15 Nisan 2015

Hz. İbrahim'in Kavmine Yaptığı Tebliğ




Hz. İbrahim'in Kavmine Yaptığı Tebliğ
Bir Müslüman, inkar ya da gaflet içindeki bir insana nasıl tebliğ yapmalıdır? Onu dine nasıl davet etmelidir? Allah Kuran'da tebliğ ibadetinin, iyi düşünülmüş yöntemler ve üsluplarla yürütülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Tebliğin tek bir yöntemi yoktur. Yöntem, karşıdaki kişinin durumuna, içinde bulunduğu şartlara, düşüncelerine ve inançlarına göre değişir. Örneğin Allah ayetlerinde, Hz. Nuh'un insanlara Kendi varlığını hem "açıkça ilan" ettiğinden, hem de "gizli gizli yollarla" anlattığından, onları dine yöneltecek dolaylı yöntemler kullandığından bahsetmektedir. (Nuh Suresi, 9)

Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Maide Suresi, 92)
Hz. İbrahim'in kendi kavmine yaptığı tebliğde de çok önemli örnekler bulunmaktadır. Onun en dikkat çekici yöntemlerinden biri, kavmine Allah'ı anlatırken onların vicdanlarını harekete geçirecek, onları düşündürecek yöntemler izlemesidir. Onlara sorular sorarak düşünmelerini sağlamış ve böylece içinde bulundukları sapkınlığı ispat etmiştir. Taptıkları sahte ilahların şuursuz birer tahta ve taş parçasından ibaret olduğunu onlara göstermiş, ince bir planla onların da aklen ve kalben buna ikna olmalarını sağlamıştır. Kavminin asırlardır içinde yaşadığı şirk sistemini bu tebliğ yöntemiyle çökertirken, onlara Allah'ın varlığını ve birliğini de açıklamıştır. Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in tebliğini şöyle bildirir:
Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından Ay'ı, doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra Güneş'i doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam Suresi, 76-79)
Hz. İbrahim'in bu ayetlerde belirtilen Ay, Güneş ve yıldızlar hakkındaki yorumları, kendisinin gerçek düşünceleri değil, kavmine yönelik bir tebliğ yöntemi gibi gözükmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Çünkü gece vakti gördüğü yıldızların ve Ay'ın kısa bir zaman sonra (Güneş'in doğmasıyla) yok olacağını, Güneş'in ise doğduktan sonra tekrar batacağını elbette Hz. İbrahim de bilmektedir. Ancak müşrik olan kavmi akıl ve muhakemeden yoksun olduğu için, Hz. İbrahim böyle aşamalı bir anlatım yöntemi tercih etmiş olabilir.
Kitabın ilk bölümünde de üzerinde durduğumuz gibi, o dönemin putperest toplumları kendi yaptıkları heykellerin yanı sıra Güneş, Ay gibi gök cisimlerine de tapınmaktaydılar. İşte bu nedenle Hz. İbrahim onların ilahlık atfettikleri bu cisimlerin neden ilah olamayacaklarını, onlara soru-cevap yoluyla açıklamak istemiş olabilir. Bunun için önce yıldızları bir ilah olarak göstermiş, kavminin dikkatini onlara çekmiş, ardından bunların aslında bir ilah olamayacağını Allah'ın kendisine ilham ettiği şekilde ispat etmiştir. Hz.İbrahim'in söylediği "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" ifadesi de yine kavmine yönelik önemli bir mesajdır: Bu şekilde, "ilah" vasfına sahip olan varlığın, asla ölmeyen ve yok olmayan bir varlık olduğunu dolaylı olarak anlatmıştır. (En doğrusunu Allah bilir.) Nitekim bunlar, Rabbimizin "Baki" (devam eden, fani olmayan) ve "Kaim" (idare edip ayakta tutan) sıfatlarıdır.
Hz. İbrahim bunun ardından, aynı yöntemi, kavminin sözde ilahlarından biri olan Ay için kullanmış ve Ay'ın bir ilah olmayacağını onlara yine akılcı bir yolla göstermiş olabilir. Daha sonra aynı mantığı Güneş için de kullanmış ve bu arada özellikle Güneş'in "en büyük" olduğuna dikkat çekmiş olabilir. Böylece, kavminin ilah olarak edinmesi muhtemel olan en büyük maddi varlığı da devreden çıkarmıştır. Güneş'in ötesinde, kavminin görebileceği daha büyük bir maddi varlık yoktur ve dolayısıyla bunun bir ilah olmadığının anlatılması, şirk sistemine önemli bir darbedir.
"Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da Güneş'e secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur...
(Neml Suresi, 24)
Hz. İbrahim, en sonunda da "ben müşriklerden değilim" sözleri ile tüm bunları Allah'ın yarattığını, O'nun tek gerçek ilah olduğunu ve kendisinin de Allah'a şirk koşmadan iman ettiğini açıklamıştır. Hz. İbrahim'in bu sözlerinden onun şirk sistemini çok yakından bildiği anlaşılmaktadır. O, tüm bu örnekleri bir tebliğ yöntemi olarak vermiş ve bu şekilde onların bozuk mantıklarını, sapkınlıklarını ortaya çıkarmak istemiştir. Nitekim ayetlerden büyük bir azgınlık içindeki kavminin onunla tartışmaya çalıştığı anlaşılmaktadır:
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)
Hz. İbrahim kavmine tebliğ yaparken Allah'ın ilhamıyla hareket etmiştir. İzlediği yöntemlerden, verdiği örneklerden Hz. İbrahim'in Allah'ın vahyi ile hareket ettiği anlaşılmaktadır. Allah "Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir." (Enam Suresi, 83) ayetiyle Hz. İbrahim'e kavmine karşı deliller verdiğini haber vermektedir.
Hz. İbrahim'in kullandığı bu tebliğ yöntemi, tüm Müslümanlar için örnektir. Bir mümin de tebliğ yaparken karşı tarafın çürük ve temelsiz fikirlerini birer birer çökertmeli ve bunun kesin delillerini ortaya koymalıdır. Bunun arkasından da tebliğ yaptığı kişileri Allah'a iman etmeye ve yalnızca O'na kulluk etmeye davet etmelidir. Eğer bir insanın kendisine put edindiği kavramlar yıkılmaz ve bu kavramları şirk koşmasına neden olan mantıklar ortadan kaldırılmazsa, o kişinin Allah'a gerçek anlamda iman etmesi ve gerçek anlamda Müslüman olması zorlaşır. Putların yıkılması, örneğin insanların kapıldıkları batıl ideolojilerin, felsefelerin veya birtakım maddi varlıkların terk edilmesi, gerçek imanın şartıdır.
Hz. İbrahim'in tebliğinden onun Allah'a olan sevgisi, coşkulu imanı ve Allah'ın emirlerini uygulamadaki titizliği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Kavmine ve babasına yönelik yaptığı bir diğer tebliğ yöntemi de onun Allah'ın seçip beğendiği ve insanlara üstün kıldığı, kutlu bir insan olduğunu bizlere en güzel şekilde göstermektedir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku: Hani babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü? Hem siz hem de eski atalarınız?" (Şuara Suresi, 69-76)

Bu heykelde Hammurabi, sapkın inançlarının bir gereği olarak sözde Sümer Güneş tanrısı Shamash'ı temsil eden bir put önünde saygı gösterisinde bulunurken görülmektedir.
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim kavmine putlara tapmanın ne kadar büyük bir sapkınlık ve akılsızlık olduğunu çeşitli yöntem ve örneklerle anlatmıştır. Ancak kavminin bu hatırlatmalara karşı verdiği tek cevap, "biz bunu atalarımızdan gördük" olmuştur. Önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi bu cevap cahiliye toplumunda çok sık rastlanan, batıl inançları meşrulaştırmak için kullanılan, alışıldık bir cevaptır. Ve hak dinin karşısında hiçbir dayanağı yoktur. Bu ayetlerin devamında Hz. İbrahim, kavmini Allah'a iman etmeye davet etmekte ve onlara Rabbimizi tanıtmaktadır:
"İşte bunlar gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca Alemlerin Rabbi hariç; Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur; Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" (Şuara Suresi, 77-82)
Ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim'in kavmi şirk koştukları putlarına tapınmakta kararlı olduklarını sürekli tekrarlamaktadırlar. Hz. İbrahim ise onlara Rabbimizi en güzel sıfatlarıyla överek karşılık vermektedir. Allah kainatta bulunan canlı ya da cansız tüm varlıkları, yoktan var edendir. Dünya üzerindeki tüm nimetleri insanların hizmetine veren, onlara saymakla bitiremeyecekleri kadar eşsiz güzellikleri bahşedendir. İnsanın dünyaya gelişi, büyümesi, yemesi, içmesi, yürümesi, hareket etmesi, konuşması, gülmesi, kısacası tüm hayatı Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Hz. İbrahim'in de ayetlerde bildirdiği gibi, insan hastalandığı zaman ona şifayı veren, iyileştirip, eski sağlıklı haline kavuşturan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah izin vermedikçe ne ilaçların ne de doktorların insanlara şifa vermesi mümkün değildir.
İnsanı var ettiği gibi eceli geldiği zaman canını alacak olan da Allah'tır. İnsan daha dünyaya gelmeden önce kaç yıl, kaç gün, kaç saat, hatta kaç saniye hayatta kalacağı Allah katında belirlenmiştir. İnsanın hayatı boyunca başına gelecek olan her detay, söyleyeceği her söz, yapacağı her hareket kaderinde yazılmıştır. İnsan Allah'ın takdir ettiği kaderinin dışında tek bir hareket yapmaya ya da tek bir söz söylemeye güç yetiremez.

Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin... (Hud Suresi, 123)
Allah dünya hayatını insanlara bir deneme olarak yaratmıştır. İnsanlara bir hidayet önderi olarak elçilerini göndermiş, hidayet rehberi olarak da ayetlerini vahyetmiştir. Her insan ahiret gününde hayatı boyunca yaptıklarıyla hesaba çekilecektir. Rabbimize iman eden, O'ndan korkup sakınan, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyan, tüm hayatını O'nun rızasını, rahmetini umarak salih amelle geçiren iman sahipleri eşsiz nimetlerle karşılaşacaklardır. Allah kullarına karşı çok merhametli, çok bağışlayıcı ve çok şefkatli olandır. Allah hesap gününde iman eden kullarının kötülüklerini örteceğini, onların hatalarını bağışlayacağını ve onlara sonsuz cennet nimetleriyle karşılık vereceğini vaat etmiştir.
Burada çok önemli bir konuyu daha hatırlatmakta fayda vardır: İnsanın tebliğ yaparak diğer insanları hidayete eriştirme gücü yoktur. Tebliğ mümin için bir ibadettir. Bu ibadetin karşılığında, kendisine tebliğ yapılan kişinin iman edip etmemesi tamamen Allah'ın hidayet vermesine bağlıdır. Allah nasip etmezse hiç kimse iman edemez. Nitekim Hz. İbrahim'in Allah'a olan imanından aldığı güçle yaptığı bu tebliğe karşılık, Allah'tan korkmayan, vicdanlarının sesini dinlemeyen ve akletme yeteneğinden yoksun olan kavmi, inkarda ısrarcı davranmıştır. Ayrıca iman etmeyi kabul etmemekle kalmayıp, aynı zamanda daha da azgınlaşarak Hz. İbrahim'i ölümle tehdit etmişlerdir. Hatta, biraz sonra inceleyeceğimiz gibi, Hz. İbrahim'i ateşe atmaya kalkmışlardır. İşte bu nedenle şu gerçek unutulmamalıdır: İman eden bir kişi çevresindeki insanları ihlasla ve kararlılıkla Allah'a iman etmeye davet etmeli, ancak onların iman etmemelerinden dolayı bir üzüntüye kapılmamalıdır.
Rabbimiz bir ayetinde "... Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin..." (Kehf Suresi, 29)şeklinde buyurmakta ve Peygamberimiz (sav)'e "Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)" (Şuara Suresi, 3) şeklinde bildirmektedir. Allah Yusuf Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.' (Yusuf Suresi, 103-104)
Hz. İbrahim'in kavminin, içinde bulundukları sistemin saçma olduğunu vicdanen görmelerine rağmen inkarda diretmelerinin sebeplerinden biri, menfaatlerine olan düşkünlükleridir. Yaşamakta oldukları şirk sistemi, onlara çeşitli dünyevi menfaatler sağlamaktadır ve bu kurulu düzenin değişmesi onların çıkarları ile çatışmaktadır. (Aynen Mekke'deki putlar sayesinde büyük ticari karlar elde eden Mekke liderlerinin, Peygamber Efendimizin tebliğine karşı çıkmaları gibi.) Bu, gerçekte Allah'ın peygamberleri için takdir ettiği bir kanundur. Kuran'da belirtildiği üzere, her dönemde gönderilen elçilere karşı çıkılmış; peygamberler ölüm ile tehdit edilmiş ve asılsız iftiralara uğramışlardır. Bu mübarek, kıymetli insanlar, kimi zaman büyücülükle, kimi zaman delilik, kimi zaman da "şairlik", yani Allah adına sözler uydurmak şeklinde çirkin ve asılsız iftiralarla suçlanmışlardır. Bir başka deyişle, peygamberleri suçlayanlar, onları sapkın, kendilerini ise hak yolda ilan etmek gibi bir sahtekarlığa başvurmaktan çekinmemişlerdir.
Ancak unutulmamalıdır ki, bu insanlar büyük bir akılsızlığın kuşatması altındadırlar. Menfaatlerini korumaya çalışırlarken aslında kendilerini kendi elleriyle sonsuza kadar sürecek bir azaba sokmaktadırlar. Allah güzel ahlakları, takvaları, derin imanları ile tüm insanlara örnek kıldığı peygamberlerine isyan eden insanların uğrayacakları sonu şöyle haber vermiştir:
... Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. (Al-i İmran Suresi, 112)
Hz. İbrahim'in Putlara Kurduğu Tuzak
Kuran'da bildirildiğine göre, Allah Kendisi'nden korkan kullarına "doğruyu yanlıştan ayırt etme" yeteneği verir. Bu, sadece müminlere has olan çok büyük bir lütuf, üstün bir nimettir. Hz. İbrahim'in, kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken izlediği yöntemler, aldığı kararlar ve kullandığı üslup, Allah'ın seçkin kullarına bahşettiği bu büyük nimetin önemli örnekleridir.
Hz. İbrahim'in hayatındaki bu örneklerden biri, kavminin putlarına kurduğu tuzaktır. Hz. İbrahim, çok sayıda olan bir topluluğa karşı tek başına mücadele vermiştir. Bu, elbette tehlikeli bir ortamın varlığını ve dolayısıyla da tedbir alınması gerektiğini gösterir. Nitekim Hz. İbrahim de inkarcıların kendisine zarar vermelerini ve tebliğinin önünü kesmelerini önlemek için tedbirler almıştır. Örneğin etrafındaki müşrikleri uzaklaştırmak için "hastayım" demiştir:
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizler neye tapıyorsunuz? Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah'tan başka ilahlar istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?" Sonra yıldızlara bir göz attı. "Ben, doğrusu hastayım" dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat Suresi, 85-90)
Hz. İbrahim inkarcı topluluğu kendinden uzaklaştırdıktan sonra putların yanına gitmiş ve onları parçalamıştır:
Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi. "Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?" Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. (Saffat Suresi, 91-93)
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 58)

Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii) Hıristiyanlar, ateşe tapanlar ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını ayıracaktır.
(Hac Suresi, 17)
Hz. İbrahim'in, putların sadece birini sağlam bırakmış olmasının da önemli bir hikmeti vardı. Hz. İbrahim'in kavmi putların bulunduğu yere gittiklerinde, sözde ilahlarının paramparça olduğunu ve yalnızca en büyük olan putun kaldığını gördüler. Ve hemen bunu yapan kişiyi aramaya başladılar. Hz. İbrahim'in putlara ve bu müşrik inanca olan mücadelesini bildiklerinden dolayı putları onun kırdığını hemen anladılar ve kendilerince intikam almak için Hz. İbrahim'i arayıp buldular:
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki, ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." İbrahim'i getirdikten sonra; dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" (Enbiya Suresi, 59-62)
Bu soru, Hz. İbrahim'in neden en büyük putu kırmayıp sağlam bıraktığını da ortaya çıkarıyordu:
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya Suresi, 63)
İnkarcılar, Hz. İbrahim'in bu cevabı üzerine putların konuşmaya güç yetiremeyeceğini ister istemez düşündüler ve anladılar. O güne kadar bu taş parçalarının hiçbir gücü olamayacağını anlatan Hz. İbrahim'e inanmayan bu insanlar, onun bu hikmetli planı ile bu gerçeği kavradılar:
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. (Enbiya Suresi, 64)
Ancak inkarcıların bu pişmanlığı kısa sürdü. Gerçeği anlamış olmalarına rağmen, sırf kendilerine atalarından miras kalan ve geçici dünyevi menfaatleri ile uyuşan şirk sistemini sürdürmek için Hz. İbrahim'e tekrar karşı çıktılar:
Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin. Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız? Dediler ki "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." (Enbiya Suresi, 65-68)
Hz. İbrahim'in bu kıssada sergilediği tavırlar, ince bir plan ve hikmeti göstermektedir. Kavmine "hastayım" diyerek onları yanından uzaklaştırmış ve böylece kendisine rahat bir faaliyet imkanı oluşturmuştur. Sonra putları kırmış, ama en büyük olan putu ayakta bırakmıştır. Bunu, putların kırıldığını gören kavminin vereceği tepkilerin neler olabileceğini düşünerek yapmıştır. Hz. İbrahim'in kurduğu bu tuzak, onun Allah'ın vahyi ile hareket eden, üstün akıl ve basiret sahibi bir elçi olduğunu bizlere göstermektedir. O, Allah'ın ilhamıyla çok hikmetli bir tuzak kurmuş ve Allah'ın izniyle çok güzel bir başarı elde etmiştir. Putları kırdıktan sonra, bunun en büyük put tarafından yapıldığını söylemekle kavmini kendi inançlarını sorgulamaya yöneltmiştir. İlk başta belirlemiş olduğu plan böylece aşama aşama gerçekleşmiştir.
Hz. İbrahim'in putları kırmasındaki asıl amaçlardan biri, kavminin sahip olduğu inanç sisteminin ne kadar akıl dışı olduğunu onlara kavratabilmektir. Çünkü eğer bu yaptıklarının saçmalığını anlamazlarsa, tekrar yeni putlar oluşturup onlara aynı şekilde tapınmaya devam edeceklerini biliyordu. Bu nedenle önemli olan, putlara tapmanın Allah'ın vahyine ve imana karşı olan batıl bir sapkınlık olduğunu onlara kavratmaktır.

Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir... Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı?.. (Rum Suresi, 40)
Yemeyen, içmeyen, hareket edemeyen heykellerin bir insana zarar verebileceğini ya da bir fayda getirebileceğini düşünmek, çok büyük bir akılsızlıktır. Bunu düşünenler, yani putperestler bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştıklarında putlardan medet ummakta, onlardan yardım istemekte, onların istemeyeceğini düşündükleri bir şey yapmamaktadırlar. Çünkü bu putlardan korkmakta, cansız putların tüm kainatı ve canlıları var ettiklerine, tüm evreni yönetip yönlendirdiklerine, insanlara sağlık, bereket, rızık, güç, anlayış verdiğine inanmaktadırlar. Böylesine büyük bir gaflete kapılacak derecede akıl ve anlayıştan yoksundurlar. Allah müşriklerin ne kadar büyük bir sapkınlık içinde olduklarını ayetlerde şu şekilde haber verir:
Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe. Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir. (Araf Suresi, 192-193)
Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın." (Araf Suresi, 195)
Ancak bu anlayışsızlığın sadece Hz. İbrahim döneminde kaldığını sanmak ise büyük bir yanılgı olur. Putperestlik hala yaşamaktadır, farklı isimler altında olsa bile. Örneğin Hz. İbrahim'in karşılaştığı putperestlerin inançları, günümüzdeki Darwinistlerin inandıkları dogmalarla çok büyük bir benzerlik göstermektedir.
Hz. İbrahim'in Putperest Kavmi ile Günümüz Darwinistleri Arasındaki Benzerlikler
Hz. İbrahim dönemindeki müşrik kavimler taştan, topraktan ve tahtadan heykeller yapıyor, daha sonra kendi elleriyle yaptıkları bu putlara tapıyorlardı. Sapkın inanışları gereği, tapındıkları heykellerin kainatın işleyişi üzerinde bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı. Bu batıl inanışa göre, putlar karar alma, bunları uygulama, canlıları cezalandırma ya da ödüllendirme yetkilerine sahipti. Bir başka deyişle söz konusu müşrikler, bu heykelleri oluşturan cansız maddenin, sözde yaratma ve insanları yönetme gücüne sahip olduğunu sanıyorlardı. Hiç şüphesiz bu çok büyük bir sapkınlık, Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği çok büyük bir günahtır. Nitekim Allah bir Kuran ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:
Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

O'nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri ya-ratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler. (Furkan Suresi, 3)
Günümüzde de Darwin'in evrim teorisini savunanlar, Hz. İbrahim döneminde yaşayan bu insanların sapkın inanışlarına çok benzer bir batıl anlayışın peşinden gitmektedirler. Onlar da karbon, hidrojen, oksijen, kalsiyum, magnezyum, demir gibi elementlerin, çeşitli mineraller içeren çamurlu suyun, zaman ve tesadüflerin yardımı ile üstün bir güce ve hür iradeye sahip olduğuna inanmaktadırlar. Darwinistlerin sapkın iddialarına göre, dünyanın ilk dönemindeki çamurdan, zaman içinde tesadüflerin yardımı ile canlılık meydana gelmiştir. Doğadaki tüm güzellikleri, hayvanları ve en önemlisi şuurlu bir insanı oluşturma kararını sözde yine bu çamurlu su, zaman ve tesadüf üçlüsü almıştır. Bu batıl inancın kökeni, cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak kabul etmeye kadar gitmekte ve böylece madde adeta bir ilah olarak görülmektedir. Bu durumda evrende görülen her varlığın kendi kendine ve tesadüfler sonucunda meydana geldiği iddia edilmekte ve her varlık tesadüflerle birlikte ilah olarak kabul edilmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa kendi bedeninden başlayarak, çevresini saran canlı ve cansız varlıkları inceleyen her insan, tüm kainatı sonsuz bir güce, akla ve ilme sahip olan bir Yaratıcı'nın var ettiğini görecektir. Üzerinde yaşadığı gezegenden bedeni arasındaki kusursuz uyuma, uzaydaki galaksiler, yıldızlar ve tüm diğer gök cisimleri arasındaki dengeden saymakla bitiremeyeceğimiz kadar eşsiz nimetlerle bezenmiş yeryüzüne kadar her bir detay, sonsuz merhamet ve şefkat sahibi bir Yaratıcı'nın varlığının delillerindendir. O üstün Yaratıcı, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Rabbimiz insanın biraz düşünerek bulabileceği bu apaçık gerçeği Hz. İbrahim gibi elçileri aracılığı ile de tüm insanlara bildirmiştir. Ne var ki, tarih boyunca birçok insan kendilerine anlatılan gerçekleri inkar etmişler, Allah'ın varlığını inkarda diretmişlerdir. Allah, son vahyi olan Kuran'da bu tür insanların varlığını şöyle bildirir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terk ederiz. Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 109-111)
Görüldüğü gibi şuursuz minerallerin, atomların ve tesadüflerin kusursuz ve eksiksiz tasarımlar ortaya çıkardıklarını iddia etmekle totemlerin önünde eğilip tahta heykelden sağlık ve bereket istemek, aynı sapkınlığın devamından başka bir şey değildir. Değişen tek şey bu sapkınlığa verilen isimler, bunu tarif etmek için kullanılan kavramlardır.
Hz. İbrahim'in içinde yaşadığı, Allah'a ortaklar koşan sapkın toplumun sahip olduğu inanca göre kainatı düzenleyen, yöneten, canlıları yönlendiren, hareket ettiren çeşitli putlar vardı. Darwinistler de benzer bir biçimde tüm canlıların ve kainattaki kusursuz tasarımın cansız maddelerin (atomların, moleküllerin, doğa güçlerinin, cisimlerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin) etkisiyle oluştuğuna inanırlar. Bir putperestin putlara böyle bir gücü atfetmesi gibi, Darwinistler de "maddenin kendi kendini örgütlemesi", "doğanın türleri yaratması" gibi kavramlarla cansız maddelere hayali bir yaratma gücü atfeder, onları putlaştırırlar.
..."İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik. (Bakara Suresi, 125)
Evrim teorisini savunan popüler yayınlarda bu durum açıkça gözlenebilir. Bu yayınlarda yer alan yazılarda Darwinistlerin putlarından sıkça bahsedilir, bu putların en başındaki put ise "Tabiat Ana" olarak isimlendirilir. Bu sapkınlığı savunanlar kainattaki tüm gelişmelerin, değişimlerin sözde Tabiat Ana'nın -ya da Doğa'nın- yönlendirmesi ve iradesiyle gerçekleştiğine inanırlar. Canlılardaki kusursuz güzellikleri, tüm canlıların meydana gelişini, ölümlerini, doğal felaketleri Tabiat Ana'dan bilir, onun gazabı ya da mucizesi olarak yorumlarlar. Doğadaki bir güzellikten bahsederken "doğanın insana armağanı", bir felaketten bahsederken de "tabiat ananın gazabı" gibi sapkınlıklarını gözler önüne seren cümleler sarf ederler. Ancak Tabiat Ana'nın gücünü nereden aldığına, ne ya da kim olduğuna dair hiçbir açıklama yapmazlar. Bu, elbette çok büyük bir akılsızlık, çok çirkin bir iftiradır. Söz konusu kişiler Allah'a açıkça şirk koşmakta ve bu çarpık inançlarını da sözde bilimsel bir temele dayandırmaya çalışmaktadırlar. Darwinizm'in çağdaş eleştirmenlerinden biri olan Amerikalı düşünür Prof. Philip Johnson, evrim teorisine ve genel olarak çağımızdaki materyalist felsefeye olan inancın bir tür putperestlik olduğunu şöyle anlatır:
İnkar, her zaman için biz insanlar için saptırıcı bir tutku olmuştur. Açık ateizm ise, inkarın sadece inkarın en yüzeysel şeklidir... (İnkarın) bir diğer eski stratejisi ise, Yaratıcı'nın yerine, kontrolümüz altındaki bir başka varlığı yerleştirmektir. Bunun ismi putperestliktir. İlkel kabileler putlarını tahtadan veya kilden yaparlardı. Çağdaş entelektüeller ise, kendi teorilerini putları haline getirmektedirler... 'Tanrı' kelimesini kullansalar bile, bunu tesadüf ve doğa kanunları gibi göstermektedirler. Bu stratejiyi kullananların tümü, Yaratıcı'nın yerine yaratılmış varlıkları koymaktadırlar ve zaten bu da putperestliğin özüdür.3
Gerçekten de "Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimizin yerine, kendileri de yaratılmış olan aciz varlıkları koymak" (Allah'ı tenzih ederiz), binlerce yıldır süregelen putperestliğin temelidir. İşte Hz. İbrahim de aynı sapkın hayat görüşüne sahip olan kavmiyle mücadele etmiştir. Allah ayetlerinde bu durumu şu şekilde bildirir:
(İbrahim) Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42)
(İbrahim) Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." (Enbiya Suresi, 52-54)
Maddenin bir bilinç sahibi olmadığı, dolayısıyla maddi varlıklara bilinç atfetmenin büyük bir yanılgı olduğu açıktır. Atomların, moleküllerin, çamurlu suyun ya da tesadüflerin bir şuuru, karar alma gücü, düşünme yeteneği yoktur. Atomlar şuursuz, cansız maddelerdir. Oysa evrende var olan herşeyin ancak üstün bir şuur ve iradenin varlığıyla hayat bulabileceği açık bir gerçektir. Bu üstün şuur ve iradenin tümü alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Tüm kainat, sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın yaratmasıdır. Kainatın her ayrıntısında Allah'ın yaratışındaki kusursuzluk, üstün akıl ve olağanüstü ilim açıkça görülmektedir. Allah canlı cansız tüm varlıkları yoktan var etmiş, bu varlıkların her birine insanı büyük bir hayranlık içinde bırakan mükemmel özellikler bahşetmiştir.
Hz. İbrahim Ay'ın, Güneş'in ya da yıldızların bir yaratıcı güçleri olamayacağını insanlara göstermiş ve bu şekilde onları şirk koşmaktan vazgeçip Allah'a iman etmeye çağırmıştır. Bu sırada izlediği yol ise -daha önce de belirttiğimiz gibi- bizler için çok önemli işaretler içermektedir. Hz. İbrahim önce "olamazları" -yani putperestliğin temelini oluşturan inançların neden batıl ve geçersiz olduğunu- insanlara Allah'ın ilhamı ile en hikmetli ve en etkili şekilde göstermiştir. Onun kullandığı bu yöntem, tüm iman sahipleri için önemli bir yol göstericidir. Günümüzde bazı çevreler, Darwinizm ve materyalizm gibi ateist felsefelerin geçersizliğinin ve bunları savunan kimselerin yanılgılarının ortaya konmasını gereksiz görmektedirler. Onlara göre Allah'ın üstün yaratış sanatının anlatılması yeterlidir ve Darwinizm'in geçersizliğinin anlatılmasına gerek yoktur. Oysa bu, son derece hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü insanların yıllardır alıştıkları hatalı düşünme şekillerini düzeltmenin en önemli yollarından biri, onların akıllarında yer eden tüm soru işaretlerinin birer birer açıklanmasıdır. Bu nedenle de insanlara Allah'ın varlığının delillerini, Rabbimizin yaratış gerçeklerini anlatırken, bir yandan da evrim teorisinin neden geçersiz olduğunun da mutlaka açıklanması gerekir. Böylece insanlar kendi fikirlerinin ne kadar dayanaktan yoksun olduğunu, yıllarca büyük bir aldatmacanın peşinden gittiklerini kavrayacak ve Allah'ın varlığının apaçık bir gerçek olduğunu daha kolay anlayacaklardır.
Darwinistler evrendeki canlı ve cansız tüm maddelerin, atomların, moleküllerin, doğa güçlerinin, cisimlerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin etkisiyle ve tesadüflerin yardımıyla, zaman içinde oluştuğuna inanırlar. Oysa evrimcilerin istedikleri tüm şartlar biraraya getirilse bile, bir canlı oluşması mümkün değildir. Evrimciler, resimdeki gibi bir varile canlıları oluşturan tüm atomları, enzimleri, hormonları, proteinleri ve istedikleri tüm elementleri koysunlar, daha sonra bunları istedikleri yöntemlerle karıştırsınlar ve istedikleri kadar -gerekirse milyonlarca yıl- beklesinler. Ne yaparlarsa yapsınlar ve ne kadar beklerlerse beklesinler, bu varilden tek bir canlı varlık, hatta tek bir canlının tek bir hücresini dahi çıkaramazlar.
Darwinizm'in neden geçersiz olduğunun madde madde anlatılması, bu anlayışı savunan insanların tüm dayanaklarını ortadan kaldırır. Böylece bütün "yanılgılar ve imkansızlıklar" ortaya konmuş olur. Hz. İbrahim de Allah'a olan coşkulu imanından kaynaklanan üstün kavrayışı ve basireti sayesinde, taştan ve tahtadan putların ya da Güneş'in, Ay'ın, yıldızların neden ilah olamayacağını delilleriyle en hikmetli şekilde ortaya koymuştur. Allah'ın varlığını ve yaratılış gerçeğini tebliğ eden insanlar da, güzel ahlakı ve güçlü imanı ile Allah'ın insanlara örnek kıldığı Hz. İbrahim ile aynı yöntemi izleyebilirler.
Hz. İbrahim'in kavmi ile Darwinistler arasındaki bir diğer benzerlik de yapılan tebliğ karşısında verdikleri cevaplardır. Putperestler taştan ve tahtadan heykellerin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini anlamış ve bunu kendileri de dile getirmişlerdir. Allah, "Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; 'Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)' dediler." (Enbiya Suresi, 64) ayetiyle bizlere bu gerçeği bildirir. Ancak gerçekleri apaçık görmelerine ve kalben kabul etmelerine rağmen inkarda direnmiş, putlarına sadakatte kararlı olmuşlardır.
Darwinistler de, evrim teorisinin bilim karşısında tüm dayanaklarını yitirdiğini, günümüzde Darwinizm'i somut bilimsel delillerle kanıtlamanın imkansız hale geldiğini çok iyi bilmektedirler. (Detaylı bilgi için bkz. Evrimcilerin İtirafları, 2. Baskı, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Allah'ın üstün yaratış delillerini ortaya koyan her çalışma onları daha da büyük bir ümitsizliğe ve hezimete sürüklemektedir. Canlılardaki kusursuz tasarım örnekleri, kompleks sistemler, mükemmel yaratılış detayları bilim adamları tarafından ardı ardına açıklanmakta, Darwinizm'in iddiaları bilim karşısında birer birer ortadan kaldırılmaktadır. Ancak Darwinistler bunu açıkça kabul etmemekte, bu düşüncelerini sadece satır aralarında ve istemeden dile getirmekte, ama tam anlamı ile kabullenememektedirler. Bu konudaki her tartışmada Darwinistler teorilerini körü körüne savunmaya, karşı delilleri görmezden gelmeye devam etmektedirler.
İşte bu noktada iman edenler çok önemli bir gerçeği asla unutmamalıdırlar: Önemli olan, bir gerçeği sözle tasdik etmek, görünürde kabul etmek değildir. Önemli olan, kalben bu gerçeğin farkında olmaktır. Darwinistler de yaratılış gerçeğini kalben kabul etmiş durumdadırlar. Samimi düşüncelerini insanların önünde dile getirmemeleri bu gerçeği değiştirmemektedir. Üstelik Darwinistlerin vicdanen yaratılış gerçeğini çok iyi anladıkları halde reddetmeleri, Kuran'da bizlere bildirilen bir gerçeği de ortaya koymaktadır: "Sadece az bir topluluğun iman edeceği".
İman edenlere düşen görev ise, gerçekleri tekrar tekrar anlatmak, anlamayanlar için yeni yöntemler ve üsluplar geliştirmek, insanlara Allah'ın dinini en güzel şekilde tebliğ edebilmek için geniş kapsamlı bir fikri mücadele yürütmek olmalıdır. Bu mücadeleyi yürütecek kişiler Allah'a teslimiyetli ve tevekküllü olmalıdırlar. Çünkü muhatap oldukları kişilere hidayeti verecek olan Allah'tır. Tüm anlatılanlar, ancak Allah dilerse anlatılan kişilerde etki uyandıracaktır.
Hz. İbrahim de kavmine tebliğ yaparken çok sabırlı davranmış, tevekkülü ve teslimiyeti ile tüm insanlara örnek olmuştur. O, her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her anı olduğu gibi, zor gibi görünen olayları da Allah'ın yarattığına ve Rabbimizin her olayı en güzel ve en hayırlı şekilde sonuçlandıracağına iman etmiştir. Kavminin tehditleri karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş, ancak sonucun Allah'a ait olduğunu bilerek, O'na dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır.
Hz. İbrahim'in Fikri Mücadelesi
Hz. İbrahim'in kavmi inkarda direnen zorba bir topluluktu ve ayetlerde de bildirildiği üzere bu kıymetli insanla kendilerince tartışmaya girmeye çalışmışlardır. Hz. İbrahim ise, başına gelen her olayda büyük bir sabır göstermiş, Allah'ı vekil tutup O'na hamd ederek üstün bir ahlak göstermiştir. Hz. İbrahim kavmine tebliğ yaparken daima tüm somut delilleri ortaya koymuş, Allah'ın ona bahşettiği üstün hikmet sayesinde en etkili örnekleri vermiş ve son derece ikna edici bir yöntem kullanmıştı. O, Allah'ın hoşnut olacağı gibi bir ahlak göstermiş, insanlara her zaman şefkatle ve merhametle yaklaşmıştı.
Hz. İbrahim uyguladığı planla, karşısındaki putperest topluluğun batıl inancının tüm temel dayanaklarını ortadan kaldırmıştır. Bu sapkın inançların en ufak bir akli temeli olmayan, mantıkla çelişen, Allah'ın vahyine aykırı bir inanış olduğunu delillendirmiştir.
Kavmi ve özellikle de babası Azer ise, Hz. İbrahim'e karşı zorba yöntemler kullanmak istemiştir. Oysa Hz. İbrahim sadece fikri bir çalışma yapmış, inkar edenlere karşı fikri bir mücadele yürütmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Karşısındakiler onu taşlamak, evinden sürmek ve hatta öldürmek istemiş, ama o kavminin zorbalıklarına güzellikle karşılık vermiştir. Bu, Allah'ın Kuran'da da iman edenlere emrettiği üstün bir ahlak özelliğidir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Hz. İbrahim tevekkül etmiş, kavminin düşmanca tavrı karşısında her zaman Allah'a olan güçlü imanı, samimiyeti, teslimiyeti, ihlası ona güç vermiş, Allah'ın varlığını anlatmak için çok etkili yöntemler geliştirmiştir. Hayatı boyunca çok büyük bir kararlılık ve şevkle inkar edenlere karşı fikri mücadele yürütmüş ve Allah'ın rızası, rahmeti, cenneti dışında hiçbir karşılık beklememiştir.
Şunu hiç unutmamak gerekir ki, herkesin iman ettiği ve Allah'ın rızasına göre yaşadığı bir toplum içinde iman etmek daha kolaydır. Bu toplumda insan, çevresindeki kişilerin hayatlarını gözlemleyerek doğru yolu kolaylıkla bulabilir. Ancak imansızların, Allah'ı inkar edenlerin sayıca çok olduğu bir ortamda iman etmek, Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürmek daha ciddi bir kararlılık gerektirir ve dolayısıyla daha makbul olabilir. (En doğrusunuAllah bilir.) İşte Hz. İbrahim de bu yönüyle Allah'ın insanlara üstün kıldığı kutlu bir peygamberdir.
Günümüzde bazı kişiler, çevrelerindeki insanların bir kısmının Allah'ın varlığını inkar etmesi ve Kuran ahlakının dışında yaşam sürmesinden dolayı ümitsizliğe kapılmakta, Allah'ın rızasını kazanma yönündeki şevklerini yitirmektedirler. Oysa Müslüman, bütün dünya inkar etse dahi, Allah'a gönülden teslim olmakla, O'nun hoşnut olacağı gibi bir yaşam sürmekle yükümlüdür. Allah, "Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 120) ayetiyle Hz. İbrahim'in gerçek imanı tek başına yaşayabilen, sadece Allah'a yönelen bir kul olduğunu bildirmektedir. İşte bu nedenle de tüm iman edenlerin aynı Hz. İbrahim gibi kesin kararlılık gösterip, koşullar ne olursa olsun inkar edenlerin aldatmacaları ve tuzakları karşısında gevşekliğe kapılmamalıdırlar.
Hz. İbrahim'in Ateşe Atılmak İstenmesi
Putlarının kırılmasından dolayı öfkelenen inkarcılar, Hz. İbrahim'e şiddetle ve baskıyla karşılık vermeyi kararlaştırmışlardır. Bunun için de Hz.İbrahim'i ateşe atarak yakmak gibi büyük bir zalimliğe başvurmuşlardır:
Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. (Saffat Suresi, 97-98)
Başka bir ayette de Allah, kavminin Hz. İbrahim'e ne kadar düşmanca yaklaştığını, onu mutlaka öldürmek için tuzak hazırladıklarını şu şekilde bildirir:
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Müşriklerin, Allah'ın varlığının delillerini açıkça gördükleri halde, içlerinde Hz. İbrahim'i ateşe atacak kadar büyük bir öfke hissetmeleri, bu kişilerin elçilere ve iman sahiplerine olan kin ve tahammülsüzlüklerinin önemli bir örneğidir. Allah Kuran'da inkarcılar tarafından ateşe atılan diğer bazı müminlerin de haberini vermektedir:
Kahrolsun Ashab-ı Uhdud; 'Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,' Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı. Ve mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca 'üstün ve güçlü olan,' övülen Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı. (Buruc Suresi, 4-8)
Ancak Allah inkarcıların tüm tuzaklarını olduğu gibi, zulmünü de boşa çıkarır. Müminler, kendilerine yapılan işkenceden dolayı Allah katında büyük bir sevap kazanırken, onlara bu zulmü yapan inkarcılar ebedi cehennem azabına müstahak olurlar.
İlk bakışta Hz. İbrahim'in çok sayıda inkarcı tarafından yakılarak öldürüleceği zannedilmektedir. Fakat ölüm ancak Allah'ın dilemesiyle olduğu gibi, ateş de ancak Allah'ın dilemesi ile "yakma" özelliğine sahip olmaktadır. Herşeyi yaratan Allah, o an ateşe Hz. İbrahim'e karşı "soğuk ve esenlik" olmasını emretmiş, inkar edenlerin tuzaklarını kendi başlarına geçirmiştir:
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık. (Enbiya Suresi, 69-71)
Allah tüm elçilerine yardım ettiği gibi, Hz. İbrahim'e de bu zor anında en güzel şekilde yardım etmiştir. Hz. Musa'ya tam Firavun ve askerlerinin yetiştiği anda denizin yarılarak yol açılması ve arkasından Firavun ordusunun denizde boğulması gibi, Hz. İbrahim'e kurulan tuzak da büyük bir mucizeyle bozulmuştur. İbrahim Peygamber inkar edenlerin kurdukları bu tuzak karşısındaki dirayetiyle, cesaretiyle ve tevekkülü ile müminlere örnektir. Son derece güçlü bir imanı olduğu için başına gelen bütün olayların bir kader üzerine yaratıldığının, Allah'ın bir planı olduğunun şuurundadır. Bunun için olumsuz gibi görünen bir olayda da Allah'ın yardımının ve desteğinin her zaman müminlerin yanında olacağını bilmiştir. Çünkü bu Allah'ın vaadidir; Allah müminlerin aleyhine inkar edenlere yol vermez. (Nisa Suresi, 141)
Müminlerin de Allah'a olan imanıyla, tevekkülü ve güzel ahlakıyla ayetlerde övülen İbrahim Peygamberi kendilerine örnek alarak, zorluklar karşısında her zaman Allah'a güçlü bir tevekkül göstermeleri ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu asla unutmamaları gerekir. Nitekim zarar getireceği düşünülen olayların tümü aslında birer imtihan olarak ve yine müminlerin hayrına gerçekleşmektedir. Bu durumda Müslümanın daima şevkli ve azimli olması ve her zaman Rabbimize dayanıp güvenmesi Allah'ın rızasını kazanmaya en uygun tavır olacaktır.
Bundan dolayı inkarcıların tuzak, komplo ve saldırıları müminin hüzne kapılmasına ve sıkıntı duymasına kesinlikle sebep olmaz. Aksine her zaman için şevkinin artmasına ve Allah'a yakınlaşmasına vesile olur. Nitekim Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e bu konuda şöyle emretmiştir:
Sabret; senin sabrın ancak Allah iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)
Hz. İbrahim Kıssasından Günümüze İşaretler
Allah, "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol" (Enbiya Suresi, 69) ayetiyle ateşin Hz. İbrahim'e zarar vermediğini bildirmiştir. Bununla inkar edenlerin tuzakları bozulmuş, onlar Allah'ın kutlu elçisine en ufak bir zarar dahi verememişlerdir. Bu ayet aynı zamanda günümüze dair önemli bir işaret de içermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bilindiği gibi, günümüzde yüksek teknoloji ile farklı özelliklere sahip kumaşlar ve malzemeler üretilmektedir. Bu malzemelerle ateşe dayanıklı giysiler, araçlar yapılmaktadır. Örneğin kişiyi ateş, alev, kıvılcım ya da başka yanıcı etkilere karşı koruyan iplik ve kumaşlardan giysiler yapılmaktadır. Aleve karşı dirençli olan bu giysiler daha zor tutuşur, daha yavaş yanar ve alev ya da ısı kaynağı ortadan kalktığında kendiliğinden söner. Bu tür giysiler yanma sırasında kişiye üzerindekileri çıkartmak ya da alevleri söndürmek gibi doğru hareketleri yapmak için daha fazla zaman kazandırmaktadır.
Cam, aramid, novoloid, sulfar ve saran liflerinden üretilen kumaşlar da alev alarak yanmaz ve yüksek ısılara dayanıklıdır. Farklı ipliklerden üretilen bu kumaşların yanmaya karşı koruyucu olmaları için kumaşın ağırlığı, dokuması, yapısı, gerilimi ve çeşitli testlerde gösterdikleri performans dikkate alınır. Aleve dayanıklı kumaşlardan tasarlanan gömlek, pantolon, ceket, kazak, ayakkabı, eldiven, çorap ve başlık gibi giysiler petrol rafinerileri, kimyasal madde üreticileri, elektrik ve doğalgaz tesisleri, çelik endüstrisi, alüminyum imalatçıları, kaynak yapılan işletmeler, havacılık ve uzay endüstrisi, inşaat sanayi, acil durum ve yangın söndürme görevlileri tarafından kullanılır.Yukarıdaki ayette de ahir zamanda ortaya çıkan bu büyük bilimsel gelişmeye işaret ediliyor ve ateşe karşı dayanıklı kumaş ve maddelerin üretileceğine dikkat çekiliyor olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
--------------------------------
3- Philip Johnson, The Wedge of Truth: Splitting the Foundations of Naturalism, Intervarsity Press, 2000, s. 154
4- http://www.firewear.com/spcgide.htm. http://www.iastate.edu/~tc-ext/flame.html

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...