22 Nisan 2015

NAMAZIN SIRLARI (ESRARU'S SALAT) ...II nci Bölüm İmam-ı Gazali




NAMAZIN SIRLARI (ESRARU'S SALAT)  II nci Bölüm 
İmam-ı Gazali

Huşû Duyanların Namazları ile İlgili Hikâyeler 
 Korkunun, imanın semeresi ve Allah'ın celâlinden hâsıl olan yakînin neticesi olduğunu bilmek gerekir. Kime iman ile yakîn ihsân edilmişse, o gerek namazda, gerekse de namazın dışında daima; hatta tek başına hicran zâviyesinde ve def-i hacet için tuvalette iken dahi korkar.
Çünkü Allah'ın kuluna daima muttali olduğunu bilmek, O'nun celâlini anlamak ve kendi nefsinin kusurlarını idrâk etmek korkuyu gerektirmektedir. İşte bütün bu bilgilerden korku doğar. Bu bilgiler, sadece namaza mahsus değildir. Bu sırra binaen rivayet edildiğine göre selef-i sâlihînden bir zat Allah'tan utanıp korktuğu için kırk sene başını kaldırıp göklere bakmamıştır.
Rebî b. Hayseme başını ziyadesiyle önüne eğdiği ve gözlerini kapattığı için, bazı kimseler onun kör olduğunu zannederlerdi. Rebî yirmi yıl boyunca İbn Mes'ud'un evine gidip gelmiştir. İbn Mes'ud'un cariyesi, Rebî'yi gördüğü zaman efendisine koşar ve 'Kör dostun geldi' derdi. İbn Mes'ud da câriyesinin bu sözüne gülerdi. Cariye kapıyı çalan Rebî'yi daima başı eğik ve gözü kapalı olarak görürdü. İbn Mes'ud, Rebî'ye her baktığında 'Ey Rasûlüm! İtaatkâr ve mütevazi olanları cennetle müjdele!' (Hac/34) ayetini okuyarak 'Allah'a "yemin ederim ki eğer Allah Rasûlü seni görseydi, sevinirdi' derdi. Başka bir rivayette 'Seni severdi', diğer bir rivayette 'Gülerdi' şeklinde gelmiştir.
Rebî, birgün İbn Mes'ud'la birlikte demirciler çarşısından geçiyordu, Demirci körüklerinin üfürdüğü, kıvılcımlar saçan ateşi görünce içten gelen bir nâra atarak düşüp bayıldı. İbn Mes'ud (r.a) namaz zamanına kadar onun başucunda oturdu. Fakat Rebî bir türlü ayılmadı. İbn Mes'ud daha sonra onu sırtlayarak evine götürdü, fakat o ertesi gün aynı saata kadar ayılmadı ve bu arada beş vakit namazı da kaçırdı. Onun başı ucunda oturan İbn Mes'ud (r.a) 'Allah'a yemin ederim ki işte korku diye buna denir' buyurmuştur.
Rebî şöyle demiştir: 'Hangi namaza durmuşsam, mutlaka kendi diyeceklerimi ve bana denilecek olanları düşünmüş ve bu sahada tefekküre dalmışımdır'.
Bu tür kimselerden biri de Amr b. Abdullah'tır.98 Bu zat namaza durduğu zaman, kızı arasıra def çalar; kadınlar da ev dahilinde istedikleri gibi, yüksek sesle konuşurlardı. Fakat o bunları ne duyar ve ne de konuştuklarını anlardı. Günün birinde kendisine 'Namaz dahilinde nefsin sana birşey söylüyor mu?' diye soruldu. 'Evet; bana, Allah'ın huzurunda bulunduğumu ve yarın iki evden (cennet ve cehennemden) birine gideceğimi söylüyor' cevabını verdi.
Yine birgün kendisine şöyle sorulmuştu: 'Bizim namaz içinde hissettiğimiz dünya hadiselerini duyuyor musunuz?' Buna şöyle cevap verdi: 'Bedenime mızrakların saplanması, bana sizin namaz içinde hissettiğiniz dünya hâdiselerini duymaktan daha sevimli gelir'.
Amr hazretleri şöyle der: 'Eğer Allah ile kul arasındaki perde gözlerimin önünden kalksaydı, yakînimden zerre kadar artma olmayacaktı'.
Müslim b. Yesar da bu kimselerdendi. Basra câmiînde namaz kılarken, câmi duvarının yıkılmasından haberi olmadığını daha önce söylemiştik.
Böyle kimselerden birinde, önlenmesi ancak hastalığa yakalanan parçanın kesilmesiyle mümkün olabilecek bir hastalık belirdi. Ancak o sözkonusu parçanın kesilmesine razı olmadı. Kendisini tanıyanlardan biri tedbir olarak şöyle dedi: 'Namaza durduğu zaman başına gelenlerden haberi olmaz. Bu nedenle, onu namazda iken ameliyat edin'. Bunun üzerine, kesilmesi gereken beden parçası kendisi namazda iken yerinden alındı ve böylece tedâvisi yapıldı.
Seleften biri şöyle demiştir: 'Namaz, âhiret hâdiselerindendir. Bu bakımdan namaza girdiğin zaman, dünyadan çıkmış olursun'.
Seleften birine 'Namazda iken, dünya hâdiselerinden birşey düşünür müsün?' diye sorulduğunda şöyle cevap: vermiştir: 'Ne namazda, ne de dışında böyle birşey düşünmem'.
Yine bir zâta 'Namazda birşey hatırlar mısın?' diye sorulduğunda, 'Bence namazdan daha sevimli birşey yoktur ki onu hatırlayayım' buyurmuştur.
Ebu Derdâ (r.a) şöyle buyurur: Kılmaya başlamadan önce her türlü ihtiyacını görüp, namaza sade bir kalple başlamayı başarmak, kişinin fakih olmasına delâlet eder'. Seleften bazıları, vesvese korkusundan, namazlarını acele kılarlardı.
Rivayet ediliyor ki, Ammar b. Yâsir (r.a) bir keresinde namazını acele olarak kıldı. Orada bulunanlardan biri 'Ey Ebu Yekzan! Namazını çok acele kılmadın mı?' diye sordu. O da cevaben şöyle buyurdu: 'Namazın hududlarından herhangi birine riayet etmediğimi ve herhangi bir unsurunu eksik yaptığımı gördün mü?'. Adam görmediğini söyleyince de şöyle dedi: 'Şeytanın unutkanlığını acele olarak geçeyim diye namazı bu şekilde kıldım'.
Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: Kul, namaz kılar; fakat kendisi için, bu namazın yarısı, üçte biri, dörtte biri, beşte biri, altıda biri ve hatta onda birisi dahi yazılmaz.
Ammar b. Yâsir sözlerine şöyle devam etti: "Kişi namazından neyi, ne kadarını anlarsa, kendisi için o kadarı yazılır, buyurulmuştur".
Ashabdan Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve bir grup, namazlarını herkesten daha acele ve hafif olarak edâ ederlerdi. Böylece şeytanın vesvesesinden bir an evvel kurtulmayı temin ettiklerini söylerlerdi.
Hz. Ömer birgün minberde şöyle buyurmuştur: 'Kişi, sakalı İslâmiyet'te bembeyaz kesildiği halde, Allah Teâlâ için kâmil ve tam bir namaz kılmamış olabilir'. Sahabîlerden biri 'Bu nasıl olur?' diye sorunca da şöyle buyurmuştur: 'Bununla namazda gereken huşû, tevâzu ve Allah Teâlâ'nın huzuruna yönelmeyi tamamlamadığını söylemek istiyorum'.
Ebu Âliye'ye" 'Onlar ki, namazlarından gafildirler' (Mâûn/5) ayetinin kimin hakkında nâzil olduğu sorulunca, 'Namazında kaç rek'at kıldığını bilmeyen kimseler hakkında nâzil olmuştur' cevabını vermiştir.
Hasan Basrî (r.a) bu ayetin, namaz vaktini unutmak suretiyle, vakitten çıkaran kimse hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Seleften biri şöyle demiştir: 'Bu ayet-i celîle, namazını vaktinde kıldığı zaman sevinmeyen, vaktinde kılmadığı zaman da üzülmeyen; ta'cilinde hayır görmediği gibi, tehirinde de günâh telâkki etmeyen kimse hakkında nâzil olmuştur'.
Bilmelisin ki, kişinin kıldığı namazın bir kısmı aleyhinde ve bir kısmı da lehinde yazılmaktadır. Nitekim hadîsler de bu keyfiyete delâlet etmektedirler; her ne kadar fakihler 'Bir namaz ya doğru olur veya olmaz; bir kısmı doğru, bir kısmı da eğri olmak suretiyle parçalanmayı kabul etmez' deseler de... Fakat fakihlerin de biraz önce söylediğimiz gibi hükmü doğrudur. (Çünkü zâhire göre verilen bir hükümdür). Birçok hadîs, bizim söylediğimiz bu mânâya da delâlet etmektedir.'Farzların eksikliği nâfilelerle giderilir'100 diye bir hadîs-i şerif vârid olmuştur.
Bir hadîs-i şerifte Hz. İsâ Allah Teâlâ'dan farz ibadetlerle kulum azabımdan kurtuldu. Nâfile ibadetlerle de kulum bana yaklaştı' sözlerini naklettiği haber verilmektedir. Hz. Peygamber de Allah Teâlâ'nın 'Kulum, benim azabımdan, ancak kendisine farz kıldığım ibâdetleri edâ etmek suretiyle kurtulur'101 buyurduğunu nakleder.
Hz. Peygamber, bir namazda okuduğu sûrenin bir ayetini atlar. Namazı bitirdikten sonra arkasındaki cemaata: 'Ben ne okudum?' diye sorar Cemaat susar... Bunun üzerine aynı suali Übey b. Ka'b'a sorar. Übey 'Filân sureyi okuyup, falân ayetini terkettin. Bu ayetin neshedilip edilmediğini bilmiyoruz' deyince Hz. Peygamber 'Sen bu işin ehlisin ey Übey?' buyurduktan sonra diğerlerine dönerek şöyle der: "Namaza gelip de saflarını tamamlayarak duran ve peygamberleri aralarında bulunan sizlere ne oluyor ki, Allah'ın Kitabı'ndaki size hangi sûrenin okunduğunu bilmiyorsunuz? İyi bilin ki, İsrâiloğulları da sizin yaptığınız gibi yapmıştı. Allah Teâlâ peygamberlerine 'Kavmine söyle! Bedenleriyle huzuruma geliyor ve dillerini bana veriyorlar; fakat kalpleriyle benden uzaklaşıyorlar. Yaptıklarının bâtıl olduğunu bilsinler, diye vahyetmiştir".102
Bu hadîs-i şerîf. Fâtiha'dan sonra imamın okuduğu zammı sûrenin dinlenip anlaşılmasının, cemaat için bu zammı sûrenin bedeli olduğuna delâlet eder.
Seleften biri şöyle der: Kişi kendisini Allah'a yaklaştırdığı inancıyla secdeye varır. Oysa secdede yaptığı günâhlar, bulunduğu şehrin sâkinlerine taksim edilmiş olsaydı hepsi helâk olurdu'. Bu sözü dinleyenlerden biri 'Bu iş nasıl oluyor?' diye sorunca, o zât şöyle karşılığını verir: Kendisi Allah huzurunda secdeye varmaktadır. Kalbi ise, nefsin hevasına kulak veriyor ve kendisini kaplamış olan bâtılı görüyor'.
İşte namazlarında huşû duyanların özellikleri bunlardır! Bu anlattıklarımız, daha önce vermiş olduğumuz hükümlerle birleştikleri zaman, namazda huşû ve kalp huzurunun esas olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Yine gafletle kılınan namazın mücerred hareketlerinin âhirette pek az fayda verici olduğu da sarahaten anlaşılmaktadır. En doğrusunu Allah bilir. Allah'tan bizi muvaffak kılmasını niyaz ederiz!
98) Zübeyr b. Avvam'ın torunu vc Abdullah b. Zübeyr'in oğludur. 99) Adı Refi b. Mehram'dır. Riyâhî kabilesine mensup olup Basralıdır. Resûlullah'ın vefatından iki sene sonra müslüman olmuş ve H. 90 senesinde vefat etmiştir. 100) Sünen shipleri ve Hâkim, (Ebu Hüreyre'den); Hâkim senedinin sahih olduğunu söylemiştir. 101) İmam Irâkî, böyle bir hadîse rastlamadığını kaydeder. Ebu Tâlib el Mekkî ise Kut'ul-Kulûb adlı eserinde bu hadîsi değişik bir ibare ile rivayet etmektedir. 102) Muhammed b. Nasr, Kitab 'us-Salât, (mürsel olarak); Deylemî, (Übey b. Ka'b'dan); Nesâî, (Abdurrahman b. Ebzî'deıı sahih olarak)

İmamlık, İktidâ (İmama Uyma), Namazın Rükünleri, İmamın Selâm'dan Sonraki ve İmamın Namazdan Önceki Vazifeler[düzenle]

İmam'ın namazdan evvelki vazifeleri altıdır: 1. Kendisini istemeyen bir cemaata imam olmamalıdır. Eğer kendisini istemek hususunda cemaat ikiye bölünürse, ekseriyetin durumu dikkate alınır. Fakat azınlıkta kalanlar, diğerlerine nazaran, daha hayırlı ve dindar kimseler ise, onların görüşlerini dikkate alıp ona göre amel etmek daha evladır.
Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Şu üç grup insanın namazı, başlarından bir arpa boyu kadar olsun yukarıya çıkmaz; a) Efendisinden kaçan köle, b) Kocası kendisinden râzı olmayan kadın, c) Kendisini istemeyen bir cemaate imamlık yapan kişi.103
Cemaatin imamı istemeyişi halinde 'imamlık' mekruh olduğu gibi, cemaat içerisinde fıkhı kendisinden daha iyi bilen birisinin bulunması halinde yapılan imamlık da mekruh olur. Ancak fıkhı daha iyi bilen kişi imam olmaktan kaçınırsa diğerinin imam olmasında mahzur yoktur. Bu gibi durumlar mevcut değilse, nefsinin imamlık şartlarını hâiz olduğuna kânî olan bir kimse, derhal öne geçerek imamlık yapabilir. Cemaatin içinde imamlığa daha lâyık birisi bulunduğu zaman, bunların birbirleriyle diğerinin imam olmasını istemek sûretiyle itişmeleri mekruhtur. Çünkü 'Namaz için kamet getirildikten sonra imamlık hususunda itişip kakışan bir kavmi Allah Teâlâ batırmıştır' denilmiştir.
Ashâb-ı kirâm arasında imam olmamak için vukû bulan itişmeler hususundaki rivayete gelince, bunun sebebi imam olması istenilen zatın diğer kişiyi bu işe kendisinden daha ehil görmesi ve onu nefsine tercih etmesidir; ya da sahâbiler, namazda herhangi birşeyi unuturum diye korkup imamlıktaki mesuliyet tehlikesinden kaçtıkları için bu şekilde hareket ediyorlardı. Çünkü imamlar sorumluluk taşımaktadırlar. İmamlık vazifesine âşinâ olmayan bir kimsenin kalbi, çoğu zaman, böyle bir görevi yüklendiğinde meşgul olur. Özellikle sesli kılınan namazlarda cemaatten gelen mahcûbiyet duygusu namazda gereken ihlâsı teşviş eder. Bu bakımdan imamlıktan çekinen ashâb-ı kirâmın böyle birçok mâzeretleri vardı.
2. Kişinin, ezan okumakla imamlık arasında muhayyer kılındığı zaman, imamlığı tercih etmesi daha uygundur; çünkü her ikisinin de fazileti olmakla beraber ikisini birden almak mekruhtur. İmamla müezzinin ayrı ayrı şahıslar olması daha münasiptir. İmamlıkla müezzinliği birden almak mümkün olmadığı zaman, imamlık daha evlâdır. Bazıları da ezan hakkında naklettiğimiz faziletten ötürü müezzinliğin daha evlâ olduğuna hükmetmişlerdir.
İkinci delilleri de Hz. Peygamber'in şu sözüdür: İmam mesûldür; müezzin ise emindir.104 Bunlar 'İmamlıkta mesûliyet korkusu vardır' derler.
İmam âmirdir (veya emindir). O rükûa gittiği zaman siz de rükûa gidiniz; secde ettiğinde de siz de secde ediniz.105
Eğer imam namazını tamamlarsa bundan hem kendisi, hem de cemaat faydalanır. Eğer namazında noksanlık yaparsa zararı cemaate değil, sadece kendisine aittir.106
Bütün bu hadîsler, müezzinliğin imamlıktan daha üstün olduğuna delâlet ettiği gibi, şu hadîs-i şerîf de buna delâlet etmektedir:
Ey Allahım! İmamları irşâd et! Müezzinleri de affeyle!107
Affın istenmesi daha evlâdır; çünkü irşâd, affolunmak için istenilmektedir.
Bir camide yedi yıl imamlık yapana sorgusuz sualsiz cennet vâcib olur. Kırk yıl ezan okuyan ise sorgusuz sualsiz cennete girer.108
İşte bu sır ve hikmetten ötürü sahâbiler (r.a) imam olmamak hususunda itişip kakışmakta idiler.
Son Hüküm En doğru fetvâya göre, imamlık, müezzinlikten daha efdâldir. Çünkü Hz. Peygamber hayatı boyunca imamlığa devam ettiği gibi, ondan sonra da Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve onlardan sonra gelen eimme-i kiram da imamlığa devam etmişlerdir. Evet, imamlıkta mesûliyet tehlikesi vardır; fakat unutulmamalıdır ki, tehlikesi nisbetinde de fazileti vardır. Nitekim tehlikelerle dolu olan âmirlik ve halifelik rütbesi de her rütbeden daha üstündür. Bunun delili Hz. Peygamber'in şu hadîsi şerifidir: Adil sultanın tek bir günü, yetmiş senelik ibâdetten daha üstündür.109
Buna rağmen saltanatta büyük tehlikeler vardır, İşte imamlıkta da tehlike olduğu için en faziletli olanın ve fıkhı en iyi bilenin, bilmeyenlere imam olması vâcib olmuştur.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: İmamlarınız şefaatçınızdır110. Sizin Allah nezdindeki temsilcinizdir. Eğer namazlarınızın makbul olmasını istiyorsanız, kendinize fazilet bakımından en üstününüzü imam seçiniz.
Seleften bazıları, 'enbiyâdan sonra âlimlerden daha üstün, âlimlerden sonra da namaz kıldıran imamlardan daha üstün bir kimse yoktur. Çünkü bu insanlar, Allah'ın huzurunda kâim olup onunla mahlûkatı arasında aracılık yaparlar. Peygamberler nübüvvet vazifesiyle, âlim ilimle, imam ise, dinin direği olan namazla Allah ile mahlûkatı arasına girmektedir' demişlerdir.
Ashâb-ı kirâm, Hz. Ebubekir Sıddîk'ın halife seçilmesini şu delile dayanarak ispatlamışlardır: Düşündük ve baktık ki namaz dinin direğidir. Bu bakımdan dinimiz hususunda Rasûlullah tarafından önder seçilen bir insanı dünyamıza da lider intihab ettik.
Bilâl-i Habeşî (r.a) Rasûlullah tarafından müezzin tâyin edildiği halde, buna dayanarak onu halife seçmediler. (Bu bakımdan sahâbîlerin bu hareketi imamlığın müezzinlikten daha üstün olduğuna en bariz delildir).
Müezzinliğin daha üstün olduğuna delâlet eden şöyle bir hadîs rivayet olunmaktadır: Ashabdan biri 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana cennete girmeme vesile olacak bir amel öğret!' deyince, Hz. Peygamber 'Müezzin ol!' buyurdu. Adam 'Müezzinlik yapmaya gücüm yetmez' deyince, de :O halde imam ol!' dedi. Adamın İmamlık yapmaya da kudretim kâfi gelmez' demesi üzerine 'Öyleyse imamın hizasında namaz kıl!' buyurdu.
Bu hadîs yoruma muhtaçtır; çünkü Rasûlullah, müezzinlik daha üstün olduğu için değil, cemaatin, o adamın imamlığına razı olmayacağı kanaatiyle böyle söylemiştir. Zira ezan okumak vazifesi müezzine, imamlık vazifesi ise cemaate ve onun seçimine bağlı bu-lunmaktadır. Daha sonraki zamanlarda zannedilmiştir ki o adam imamete muktedirdi.111
3. İmam, namaz vakitlerini gözetlemeli, Allah'ın rızasına nâil olabilmek için namazları vakitlerinin evvelinde kıldırmalıdır.
Nitekim Hz. Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Vaktin evvelinde kılınan namazın, sonunda kılınana nazaran üstünlüğü, âhiretin dünyadan üstünlüğü gibidir.112
Kişi, namazını vaktin sonunda kılar ve kazaya bırakmaz. Ancak vaktin evvelinde edâ etmediği için kaybettiği fazilet, dünyadan ve dünyadakilerden daha üstün ve hayırlıdır.113
Cemaat çoğalsın diye, namazı vaktin sonuna tehir etmek uygun bir hareket değildir. Aksine cemaatin vaktin evvelindeki faziletleri elde etmek için acele etmesi gereklidir. Namazı vaktin evvelinde kılmak, cemaatin çokluğundan ve uzun sûrelerin okunmasından daha üstündür.
Selef-i Sâlihîn iki kişi oldukları zaman, derhal namaza dururlar, üçüncüyü beklemezlerdi. Dört kişi cenazede hazır olduğunda derhal vazifelerin yapılmasına geçilir ve beşinci şahıs beklenmezdi.
Bir yolculuk esnasında cemaat, sabah namazına geç gelen Hz. Peygamber'i beklememiş ve Abdurrahman b. Avf'ı imamlığa geçirerek namazlarını edâ etmişlerdi. Birinci rek'ata yetişemeyen Hz. Peygamber, imamın selâmından sonra kalkarak kılamadığı bu rek'atı kaza etti. Râvî "Biz bu durumdan korktuk. Fakat Hz. Peygamber selâm verdikten sonra 'Böyle devam ediniz' buyurup bizi teskin etti" diyor.114
Rasûlullah (s.a), bir gün öğle namazında gecikti. Ashab onun gelişini beklemeden Ebu Bekir Sıddîk'ı imamlığa geçirdiler. Ebu Bekir, namazı kıldırırken Hz. Peygamber gelerek onun yanında durmak suretiyle cemaata uydu.115
İmam, müezzini beklemek mecburiyetinde değildir. Aksine kâmet getirmek için müezzinin imamı beklemesi gerekir. Bu bakımdan imam, hazır olduğu zaman, müezzini beklemeden na-maza devam edebilir.
4. İhlâslı ve sadece Allah rızası için imamlık yapmak gerekir. Taharette ve namazın bütün şartlarında Allah'ın emanetini olduğu gibi edâ etmelidir.
103) Tirmizî, (Ebu Ümâme'den hasen ve garib olarak) 104) Ebu Davud ve Tirmizî, (Ebu Hüreyre'den); Ahmed b. Hanbel, (Ebu Ümâme'den hasen olarak) 105) Buhârî, (Ebu Hüreyre'den) Ancak Buhârî'de 'İmam emindir (veya âmirdin) ibaresi yoktur. 106) Ebu Dâvud, İbn Mâce ve Hâkim, (Ukbe b. Âmir'den), Buhârî, (Ebu Hüreyre'den) 107) Bu hadîs, daha önce 'İmam mesûldür' şeklinde vârid olan hadîsin bir parçasıdır. 108) Tirmizî, İbn Mâce, (İbn Abbas'dan -hadîsin ilk kısmını-); Tirmizî hadîsin garib olduğunu söylemiştir. 109) Taberânî, (İbn Abbas'dan hasen bir senedle) 110) Dârekutnî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle) 111) Buharî, Tarih; Ukaylî, Duafâ; Taberânî, Evsat, (İbn Abbas'tan zayıf bir senedle) 112) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle) 113) Dârekutnî, (Ebu Hüreyre'den zayıf bir senedle) 114) Buhârî ve Müslim, (Muğire'den) 115) Buhârî ve Müslim, (Sehl b. Sa'd'dan)

İmamlık ve Müezzinlik İçin Ücret Almak[düzenle]

İhlâs ile imamlık yapmak, bu vazifenin karşılığında ücret almamak demektir; çünkü Hz. Peygamber, Osman b. Ebi'l-As es Sakafî'ye şöyle demiştir. Okuduğu ezan karşılığında ücret istemeyen bir kimseyi müezzin yap!116
Ezan, namazın yoludur. Madem ki, ezan mukabilinde ücret alınmaması sözkonusudur, o halde imamlık vazifesine karşılık da ücret alınmaması daha evlâdır.
Vakfiyesinde 'imam ücreti' bulunan bir mescide imam olarak, oradan veya devletten, yahut da cemaatın herhangi birisinden imamlık ücreti alınırsa, bunun haram olduğuna hükmedilemez. Fakat mekruh olduğu da muhakkaktır. Farzlardaki kerahetse teravih namazlarındaki kerahetten daha şiddetlidir. İmam'ın aldığı bu ücret, camide beş vakit hazır olmasının karşılığıdır. Cemaatin ikâmesi ve o mescidin murakabesi içindir. Yoksa sadece namaz kıldırmak için değildir.
Emanete gelince, bâtını fısk u fücura, büyük ve küçük günâhlara devam etmekten temizlemektir. İmamlığa seçilen zâtın, bu iç habasetten var kuvvetiyle kaçınması gerekir.
Çünkü imam, cemaatin şefaatçısı (veya temsilcisi) mesabesindedir. Bu bakımdan cemaatin 'en hayırlısı' olması gereklidir. Zâhirde hades ve necâsetten temizlenmesi de böyledir; çünkü böyle bir temizliğe kendisinden başkası vâkıf olamaz. Eğer namaz esnasında abdesti olmadığını hatırlar veya kendisinden bir yel zuhûr ederse, sakın utanıp da namazı bırakmamazlık etmesin! Böyle bir duruma yakınında bulunan birisinin elinden tutarak kendi yerine geçirmelidir; çünkü Hz. Peygamberin, namaz esnasında cünüp olduğunu hatırladığı ve derhal yerine birisini vekil yaparak gusül abdesti almaya gittiği, bilâhare gelerek namaza dahil olduğu sabittir.117
Süfyân es-Sevrî şöyle der: 'Efendisinden kaçan köle, bid'at ehli, anababaya isyan eden, fisk u fücuru alenen işleyen ve daima sarhoş gezenler hariç, her doğru ve yalancının arkasında, cemaat olarak namaz kıl'. (Böyle bir namaz, Ebû Hanife ile Şafiî'ye göre kerahetle birlikte sahihtir).
5. İmamın saflar düzeltilmedikçe tekbir almaması gerekil". İmam, sağma ve soluna bakmalı ve saflarda bir eğrilik görürse düzeltilmesini emretmelidir.
Selef-i Sâlihîn namaza dururken omuzlarını bir hizaya getirir ve ayak topuklarını da birleştirirlerdi.
Müezzin, kâmeti bitirmeden imam tekbir almamalıdır. Müezzin de ezandan sonra, cemaatın namaza hazırlanabileceği kadar bekledikten sonra kâmet getirmelidir.
Ezan ile kametin arası kişinin yemek yiyebileceği veya sıkıştığında abdest alabileği kadar bir zaman uzatılmalıdır.118
Bunun hikmeti, Hz. Peygamber'in küçük veya büyük taharetin sıkıştırdığında namaz kılmayı yasaklamasıdır.119
Ayrıca Hz. Peygamber, kalbin vesveselerden kurtulması için, acıkan bir kimsenin akşam yemeğini yatsı namazından önce yemesini emir buyurmuştur.120
6. İmam, namazdaki tüm tekbirleri cemaate duyuracak şekilde yüksek sesle almalıdır. Cemaattekiler ise, seslerini ancak kendilerinin duyabilecekleri kadar yükseltebilirler. İmam, fazilete nâil olmak için, imamete niyet etmelidir. İmam bu niyeti getir-mese dahi hem kendisinin hem de uymaya niyet eden cemaatin namazları sahihtir. Fakat cemaat sevabını ancak imama uymaya niyet eden kimseler alır. İmam ise, imâmete niyet etmediği için, cemaatla namaz kılına sevabından mahrum olur. Cemaat istiftah tekbirlerini imamın tekbirinden sonra almaya dikkat etmelidir; yani imam tekbirini bitirdikten sonra sıra cemaate gelmelidir. Allah herkesten daha iyisini bilir.
116) Sünen-i Sitte ve Hâkim, (Osman b. Ebi'l-As es-Sakafî'den) 117) Ebu Dâvud, (Ebu Bekre'den sahih bir senedle) 118) Tirmizî ve Hâkim, (Câbir'den) Tirmizî'ye göre senedi meçhûldür. 119) Müslim, Eb. Aişe'den şu ibâre ile nakletmektedir: 'İki pislikten biriyle sıkışanın namazı yoktur (namazı kâmil olmaz)'. 120) Buhârî ve Müslim (İbn Ömer ve Hz. Âişe'den)

Kıraat Vazifeleri[düzenle]

Bu vazifeler üçtür:
A. İmam, namazı tek başına eda eden zat gibi, istiftah (açma) duasını ve eûzüyü gizlice okur. Sabah namazının bütün rekatlarında, akşam ve yatsının da birinci ve ikinci rekatlarında Fatiha' yı ve Fatiha'dan sonra okunan sureyi sesli okuyacaktır; nitekim namazı tek başına eda edenler de böyle yaparlar. Namazın sonunda, eğer sesli okunan namazlardansa 'âmin' kelimesini sesli getirmelidir. Cemaat de böyle yapmalı ve âminlerini imamın âmininden sonra değil, onunla birlikte getirmelidirler.[61] İmam, sesli namazlarda (Şafiî'ye göre) besmeleyi de sesli okumalıdır. Besmele'nin nasıl okunacağı hakkında birbirine zıt birçok haberler zikredilmiştir. İmam Şafiî (r.a) besmele'nin açık okunması tarafını tercih etmiştir.[62]
B. İmam, kıyamdayken üç defa nefes alıp sükut etmelidir. Bu keyfiyeti, Semure b. Cündüb ile İmrân b. Husayn Hz. Peygamber'den rivayet etmişlerdir: a) Tekbir aldığı zaman, arkasında bulunup kendisine uyan cemaatin Fâtihayı okuyacağı kadar susması gereklidir. Bu, sükutların en uzunudur. Bu sükutu, imam, istiftah duasını okuduğu zaman yapar; çünkü imam bu arada sükut etmezse cemaatin zamlı sûreyi dinlemesine mâni olur. Bu durumda sevaplarının eksilmesinden mesul olur. Eğer imam, sükut ettiği halde, cemaat bu müddet içinde Fâtihayı okumayıp başka bir şeyle meşgul olursa günah imama değil, cemaate ait olur.
b) İmam, Fâtihayı okuduktan sonra, birinci sükutunda Fâtihaları tamamlayamayanlara tamamlama imkanı vermek için, birinci sükutun yarısı kadar susmalıdır.
c) Fâtihanın ardından okunan sureyi bitirdikten sonra ve rükuya varmazdan önce azıcık sükut etmelidir. Bu, sükutların en kısasıdır. İmam okuyuş ile rükuya varış tekbirinin arasını ayıracak kadar susmalıdır; çünkü okuyuşu tekbirle birleştirmek yasaklanmıştır.
Cemaat, imamın arkasında, Fâtihadan başka birşey okumamalıdır. Eğer imam, tekbirinden sonra Fatihayı okuyacak kadar fırsat vermezse cemaat Fâtihalarını onunla birlikte okumalıdır ve bunun (manevî) kusuru da imama ait olur. Eğer cemaat, imamın okuduğu zammı sureyi duyamazsa kendi kendine okumasında bir mahzur yoktur.
C. İmam, sabah namazında yüz ayetten az olan surelerden iki tanesini okumalıdır; çünkü sabah namazının kıraatini uzatmak ve namazı biraz erken başlatmak sünnettir. Sabah namazından tan yeri ağardıktan sonra çıkılması bir zarar vermez. İkinci rekatında herhangi bir surenin sonundan otuz veya yirmi ayet okuyup o sureyi bitirmekte hiçbir beis yoktur. Çünkü böyle sureler sık sık okunmadığından va'z-u nasihat bakımından daha tesirli ve insanı daha fazla tefekküre sevkedicidir. Bazı alimler bir kısım surelerin baş taraflarından birkaç ayet okuyarak kesmeyi mekruh saymışlardır.
Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Yunus suresinin bir kısmını okumuş, Hz. Musa ile Firavun bahsine gelince okumayı kesip, rükuya varmıştır.[63]
Hz. Peygamber sabah namazında Bakara suresinden (136. ayet) "Ey mü'minler! Yahudi ve Hristiyanların sizi kendilerine davet etmelerine karşılık şöyle deyiniz: Biz Allah'a ve bize indirilen Kur'an'a iman ettik" ayetini, ikinci rekatte Ali İmran suresinin (53. ayet) 'Ey Rabbimiz! İndirdiğin İncil'e iman ettik ve peygamberin İsa'ya tâbi olduk...' ayetini okumuştur.[64]
Hz. Peygamber, Bilal'in daldan dala atlayarak şuradan buradan ayet okuduğuna şahit olunca ona neden böyle yaptığını sorar. Bilal: 'Güzel kokuyu güzel kokuya katıyorum' cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Çok güzel yapıyorsun' buyurur.[65]
Öğle namazında otuz ayet uzunluğunda olan ve Tıval'i Mufassal diye anılan surelerden okumalıdır. İkindi namazında öğlede okuduğu sürelerin yarısı kadar; akşam namazında ise Mufassal surelerden sonra gelen kısa sureleri okumalıdır.[66]
Hz. Peygamber'in kıldığı son namaz, akşam namazıdır.[67] Hz. Peygamber bu namazda Mürselat suresini okumuş ve bundan sonra da ruhunu teslim edinceye kadar başka namaz kılmamıştır.
Kısacası namazda tahfif, ağır kılmaktan daha evlâdır; özellikle de cemaati bol olan camilerde...
Hz. Peygamber bu ruhsat hakkında şöyle buyurmaktadır: Herhangi biriniz, halka namaz kıldırdığında, hafif kıldırsın; çünkü onların içerisinde ihtiyaç sahibi, yaşlı ve zayıf kimseler bulunabilir. [68]
Ancak kişi tek başına kıldığı namazlarını istediği kadar uzatabilir.
Muaz b. Cebel (ra) bir kavme imam olarak yatsı namazını kıldırdı. Zammı sure olarak Bakarayı okudu. Bu uzun süreye tahammül edemeyen birisi cemaati bırakıp namazını tek başına bitirdi. Onun bu halini gören cemaat 'Bu adam münafık oldu' dediler. Bunun üzerine o adamla Muaz, Rasulullah'a müracaat ettiler. Rasûlullah (sa) hadiseyi dinledikten sonra Muaz'ı azarlayarak şöyle buyurdu: Ey Muaz! Sen kışkırtıcı mısın? A'laTarık ve Şems surelerini okusana...[69]

Erkânla İlgili Vazifeler Üçtür[düzenle]

1. Rükû ve secdeyi hafif yapmalı ve bunlardaki tesbihleri üçten fazla okumamalıdır. Çünkü Hz, Enes'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Allah Rasûlü'nden namazının herşeyi tamam olduğu halde daha seri namaz kılan kimse görmedim!130
Enes b. Mâlik (r.a), Medine vâlisi Ömer b. Abdülaziz'in arkasında namaz kıldığı zaman şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber'in namazına, şu gencin namazından daha çok benzeyen bir namaz görmedim. Biz Allah Rasûlü'nün arkasında namaz kılarken rükû ve secdelerde onar defa tesbih getirirdik'.131
Mücmelen rivâyet edildiğine göre ashâb-ı kirâm (r.a) şöyle demişlerdir: Biz Allah Rasûlü'nün arkasında namaza durduğumuzda rükû ve secde de onar defa tesbih getirirdik.132
Bu şekildeki kıraat güzeldir, fakat cemaat çoğaldı mı tesbihleri üçer defa yapmak ve kısa kesmek daha güzeldir. Eğer kendisini sadece dine adayan kimselerden başka cemaat yoksa o vakit tesbih sayısını on'a çıkarmakta bir beis yoktur. İşte bu konuda vârid olan çeşitli rivayetlerin bu şekilde telifi mümkündür.
İmamın, başını rükûdan kaldırırken 'Semiallâhu limen hamideh' demesi gerekir.
129) Buhârî ve Müslim, (Câbir'den) Ancak bunların rivayetinde Târık sûresinin zikri yoktur. Bu sûrenin zikri Beyhakî'ye göre sâbittir. 130) Buhârî ve Müslim 131) Ebu Dâvud ve Nesaî, (hasen bir senedle) İbn Kattan'a göre zayıftır. 132) İmam Irâkî bu şekilde müstakil bir hadîse tesadüf etmediğini kaydettikten sonra, bunun bir Önceki hadîsin parçası olması ihtimali üzerinde durmuştur.

İmama Uymanın Keyfiyeti[düzenle]

2. Cemaat rükû ve secdeyi, kılı kılına imamla beraber değil, aksine ondan sonra yapmalıdır. İmama uyan, imamın alnı secde yerine varmadan önce secde etmemelidir; çünkü sahâbe-i kiram, Hz. Peygamber'e bu şekilde uymuşlardır. Cemaat, imam tam rükûa varmadan, rükûa gitmemelidir.
Denildiğine göre, insanlar namazdan üç grup olarak çıkarlar: ı) Yirmibeş namazla çıkanlar. (Yani namazlarını yirmibeş namazın faziletine nâil olarak bitirenler). Bunlar, imamdan sonra rükûa varan ve yine ondan sonra tekbir alan kimselerdir. ıı) Bir tek namazla çıkanlar. Bunlar da kılı kılına imamla beraber tekbir alıp rükû ve secdeye varanlardır. ııı) Namazdan namazsız çıkanlar. Bunlar da imamdan önce tekbir alan ve ondan önce secde yapanlardır.
İmanım rükûda iken yeni gelip cemaata iştirak etmek isteyen bir kimsenin cemaat faziletine nâil olması ve o rek'ata yetişmesi için bekleyip beklememesi hakkında ulemânın ihtilâfı vardır. Ümit ederim ki, ihlâs ile yapılan böyle bir bekleyişte cemaat arasında herhangi bir tefrik sözkonusu olmamak şartıyla beis yoktur. Zira imam namazı uzatmamak hususundaki hakları gözetmelidir.

Teşehhüd Duası ve Hududu[düzenle]

3. Namazın uzamaması için teşehhüd duasını ancak teşehhüd kadar uzatmalıdır. Duayı yaparken sadece kendi nefsine duâ et memeli, aksine bütün cemaatı kapsayan çoğul sigası kullanmalıdır.
Allâhümmağfirlenâ (Allahım! Bizi affeyle!) demeli; Allâhümmağfirlî (Allahım! Beni affeyle!) dememelidir. İmamın duada sadece kendi nefsini zikretmesi mekruh görülmüştür.
Teşehhüd'de, Hz, Peygamber'den vârid olan şu beş kelime ile Allah'a sığınmakta hiçbir beis yoktur.133
Cehennem ve kabir azâbından sana sığınırız. Yâ rabb! Hayat ve ölümün ve mesih-deccâlın fitnesinden sana sığınırız. Yâ rabb! Herhangi bir kavmin başına fitneyi koparmak istediğin zaman, bizleri buna bulaştırmaksızın huzur-u ilâhîne al! Deccâl'a, bütün yeryüzünü gezeceği için 'mesih' denilmiştir. Bazı kimseler de ona, gözleri kör olduğu için 'mesih' denildiğini söylemişlerdir.

Tahallül (Namazdan Çıkış) ile İlgili Vazifeler[düzenle]

Bunlar da üçtür: 1. Her iki selâmıyla da orada bulunan cemaate ve meleklere selâm vermeye niyet etmelidir. 2. Selâmdan sonra yerinden kıpırdamamalıdır. Çünkü Hz. Peygamber ve halifeleri olan Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer böyle yapmışlardır.134
Nâfile namazı, farz namazın kılındığı yerden başka bir yerde kılmalıdır. Eğer kendisine uyan cemaatın içinde kadınlar varsa, onlar dağılıp gitmedikçe, yerinden kıpırdamamalıdır. Meşhur bir hadîste Hz. Peygamber'in şöyle diyecek kadar oturduğu rivayet edilmektedir: Ey Allahım! Selâm sensin ve selâm sendedir. Ey celâl ve ikram sahib; Allahım! Sen her eksiklikten yücesin!
3. İmamın yerinden kalkarken yüzünü cemaata çevirmesi daha uygundur. Cemaatın imamdan önce kalkması mekruhtur, Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber'in güzîde sahabilerinden Zübeyr ve Talhâ (r.a), bir imamın arkasında namaz kıldılar. Selâmdan sonra imama şöyle dediler: 'Bir husus müstesnâ, namaz kıldırışı çok güzel ve tamamdı. Şöyle ki, selâm verdikten sonra yüzünü cemaata çevirmiyorsun'. Sonra da cemaata dönerek İmamınız yerinden ayrılmadan önce kalkıp gitmeniz olmasaydı, namazınız çok güzel olacaktı' dediler. İmam selâm verip yüzünü cemaata çevirdikten sonra, ister sağ tarafa, isterse de sol tarafa ayrılıp gidebilir. Fakat sağ tarafa ayrılıp gitmesi daha uygundur. İşte namazlardaki vazifeler bunlardır. Yalnız sabah namazında kunut duasının okunması sözkonusudur. İmam (ikinci rek'atın rükûundan sonra ayakta durup ve ellerini kaldırarak) 'Ey Allahım! Bizlere hidayet eyle!' demeli, yalnız kendisini zikrederek 'Ey Allahım! Beni hidayete erdir!' dememelidir. İmamın duasını dinleyen cemaat de 'âmin' demelidir. Ancak imam 'Sen hükmedersin, sana hükmedilmez' mealindeki İnneke takdî velâ yukdâ aleyk cümlesine geldiğinde cemaat 'âmin' demeyi kesmelidir. Çünkü burası dua değil, Allah'ı senâ etme makamıdır. Cemaat da imamla beraber bu medh-ü senâyı tekrarlamalı veya 'Evet ben de bu hususta şehadet edenlerdenim' mânâsına gelen Belâ ve ene alâ zâlike mine 'şşahidin ya da 'Doğru söyledin ve sevap işledin' mânâsına gelen sadakte ve berirte veya buna benzer şeyler söylemelidir.
Kunutta ellerin kaldırılmasına dair bir hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir.135 Gerçi bu keyfiyet, teşehhüdün sonunda okunan duaların hilafına olsa da, eğer bu husustaki hadîs sahih ise, elleri kaldırıp kunut duasını okumak müstahabdır... Çünkü teşehhüdün sonunda okunan dualar için el kaldırılmaz. Fakat kunutta Rasûlullah'ın sünnetine uyulmuştur. Esasen bu dua ile teşehhüd sonunda okunanlar arasında bir fark da vardır. Çünkü teşehhüdde eller özel bir şekilde baldırlar üzerine konur; binaena leyh ellerin bir vazifesi vardır. Kunutta ise ellerin vazifesi yoktur. Bu sebeple 'Kunutta ellerin kaldırılması kendilerinin vazifesidir' denilirse garipsenmemelidir. Çünkü ellerin kaldırılması, duâya daha uygun düşmektedir.
Allah herkesten daha iyisini bilir. İşte imamlık ve cemaat âdâbının özü bunlardan ibarettir...İnsanoğlunu, iyilik yapmaya muvaffak kılan sadece Allah Teâlâ'dır!
133) Bu hadîs daha önce geçmişti. 134) Buhârî, (Ümmü Seleme'den) 135) Beyhakî, (Hasen bir senedle)

Cum'a Namazının Fazileti[düzenle]

Cum'a günü, büyük bir gündür. Allah Teâlâ İslâm dinini bu günle büyütmüş ve tezyin etmiştir. Aynı zamanda bu günü bütün ümmetler arasında sadece müslümanlara ihsan buyurmuştur.
Allah Teâlâ Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Cum'a günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah'ın zikrine koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (Cum'a/9)
Allah Teâlâ böyle buyurmak sûretiyle o saatte insanoğlunu cum'aya gitmekten alıkoyan dünyevî meşgalelerin tamamını haram kılmıştır.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: Allah Teâlâ, benim şu makamımda ve şu günümde size cum'a namazını farz kılmıştır.136
Allah Teâlâ özürsüz olarak üç cum'a namazını terkedenin kalbini kilitler.137
Özürsüz olarak üç cum'a namazını terkeden kimse, İslâm dinini arkasına atmış ve ona önem vermemiş demektir.138
Adamın birisi İbn Abbas'a gelerek, hayatında cum'aya ve cemaat namazlarına iştirak etmeyerek ölen kimsenin durumunu sordu. İbn Abbas 'O ateş ehlidir' cevabını verdi. Adam bir ay mütemadiyen gelip giderek, aynı suali sordu ve hepsinde de aynı cevabı aldı.
Bu hadîs-i şerîfte şöyle vârid olmuştur: Cum'a günü, iki kitabın (Tevrat ve İncil'in) ehline verildi. Fakat onun hakkında ihtilâfa düştükleri için Allah Teâlâ onları o günden mahrum etti. Bizleri ise, o güne hidayet eyledi. O günü bu ümmet için sakladı ve onu, bu ümmete bayram kıldı. Bu bakımdan bu ümmet o günü herkesten daha önce elde etti. Hristiyan ve yahudiler ise (o günü takip eden günleri bayram edindikleri için bu hususta) müslümanlara tâbi olmuşlardır.139
Enes'in, Hz. Peygamber'den rivayet ettiği bir hadîste de şöyle buyurulmaktadır: Cebrail, elinde bembeyaz bir ayna olduğu halde bana gelerek 'Şu gördüğün ayna, Rabbin tarafından, senin ve senden sonra gelecek ümmetin için bayram olsun diye, farz kılınan cum'a günüdür' dedi. Bunun üzerine 'Bu günde bizim için ne gibi faziletler var?' diye sordum. Şöyle dedi: "Bu günde öyle bir saat vardır ki, kim bu saatte, kendisine taksim edilen bir hayrı isterse Allah Teâlâ ona istediğini ihsan eder. Eğer kendisi için taksim edilmiş bir hayır yoksa duasının yüzü suyu hürmetine istediğinden daha büyük bir hayri kıyamette azık olarak verir. Eğer bu saatte kendisi için yazılan birşeydeıı Allah'a sığınırsa, Allah Teâlâ onu o yazılandan daha büyük bir felâketten korur. O gün, bizim nezdimizde günlerin efendisidir. Biz, o güne kıyamet gününde 'artırma günü' mânâsına gelen 'yevm-ül-mezîd' demekteyiz".
'Neden ey Cebrâil?' diye sorduğumda da şunları söyledi: 'Senin Rabbin cennette miskten daha kokulu ve bembeyaz bir vâdi yaratmıştır. Kıyamet gününde illiyyîn denilen makamdan kürsüsüne (kemiyeti ve keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde) iner. Sonra, ehl-i cennete cemâlini o şekilde gösterir ki, onlar O'nun keremli vechini temaşa ederler.140
Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cum'adır. Adem (a.s) o günde yaratıldı ve cennete o günde gönderildi. Cennetten o gün indirildi ve tevbesi o günde kabul olundu. O günde de vefat etti. Kıyamet de o günde kopacaktır. O gün Allah'ın nezdinde mezîd (artırma) günüdür. Göklerdeki melekler de ona bu ismi vermektedirler. Aynı zamanda o gün, cennette Allah Teâlâ'nın cemâlinin temaşa günüdür.141
Her cum'a gününde Allah Teâlâ'nın ateşten azad ettiği altıyüzbin azadlısı vardır.142
Hz. Enes bir hadîste Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir; Cum'a günü. selâmetle geçtiği takdirde, haftanın diğer günleri de selâmetle geçer.143
Hergün öğleden önce, güneş göğün tam ortasındayken, cehennem kızdırılır. Bunun için cum'a günü hariç, diğer günlerde, bu saatte namaz kılmayınız. Cum'a gününde ise, her vakit namaz kılınabilir; çünkü o günde (onun hürmetine) cehennem kızdırılmaz.144
Ka'b'ul Ahbar şöyle diyor: 'Allah Teâlâ, şehirlerden Mekke'yi, aylardan Ramazan'ı, günlerden Cum'a'yı ve gecelerden de Kadir gecesini faziletli kılmıştır'.
Denildiğine göre, kuş vesâir haşarat, cum'a günü karşılaştıklarında birbirlerine 'Selâm, bugün sâlih bir gündür' derlermiş.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Cum'a gününde veya gecesinde ölen kimseye, 'şehid' ecri yazılır ve o kişi kabir fitnesinden korunur.145
136) İbn Mâce, (Câbir'den zayıf hır senedle) 137) Beyhakî, Şuab'ul-İman, (İbn Abbas'dan) 138) İmam Ahmed ve Sünen sahipleri, (Ebu Ca'd ed-Damrî'den) 139) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 140) Şafiî, Müsned; Taberânî, Evsat','İbn Merdeveyh, Tefsir, (zayıf senedlerle) 141) Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 142) İbn Adiy, el-Kâmil; İbn Hibban, Duafâ Beyhakî, Şuab'ul-İman, (Enes'den) 143) İbn Hibban, Duafâ; Ebu Nuaym, Hilye; Beyhakî, Şuab'ul-İman, (Hz. Âişe'den) 144) Ebu Dâvud, (Ebu Katade'den)

Cum'anın Şartları[düzenle]

Cum'a diğer namazların şartlarında ortak olduğu gibi onlardan hiçbirinde bulunmayan şu altı şartla da ayrılmaktadır:
1- Vakit: İmamın selâmı, ikindi namazı vaktine tesadüf ederse cum'a namazı geçmiş sayılır. Bu namazı, dört rek'at ve öğle namazı olarak kaza etmelidir. Cum'a namazına sonradan gelip de imama uyan kimsenin son rek'atı vaktin haricine çıkarsa, onun cum'asının sahih olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır.
2. Mekân: Cum'a namazının sahralarda, çöllerde ve çadırlar arasında kılınması sahih değildir. Aksine cum'a namazının sahih olması için, taşınmaz binaların bulunduğu bir yer lâzımdır.
Aynı zamanda bu yerde kendilerine cum'a namazı farz olan kırk kişinin bulunması şarttır. (Bu hüküm Şafiî'ye göredir.) Köy, cum'a hususunda şehir gibidir. Köylerde cum'a kılmak için sultanın bulunması veya izin vermesi şart değildir; fakat en iyisi izin almaktır.
3. Aded: (Şafiî'ye göre) Cum'a, kırk erkekten az olan bir cemaatle sahih olmaz. Cum'aya iştirâk eden bu insanlar, mükellef, kış ve yaz göç etmeyen ve o mahallin daimî yerlisi olmalıdır. Eğer hutbe okunurken veya namaz kılınırken, mevcut kırk kişiden bir kişi bile çıkıp gitse cum'a namazı sahih olmaz. Bu adedin hutbenin başlangıcından imamın selâm vermesine kadar orada bulunması şarttır.
4. Cemaat: Eğer bir köyde veya şehirde kırk kişi ayrı ayrı yerlerde cum'a namazını tek başlarına (veya küçük gruplar halinde) kılsalar, namazları sahih değildir. Fakat sonradan gelip de namazın ikinci rek'atında imama uyan bir kimsenin, imamın selâmından sonra, kendi namazının ikinci rek'atını tek başına edâ etmesi caizdir. Eğer imamın ikinci rek'atına rükûuna yetişemezse, yine imama uyar; fakat o namazı öğle namazı niyetiyle kılar. İmam selâm verdiğinde kalkarak dört rek'at öğle namazını edâ eder.
5. Orada Daha Önce Cum'a Kılınmış Olmamalıdır::: Eğer bir mahallenin bütün ahalisinin bir camiye toplanması mümkün değilse, iki, üç veya dört camiye (ihtiyaç kadar) dağılıp cum'a kılmaları caizdir. Eğer ihtiyaç olmaksızın birkaç yerde cum'a kılınırsa, hangi cum'anın imamı istiftah tekbirini daha önce alırsa, ancak o cum'a sahihtir. (Diğerleri ise fasiddir).
Ayrı ayrı yerlerde cum'a kılmak mecburiyeti olduğu zaman imamlardan hangisi daha faziletli ise, onun arkasında namaz kılmak daha faziletli olur. Eğer zahirde iki imam fazilet bakımından eşit iseler, hangi cami daha önce inşa edilmişse o camide kılınan cum'a daha üstündür. Eğer bu hususta da eşit iseler, cum'anın, evine daha yakın olanda kılınması daha efdaldir. Cemaatin çokluk fazileti de gözetilebilir.
6. İki Hutbe::: Bu iki hutbenin okunması farzdır. Hutbenin okunması esnasında ayakta durmak ve hutbeler arasında oturmak da hatib için farzdır. Birinci hutbede dört farz vardır: a) Hamd: En azı 'Elhamdülillah' demektir. b) Allah Rasûlü'ne salavât-ı şerîfe getirmek. c) Allah'ın kullarına takvayı tavsiye etmek. d) Kur'an'dan en az bir ayet okumak.
İkinci hutbenin de dört farzı vardır. Ancak bu ikinci hutbede ayet okumak yerine, müslümanlara dua edilmesi ve aynı zamanda hutbeyi kırk kişinin dinlemesi vaciptir. (Eğer kırk kişinin hepsi veya bir kısmı sağır ise, onlara, hiç olmazsa, hutbenin rükünlerini dinletmek lâzımdır. Aksi takdirde böyle bir cemaatin cum'asının sahih olup olmayacağı hususunda ihtilâf vardır).
145) Ebu Nuaym, Hilye, (Câbir'den)

Hutbe'nin Sünnetleri[düzenle]

Güneş tam göğün ortasından batıya doğru yöneldiği, müezzin ezanı okuduğu ve imamın da minbere çıkarak oturduğu zaman tahiyye-t'ül-mescid namazı hariç namaz kılma faslı sona ermiştir. Konuşma faslı ise hutbenin açılışıyla sona erer.
Hatib minbere çıkıp yüzünü cemaata çevirdiği zaman, selâm vererek oturur; cemaat de onun selâmına karşılık verir.
Müezzin ezanı okuyup bitirince, hatib sağa sola bakmaksızın, kılıcının kabzasıyla veya bastonuyla ya da minberin trabzanlarıyla oynamaksızın ellerini, namazda olduğu gibi birini diğerinin üzerine bağlayarak yüzünü cemaata çevirir ve iki hutbe irad eder. Bu iki hutbe arasında hafif bir oturuş yapar. Hutbe okurken cemaatin anlayamayacağı garip kelime ve lugatları kullanmamaya dikkat etmelidir. Hutbeleri fahiş bir şekilde uzatmamalı ve teganni yapmamalıdır. Hutbe, derleyici, beliğ ve kısa olmalıdır. İkinci hutbede bir ayetin okunması da müstehabdır. Camiye hutbe okunurken giren bir kimse cemaata selâm vermemelidir. Şayet böyle bir selâm verirse, cevap vermek şart değildir. Ancak işaretle cevap vermek güzeldir. Hutbeyi dinleyen bir kimse, aksıranlara dua etmek sûretiyle cevap vermemelidir. İşte bütün bunlar hutbenin sahih olmasının şartlarıdır.

Cum'anın Vücûbu[düzenle]

Cum'anın vâcib olması için gereken şartlar şunlardır: 1- Erkek olmak. 2- Bâliğ olmak. 3- Akıllı olmak. 4- Müslüman olmak. 5- Hür olmak. 6- Bu vasıflara sahip kırk erkeğin bulunduğu bir mahalde bulunmak. 7- Sakin bir zamanda; gür sesli bir müezzinin şehirde okuduğu ezanın duyulabileceği bir mahallin sakinlerinden olmak. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Cum'a günü namaza çağrıldığınızda herşeyi bırakıp Allah'ın zikrine koşunuz ve alış-verişi bırakınız!' (Cum'a/9)
Yukarıda zikrolunan vasıflara sahip kimseler için, şu özürlerden dolayı cum'a namazının terkinde ruhsat vardır: 1- Yağmur. 2- Çamur. 3- Korku. 4- Hastalık. 5- Hastaya bakmak..
Bu özürlere sahip olup da cum'a namazına gidemeyenlerin, öğle namazını halkın cum'a namazından çıkabileceği bir zamâna kadar tehir etmesi müstehabdır. Cum'a namazını kılan hasta, misafir, köle veya kadınların, namazları sahihtir ve bu, öğle namazlarının yerine sayılır ve geçerlidir. Allah herkesten daha iyisini bilir.

Sırasıyla Cum'anın Âdâbı[düzenle]

Bunlar on maddede toplanmıştır: 1. Perşembe gününden itibaren kişi cum'aya hazırlanmalıdır. Kalbiyle onu kılmaya hazır olup faziletini karşılanmalıdır. Bunun için de perşembe günü ikindi namazından sonra tesbih, istiğfar ve dua ile meşgul olmalıdır; çünkü bu saat fazilet bakımından cum'a gününde meçhul bırakılan saate denktir. Seleften bazıları 'Kulların mûtad rızkından başka, Allah Teâlâ'nın bir fazilet ve ikramı vardır ki bunu yalnızca perşembe günü öğleden başlamak üzere cum'a günleri kendisine yalvaran kullarına verir' demişlerdir.
Cum'a gününde giyeceği elbiseleri perşembe gününden yıkamalı ve tertemiz yapmalıdır. Eğer yanında yoksa cum'a günü sürünmek üzere güzel koku hazırlamalıdır. Sabahın erken saatlerinden itibaren cum'aya mâni meşguliyetleri kalbinden çıkarmalı, perşembeyi cum'aya bağlayan akşam, ertesi gün için oruca niyet etmelidir; çünkü bu günün orucu çok faziletlidir. Ancak bu orucunu ya perşembe veya cumartesi orucuyla birleştirmelidir; çünkü sadece cum'a günü oruç tutmak mekruhtur.
Cum'a akşamını, namaz kılmak ve hatim indirmek sûretiyle ihya etmelidir; çünkü bu akşamın fazileti çoktur. Cum'a gününün fazileti bu gecenin üzerine bina edilmiştir. Bu gecede veya cum'a gününde hanımıyla birleşebilir. Hatta Hz. Peygamber'in 'Kim cum'a namazına sabahın erken saati gidip öncülüğü alır ve üstünü başını güzelce temizleyerek bedenini yıkarsa, Allah ondan razı olsun!'147 sözünü, hanımıyla birleşmek mânâsına hamleden bir grup, kişinin, cum'a gecesi veya cum'a günü namazdan önce hanımı ile birleşmesini müstehab saymışlardır.
Bu bakımdan hadîsin son cümlesini 'Kendisi yıkandığı gibi hanımını da yıkanmaya mecbur ederse' şeklinde tefsir etmişlerdir. Bir kısım âlimler de 'Hadîsin sonundaki ğassele tabiriyle elbiselerini yıkarsa mânâsı irade olunur' demişlerdir. Bazı rivayetlerde de bu kelime gasele şeklinde tahfifle okunmuş ve iğteselenin sonuna da licesedihî tâbiri eklenmiştir. İşte cum'ayı karşılama âdâbı bunlardan ibarettir. Cum'ayı karşılamanın bu âdabına riayet eden kimseler sabahladıkları zaman 'Bu hangi gündür?' diye gafletlerini izhar eden gafiller zümresinden çıkmış olurlar.
Seleften bazıları "Cum'a günü nasibi en fazla olan kimse cum'a saatini bekleyen ve onu bir gün öncesinden gözetendir. Nasibi en az olan kimse ise, sabahladığı zaman 'Bugün günlerden nedir?' diye sorandır" demişlerdir. Seleften bazıları cum'a namazını karşılamak için, cum'a gecelerini camide geçirirlerdi.
2. Cum'a günü sabahleyin kalktığında fecirden sonra gusletmelidir. Eğer cum'aya sabahın erken saatlerinde gitmiyorsa yeni temizlenmiş olmak için gideceği zamâna yakın gusletmesi daha iyidir. Cum'a günü yapılan gusül, kuvvetli bir şekilde müstehabdır. Hatta bazı âlimler vacib olduğuna bile kail olmuşlardır.
Nitekim Hz. Peygamberin 'Cum'a guslü, her bâliğ kimseye vâcibdir' buyurduğu rivayet edilmiştir.148
Nâfi'in İbn Ömer'den rivayet ettiği en meşhur hadîsin hükmü şudur: 'Cum'aya iştirak etmek isteyen herkes yıkansın'.149 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Erkeklerden veya kadınlardan cum'a namazına gidecek olanlar muhakkak yıkansınlar...150
Medinelilerden birbirleriyle tartışan iki kişiden biri diğerine 'Sen cum'a gününde gusletmeyen kimseden daha şerlisin' derdi.151
Hz. Ömer, camiye hutbe esnasında geldiğini gördüğü Hz. Osman'a 'Bu saatte mi geliyorsun? diyerek cum'a namazına erken gelmemesini kınar. Hz. Osman da şöyle cevap verir: 'Ezanı işittikten sonra da abdest aldım ve ancak çıkıp gelebilecek kadar geri kaldım'. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Abdest almak mı? O da ayrı bir suç...
Biliyorsun ki, Hz. Peygamber bize cum'a günlerinde gusül etmemizi emrediyordu...' buyurur.152
Hz. Osman'ın abdest almasıyla, cum'a gününde gusletmeyi terketmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Cum'a gününde guslün vâcib olmadığı,
Hz. Peygamber'den rivayet edilen şu hadîsle de sabittir: Cum'a gününde abdest alan sünnete uymuş ve güzel birşey yapmıştır. Fakat gusletmek daha efdâldir.153
Cum'a gününde cünüplük guslü alan kimse, ikinci bir defa da vücuduna cum'a guslü niyetiyle su dökmelidir. Fazileti elde etmek için bir gusül de kâfidir; yalnız hem cünüplüğün kalkmasına, hem de cum'a sünnetinin yerine getirilmesine niyet etmek şartıyla... Bu durumda cum'a için alınan gusül, cünüplük için alınana dahil olur.
Sahabîlerden biri, gusleden çocuğunun yanına girdiğinde 'Bu guslü cum'a için mi aldın?' diye sorar. Onun 'Hayır cünüplükten temizlenmek için aldım' demesi üzerine de 'O halde ikinci bir gusül daha al!' diyerek, delil olarak da cum'a guslünün her bâliğ müslümana vâcib olduğunu bildiren hadîsi rivayet eder.
Bu sahabî, oğluna, cünüplük için guslederken cum'a guslü için de niyet etmediğinden ikinci bir gusül yapmasını emretmiştir. 'Gusülden gaye, temizliktir. Cünüplükten kurtulmak için gusledilirken bu gayenin hasıl olması muhakkak olduğundan, ikinciye ihtiyaç yoktur' denilirse, bu fikir de yabana atılacak birşey değildir. Ancak bu fikir şeran ibadet sayılan ve fazileti aranan ab-dest hususunda da ileri sürülebilir. (Böyle bir ihtimal de bu fikrin çürüklüğünü açığa çıkarır). Cum'a günü guslettikten sonra abdesti bozulan kimse, sadece abdestini yeniler, guslü iptal olunmuş olmaz. Fakat en iyisi gusülden sonra abdestini bozmamaya dikkat etmesidir.
3. Süslenmelidir. Cum'a gününde süslenmek müstehabdır ve bu da üç şeyle olur: a) Güzel elbise b) Temizlik c) Güzel koku sürünmek
Temizlik ı. Misvak kullanmak ıı. Saçını tıraş etmek ııı. Tırnakları kesmek ıv. Bıyıkları kısaltmak Taharet bölümünde sözü edilen diğer temizlikleri de yapmak gerekir.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ cum'a günü tırnaklarını kesen kimseden hastalığı kaldırır ve ona şifa ihsan eder'.
Güzel Koku Eğer kişi perşembe veya çarşamba günü hamama gitmişse, cum'a için istenilen temizlik hasıl olmuş demektir. O halde cum'a günü, kötü kokuları ortadan kaldırmak için, yanında bulunan en güzel kokuları sürünmelidir. Bu güzel kokuyu yanında bulunanlara da koklatmaya çalışmalıdır. Erkekler için en uygun koku, keskin, fakat renksiz olan kokudur. Kadınlar için ise, renkli fakat keskin olmayan koku en uygunudur... Bu keyfiyet bu şekilde rivayet edilmiştir.154
İmam Şafiî şöyle buyurmuştur: 'Elbisesini temizleyenin üzüntüsü azalır; güzel koku sürünenin de aklı fazlalaşır'.
Güzel Elbise Elbiselerin en sevimlisi, beyaz olanıdır; çünkü Allah nezdinde en sevimli elbise, beyaz elbisedir.155
Şöhrete vesile olacak hiçbir elbise giyilmemelidir. Siyah elbise giymek sünnet olmadığı gibi, giyilmesinde de herhangi bir fazilet yoktur. Hatta âlimlerden bir cemaat, siyah elbiseye bakmayı bile kerih görmüşlerdir; çünkü siyah elbise giymek, Hz. Peygamber'den sonra ihdas edilmiş bir bid'attır. Cum'a günü sarık sarmak müstehabdır. Nitekim Vâsile b. Eska'nın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ ve melekleri cum'a günü sarık saran kimselere salavât'-ı şerife getirirler.156
Hararet bastığı takdirde namazdan önce veya sonra sarığın çıkarılmasında hiçbir beis yoktur. Fakat evinden camiye giderken sarığını yolda çıkarmamalıdır. Namaz vakti gelip çattığında, imam minbere çıkarken ve hutbe okurken sarığı çıkarmamaya dikkat etmelidir.
4. Camiye sabahın erken saatlerinde gitmelidir. Camiye iki veya üç fersah yoldan ve erken saatlerde gitmek müstehabdır. Bu vakit, fecrin doğuşuyla başlar. Cum'a niyetiyle camiye erken gelmenin fazileti büyüktür. Cum'aya gelirken Allah'tan korkmak, mütevazi olmak, namaz vaktine kadar camide itikâfa ve bu gelişiyle Allah'ın dâvet ettiği cum'aya en kısa zamanda icabet etmeye ve O'nun affına ve rızasına koşmaya niyet etmek en uygun harekettir.
Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Cum'a namazına günün ilk saatinde giden, bir deveyi kurban etmiş gibi olur. İkinci saatinde giden, bir sığırı, üçüncü saatinde giden sanki boynuzlu bir koçu kurban kesmiştir. Dördüncü saatte gidense bir tavuk, beşinci saatte giden ise, bir yumurta hediye etmiş gibi olur. İmam hutbeye çıkınca defterler dürülür, kalemler kaldırılır ve melekler hutbeyi dinlemek üzere minberin başında toplanırlar. Bu saatten sonra gelenler ancak namazın hakkını vermek için gelmiş olurlar. Bu gibiler için bunun dışında herhangi bir fazilet yoktur.157
Hadîs-i şerifteki birinci saat denilen vakit, fecirden güneşin doğuşuna, ikinci saat ise, güneşin doğuşundan kuşluğa kadar olan zamandır. Üçüncü saat, ayakların yerde toprağın hararetiyle yanmasına; dördüncü ve beşinci saatlerse büyük kuşluktan zevale kadar geçen zamandır. Dördüncü ve beşinci saatlerin faziletleri azdır. Zeval vakti ise, namazın vakti ve hakkıdır. Camiye bu vakitte gelenin herhangi bir fazileti yoktur; yalnızca farzını edâ etmiş olur.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Üç şey vardır ki insanlar bunlardaki fazileti bilselerdi, tıpkı develerin koşusu gibi, onların arkalarına düşerek birbirleriyle yarışırlardı. a) Ezan, b) Namazın ilk safı, c) Sabahın erken saatinde cum'a namazına gitmek.158
Ahmed b. Hanbel (r.a), 'Bu üç şeyin en faziletlisi, sabahın erken saatinde cum'a namazına gitmektir' demiştir.
Bir rivayette şöyle denilmektedir: Cum'a günü oldu mu, melekler, ellerinde gümüş defterler ve altın kalemler olduğu halde camilerin kapılarında otururlar ve en önce gelenleri, derecelerine göre yazarlar.159
Kişi cum'a günü her zamanki vaktinde gelmediğinde melekler onu aramaya başlarlar. Birbirlerine 'Filân adama ne oldu? Gecikmesinin sebebi nedir?' diye sorarlar ve 'Ey Allahım! Bu kişiyi cum'a namazına erken gelmekten fakirlik alıkoymuşsa onu zengin kıl! Onu hastalık geciktirmişse kendisine şifa ihsan eyle! Eğer herhangi bir meşguliyet sebebiyle gecikmişse onun kalbini, ibadetin için boşalt! Eğer kendisini fuzulî bir iş geciktirmişse onun kalbini tâat ve ibadetine yönelt!' derler.160
Birinci asırda, seher vaktinde ve fecirden sonra yolların, mum ışığında camilere doğru yürüyenlerle dolu olduğu görülmekteydi. Bayram günlerinde olduğu gibi diğer günlerde de yollar camiye giden insanlardan geçilmez bir izdiham içindeydi.
Denildiğine göre, İslâm dininde ilk icad edilen bid'at, sabahın erken saatlerinde camiye gitmenin terkedilmesidir.
Acaba müslümanlar, cumartesi ve pazar günleri sabahın erken saatlerinde kilise ve havralarına akın eden yahudi ve hristiyanlardan utanmıyorlar mı? Dünyaya tapanların sabahın erken saatlerinde para kazanmak, alış-veriş yapmak için çarşıları nasıl doldurduklarını ve âhiret taliplilerinin onlardan geri kaldıklarını müşahede etmiyorlar mı?
İnsanlar, Allah Teâlâ'nın cemâl-i ilâhîsini müşahede etmek istiyorlarsa, Allah Teâlâ'ya cum'aya erken gittikleri nisbette manen yaklaştıklarını bilmelidirler...
İbn Mes'ud, bir gün sabahın erken saatinde camiye girerken üç kişinin kendisinden önce gelmiş olduğunu gördü. Bunun üzerine çok üzülerek nefsine şöyle dedi: 'Dört kişinin dördüncüsüsün öyle mi? Gerçi dört kişinin dördüncüsü de geç gelmiş sayılmaz'.
5. Camiye giriş keyfiyetidir: Camiye girerken cemaatin omuzlarından atlamamak ve önlerinden geçmemelidir. İşte camiye erken saatlerde gitmek bu keyfiyeti kolaylaştırır. Cemaatın omuzlarından atlayan hakkında şiddetli bir tehdit vârid olmuştur:
Camiye geç gelip de cemaatin omuzlarından atlaya atlaya öne geçen kimse, kıyamet gününde köprü olacak ve halk da üzerinden geçecektir.161
İbn Cüreyc mürsel olarak şu hadîsi rivayet eder: Hz. Peygamber cum'a günü hutbeyi okurken halkın omuzlarından atlayarak öne geçen birisini gördü. Namazdan sonra o kişiyi buldu ve 'Bugün cum'a namazını niçin bizimle kılmadın?' diye sordu. Kişi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bugün cum'a namazını sizinle kıldım' demesi üzerine 'Cemaatin boynuna basa basa öne geçtiğini görmedik mi?' demek sûretiyle bu hareketinden ötürü amelinin mânen yanlış olduğuna işaret buyurdu.
Müsned bir hadîste Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu vârid olmuştur: Hz. Peygamber birine 'Bugün bizimle birlikte kılmadın?' deyince, adamcağız 'Ey Allah'ın Rasûlü! Beni görmediniz mi?' dedi. Hz. Peygamber de 'Seni gördüm. Gecikmiştin ve cemaate eziyet ediyordun' buyurdu.
Birinci safta boş bırakılmış bir yer varsa, sonradan gelen, doldurmayanlara ceza olsun diye, omuzlardan atlaya atlaya o boş yere gidebilir; çünkü onlar haklarını zayi etmiş ve fazilet yolunu terketmişlerdir.
Hasan Basrî şöyle buyurmuştur: Cum'a günlerinde camilerin kapılarında oturup ön saflara katılmayanların boyunlarına basa basa ön saflara geçiniz; çünkü bu ihmalkâr insanlara hürmet gerekmez:
Camide namaz kılanlardan başka kimse yoksa, camiye girenin selâm vermesi uygun olmaz; zira bu selâmıyla namaz kılan kimselere veremeyecekleri bir cevabı yüklemiş olmaktadır.
6. Halkın önünden geçmemeye dikkat etmelidir. Halkın, önünden geçmesini önlemek için bir direğe veya herhangi bir duvara yakın bir yerde oturmalıdır. 'Halkın önünden geçmemesi' tâbirinden gayemiz, namaz kılanların önünden geçmemektir. Namaz kılanın önünden geçilmesi, namazın bâtıl olmasına sebep olmaz. Ancak teşvişe yol açtığı için Hz. Peygamber böyle bir geçişi nehyetmiştir:
Kişinin kırk sene durup beklemesi, namaz kılanın önünden geçmesinden daha hayırlıdır.162
Yemin ederim ki kişinin rüzgârların savurduğu bir toprak olması, namaz kılanın önünden. geçmesinden daha hayırlıdır.163
Namaz kılanın önünden geçen, yol kenarında namaz kılan ve namaz kılarken önünden geçilmesini önleyecek tedbirleri almakta kusur edenler hakkında vârid olan bir hadîste şöyle buyurulmuştur:
Namaz kılanın önünden geçenler (veya bu geçişin önlenmesi hususunda ihmalkârlık gösteren musalli), eğer bu yüzden düçar olacaklara azabı bilselerdi, kırk sene orada çakılı kalmalarının, geçmelerinden daha hayırlı olduğunu anlarlardı.164
Direk, duvar ve yayılmış seccade, namaz kılanın hudududur. Bu bakımdan, namaz kılan kişi imkânı varsa bu hududlar dahilinde önünden geçmek isteyeni itebilir.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Namaz kılan kişi önünden geçmek isteyenleri eliyle itsin. Dinlemez de geçmekte ısrar ederse, tekrar itsin. Yine ısrarda bulunursa onunla dövüşsün; çünkü o şeytandır.165
Ebu Said el-Hudrî (r.a), önünden geçmek isteyen kimseyi düşürecek derecede iterdi. Bir keresinde itilen adam Ebu Said'in yakasını bırakmadı ve onu Medine vâlisi Mervan b. Hakem'e şikayet etti. (Bu şikayet üzerine, Mervan, Ebu Said'i çağırarak, 'Sana ne oluyor? Neden filan yeğenini ittin?' diye azarladı. Ebu Said de Hz. Peygamber'in kendisine bu şekilde emretmiş olduğunu söyledi.) Namaz kılan kişi, önünde durabileceği herhangi bir direk bulamadığı takdirde hududunu, önüne bir zirâ' boyunda olan birşey dikmek sûretiyle belirtmelidir.
7. Birinci safı aramalıdır; çünkü birinci safın fazileti çok fazladır. Bu hususda vârid olan bir hadîsi daha önce rivayet etmiştik. Başka bir hadîste de şöyle buyurulmaktadır:
Kim elbisesini yıkar, gusleder sonra da cum'a namazı için sabahın erken saatinde camiye gider ve imama yaklaşıp hutbesini dinlerse, yaptığı bu hareketler, onun iki cum'a arasında vâki olan günahlarının keffareti olduğu gibi, fazladan da üç gününün keffareti olur.166
Allah, böyle yapan bir kimsenin geçmiş cum'adan bu cum'aya kadar olan günahlarını affeder.167 Hadîsin bazı rivayetlerinde de, bu faziletin elde edilebilmesi için, insanların omuzlarından atlamamak şartı koşulmuştur.
Birinci safta kılmaya çalışırken de üç şeyden gâfil olunmamalıdır: a) Hatibin yakınında ipekli ve benzeri giyilmesi erkekler için haram olan bir elbise giyen birisini görmesi ihtimali olur ya da kalbini meşgul edecek çok ağır veya altın işlemeli silâhlarıyla beraber namaz kılan birisi bulunur da eğer bu münkerleri kaldırmaya gücü yetmezse ön safta değil, gerilerde namaz kılması daha selâmetli ve kalp huzuru için daha hayırlıdır.
Kalp selâmetinin temini için bir grup âlim böyle yapmıştır. Nitekim Bişr el-Hafî'ye 'Camiye sabahın erken saatlerinde geldiğin halde neden en son saflarda namaz kılıyorsun?' diye sorulduğunda 'Kalplerin yakınlığı murad olunur, bedenlerinki değil' demiştir. Bu sözüyle, son saflarda namaz kılmanın, kalp selâmeti bakımından daha iyi olduğuna işaret buyurmaktadır.
Süfyan es-Sevrî (r.a), Şuayb b. Harb'in Ebu Câfer el-Mansur'un hutbesini iyi dinleyebilmek için minberin yanında oturduğunu gördü. Namazdan sonra Şuayb'a şöyle dedi: 'Bu kişiye (Mansur'a) yakın oturman kalbimi meşgul etti. Bu adamdan reddedilmesi gereken bir söz işittiğin takdirde, onu reddetmeye kudretin yetecek mi ve bunu yapacağından emin misin ki gidip bu adamın yanına oturdun?'
Hz. Süfyan, bu sözlerinden sonra Abbasî halifelerinin cum'a günlerinde giydikleri siyah elbiselerin bid'at olduğundan bahsetti. Bunun üzerine Şuayb, de "Ey Ebu Abdullah! 'Hatibe yaklaş ve hutbesini dinle!'168 diye bir hadîs yok mudur?" diye sordu. Süfyan da 'Allah sana rahmet etsin. Bu emir, râşid halifeler için vârid olmuştur. Halbuki bu adamlardan uzak bulunduğun ve yüzlerine bakmadığın nisbette Allah'a yaklaşırsın' buyurdu.
Said b. Amr şöyle diyor: "Bir keresinde sahâbîlerden Ebu Derdâ'nın (r.a) yanında namaz kıldım. Namaz başladığında son safa kadar çekildik. Namazdan sonra kendisine 'Safların en hayırlısı birinci saftır denilmiyor mu?' denildi. 'Evet! Doğru; ancak bu ümmet, Allah'ın rahmetine mazhar olmuş ve diğer ümmetler arasında O'nun nazargâhı olan bir ümmettir. Bu bakımdan Allah namazda bulunan bir kuluna nazar kıldığı zaman, onu ve arkasındaki bütün insanları affeder. İşte bunun içindir ki Allah Teâlâ'nın beni buradaki kişilerin yüzü suyu hürmetine affetmesi için hepsinin arkasında bulunmayı tercih ettim' buyurdu".
Hadîs râvilerinden bazıları Hz. Peygamber'den, Ebu Derdâ'nın dediği gibi işittiklerini rivayet etmektedir.169
Bu bakımdan en son safı bu niyette tercih eden ve böylece Ümmet-i Muhammed hakkında hüsn-ü zan izhar eden bir kimse için, son safta hiçbir kayıp yoktur. (Aksine niyetine göre muamele görür). İşte bu hikmete bianendir ki 'Ameller niyetlere bağlıdır' denilmektedir.
b) Eğer hatibin yanında padişahlar için camiin bir kısmı kesilip hünkâr mahfili yapılmamışsa onun yanına yaklaşmak ve birinci safta bulunmak güzel birşeydir. Eğer böyle bir bid'at varsa, ön safta bulunmamayı tercih etmelidir; çünkü bazı âlimler, hünkâr mahfiline girmeyi kerih görmüşlerdir.
Hasan Basrî ve Bekir b. Abdullah el-Müzenî (Allah ikisinden de razı olsun) hünkâr mahfillerinde namaz kılmazlardı. Onların görüşüne göre; bu mahfil, sadece sultanlara mahsus olarak, sonradan ihdas edilen bir bid'atdır. Çünkü bu, Hz. Peygamber'den sonra icâd edilmiştir. Halbuki camiler bütün müslümanların hakkıdır. Camilerde, hünkâr mahfilleri gibi, bir kısmın husûsîleştirilmesi ise bu hükme muhaliftir.
Ashâbdan Enes b. Mâlik ve İmran b. Husayn (r.a) ise hünkâr mahfilinde namaz kılmışlar ve burada, imama yaklaşmak için durmakta herhangi bir kerahetin mevcut olmadığını söylemişlerdir. O halde kerâhiyet, mahfillerin sadece sultanlara tahsis edilmesi ve başkasının orada namaz kılmaktan menedilmesi halinde sözkonusudur. Orada namaz kılmak herkese serbest olduğu takdirde mahfilde kerahiyet yoktur.
c) Minber, safların bir kısmını ayırır. Bunun için birinci saf, minberin önünde, kesintisiz, baştan başa uzanan saftır. Minberin sağında solunda bulunan saflar ise, minberle kesilmiş olduğu için birinci sayılamaz...
Süfyan es-Sevrî (r.a) 'Birinci saf, minberin önünde, kesintisiz devam edendir' buyurmuştur.
Bu söz çok doğrudur; zira bu saf gerçekten kesintisizdir ve ancak bu safta bulunanlar, hatibin yüzüne normal olarak bakıp sözünü (güzelce) dinleyebilir. Fakat kıbleye daha yakın olan safın birinci saf olduğunu ve minber tarafından bölünmesinde bir beis olmadığını söylemek de, hakikatten uzak bir hüküm değildir.
Çarşılarda ve camilerin dış avlularında namaz kılmak mekruhtur. Ashabdan bazıları camilerin dış avlusunda namaz kılanları döver, oradan kovarlardı. (Tabii camide yer bulunması halinde durum böyledir.)
8. İmam hutbeye çıkınca nafile namazı ve konuşmayı kesmelidir. Yalnızca müezzini ve hutbeyi dinlemekle meşgul olmalıdır. Müezzinler ayağa kalktıklarında bazı cahiller secde ediyorlar. Böyle bir secdenin aslı astarı yoktur. Çünkü ne bir haberde ve ne de bir eserde, böyle birşey rivayet edilmiş değildir. Fakat buna rağmen bu secde, tilâvet secdesine tesadüf ederse, orada dua edilmesinde bir beis yoktur; çünkü bu vakit, fazilet vaktidir. Böyle bir secdenin haram olmasına hükmedilemez. Çünkü haram olması için her hangi bir sebep mevcut değildir,
Hz. Ali ile Hz. Osman'ın 'Sükût edip, hutbeyi dinleyene iki; hutbeyi dinlemeyip sadece susana ise bir ecir vardır. Hutbeyi duyduğu halde sükût etmeyene iki, duymaksızın konuşana da bir günâh vardır' dedikleri rivayet edilmektedir.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: İmam hutbeyi okurken yanındaki arkadaşına 'sükût et' veya 'sus' diyen bir kimse 'lâğv' yapmış (yani susmamış) olur. İmam hutbe okurken lâğv yapanın cum'ası yok demektir.170
Hz. Peygamber'in bu hadîsi, konuşan bir insanı, sözle değil, elle işaret etmek veya taş atmak suretiyle susturmak gerektiğine delâlet eder. Ebu Zer'in rivayet ettiği bir hadîste ise şöyle buyurulmaktadır:
Hz. Peygamber hutbe okurken, Ebu Zer, Ubey b. Ka'b'a 'Bu sûre ne zaman nâzil oldu?' diye sordu. Ubey de ona sükût etmesini işaret etti. Rasûlullah hutbeden indikten sonra Ubey 'Git, senin cum'an bâtıldır' dedi. Bu söz üzerine Ebu Zer, Ubey'i Hz. Peygamber'e şikayet etti. Hz. Peygamber de 'Ubey doğru söylemiş' buyurdu.171
İmamdan uzak bir yerde otursa dahi ne ilim ve ne de başka bir konu hakkında konuşmamalı; bilakis sükût etmelidir. Çünkü böyle bir fısıltı hutbeyi dinleyenlerin kulağına gider ve onların huzurlarını bozar, Aynı zamanda konuşan kimsenin yanında da oturmamalıdır, Uzak olduğundan imamın hutbesini dinlemek imkânına sahip olmayan kimsenin sükût etmesi müstehabdır.
Mademki, imam hutbe okurken namaz kılmak mekruhtur, o halde konuşmak haydi haydi mekruh olmalıdır.
Hz. Ali şöyle buyurmuştur: 'Şu dört vakitte namaz kılmak mekruhtur: a) Sabah namazından güneşin bir mızrak boyu yükselmesine kadar, b) İkindiden sonra, c) Günün tam ortasında, d) İmamın hutbe okuduğu anda..'
9. Diğer namazlar için zikrettiğimiz hususlara cum'a namazında da riayet etmelidir. İmamın okuyuşunu işittiği takdirde Fâtiha'dan sonra birşey okumamalı ve imamı dinlemelidir. Cum'a namazından sonra Fatiha, İhlâs ve Muavvizeteyn'i yedişer defa okumalıdır. Zira seleften bazıları, bunları okuyan kimsenin, o cum'adan gelecek cum'aya kadar korunacağını ve bu okuyuşun onun için, şeytana karşı bir siper olacağını rivayet etmektedir.172
Cum'a namazından sonra 
"Ey Allahım, Yâ Ganî, Yâ Hamîd! Yâ Mübdî! Yâ Muîd! Yâ Rahîm! Yâ Vedûd! Beni helâlinden vermek sûretiyle haramından, fazlınla da mâsivadan koru!' demek müstehabdır.
Denildiğine göre, bu duaya devam eden kimseyi Allah Teâlâ bütün mahlûkattan müstağnî kılarak ona ummadığı yerlerden rızık gönderir.
Cum'a namazından sonra altı rek'at namaz kılmalıdır. Zira İbn Ömer'den, Hz. Peygamber'in cum'adan sonra iki rek'at namaz kıldığı,173
Ebu Hüreyre'den ise, dört rek'at kıldığı rivayet edilmektedir.174
Hz. Ali ve İbn Abbas'tan ise, altı rek'at kıldığı rivayet edilmektedir.175
Bütün bu rivayetler sahihtir ve değişik vakitlerde vâki olmuşlardır. En efdâli altı rek'at kılmaktır.
10. (Eğer iş güç sahibi değilse) ikindi namazını kılıncaya kadar camiden ayrılmaması gerekir. (Aksi takdirde 'Namazı kılınca yeryüzüne dağılınız!' emrine imtisâl etmelidir.) Denildiğine göre, cum'a namazından sonra ikindi namazını da camide kılan kimseye, bir hac sevabı; aynı günün akşam namazını da kılarsa bir hac ve umre sevabı yazılır. Eğer riyâdan emin değilse, halkın İşte falan adam itikâfa girmiştir' demesinden korkuyorsa, o vakit, en faziletlisi Allah'ı anarak evine dönmesidir. Allah'ın nimetlerini düşünmeli, kendisini ibadet etmeye muvaffak kıldığı için O'na şükretmeli ve kusurlarından korkmalıdır.
Cum'a günündeki eşref saatini kaçırmamak için, güneş batmcaya kadar dil ve kalbine hâkim olmalıdır. Gerek cum'a namazı kılınan camide ve gerekse de diğer camilerde dünya kelâmı konuşmak uygun değildir.
Zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Halk üzerine öyle bir zaman gelecektir ki mescidlerde yapılan konuşmalar dünyalıklarının tedbiri için yapılan müzakerelerden ibaret olacaktır. Halbuki Allah Teâlâ'nın böylelerine hiçbir ihtiyacı yoktur. Onların Allah ile râbıtaları kesilmiştir; bu bakımdan onlarla oturmayın!176
146) Bu özürlerin miktarı, fıkıh kitaplarında tafsilâtıyla beyan edilmiştir. 147) Sünen sahipleri, İbn Hibban, Hâkim, (Evs b. Evs'den); Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir. 148) Buhârî ve Müslim, (Ebu Said'den) 149) İbn Hibban 150) İbn Hibban ve Beyhakî, (İbn Ömer'den) 151) Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb. 152) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 153) Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, (Sumre'den); Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir. 154) Ebu Dâvud ve Tirmizî; Nesâî, (Ebu Hüreyre'den) 155) İmam Ahmed, Nesâî ve Hâkim, (Semure b. Cündüb'den) 156) Taberânî ve İbn Adiy, (Ebu Derdâ'dan) İbn Adiy hadisin münker olduğunu söylemiştir. 157) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 158) Ebu Şeyh, Sevâb 'u1-A'mâl, (Ebu Hüreyre'den farklı bir şekilde) 159) İbn Merdeveyh, Tefsir, (Hz. Ali'den farklı bir şekilde) 160) Beyhakî, (Amr b. Şuayb'dan hasen bir senedle) 161) Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim, (Abdullah b. Bişrden) 162) Bezzar, (Zeyd b. Halid'den); Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 163) Ebu Nuaym, Tarih'ul-isfahan, İbn Abdilberr, Temhid, (Abdullah b. Ömer'den mevkûf olarak) 164) Muhammed b. Yahya, Müsned, (Zeyd b. Halid'den sahih bir senedle) 165) Buhârî ve Müslim 166) Hâkim, (Evs b. Evs'den) 167) Ebu Dâvud, İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said ile Ebu Hüreyre'den) 168) Ebu Dâvud, (Semure'den farklı bir şekilde) 169) İbn Asâkir, Târih-i Dımeşk 170) Tirmizî ve Nesâî, (Ebu Hüreyre'den) 171) Beyhakî, Ebu Dâvud ve İbn Mâce, (Ubey b. Ka'b'dan sahih bir senedle) 172) Ebu Talib el-Mekkî, Kut'u1 Kulûb ve Gazâlî, Bidâyet 'ül-Hidâye 173) Buhârî ve Müslim 174) Müslim 175) Beyhakî, (Hz. Ali'den merfû olarak); Ebu Dâvud, (İbn Ömer'den) 176) Beyhakî, Şuab'ııl-İman, (Hasan Basrî'den mürsel olarak); Hâkim, (Enes'den sahih bir senedle); İbn Hibban, (İbn Mes'ud'dan)
Cum'anın Diğer Sünnet ve Edepleri
Bu sünnet ve edebler, sadece cum'a namazı ve hutbe ile değil, bütün cum'a günüyle ilgilidir. Bunlar yedi tanedir.
1. Cum'a sabahında veya ikindi namazından sonra ilim meclislerine gitmelidir, Kıssacıların meclislerindense, uzak durmalıdır; çünkü onların konuşmalarında hayır yoktur. Allah'ı arayan bir kimsenin, cum'a günlerinde hayırlı işlerden ve dualardan uzak kalması uygun değildir. Cum'a günündeki şerefli saat geldiği zaman, kendisinin hayırlı bir işte olması gerekir. Namazdan önce zikir halkalarına gitmesi uygun değildir;
çünkü Abdullah b. Ömer' den şöyle rivayet edilmektedir. Hz. Peygamber, cum'a günü, namazdan önce halka çevirip zikretmeyi yasaklamıştır.177
Ancak halkayı idare eden, Allah'ı bilen bir âlim olup cemaati, yaptıklarıyla irşad etmeye çalışıyorsa böyle bir toplantıya katılmak caizdir. Camide öğleden önce konuşup da dini öğreten kimsenin yanında oturmak hem sabahın erken saatlerinde camiye gitmek ve hem de vâ'z u nasihat dinlemek gibi iki vazifeyi bir arada yapmaya vesile olur. Ahirete yararlı ilmin dinlenilmesi, nafile namazlarla meşgul olmaktan daha efdâldir.
Ebu Zer'den rivayet edildiğine göre: İlim meclisinde bulunmak, bin rek'at namazdan daha efdâldir'.
Enes b. Mâlik "Namazı (cum'ayı) kılınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından rızık arayın! (Cum'a,10) ayetindeki 'aranması emrulunan dünyalık değil, hastaları ziyaret ve cenazelerin kaldırılmasına iştirâk ve ilim öğrenmek ve Allah yolundaki bir kardeşini ziyaret etmektir" demiştir.
Nitekim Allah Teâlâ Kur'an'ın birçok yerinde ilmi 'fazl' olarak ifade etmektedir: O sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür. (Nisâ/113)
Andolsun ki biz Dâvud'a tarafımızdan bir fazl verdik. (Sebe/10)
Bu ayetlerde geçen fazl kelimesi ilim anlamındadır ve Allah'a yaklaştırıcı hareketlerin en üstünüdür.
Kıssacıların meclisinde oturmaktansa, namaz kılmak daha efdâldir; çünkü selef-i Sâlihîn, vaizlerin kıssa anlatmalarını bid'at görürlerdi. Hatta böylelerini camiden kovarlardı.
Nitekim İbn Ömer bir gün sabahın erken saatlerinde camideki yerini almak üzere gitmişti. Bir de ne görsün, bir kıssacı, yerine oturmuş hikâye nakletmektedir. Ona "Yerimden kalk!' dediyse de kıssacı 'Hayır kalkmayacağım; çünkü senden önce gelip oturdum', karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Ömer zaptiye âmirine haber vererek onu yerinden kaldırttı.
Eğer kıssa anlatmak sünnetten sayılsaydı, o kişiyi yerinden kaldırmak câiz olmazdı; çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın, herhangi biriniz müslüman kardeşini yerinden kaldırıp kendisi oraya oturmasın. Ancak birbirinize yer aç-mak üzere sıkışınız.178
İbn Ömer, bir meclise geldiğinde kendisine hürmeten ayağa kalkan ve yerini vermek isteyenin yerine oturmadığı gibi, o ayağa kalkan adam yerine oturmadıkça, da oturmazdı.
Bir kıssacı Aişe validemizin hücre-i saadetinin dış avlusunda otururdu. Âişe validemiz, İbn Ömer'e haber göndererek 'Bu adam rivayet ettiği hikâyelerle beni tâciz edip tesbih ve nafile ibadetlerime mâni oluyor' dedi. Bunun üzerine İbn Ömer (r.a), kaburgasını kırıncaya kadar asâsıyla onun sırtına vurdu ve onu oradan kovdu.
2. Cum'a günündeki eşref saatini güzelce gözetlemelidir; çünkü meşhur bir hadîste şöyle buyurulmaktadır: Cum'a gününde bir saat vardır ki müslüman kul o saatte neyi isterse, Allah Teâlâ ona istediği şeyi ihsân eder.179
Namazın o saate tesadüf etmesi, kılanın isteklerinin verilmesine vesile olur.180
Bu eşref saatinin tâyininde ihtilâf edilmiştir. Kimisi güneşin doğuşu sırasında, kimisi zevalde iken, kimisi ezan okunduğu zaman, kimisi imamın minbere çıkıp hutbe okumaya başladığı zaman, kimisi halkın namaza başladığı an, kimisi de ikindi namazının en uygun vaktinin sonu, kimisi ise güneşin batış anıdır demiştir.
Rasûlullah'ın kızı Fâtıma (r.a), cum'a günündeki eşref saatini güneşin batışı anında arar; bunun için de câriyesine 'Güneş batmak üzereyken bana haber ver!' derdi. Câriye gelip haber verdiğinde de güneş tamamen batıncaya kadar dua ve istiğfarda bulunurdu. Hz. Fâtıma, babasından cum'anın eşref saatinin bu vakitte olduğunu rivayet etmiştir. Allah'ın salât ve selâmı hem babasının ve hem de onun üzerine olsun!181
Bazı âlimler, kadir gecesinin bütün ramazanda gizli olması gibi, eşref saatinin de bütün cum'a gününde gizli olduğunu ve bu gizliliğin de, iştiyâkla aranması ve cum'a gününün ihyâ edilmesi hikmetine dayandığını söylemektedir.
Bazı âlimler de, 'Kadir gecesinin Ramazan'da gezdiği gibi, cum'a gününün şerefli saati de cum'a gününün saatleri içinde gezmektedir' demişlerdir. En uygunu da bu son hükümdür; çünkü bunun bir sırrı vardır. Ancak bu sırrı muamele ilminde zikretmek uygun değildir. (Onun için biz de zikretmiyoruz). Fakat Hz. Peygamber'in şu sözlerini tasdik etmek gerekir:
Yaşadığınız günlerde Rabbinizin nefhaları (tecellileri) vardır. Dikkatli olunuz ve bu nefhalardan istifade etmeye bakınız.182
Cum'a günü de bu günler arasındadır. O halde kişi cum'a günü boyunca huzur-u kalbi sağlamak, zikre devam etmek ve dünya vesveselerinden uzaklaşmak suretiyle bu rahmeti beklemelidir. Umulur ki, bu tecellilerden birisine erebilir.
Ka'b'ul-Ahbar şöyle diyor: 'Cum'a gününün eşref saati o gü-nün en son saatidir. Bu saat tam güneşin batışına tesadüf etmektedir'.
Ebu Hüreyre, Ka'b'a "Ey Ka'b! Eşref saati nasıl olur da cum'anın son saati olabilir? Halbuki ben Hz. Peygamber'in 'O sa-atte namaz kılan kul isteğini elde eder' buyurduğunu duydum... Günün son saati ise, namaz vakti değildir" dedi. Ka'b da, "Hz. Peygamber 'Oturup namazı bekleyen, namazda sayılır' demedi mi?" karşılığını verdi Ebu Hüreyre 'evet' deyince. Ka'b İşte o bekleyiş namazdır' dedi. Bunun üzerine Ebu Hüreyre (r.a) sükût etti.183
Ka'b (r.a), bu saatin cum'a gününü hakkıyla değerlendirenlere rahmet olduğunu ve bu rahmetin de ancak amelin tamamlanmasından sonra gönderildiğine kâildir.
Kısacası, ikindi namazından güneşin batışına kadar olan vakit, imamın minbere çıkıp hutbe irâd ettiği vakitle birlikte şerefli saatlerdir. Bu saatlerde bolca dua etmek gerekir.
3. Cum'a gününde Rasûlullah'a çokça salât ve selâm getirmek müstehabdır; çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Allah Teâlâ cum'a gününde bana seksen defa salât ve selâm getiren kimsenin seksen senelik günâhını bağışlar'. Bunun üzerine kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sana nasıl salât getirilir?' diye soruldu. Rasûlullah buna şöyle cevap verdi:
'Yâ rabb! Kulun, peygamberin, Rasûlün, mekteb ve medrese görmeyen nebiyyi zîşânın Hz. Muhammed'in üzerine rahmet deryâlarını akıt!' dediğin takdirde bir defa salavât-ı şerife getirmiş olursun. Dilersen "Ey Allahım! Muhammed'e ve onun âline öyle bir salât gönder ki, senin için rıza, Hz. Muhammed'in hakkı için edâ olsun. Muhammed'e Vesile' adlı dereceyi ihsân eyle! Onu kendisine va'dettiğin makâm-ı mahmûd'a. gönder. Haketmiş olduğu mükâfatı bizden taraf ona ihsân eyle. Bize vekâleten ona herhangi bir peygambere ümmetinin yerine verdiğin mükâfatın daha üstününü ver! Ey merhametlilerin en merhametlisi... Ona, onun kardeşleri olan bütün peygam-berlere ve sâlih kullarına rahmet deryâlarını coştur!" de ve bunu da yedi defa tekrar et!
Bu salavât-ı şerîfeyi her birinde yedi defa olmak üzere yedi cum'a okuyana, Hz. Peygamber'in şefaat edeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Daha fazla salavat getirmek isteyen, rivâyet edilen şu salavât-ı şerîfeyi okusun:
Ey Allahım! Salâvâtımın faziletini, artan bereketlerini, zekâtlarının şereflilerini, şefkatini, rahmetini ve tahiyyetini, Rasûllerin efendisi, hayra götürücü kumandan, iyiliğin kapısını açan kahraman, rahmet peygamberi ve ümmetin efendisi Hz, Muhammed'e tahsis et! Ey Allahım! Muhammed'i makâm-ı mahmûd' a gönder. Bu makamla onun zât-ı ulûhiyyetine yaklaşmasını sağla ve onun gözünü nûrlandır, geçmiş ve geleceklerin gıpta edebileceği bir şekilde nûrlandır! Ey Allahım! Muhammed'e fazl, fazilet, şeref, vesile ve yüce dereceler, yüksek ye şerefli mertebeler ihsân eyle. Ey Allahım! Muhammed'e istediğini ver. Onu umduğuna erdir ve. kendisini ilk şefaat eden ve şefaati herkesten daha çok kabul olunan kıl. Ey Allahım! Bizi onun cemaatiyle haşr ve şefaatıa mazhar eyle. Onun milleti üzerine öldür ve sünneti üzerine dirilt! Bizi onun kevser havzına ilet ve bu havzın suyundan, mahcup etmeksizin içir. Bizleri pişman olanlardan, şikayet edenlerden, dinini değiştirenlerden, fitne çıkaranlardan ve fitneye düşenlerden eyleme! Ey âlemlerin Rabbi! Bu duamızı kabul eyle.184
Kısacası kişi bu konuda vârid olan hangi rivayeti (velev ki teşehhüdde okunan meşhur rivayet de olsa) okusa, salavât-ı şerife getirmiş sayılır. Salavât-ı şerife ile beraber istiğfar etmesi de uygundur. Çünkü bu mübarek günde istiğfar etmek de müstehaptır.
4. Kur'an okumalıdır: Mü'minin cum'a gününde Kur'an'ı çok okuması gerekir. Özellikle Kehf sûresini okumalıdır. Çünkü İbn Abbas ve Ebu Hüreyre'den (r.a) şöyle rivayet edilmektedir: Cum'a gecesinde veya gününde Kehf sûresini okuyan kimseye, bulunduğu yerden Mekke şehrine kadar olan mesafeyi aydınlatabilecek bir nûr ihsân edilir. O cum'adan gelecek cum'aya kadar olan (küçük) günâhları ve ayrıca da fazladan üç günlük günahları affolunur. Sabahlayıncaya kadar da yetmişbin melek kendisine rahmet ve af talebinde bulunur. Hastalıktan, urdan, zatülcenpten, alaca hastalığından, cüzzamdan ve deccâlin fitnesinden emin olur.
Mümkünse cum'a günü ve gecesinde Kur'an'ı bir defa hatmetmesi müstehabdır. Eğer geceleyin Kur'an okumuşsa kalanını sabah namazının iki rek'atında veya akşam namazının birinci ve ikinci rek'âtlarında ya da cum'a için verilen ezân ve kamet arasında tamamlamalıdır. Böyle yapmanın büyük bir fazileti vardır.
Abidler cum'a gününde İhlâs-ı şerifi bin defa okumayı müstehab görürlerdi. Denildiğine göre, on veya yirmi rek'atta bin İhlâs-ı şerif okumak, bir hatimden daha üstündür. Âbidler, cum'a gününde bin salavât-ı şerife getirirlerdi.
(Kitab'ın ilerdeki bölümlerinde de geleceği gibi) kişi meşhur altı tesbih duasını, cum'a gününde ve gecesinde okursa güzel bir zikir yapmış olur.
Cum'a günü ve gecesi hâriç, Hz. Peygamber'in hiçbir gün ve gecede muayyen sûreleri okuduğu rivayet edilmemektedir. Hz. Peygamber cum'a gecesinin akşam namazında Kâfirûn ve İhlas sûrelerini; aynı gecenin yatsı namazında ise Cum'a ve Münâfikûn sûrelerini okurdu.185
Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Cum'a ve Münâfikûn sûrelerini cum'a namazında da okurdu. Cum'a gününün sabah namazında ise, Lokman ile İnsan sûrelerini okurdu. 5. Namaz kılmalıdır. Cum'a gününde, cum'a namazını kılmak maksadıyla da, camiye giren kimse, dört rek'at namaz kılmadan oturmamalıdır. Kıldığı bu dört rek'at namazın her rek'atında ellişer tane olmak üzere ikiyüz ihlâs okumalıdır; zira Hz. Peygamber'den şöyle nakledilmektedir: 'Bu dört rek'at namazı kılan kimse, cennetteki makamını görmedikçe ölmez'.186
'Kendisine cennetteki yeri gösterilmedikçe ölmez' şeklinde de rivayet edilmiştir. Mescide giren kimse, imam hutbede olsa bile iki rek'at mescid namazını mutlaka kılmalıdır. Ancak hutbe okunurken kıldığı takdirde hafif geçiştirmelidir; çünkü Hz. Peygamber böyle emir buyurmuştur.187
Garib bir hadîste Hz. Peygamber'in mescide girip de iki rek'at tahiyyet'ül-mescid kılan bir kimse namazını bitirinceye kadar hutbeye ara verdiği rivayet edilmektedir.138
Kûfeliler 'Camiye sonradan gelen kimse imam kendisi için hutbesini keserse, cami hediyesi tâbir edilen iki rek'at namazı kılmalı; aksi takdirde kılmamalıdır' demişlerdir. Cum'a gününde veya gecesinde dört rek'at namaz kılıp bu namazda En'am, Kehf, Tâha ve Yasin sûrelerini okumak müstehabdır. Bu sûreleri bilmeyenlerinse Yâsin, Lokman, Duhan ve Mülk sûrelerini okuması güzel olur. Cum'a gecesinde bu dört sûrenin okunmasını ihmal etmemelidir; çünkü bunların bu gecede okunmasında çok büyük fazilet olduğu rivayet edilmektedir. Kur'an okumayı iyi bilmeyen kimse hangi sûreleri biliyorsa onları okur ve bu da kendisi için hatim yerine geçer. İhlâs-ı şerîfi bol bol okumalıdır.
Cum'a günü tesbih namazı kılmak müstehabdır. Tesbih na-mazının keyfiyeti nafile namazlar bahsinde gelecektir. Hz. Peygamber, amcası Hz. Abbas'a 'Her cum'a tesbih namazı kıl!'189 diye tavsiyede bulunmuştur.
İbn Abbas (r.a) her cum'a zevâlden sonra tesbih namazı kılar ve bunun çok faziletli olduğunu söylerdi. En iyisi cum'a gününü zevâle kadar namaza, cum'a namazından ikindi namazına kadar ilim dinlemeye ve ikindiden akşam namazına kadar da tesbih ve istiğfara tahsis etmelidir.
6. Sadaka vermelidir. Bu günde sadaka vermek hassaten müstehabdır. Çünkü bu günde, (hutbe esnasında, dilencilik yapanlara verilenler hâriç) fakirlere verilen sadaka kat kat fazlasıyla kabul edilir.
İmam hutbe okurken, istemek suretiyle dilenmek mekruh olduğu gibi, böyle bir kimseye sadaka vermek de doğru değildir. Salih b. Ahmed (b. Hanbel)190 şöyle demiştir: 'Bir cum'a günü imam hutbedeyken, cemaattan birisi babama, yanında oturan ve sadaka isteyen bir fakire vermesi için para uzattı; fakat babam ondan bu parayı almadı'.
İbn Mes'ud (r.a) şöyle der: "Camide dilenen kimseye sadaka vermemek gerekir. Bir de, Kur'an okuduğunuz sırada birisi gelip sizden birşeyler dilenirse vermeyiniz'.
Âlimlerden bazıları, camilerde cemaatın omuzlarına basa basa sadaka toplamaya çalışanlara sadaka vermeyi mekruh görmüşlerdir. Ancak camiin bir yerinde ayakta durur veya oturur da, hiç kimseye eziyet vermeden sadaka isterse verilebilir.
Ka'b'ul-Ahbar şöyle demiştir: "Kim cum'a namazından döner-ken iki ayrı malından sadaka verir ve sonra da dönüp rükûunu, secdesini ve huşûunu tamamlamak sûretiyle iki rek'at namaz kılar; daha sonra da 'Ey Allahım! Senden Rahmân ve Rahîm, olan isminle ve kendisinden başka mâbud bulunmayan, Hayy ve Kayyûm olan, uykudan ve uyuklamadan münezzeh bulunan isminle istiyor ve rahmetine sığınıyorum' derse (Allah, onun bu meşrû isteğini kabul eder). Çünkü bu dua ile neyi istersen Allah ihsân eder".
Seleften bâzıları şöyle demiştir: Kişi cum'a günü bir fakire birşeyler yedirir, sonra erken saatlerde cum'a namazına gider, hiç kimseye eziyet vermez ve imam selâm verdikten sonra da şu duayı okursa, isteği kabul olunur:
Bismillâhirrahmânirrahim! el-Hayy, el-Kayyûm! Yâ rabb! Senden bana merhamet etmeni; beni affeylemeni ve ateşten âzâd etmeni istiyorum. Bundan sonra istediği duayı edebilir. Çünkü kabul olunmasına kesin gözüyle bakılır.
7. Haftanın günlerinden cum'ayı âhiret işlerine tahsis edip, o günde bütün dünyevî meşgalelerden uzak durmalı, bol bol tesbih, tehlil ve zikir yapmalıdır. Cum'a günü sefere çıkmamalıdır;
çünkü Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Cum'a gecesi sefere çıkan kimseye iki meleği beddua ederler.191
Cum'a günü sabah olduktan sonra sefere çıkmak ise haramdır. Ancak çıkmadığı takdirde arkadaşlarından geri kalacaksa hüküm değişir.
Bazı âlimler, camilerde alış-veriş yapılmış olmaması için içmek veya dağıtmak amacıyla sakalardan su satın almayı kerih görmüşlerdir. Çünkü camide alış-veriş yapılması mekruhtur. Bazı âlimlere göre de, parayı caminin dışında verir; fakat suyu camide içer veya dağıtırsa bir beis yoktur.
Kısacası, cum'a günü tesbihlerini ve hayırlı işlerini artırmalıdır; çünkü Allah Teâlâ bir kulunu sevdiği takdirde onu faziletli vakitlerde faziletli ameller işlemeye muvaffak eder. Buğzettiği kulunu ise daha acı azaplara çarptırmak, gazabına daha şiddetle mâruz bırakmak ve vaktin bereketinden mahrum bırakmak için kötü amellerle uğraştırır. Çünkü bu kişi, vaktin hürmetini ayakları altına almaktadır... Cum'a günü, Dualar bahsinde zikredilecek duaların okunması da müstehabdır.
Allah, kulları arasından seçtiği kuluna rahmet deryalarını coştursun! Âmin!
177) Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, (Amr b. Şuayb'dan) 178) Buhârî ve Müslim, (İbn Ömer'den) 182) Hakîm Tirmizî, Nevadir) Taberânî, Evsat, (Muhammed b. Mesleme'den); İbn Abdilberr, Temhid, (Enes'den) 183) Ebu Dâvud, ,Tirmizî ve İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den); İbn Mâce, (Abdullah b. Selâm'dan ) Irâkî bu münazaranın Ebu Hüreyre ile Ka'b arasında değil, Abdullah b. Selâm ile Ebu Hüreyre arasında cereyan ettiğini kaydetmektedir. 184) İbn Ebî Âs, (İbn Mes'ud'dan zayıf bir senedle ve fakat mevkûf olarak) 185) İbn Hibban ve Beyhakî, (Semure'den) 186) Hatib, (İbn Ömer'den) 187) Müslim, (Câbir'den) ve Buhârî 188) Dârekutnî, (Enes'den) 189) Ebu Dâvud, İbn Mâce ve İbn Huzeyme vc Hâkim, (İbn Abbas'tan) Ali el- Karî ve başka muhaddisler, bu konuda sahih bir hadîs olmadığını söylemişlerdir, 190) Ahmed b. Hanbel'in oğludur. 191) Dârekutnî, el-İfrad, (İbn Ömer'den garib olarak)

Herkesin Bilmesi Gereken Meseleler[

Çok nâdir vukû bulan meselelerden birçoğunu tedkik ederek fıkha dair eserlerimizde zikretmiş bulunuyoruz.
I. Mesele Namazı bozmayan az hareket, ihtiyaç olmaksızın yapıldığı takdirde mekruhtur. Namaz kılanın, önünden geçeni durdurması, eziyet vermesinden korkulan akrebi bir veya iki vuruşla öldürmesi (eğer vuruşlar üç olursa hareketler çoğalır ve namaz da bozulur) ihtiyaçtan doğan hareketlerdir. Bunun için de namazda yapılmaları mekruh değildir.
Bit ve pireden eziyet gördüğü zaman, onları uzaklaştırabilir. Aynı şekilde huşûuna mâni olan kaşıntıları da kaşımak suretiyle giderebilir. Muaz (r.a) namazda iken bit ve pireleri tutup atardı. İbn Ömer de namazda bitleri elinde kan görülecek derecede öldürürdü.
Nehâî şöyle diyor: 'Kişi, namazda bitleri hareketten düşürerek atabilir; öldürürse de bir zararı yoktur'.
İbn Müseyyeb de şöyle buyuruyor: 'Kişi biti tutup sersemleştirerek atar'.
Mücahid ise şöyle buyurmuştur: 'Namazda, eziyet verip meşgul etmedikçe, bite dokunmamak en iyisidir. Aksi takdirde kendisine bir daha eziyet veremeyecek derecede ezip atar'.
Saydığımız bu gibi hareketler ruhsattır. Evlâsı, namazda, az da olsa hareketten kaçınmaktır. Bu sırra binaen bazı âlimler, namazda iken üzerlerine konan sinekleri kovmazlardı. Kendilerinden bunun hikmeti sorulduğunda da 'İleride namazımın bu gibi şeylerle bozulmaması için nefsimi böyle şeylere alıştırmam. Çünkü fâsıklar bile padişahın huzurunda birçok eziyetlere mâruz kaldıkları halde tahammül ederler' derlerdi.
Namaz içinde esnediği zaman, ağzını eliyle kapatmakta beis olmadığı gibi, evlâ olan da budur. Aksırdığı zaman, dilini kıpırdatmamak sûretiyle içinden Allah'a hamd etmelidir. Mideyi doldurmaktan dolayı geğirmesi halinde başını yukarıya kaldırması uygun değildir. Sarığının bozulması halinde düzeltmesi de böyledir. Bütün bunlar, zaruret olmaksızın yapılırsa, mekruhtur.
II. Mesele Çıkarılması kolay bile olsa nalınlarla namaz kılmak câizdir. Çünkü mestler üzerine mesh ruhsatı, mestlerin kolay çıkmamasına bağlı değildir, aksine bunlardaki necasetin affedilmiş olması sebebiyledir. Ayakkabılar da nalınlar gibidir.
Hz. Peygamber nalınlarıyla namaz kılar, sonra da onları çıkarır. Bunu gören ashâb-ı kiram da nalınlarını çıkarırlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Nalınlarınızı niçin çıkardınız?' diye sorar. Sahâbîlerin 'Sen çıkardığın için' demeleri üzerine de şöyle der: 'Cebrâil geldi ve bana nalınlarımda necaset olduğunu haber verdi. Ben bunun için çıkardım. Bu bakımdan herhangi biriniz mescide girmek istediği zaman nalınlarını çıkarıp altına baksın; eğer bir necaset görürse yere sürmek sûretiyle silsin ve namazını onlarla kılsın.192
Bazı âlimler "Nalınlarla namaz kılmak daha efdâldir; çünkü Hz. Peygamber, geçen hadîs-i şerifte 'Nalınlarınızı niçin çıkardınız?' buyurmaktadır" demişlerdir. Fakat bu kadarı da mübalağadır; çünkü Hz. Peygamber, nalınla namaz kılmak daha üs tündür demedi ki... Aksine bu soruyu nalınlarını çıkarmasının sebebini izah etmek için sormuştur. Çünkü onların, nalınlarını kendisine uymak için çıkardıklarını kesinlikle biliyordu.
Abdullah b. Said şöyle rivayet etmektedir: Hz. Peygamber, namazda nalınlarını çıkarırdı.193
Hz. Peygamber, nalınla namaz kıldığı gibi nalınsız da kılmıştır. Bu bakımdan 'Nalınla kılmak nalınsız kılmaktan daha efdâldir' denilemez.
Nalınlarını çıkaran bir kimse bunları sağına veya soluna koyup da safların kesilmesine ve dağılmasına sebebiyet vermemelidir. Onları önüne koymalıdır. Arkasına da koymamalıdır ki, kalbi onlarla meşgul olmasın. Umulur ki 'Nalınlarla namaz kılmak daha efdâldir' diyenin gayesi de kalp huzurunun bozulmamasıdır.
Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Herhangi biriniz namaz kılarken nalınlarını ayaklarının arasına bıraksın!194
Ebu Hüreyre, birisine 'Nalınlarını ayaklarının arasına koy! Onlarla herhangi bir müslümana eziyet verme!' demiştir. Hz. Peygamber, imamlık yaparken nalınlarını çıkarıp sol tarafına bırakmıştır.195 Bu bakımdan imamın böyle yapması gerekir; çünkü onun solunda kimse durmaz. İmam, kalbini meşgul etmemesi için nalınlarını ayakları arasına bırakmamalıdır; bu daha evlâdır. Onları ayaklarının önüne bırakmalıdır. Hadîsin maksadının 'Ayaklarının önüne bıraksın' olması muhtemeldir.
Cübeyr b. Mut'im şöyle demiştir: 'Kişinin nalınlarını ayakları arasına koyması bid'attır'.
III. Mesele Kişi namazdayken tükürürse namazı bozulmaz; çünkü tükürmek (namazı bozmayan) fiil-i kalildir. Namazda sesin meydana gelmesine vesile olmayan fısıltı, konuşma sayılmaz. Konuşma harflerinin şekli üzerinde de değildir; ancak mekruhtur ve bunun için de sakınılması gerekir. Hz. Peygamber'in izin verdiği şekilde tükürmek ise mekruh değildir.
Allah Rasûlü mescidin kıble duvarında balgam görür ve bundan dolayı şiddetle öfkelenir. Sonra onu, elinde bulunan bir hurma dalıyla kazır. Sonra da 'Bana anber getirin!' der ve getirilen anberle o balgamın yerini sıvar. Arkasından cemaate dönüp 'Acaba hanginiz yüzüne tükürülmesini ister?' der. 'Hiçbirimiz istemeyiz' şeklinde cevap verilince de şöyle buyurur: 'Herhangi biriniz namaza durduğu zaman, Allah Teâlâ onunla yöneldiği kıble arasındadır'.
Allah onunla (namaz kılanla) yüzleşir. Bu bakımdan hiçbiriniz namazda iken önüne veya sağına tükürmesin. Ancak soluna veya sol ayağının altına tükürsün. Eğer ani bir anormallik başgösterirse, elbisesine tükürsün ve burasını ovalayarak birbirine sürtsün.196
IV. Mesele İmama uyan kimselerle (cemaat) ilgili sünnetler ve farzlar vardır:
Sünnetler İmama uyan tek bir kişi ise imamın azıcık gerisinde ve sağ tarafta durmalıdır. Tek kadın imama uyduğu zaman, onun tam arkasında durmalıdır. İmamın yanında durursa da zarar etmez; ancak sünnete muhalefet etmiş olur. Eğer kadınla beraber imama uyan bir erkek de varsa, erkek, imamın sağında, kadın da o erkeğin arkasında duracaktır. Cemaate iştirâk eden kimse, safın dışında tek başına durmamalıdır. Aksine safa katılmalı veya yer yoksa niyet edip iftitah tekbirini aldıktan sonra usûlü dairesinde safın içinden birisini yanına çekmelidir. Eğer safın dışında tek başına durup namaza devam ederse namazı kerahetle birlikte sahihtir.
Farzlar Safların bitiştirilmesi gerekir. İmam ile muktedî (imama uyan) aralarında irtibat olacak şekilde bir yerde bulunmalıdırlar.
Çünkü ikisi bir cemaatte ve bir namazda sayılırlar. Eğer camide iseler, camide oluşları, aralarını birleştirici olarak kâfidir. Çünkü cami, safları birleştirmek için yapılmış bir yerdir. Binaenaleyh camide safların bitişik olmasına gerek yoktur. Camide ancak imamın hareketlerini bilmeye gerek vardır. Ebu Hüreyre (r.a) namazı cami içinde kılan imama damda durarak uymuştur.
İmama uyan kimsenin, caminin dış avlusunda, bir yolda veya müşterek bir düzlükte durduğunda -orası ile cami arasına giren herhangi bir bina da yoksa- imama bir ok atımı kadar yakın ol-ması kâfidir. Böylece imamla râbıtayı temin edebilir; çünkü bu du-rumda fiilleri birbirine bağlanmış olur. Safın bir olması, ancak muktedînin caminin sağında veya solunda bulunan ve kapısı cami ile bitişik olan bir evin sahanlığında durup imama uyması halinde şarttır. Bu durumda saf, kesintisiz olarak tâ camiden evin sa-hanlığına kadar uzanmalıdır ve böyle olması da şarttır. Ancak böyle olduktan sonra o safta bulunanların ve onların arkasında kılanların namazları sahih olur. O safın önünde bulunan ve cami ile râbıtası bulunmayan safta namaz kılanların namazı ise sahih değildir. İşte farklı binaların hükmü böyledir. Tek bir bina ve tek bir arsa ise sahra gibi sayılır. (Bir ok atımından daha fazla mesafe bulunmamak şartıyla uymak câiz olur.)
V. Mesele Cemaate sonradan dâhil olan kişi namazın son rek'atında yetişse dahi kendi namazının başında sayılır. Bu bakımdan imama uymalı ve selâmdan sonra kalkıp, namazını kıldığı kısmın üzerine bina etmelidir. Sabah namazında imamla beraber Kunut duâsını okusa dahi kendi namazının sonunda da Kunut duâsını ikinci bir defa daha okumalıdır. Eğer imama kıyamın bir kısmında yetişirse istiftah duâsını okumaksızın doğrudan Fâtiha'ya başlamalı ve bunu da biraz acele okumalıdır.
Fatiha'yı tamamlamazdan önce imam rükûa giderse, 'Fâtiha'yı tamamladığı takdirde imama itidalde yetişebilirim' kanaatinde ise, Fâtiha'sını tamamlayıp ondan sonra rükûa varmalıdır. Eğer imama yetişemeyeceğini tahmin ederse, Fâtiha'yı okuduğu yerde kesip derhal imama uymalı ve rükûa varmalıdır. O zaman Fâtiha'nın okunan kısmı, tamamının yerine geçer ve geri kalan kısmın okunması da kendisinden sâkıt olur. Eğer imam, rükûa vardığında o da Fâtiha'yı bitirmiş, zammı sûreyi okuyorsa, onu derhal keserek imamla birlikte rükûa varmalıdır. İmama secdede veya teşehhüdde yetişirse ayakta iken istiftah tekbirini alır ve ikinci bir tekbir getirmeksizin oturup imama uyar. Eğer imama rükûda iken yetişirse, o zaman önce iftitah tekbirini alır ve sonra da ikinci bir tekbir getirerek rükûa varır. Çünkü böyle yaptığı takdirde bir rek'at kılmış sayılır. Tekbirler ise, ancak namaz dahilinde yapılan intikaller için meşrû kılınmıştır.
Sadece imama uymak için yapılan ârızî intikallerde tekbir getirmek gerekmez. İmam daha rükûdayken rükûa varıp itminana kavuşmadıkça, bu intikal kendisi için bir rek'at sayılmaz.
VI. Mesele Öğle namazını ikindi vakti gelinceye kadar edâ etmeyen kimse, ikindinin farzından önce, kazaya kalmış öğle namazını kılmalı, sonra da ikindi namazının edâsına başlamalıdır. Eğer dediğimizin aksine, önce ikindi namazına başlarsa yine olur, ancak en güzel şekli bırakıp ihtilâf şüphesine girmiş olur.
Eğer imama yetişirse ona uyup evvelâ ikindi namazını, cemaatten sonra da kazaya kalmış öğle namazını kılmalıdır; çünkü kazaya kalmış namazı hazır namazdan önce kılmaktansa, imama uyup cemaat faziletini elde etmek daha evlâdır. Eğer vaktin evvelinde namazını tek başına edâ ettikten sonra bir cemaate tesadüf ederse, (Şafiî'ye göre) derhal edâ niyeti ile imama uymalıdır. Allah, bu iki namazdan dilediğini vaktin farzına sayar, Bu şekilde cemaate uyduğu zaman kazaya kalmış bir namaza veya sünnete niyet etmesi de câizdir. Eğer daha evvelce namazını cemaatle edâ etmişse, ikinci bir cemaate rastladığı zaman, ona da kazaya kalmış namaza veya nafileye niyet etmek sûretiyle uyabilir. Çünkü cemaatle edâ edilen bir namazı, ikinci bir cemaatle tekrarlamakta hiçbir mânâ yoktur. Namazın ikinci bir defa yenilenmesi, ancak cemaat faziletini elde etmek içindir. (Bu ise birinci cemaatle zaten elde edilmiştir.)
VII. Mesele Namazını kıldıktan sonra elbisesinde necaset görürse, en iyisi namazı kaza etmesidir. Fakat ille de kaza etmelidir şeklinde bir zorlama da sözkonusu değildir. (Çünkü bu necasetin namazdan sonra bulaşmış olması da muhtemeldir). Namazdayken elbisesinde necaset görürse, o elbiseyi sırtından yavaşça çıkarır ve namazını böylece tamamlar. Fakat en iyisi namazı bırakıp o necis elbiseyi çıkardıktan sonra yeniden başlamaktır. Bu meselenin temelini Rasûlullah'ın 'nalınlarını çıkarması' hâdisesi teşkil etmektedir. Çünkü Cebrâil, 'Nalınlarında necaset var' haberini verdiği zaman, Hz. Peygamber nalınlarını olduğu yerde çıkarıp namaza devam etmiş; bozup yeniden başlamamıştır.
VIII. Mesele Birinci teşehhüdü, Kunut duâsını197 veya birinci teşehhüdde getirilen salavât-ı şerîfeyi terketse veya kasden işlediğinde namazı bozacak bir fiili sehven işlese veya üç rek'at mı, yoksa dört rek'at mı kıldığında şüphe etse, bütün bu durumlarda yakîne (kesin kanaate) yapışmak ve selâm vermeden önce sehiv secdesi yapmalıdır. Eğer selâm vermeden önce sehiv secdesi yapmayı unutursa, selâmdan sonra çok fazla zaman geçmeden hatırladığı takdirde derhal yapmalıdır. Eğer selâm verip abdesti bozulduktan sonra secde ederse, namazı sahih olmaz; çünkü secde yaptığı anda daha önceki selâmı yanlışlıkla vermiş gibi olur. Bu bakımdan ilk selâmıyla namazdan çıkmamış ve tekrar namaza dönmüş sayılır, Sehiv secdesinden sonra selâm verilmesi de bu hikmetten dolayıdır. Eğer camiden çıktıktan sonra sehiv secdesi lâzım geldiğini hatırlasa veya hatırına aradan uzun bir zaman geçtikten sonra gelse artık sehiv secdesi geçmiş sayılır.
IX. Mesele Niyette vesvesenin sebebi ya aklî noksanlıktır veya şeriatı bilmemektir; çünkü Allah Teâlâ'nın emrine imtisal etmek, başkasının emrine uymak gibidir. Niyet bakımından Allah'ın ta'zîmi de başkasının ta'zîmi gibidir. Bir kimse içeri giren bir âlim için hürmeten ayağa kalksa ve sonra da 'Fazilet sahibi bir Zeyd'in içeri girmesiyle ayağa kalkıp, onu güleryüzle karşılamaya niyet ettim' dese, bu kişinin aklı noksandır. Çünkü faziletini bildiği kimse içeri girdiğinde onun için ayağa kalkmasıyla onu ta'zîm etmiş sayılır. ('Böyle yapmaya niyet ettim' demesinde hiçbir manâ yoktur). Böyle söylemesinin ancak Zeyd içeri girdiğinde başka bir iş için ayağa kalktığı veya herhangi bir gaflette bulunduğu zaman bir mânâsı olabilir.
Allah'ın emrine uyarak kıldığı namazın vaktini ve farz olduğunu belirtmenin şart koşulması, tıpkı içeri girene hürmet için yüzünü ona çevirip ayağa kalkmanın şart koşulması gibidir. Ancak bu kalkışın, girenin ta'zîminden başka bir sebep için olmaması ve bu hareketle onun büyütülmesinin kastedilmesi gerekir. Zira eğer kişi ayağa kalkıp girene sırtını çevirse veya durup adam girdikten bir müddet sonra ayağa kalksa, o vakit bu hareketi onu tâ'zim sayılmaz. Sonra bütün bu sıfatlar, yapanın mâlûmu ve maksudu olmalıdır. Bütün bunların, nefsinde bir anda hazır bulunması için çok uğraşmamalıdır. Bu sıfatlara delâlet eden kelimelerin bitiştirme ve tanzimini, dili ile telâffuz veya kalben tefekkürünü uzatmalıdır.
Namaz niyetini bu şekilde anlamayan kimse niyeti anlamamış demektir; yani sen muayyen bir zamanda namaz kılmaya dâvet edilmişsin ve sen de bu namazı, dâvete icabet ederek o vakitte kılmışsın. O halde bu hususta vesveseye düşmek tam mânâsıyla cehalettir. Zira bu maksud ve ilimler nefiste bir anda bir araya gelebilir. Ancak zihinde, nefiste düşünüldüğü gibi, teker teker düşünülmezler. Çünkü birşeyi düşünmekle nefiste hazır bulundurmak arasında büyük bir fark vardır. Allah'ın nezdinde bulunmak, O'ndan uzaklaşıp gaflete düşmeye zıt düşer.
Bu huzur, tafsilâtlı olmasa bile (icmâlen ve özüyle mutlaka bulunmalıdır). Meselâ bir hâdiseyi bilen onu bir anda bir ilimle biliyor demektir. Halbuki bu ilmin içinde nice ilimler mevcuttur. Her ne kadar bu ilimler tafsilâtıyla mevcut değilseler de mücmel olarak vardırlar. Çünkü hâdiseyi bilen kimse, var ve yok olanı, daha önce ve sonra olanı ve oluş zamanlarını bildiği gibi, bu hâdisede yok olanın var olandan daha evvel bulunduğunu da bilir. Yine biliyor ki, var olan yoktan daha sonradır. İşte bütün bu ilimler, bir hâdise ile ilgili tek bir ilmin içindedir. Hâdiseyi bilen kimse, eğer kendisinden başka bilen yoksa 'Sen bu hâdisedeki sadece önce ve sonra olanı, yok olanı, yok olanın daha önce var olanınsa daha sonra olduğunu veya takdim ve tehire taksim olunan zamanı biliyor musun?' diye sorulduğunda, cevaben 'Ben bunları teker teker bilmiyorum' dese yalancı olur ve bu sözü 'Ben bu hâdiseyi biliyorum' sözüne zıt düşer.
İşte vesvese bu inceliği bilmemezlikten doğar. Vesveseli kimse ise, kalbinde (meselâ öğle namazının) vaktini, edâsını ve farziyyetini bir anda, lâfızlarıyla beraber, tafsilâtlı bir şekilde hazır bulundurmak ister ve aynı zamanda mânâsını da mütâlaa etmeyi arzular... Oysa bu muhaldir. Eğer âlimin önünde ayağa kalkarken bütün bu mânâları nefsine yüklemiş olsaydı asla beceremezdi. İşte vesvese, bir bilgi ile defedilir. Şöyle ki; niyet bakımından Allah'ın emrine uymanın; başkasının emrine uymak gibi olduğunu bileceksin.
Sonra teshil ve ruhsat yönünden deriz ki, eğer vesveseli kimse ille de 'Niyet, bütün bu emirleri tafsilatlı bir şekilde hazır bulundurmaktan ibarettir' deyip bunları nefsinde devamlı surette tutmaksızın bütün bunları tekbirin başlangıcından sonuna kadar izhar etmeye çalışıp, tekbiri ancak niyet hasıl olduğu anda bitirse, bu onun için kâfidir. Ancak biz ona "Bunların hepsini tekbirin evveli veya sonuyla beraber yapmak lâzımdır' şeklinde zor bir teklifi de yüklemeyiz; çünkü böyle bir teklif,zor ve zulümdür. Eğer kişi böyle birşeyle sorumlu olsaydı selef-i sâlihîn bu hususu mutlaka Hz. Peygamber'e sorarlar veya ashâb-ı kirâmdan birisi niyet hususunda vesveseye düşerdi. Madem ki, selef zamanında böyle bir hâdise görülmemiştir, o halde onların sîreti, bu hususta emrin kolaylık üzerine bina edilmesine delildir. Vesveseli kimse, niyet getirmeye alışıp, vesveseler yakasını bırakıncaya kadar nasıl kolay geliyorsa o şekilde niyet etmeli; nefsini bu konuda zorlamamalıdır. Çünkü insan niyet hususunu ne kadar tedkik ederse, vesvesesi de o kadar artar.
Biz fetvamızda niyetin tedkiki hususunda birçok yönler zikrettik ve aynı zamanda niyetle ilgili ve âlimler için bilinmesi gerekli olan birçok ilimleri ve maksudları da inceledik. Halkın bu incelik-leri dinlemesi, kendilerine kârdan çok zarar vereceği ve vesveselerini kabartacağı için bunları burada zikretmiyoruz.
X. Mesele İmama uyan kimse rükû ve secdeyi imamdan önce yapmamalıdır. Aynı şekilde ondan önce de rükû ve secdeden kalkmamalıdır. Namazın diğer amelleri de böyledir ve imamla aynı anda yapılması uygun değildir. Aksine imama tâbi olmak ve hareketleri onun arkasından yapmak en uygunudur. Zaten imamlığın mânâsı da budur. Eğer bunları kasten imamla aynı anda, ara vermeksizin yaparsa, nasıl ki aynı hizada durdukları takdirde namazı bozulmuyorsa, yine bozulmaz. Ancak bu hareketleri imamdan önce yaparsa namazının bâtıl olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Fakat mekânda imamın önünde durduğu takdirde namazının bâtıl oluşuna kıyasla burada da namazının bâtıl olmasına hükmetmek, gözardı edilecek bir keyfiyet değildir. Aksine bu hareketleri kasten imamdan önce yaparsa, namazının bâtıl sayılması daha evlâdır; çünkü cemaat olmak, fiillerde imama uymak demektir, yoksa mekânda imamdan sonra gelmek demek değildir. Bu bakımdan imama fiilde tâbi olmak daha mühimdir. Mekânda imamı geçmemek şartı ise, fiilde ona tâbî olmanın kolaylaştırılması ve uyma sûretinin husûle gelmesi içindir. Önder olanın şanına yakışan önde olmasıdır.
Bu bakımdan sehven yapmak hâriç, imamdan önce davranmanın gereksiz ve mânâsız olduğu âşikârdır. İşte bu sırra binaen Hz. Peygamber fiillerinde imamı geçen bir kimsenin hareketini şiddetle tenkid ederek şöyle buyurmuştur: İmamdan önce başını (secde ve) rükûdan kaldıran kimse, Allah'ın, başını eşşek başına çevirmesinden korkmaz mı?198
İmamdan bir rükû kadar geri kalmaya gelince, böyle bir hareketle namaz bozulmaz. Meselâ imam rükûdan itidâle kalktığı halde muktedî henüz rükûa varmamıştır. Bu hareketiyle namazı bozulmaz ama bu kadar ertelemek de mekruhtur. Eğer imam alnını secde etmek için yere koyduğu anda o halen rükûa varmamışsa, o zaman namazı bozulur. Aynı şekilde imam ikinci secdeye vardığında muktedî ancak birinci secdeye varmışsa, yine bozulur.
XI. Mesele Cemaatle namazı kılan kimseler, başkalarının namazında gördükleri eksiklik ve kusurları değiştirmeye çalışıp o hareketi kötülemelidirler. Eğer uygun olmayan bu hareketler, cahil kimseden sâdır oluyorsa ona bu hareketinin namaza uygun olmadığını yavaşça ve güzellikle söyleyip doğrusunu öğretmelidirler. Safların düzeltilmesi, bir kişinin tek başına safın hâricinde durup namaz kılması bu kabil hareketlerdendir. İmamdan önce secdeden veya rükûdan başını kaldırmak ve buna benzer hâdiseler de bu gruba dahildir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: Âlim, cahile dinini öğretmezse bundan dolayı azaba düçar olur.199
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Namazda çirkin ve uygun olmayan hareketlerde bulunan kimseyi görüp de, onun bu hareketlerini menetmeyen kimse, günah hususunda onun ortağı olur'. Bilâl b. Sa'd'dan200 şöyle rivayet edilmektedir: 'Yanlışlık gizlendiği zaman yalnızca sahibine, açığa vurulduğunda ise, eğer yanlış olduğu sahibine söylenilmezse bütün müslümanlara zararlıdır'.
Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle vârid olmuştur: Hz. Bilâl safları düzeltiyor ve safı düz tutmayanların ökçelerini kamçılıyordu.201
Hz. Ömer'den şöyle rivayet edilmektedir: 'Namazda kardeşlerinizi arayın ve göremediğiniz zaman sorun! Hasta iseler, ziyaretlerine gidin; yok sağlam oldukları halde namaza gelmemişlerse, gidip kendilerini azarlayın!'.
Azarlamak, cemaati terketmemenin iyi bir hareket ve cemaati terketmek hususunda gevşeklik göstermenin doğru olmadığını söylemektir. Evvelkiler, cemaati terkedene karşı çok şiddetli hareket ederlerdi. Hatta bazıları cemaatten geri kalanın kapısına boş tabut götürür ve bununla, ölünün, cemaatten geri kalan diriden daha hayırlı olduğuna işaret ederlerdi.
Camiye giren kimsenin safın sağ tarafına yönelmesi daha uygundur; çünkü Hz. Peygamber zamanında sahabîler safın sağ tarafında izdiham yaparlardı. Öyle ki, bu konu hakkında Hz. Peygamber'e şikayette bulunuldu ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Mescidin sol tarafı neredeyse iptal edildi' denildi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Kim caminin sol tarafını (ibadetiyle) tâmir ederse onun için iki denklik ecir vardır.202
Saf dışında tek başına kalan kişi safta bir çocuk görürse onu oradan çıkarıp yerine kendisi geçebilir. Ancak çocuğun bâliğ olmaması şarttır.
Halkın bilmeye ihtiyaç duyduğu önemli meselelerden ancak bu kadarını zikrettik. Bunun dışındaki çeşitli hükümler inşaallah Kitab'ul-Evrad bölümünde zikredilecektir.
192) İmam Ahmed, Ebu Dâvud ve Hâkim, (Ebu Said el-Hudrî'den) 193) Müslim 194) Ebu Dâvud (sahih bir senedle); Münzirî ise, zayıf olduğu kanaatindedir. 195) Müslim, (Abdullah b. Saib'den) 196) Müslim, (Câbir'den); yine Müslim ve Buhârî, (Enes, Hz. Âişe, Ebu Said, Ebu Hüreyre ve İbn Ömer'den) 197) Şafiî mezhebinde Kunut duâsı her sabah namazının ikinci rek'atının rükûundan kalkarken okunur; vitir namazında ise, Ramazan ayının ikinci yarısı hâriç hiçbir zaman okunmaz. 198) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 199) Deylemî, Müsed'ül-Firdevs, (Enes'den zayıf bir senedle) 200) Bilâl b. Sa'd b. Ebî Vakkas tâbiîndendir. Babası meşhur sahabî Sa'd b. Ebî Vakkas'tır. Âbid ve âlim bir zattı. H.120 senesi dolaylarında vefat etmiştir. 201) Irâkî böyle bir hadîse rastlamadığını söylemektedir. Zebidî, Ebu Bekir b. Ebî Şeybe'nin benzeri bir hadîsi el-Musannef adlı eserinde rivayet ettiğini ildirir. 202) İbn Mâee, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...