Bana uyan bendendir. Bana karşı
gelen kimseyi sana bırakırım. Sen bağışlarsın, merhamet edersin. Rabbimiz! Ben çocuklarımdan
kimini, namaz kılabilmeleri için, senin kutsal evinin yanında, çorak bir vadiye
yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları
ürünlerle rızıklandır. Rabbimiz! Doğrusu sen gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da
bilirsin. Yerde ve gökte hiç birşey Allah'tan gizli kalmaz. Kocamışken bana İsmail ve İshak'ı
veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu, Rabbim duaları işitendir. Rabbim! Beni ve çocuklarımı
namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur. Rabbimiz! Hesab görülecek günde,
beni, anamı, babamı ve inananları bağışla."» (Ibrâhîm, 35-41.)
Hadiste anlatıldığına göre, Davud oğlu Süleyman (a.s.) Mescid-i Aksa'yı inşa ederken
Cenâb-ı Allah'tan üç şey istemişti ki, bunları şu ayet-i kerimeyi tefsir ederken açıklamıştık:
"Rabbim ! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver."
(Sâd, 35.)
Süleyman (a.s.)'m Allah'tan istediği üç şeyin neler olduğunu, o'nun kıssasını anlatırken de
açıklayacağız. "Süleyman (a.s.), Mescid-i Aksa'yı inşa etti." sözünden maksat, -Allah bilir
ya- "Süleyman (a.s.) onun
binasını yeniledi." dir. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi Mescid-i Haramın inşasıyla
Mescid-i Aksa'nm inşası arasında geçen zaman kırk yıldır. Mescid-i Haramı inşa eden
İbrahim (a.s.) ile, Mescid-i Aksa'yı inşa ettiği iddia edilen Süleyman (a.s.) arasında geçen
zaman kırk yıldan fazla olduğuna göre; doğru olan görüş, Süleyman (a.s.)'ın Mescid-i Aksa'yı
onarıp yenilemesidir. Çünkü İbrahim (a.s.) ile Süleyman (a.s.) arasında geçen zamanın
kırk yıl olduğunu İbn Hibban'dan başka söyleyen olmamıştır. Bu sözü daha önce hiç kimse
söylemediği gibi, bu sözünde İbn Hibban'a muvafakat eden de olmamıştır. [29]
Ka'be-Î Muazzama'nın İnşası
Yüce Allah buyurdu ki:
«"Bana hiç birşeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler ve
secdeye varanlar için evimi temiz tut." diye İbrahim'i Ka'be'nin yerine yerleştirmiştik.
İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelirler."» (ci-
Hacc, 26-27.)
«Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve hidayet sebebi
olan Ka'be'dir. Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır. Kim oi'aya girerse,
güvenlik içinde olur. Oraya yol bulabilen insana, Allah için Ka'be'yi haccetmesi gereklidir.
Kim inkar ederse bilsin ki, doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir.» (Âl-i îmrân,96-97.)
«Rabbi İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, "Seni
insanlara önder kılacağım." demişti. O "Soyumdan da" deyince, "Zalimler benim ahdime
erişemez." buyurmuştu. Ka'be'yi insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim'in
makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rükû ye
secde edenler için teiniz tutun diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik. İbrahim: "Rabbim!
Burasını emin bir şehir lal. Halkından, Allah'a ve ahiret gününe inananları, ürünlerle
rızıklandır." demişti. "İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına
uğramak zorunda bırakırım; ne kötü sonuç!" buyurmuştu.
İbrahim ve İsmail, Ka'be'nin temellerini yükseltiyordu. "Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur.
Sen hem işitir, hem bilirsin." dediler.
"Rabbimiz! İkimizi, sana teslim olanlar kıl. Soyumuzdan da sana teslim olanlardan bir
ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster. Tevbemizi kabul buyur. Çünkü tevbeleri
daima kabul eden, merhametli olan ancak sensin. Rabbimiz! İçlerinden onlara senin
ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber
gönder. Doğrusu, güçlü ve Hakim olan ancak sensin." (el-Bakara, 124-129.)
Yüce Allah; kulu, elçisi, dostu, seçkin peygamberi, şirkten uzak kalmışların önderi ve
peygamberlerin atası İbrahim (a.s.)'in; insanların tümü için yeryüzünde inşa edilmiş ilk
mescid olan şerefli Beyt-i Muazzama'yı bina ettiğini anlatıyor. İnsanlar orada Allah'a ibadet
ederler. Beyt'in inşa edileceği yeri Cenâb-ı Allah, vahiyle ona bildirmişti. Mü'minlerin emiri
Ebu Talib oğlu Ali (r.a.)'den ve diğerlerinden yaptığımız rivayete göre Beyt'in inşaat yerini,
Cenâb-ı Allah vahiyle İbrahim (a.s.)'e bildirmiştir. Göklerin yaratılış evsafını belirtirken
şöyle demiştik: Yeryüzündeki Beytullah, gökteki Beyt-i Ma'mur'un ve diğer yedi kat
göklerdeki mabedlerin tam hizasındadır. Öyleki, gökte duran Beyt-i Ma'mur yere düşecek
olsa, tam Ka'be'nin üzerine düşer. Nitekim seleften bazı âlimler demişler İd: Gök
tabakalarının her birinin içinde sema halkının Allah'a ibadet ettikleri bir Beyt vardır. O gök
katlarındaki beytler, yeryüzündeki Ka'be gibidirler. Cenâb-ı Allah İbrahim (a.s.)'e,
meleklerin göklerdeki mabedleri gibi, insanlar için de yeryüzünde bir Beyt yapmasını
emretti. Göklerle yerin yaratıldığı günden beri Ka'be inşası için belirlenen ve hazırlanan
yeri, ona gösterdi. Nitekim bu husus, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde de anlatılmaktadır:
"Cenâb-ı Allah göklerle yeri yarattığı gün bu beldeyi (Mekke-i Mü-kerreme'yi) saygın
kılmıştır. Bu belde, Allah'ın hürmetiyle kıyamet gününe dek saygındır."[30]
Ka'be'nin İbrahim peygamberden önce inşa edilmiş olduğuna ilişkin herhangi sahih bir
haber, Rasûlullah (s.a.v.)'dan nakledilmiş değildir.
"İbrahim'i Ka'be'nin yerine yerleştirmiştik." (cl-Hacc, 26.) ayetine tutunarak, Ka'be'nin
İbrahim peygamberden önce inşa edilmiş olduğunu iddia edenlerin sözleri, nazar-ı itibara
alınacak kuvvetli bir söz değildir. Çünkü bu ayette geçen "Beyt'in yeri sözünden kasıt,
Allah'ın ilminde Beyt'in takdir edilen yeri, Adem'den İbrahim'e kadar geçen devrede
peygamberler nezdinde tazim gören yerdir.
Daha önce de anlattığımız gibi Adem (a.s.), Beytin yeri üzerine bir kubbe dikmiş;
meleklerde ona: "Biz senden önce bu Beyti tavaf ettik. Nuh'un gemisi de kırk gün süreyle
buranın etrafında dolanmıştı..." demişlerdi. Buna benzer daha başka sözler de sarfetmişlerdi.
Ancak bu haberlerin hepsi İsrailoğulları kaynaklıdır. Önce de söylediğimiz gibi bu haberler,
ne yalanlanabilir ne de doğrulanabilirler. Delil değeri taşımazlar. Ancak bunların içinde
gerçeğe aykırı olanlar varsa, onlar zaten kabul edilemezler.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki;
"Doğrusu, insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve hidâyet sabebi
olan Ka'be'dir." (âi-i Imrân, 96.) Yani bütün insanlar için bereket ve hidayet vesilesi olsun
diye, Mekke'de kurulan Ka*be-i Muazzama'dır. Bazıları dediler ki, bundan maksat, Ka'be-i
Muazza-ma'nın yeridir. Onu inşa edenin İbrahim (a.s.) olduğuna ilişkin "Orada apaçık
deliller vardır." (Âl-i İmrân, 97.)
ibrahim peygamber ki, o, kendisinden sonra gelen peygamberlerin atasıdır. Kendisinin
sünnetine uyup yolundan giden evlatlarının, şirkten uzak durup hakka yönelen zürriyetinin
önderidir. Orada "İbrahim'in makamı vardır." Ka'be'nin duvarı boyunu aştığında, eli duvarın
üstüne ulaşsın diye İbrahim (a.s.)'in basamak olarak kullanmak için ayağının altına koyduğu
taşa, Makam-ı İbrahim denir. Bu meşhur taşı oğlu İsmail ona getirmişti. İbn Abbas'm rivayet
ettiği uzun bir hadiste bu meseleden bahsedilir.
Bu taş, eskiden beri Ka'be duvarına bitişikti. Hz. Ömer devrine kadar da bitişik kaldı. O, bu
taşı Ka'be duvarından ayırıp az öteye bıraktı. Bu uygulamasında başkaları ona uydular. Bazı
hususlarda yüce Allah-ta Hz. Ömer'in görüşüne uygun emirler indirmiştir. Örneğin Hz.
Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)'a: "Makam-ı İbrahim'i namaz yeri edinsek?" diye teklifte
bulunmuş; bunun üzerine Cenâb-ı Allah ta şu buyruğu indirmişti:
"İbrahim'in makamını namaz yeri edinin." (el-Bakara, 125.) Makam-ı İbrahim'deki taşta
İbrahim (a.s.)'in ayak izleri, İslâmiyet'in ilk zamanlarına kadar mevcuttu. Meşhur Kaside-i
Lamiye'sinde Ebu Talip de-mişki:
Boğa burcuna andolsun, taşı basamak yaparak, Yükselmek için çıkıp inene de and olsun.
Mekke vadisindeki Ka'be'nin hakkı için, Andolsun ki Allah hiç birşeyden gafil değildir.
Sabah-akşam kucaklayıp yüz sürdükleri, Hacer-i Esved'e de and olsun ki, İbrahim'in çıplak
ayakla bastığı taş yumuşaktı. O, taşa azıcık gömülerek iz bıraktı.
Ka'be-i Muazzama'nın inşa edilişine değinen yüce Allah buyurmuş ki:
"İbrahim ve İsmail, Ka'be'nin temellerim yükseltiyordu. (Yaparken de şöyle dua
ediyorlardı:) Rabbimiz! yaptığımızı kabul buyur. Sen hem
İŞİtİr, hem bilirsin." (el-Bakara, 127.)
Evet.. Ka'be'yi inşa ederken Allah'a karşı son derece ihlas ve itaat içinde yalvararak, bu
yaptıkları işin ve taatin kabul buyurulm asını istiyorlardı:
"Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlar kıl. Soyumuzdan da sana teslim olanlardan bir
ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tev-bemizi kabul buyur. Çünkü tevbeleri
daima kabul eden, merhametli olan, ancak sensin." (el-Bakara, 128.)
Demek istediğimiz şu ki: İbrahim Halil (a.s.), mescidlerin en şereflisini; en şerefli bir yerde,
çorak bir vadide inşa etti. O vadide yaşayanların azıklarının bereketli olması; ağaçsız,
ekinsiz ve suyu kıt bir yer olmasına rağmen onların çeşitli ürünlerle rızıldandırılması, inşa
edeceği Ka'be'nin de saygın ve güvenli bir yer olması için dua etti. Hamdolsun yüce Allah
da onun bu çağrısına icabet edip dileğini yerine getirdi ve şöyle buyurdu:
«Çevrelerinde insanlar öldürülüp esir edilirken Bizim Mekke'yi güven içinde ve kutsal bir
yer kıldığımızı görmediler mi?» {el-Ankebût, 67.)
«Onları, katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünün toplandığı güvenli ve kutlu bir yere
yerleştirmedik mi?» (ci-Kasas, 57.)
Ayrıca Hz. İbrahim, Rabbinden, Mekke halkına içlerinden yani kendi cinslerinden olup
kendi dillerini düzgün ve öğüt verici bir üslupla konuşan bir insanı elçi olarak göndermesini
de istedi İd, dinî ve dünyevî nimetleri, dünyevî ve uhrevî mutlulukları tamamlansın. Cenâb-ı
Allah, onun bu dileğini de yerine getirdi. Mekke halkına bir elçi gönderdi.. Hem de nasıl bir
elçi! Onunla nebi ve rasûller devrini kapattı. Kendisinden önce hiç bir peygambere nasib
olmamış bir şerefi ona bahşederek, onunla dini ikmal edip tamamladı. Onun davetini;
ırkları, dilleri, vasıfları, ülkeleri, kentleri, çağları ve zamanları değişik te olsa bütün insanlara
genelledi. Çağrısını umumîleştirdi. Zatı itibariyle onurlu, getirdiği din mükemmel,
beldesi şerefli, dili düzgün ve fasih, ümmetine şefkatli ve merhametli, soyu asil, doğum yeri
ulu bir yer, kaynağı da pak ve temiz olduğu için Allah onu, diğer peygamberlerden daha
üstün kıldı.
Tüm insanlığın mabedi olsun diye Ka'be'yi inşa ettiği için İbrahim (a.s.), göklerde, yüksek
derecelerde, Beyt-i Ma'mur'un yanında makam tutmayı haketmiştir. O Beyt-i Ma'mur ki,
makbul ve mübarek olan yedinci kat gök sakinlerinin mabedidir. O Beyt'e günde 70.000
melek girip ibadet ederler. Çıktıktan sonra, meleklerin çokluğundan ötürü, kıyamete kadar
orada ibadet sırası bir daha kendilerine gelmez.
Tefsirin[31] Bakara sûresi bölümünde, İbrahim (a.s.)'in Beyt-i Muaz-zama'yı inşa edişini, bu
konuyla ilgili haber ve rivayetleri yeter derecede anlatmışız dır. Tafsilatlı bilgi edinmek
isteyen oraya baksın. Hamd-ü sena Allah'adır.
Bu cümleden olarak Süddî demiş ki: Cenâb-ı Allah, İbrahim ve İsmail'e Beyt'i inşa
etmeleıini emrettiği zaman onlar, nereye inşa edeceklerini bilemiyorlardı. Nihayet Cenâb-ı
Allah onlara, "Hacuc" adlı bir rüzgar (meleğini) gönderdi. İki kanatlı ve yılan başlı idi. İlk
Beyt'in temelini esas alarak çevresini süpürüp temizledi. Onlar da onu izleyerek kazmalarla
temeli kazmaya başladılar. Buna işaretle Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: "İbrahim'i,
Beyt'in yerine yerleştirdik." (ei-Hacc, 26.)[32] Temelleri yükseltip köşe duvarlarını inşa
ettiklerinde İbrahim, İsmail'e dedi ki:
- Oğulcuğum! Bana iyi bir taş getir de şuracığa yerleştireyim.
- Babacığım, ben yorgun ve halsizim.
- Öyleyse durma da git.
Öte yandan Cebrail, Hindistan'danhacer-i esvedi getirdi. O zaman bu taş beyazdı. Segame
ağacı gibi bembeyaz bîr yakuttu.[33] Adem (a.s.), onu Cennet'ten Hindistan'a indirmişti. O
bembeyaz taş, günahkar insanların kendisine dokunmaları sonucu kararmıştır. Ayrıca İsmail
de babasına bir taş getirdi. Ka'be'nin köşesinde hacer-i esvedi görüp: "Baba, bunu kim
getirdi?" diye sorunca babası: "Senden daha gayretli ve daha çalışkan biri getirdi." dedi.
İkisi de: "Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Sen hem işitir, hem bilirsin." diye dua ederek
Ka'be'yi inşa ettiler.
İbn Ebu Hatîm'in anlattığına göre İbrahim (a.s.) Ka'be'yi, beş dağdan getirdiği taşlarla inşa
etmiştir. O zaman yeryüzünün sorumlusu olan melek Zülkarneyn, Ka'be'yi inşa etmekte olan
İbrahim'le oğlunun yanma gelerek: "Bu inşaatı yapmanızı size kim emretti." diye sormuş.
İbrahim de; "Allah emretti" diye cevap vermiş. Melek: "Bu söylediklerinin doğru olduğunu
nereden bileyim?" diye sorunca beş tane koç, bu emrin ibrahim'e Allah tarafından
verildiğine tanıklık etmişler. Bunun üzerine Melek inanıp doğrulamış ve İbrahim Halil (a.s.)
ile beraber Ka'be'yi tavaf etmiş.
Ka'be, İbrahim (a.s.)'in inşa ettiği şekliyle uzun müddet kalmış. Daha sonra Kureyşliler onu
yeniden inşa etmişler. Şam'a bakan kuzey duvarını, İbrahim'in temelinden azıcık içeriye
alarak binayı küçültmüşler. Ve bu haliyle Ka'be, günümüze kadar gelmiştir. Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde îbn Ömer'in Hz. Aişe'den rivayet etmiş olduğu bir hadiste şöyle
denmektedir: Rasûluîlah (s.a.v.), Hz. Aişe'ye dedi ki: «"Baksana.. Senin kavmin Ka'be'yi
(yeniden) inşa ederken İbrahim'in temellerini kısaltmışlar." Hz. Aişe de demiş ki: "Onu,
İbrahim'in koyduğu temel üzerine yeniden inşa etsen olmaz mı?" Aişe'nin bu teklifine
Rasûlullah (s.a.v.) şu karşılığı vermiş: "Milletin, kafirlikten yeni kurtulmuş olmasalardı (bu
dediğini) yapardım."
Bir başka rivayete göre Rasûlullah (s.a.vO, Aişe'ye şöyle demiş: "Eğer milletin, cahiliyetten
- ya da küfürden - yeni kurtulmuş olmasalardı, Ka'be'nin hazinesini Allah yolunda harcar,
kapısını yerin seviyesine indirir ve Hatim (denen mahall)'i de Ka'be'nin içine alırdım."[34]
Allah rahmet etsin İbn Zübeyr, kendi döneminde, mü'minlerin anası ve kendisinin de teyzesi
olan Hz. Aişe'nin verdiği habere dayanarak, Rasûlullah (s.a.v.)'m işaret ettiği temeller
üzerine Ka'be'yi yeniden inşa etmiş. Hicretin yetmiş üçüncü yılında Haccac-ı Zalim onu
öldürünce, Ka'be'nin yeni inşasını, zamanın halifesi Abdülnıelik b. Mervan'a yazmış. İbn
Zübeyr'in, Ka'be'yi bu yeni şekliyle kendi kafasına göre inşa ettiğini sanmışlar. Abdülmelik
te, Ka'be'nin yıktırılarak eski ölçüsü üzerine yeniden yapılmasını emretmiş. Şam'a bakan
duvarını yıkarak, Hatîm'i dışarı çıkarmış, duvarı Örmüş, arta kalan taşları da Ka'be'nin içine
atmışlar. Doğuya bakan kapısı yerden yüksekte kalmış, batı kapışım da tamamen
kapatmışlar ve bu günkü haliyle Ka'be'yi yeniden inşa etmişler. Fakat daha sonra îbn
Zübeyr'in, bu inşaatı, Hz, Aişe'nin verdiği habere dayanarak yaptığını duyduklarında,
Ka'be'yi yıkıp yeniden inşa etmiş olmaktan ötürü pişman olmuşlardır. "Keşke eski haliyle
bıraksaydık." diyerek üzüntülerim belirtmişlerdir. Sonra Halife Mehdi b. Mansur, Ka'be'yi
yıktırıp İbn Zübeyr'in yapısına uygun olarak yeniden inşa etme hususunu İmam Malik b.
Enes'e açarak görüşüne başvurmuş. İmam Malik, bunu uygun görmediğini şu sözleriyle
açıklamıştı: "Hükümdarların bunu oyuncak haline getirmelerinden endişe ediyorum. O
zaman her gelen hükümdar, Ka'be'yi yıktırıp dilediği ölçü ve şekilde yeniden inşa eder."
İmam Malik'in böyle demesi üzerine Ka'be, bu günkü şekil ve ölçüsüyle olduğu gibi kalmış.
[35]
Allah Ve Rasûlü'nün, Aljlah Kulu Ve Dostu İbrahim'i Övmeleri
Yüce Allah buyurdu ki:
«Rabbi, İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, "Seni
insanlara önder kılacağım." demişti. O "Soyumdan da" deyince, "Zalimler benim ahdime
erişemez." buyurmuştu.» (el-Bakara, 124.)
Rabbinin kendisine emrettiği büyük yükümlülükleri yerine getirince Rabbi, onu, insanların
kendisine uyacağı ve göstereceği doğru yoldan yürüyeceği bir önder yaptı. O da Allah'tan,
bu önderliğin kendisi sebebiyle sürekli olmasını, soy ve zürriyetinin de kendisi gibi
insanlara önder kılınmalarını Allah'tan diledi. Allah, onun bu duasına icabet etti. Önderlik,
eksiksiz olarak kendisine verildi. Ancak soyundan olan zalimlerin bu şerefe
kavuşamıyacakları, soyundan gelecek olan ilmiyle amel edici âlimlerin bu şerefe
ulaşacakları kendisine bildirildi. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki:
«İbrahim'e îshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik.
Onu dünyada mükafatlandırdık. Doğrusu o, ahirette de iyilerdendir.» (cl-Ankcbût, 27.)
«İbrahim'e İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Herbirini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve
soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyüb'ü Yusuf u, Musa'yı ve Harun'u- ki işlerim iyi
yapanlara böylece karşılık veririz - Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı- ki hepsi
iyilerdendir - İsmail'i, Elyesa'ı, Yunusu, Lut'u - İd hepsim dünyalara üstün kıldak- doğru
yola eriştirdik. Babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve doğru yola
eriştirdik.» (oi-En'âm, 84-87.)
«kelimesindeki zamir, meşhur kavle göre İbrahim'e döner. Lut, her ne kadar İbrahim'in
kardeşi oğluysa da, azınlığın çoğunluğa uyması kuralı gereği, onun soyuna girer. Bu husus,
bir başkasını da, "Bu zamir, Nuh'a döner." sözünü söylemeye sevkeder. Nitekim bu hususu,
Nuh (a.s.)'un kıssasını anlatırken açıklamıştık. Doğruyu Allah bilir.
«Andolsun ki Nuh'u ve İbrahim'i biz gönderdik. İkisinin soyundan gelenlere peygamberlik
ve kitab verdik.» (el-Hadîd, 26.)
İbrahim (a.s.)'den sonra gökten hangi peygambere gelmişse, mutlaka o peygamber,
İbrahim'in soyundan ve zürriyetindendir. Bu, başkalarında bir benzeri bulunmayan şerefli
bir payedir. Başkalarının elde edip övünemeyecekleri yüksek bir rütbedir. Çünkü onun birer
ulu insan olan iki oğlu vardı. Bunlardan İsmail, Hacer'den; İshale ise Sare'den doğmuştu.
İshak'm da Yakub adlı bir oğlu dünyaya gelmişti ki, onun bir başka adı da İsrail'dir ki
İsraillilerin diğer kolları da ona nispet edilirler. Peygamberlik bu soya veıildi. Nüfusları o
kadar çoğaldı ki, sayılarını ancak kendilerini yaratan ve risaletle nübüvveti kendilerine özgü
kılan Allah bilir. Son peygamberleri de, îsrailoğullarmdan olan İsa (a.s.) olmuştur.
İsmail (a.s.)'e gelince, Allah izin verirse ileride de açıklayacağımız gibi, muhtelif
kabileleriyle birlikte Araplar hep onun soyundandırlar. Onun neslinden sadece bir
peygamber çıkmıştır ki o da; mutlak olarak peygamberlerin sonuncusu, efendisi, dünya ve
ahirette insanlığın övünç kaynağı olan Muhammed (s.a.v.)'dir. O da Kureyş kabilesine
mensub olup Abdulmuttalib oğlu Abdullah'ın oğludur. Abdulmuttalip te Haşim'in oğludur.
Muhammed (s.a.v.), önce Mekkeli, sonra da Medi-nelidir. Allah'ın salat-ü selamı o'nun
üzerine olsun.
Bu şerefli daldan ve yüksek soydan ancak bu göz kamaştırıcı güzellikteki mücevher, bu
parlak inci ve bu şahane gerdanlık meydana gelmiştir. Bu da herkesin kendisiyle övündüğü,
maziye gömülmüş kimselerle kıyamete dek gelecek insanların kendisine imrendiği
Muhammed Mustafa (s.a.v.)'dır. Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Öyle bir makama çıkacağım ki bütün halk, hatta İbrahim bile oraya rağbet edecektir." Bu
arada Rasûlullah (s.a.v.)'m, atası İbrahim'i oldukça övücü sözleri, İbrahim (a.s.)'in
kendisinden sonra Allah katında en üstün varlık olduğunu göstermektedir. İbrahim, hem bu
dünyada hem de ahirette en üstün varlıktır.
Osman b. Ebi Şeybe, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile
Hüseyin'in üzerine koruyucu dualar okur ve şöyle derdi: Atanız (İbrahim) de bu okuyacağım
duaları, İsmail ve İshak'm üzerine okurdu:
"Her şeytandan, zehirli haşerattan ve kötü nazar değdiren gözden, Allah'ın eksiksiz
kelimelerine sığınırım."[36]
Yüce Allah buyurdu ki:
«İbrahim: "Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster." dediğinde, "İnanmıyor musun?"
deyince de, "Hayır öyle değil,fakat kalbim iyice kansın." demişti. "Öyleyse dört çeşit kuş al,
onları kendine alıştır, sonra onlardan her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır;
koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve Hakîm olduğunu bil." demişti.» (el-Bakara,
260.)
Tefsirciler, İbrahim peygamberin bu soruyu sormasını bir takım sebeplere bağlamışlardır.
Bu sebepleri tam olarak tefsirde açıkladık.
Hülasa Cenâb-ı Allah, İbrahim'in sorusuna cevap verdi. Dört çeşit kuş alıp bunların etlerini
ve tüylerini paralayarak birbirine katmasını, bu karışımı paylara ayırıp her bir payı bir dağın
üzerine bırakmasını emretti. İbrahim, kendisine emredileni yaptı. Sonra Cenâb-ı Allah, onları
Rablerinin izniyle kendi yanına çağırmasını emretti. İbrahim onları çağırınca, o
parçalanıp birbirine karışmış olan organlar, asıl sahiplerinin yanına gittiler; o tüyler asıl
bedenlerine gidip yapıştılar. Nihayet o parçalanmış kuşlar eski canlarına ve hallerine
kavuştular. Bu arada İbrahim, "ol" dediği şeyi hemen olduran Allah'ın kudretini temaşa
ediyordu. Kuşlar, - iyice görüp müşahede etsin diye - uçarak gelmektense koşarak,
İbrahim'in yanma geldiler.
Denilir ki Cenâb-ı Allah, İbrahim (a.s.)'e, kuşların kafalarım koparıp elinde tutmasını, sonra
da başsız gövdelerini ayrı ayrı dağların üzerine bırakmasını emretmişti. İbrahim onları
çağırdığında, her biri gelip kendi başını almış ve eski cüssesini oluşturmuştu. Allah'tan
başka ilah yoktur! Şüphesiz İbrahim (a.s.), Cenâb-ı Allah'ın ölüleri diriltmeye muktedir
olduğunu, zıddı düşünülemeyecek olan kesin bir bilgiyle (il-mel yakin) biliyordu. Amabu
gerçeği ayan-beyan görmek, bilgiden gözle görme aşamasına yükselmek istemişti. Cenâb-ı
Allah, onun bu isteğini yerine getirdi ve tasarladığını tam olarak gerçekleştirdi.
Yüce Allah buyurdu ki:
Ey Kitab Ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de şüphesiz ondan
sonra indirilmiştir. Akletmiyor musunuz? Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde
tartışıyorsunuz. Ama bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Allah bilir,
sizler bilmezsiniz.
İbrahim, Yahudi de Hnstiyan da değildi. Ama doğruya yönelen bir müs-limdi. Puta
tapanlardan değildi. Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu pej^gamber
Muhammed ile iman edenlerdir. Allah mü'minlerin dostudur.» (Âl-i imrAn, gö-68.)
Ehl-i Kitaptan Yahudi ye Hnstiyanların, Hz. İbrahim'i kendilerine mal etmelerini, kendi
dinlerinde ve yollarında olduğunu iddia etmelerini Cenâb-ı Allah reddetmiş; İbrahim'in
onlarla hiç bir ilişkisi bulunmadığını, onların çok cahil ve kıt akıllı olduklarım beyan
buyurmuştur, "Ey Kitab ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de
şüphesiz İbrahim'den sonra indirilmiştir." (am Wan, 65.)
Ey kitab ehli, İbrahim nasıl sizden biri ve dininize mensup bir insan olur? Size indirilen
şeriatlar, ancak ondan çok uzun zaman sonra indirilmiştir. "Akletmiyor musunuz?"
«İbrahim, Yahudi de, Hnstiyaııda değildi. Ama doğruya yönelen bir müslimdi, puta
tapanlardan değildi.» (Âl-i Imnin, 67.)
Cenâb-ı Allah, İbralıim in Hanîf Dini üzerinde bulunduğunu beyan buyurmuştur. Hanîf
demek, ihlasa yönelmek; bâtıldan uzaklaşarak Yahudiliğin, Hnstiyanhğm ve putperestliğin
zıddı olan hakka doğru istikamet almaktır. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki:
«Kendini bilmezden başkası İbrahim'in dininden yüz çevirmez. An-dolsun ki, dünyada onu
seçtik, şüphesiz o, ahirette de iyilerdendir. Rabbi ona: "Teslim ol." buyurduğunda,
"Âlemlerin Rabbine teslim oldum." demişti. İbralıim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakub da:
"Oğullarım! Allah, dini size seçti. Siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin." dedi.
Yoksa Yakub can verirken sizler yanında mı idiniz? O, Oğullarına : "Benden sonra kime
kulluk edeceksiniz?" diye sormuştu; Onlar da:"Senin tanrına ve ataların İbralıim, İsmail,
İshak'm tannsı olan tek tannya kulluk edeceğiz. Bizler ona teslim olmuşuzdur." demişlerdi.
Onlar geçmiş bir ümmettir. Kazandıkları kendilerine, kazandıklarınız da sizedir. Onların
yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz. "Yahudi veya Hnstiyan olunuz ki, doğru yolu
bulaşınız." dediler. De ki: "Hayır, biz dosdoğru İbrahim dinine uyanz. O, Allah'a, eş
koşanlardan değildi." "Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına
gönderilene", Musa ve İsa'ya verilene, onları birbirinden ayır-detmeyerek inandık.
Biz ona teslim olanlarız." deyin. Sizin inandığınız gibi inanmış olsalar, doğru yol da olurlar.
Yüz çevirirlerse, şüphesiz onlar çıkmazdadırlar. Onlara karşı sana Allah yetecektir. O, işitir
ve bilir. Allah'ın verdiği renge uyun, rengi Allah'mkinden daha güzel olan kim vardır? "Biz
o'na kulluk edenleriz." deyin. De ki: "Bizim ve sizin Rabbi-niz olan Allah hakkında bize
karşı hüccet mi gösteriyorsunuz? Bizim yaptıklarımız kendimize, sizin yaptıklarınız da
kendinize aittir. Biz ona karşı samimiyiz." Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve
torunlarının
Yahudi'veya Hiristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi
bilir? de. Allah, tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim
vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları
kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz.
» (el-Bakara, 130-141.)
Cenâb-ı Allah, dostu İbrahim (a.s.)'i Yahudi veya Hnstiyan olmaktan tenzili etmiştir. Onun
putperestlikten uzak ve hakka yönelen biri olduğunu açıklamıştır. "Doğrusu İbrahim'e en
yakın olanlar, ona uyanlardır."(Âl-i İmran,68.)
Yani onun zamanında kendisinin dinine tabi olanlarla, onlardan sonra gelip İbrahim'in
dinine bağlananlardır. "Bir de şu peygamber!" Yani Muhammed (s.a.v.), O'na en yakın olan
insanlardandır. Cenâb-ı Allah, İbrahim'e verdiği Hanîf Dinini, daha da mükemmelleştirerek
Hz. Muhammed'e vermiştir. Daha önce hiç bir nebi ve rasûle vermediğini Hz. Muhammed'e
vermiştir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: «"Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola,
gerçek dine, doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine iletmiştir."de.
De İd: "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun
hiçbir ortağı yoktur. Müslümanların ilki olarak böylece emrolundum."
» (el-En'âm, 161-163.)
«İbrahim, şüphesiz Allah'a yönelen ve O'na boyun eğen bir önderdi. Puta tapanlardan
değildi. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Rabbi de onu seçti ve doğru yola eriştirdi.
Dünyada ona iyilik verdik. Doğrusu o, ahirette de iyilerdendir. Şimdi ey Muhammed! Sana,
"Doğruya yönelen, puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine uy" diye vahyettik.» (en-
NaH 120-123.)
İbrahim b. Musa, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) Beyt'te resimler görünce,
emir verip o resimleri imha ettirinceye kadar içine girmedi. Beyt'in içinde, ellerinde fal
okları bulunan İbrahim ile İsmail'in resimlerini gördüğünde de şöyle dedi:
"Onları (bu resimleri yapanları) Allah kahretsin,. Allah'a yemin olsun ki, İbrahim ile İsmail,
fal okîanyla asla fala bakmamışlardır."[37] Buharî'nin diğer bazı lafızları da şöyledir:
"Onları (bu resimleri yapanları) Allah kahretsin. Allah'a yemin olsun ki onlar, şeyhimizin
(yani büyüğümüz ve atamız olan İbrahim'in) bu oklarla asla fala bakmamış olduğunu
kesinlikle bilmektedirler."
Yüce Allah buyurdu ki: «İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, Hakka yönelen
İbrahim'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost
edinmişti.» (en-Nisa, 125.)
Cenâb-ı.Allah, insanları İbrahim'in dinine uymaya teşvik ediyor. Çünkü o, doğru, dürüst bir
din ve dosdoğru bir yol üzerindeydi. Rabbinin bütün emirlerini yerine getirdi. Rabbi de onu
bu özelliği dolayısıyla övdü "ve sözünü yerine getiren İbrahim..."[38] (en-Nccm,
37.)buyurdu. Bu nedenledir ki Rabbi onu kendine dost edindi. Dostluk, sevginin doruk
noktasıdır. Şair demiş ki:
Can damarlarımın içine girdin ey dost.
Dosta bu nedenle Halil1 adı verilmiştir.
Hatenıü'l-enbiya ve Seyyidü'l-mürselin Muhammed (s.a.v.)'de bu mertebeye, Allah dostu
rütbesine yükselmiştir. Cündüb el-Becelî, İbn Mesud'dan naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ey İnsanlar! Doğrusu, Allah beni dost edindi."[39] Bir başka hitabesinde de şöyle
buyurmuştur:
"Ey İnsanlar! Eğer yeryüzünde kilerden birini dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i
dost edinirdim. Ama arkadaşınız (yani Rasûlullah) Allah'ın dostudur."[40]
Buharı, Amr b. Meymun'dan rivayetle dedi ki:
Muaz (r.a.) Yemen'e geldiğinde, halka sabah namazını kıldırdı. Namazda; "Allah, İbrahim'i
dost edindi." ayetini okudu. Bunun üzerine cemaatten biri: "İbrahim'in anasının gözü aydın
olsun." dedi.
İbn Mirdeveyh, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Sahabelerden bir grup oturmuş,
Rasülullah'ı bekliyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), içerden çıkıp yanlarına yaklaştı. Kendi
aralarında konuşmakta olduklarını işitti. Sözlerine kulak verdi. Biri diyordu ki: "Hayret!.
Allah, kendi yaratıklarından birini dost edindi. İşte İbrahim O'nun dostudur."
Diğeri şöyle diyordu: "Allah'ın Musa ile konuşmasından daha tuhaf ne var?" Öbürü şöyle
diyordu: "İşte İsa, Allah'ın ruhu ve kelimesidir." Bir diğeri de şöyle diyordu: "Adem,
Allah'ın seçkin kıldığı bir peygamberdir."
Evet.. Onlar kendi aralarında böyle konuşurlarken Rasûlullah (s.a.v.) yanlarına gelip selam
verdi ve şöyle dedi: "Hayret edişinizi ve konuşmalarınızı duydum. İbrahim, Allah'ın
dostudur, diyordunuz. Evet, öyledir. Musa ile Allah konuşmuştur, diyordunuz. Evet, öyledir.
İsa, Allah'ın ruhu ve kelimesidir, diyordunuz. Evet, öyledir. Adem'i Allah seçmiştir,
diyordunuz. Evet, öyledir. Dikkatinizi çekerim! Ben, Allah'ın sevgilisiyim. Ben bununla
övünmüyorum. Bilesiniz ki ben, ilk şefaat eden ve şefaati de ilk kabul edilenim. Ben
bununla övünmüyorum. Cennet kapısının halkasını ilk oynatan ben olacağım. Allah bana o
kapıyı açacak; beni ve beraberimdeki fakir mü'nıinleri de Cennet'e koyacaktır. Ben kıyamet
gününde, öncekilerle sonuncuların en üstünü olacağım. Ben bununla da övünmüyorum."
Hakim, "Müstedrek" adlı eserinde İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah
dostluğunun İbrahim'e, Allah ile konuşma mertebesinin Musa'ya, Allah'ı görme şerefinin
Muhammed'e verilmiş olmasını inkar mı ediyorsunuz?"
İbn Ebi Hatîm, îshak b. Yesar'm şöyle dediğini rivayet etti: "Cenâb-ı Allah, İbrahim (a.s.)'i
dost edindiğinde onun kalbine (ilahi) korkuyu yerleştirdi. Öyleki kuşun havada uçarken
kanat çırpmasının sesi nasıl gelirse, İbrahim'in kalp çarpıntısının sesi de uzaktan
duyuluyordu."
Abid b. Umeyr dedi ki: "İbrahim (a.s.), insanları, evinde konuk ederdi. Bir gün konuk
edecek adam aramaya çıktı ama kimseyi bulamadı. Eve döndüğünde, içeride bir adarn
gördü. Ona: "Ey Allah'ın kulu! İzin almadan ne sebeple evime girdin?" diye sordu. O da:
"Rabbinin izniyle girdim." dedi. İbrahim'in, "Sen kimsin?" diye sorması üzerine şu karşılığı
verdi:
"Ben, Ölüm meleğiyim. Rabbim beni, Allah tarafından dost edinildi-ğini kendisine
müjdeliyeyim, diye bir kuluna gönderdi." İbrahim sordu: "O kul kimdir? Allah'a yemin
ederim ki, o kulun kim olduğunu bana bil-dirirsen, sonra o, yeryüzünün en uzak
mıntıkasında da olsa yanma gider, ölüm bizi ayırmcaya kadar komşusu olarak yanında
kalırdım ve oradan hiç ayrılmazdım." Melek dedi ki:
- O kul sensin!
- Ben mi?
- Evet.. Sensin.
- Rabbim beni hangi nedenle dost edindi?
- Çünkü sen insanlara (mal ve yiyecek) verirsin; onlardan hiç bir
şey istemezsin.
Bunu îbn Ebi Hatîm rivayet etmiştir.
Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in bir çok yerinde İbrahim (a.s.)i övmüştür. Denildi ki:
İbrahim (a.s.)'den , Kur'ân-ı Kerîm'in otuz beş ayetinde bahsedilmiştir. Bunun yalmz on beşi
Bakara sûresindedir. Diğer, peygamberler arasında seçilerek adları belirtilen beş Ûlu'1-azm
peygamberden biri de İbrahim (a.s.)'dir. Bununla ilgili olarak yüce Allah buyurdu ki:
«Peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan,
Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır.» (el-Alızâb, 7.)
«Allah, Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana
vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa
düşmeyin."» (eş-Şûrâ, 13.)
İbrahim (a.s.), Muhammed (s.a.v.)'den sonra, Ûlu'1-azm peygamberlerin en şereflisidir.
İbrahim ki, Rasûlullah miraca çıkışında yedinci kat gökte, o'nu, sırtını Beyt-i Ma'mur'a
dayamış vaziyette görmüştür. Beyt-i Ma'mur'a günde 70.000 melek ibadet için girerler.
Çıktıktan sonra da meleklerin kalabalık oluşundan ötürü sıra kendilerine gelmediği için,
kıyamete kadar bir daha onlar Beyt-i Ma'mur'a giremezler.
Şüreyk'in, Enes'ten rivayet ettiği İsrâ hadisinde İbrahim'in altıncı kat gökte, Musa'nın da
yedinci kat gökte olduğunu söylemesi, hadisci-lerce eleştirilmiştir. Doğrusu, İbrahim'in
yedinci kat gökte oluşudur.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu rivayet etti.
"Asil oğlu asilin oğlu asil oğlu asil Yusuf b. Yakub b. îshak b. İbrahim Halüü'r-
Rahman,"'[41] Sonra İbrahim'in, Musa'dan daha üstün olduğuna şu hadis-i şerif delâlet
etmektedir:
"Üçüncüsü, bütün halkın, hatta İbrahim'in rağbet edeceği bir güne ertelendi."[42]
Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'in bildirdiği Makam-ı Mahmud'dur. Buyurmuş İd:
"Kıyamet gününde ben, ademoğullarının efendisiyim. Ben bununla " övünmüyorum."
Rasûlullah (s.a.v.) bu sözlerinden sonra, kıyamet gününde insanların Adem'den, sonra
Nuh'tan, sonra İbrahim'den, sonra Musa'dan, sonra İsa'dan şefaat dilene çeklerini, bu
pej'gamberlerin onlardan yüz çevireceklerini, sonuçta kendisine başvuracaklarını ve kendisinin
de : "Ben şefaat etmeye ellilim, ehilim." diyeceğini anlatmıştır. Buharı, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Denildi İd:
- Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların en üstünü kimdir?
- İnsanların en üstünü, Allah'tan en çok korkanlarıdır.
- Bunu sormuyoruz.
- Öyleyse insanların en üstünü, Allah'ın peygamberi Yusuf tur. O, Allah'ın peygamberinin
(Yakub'un) oğludur. O (Yakub) da Allah'm peygamberinin (İshak'm) oğludur. O (îshak) da
Allah'ın dostunun (İbrahim'in) oğludur.
- Bunu sormuyoruz.
- Arapların aslını (ve Özünü) mı soruyorsunuz? -Evet...
- Cahiliyet devrinde onların seçkin olanları, (Hakkı kabul edip) anladıkları takdirde,
İslâmiyet devrinde de seçkindirler.[43]
Gelelim İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadise: îbn Abbas, Peygamber (s.a.v.)'in
şöyle buyurduğunu rivayet etti: «"İnsanlar çıplak ve sünnetsiz olarak haşroiunacaklardır. (O
zaman) kendisine ilk giysi giydirilen, İbrahim aleyhisselam olacaktır." Hz. Peygamber
(s.a.v.) böyle dedikten sonra şu ayeti okudu:
'Yaratmaya ilk başladığımız gibi - katımızdan verilmiş bir söz olarak - onu tekrar var
edeceğiz."» (ei-Enhiya, 104.)[44]
İbrahim peygambere özgü olan bu belirli üstünlük; gelmiş, geçmiş ve gelecek insanların
imrendiği, Makam-ı Mahmud'un sahibi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e özgü üstünlüklere
erişemez.
Şimdi de İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği diğer hadise gelelim: Enes b. Malik
(r.a.)'den rivayet edilmiştir: «Adamın biri Peygamber (s.a.v.)'e : "Ey yaratıkların en
hayırlısı!" diye hitab etti. Peygamber (s.a.v.)'de: "O (dediğin) İbrahim'dir." diye karşılık
verdi. Bu sözü Peygamber Efendimiz, atası İbrahim'e olan tevazu ve alçakgönüllülüğünün
bir ifadesi olarak söylemiştir. Nitekim buyurmuş ki: .
"Beni diğer peygamberlerden daha üstün tutmayın." Bir başka hadisinde de şöyle
buyurmuştur:
"Beni, Musa'dan üstün tutmayın. Çünkü kıyamet gününde herkes düşüp bayılacak. İlk
ayılan ben olacağım. Musa'yı, Arşın sütununu tutmuş vaziyette göreceğim. Bilmem ki
benden önce mi âyılmıştır yoksa (dünyadayken) Tur-i Sina'da düşüp bayılmasının karşılığı
olarak mı kıyamet gününde bayılmamış tır?"
Ancak bütün bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in kıyamet gününde Adem oğullarının efendisi
olacağım bildiren ve mütevatiren gelen rivayetlerle çelişmemektedirler. Ubeyy b. Ka'b'm
rivayet ettiği bir hadiste de şöyle denmektedir:"... Üçüncüsü ise, İbrahim de dahil olmak
üzere tüm yaratıkların rağbet edip imrenecekleri bir güne ertelendi."[45]
İbrahim (a.s.), Rasûlullah (s.a.v.)'dan sonra diğer peygamberlerin ve Ûlu'1-azm olanların en
üstünü olduğu için, namaz kılanların teşeh-hüd esnasında ona salat getirmeleri
emredilmiştir.
Kab b. Acre ve başkaları dediler ki: (Namazda) sana nasıl selam okuyacağımızı anladık.
Peki ya sana salatı nasıl okuyacağız? Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki, "Şöyle
okuyun: Allahım! İbrahim'e ve İbrahim'in aile efradına rahmet ettiğin gibi, Muhammed'e ve
Muhammed'in aile efradına rahmet et. İbrahim'i ve İbrahim'in aile efradını mübarek kıldığın
gibi, Muhammedi ve Muhammed'in aile efradını da mübarek kıl. Şüphesiz sen, övülen ve
üstün olansın."[46]
Yüce Allah buyurdu ki:
"İbrahim ki sözünü yerine getirdi." (cn-Nocm, 37.)
Müfessirler dediler ki: İbrahim, Allah'tan aldığı emirlerin tümünü yerine getirdi. İmanın tüm
gereklerini ve teferruatını yerine getirdi. Yüce Rabbinin emirlerini yerine getirmesi, az
faydalı işleri yapmasına engel olmuyordu. Ağır işlerle uğraşması, ona, küçük işleri
yapmasını unutturmuyordu.
Abdürrezzak, İbn Abbas'm; "Rabbi, İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine
getirmişti." (ei-iîaka, 124.) ayet-i kelimesiyle ilgili olarak şöyle dediğini haber vermektedir.
"Allah, İbrahim'i temizlik konusunda denemişti. Temizlikle ilgili emirlerin beşi başı, beşi de
bedeni alakalandırıyordu. Baştakiler şunlardı: 1-Bıyığı kısaltmak. 2-Ağıza su almak. 3-
Buruna su almak. 4-Mis-vak kullanmak. 5-Baştaki saçları ikiye ayırmak. Bedendekiler de
şunlardı: 1- Tırnakları kesmek. 2- Kasığı tıraş etmek. 3- Sünnet olmalı. 4-Koltuk altındaki
tüyleri yolmak. 5- İdrar ve dışkının vücuttaki kalıntılarını yıkamak."
Bunu, îbn Ebi Hatîm rivayet etmiştir.
Ebu Hüreyre de, Hz, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Fıtratın
gereği beştir: 1- Sünnet olmak 2- Tıraş olmak 3-Bıyığı kısaltmak 4- Tırnakları kesmek. 5-
Koltuk altlarındaki kılları yolmak."[47]
Veki', Hz. Aişe'den naklederek, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: "On şey,
fıtratın gereklerindendir: Bıyığı kısaltmak. Sakalı koyvermek. Misvak kullanmak. Buruna su
almak. Tırnakları kesmek. Parmak mafsallarını yıkamak. Koltuk altlarındaki tüyleri yolmak.
Kasığı tıraş etmek. Gaita ve idrar çıkış yerlerini suyla temizlemek, sünnet olmak."
Yani İbrahim (a.s.), Rabbine huşu' ve ihlasla ibadet etmenin yanısı-ra bedensel faydaları da
gözden kaçırmıyordu. Çeki düzen verip güzelleştirme gibi, her organm hakkım veriyordu.
Uzun saç, uzun tırnak, diş kiri ve pislik gibi çirkin görünümlü şeyleri gidermeyi de ihmal
etmiyordu. Cenâb-ı Allah, "İbrahim İd, kendisine verilen emirleri yerine getirdi." diyerek
onu Övmüştü ya.. İşte onun bu özellikleri de bu cümledendir.[48]
İbrahîm (A.S.)'În Cennetteki Köşkü
Hafız Ebu Bekr el- Bezzar, Ebu Hüreyre1 den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Cennet'te bir köşk vardır. - sanırım ki incidendir, dedi- Onda eğiklik ve çatlaklık yoktur.
Allah, onu, dostu İbrahim (a.s.)'e bir ikram olarak hazırlamıştır."[49]
İbrahim (A.S.)'În Evsafı
Yunus ile Hacin, Cabir'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylediler:
"Peygamberler bana gösterüdiler. Musa'yı gördüm. Baktım ki o, ayıp ve kusurlardan uzak
adamlardan biri gibidir. Meryem oğlu İsa'yı gördüm.. Baktım ki o, gördüklerim arasında en
çok Urve b. Mesud'a benziyor. İbrahim'i gördüm.. Baktım ki o, gördüklerim arasında en çok
Dihye'ye benziyor." [50]
Esved b. Amir, îbn Abbas'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söyledi:
"Meryem oğlu İsa'yı, Musa'yı ve İbrahim'i gördüm.. İsa sarışın, kıvrık saçh ve geniş
göğüslüydü. Musa, iri layım bir adamdı." Sahabeler sordular:
— Ya İbrahim nasıldı?
— Arkadaşınıza (bana) bakın! (Yani bana benziyordu.)
Buharî dedi ki: Bazıları îbn Abbas'm yanında Deccal'dan ve onun iki gözü arasında "kafir"
diye bir yazı bulunduğundan bahsediyorlardı. Mücahidin işittiğine göre İbn Abbas o zaman
şöyle demiş: "Ben böyle bir şey duymadım, Ancak Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştu:"İbrahimre gelince.. (Onu tanımak istiyorsanız) işte arkadaşınıza (bana) bakın.
Musa ise kıvırcık saçlı, oval yüzlü bir adam olup, kızıl tüylü ve ince liften yularh bir
devenin üzerindeydi. Vadiye doğru, baş aşağı indiğini görür gibiyim."[51]
İbrahim: (A.S.)İn Vefatı Ve Ömrü Hakkında Söylenenler
İbrahim (a.s.), Kenan oğlu Nemrud zamanında doğmuştur. Anlatıldığına göre Nemrud,
meşhur kral Dahhak denilen adammış. 1000 yıl hüküm süren bu kral, çok zalim ve
zorbaymış.[52] Bazıları dediler ki: Nemrud, Nuh peygamberin hidayet için kendilerine
gönderildiği Rasib oğul-larmdandır. Zamanında bir imparator gibi olup dünyaya
hükmederdi. O zamanlar bir yıldız doğup, ay ile güneşin ışıklarını alt etti. O zamanın
insanları bu olaydan ürktüler; Nemrud da bundan korktu. Kahinlerle müneccimleri
(astrologları) topladı. Bu olaydan ne anlam çıkardıklarını onlara sordu. "Senin halkın içinde
bir çocuk doğacak. Senin saltanatın o çocuğun eliyle yıkılacak!" dediler. Bunun üzerine
Nemrud, erkeklerin kadınlarla cinsel ilişki kurmalarının yasaklanmasını, o günden sonra
doğacak çocukların öldürülmesini emretti. Bu emrin yürürlükte olduğu zaman zarfında
İbrahim (a.s.) doğdu. Allah onu, o günahkar ve ahlaksızların sui kastından koruyup himaye
etti. Onu göz alıcı ve parlak yüzlü bir genç olarak büyüttü; güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Ve
önce anlattığımız işleri yaptı.
Sus beldesinde doğdu. Babil'de veya Sevad'da doğduğunu söyleyenler de olmuştur. Sevad,
Kusa tarafmdadır ki, Kusa da Irak'ta bir yerdir. Önce de anlattığımız gibi, İbn Abbas'a göre
o, Şam'ın doğu tarafında Berze denen yerde doğmuştur. Allah, Nemrud'u o'nun eliyle helak
edince, önce Harran'a, oradan da Şam topraklarına göç etmiştir. Daha evvel de söylediğimiz
gibi Kudüs taraflarında ikamet etmiştir. İsmail ve îshak adlı oğulları doğmuştu. Kendisinden
önce zevcesi Sare, Ehl-i Kitabın anlattıklarına göre 127 yaşındayken Kenan elinde, Habrun
kasabasında vefat etmişti İbrahim çok üzülmüş, üzerine ağıt dökmüştü. Beni Hays
kabilesinden Afron b. Sahr adlı bir adamdan, 400 miskala bir mağara satın alarak Sare'yi
oraya gömmüştü. Allah rahmet etsin.
Dediler ki: Sonra İbrahim, oğlu İshak'ı Refka ile evlendirdi. Refka, Nahoroğlu Betoil'in
kızıydı.
Nahor da Tareh'in oğludur. İbrahim, gelini Refka'yı getirmesi için, kölesini gönderdi. Kölesi
onu, süt anasını ve cariyelerini develere bindirerek beraberinde getirdi.
Daha sonra İbrahim de Kantora ile evlendi. Kaıitora da ona Zem-ran, Yakşan, Madan,
Medin, Siyak ve Şoh adlı çocukları doğurdu. Kan-tora'nm bu çocukları zürriyetsiz kaldılar.
îbn Asakir, selefin bir çoğundan, Ehl-i Kitap kaynaklı olup Azrail'in İbrahim'e geliş
biçiminden bahseden haberler nakletmiştir. Bunların ne kadar doğru olduğunu Allah bilir.
İbrahim (a.s.)'in ansızın öldüğünü söyleyenler de olmuştur. Davud (a.s.) da ansızın vefat
etmiştir. Ama Ehl-i Kitap ve başkaları buna muhalif haberler nakletmişlerdir.
Dediler ki: Sonra İbrahim (a.s.) hastalandı ve 175 yaşındayken - kimine göre 190
yaşındayken - vefat etti. Beni Hays kabilesinin yaşadığı Habrun beldesinde, aynı kabileden
Afron'un tarlasındaki mağaraya, zevcesi Sare'nin yanma defnedildi. Defin işini oğulları
İsmail ile İshak üstlendiler. Allah'ın salat-ü selamı üzerlerine olsun. îbn Kelbî'nin de dediği
gibi, İbrahim (a.s.)'in 200 sene yaşadığına delâlet eden bazı rivayetler varid olmuştur.
Ebu Hatîm İbn Hibban, Ebu Hüreyre'den naklen Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
rivayet etti: "İbrahim (a.s.) 120 yaşmday-, ken keserle sünnet oldu. Ondan sonra seksen yıl
daha yaşadı."[53]
Muhammed b. Abdullah b. Cüneyd, Ebu Hüreyre'den naklen Peygamber (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etti: "İbrahim, 120 yaşma vardığında sünnet oldu. Daha sonra seksen
yıl yaşadı. Keserle sünnet olmuştu."
Yukarıdaki hadislerin metinlerinde geçen kadum kelimesini keser olarak tercüme ettik. İbn
Hibban ise, Abdürrezzak'm, Kadum'un bir kasaba adı olduğunu söylediğini rivayet etmiştir.
Ben dedim ki: Sahih'deki rivayette şöyle denilmiştir: "İbrahim sünnet oldu. O zaman,
doğumunun üzerinden seksen yıl geçmişti."
Başka bir rivayetteyse şu ifadelere rastlamaktayız. "İbrahim sünnet olduğunda seksen
yaşındaydı."
Şu halde, sünnet oluşundan sonra kaç yıl yaşamış olursa olsun, bu iki rivayetin birbirleriyle
çelişecek bir tarafı yoktur. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Muhammed b. İsmail el Hassam el-Vasıtî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir.
Sirval giyen[54], saçını iki bölüme ayırarak tarayan, tıraş olan, keserle sünnet olan ilk insan,
İbrahim (a.s.) olmuştur. Sünnet olurken 120 yaşındaydı. Sünnet olduktan sonra seksen yıl
daha yaşadı. İlk misafir ağırlayan ve ilk olarak saçına ak teller düşen de o olmuştur.»
Malik, Said b. Müseyyeb oğlu Yahya'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İlk olarak misafir
konuk edip ağırlayan, ilk olarak sünnet olan, ilk olarak bıyığını kısaltan, ilk olarak saçında
ak teller gören insan, İbrahim olmuştur." Saçında ak teller görmeye başlayınca: 'Ya Rab! Bu
nedir?" diye sormuştu. Cenâb-ı Allah ta: "Vakardır." deyince O: 'Ya Rab! Vakarımı artır."
demişti.
Başka raviler, bu rivayetteki hususlara şunları da eklemişlerdir: "Bıyığını ilk kısaltan, ilk
tıraş olan ve ilk sirval giyen kimse, İbrahim olmuştur."
Kendisinin, oğlu İshak'm ve torunu Yakub'un mezarı, Davud oğlu Süleyman (a.s.)'m Habrun
kasabasında inşa ettirdiği kare biçimindeki mahaldedir. Habrun kasabası, bu gün Kudüs
tarafında Halil beldesi olarak bilinen bir yerdir. Bu husus, İsrail oğulları zamanından günümüze
kadar, nesilden nesile tevatür yoluyla naklen gelmiştir. Fakat mezarı, mezkur
mahallenin illa da şu noktasındadır diye beiirlenemez. Bununla ilgili olarak, masum
Peygamberimiz'den her hangi bir açıklama gelmiş değildir. Şu halde o mahalle saygı
göstermek, oranın kadrim yüceltmek, İbrahim'in veya o'nun peygamber olan evlatlarından
birinin kabri çiğnenmiş olabilir diye oralara rastgele basmamak gerekir.
îbn Asalar, Vehb b. Münebih'in şöyle dediğini rivayet etti: "İbrahim Halil (a.s.)'in kabrinin
yanında bir taş bulundu. O aşınmış taşm üzerinde şu şiir vardı:
Çokça cahil olanı, emeli avuttu.
Oysaki eceli gelenler ölürler.
Eceli geleni, gücü kurtaramaz.
Vakti dolan herkes Ölür.
Kendisinden öncekilerin Öldüğü bir kimse,
Nasıl olur da kendisi ebedi kalır.
Kabirde bulunan bir insana ancak,
Sağlığında işlediği ameli arkadaş olur. [55]
İbrahim Halil (A.S.)'İn Çocukları
İbrahim Halil (a.s.)'in ilk çocuğu, Mısırlı kıptîye Hacer'den doğan İsmail'dir. İkinci çocuğu
İshak, amcası kızı Sare'den doğmuştur. Sare'den sonra İbrahim (a.s.),Ken'anlı Yaktin'in kızı
Kantora ile evlenmiş; bu kadın ona altı çocuk doğurmuştur: Medin, Zemran, Süre, Yakşan,
Neşik. Altıncısının adı belli değildir. Kantora'dan sonra da Emin kızı Hacon'la evlenmiş; bu
da ona beş çocuk doğurmuştur: Keysan, Sunc, Emim, Lu-tan ve Nafis. Ebu
Kasım, "et-Ta'rif ve'1-İ'lam" adlı kitabında böyle anlatır. [56]
[1] Buharî, Meğazi 80. el-Enbiyâ, 17.
[2] Ibn Mace, Fi ten, İl. AJımed b. Hanbel, Müsned, 1,14.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/195-197.
[4] Buharî, V, 202. Kitabü't-Tefsîr. Eş-Şuarâ, Hadis No: 262.
[5] Tefsîr-i Taberî, VII, 159. (Yukarıdaki ifadeler kısaltılarak alınmıştır.)
[6] Buharı, el-Enblyâ, 8.
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 280.
[8] A.g.e VI, 317.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 109.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/198-210.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/211-213.
[11] Ekz. Tarih-i Taberî, 1,172-173.
[12] Buharı, IV, 104, Bab-ü Halk-i Adem ve Zürriyetihî.
[13] Buharı, el-Enbiyâ, 8.
[14] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 403.
[15] Sedum; Filistin'de ölü deniz kıyısında bulunan eski bir şehirdir ki, Lut kavminin yaşadığı yerdir.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/213-219.
[17] Buharı, Ahkam, VIII, 119; Müslim, el-Imâre, II, 79.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/219-221.
[19] Buharî, el-Enbiyâ, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 347
[20] Buharı", Musakat, III, 72.
[21] Tarih-iTaberî, 1,181.
[22] Buharî, Halk-] Adem, IV, 103.
[23] Buharî, istizan, VII, 134.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/221-225.
[25] Tefsîr-i Mücahid, 544.
[26] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 68.
[27] Tefsîr'den kasıt, îbn Kesîr Tefsiridir.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/225-230.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/231-235.
[30] Buharı", Cizye, IV, 69; Müslim, Hacc, I, 383.
[31] Bkz. İbn Kesîr Tefsiri (Bakara sûresi 125. ayet ve devamı.)
[32] Tarih-i Taberî, 1,177.
[33] Beyaz renkli çiçek ve ürün veren bir ağaç olup dağ tepesinde yetişir.
[34] Buharî, Hacc, 24; Enbiya 210; Müslim, Hacc, 403, Tirmizî, Hacc, 48.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/236-241.
[36] İbn Mace, Tıp, Hadis No: 3525.
[37] Buharî, Meğazi, V, 87.
[38] Halil, gedikten içeriye sızan demektir.
[39] Buharî, Salat 82.
[40] Buharî, Fezailü's-Sahabe, 3-5; Feraiz, 9.
[41] Müsned, Ahmed b. Hanbel, IV, 181.
[42] Buharı", Enbiyâ, 19.
[43] Buharı", Enbiyâ, Hadis No: 55; Müslim, Pezaiî, 168.
[44] Müslim, Cennet, 56; Tirmizî, Kıyamet, 3.
[45] Buharî, Enbiya, 19.
[46] Buharı", III, 315; IV, 197; Müslim, II, 16.
[47] Camiü's-Sağir, Hadis No: 3953.
[48] Bkz. Tarih-i Taberî, 1,197-201.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/241-250.
[49] Heysemi,Mecmau’z-Zevaid, VIII,201.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/250.
[50] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 336.
[51] Buharî, IV,103, Bab-ü Halk-ı Adem ve zürriyyetihi.
İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/251.
[52] Tarih-i Taberî, 1,163.
[53] Bkz. Buharî, Enbiyâ, 8, İstj'zan,'51; Müslim, Fezail, 151.
[54] Sirval göbekle diz arasın] örten uzun iç çamaşırı.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/251-254.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/254.
|