23 Nisan 2015

ESRAR'UL HAC (HACCIN SIRLARI) İmam-ı Gazali




ESRAR'UL HAC (HACCIN SIRLARI)
İmam-ı Gazali
Esrar'ul Hac (Haccın sırları) 
 Giriş Tevhid kelimesini kullarına sığmak, Beyt-i Atik'i (Kâbeyi) müracaat merkezi yapan Allah'a hamdolsun!. O Allah ki, fazl ve şeref yönünden Beyt-i Atik'i kendi zatına nisbet etmiştir. O Beyt-i Atik'i ziyaret etmeyi, kulu ile azap arasına bir perde olarak germiş ve kalkan yapmıştır.
Rahmet peygamberi ve ümmetin efendisi Hz. Muhammed'e, halkın efendileri, hakkın öncüleri olan âline ve ashâbına salât ve selâm olsun!
Hac, İslâm'ın rükûn ve esaslarından biri, ömrün ibadeti, işlerin sonu ve İslâm'ın tamamı, dinin kemâlidir. Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim. (Mâide/3)
Hac hakkında Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: İmkânı olduğu halde hac etmeyerek ölen bir kimse ister yahudi, isterse hıristiyan olarak ölsün.1
Ne büyüktür o ibadet ki, onun olmamasiyle din kemâlini kaybeder ve imkânı olduğu halde onu terkeden bir kimse, dalâlet yö-nünden hristiyan ve yahudilerle eşit olur. Böyle bir ibadete beşeri takatî yöneltip izahını yapmak, rükûn, sünnet, âdâb, fazilet ve sırlarını teker teker saymak en uygun harekettir. Bütün bunların sayılması Allah'ın tevfîkiyle üç bölümde yapılacaktır.
Birinci bölüm: Haccın, Mekke'nin, Beyt-i Atik'in (Kâbe'nin) fazileti, haccın rükûnleri ve vücûbunun şartları
İkinci bölüm: Seferin başlangıcından dönüşe kadar olan zâhirî amellerin tertibi
Üçüncü bölüm: Bu ibâdetin ince âdâbları, sırları ve bâtınî amelleri
1) İbn Adiy, (Ebu Hüreyre'den)

Alâkaların Kesilmesi

Bunun mânâsı zulmen aldığı herşeyi sahiplerine iade etmektir. Bütün günahlardan ihlâsla Allah rızası için tevbe etmek demektir. Çünkü zulmen alman herşey insanoğlu için bir alâka ve ilgidir. Her alâka da insanoğlunun yakasına yapışmış, âdeta kendisine 'Sen nereye gidiyorsun? Benim borçlarımı ödemeden nereye ayrılıyorsun?' diyen bir alacaklı gibidir. Bu alacaklı aynı zamanda şöyle de bağırır: 'Sen padişahlar padişahının beytine gidiyorsun. Halbuki o padişahın emrini daha kendi evindeyken zâyi etmişsin. Onunla alay edercesine, onun dediklerini ihmal etmiş, yerine getirmemişsin. Utanmaz mısın, âsi bir kulun varışı gibi padişahlar padişahının huzuruna varmaktasın. Böyle gidersen o seni kabul değil, elbette reddedecektir. Eğer ziyaretinin kabul edilmesini istiyorsan o padişahlar padişahının emrini yerine getir, zulmen aldıklarını iade et. Herşeyden önce bütün günahlarından pâdişahlar pâdişahına dönüş yap. Kalbinin, arkanda bıraktıklarınla meşgul olmasına engel ol ki, bütün kalbinle o pâdişahlar pâdişahına yönelmiş olasın. Nitekim zâhirî yüzünle de onun beytine yönelmişsin. Eğer bunu yapmazsan muhakkak bil ki, bu seferinden ancak zahmet ve meşakkat elde edersin. Hepsi o kadar! Sonunda da reddedilir, kovulursun'.
Kişi, aynı zamanda vatanından da alâkasını kesmelidir. Tıpkı o vatandan çıkıp bir daha oraya gelmeyecek bir kimse gibi... Çoluk çocuğuna ve aile efradına vasiyyetini yapmalıdır. Çünkü misafir ve misafirin malı, Allah'ın koruduğu hâriç, büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.
Hac seferi için alâkalarını kestiği zaman, âhiret seferi için alâkalarının kesileceğini de hatırlamalıdır. Zira âhiret yolculuğu kişinin önünde ve çok da yakınındadır. Bu hac seferine, âhiret yolculuğunda faydası olacak şeyler için çıkılmalıdır. Zira âhiret yolculuğu kararlaştırılmış, eninde sonunda yapılacak bir yolculuktur.
Bu bakımdan hac seferine hazırlanırken bu yolculuğu (âhiret yolculuğunu) unutmamak gerekir.

Arafat'ta Vakfe

Oradaki insanların izdihamı, seslerinin yükselmesi, çeşitli dillerin bulunması ve her grubun Meş'arlara (ibadet yeri) gidip gelirken imamlarına ve delillerine tâbî olması ve onlara uyması ile kıyâmet arasâtmı ve oradaki peygamber ve imamlarıyla toplanan ümmetleri ve her ümmetin peygamberinin arkasında gidişini ve her ümmetin peygamberlerinin şefaatini ummasını ve orada red ve kabul arasında mütehayyir ve şaşkın bulunduklarını hatırlamalıdır. Bunları hatırladığın zaman,Allah Teâlâ'dan ısrarla rahmete mazhar olmuş ve zafer kazanmış kimselerle bareber seni haşretmesini talep eyle. Şerefli bir makamda bulunduğun için bu talebinin kabulüne kesin gözüyle bakmalısın. Zira Allah Teâlâ'nın rahmeti ilâhîsi yeryüzünün kazıkları mesabesinde bulunan aziz kalpler vasıtasıyla bütün insanlara ulaşır. Arafat vakfesi, ebdal ve evtad denilen Allah'ın sevgili kullarından sâlihler ve iyi kalp sahiplerinden boş kalmaz.
Bu bakımdan bütün bu hâlis kulların himmetlerinin birleştiği, kalplerinin Allah Teâlâ'ya yöneldiği bir zamanda, elleri Allah Teâlâ'nın rahmetine ve boyunları azamet-i ilâhîsi önünde eğildiği bir zamanda, gözleri göklerde, kalpleri aynı anda çarparak rahmet istemeye yöneldiği anda yapılan dualar kabul olunur. Bu bakımdan Allah Teâlâ'nın bu kullarının emeğini boşa çıkaracağını, sa'y ve gayretlerini hiçe indireceğini, isteklerini vermeyeceğim ve kendilerini rahmetine daldırmayacağını zannetmemelidir. İşte bu sırra binâen şöyle denilmiştir: 'Günahların en büyüklerindendir ki, kişi Arafat'ta, hâzır bulunsun ve Allah Teâlâ'nın kendisini affetmediğini zannetsin'.
Sanki kalplerin hep birden vurması, çeşitli memleketlerden gelerek Abdal ve Evtadlara Arafat'ta, komşu olmak, haccın sırrı, gaye ve hedefidir. Bu bakımdan Allah Teâlâ'nın rahmet-i ilâhîsini oluk halinde temin etmek için, sünnetlerin birleşmesi ve kalplerin aynı anda yardımlaşmasından daha güçlü bir sebep yoktur.

Azık

Azığı helâlinden edinmelidir. Ne zaman ki, nefsinde fazla azık edinme, sefer boyunca yetecek ve hedefe kadar dayanacak ve bozulmayacak azık edinme iştiyakını hissederse, derhal nefsine şunu hatırlatmalıdır: 'Âhiret seferi bu seferden daha uzundur. O seferdeki geçerli azık, ancak takvâdır. Takvânın dışında âhiret yolculuğuna faydası olmayan azıkların tamamının ölüm ânında geride kalacağını, tıpkı yaş yiyecekler gibi, daha seferin başlangıcında bozulacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır. Takvâ dışında kalan azıkların, böyle bir tehlike ile karşı karşıya oldukları için, tam muhtaç olduğu ve bütün imkânlardan mahrum bulunduğu bir zamanda bunların bozulduklarını görünce hayret ve şaşkınlık içinde kalıp, bocalıyacağını hiçbir zaman unutmamalıdır. Bu bakımdan ölümden sonra kendisiyle beraber olmayan ve âhiret yolculuğunda kendisine fayda temin etmeyen amellerden sakınmalıdır. Çünkü böyle ameller, riyanın karışmasıyla ve kusurların bulandırmasıyla kesada uğrar, boşa gider.

Beyt'in (kâbe'nin) ve Mekke'nin fazileti

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ bu Beyt' e öyle bir va'dde bulunmuştur ki, her sene bu Beyt'i altıyüzbin kişi ziyaret eder. Eğer altıyüzbin kişiden az gelirse meleklerle tamamlar. Kâbe, mahşer gününde telli duvaklı gelin gibi haşr olunur. Kendisini dünyada ziyaret edenlerin hepsi perdelerine yapışmış bir halde beraberinde yürürler. Kâbe kendisi cennete girip onları da beraber cennete sokuncaya kadar yürür.14
Hacer'ul-Esved, cennetin yâkut taşlarından bir yâkuttur. Kıyâmet gününde haşrolunur. Görür iki gözü ve konuşur dili vardır. Hak ve doğrulukla kendisini dünyada istilâm (öpmek veya el sürmek) edenlerin lehinde şehadet eder.15
Hz. Peygamber (s.a) Hacer'ul-Esved'i çokça öperdi.16 Yine rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) Hacer'ul-Esved'in üzerine secde etmiştir.17
Hz. Peygamber, devesinin sırtına binerek Kâbe'yi ziyaret ederdi. Hacer'ul-Esved'in hizasına gelince, elindeki asâsının bir ucunu taşın üzerine bırakır, diğer ucunu öperdi.18
Hz. Ömer'de, Hacer'ul-Esved'i öptükten sonra şöyle demiştir: Biliyorum ki sen bir taşsın. Ne kimseye zarar ve ne de kimseye fayda verebilirsin. Eğer Allah'ın Rasûlü'nü seni öperken görmeseydim, seni asla öpmezdim. Bu sözden sonra hüngür hüngür ağlayıp figan etti. Sonra arkasına dönerek baktı ki, Hz. Ali orada bulunmaktadır. Hz. Ali'ye hitaben 'Ey Ebu Hasan! İşte burada gözyaşı dökülür ve duâlar kabul olunur' dedi. Hz. Ali, Hz. Ömer'e (r.a) şu cevabı verdi: 'Ey mü'minlerin emiri! Hacer'ul-Esved'in ne zarar ve ne de fayda vermediğini söylediniz. Halbuki Hacer'ul-Esved hem zarar hem de yarar verir'. Ömer 'Nasıl olur?' deyince, Hz, Ali şöyle cevap verdi: 'Allah Teâlâ, Âdem'in zürriyetini bir araya getirip onlardan söz aldığı zaman, onların vermiş oldukları söze dair bir senet yazdı ve o senedi bu taşın içine koydu. Bu nedenle bu taş, sözüne sâdık kalıp ahdine vefa gösteren mü'minler için lehde şehadet eder. Kâfirlerinde aleyhlerine şehâdet eder'.19
Bazı alimler tarafından denildi ki, Hz. Ali'nin bu sözü, halkın Hacer'ul-Esved'i istilâm ederken söyledikleri şu sözün mânâsını içerir:
Yâ rab! Sana iman ederek, senin kitabına inanarak ve senin sözünü yerine getirmek için bunu yapıyorum! Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Mekke'de bir gün oruç, diğer yerlerdeki yüzbin oruca bedeldir. Orada verilen bir dirhem sadaka, başka yerlerde verilen yüzbin dirheme eşittir. Mekke'de yapılan her hasene yüzbine bedeldir'.
Deniliyor ki, 'Kâbe'yi yedi defa tavâf etmek, bir umreye eşittir. Üç umre de bir hacca eşittir'.
Sahih bir haberde şöyle denilmiştir: Ramazan ayında yapılan bir umre, benimle birlikte yapılan bir hac gibidir.20
Kıyâmet gününde ilk önce kabrinden kalkan ben olacağım. Sonra ben Medin-i Münevvere'nin mezarlığı Cennet'ul-Bakiye gelirim. Onlar da kabirlerinden kalkıp benimle beraber gelirler. Sonra Mekke ehline gelirim, Mekke ile Medine arasında haşrolunurum.21
Âdem (a.s)hac yapıp menâsik-i haccı bitirdikten sonra, melekler kendisiyle karşılaştı ve melekler kendisine şöyle dediler: 'Ey Âdem! Haccın kabul edildi (kabul olsun). Biz senden iki bin sene önceden beri bu beyti ziyaret etmekteyiz'.22
Allah Teâlâ (c.c) her gece yeryüzündeki insanlara bakar. İlk baktığı kimseler harem-i şerifin halkıdır. Harem-i Şerif halkı arasında da ilk önce Mescid-i Haram ehline bakar. Kimi Kâbe'yi ziyaret ederken görürse, onu affeder. Kimi namaz kılarken görürse, onu da affeder. Kimi Kâbe 'ye doğru ayakta durup bakarken görürse, onu da affeder.
Evliyaullah'tan biri keşif âleminde şöyle görmüştür: 'Ben gördüm ki, İslâm'ın bütün sınırları (Basra körfezinin yakınında bulunan) Abadan adasına secde ediyorlardı ve yine gördüm ki, Abadan adası da Cidde'ye secde ediyordu'. Anlatıldığına göre, hiçbir günün güneşi batmaz ki, o günde bu Beyti (Kâbe'yi) Allah'ın abdal kullarından biri ziyaret etmesin. Hiçbir günün fecri doğmaz ki, o günde Allah'ın evtad kullarından biri Kâbeyi ziyaret etmesin. Abdal ve evtadların ziyaretlerinin kesilmesi, Kâbe'nin yeryüzünden kalkmasına vesile olur. Halk sabahladığı zaman bakar ki Kâbe kaldırılmış ve eseri dahi kalmamıştır. Bu hâdise Kâbe yedi sene hiçbir ferd tarafından ziyaret edilmedikten sonra olacaktır, Kâbenin kaldırılışından sonra mushafların yapraklarından Kur'an'ın bütün ayetleri silinir ve o yapraklarda bir harf dahi görünmez olur. Bundan sonra Kur'an göğüslerden kaldırılır. Hafızlar Kur'an'ın bir kelimesini dahi hatırlayamazlar. Bundan sonra halk şiirler, nağmeler ve câhiliyye devrinin haberlerine başvurur, onu aralarında hakem yaparlar. Bundan sonra Deccal ortaya çıkar. İsâ iner ve Deccal'ı öldürür. O zamanlarda kıyâmet, doğum zamanı yaklaşmış bir devenin doğumu gibi, yakın olur.
Bir haberde şöyle denilmiştir: Bu beyt, (Kâbe) kaldırılmazdan önce onu çokça ziyaret ediniz. Çünkü bu Kâbe iki defa yıkıldı. Üçüncü yıkılışında kaldıracaktır.23
Hz. Ali'nin, Rasûlullah'tan şu hadîsi naklettiği rivayet olunmaktadır: Hz. Peygamber, Allah Teâlâ'nın şöyle buyurmuş olduğunu rivayet etti: Dünyayı yıkmak istediğim zaman ilk önce beytimden başlıyacağım. Onu tahrib edecek, onun arkasından da dünyayı tahrib edeceğim.24
14) Irâkî aslına rastlamadığını kaydeder. 15) Tirmizî ve Nesâî, (İbn Abbas'tan) 16) Müslim ve Buharî, (Hz. Ömer'den) 17) Bezzar ve Hâkim, (Hz. Ömer'den) 18) Müslim ve Buharî, (Ebu Tufeyl ve Câbir'den) 19) Müslim ve Buharî. Fakat Hz. Ali'nin bu sözü onların rivayetlerinde yoktur. 20) Müslim ve Buharî, (İbn Abbas'dan) 21) Tirmizî ve İbn Hibban, (İbn Ömer'den) 22) el-Mufaddal, el-Cundî ve İbn Cevzî, (İbn Abbas'tan) 23) Bezzar, İbn Hibban ve Hakim, (İbn Ömer'den) 24) Irakî aslına rastlamadığını kaydeder.

Binek

Sefere çıkmak için, bineği hazırladığı zaman, kalbiyle Allah Teâlâ'ya o hayvancağızı kendisine müsahhar kılıp teslim ettiğinden dolayı şükretmelidir. Çünkü sırtında taşıyacağı yükleri taşımak ve yolda binmek sûretiyle meşakkati azaltmak hususunda binek kendisine ilâhî bir lütuf olarak verilmiştir.
Aynı zamanda âhiret yolculuğunda bineceği tabutu da hatırlamalıdır. Zira hac işi bir cihetten âhiret seferine benzemektedir. Acaba hac yolculuğunda kullanacağı bu binek, âhiret yolculuğunda kullanacağı binek için, bir azık oluyor mu ve aralarında bir münasebet var mıdır? Bütün bunları düşünmek mecburiyetindedir.
Çünkü bilinmez, belki ölüm kendisine hac yolculuğundan daha yakındır. Belki tabuta binmesi, hac yolculuğu için deveye binmesinden daha yakındır. Bir de tabuta girmesi yüzde yüzdür. Deveye binmesi ise, aynı kesinlikte değildir. Hac seferinin bütün sebeplerinin kendisine yâr olacağı da muhakkak değildir. Bu bakımdan bu kadar şüphelerle kapalı bulunan bir yolculuk için, bu kadar tedbirleri alıp, azığını o yolculukta yüklenen merkebi hazırlamasına karşılık, yüzdeyüz kesin olan bir yolculuğu ihmal etmesi akıl kârı değildir

Fehm (Haccın Gerçeğini Kavramak)

Allah Teâlâ'ya (c.c), ancak şehvetlerden uzaklaşmak, lezzetler-den çekinmek, zarurî ihtiyaçla yetinmekle yaklaşılabilir. Bütün hareketlerinde ve işlerinde herşeyden uzaklaşarak sadece kendini Allah'a adamakla o makama varabilir. İşte bu mertebeyi elde etmek için eski milletlerin ruhbanları halktan kaçınarak dağ başlarını seçmiş ve halktan uzak durmayı tercih etmiş ve Allah'a yaklaşmak için bunları yapmışlardır. Allah Teâlâ'nın aşkı için halihâzırdaki lezzetleri terkederek nefislerini âhireti elde etmek gayesiyle zor mücahedelere koşmuşlardır. Allah Teâlâ (c.c) böyle kimseleri Kur'an-ı Kerîm'de övmektedir: Sevgi bakımından müminlere en yakın olanlarını da 'Biz hristiyanız' diyenlerini bulacaksın.
Bunun sebebi şu: Çünkü onların içinde bilgin keşişler ve dünyayı terkeden râhibler vardır. Hakîkaten onlar hakkı kabul hususunda büyüklenmez ve kibirlenmezler. (Mâide/82)
Bu devir inkıraza uğradıktan ve halk şehvetlerinin arkasında sürünüp gittikten, sadece kendilerini Allah'ın ibadetine vermeyip ve bu sahada gevşeklik gösterdikten sonra Allah Teâlâ (c.c) peygamber-i zişân'ı Muhammed Mustafa'yı âhiret yolunu ihya etmek ve âhiret hakkındaki peygamberlerin sünnetini yenilemek için gönderdi. Bu bakımdan Hz. Muhammed'e 'Geçmiş dinlerde ruhbanlık ve seyyahlık var mıydı?' diye sorduklarında, Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap vermiştir: Allah Teâlâ bize onun yerine cihad etmeyi ve her tepeye çıkışımızda tekbir getirmeyi (yani haccetmeyi) verdi.85
Hz. Peygamberden Kur'an'daki Sâlihîn diye tâbir edilen kavmin kimler oldukları sorulunca 'Onlar oruç tutanlardır' cevabını vermiştir.
Bu bakımdan Allah Teâlâ (c.c) hac ibâdetini, ruhbanlık yerine geçirmek sûretiyle bu ümmete büyük bir nimet ve ihsanda bulundu. Beyt-i Atîk'in şerefi, Allah Teâlâ'nın zât-ı ulûhiyyetine izafe edilmesinden ileri gelmektedir. Onu kullarına maksud (hedef) olarak göstermesinden kaynaklanmaktadır. Onun etrafındaki arâzileri ona harem tâyin etmesi de onun şânının yüceliğine delâlet eder. Arafat sahasını havuzuna akan oluk gibi kılmıştır. Harem sınırları dahilindeki avlanmayı ve oradaki bitkilerin kesilmesini haram kılmak sûretiyle Harem'in hürmetini daha da takviye etmiştir. Harem'i tıpkı pâdişahların huzuru ve has bahçesi gibi kılmıştır ki, uzak memleketlerden gelen ziyaretçiler Beyt'in Rabbine tevazu göstererek toztoprak içinde oraya gelirler. Onun celâline boyun eğerek izzetinin önünde meskenet ve zilletlerini göstererek oraya gelirler.
Bununla beraber onun herhangi bir Beyt'e sığmaktan veya herhangi bir beldenin sınırlarının içine girmekten münezzeh olduğunu da itiraf ederler ki, bu onların kulluk ve köleliklerini daha açık ve itâatlarnı daha tam bir şekilde göstermiş olsun. İşte bu sırra binâen nefislerinin ünsiyet kuramadığı ve bir türlü çözemedikleri birtakım vazifeleri hac konusunda kendilerine yüklemiştir. Meselâ cemrelere taş atmak. Safâ ile Merve arasında yedi defa sa'y etmek gibi. Bu, mânâsı bilinmez ve sırrı çözülmez hareketleri yapmakla insanoğlu sadece Allah'a karşı kulluğunun kemâlini izhar etmiş olur. Zira diğer ibadetlerde aklın idrak ettiği sırlar mevcut olduğu için, insan onlara meyledebilir.
Meselâ zekâtta fakir fukaraya karşı şefkat vardır. Bu yönü anlaşılır ve akıl da buna meyleder. Oruç, Allah düşmanının elinde bir âlet olan şehvetin kılıcıdır. Nefsi meşgul eden şeylerden menedip sadece ibadete yöneltir. Namazdaki rükû ve secde, Allah Teâlâ'ya tevazu biçiminde birtakım fiillerden ibarettir. Nefislerin Allah Teâlâ'nın tâzimiyle ünsiyet kurması belli bir hakikattir. Fakat Safâ ile Merve arasındaki sa'y, şeytan taşlamaları ve benzeri hac hareketleri ise, nefisler bunlardan nasibdar olamaz ve insan tabiatı bunlara ünsiyet kuramaz. Akıl da bunların mânâ ve medlûlünü bir türlü çözemez. Bu bakımdan bunları yapmak, olsa olsa, ancak Allah Teâlâ'nın mücerred emrine uymak içindir ve onun emrine uyulması vâcib olmasını düşünerek uyma niyetidir.
Bu gibi amellerde akıl, tasarruf sahasından uzaklaştırılır. Nefis ve tabiat ünsiyet ettiği yerden kaydırılır. Çünkü akılla mânâsı idrâk edilen şeylere . tabiat birazcık da olsa meyleder. Bu bakımdan tabiatın bu birazcık meyli, o emri yerine getirmeye yardımcı olur. Böyle bir emri yerine getirenin tam mânâsıyla kulluk ve itâati bilinmemiş olur.
İşte bu sırlara binâen Hz. Peygamber (s.a), sadece haccın niyetinde şöyle demiştir: Haccı yapmak ile hizmetinde olurum. Onu hakkıyla yapar, taabbüd ve kulluğumu göstermek için yerine getiririm.86
Böyle bir şeyi ne namazda, ne başka ibadette söylemiş değildir. Mâdem ki, Allah Teâlâ'nın hikmet-i ilâhisi, kullarının kurtuluşu, amellerinin tabî isteklerine muhalif olmasına bağlanıp, tabiatın dizgini şeriatın eline verilsin istemiştir. Buna binaen kullar da amellerinde itaat üzere devam edip, kulluk gereğinden ayrılmamalıdır. O halde mânâları aklen çözülmeyen, sadece Allah'ın emridir diye yapılan ibadetler nefislerin tezkiyesi, onları tabiat ve aklın gereğinden uzaklaştırıp kulluk gereğince hareket ettirmesi ibadetlerin en açık ve büyük kısmındandır.
Bu hikmeti anladığın zaman, kesinlikle anlamış olacaksın ki, nefislerin bu acaip fiillerden ürkmesinin sebebi, ibadet sırlarından gafil olunmasındandır. Haccın esası hakkında bu kadarını anlamak kâfidir.
85) Ebu Dâvud, (Ebu Umâme'den) 86) Daha önce geçmişti.

Hac Seferinin Başlangıcından Memlekete Geri Dönûnceye Kadar Yapılması Gereken ameller

Hac Seferinin Başlangıcından Memlekete Geri Dönûnceye Kadar Yapılması Gereken Zâhirî Amellerin Tertibi
Bütün bunlar on maddede toplanır: I. Evden çıkıştan başlayıp ihrama girişe kadar devam eden durumları kapsar.
Bu da sekiz kısma ayrılır: 1. Hacca giden bir insan öncelikle tevbe etmeli. Zulmen aldığı malları sahiplerine iâde edip, borçlarının tamamını ödemelidir. Üzerine nafakası vâcib olanların dönünceye kadar ki nafakalarını vermelidir.Yanındaki emanetleri sahiplerine iâde etmelidir. Cimrilik etmemek sûretiyle gidiş ve gelişine yetecek derecede helâl ve temiz maldan beraberinde bulundurmalıdır. Yiyeceğinde fakir fukaraya yardım edeceğinden kendisine yetecek derecede yanında para bulundurmalıdır. Evinden çıkmadan önce biraz sadaka vermelidir. Yolda binmek için yük taşımaya el verişli bir hayvanı ya satın almalı veya böyle bir hayvan kiralamalıdır. Eğer bineği kiralarsa, binek sahibine az veya çok bineğe neler yükleyeceğini söylemeli ve rızasını almalıdır.
2. Sâlih, hayırsever ve kendisine yardımcı olacak bir arkadaş araması uygundur. Öyle bir arkadaş aramalıdır ki, unuttuğu zaman kendisine hatırlatsın, hatırladığı zaman, kendisine yardımcı olsun, korktuğunda kendisine cesaret versin, acizliğinde kuvvet, sıkıntı anında sabır tavsiye etsin. Hacca gitmeyen arkadaşlarıyla vedâlaşmalı, din kardeşleri ve komşularıyla helâllaşmalıdır. Onlarla vedâlaşıp dualarını almalıdır. Çünkü Allah Teâlâ onların da dualarında büyük faydalar ve hayırlar kılmıştır.
Vedâ'da. sünnet-i seniyye şöyledir: Dinini, emanetini ve amelinin sonuçlarını Allah'a ısmarlarım.35
Hz. Peygamber (s.a) sefere giden bir kimseye şöyle derdi: Allah'ın koruması ve himayesinde ol. Allah sana takvâyı azık olarak versin. Senin günahını bağışlasın. Nerede olursan ol, seni hayra muvaffak kılsın.36
3. Evinden çıkmak istediği zaman, iki rek'at namaz kılıp birinci rek'atta Fâtiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rek'atta da İhlâs sûresini okuması uygundur. Namazı bitirdikten sonra ellerini kaldırıp saf bir ihlâs ve sâdık bir niyetle Allah Teâlâ'ya duâ ederek şöyle demelidir: Allahım! Seferde arkadaşım sensin. Geride bıraktığım aile efradımın, malımın, çoluk çocuğumun ve arkadaşlarımın benim yerime bakıcısı sensin. Bizi ve onları her çeşit âfet ve felâketten koru. Ey Allahım! Bu seferimizde senden takvâ ve seni razı edecek amelleri isteriz.
Ey Allahım! Senden yolu bize kısaltmanı, seferi bize kolaylaştırmanı isteriz. Bu seferimizde beden, din ve mal selâmetini bize ihsân et. Bizi beytinin ziyaretine, habîbi edibin Muhammed Mustafa'nın kabr-i şerifini ziyaret etmeye vâsıl eyle.
Ey Allahım! Seferin şiddetinden, dönüşün üzüntü verecek durumlarından, aile efradı, mal, evlât ve arkadaşlarımızın kötü görünmelerinden sana sığınıyoruz. Yâ rabbî! Bizi ve onları himayene al. Nimetini bizden ve onlardan alma. Âfiyetini bizden ve onlardan esirgeme!
4. Evinden çıkınca şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle başlarım, Allah'a tevekkül ettim. Günahtan dönüş ve ibadete başlayış ancak Allah'ın yardımıyladır.
Ey Rabbim! Dalâlete gitmekten ve götürmekten, zelil olmaktan ve zelil etmekten, sapmaktan ve saptırmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillik etmekten ve bana cahillik edilmesinden sana sığınıyorum.
Allahım! Ben zâlim, mütecâviz, riyâkâr ve şöhretperest ola-rak bu sefere çıkmadım. Bu sefere çıkışımın sebebi senin gazabından korunmak, rızanı elde etmek, farz ibâdetimi ye-rine getirmek, peygamberinin sünnetine uymak ve seninle mânen bir araya gelmenin şevkini tatmaktır.
Yoluna devam ettiği zaman da şöyle demelidir: Yâ Rabbî! Senin kuvvetinle yürüyorum. Sana tevekkül ettim. Senin kopmaz ipine tutundum. Kalbimi sana yönelttim. Güvenim için ümidim sensin. Benim için önemli olan ve olmayan herşeyden bana lûtufda bulun. Senin benden daha iyi bildiğin konularda bana lûtufta bulun. Senin komşuluğun elde edilmez bir komşuluktur. Senin senân azametlidir. Senden başka ilah yoktur. Yâ Rabbi! Azık olarak bana takvâyı ihsân et. Günâhımı bağışla. Nereye yönelirsem yöneleyim, beni hayra yönelt! Her inip konakladığı yerde bu duayı okumalıdır.
5. Bir bineğe binerken de şöyle demelidir: Bismillâh ve billâh. Allah herşeyden daha büyüktür. Allah'a tevekkül ettim. Günahtan dönüş ve ibâdete varış, ancak yüce olan Allah'ın kudretiyle olur. Allah neyi dilerse o olur. Dilemeyince olmaz. Bize bu vasıtayı musahhar kılan mutî yapan Allah, her çeşit eksiklikten yücedir. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Muhakkak biz dönüp Rabbimize varacağız. Yârab! Yüzümü sana yönelttim. Bütün işlerimi sana tefviz eyledim. Bütün işlerimde sana tevekkül ettim. Sen bana kâfisin ve ne güzel vekilsin! Bineğin sırtına yerleştiği ve binek de altında karar kıldığı zaman, yedi defa şöyle demelidir: Allah her noksandan münezzehtir. Hamd, Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah herşeyden yücedir!
Daha sonra şu duâyı okumalıdır: Hamd, bizi bu doğru yola ileten Allah'a mahsustur. Eğer Allah bizi bu doğru yola iletmeseydi, biz kendiliğimizden bunu bulamazdık. Ey Allahım! Bineğin sırtına bindiren sensin. Her işte yardım eden sensin!
6. Sünnet-i seniyye odur ki, güneş kızışmadıkça yoluna devam edip istirahat için inmemelidir. Yolculuğun ekserisi, geceleyin olmalıdır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Geceleyin yolculuk yapmaya gayret gösteriniz. Çünkü yer yüzü, gündüzden daha fazla geceleyin kısalır.37
Gece az uyumalıdır ki yürümek sûretiyle mesafe katedebilsin.
Herhangi bir konak yerine vardığında şöyle dua etmelidir: Ey Allahım! Yedi kat göğün ve o göklerin gölgesinde bulunanın, yedi kat yerin ve o yerin üstünde bulunanların, şeytanların ve dalâlete götürdüklerinin, rüzgârların ve bıraktıklarının, denizlerin ve süpürüp götürdüklerinin Rabbi! Bu konağın ve bu konaktakilerin hayrını senden talep ediyorum. Onun ve ondakilerin şerrinden sana sığınıyorum. Bunların şerlilerinin şerrini benden uzaklaştır!
Konağa indikten sonra orada iki rek'at namaz kılmalı ve namazdan sonra şöyle demelidir: 'Ne doğrunun, ne de yalancının geçemediği ve tam olan ilâhî kelimelerle yarattıklarının şerrinden sana sığınıyorum'.
Gece olduğu zaman şunu söylemelidir: Ey kürre-i arz! Senin de benim de Rabbimiz Allah'tır. Senin ve sendekilerin şerrinden ve senin üzerinde yürüyenlerin şerrinden Allah'a sığınırım. Arslanların, yılanların ve akreblerin şerrinden, bu memlekette bulunanların şerrinden, baba ve evlâdının şerrinden Allah'a sığınırım!
Sonra da şu ayeti okumalıdır: Halbuki gecede ve gündüzde yerleşen ve hareket eden ne varsa O'nundur. O herkesin sözlerini işiten, bütün hallerini bilendir. (En'am/13)
7. Gündüzleri ihtiyatlı hareket etmek uygundur. Bu bakımdan kafilenin haricinde tek başına yürümemelidir. Çünkü çok zaman hileye uğrar veya yolunu şaşırabilir. Geceleyin de uyku zamanında tedbirli bulunmalıdır. Eğer gecenin başlangıcında uyursa, kolunu yayarak uyumalıdır. Eğer gecenin sonunda uyursa, kolunu yastık yaparak başını elinin ayasına alarak uyumalıdır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) seferde böyle uyurdu. Zira uykunun ağır gelip, güneş doğuncaya kadar uykuda kalma ihtimali mevcuttur. O zaman hacdan elde ettiği faziletten daha üstün olan namaz faziletini elden kaçırmış olur. En sevimlisi, geceleyin iki arkadaş nöbet tutmakta yardımlaşmalıdırlar.38
Birisi uyuduğu zaman diğerlerinin nöbet tutması, sünnettir. Gece veya gündüzde hacca giden bir kimseye herhangi bir düşman veya yırtıcı bir hayvan saldırırsa Âyet'el-Kürsî'yi, Şehidallahü'yü, İhlâs ve Muavvizeteyn'i okuyarak şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle korunurum. Allah neyi dilemişse, o olacaktır. Kuvvet ancak Allah'tandır. Allah bana kâfidir. O'na tevekkül ettim. Allah neyi dilerse o olur. Hayır ancak Allah'tan gelir. Allah neyi dilerse, o olur. Kötülüğü ancak Allah defeder. Allah benim için kâfidir. Allah dua edenin duâsını kabul eder. Allah'tan sonra hedef yok. Allah'tan başka sığmak yok. Allah şöyle hüküm vermiştir: Celâlim hakkı için, hem ben galip geleceğim, hem de peygamberim. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir ve herşeye galibdir.
Azim olan Allah'ın kalesine sığındım. Yârab! Uyku tutmayan gözünle bizi gözet. Hiçbir düşmanın eli yetişmeyen himayene al bizi... Sen bizim ümid, güven kaynağımız olduğun halde kudretinle bize rahmet eyle ki, helâk olmayalım. Yârab! Erkek ve dişi kullarının kalplerini bize karşı merhametli kıl. O kalplere bize karşı rahmet ve şefkat doldur. Rahmet edenlerin rahmet edicisi ancak sensin.
8- Ne zaman ki, bir tepeciğe çıkarsa orada üç defa tekbir getirmesi müstehabdır. Tekbir getirdikten sonra şöyle demelidir: 'Ey Allahım! Her yükseğin üzerindeki yükseklik, sana mahsustur. Her hâl ve durumda hamd sana mahsustur'. Dereye indiğinde tesbih etmelidir. Sefer esnasında herhangi bir vahşetten korktuğu zaman şöyle demelidir: Ruh ve meleklerin Rabbi olan, Kuddûs ve Melik bulunan Allah her noksandan münezzehtir. Gökler onun izzet ve ce-berutunu iclâl (celâlini kabul) etmektedirler.
II. Mîkat'tan Mekke'ye girinceye kadar ihramın âdâbları beş tanedir: 1. İhrama girmek niyetiyle gusletmek. Yani kişi, meşhur mîkata ki herkes orada ihrama girmektedir vardığında gusletmelidir. Guslünü temizlik yapmak, saç ve sakalını taramak, tırnaklarını kesmek, bıyıklarının önünü almak sûretiyle tamamlamalıdır. Taharet bölümünde zikrettiğimiz temizliğin şartlarını burada tam mânâsıyla yerine getirmelidir.
2. Dikişli elbiseleri çıkarıp,ihram denilen iki peştemalı bağlamalıdır. Birisi omuzlarına atmak sûretiyle ridâ, diğerini de belden aşağı bağlamak sûretiyle izâr yapacaktır. Bu iki peştemalın beyaz olması daha iyidir. Çünkü Allah'ın nezdinde en sevimlisi beyaz olanıdır, İhrama girmezden evvel gerek elbisesine, gerekse bedenine koku sürmelidir. İhramdan sonra kalıntısı devam edebilecek kokuyu sürmekte de sakınca yoktur. Çünkü ihramdan sonra Hz. Peygamberin saçları arasında ihramdan evvel sürünen mis kin kalıntıları görülmüştür.39
3. İhram elbiselerini giydikten sonra hemen niyet getirmemelidir.Bineği hareket edinceye veya yaya ise kendisi sefere başlayıncaya kadar sabretmelidir. İşte o an haccın ihramına veya umrenin ihramına istediği gibi hacc-ı kıran veya ifradın ihramına niyet etmelidir. İhramın başlaması için mücerred niyet kâfi gelirse de Sünnet-i seniyye şudur ki, niyetle beraber telbiye lâfzına başlayarak şöyle demelidir: Ey Allahım! Hizmetine geldim. Hizmetine geldim. Hizmetine geldim. Senin ortağın yoktur. Hizmetine geldim. Hamd ve nimet senindir. Mülk de senin. Senin ortağın yoktur.
Eğer bu ibâreden fazla söylemek istiyorsa, şunları da ekleyebilir: Hizmetine geldim. Senin dinine yardım ederim, senin dilline yardım ederim. Hayrın tamamı senin kudretindedir. İstekler ancak sendedir. Hak, kulluk ve kölelik yönünden hacca niyet ederek senin hizmetindeyim, senin hizmetinde Yârab! Muhammed'e ve onun âl'ine rahmet deryâlarını coştur.
İhrama girip Lebbeyk okumayı bitirince şöyle demesi müstahabdır: Yâ rabbi! Ben haccetmeyi irâde ediyorum. Onu bana kolaylaştır. Haccın farzını edâ etmekte bana yardım et ve edâ ettiğim hac farizasını benden kabul eyle. Yâ rab! Hacdaki farizayı edâ etmeye niyet ettim. Beni senin dâvetine icâbet eden, va'dine iman eden ve emrine tâbi olan kullarından kıl. Kendilerinden razı olduğun, huzuruna kabul ettiğin ve amellerini makbul kıldığın cemaatinden eyle beni. Niyyet ettiğim haccın edâsını bana kolaylaştır ey rabbim!... Yârab! Senin için etim, saçım, kanım, damarım, iliğim ve kemiklerim ihram bağladı. Nefsime kadını, güzel kokuyu haram kıldım. Dikişli elbiseyi yasakladım. Bütün bunları senin cemalinle müşerref olmak ve âhiret evini elde etmek gayesiyle yapıyorum. İhrama girdikten sonra daha önce zikrettiğimiz altı mahzur kendisine haram olur. Bu bakımdan onlardan şiddetle korunmalı ve kaçınmalıdır.
5. İhramın devamı müddetince Lebbeyk'i zaman zaman söylemek müstehabdır. Hele arkadaşlarla birleştiği toplulukların bulunduğu yere vardığı, iniş ve çıkışları yaptığı, bineğine bindiği ve ondan indiği zamanlarda Lebbeyk'i tekrarlamak daha da müstahabdır. Hançeresini tahriş etmeyecek ve usanç vermeyecek derecede Lebbeyk'i söylerken sesini yükseltmelidir.
Çünkü haddinden fazla sesi yükseltmenin hiçbir mânâsı yoktur. Zira ne sağır ve ne de gâib bir kimseyi çağırıyoruz. Nitekim bu keyfiyet, bir hadîste de böyle vârid olmuştur. Zira o, ne sağırı ve ne de gâibi çağırmıyor.40
Üç mescidde sesli olarak Lebbeyk'i okumakta sakınca yoktur. Çünkü bunlar hac menâsikinin icrâ edilen yerleridir. Üç mescidden gayem Mescid-i Haram, Mescid-i Hıf ve Mîkat Mescidi'dir. Diğer mescidlerde ise, sessiz olarak telbiye okumakta sakınca yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) hoşuna giden birşey gördüğü zaman şöyle derdi: Senin hizmetindeyim. Hayat ancak âhiret hayatıdır.41
III. Mekke'ye girişinden tavâfa kadar olan âdâb hakkındadır. Bu âdâb da altı tanedir: 1) Mekke'ye giriş için Zi Tuva denilen yerde gusletmektir. Hacda müstahab ve sünnet olan gusüller dokuzdur: a) Mîkatta ihrama girmek için, b) Mekke'ye girişte, c) Kudûm (varış) tavâfı için, d) Arafat'ta vakfe için e) Müzdelife'deki vakfe için, f, g, h) Üç cemreye taş atmak için yapılan üç gusül. (Cemret'ul-Akabe'ye atılan taşlar için gusül yoktur). i) Vedâ tavâfı için gusüldür.
İmam Şafii (r.a), sonraki görüşünde, ziyaret ve vedâ tavâfları için guslün gerekmediğini ileri sürmektedir. Bu bakımdan bu duruma göre, hacda sünnet ve müstehab olan gusuller yediye düşmüş olur.
2. Mekke'nin haricinde bulunan Harem sınırına ilk girişinde şöyle demelidir: Ey Allahım! Bu senin haremin, emniyetli bölgendir. O halde buraya giren etimi, kanımı, tüylerimi ve derimi ateşe haram kıl. Beni kullarını diriltip haşrettiğin günde azabından emin kıl. Beni velîlerinden ve ibadetini yapan kullarından eyle.
3. Mekke'ye el-Ebtah tarafından Seniyet'ul-Kedâ yolundan girmelidir.Çünkü Hz.Peygamber (s.a),Mekke'ye varınca, yolu değiştirerek Seniyet'ul-Kedâ'ya.giderek oradan Mekke'ye girmiştir.42
Bu bakımdan Rasûlullah'a uymak daha evlâdır. Mekke'den çıktığı zamanda ise, Seniyet'ul-Kudâ denilen aşağı yoldan çıkmalıdır. Giriş yolu ise, Mekke'nin üst kısmında kalmaktadır.43
4. Mekke'ye girdiği zaman, Ra's'ur Redm denilen yere varınca, kendisine Kâbe-i Muazzama görünür. (Müellifin zamanında böyle ise de, şimdi böyle değildir).
Kâbe görünür görünmez durarak derhal şu duâyı okumalıdır: Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden yücedir. Ey Allahım! Selâm sensin ve sendedir. Senin evin selâm evidir. Sen her çeşit eksiklikten münezzehsin, ey celâl ve ikram sâhibi...
Ey Allahım! Şu beyti (Kâbe'yi) yücelten, kemâl ve şerefe nâil kılan sensin.
Yâ rabbi! Şu beyti daha da büyüt, Şeref ve keremini daha da artır. Azametini insanların kalbinde daha da fazlalaştır. Onu ziyaret edenleri de iyilik ve kerem yolunda geliştir.
Ey Allahım! Bana rahmet kapılarını aç ve beni cennetine dahil eyle. Beni şeytanın şerrinden koru!
5. Mescid-i Haram'a girdiği zaman, Benî Şeybe kapısından girmeli ve şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle başlarım. Allah'tan yardım talep eder, iyiliklerin Allah'tan geldiğine inanır ve Allah'a dönerim. Allah yolunda ve Rasûlullah'ın milleti (dini) üzere bu hayırlı fiillerime devam ederim.
Beyte yaklaştığı zaman ise şöyle demelidir: Hamd Allah'a mahsustur. Selâm Allah'ın seçkin kullarına olsun!
Ey Allahım! Kulun ve rasûlün Muhammed, dostun İbrahim ve bütün peygamber ve resûllerin üzerine rahmet deryâlarını coştur.
Böyle dedikten sonra iki elini kaldırıp sunu da demelidir: Ey Allahım! Şu makamında amellerimin başlangıcında senden dileğim benim tevbemi kabul etmen, günahlarımdan vazgeçmen ve belimi büken yüklerimi sırtımdan atmandır. Beni insanlar için dönüş ve emniyet yeri kılınmış Beyt-i Harâmına vardıran Allah'a hamdolsun. O Allah ki, bu beyti âlemlere hidâyet rehberi ve mübarek kılmıştır. Ey Allahım! Ben kölenim. Bu belde ise senin belden. Harem senin haremin, beyt senin beytin. Sana geldim, rahmetini talep ediyorum. Senin azabından korkan ihtiyat sâhibinin girişiyle dergâh-ı izzetine giriyorum. Rahmetini umar ve rızana tâlip olan bir kimsenin yalvarışıyla yalvarırım.
6. Bunları yaptıktan sonra Hacer'ul-Esved'e gider, sağ eliyle ona dokunup öptükten sonra şu duayı okur: Ey Allahım! Bende bulunan emaneti yerine getirdim, verdiğim söze sadakat gösterdim. Sen de böyle yaptığıma dair benim için şahidlik yap.
Eğer Hacer'ul-Esved'i öpmeye imkân bulamazsa onun karşısında durup bu duâyı okumalıdır. Sonra tavâftan (Kâbe'yi yedi defa ziyaretten) başka herhangi bir şeyle meşgul olmamalıdır. Bu tavâfa Tavâf'ul-Kudûm adı verilmektedir. Bu tavâftan ancak cemaatla farz namaz edâ ediliyorsa vazgeçilir. Namaz edâ edildikten sonra tavâfa başlanır.
IV. İster Tavâf-ı Kudûm, isterse başka tavâf olsun, tavâfa başlamak istediği zaman şu gelecek altı şeye riayet etmesi uygun olur: 1. Setr-i avret, mekân, beden ve elbise temizliğiyle abdestli bulunmak gibi namazın şartlarına riâyet etmektir. Bu bakımdan Kâbe-i Muazzama'yi tavâf etmek namaz demektir. Ancak Allah Teâlâ (c.c) burada konuşmayı helâl kılmıştır. Tavâfa başlamazdan önce üst havlusunun ortasını sağ koltuğunun altına getirmek sûretiyle iki tarafını sol omuzuna atmalı, bir ucu sırtında, diğer ucu ise göğsüne sarkmalıdır. O zaman Lebbeyk'i kesip gelecekte zikredeceğimiz tavâf duâlarıyla meşgul olmalıdır.
2. Omuzundaki peştemali böyle yerleştirdikten sonra Kâbe-i Muazzama'yı soluna alarak. Hacer'ul-Esved'in yanında dur- malıdır. Fakat azıcık aralıklı bir şekilde durmalı ki Hacer 'ul-Esved tam mânâsıyle kendisinin karşısında olsun. Sonra bütün bedeniyle
Hacer 'ul-Esved'in önünden geçmiş sayılsın. Tavâf ederken Kâbe ile arasında üç adımlık bir mesafe olmalıdır. Daha fazla mesafe bırakmamaya dikkat etmelidir ki Kâbe'ye yakın bir yerde bulunsun ve Şazırevan denilen eski temelin üzerinde yürüyerek tavâf yapmamış olsun. Çünkü Şazırevan, Kâbe'den sayılır. Hacer'ul- Esved'in yanında Şazırevan belirtecek taşlar yoktur. Ancak orada Şazırevan yeri ile birleşmekte ve orada karıştırma sözkonusu olmaktadır. Şazırevan üzerinde yürüyerek tavâf etmek sahih (doğru)değildir. Çünkü o zaman kişi, Kâbe'nin içinde tavâf etmiş sayılır. Halbuki tavâfın Kâbe dışında ve etrafında olması gerekir.
Şazırevan Duvarlar üstten daraldıktan sonra Kâbe duvarının eninden dışarıda fazla olarak kalan kısmına denir. Kişi Haceul-Esvedin karşısındaki vaziyetini tam aldıktan sonra oradan tavâfa başlar.
3. Tavâfın başlangıcında ve daha Hacer'ul-Esved'i geçmezden önce şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle tavâfa başlarım. Allah herşeyden daha yücedir. Ey Allahım! Bu tavâfımı sana iman ettiğimden, kitabına inandığımdan, ahdine vefâ gösterdiğimden ve nebiyy-i zişânın Muhammed Mustafa'nın sünnetine uyduğumdan yapıyorum.
Bunu söyledikten sonra tavâfa başlar. Hace'ul-Esved'i iyice geçtikten sonra Kâbe'nin kapısına gelir ve orada şu duâyı okur: Ey Allahım! Bu beyt, senin beytindir. Bu harem, senin haremindir. Bu emin yer, senin emin kıldığın yerdir. Bu makam ateşten sana sığınan kimselerin makamıdır.
Makam-ı İbrâhim'e vardığında gözüyle Hz. İbrahim'in makamına işaret ederek şöyle der: Ey Allahım! Muhakkak senin beytin büyüktür. Senin vechin kerimdir ve sen rahmet edenlerin rahmet edicisisin. Bu bakımdan beni ateşten ve dergâhından kovulmuş şeytandan koru. Benim etimi ve kanımı ateşe haram kıl. Beni kıyâmet gününün şiddetlerinden emin kıl. Dünya ve âhiret nafakasında bana yardımcı ol.
Bu duâyı okuduktan sonra Rükn-i Irâkî'ye (Kâbe'nin Irak cephesine bakan köşesine) varıncaya kadar Allah'ı tesbih eder, hamdeder. Sonra Rükn-i Irâkî yanında durup şöyle demelidir: Ey Allahım! Ben şirk, şek, küfür, nifak, kötü ahlâk, aile efradı, mal ve evlâtta beliren kötü manzaradan sana sığınıyorum.
Mizabirahme'ye (Altın Oluk) vardığı zaman şöyle demelidir: Ey Allahım! Arşının gölgesinden başka gölge bulunmadığı bir günde bizi arşının altında gölgelendir. Ey Allahım! Bana Muhammed'in (s.a) kadehiyle öyle bir su içir ki, ebediyyen ondan sonra artık susamayayım.
Rükn-i Şâmî'ye (Şam cephesine bakan köşeye) vardığında şöyle demelidir: Ey Allahım! Haccımı kabul olunmuş bir hac say. Sa'yimi sahibine teşekkür edilen bir sa'y kabul et. Günâhımı bağışlanmış günah et ve ticaretimi zarar etmeyen ticaretlerden kıl. Ey Azîz, ey Gafûr Allah... Yârab! Affeyle, rahmet eyle, bildiğin günahların karşılığını vermekten vazgeç. Çünkü en azîz ve en kerîm sensin.
Rükn-i Yemânıye (Yemen tarafına düşen köşeye) vardığı zaman şöyle demelidir: Ey Allahım! Küfürden sana sığınıyorum. Fakirlikten sana sığınıyorum. Kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınıyorum. Dünya ve âhirette rezil olmaktan senin izzetine iltica ediyorum.
Rükn-i Yemânî ile Hacer'ul-Esved'in arasında şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Ey rabbimiz! Dünyada ve ahirette bize iyilik ver. Bizleri rahmetinle kabrin fitnesinden ve ateşin azâbından koru.
Hacer'ul-Esved'e vardığı zaman şöyle demelidir: Ey Allahım! Rahmetinle beni affeyle. Ben borçtan ve fakirlikten, sıkıntıdan ve kabir azâbından şu taşın rabbine sığınırım! İşte o zaman, şavt diye tâbir edilen yedi turluk ziyaretin birinci turu bitmiş olur. Bu bakımdan kişi, bu şekilde ve bu duaları okumak sûretiyle böylece yedi tur ziyaret yapmalıdır.
4. İlk üç turda Remel yapar. Son dört turda ise, normal olarak yürür. Remel'in mânâsı; sık adımlar atmak sûretiyle koşar gibi yürümektir. Fakat tam koşmak olmadığı gibi normal yürüyüşün de biraz üstünde bir yürüyüştür. Gerek Remelden ve gerekse Izdıba'dan gaye şetâretini, celâdet ve kuvvetini göstermektir, İslâm'ın başlangıcında bu hareketleri yapmaktaki gaye buydu ki, din düşmanlarının emelleri kırılsın. İşte bu Sünnet-i seniyye daimî bir sünnet olarak ümmete kalmış oldu.44
Remel yaparken Kâbe'ye yakın olmak daha efdaldir. Eğer izdihamdan dolayı yaklaşmak mümkün değilse, uzaktan dolaşmak sûretiyle Remel yapmak daha efdaldir. İzdihamlı zamanlarda kişi metaf (tavâf yeri)'nin kenarına çıkıp üç defa remel yapmalı, sonra Kâbe'ye yaklaşarak dört defa turlarını tamamlamalıdır. Eğer mümkün ise her turun sonunda Hacer'ul-Esved'i istilâm etmelidir. Eğer zahmetten dolayı onun yanına sokulması mümkün değilse, eliyle Hacer'ul-Esved'e işaret etmeli ve onun yerine elini öpmelidir. Bütün rükûnler arasında ancak Rükn-i Yemânıyi istilâm etmek müstehabdır.
Hz. Peygamber Rükn-i Yemânıyi istilâm eder, öper ve ya naklarını üzerine koyardı. Hacer'ul-Esved sadece öpüp, Rükn-i Yemânîye el sürmekle yetinmek etmek daha evlâdır.
5. Yedi defa tavâf yapıldıktan sonra Mültezim denilen Hacer'ul-Esved ile Kâbe kapısının arasına düşen yere gelmelidir. Burası duaların kabul edildiği bir yerdir. Burada göğsünü Kâbe'nin duvarına dayamalı, perdelerine asılmalı, sağ yanağını taşların üzerine koymalı, ellerini ve kollarını duvarların üzerine uzatmalı ve şöyle demelidir: Ey Allahım! Ey bu Beyti Atik'in sahibi! Benim boynumu ateşten azâd eyle. Beni koğulmuş şeytandan koru. Beni her kötülükten de koru. Bana rızık olarak verdiklerinle beni kanaat sâhibi kıl ve o verdiklerine bereket bahşet. Ey Allahım! Bu beyt senin beytin, bu kul senin kulundur. Bu makam ateşten sana sığınanların makamıdır. Ey Allahım! Beni nezdinde en makbul olanlardan kıl.
Bunları söyledikten sonra aynı yerde çokça Allah'a hamd etmelidir. Orada özel ihtiyaçlarını Allah'a arzetmeli ve günahlarından Allah'a sığınarak af dilemelidir.
Selef-i sâlihînden bazıları Mültezim'de yakınlarını uzaklaştırırlar, onlara 'Benden uzaklaşınız ki, ben rabbime gü-nahlarımı itiraf edeyim' derlerdi.
6. Mültezim'deki dua faslı bittikten sonra en uygunu Makam-ı İbrâhim'in arkasına geçip iki rek'at namaz kılmaktır. Birinci rek'atın Fâtihasından sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rek'atta da İhlâs sûresini okumalıdır. Bu namaza tavâf namazı denir. Zührî şöyle buyurmuştur: Sünnet-i seniyye olarak devam edegelen, yedi tur tavâftan sonra iki rek'at namaz kılmaktır.45
Eğer birkaç defa üst üste tavâf ederse hepsinin sonunda iki rek'at namaz kılarsa caizdir.46
Her yedi tur bir tavâftır. Tavaftan sonra kılınan iki rek'at namazı müteâkip şöyle demelidir: Ey Allahım! En kolay yolu müyesser eyle. Beni en zor yoldan uzaklaştır. Dünya ve âhirette beni bağışla. Lûtuflarınla beni koru ki, sana isyan etmeyeyim. İbadetlerimi yapmakta tevfîkinle bana yardım et. Beni sana karşı isyan sayılan hareketlerden koru. Seni, meleklerini, râsûllerini ve sâlih kullarını sevenlerden eyle.
Ey Allahım! Beni meleklerine, resûllerine ve sâlih kullarına sevdir.
Ey Allahım! Beni İslâm dinine hidâyet ettiğin gibi, lüftunla ve himayenle beni İslâm dini üzerinde sabit kıl. Beni Allah ve Rasûlünün tâatinde çalışmaya muvaffak kıl. Beni fitnelerin saptırmasından koru.
Bundan sonra Hacer'ul-Esved'e dönmeli, onu yemden istilâm etmeli ve böylece tavâfını Hacer'ul-Esved'i istilâm ederek sonuçlandırmalıdır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kim Kâbe-i Muazzama'yı yedi tur tavâf eder, sonunda iki rek'at namaz kılarsa onun için bir köle âzâd etmiş gibi ecir vardır.47
İşte tavâfın keyfiyeti böyledir. Bu yapılanların içinde namaz şartlarından başka, turları yediye tamamlamak, Hacer'ul-Esved'den başlamak, Kâbe'yi soluna alarak turlara devam etmek, mescidin içinde ve Kâbe'nin dışında tavâfa devam etmek de vaciblerdendir. Şazırevan denilen temelin üzerinde yürüyerek veya Hicr-i İsmâil'den geçerek tavâf etmek tavâf sayılmaz.
Turlara normal denmeyecek kadar uzun aralık vermemelidir. Zira turları normal olarak arka arkaya yapmak da vâcibtir. Bunların dışında kalan hareketlerin ise kimisi sünnet, kimisi de haccın âdetlerindendir.
V. Tavafı bitirdikten sonra, Rükn-i Yemânî ile Hacer'ul-Esved'in tam ortasındaki duvarın hizasına düşen Safâ kapısından çıkmalıdır. O kapıdan çıkıp Safâ dağına vardığı zaman, bir insan boyu kadar Safâ dağına tırmanmalıdır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a), kendisine Kâbe görünecek derecede Safâ dağına tırmanmış ve yukarı doğru çıkmıştır.48
Sa'yin başlangıcı, dağın tam eteğinden yapılırsa yine kâfidir. Fakat bir insan boyu kadar dağa tırmanmak müstehabdır. Ancak unutulmamalıdır ki, dağda yapılan merdivenlerin bazıları sonradan icat edilmiştir. Bu bakımdan dağı arkasında bırakmamalıdır. Zira böyle yaptığı takdirde sa'yi tamamlanmış sayılmaz. Safâ dağından başladığı zaman. Safâ ile Merve arasında yedi defa sa'y etmelidir. Safa'ya bir insan boyu kadar çıkınca yüzünü Kâbe'ye doğru çevirip şu duâyı okuması uygundur.Allah herşeyden daha yücedir. Allah herşeyden daha yücedir. Bizi hidâyete ulaştırdığından dolayı hamd Allah'a mahsustur. Bütün nimetine karşılık bütün hamdleriyle hamdetmek Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Ulûhiyette Allah birdir. Onun ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd onundur. O, diriltir ve öldürür. Hayır, O'nun kudretindedir. O herşeye kâdirdir. Ondan başka ilâh yoktur. O biricik Allah'tır. Va'dinde doğrudur. Kuluna yardım etti. Ordusunu galip kıldı. Tek başına düşmanları püskürttü ve mağlup etti. Ondan başka ilâh yoktur. İhlâs ile O'na itâat ederiz, kâfirler bizim bu itâatimizi hoş görmeseler de. Ondan başka ilâh yoktur. Biz ihlâs ile O'na itâat ederiz. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Akşamladığınızda ve sabahladığınızda Allah'ı her türlü eksikliklerden tenzih ediniz (ve ederiz). "Yerde ve göklerde, akşam ve sabah (ikindi ve öğle namazları vaktinde) Allah'ı tesbih edin. O, ölüden diriyi çıkarır ve diriden de ölüyü çıkarır. Toprağa ölümden sonra hayat verir. Siz de kabirle-rinizden böyle çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yaratması onun varlığının delillerindendir. Ondan sonra ansızın sizler beşer olarak yeryüzüne yayılıp haşrolursunuz".
Daha sonra şu duayı okur: Ey Allahım! Senden daimî iman, dosdoğru yakîn, yararlı ilim, korkan kalp ve zikredici bir dil isterim! Senin affını, âfiyetini, dünya ve ahiretteki daimî mükâfâtını dilerim! Bu duâdan sonra, Hz. Muhammed Mustafa'ya salât ü selâm okur, istediği ihtiyaçları Allah'tan diler. Bunlardan sonra Safâ dağından iner, sa'ya başlar.
Sa'ya başlarken şu duâyı okumalıdır: Yârab! Affeyle, rahmet eyle, sence malûm olan günah-larımın cezasından vazgeç. Çünkü en aziz ve en güçlü sa-dece sensin. Yârab! Dünya ve âhirette bize iyilik ihsân eyle. Bizi ateş azâbından koru.
Normal olarak yürüyüşe devam etmelidir, tâ ki yeşil Mil'e varıncaya kadar. Safâ 'dan inince ilk rastladığı mildir bu... Bu mil, mescid-i harâmın bir zâviyesine düşer. Mil ile arasında altı zira'lık bir mesafe kalınca remel yapıp süratle yürümelidir, tâ ki, ikinci yeşil mil'e varıncaya kadar. Oraya vardı mı, normal yürüyüşüne dönüp devam etmelidir. Ne zaman ki, Merve tepesine varırsa, Safâ'ya çıktığı gibi, oraya da çıkmalıdır. Yüzünü Safa'ya çevirip, Safa'da yaptığı duâyı orada da yapmalıdır. İşte böylece bir defa sa'yetmiş sayılır. Merve 'den Safa'ya varınca iki sa'y yapmış sayılır.
Bu sa'yları yediye kadar devam ettirmeli her defasında remel yeri bulunan yeşil direkler arasında koşar adımlarla yürümelidir. Daha önce geçtiği gibi normal yerlerde de normal şekilde yürümelidir. Her defasında gerek Safâ ve gerekse Merve tepelerine çıkmalıdır. Ne zaman ki bu şekilde sa'yı bitirirse işte o zaman Tavâf-ı Kudûm ve sa'yı bitirmiş olur. Gerek Tavâfı Kudûm, gerek sa'y ikisi de sünnettir. Sa'y yaparken abdestli olması müstehabdır. Vâcib değildir. Fakat tavâf tam bunun aksinedir.
Tavâf-ı Kudûm'dan sonra sa'y yapmışsa Arefe vakfesinden sonra ikinci bir defa sa'yın tekrarı uygun değildir. Ancak Tavâf-ı Kudûm'den sonra yapılan sa'y rük^ün olan sa'yin yerine geçer ve yeterlidir. Zira rükûn olan sa'yin Arefe vakfesinden sonra yapılması şart değildir. Vakfeden sonra yapmak ancak farz olan tavâfta şarttır. Evet, sa'yın hangisi olursa olsun, tavâftan sonra yapılması şarttır.
VI. Hacı, ancak Arefe gününde Arafat'a varırsa, artık ondan Mekke'ye gidip Arafat vakfesinden evvel Tavâf-ı Kudûm yapması mümkün değildir.
Ancak Arafat'a çıkmazdan birkaç gün önce, Mekke'ye varırsa, o zaman Tavâf-ı Kudûm yapar, eğer Hacc-ı İfrad'a niyet etmişse ihramlı olarak Zilhicce'nin yedinci gününe kadar Mekke'de durur. O gün öğle namazından sonra imam (devlet başkanı) Kâbe'nin yanında durarak bir hutbe okur. Halka Terviye (Zilhicce'nin sekizinci) gününde Minâ'ya gitmek ve Arefe gecesi Minâ'da yatmak için hazırlanmayı emreder. Minâ'da yatanlar arefe sabahı öğleden sonraki arefe vakfe'sinin farziyetini yerine getirmek için Minâ'dan Arafat'a doğru yola çıkarlar. Zira Arafat'ta vakfe zevalden başlar, tâ Kurban Bayramı gününün fecri doğuncaya kadar devam eder. Bu bakımdan Minâ'ya giderken Lebbeyk'i okuması uygundur.
Müstahab odur ki, Mekke'den hac bitinceye kadar eğer kudreti varsa her ibadet yerine yaya gitmelidir. İbrahim Mescidi diye bilinen (nâm-ı diğer Mescid-i Nemre)den Arafat vakfesinin yerine kadar yaya gitmek en efdal ve en uygun şekildir.
Kişi Minâ ya vardığı gün şöyle duâ etmelidir: Yârabbi! Şurası Minâ'dır. Tâat ve ibâdet ehline ve velî kullarına neyi minnet edip ihsan etmişsen bana da onu ihsân eyle. O gece Minâ da sabahlamalıdır. Bu sadece bir konaklama gecesi olmaktadır. Hacc'ın ibâdet kısmıyla ilgisi yoktur. Arefe günü sabahladığı zaman Minâ'da sabah namazını kılar, güneş Sabir denilen Minâ dağında görülür görülmez Arafat'a doğru yola çıkar ve şu duâyı okur:
Ey Allahım! Bu sabahı gördüğüm sabahların hepsinden daha hayırlı, rızâna daha yakın ve öfkenden daha uzak kıl.
Ey Allahım! Senin kapında sabahlarım. Senden umar, sana güvenir ve senin cemâlini isterim. Bugün beni, benden daha hayırlı ve üstün bulunan kimselerin yanında iftihar edeceğin kullarından eyle.
Arafat'a. vardığı zaman çadırını mescide yakın Nemre muhitinde kurmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), çadırını orda kurmuştur.49
Nemre, Ürene denilen vâdinin iç kısmıdır. Ne Mevkıftan, ne de Arafat'tandır. Vakfesini yapmak için gusletmelidir. Güneş zevale geldiği zaman imam kısa ve veciz bir hutbe okur. Birinci hutbenin sonunda imam oturur, müezzin kalkar ezana başlar. İmam da müezzin ezana devam ederken ikinci hutbeyi okur. Müezzin, hemen ezanın arkasından kamet getirir. Müezzin, kameti bitirince imam da ikinci hutbeyi bitirmelidir. Hutbeden sonra imam öğle ve ikindi namazlarını bir ezan ve iki kametle kasr yaparak (kısaltarak) bir arada edâ etmelidir. Namazdan sonra vakfe yerine gitmelidir. İmam, Arafat sınırları dahilinde vakfe yapmalı Ürene vâdisinde vakfeye durmamalıdır.
Hz. İbrâhim'in (a.s) mescidi ise, onun kıble tarafı Ürene vâdisine, son kısımları ise, Arafat sınırlarına dahildir. Bu bakımdan adı geçen mescidin ön kısımlarında vakfeye duran kimsenin, Arafat vakfesi yapılmış sayılmaz. Arafat sınırları, mescidden büyükçe ve döşenmiş taşlarla belirtilmiştir. Arafat'ta vakfeye durmak için, en faziletli yer, (Rahmet dağının eteğinde bulunan büyük) taşların yanında ve imama ayrılan yerin yakınında bulunan yerdir, Orada kıbleye yönelerek bineğin sırtında vakfeye durmak en güzeldir. Vakfeye durduğu zaman, çokça, hamd, tesbih, tehlil, Allah'a senâ, dua ve tevbe etmelidir. Arefe gününde yapılan duâların daha canlı bir şekilde yapılması için, o günde oruç tutmaması daha evlâdır. Arefe gününde Lebbeyk duasının kesilmesi evlâ değildir. Belki aralıklı ola-rak Lebbeyk ile, Arafat'ta, okunması gereken duayı okumak daha uygun olur.
En uygunu, güneş battıktan sonra Arafat'tan, ayrılmaktır ki Arafat'ta gündüz ile geceyi bir araya getirmiş olsun. Eğer Zilhicce'nin sekizinci gününde bir saatlik Arafe vakfesine gitme imkânına sahipse gitmelidir. Çünkü zilhiccenin hilâlinde yanlışlık olabilir. Böylece haccı şüpheden kurtarmış olur ve Arefe vakfesinin fevtinden emin olur. Kim bayram gününün fecrine kadar Arafat'ta vakfe yapmaya muvaffak olmazsa onun haccı fevt olunup kazaya kalmış olur. Böylece bir kimsenin umre amellerini yapıp ihramdan çıktıktan sonra fevtolunan Arefe vakfesi için kan akıtması, sonra gelecek senede o haccı kaza etmesi lâzımdır.
Arefe vakfesine çıkan bir kimsenin o günde en önemli vazifesi; çokça dua ile meşgul olmaktır. Zira böyle bir bölgede ve müslümanların içtima yerinde duaların kabul olunmasının ümidi daha da artar.
Hz. Peygamber (s.a) ve selef-i sâlihinden vârid olan duâyı okumak daha evlâ ve daha efdaldir. Bu bakımdan Arefe vakfesinde duran bir kimse şöyle demelidir: Allah'tan başka ilah yok. O biricik Allah'tır. O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na mahsustur. Dirilten ve öldüren O'dur. Ölümsüz ve bütün hayırları kudret elinde tutan O'dur. O herşeye kâdirdir. Ey Allahım! Kalbime, kulağıma, gözüme ve dilime nur ihsan eyle. Ey Allahım! Göğsümü hakîkatleri kavramaya âmâde kıl. Emrini bana kolaylaştır.
Bu duadan sonra şöyle demelidir: Ey Allahım! Ey hamdin yaradanı! Dediğimiz ve dilediğimizden daha hayırlı olarak yapılan hamd sana mahsustur. Namazım, ibadetim, ölümüm ve hayatım senindir. Dönüşüm sanadır. Sevabım senin dergâh-ı izzetinde kıymetlendirilir. Ey Allahım! Göğsümün vesveselerinden, işlerimin dağınıklığından ve kabir azâbından sana sığınıyorum.
Ey Allahım! Gecede ve gündüzde olan hâdiselerin şerrinden, esen rüzgârların getirdiği hâdiselerin şerrinden ve zamanın helâk edici şeylerinin şerrinden sana sığınıyorum.
Ey Allahım! Verdiğin sıhhatin hastalığa dönüşmesinden, âni olarak gelen azâbından ve öfkenin tamamından sana sığınıyorum.
Yâ rabbî! Hidâyetinle beni doğru yola ilet. Dünya ve âhirette affına mazhar olan kullarından eyle. Ey hedeflerin en hayırlısı ve kendisine başvurulanların en iyisi! İstekleri en cömertçe veren Allahım! Halkının herhangi birisine vermiş olduğun nimetin veya maişetin en faziletlisini bana da ihsân eyle.
Ey erhamerrâhîmin! Beytinin ziyaretçilerinden herhangi birisine verdiğin nimetlerin en âlâsını ben âciz kuluna da ihsân eyle.
Ey Allahım! Ey yüce derecelerin ihsân edicisi ve bereketlerin göndericisi! Ey yerler ve gökleri yoktan vareden! Bugün sesler çeşitli dillerle sana yükselmekte ve senden çeşitli ihtiyaçlar talep edilmektedir. Benim de senden ihtiyaç ve dileğim, beni belâlar evi bulunan bu dünyada, dünya ehli beni unuttuğu zaman unutma.
Ey Allahım! Konuşmamı dinler, beni görür, gizli yanlarımı bilir, açık yanlarıma vâkıf olur bir zâtsın. İşlerimin hiçbir yanı senden gizli değildir.Ben azâbından rahmetine, kahrından şefkatine sığınan ümitsiz, fakir bir kulunum. Korkan, şefkat dileyen veya günahını itiraf eden bir kulunum.
Fakir bir kulun isteğiyle senden rahmet diliyorum. Zelil ve günahkâr bir kulun yalvarmasıyla sana yalvarıyorum. Zarar görmüş, hâdiseler karşısında eğilmiş bir kulun sesi gibi sesimi yükseltiyorum. Boynumu rahmetinin karşısında bükerek merhametini dileyen bir kulun merhamet dilemesi gibi merhamet diliyorum. Dergâh-ı izzetinden coşan deryâlar gibi gözyaşları döken, iskeleti rahmetinin önünde ezilip bükülen, burnu kahrının önünde yerlere sürünen bir kulunun edâsıyla sana yalvarıyorum.
Ey Allahım! Beni duamla şakî kılma. Bana şefkatli ve merhametli ol. Ey yalvarılanların iyisi ve verenlerin en cömerdi Allahım!...
Yâ ilâhî! Kim sana karşı nefsini medh ü senâ ederse etsin ben kulum. Sana karşı nefsimi hor görür onu kınarım. Yârab! Günahlar benim dilimi konuşmaz kılmıştır. Rahmetine varmam için bana vesile olan herhangi bir amelim de yoktur. Rahmetini ummaktan başka şefaatçim de mevcut değildir.
Yâ ilâhî! Muhakkak biliyorum ki, benim günahlarım senin nezdinde bana herhangi bir güvenilir mertebe bırakmamıştır. Özür dilemeye yüzüm kalmamıştır. Fakat sen keremde bulunanların en kerîmisin...
Yâ ilâhi! Eğer ben rahmetine müstahak değilsem, senin rahmetin de bana ulaşmaya lâyık değil midir? Senin rahmetin herşeyi içine alır genişliktedir. Ben de o herşeyin içinde olan bir şeyim. Beni de ihâta etsin.
Yâ ilâhi! Günahlarım gerçi büyüktür. Fakat senin affına nisbeten hiçbir şey değildir. Yâ kerîm! O küçücük günahlarımı bana bağışla.
Yâ ilâhi! Sen sensin, ben de benim. Ben günahlara dönecek tipte yaratılmışım. Sana ise affa başvurmak yakışır. Yâ ilâhi! Eğer sen itaat ehlinden başka kimseyi affetmek istemiyorsan günahkârlar kime sığınsınlar?
Yâ İlâhi! Kasten senin itaatından yüz çevirerek isyana yöneldim. Sen her türlü eksiklikten münezzehsin ve beniazaba çarptırmak için elindeki delil çok büyüktür. Fakat beni affetmek için de kereminin sınırı yoktur.
Yâ ilâh'el-âlemîn! Beni azaba dûçar etmemek için senin en büyük olan delilinle, beni affeyle. Sana olan ihtiyacımın, senin de benden müstağni oluşunun hürmetine beni affetmekten başka bir muameleyi bana reva görme. Ey çağrılanların en hayırlısı ve umulanın en faziletlisi! İslâmın hürmetine, Muhammed aleyhisselâmın zimmetine yapışarak sana te-vessül ediyorum. Bütün günahlarımı affeyle. Beni şuracıkta bütün ihtiyaçlarımı verdiğin halde memleketime döndür. Senden ne istiyorsam bana hibe eyle. Temenni ettiğim konularda ümidimi boşa çıkarma.
İlâhi! Bana öğrettiğin duâ ile seni çağırıyorum. Yine bana bildirdiğin ümitten beni mahrum eyleme.
Yâ ilâhi! Günahını önünde itiraf eden bir kuluna ne gibi bir muameleyi reva göreceksin? Zilletinden ötürü senden korkan, cürmünden ötürü önünde baş eğen kulun, amelinden ötürü sana yalvarıyor. Günahından ötürü senin dergâhına başvuruyor. Zulmünden senin affına sığınıyor. Kendisini affetmen hususunda kapında ısrar ediyor, yalvarıyor. İhtiyaçlarının giderilmesi hususunda rahmetinden ümitvâr oluyor. Birçok günahlarıyla beraber Arafat vakfesine durmuş, rahmetini ümid ediyor. Ey her canlının sığınağı, her mü'minin velîsi, ihsan eden, kulun ancak senin rahmetinle zafere ulaşır. Günah işleyen kulun da günahıyla helâk olur. (Veya helâk mı olsun).
Ey Allahım! Senin kapına ulaşmayı isteyerek yola çıktık. Senin evinin geniş sahasında konakladık. Seni arıyoruz. Senin nezdindeki rahmetini talep ediyoruz, senin ihsanını elde etmeye çıktık. Senin rahmetini umuyor, azâbından tir-tir titriyoruz. Günahlarımızın ağır yükleriyle senin kapına kaçtık. Senin Beyt-i Haramına koştuk.
Ey dileyenlerin bütün ihtiyaçlarını elinde (kudretinde) tutan Allah! Sükût eden kullarının kalbim bilen Allah! Ey beraberinde çağrılacak bir yaratıcı bulunmayan Allah (veya rüşvetle insanı geçirecek bir kapıcısı bulunmayan Allah)! Ey fazla istemekten usanmayıp belki daha cömertlik ve keremde bulunan (mevlâm!) ihtiyaçların çokluğu karşısında daha fazla fazilet ve ihsanda bulunan Allah!...
Ey Allahım! Sen her misafir için bir ziyafeti âdet etmişsin. Biz ise senin misafirleriniz. Bizim ziyafetimiz de senin nezdinde cennetin olsun.
Ey Allahım! (Padişahların dergâhına) gelen her heyete ve ziyaretçiye bir ikram vardır. Her dileyene ihtiyacı veriliyor. Her umana sevap verilmektedir. Senin nezdindeki rahmeti talep eden herkese bir mükâfat ihsan ediliyor. Rahmet dileğinde bulunan herkese bir rahmet var. Sana yaklaşmak isteyen herkese bir yaklaşma derecesi veriliyor. Senin rahmet eteğine yapışan herkese af ihsan ediliyor. İşte bizler de senin Beyt-i Haramına geldik. İşte bu büyük Meş'arlarda vakfeye durduk. Bu şerefli mevkileri gözümüzle gördük, müşahede ettik. Bütün bunları yapmaktaki gayemiz senin nezdinde lûtfa nail olmaktır.
Ey ilâhî! Bizim gayretimizi boşa çıkarma. Nefisleri itminana kavuşturacak kadar nimetlerin oluk gibi akmaktadır. Senin varlığını ilân etmek için cansız nesneleri dahi konuşturacak kadar ibretleri belirttin, velîlerin dahi sana karşı vazifelerini bihakkın yerine getirmekten âciz olduklarını itiraf edecek derecede onlara nimetlerde bulundun. Göklere ve yere açık ve seçik bir şekilde senin varlığının ve birliğinin delillerini haykıracak derecede âyetlerini izhâr eyledin. Kudretinle, herşeyi izzetine karşı başeğecek derecede tecellî ettirdin. Bütün yüzler senin azametinin önünde secdeye vardılar. Kulların kötülük yaparsa onlara halîm davranıp cezalarını tehir etmektesin, iyilik yaparlarsa kabul eder fazilette bulunursun. İsyân ettikleri takdirde günahlarını örter, günah işledikleri takdirde de affedersin. Seni çağırdığımız zaman icabet edersin. Şikayetlerimizi dinlersin. Sana yöneldiğimiz zaman yaklaşırsın. Senden kaçtığımız zaman bizi çağırırsın.
Yâ ilâhî! Sen Kitâb-ı Mübîn'inde enbiyânın hâtemi Hz. Muhammed Mustafâ'ya şöyle buyurmuştun: Ey rasûlüm! O küfredenlere de ki, eğer peygambere düşmanlıktan vazgeçerlerse geçmişteki günahları bağışlanır. (Enfal/38) İnkârdan sonra kelime-i tevhid getirmeleri seni onlardan razı kıldı. Biz ise itaat ederek senin birliğine şahitlik etmekteyiz. Muhammed Mustafa'nın risâletini ihlâs ile ilan ediyoruz. Bu bakımdan bu şehadetin (yüzü suyu) hürmetine geçmiş günahlarımızı affeyle. Hiç olmazsa bu kelimeyle İslâm dinine yeni girenlerin nasibinden az kılma nasibimizi..
Yâ rabbenâ! Sen savaş neticesinde elde etmiş olduğumuz köleleri azad etmek suretiyle sana yakınlaşmamızı seversin. İşte biz de senin köleleriniz. Bizi azad etmekle fazilette bulunman, elbette bizim başka köleleri affetmemizden daha ehven ve güzel olur. Bize, fakirlerimize sadaka vermeyi emrettin. İşte bizler de senin fakirleriniz. Sen bize sadaka vermek hususunda daha yetkili ve daha fazilet sahibisin. Bizlere, bize zulüm edenleri affetmeyi tavsiye ettin. İşte bizler de nefislerimize zulmettik. Sen kerem ve fazilete herkesten daha lâyık ve bizi affetmek hususunda daha yetkilisin.
Ey rabbimiz! Bizi affeyle, bize rahmet eyle. Çünkü mevlâmız sensin.
Ey rabbimiz! Dünya ve âhirette bize iyilik ihsan eyle. Rahmetinle bizi ateş azabından koru!
Arafat vakfesinde Hızır aleyhisselâmın duasını çokca okumalıdır. O dua şudur: Ey hiçbir durum kendisini diğer bir durumdan, hiçbir ses, kendisini başka bir sesi dinlemekten meşgul etmeyen Allah!
Ey seslerin çeşitliliği kendisini şüpheye düşürmeyen Allah! Ey çeşitli suallerin sorulması kendisini yanıltmayan Allah! Ey aynı anda çeşitli lûgatlerin mânâsını bilen Allah!
Ey ısrar eden ve ısrarla isteyenlerin istekleri kendisini herhangi bir müşkilâtta bırakmayan, istekçilerin çeşitli isteklerinden kırılmayan Allah! Göğsümüzü affının serinliğiyle serinlet! Affının serinliğini bize tattır. Münacaatının lezzetini bize nasib eyle!
Bundan sonra kişi istediği duaları yapmalı. Kendi nefsine, anne-babasına, bütün müslüman erkek ve kadınlara istiğfar ve af talebinde bulunmalıdır. Duasında çok ısrar etmelidir.
İstediğini Allah'tan (meşrû olduktan sonra) talep etmelidir.
Çünkü Allah Teâlâ'dan istenilen hiçbir şey O'nun hazinesi karşısında büyük sayılamaz.
Mutarrıf b. Abdullah50 Arafat vakfesinde şu duayı okudu: 'Ey Allahım! Bu vakfede bulunan hacıları benim yüzümden mahrum eyleme!',
Bekri el-Müzenî şöyle der: 'Arafat ehline baktım ve zannettim ki, eğer ben aralarında bulunmasaydım Allah Teâlâ hepsini affedecekti'.
VII. Arafat vakfesinden sonra Minâ 'da yatmak, cemreleri taşlamak, kurban kesmek, traş olmak ve tavaf etmekten ibaret olan haccın diğer menasıkı beyan olunacaktır.
Kişi güneş battıktan sonra Arafat'tan Müzdelife ye doğru dönerken sükûnet ve vekar ile yürümelidir. Atını seğirtmek ve devesini şiddetle sürmekten sakınmalıdır. Nitekim cahiller böyle yapıyorlar. Böyle yapılmamalıdır.
Hz. Peygamber atın seğirtilmesinden ve devenin koşturulmasından nehy ederek şöyle buyurmuştur: 'Arafat'tan inerken Allah Teâlâ'dan korkunuz. Güzelce yürüyünüz, zayıfları çiğnemeyiniz. Herhangi bir müslümânâ da eziyet etmeyiniz'.51
Müzdelife'ye vardığı zaman, Müzdelife vakfesi için gusletmelidir. Çünkü Müzdelife Harem'den sayılır. Bu bakımdan Müzdelife'ye gusül ederek girmelidir. Eğer yürüyerek Müzdelife'ye varmaya kudreti varsa, vasıtaya binmekten daha efdaldir ve harem'e hürmet etmeye de daha yakındır. Yolda Lebbeyk'i sesli okumalıdır. Müzdelife'ye vardığı zaman şu duayı yapmalıdır: Ey Allahım! Şurası Müzdelife'dir. Burada çeşitli dillerde konuşan insanlar bir araya gelmiştir. Yeni yeni ihtiyaçlar dergâh-ı izzetine arzolunmaktadır, Beni, senden isteyip de duası kabul olunanlardan eyle. Sana tevekkül eden ve her çeşit felâketten koruduğun kullarından eyle beni...
Sonra Müzdelif'de akşam ile yatsı namazını bir arada ve yatsı vaktinde, yatsı namazını kısaltmak sûretiyle bir ezan iki kamet getirerek kılmalıdır. İki namazın arasında herhangi bir nafile kılmamalıdır. Ancak akşam namazının nafilesiyle yatsı namazının nafilesini ve vitir namazını, iki farzı kıldıktan sonra bir arada sırayla kılmalıdır. Çünkü seferde nafile namazlarını terketmek açık bir zarardır. O nafileleri vakitlere ayırma zorluğu ise, o da ayrı bir zahmettir. Onlarla farzların arasındaki bağı kesmektir. Madem ki bir teyemmümle farz namazlarla beraber nafilelerin de edâ edilmesi, bu bağdan dolayı câizdir. Bu bakımdan tebaiyyet hükmüyle cem-u takdim veya cem-u tehirle kılınan farz namazların arkasına nafilelerin kılınması da hem caiz hem de evlâdır. Nafilenin binek üzerinde eda edilmesinin câiz olması hususunda farzdan ayrılması, burada (Müzdelife'de veya seferde) nafilenin farzdan sonra kılınmasına mâni teşkil etmez. Çünkü biz böylece nafile namazın kılınmasının ihtiyaçtan ileri geldiğine işaret ettik.
Müzdelife'de namazı kıldıktan sonra, o gece Müzdelife'de kalmalıdır. O gece orada kalmak ibadete dahildir. Kim gecenin birinci yarısında Müzdeli-fe'den çıkıp orada gecelemezse, kan akıtması (ceza kurbanı kesmesi) gerekir. Kudreti olan bir kimse için bu geceyi ihya etmek ibadetlerin en güzellerindendir.
Geceyarısı olduktan sonra gitmeye hazırlanmalıdır. Cemreleri taşlamak için gereken yetmiş taşı Müzdelife'den toplamalıdır. Çünkü Müzdelife'de yumuşak taşlar vardır. Onlardan ihtiyacı kadar olan yetmiş taşı almalıdır. Fazla taş almakta zarar yoktur. Belki bir tedbir olarak fazla taş alınabilir. Zira (cemrelere taş atarken) çoğu zaman elinden taşlar düşebilir. Yeniden taş atmaya ihtiyacı olabilir. Bu bakımdan ihtiyat olarak yanında fazla taş bulundurması gerekir. Taşlar parmak uçlarının arasına sığacak kadar hafif ve küçük olmalıdır. Taşları topladıktan sonra namazını erken saatlerde ve alaca karanlıkta kılmalı. Ondan sonra yoluna devam etmelidir. Müzdelife'nin sonunda bulunan Meş'aril Harâm'a vardığı zaman, orada sabah güzelce aydınlanıncaya kadar vakfede durmalı ve şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Meş'ar-il-Harâm'ın hakkına, Beyt-i Harâm'ın, bu haram ayın, rüknün ve makamın hakkına, Muhammed'in ruhuna bizlerden tahiyye ve selâm tebliğ et. Ey celâl ve ikram sâhibi! Bizi dar'üs-selâm'a dahil et.
Sonra Müzdelife'den güneş doğmazdan evvel ayrılır. Tâ ki Muhasser vâdisi denilen yere varıncaya kadar, orada bineğini hızlandırarak ve koşturarak vadiyi geçmek müstahabtır. Eğer yaya ise yürüyüşünü hızlandırmalıdır.
Sonra kurban bayramının sabahına girdiği zaman Lebbeyk ile tekbiri karışık söylemelidir. Bazen Lebbeyk, bazen tekbir getirmelidir. Böylece Minâ'ya ve cemrelerin yerine varır.
Bunlar üç cemredir. Birinci cemreyi geçer, ikinci cemreyi de geçer; zira Kurban Bayramı gününde oralara atılacak taş yoktur. Cemret'ul-Akabe'ye (Akabe adlı vâdide bulunan en büyük cemreye) varıncaya kadar yürüyüşüne devam eder. Cemret'ul-Akabe kıbleye doğru giden kimsenin sağına düşer. Taş atılacak yer dağın eteğinde azıcık yüksektedir. Taş atılan yer cemrelerin bulunduğu mıntıkada belli bir yerdir. Güneş çıkıp bir mızrak kadar yükseldikten sonra Cemret'ül-Akabe'ye taşlar atılır.
Şeytan Taşlama Taşların atılışı şu şekildedir: Yüzünü kıbleye çevirerek durur. Eğer yüzünü cemreye çevirirse de sakınca yoktur. Elini kaldırıp Lebbeyk yerine tekbir getirir, yedi taşı birer birer atar. Her attığı taşla beraber şunları söyler:
Allah herşeyden yücedir. Allah'a itaat ve şeytanın burnunun yere sürünmesi için bu taşları atıyorum. Ey Allahım! Senin kitabına inanarak ve Hz. Peygamber'in sünnetine tâbi olarak bu taşları atıyorum...
Taşları attıktan sonra telbiye ile tekbiri kesmelidir. Artık telbiye ve tekbir faslı sona ermiştir. Ancak Kurban gününün öğle namazının farzından başlayarak teşrik günlerinden sonuncusunun sabah namazının akabine dek devam eden farz namazlardan sonraki tekbirler getirilir. Kurban Bayramı gününde dua etmek için Minâ'da herhangi bir vakfeye durmamalıdır. Konakladığı yerde dua etmelidir. Farz namazlardan sonra bayram gününün öğle namazından başlayarak teşrikin son gününün sabah na-mazına kadar devam eden tekbir şöyledir: Allah herşeyden yücedir. Allah herşeyden yücedir. Allah herşeyden yücedir. Bunda şek ve şüphe yoktur. Bütün hamd Allah'a mahsustur. Sabah akşam (her vakit) Allah'ı her türlü eksikliklerden tenzih ederim. Allah'tan başka ilah yoktur. Birdir, O'nun ortağı yoktur. İhlâs ile O'na itâat ederim, kâfirlerin hoşuna gitmezse bile. Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir. Va'dine sadakat gösterdi. Kuluna yardım etti. Düşman ordularını tek başına püskürttü. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden daha yücedir...
Sonra eğer beraberinde getirmişse hediyesini (kurbanı) kesmelidir. Kurbanını bizzat kesmesi daha evlâdır. Kurbanı keserken şöyle demelidir:Allah'ın ismiyle kurbanımı keserim. Allah herşeyden yücedir. Ey Allahım! Bu kurban senden, seninle ve sanadır. Dostun İbrahim'den kabul ettiğin gibi benim kurbanımı da kabul eyle.
Deve kurban etmek en faziletlisidir. Sonra sığır, sonra koyun gelir. Altı kişi ile bir deve veya bir sığıra ortak olmaktansa bir koyunu tek başına kurban kesmek daha efdaldir. Koyun kesmek, keçi kesmekten daha efdaldir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kurbanların en hayırlısı boynuzlu koçtur.52
Beyaz renkli kurban, kül renkli veya siyah renkli kurbandan daha efdaldir.
Ebu Hüreyre (r.a) şöyle buyurmuştur: Kurban hususunda beyaz renkli bir kurban siyah renkli iki kurbandan daha efdaldir.
Eğer kestiği kurban tatavvu (nafile) kurbanı ise, onun etinden biraz yemelidir. Topal, kulağı kesik, boynuzu kırık, uyuz, sersem, kulakları delik, kulağı önden oyulmuş, Arca, ced'a, adba, cerba, şerka, harka, mukabele, mudabere ve acfa olan hayvanlar kurban olamaz. Arca, topal demektir. Ced'a burnundan ve kulağından kesilmiş, Adba boynuzu kırılmış demektir. Bazen de ayaklarında noksanlık olan hayvana denir. Şerka, üstten kulağı yarılmış, Harka, kulağı alttan yarılmış demektir. Mukabele, kulağı önden, Mudabere, arkadan kulağı oyulmuş demektir. Acla ise, zayıflık sebebiyle kemiklerinde ilik kalmayan hayvan demektir.
Kişi kurbanı kestikten sonra başını traş etmelidir. Başını traş ederken sünnet-i seniyye şudur: Kıbleye yönelmeli. Başının ön kısmından başlamalı. Önce sağ tarafını ensesine uzanan arka kemiklere kadar traş etmelidir. Sonra diğer kısımları traş etmelidir ve traştan sonra şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Her tüye karşılık bana bir hasene yaz ve her tüye karşılık bir günâhımı affeyle ve her tüyün (yüzü suyu) hürmetine bana bir derece ihsân eyle!
Kadınlar saçlarının uçlarından kesmelidirler. Dazlak olanın usturayı çıplak başının üstünde gezdirmesi müstehabtır. Cemret'ül-Akabe'ye taşları atıp traş olunca, birinci tahallül (ihramdan ilk çıkış) tamamlanmış olur ve böylece kadınlara yaklaşmak ve avlanmak hariç, ihramda yasak olan herşey kendisine helâl olur.
35) Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, (İbn Ömer'den) 36) Taberânî, (Enes'ten) 37) Ebu Dâvud, (Enes'ten) 38) Beyhakî, (İbn İshâk yoluyla Câbir'den) 39) Müslim ve Buharî (Hz. Âişe'den) 40) Müslim ve Buharî, (Ebu Musâ el-Eş'arî'den) 41) Şafii, el-Müsned, (Mücâhid'den mürsel olarak) 42) Müslim ve Buharî, (İbn Ömer'den) 43) Giriş yolunun ismi Seniyyet'ül-Kedâ, çıkış yolunun ismi ise Seniyyetü'l-Kudâ'dır. 44) Müslim ve Buharî, (İbn Abbas'tan) 45) Buharî 46) İbn Ebu Hâtim, (İbn Ömer'den) 47) Tirmizî ve Nesâî, (İbn Ömer'den) 48) Müslim, (Câbir'den) 49) Müslim, (Câbir'den) 50) Mutarrıf b.Abdullah b.Şükayr, Amir kabilesindendir. Künyesi Ebu Abdullah'dır. Kendisi Basra'nın büyük âlimlerindendir. 51) Nesâî ve Hâkim, (Usâme b. Zeyd'den) 52) Ebu Dâvud, (Ubâde b. Sâmit'ten); Tirmizî ve İbn Mâce, (Ebu Umâme'den)

Hac ve Umre'nin Eda Şekilleri

Hac ve Umrenin edâ şekilleri üç tanedir. 1. Hacc-ı İfrad Hacc-ı İfrad, hacların en faziletlisidir. Keyfiyeti şöyledir: Sadece hacca niyet eder ve umreden evvel haccı yapar. Ne zaman ki haccı bitirirse, harem sınırının dışına çıkarak Hıll arazisinde ikinci kez ihrama girip umreye başlar. Umre ihramına girmek için Hıll arazisinin en faziletlisi Cir'ane mevkiidir. Sonra Tenîm'dir. Daha sonra Hudeybiye'dir. Hacc-ı İfrad'a niyet eden bir kişinin kurban kesmesi farz değildir. Ancak sünnet kurbanı kesebilir.
2. Hacc-ı Kıran Hacc-ı Kıran'ın keyfiyeti şöyledir: Kişi Hac ile Umre'yi bir araya getirip şöyle der: 'Ey Allahım! Hac ve umreye birden başlamak sûretiyle senin hizmetine giriyorum'.
Böylece hac ve umre için ihrama girer. Sadece hacda yapılması gereken amelleri yapmak kâfidir. Abdest almak, gusle girdiği gibi, umre de bu şekilde hacca girmiş olur. Yani ayrıca bir umreye lüzum kalmaz. Fakat Arafat'da vakfeye durmadan evvel Kâbe-i Muazzama'yı tavâf edip Safâ ile Merve arasında, tavâftan sonra sa'y etmişse, o sa'y hem hac ve hem de umre sa'yı olarak kabul olunur. Tavaf ise, haccın tavâfı olarak kabul olunmaz. Çünkü hacda farz olan tavâfın Arafat vakfesinden sonra yapılması şarttır.
Hacc-ı Kıran'a niyet eden kişiye kurban kesmek gerekir. Ancak Mekke ahalisinden olursa o zaman, kurban kesmek lâzım değildir. Çünkü Mekke'de oturan kimsenin ihram yeri Mekke olduğu için ihramdan çıkmış sayılmaz.
3. Hacc-ı Temettû Hacc-ı Temettû'nun keyfiyeti şöyledir: Umre'ye ihram bağlayarak Mîkatı geçip Mekke'ye varır. Orada umrenin amellerini yaptıktan sonra ihramını çözer, hac zamanı gelinceye kadar ihramda mahzurlu olan bütün lezzetlerden istifade eder. Hac zamanı geldi mi, Mekke'de hacı ihramını bağlayarak Arafat'a doğru yola çıkar.
Kişi ancak beş şartla mütemettî sayılabilir: 1. Mescid-i Haramın hazır bulunan ahalisinden olmamaktır. Mescid-i Haramın hâzır bulunan ahalisi, namaz kısalmayacak mesafede bulunan kimseler demektir. 2. Umreyi hactan önce yapmak 3. Umreyi hac aylarında yapmak 4. Hac mîkatma veya o kadar mesafeye dönüp yeniden hac ih ramı bağlamamak 5. Haccı ve umresi aynı şahıs için olmak
Bu vasıflar mevcut olduğu zaman kişi mütemetti (hacc-ı temettü'ya ihram bağlamış bir kimse) olur ve böyle bir kişiye bir koyun kurban kesmek lâzımdır. Eğer koyun kesmeye gücü yetmiyorsa, Kurban bayramından önce üç gün oruç tutar. İster bu üç günü peşipeşine tutsun, isterse ayrı ayrı tutsun. Yedi gün de memleketine döndüğü zaman oruç tutar. Toplam on gün olmaktadır. Eğer hacda iken üç gün oruç tutmayıp, memleketine dönünceye kadar tehir ederse, memleketinde peşipeşine veya ayrı ayrı olarak on gün oruç tutar. Hacc-ı Kıran ile Hacc-ı Temettû'da kesilmesi gereken kurbanların bedeli eşittir. Hac çeşitlerinin en faziletlisi İfrad'tır. Sonra Temettû, sonra Kırandır. (Hanefî mezhebine göre en faziletlisi Hacc-ı Kırandır).

Hac ve Umrenin Mahzurları

Hac ve Umre'nin mahzurları altıdır. 1. İç gömlek ve don giymek, mesti ayağına geçirmek ve başına sarık sarmaktır. İhrama giren bir kişiye en uygun gelen şey, bir peştamalı göbekten aşağı kısma bağlamak, diğerini de sırtına atmak ve ayaklarına nalın giymektir. Eğer nalınlar yoksa topuklarını kapatmamak şartıyla ökçeli ayakkabı giyebilir. Eğer göbekten aşağı bağlanan peştamalı bulamazsa, setr-i avret olacak kadar uzun bir don giymelidir. Kemer bağlamak, mahfelin gölgesinde gölgelenmekte hiçbir sakınca yoktur. Fakat başının açık kalması gerekir. Zira erkeğin ihramı başındadır. Kadın da istediği dikişli elbiseyi giyebilir. Ancak yüzünü yüz derisine temas edecek bir peçe veya benzeriyle kapatmamak şartıyla. Zira kadının ihramı da yüzündedir.
2. Koku sürünmektir. Akıllı insanlarca güzel koku sayılan her şeyden kaçınmalıdır. Eğer bedenine koku sürer veya dikişli elbise giyerse, bir koyun kurban etmesi gerekir.
3. Traş olmak ve tırnak kesmektir. Traş olmak ve tırnak kesmekte fidye vardır. Fidyeden gayem, bir koyunun kurban edilmesidir. Gözüne sürme çekmek, hamama girmek, bedeninden kan aldırmak, hacamat yaptırmak ve saç-sakalını taramakta sakınca yoktur.34
4. Cinsel birleşmede bulunmak.Eğer birinci tahallülden (birinci ve ikinci tahallüllerin ne olduğu hususu ileride gelecektir) önce cinsî münasebette bulunursa haccı fâsid olur ve aynı zamanda bir deve veya bir sığır yahut da yedi koyunu ceza kurbanı olarak kesmek mecburiyetindedir. Eğer birinci tahallülden sonra cinsî münâsebette bulunursa, haccı fâsid olmaz, sadece bir deve kurban etmek gerekir.
5. Abdestini bozan kadına el sürmek ve öpmek gibi cimanın mukaddime ve öncüleridir. Böyle bir hareket, birinci tahallülden sonra ise, haram olup olmaması hususunda ihtilâf vardır. Böyle bir harekette bulunan kişiye ceza olarak bir koyun kesmek gerekir. Eliyle istimna yapmak da böyledir. İhramdayken nikâh kıymak haramdır. Fakat böyle bir hareket, kan akıtmasını gerektirmez. Çünkü esasında böyle bir nikâh kıyılmamış sayılır.
6. Kara hayvanını av olarak öldürmektir. Yani eti yenen veya eti yenen ile eti yenmeyen hayvanların birleşmesinden doğan hayvanları öldürmemelidir. Eğer bir av hayvanı öldürülürse, onun benzerini eti yenen hayvanlardan ceza olarak kurban etmesi gerekmektedir. Öldürdüğü hayvan ile kurban olarak kestiği hayvan arasında cüsse bakımından yakınlık gözetilmelidir. Deniz avı ise helâldir ve herhangi bir cezayı gerektirmez.
34) Eğer tarayınca kılları düşmezse, sakınca yoktur. Fakat mekruhtur. Eğer düşerse haramdır. ( Bkz. el-Fıkıh alâ'l-Mezâhib'il-Erbaa)

Haccın Batınî Amelleri

A) Niyette ihlâsın yolu B) Mübarek makam ve meşhedleri ziyaret C) Ziyaret esnasında tefekkür D) Başından sonuna değin haccın sır ve mânâlarını düşünmek Haccın başı anlayıştır. Anlayıştan gaye; haccın dindeki yerini anlamaktır. Sonra ona karşı şevk beslemek, onu yapmaya azimle sarılmak, hacca mâni olan engelleri ortadan kaldırmak, ihram olarak bağlanan havluları satın almak, yolda kullanılan bineği satın almak, satın alma gücü yoksa kiralamak, memleketten çıkmak, çölleri kat'etmek, Lebbeyk demek sûretiyle Mîkat'ta ihrama girmek, Mekke'ye varmak ve daha önce dediğimiz şekilde hac sırasında yapılması gereken fiilleri tamamlamaktır. Bu işlerin herbirinde hatırlayan ve ibret alan kimseler için ibretler, sadık müride uyanmak, zekî kimse için işaret ve tarif vardır. Bu bakımdan biz bunların anahtarlarına işaret edelim ki, kapılar açıldığı ve sebepler bilindiği zaman her hacı için kalbinin saflığı, bâtınının temiz ve anlayışının çokluğu nisbetinde sırlar keşfolunsun.

Haccın Fazileti

Bütün insanlara haccı ilan et. Gerek yaya olarak, gerek her uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. (Hac/27) Katâde şöyle der: Allah Teâlâ, kulu ve peygamberi Hz. İbrahim'e, bütün insanlara haccı ilân etmesi emrini verdiğinde, Hz. İbrahim (a.s) şöyle bir çağrıya başladı: 'Ey İnsanlar! Allah Teâlâ bir beyt binâ ettirdi. Onu ziyaret edin!' Allah Teâlâ hacca gelmenin hikmetini ise şöyle beyan etmektedir: (Gelsinler) ki kendileri için birtakım faydaları görsünler... (Hac/28)
Bazı âlimler bu ibareden hac mevsimindeki ticaret ile âhiretteki ecrin kastedildiğini söylemişlerdir. Seleften bir âlim, bu yorumu işittiğinde, şöyle demiştir: 'Kâbe'nin rabbine yemin ederim ki haccedenler affolunmuşlardır'.
Bazı âlimler 'İblis şöyle dedi: O halde beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım, vesvese verip pusu kuracağım' (Âraf/16) ayetinin tefsirinde bu yolun Mekke yolu olduğunu, şeytanın bu yolun üzerine oturup, insanları bu yoldan menetmeye çalıştığını söylemişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kim fahiş konuşmaksızın, fısk-u fücurda bulunmaksızın Beyti ziyaret ederse, annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahlardan sıyrılmış olur.2
Şeytan, Arefe gününde olduğu gibi, hiçbir günde küçülmüş, zelil olmuş, hakir olmuş ve kızmış görünmez.3
Şeytanın bu şekilde görünmesinin hikmeti muhakkak Allah'ın hacılar için, indirdiği rahmeti görmesinden ve Allah'ın büyük gü-nahları affetmesinden dolayıdır.
Bazı günahlara sadece Arafat dağında vakfeye durmak bile kefaret olur.4
Cafer b. Muhammed, bu sözü Hz. Peygamber'e isnâd etmiştir. Mukarriblerden biri şöyle anlatır: Arafat'ta İblis, bana bir in-san sûretinde göründü. Bir de ne göreyim, cismi gayet zayıf, rengi soluk, gözü yaşlı ve beli büküktü. Kendisine sordum: - Ey İblis! Seni ağlatan nedir? - Ticaret niyeti olmaksızın hacılar mevlâlarına doğru çıkıp gidiyorlar. Onların Mevlâ'ya yönelmelerinden, Mevlâ'nın da onları mahrum etmeyeceğinden korkarım. Bu durum beni mahzun edip ağlatmaktadır. - Seni bu kadar zayıf düşüren nedir? - Allah yolunda atların kişnemesi eğer benim yolumda olsaydı, daha hoşuma giderdi. - Rengini solduran nedir? - Cemaatin ibâdet konusunda yardımlaşmasıdır. Eğer onlar günâh konusunda yardımlaşsaydılar, bana daha sevimli gelirdi. - Peki, belini kamburlaştıran nedir? - Kulun, Allah'a 'Yâ rabbi! Ben senden güzel sonuç istiyorum' demesidir. Ben daima bir kulun amelini iyi görüp de mağrur olacağı zamanı bekler ve onun benim bu hilemi sezip de mağrur olmaktan kaçınmasından korkarım.
Hz. Peygamber haccın fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: Evinden hac veya umre için çıkıp yolda vefât eden bir kimse için, kıyâmete kadar (her sene) hac ve umre yapan kimsenin ecri defterine kaydedilir. Mekke veya Medine'de ölen bir kimse, ne arasat meydanına getirilir ve ne de hesaba mâruz kalır. Kendisine 'Haydi cennete gir' denilir.5
Mebrur (kabul edilmiş) bir hac, dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden daha hayırlıdır. Mebrur (kabul edilen) haccın karşılığı cennettir.6
Hac ve umre niyetiyle (Mekke'ye) gidenler, Allah'ın halkı ve ziyaretçileridir. Eğer onlar, Allah'tan isterlerse, Allah kendilerine isteklerini verir. Eğer dua ederlerse, dualarını kabul eder. Eğer şefaatta bulunurlarsa, şefaatları kabul olunur.7
Ehl-i Beyt yoluyla gelen bir müsned hadîste şöyle buyurulur: Günahça insanların en büyüğü, Arafat dağında vakfeye durduğu halde Allah Teâlâ'nın kendisini affetmediği zannına kapılan kimsedir,8
İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: Bu Beyt'in üzerine Allah'ın her gününde yüzyirmi rahmet . inmektedir. Bunların altmışı ziyaretçilere, kırkı namaz kılanlara ve yirmisi de bakanlara taksim olunur.9
Beyti çokça tavâf (ziyaret) ediniz. Çünkü kıyâmet gününde hasenât sahifelerinizde göreceğiniz en büyük hasene tavâf'dır. Kıyâmet gününde göreceğiniz en kârlı amel de budur.10
İşte bu sırra binâen hacsız ve umresiz Kâbe'yi ziyaret etmek müstehabdır.
Başka bir haberde de şöyle denilmiştir: Kim yalın ayak, başı kabak yedi defa peşipeşine tavaf yaparsa, bir köleyi âzâd etmiş kadar sevap alır. Kim, yağmurlu bir havada Kâbe'yi yedi defa ziyâret ederse, onun geçmiş günahları affolunur.11
Deniliyor ki, Allah Teâlâ Arafat'ta herhangi bir kulun bir günâhını affederse, aynı günâhı işleyen diğerlerinin de o günâhını affeder.
Seleften biri şöyle buyurmuştur: 'Arefe günü, cumaya tesâdüf ederse, Arafat'ta bulunan herkesi Allah Teâlâ affeder. Dünyanın en faziletli günü o gündür. O günde Hz. Peygamber vedâ haccını yapmıştır.12
Hz. Peygamber, vedâ haccında vakfe yaparken şu ayet nâzil olmuştur. Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim. (Mâide/3)
Kitap ehli şöyle demiştir: 'Eğer bu ayet, bizler için nâzil olsaydı, bu ayetin nâzil olduğu günü bayram olarak kabul ederdik'. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) şöyle buyurmuştur: 'Ben Allah için şehadet ederim ki, bu ayet iki bayramın bir arada olduğu bir günde nâzil olmuştur. Yani Arefe ve Cuma gününün bir arada olduğu bir günde Arafat'ta vakfeye durmuşken Hz. Peygamber'e nâzil olmuştur'.
Hz. Peygamber (s.a) bir defasında şöyle dua etmişti: Rivayet ediliyor ki, Ali b. Muvaffak Hz. Peygamber'in yerine birkaç defa hacca gitmişti. Kendisi şöyle anlatır: Hz, Peygamber'i rüyamda gördüm. Bana şöyle dedi: - Ey Muvaffak'ın oğlu! Sen mi benim için birkaç defa haccettin? - Evet yâ Rasûlullah! Senin yerine haccettim. - Sen mi benim yerime Lebbeyk dedin? - Evet yâ Rasülallah! Senin yerine Lebbeyk dedim, - Ben bunun karşılığını kıyâmet gününde sana vereceğim. Mahşer yerinde senin elinden tutup mahlûkat hesabın şiddeti içindeyken seni götürüp cennete sokacağım. Mücâhid ve başka âlimler şöyle demişlerdir: 'Hacılar Mekke'ye geldikleri zaman, melekler deve süvarilerine selâm verirler. Merkeblere binenlerin ellerini sıkarlar, yaya gelenlerin de boyunlarına sarılırlar'.
Hasan Basrî şöyle buyurmuştur: 'Ramazan ayının sonunda veya herhangi bir savaşta veya haccın sonunda ölen bir kişi şehid olarak ölmüştür'.
Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: 'Hacceden bir kimse affolunmuştur. O hacceden Zilhicce, Muharrem, Safer aylarının tamamında ve Rebiülevvel ayının yirmi gününde kimler için istiğfar etmişse, onlar da affolunur'.
Selef-i salihînin sünnetindendir ki, savaşa gidenleri yolcu ederlerdi. Hacdan gelenleri de karşılaşırlar ve iki gözünün ortasından öper, kendilerinden dua isterlerdi. Hacılar günahlarla kirlenmezden evvel bütün bunları yaparlardı. Ali b. Muvaffak şöyle anlatır: "Bir sene hacca gittim. Arefe gü-nünün gecesi Minâ'da Mescid-i Hayf'ta uyudum. Rüyamda sırtlarında yemyeşil elbiseler olan iki meleğin gökten indiklerini gördüm. Biri diğerine şöyle diyordu: - Ey Allah'ın kulu! - Buyur ey Allah'ın kulu! - Bu sene rabbimizin beytini ziyaret edenlerden kaç kişinin haccının kabul edildiğini biliyor musun? - Hayır, bilmiyorum! - Altı kişinin haccı kabul olundu. Sonra ikisi de göğe doğru yükseldiler ve kayboldular. Ben korkular içerisinde uyandım. Neredeyse üzüntümden bayılacaktım. Bu durum beni çok müteessir etmişti. Kendi kendime dedim ki: 'Madem ki altı kişinin haccı kabul edilmiş, ben bu altı kişiden birisi nasıl olabilirim?' Arafat'tan inerken Müzdelife'de, Meş'ar'il-Haramın yanında hacıların çokluğunu ve haccı kabul edilenlerin azlığını düşünürken uyuya kalmışım. Baktım ki, iki kişi yine aynı şekilde tekrar geldiler. Daha önce yaptıkları gibi birbirlerine soru sorup, cevap verdiler. Biri arkadaşına şöyle dedi - Rabbimizin bu gece nasıl bir hüküm verdiğini biliyor musun? - Hayır, bilmiyorum. - Rabbimiz bu gecede, o altı kişinin herbiri için yüzbin kişiyi bağışladı. Birdenbire uykumdan uyandım. İfade edilmesi güç bir ferah ve sürûra kavuşmuştum".
Yine Ali b. Muvaffak şöyle anlatmaktadır: Bir sene hacca gitmiştim. Hac menâsikleri bittikten sonra, haccı kabul edilmeyenler hakkında düşünüp şöyle dedim: 'Yâ rabbi! Ben haccımın sevabını, haccını kabul etmediğin kimselere hibe ettim'. Sonra rabbimi (c.c) rüyamda gördüm. Bana dedi ki: 'Ey Ali! Cömertlik ile cömertleri yaratan ben olduğum halde sen bana karşı cömertlik mi taslıyorsun? Ben cömertlerin en cömerdi, ikram edenlerin ikram edicisi ve bütün âlemlerden daha fazla ikram ve cömertlik yapmaya müstahak olan Allahım. Haccını kabul etmediğim kimseleri, haccını kabul ettiğim kimselere bağışladım'.
2) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 3) İmam Mâlik, (İbrahim b. Ebî Able'den) 4) İmam Irâkî böyle bir hadîse rastlamadığını söylemektedir. 5) Beyhakî, (Ebu Hüreyre'den birinci şıkkını); Beyhakî, Dârekutnî, (Hz. Aişe'den ikinci şıkkını); hadisin iki versiyonu da zayıf hadîslerdendir. 6) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre'den) 7) Buharî, (Ebu Hüreyre'den) 8) Hatib, el- Muttefek ve'l-Mufterek, Deylemî, Müsned'ül-Firdev s, zayıf bir senedle 9) İbn Hibban ve Beyhaki,(İbn Abbas'dan hasen birsenedle) 10) İbn Hibban ve Hâkim, (İbn Ömer'den) Bütün insanlara haccı ilan et. Gerek yaya olarak, gerek her uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. (Hac/27) Katâde şöyle der: Allah Teâlâ, kulu ve peygamberi Hz. İbrahim'e, bütün insanlara haccı ilân etmesi emrini verdiğinde, Hz. İbrahim (a.s) şöyle bir çağrıya başladı: 'Ey İnsanlar! Allah Teâlâ bir beyt binâ ettirdi. Onu ziyaret edin!' Allah Teâlâ hacca gelmenin hikmetini ise şöyle beyan etmektedir: (Gelsinler) ki kendileri için birtakım faydaları görsünler... (Hac/28)
Bazı âlimler bu ibareden hac mevsimindeki ticaret ile âhiretteki ecrin kastedildiğini söylemişlerdir. Seleften bir âlim, bu yorumu işittiğinde, şöyle demiştir: 'Kâbe'nin rabbine yemin ederim ki haccedenler affolunmuşlardır'.
Bazı âlimler 'İblis şöyle dedi: O halde beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım, vesvese verip pusu kuracağım' (Âraf/16) ayetinin tefsirinde bu yolun Mekke yolu olduğunu, şeytanın bu yolun üzerine oturup, insanları bu yoldan menetmeye çalıştığını söylemişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kim fahiş konuşmaksızın, fısk-u fücurda bulunmaksızın Beyti ziyaret ederse, annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahlardan sıyrılmış olur.2
Şeytan, Arefe gününde olduğu gibi, hiçbir günde küçülmüş, zelil olmuş, hakir olmuş ve kızmış görünmez.3
Şeytanın bu şekilde görünmesinin hikmeti muhakkak Allah'ın hacılar için, indirdiği rahmeti görmesinden ve Allah'ın büyük gü-nahları affetmesinden dolayıdır.
Bazı günahlara sadece Arafat dağında vakfeye durmak bile kefaret olur.4
Cafer b. Muhammed, bu sözü Hz. Peygamber'e isnâd etmiştir. Mukarriblerden biri şöyle anlatır: Arafat'ta İblis, bana bir in-san sûretinde göründü. Bir de ne göreyim, cismi gayet zayıf, rengi soluk, gözü yaşlı ve beli büküktü. Kendisine sordum: - Ey İblis! Seni ağlatan nedir? - Ticaret niyeti olmaksızın hacılar mevlâlarına doğru çıkıp gidiyorlar. Onların Mevlâ'ya yönelmelerinden, Mevlâ'nın da onları mahrum etmeyeceğinden korkarım. Bu durum beni mahzun edip ağlatmaktadır. - Seni bu kadar zayıf düşüren nedir? - Allah yolunda atların kişnemesi eğer benim yolumda olsaydı, daha hoşuma giderdi. - Rengini solduran nedir? - Cemaatin ibâdet konusunda yardımlaşmasıdır. Eğer onlar günâh konusunda yardımlaşsaydılar, bana daha sevimli gelirdi. - Peki, belini kamburlaştıran nedir? - Kulun, Allah'a 'Yâ rabbi! Ben senden güzel sonuç istiyorum' demesidir. Ben daima bir kulun amelini iyi görüp de mağrur olacağı zamanı bekler ve onun benim bu hilemi sezip de mağrur olmaktan kaçınmasından korkarım.
Hz. Peygamber haccın fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: Evinden hac veya umre için çıkıp yolda vefât eden bir kimse için, kıyâmete kadar (her sene) hac ve umre yapan kimsenin ecri defterine kaydedilir. Mekke veya Medine'de ölen bir kimse, ne arasat meydanına getirilir ve ne de hesaba mâruz kalır. Kendisine 'Haydi cennete gir' denilir.5
Mebrur (kabul edilmiş) bir hac, dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden daha hayırlıdır. Mebrur (kabul edilen) haccın karşılığı cennettir.6
Hac ve umre niyetiyle (Mekke'ye) gidenler, Allah'ın halkı ve ziyaretçileridir. Eğer onlar, Allah'tan isterlerse, Allah kendilerine isteklerini verir. Eğer dua ederlerse, dualarını kabul eder. Eğer şefaatta bulunurlarsa, şefaatları kabul olunur.7
Ehl-i Beyt yoluyla gelen bir müsned hadîste şöyle buyurulur: Günahça insanların en büyüğü, Arafat dağında vakfeye durduğu halde Allah Teâlâ'nın kendisini affetmediği zannına kapılan kimsedir,8
İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: Bu Beyt'in üzerine Allah'ın her gününde yüzyirmi rahmet . inmektedir. Bunların altmışı ziyaretçilere, kırkı namaz kılanlara ve yirmisi de bakanlara taksim olunur.9
Beyti çokça tavâf (ziyaret) ediniz. Çünkü kıyâmet gününde hasenât sahifelerinizde göreceğiniz en büyük hasene tavâf'dır. Kıyâmet gününde göreceğiniz en kârlı amel de budur.10
İşte bu sırra binâen hacsız ve umresiz Kâbe'yi ziyaret etmek müstehabdır.
Başka bir haberde de şöyle denilmiştir: Kim yalın ayak, başı kabak yedi defa peşipeşine tavaf yaparsa, bir köleyi âzâd etmiş kadar sevap alır. Kim, yağmurlu bir havada Kâbe'yi yedi defa ziyâret ederse, onun geçmiş günahları affolunur.11
Deniliyor ki, Allah Teâlâ Arafat'ta herhangi bir kulun bir günâhını affederse, aynı günâhı işleyen diğerlerinin de o günâhını affeder.
Seleften biri şöyle buyurmuştur: 'Arefe günü, cumaya tesâdüf ederse, Arafat'ta bulunan herkesi Allah Teâlâ affeder. Dünyanın en faziletli günü o gündür. O günde Hz. Peygamber vedâ haccını yapmıştır.12
Hz. Peygamber, vedâ haccında vakfe yaparken şu ayet nâzil olmuştur. Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim. (Mâide/3)
Kitap ehli şöyle demiştir: 'Eğer bu ayet, bizler için nâzil olsaydı, bu ayetin nâzil olduğu günü bayram olarak kabul ederdik'. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) şöyle buyurmuştur: 'Ben Allah için şehadet ederim ki, bu ayet iki bayramın bir arada olduğu bir günde nâzil olmuştur. Yani Arefe ve Cuma gününün bir arada olduğu bir günde Arafat'ta vakfeye durmuşken Hz. Peygamber'e nâzil olmuştur'.
Hz. Peygamber (s.a) bir defasında şöyle dua etmişti: Rivayet ediliyor ki, Ali b. Muvaffak Hz. Peygamber'in yerine birkaç defa hacca gitmişti. Kendisi şöyle anlatır: Hz, Peygamber'i rüyamda gördüm. Bana şöyle dedi: - Ey Muvaffak'ın oğlu! Sen mi benim için birkaç defa haccettin? - Evet yâ Rasûlullah! Senin yerine haccettim. - Sen mi benim yerime Lebbeyk dedin? - Evet yâ Rasülallah! Senin yerine Lebbeyk dedim, - Ben bunun karşılığını kıyâmet gününde sana vereceğim. Mahşer yerinde senin elinden tutup mahlûkat hesabın şiddeti içindeyken seni götürüp cennete sokacağım. Mücâhid ve başka âlimler şöyle demişlerdir: 'Hacılar Mekke'ye geldikleri zaman, melekler deve süvarilerine selâm verirler. Merkeblere binenlerin ellerini sıkarlar, yaya gelenlerin de boyunlarına sarılırlar'.
Hasan Basrî şöyle buyurmuştur: 'Ramazan ayının sonunda veya herhangi bir savaşta veya haccın sonunda ölen bir kişi şehid olarak ölmüştür'.
Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: 'Hacceden bir kimse affolunmuştur. O hacceden Zilhicce, Muharrem, Safer aylarının tamamında ve Rebiülevvel ayının yirmi gününde kimler için istiğfar etmişse, onlar da affolunur'.
Selef-i salihînin sünnetindendir ki, savaşa gidenleri yolcu ederlerdi. Hacdan gelenleri de karşılaşırlar ve iki gözünün ortasından öper, kendilerinden dua isterlerdi. Hacılar günahlarla kirlenmezden evvel bütün bunları yaparlardı. Ali b. Muvaffak şöyle anlatır: "Bir sene hacca gittim. Arefe gü-nünün gecesi Minâ'da Mescid-i Hayf'ta uyudum. Rüyamda sırtlarında yemyeşil elbiseler olan iki meleğin gökten indiklerini gördüm. Biri diğerine şöyle diyordu: - Ey Allah'ın kulu! - Buyur ey Allah'ın kulu! - Bu sene rabbimizin beytini ziyaret edenlerden kaç kişinin haccının kabul edildiğini biliyor musun? - Hayır, bilmiyorum! - Altı kişinin haccı kabul olundu. Sonra ikisi de göğe doğru yükseldiler ve kayboldular. Ben korkular içerisinde uyandım. Neredeyse üzüntümden bayılacaktım. Bu durum beni çok müteessir etmişti. Kendi kendime dedim ki: 'Madem ki altı kişinin haccı kabul edilmiş, ben bu altı kişiden birisi nasıl olabilirim?' Arafat'tan inerken Müzdelife'de, Meş'ar'il-Haramın yanında hacıların çokluğunu ve haccı kabul edilenlerin azlığını düşünürken uyuya kalmışım. Baktım ki, iki kişi yine aynı şekilde tekrar geldiler. Daha önce yaptıkları gibi birbirlerine soru sorup, cevap verdiler. Biri arkadaşına şöyle dedi - Rabbimizin bu gece nasıl bir hüküm verdiğini biliyor musun? - Hayır, bilmiyorum. - Rabbimiz bu gecede, o altı kişinin herbiri için yüzbin kişiyi bağışladı. Birdenbire uykumdan uyandım. İfade edilmesi güç bir ferah ve sürûra kavuşmuştum".
Yine Ali b. Muvaffak şöyle anlatmaktadır: Bir sene hacca gitmiştim. Hac menâsikleri bittikten sonra, haccı kabul edilmeyenler hakkında düşünüp şöyle dedim: 'Yâ rabbi! Ben haccımın sevabını, haccını kabul etmediğin kimselere hibe ettim'. Sonra rabbimi (c.c) rüyamda gördüm. Bana dedi ki: 'Ey Ali! Cömertlik ile cömertleri yaratan ben olduğum halde sen bana karşı cömertlik mi taslıyorsun? Ben cömertlerin en cömerdi, ikram edenlerin ikram edicisi ve bütün âlemlerden daha fazla ikram ve cömertlik yapmaya müstahak olan Allahım. Haccını kabul etmediğim kimseleri, haccını kabul ettiğim kimselere bağışladım'.
2) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 3) İmam Mâlik, (İbrahim b. Ebî Able'den) 4) İmam Irâkî böyle bir hadîse rastlamadığını söylemektedir. 5) Beyhakî, (Ebu Hüreyre'den birinci şıkkını); Beyhakî, Dârekutnî, (Hz. Aişe'den ikinci şıkkını); hadisin iki versiyonu da zayıf hadîslerdendir. 6) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre'den) 7) Buharî, (Ebu Hüreyre'den) 8) Hatib, el- Muttefek ve'l-Mufterek, Deylemî, Müsned'ül-Firdev s, zayıf bir senedle 9) İbn Hibban ve Beyhaki,(İbn Abbas'dan hasen birsenedle) 10) İbn Hibban ve Hâkim, (İbn Ömer'den)

Haccın Rükûnları

Şu rükûnlar olmadan hac sahîh olamaz. Bu rükûnlar beş tanedir: 1. İhrama girmek 2. Bayram gününden itibaren Kâbeyi yedi defa ziyaret etmek 3. Bu ziyaretten sonra Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y yapmak 4. Arafat'da. vakfeye durmak 5. Arafat vakfesinden sonra traş olmak Arafat'ta vakfeye durmak hâriç bütün bu rükûnler, Umre'de de lâzımdırlar.
Terkedildiğinde kurban kesmeyi gerektiren vacibler altı tanedir: 1. Mîkatta (belirli yerlerde) ihrama girmek. İhrama girmeden o belirli yerleri geçenin bir koyun kesmesi gerekir. 2. Cemrelere taş atmak. Buraya taş atmayı terketmek bir kavle göre kan akıtmayı (kurban kesmeyi) icab ettirir. 3) Arafat 'da güneş batıncaya kadar vakfeye durmak. 4) Müzdelife'de gecelemek. 5) Minâ'da gecelemek. 6) Vedâ ziyaretini yapmak Bu vaciblerin son dört tanesi, İmam Şafii'nin bir kavline göre terkedildiği takdirde kurban kesmekle giderilir. İkinci kavline göre ise, bunların terkinde ancak kan akıtmak müstehabdır, vâcib değildir.

Haccın farz olmasının şartları, rükûn ve farzlarının sıhhati ve mahzurları

Haccın Şartları Haccın sahih olması için, iki şart lâzımdır: a) Vakit (hac mevsimi) b) İslâmiyet (hacca gidenin müslüman olması)
Bu bakımdan, bülûğ çağma gelmemiş çocuğun haccı sahihtir. Eğer aklı eriyorsa, bizzat ihrama girebilir. Eğer aklı ermiyorsa, velisi onun yerine ihrama girer ve haccın tavâf (ziyaret), sa'y ve sâir menâsiklerini normal olarak kendisine yaptırır.
Haccın vakti ise, Şevval, Zilkade ve Zilhicce 'nin onuna kadardır. Dokuzuncu gün, kurban bayramının şafağına kadar devam eder. Bu bakımdan kim ki, bu müddetin haricinde hac için ihrama girerse onun yaptığı, hac değil umre sayılır. Senenin bütün ayları umre vaktidir. Fakat Minâ günlerinde haccın ibâdetiyle meşgul olan bir kimsenin umre için ihrama girmesi uygun değildir. Çünkü böyle bir kimse umre için ihrama girdiği takdirde Minâ'dahi haccın cemreleriyle meşgul olduğundan umrenin işleriyle meşgul olma imkânından mahrumdur.
Haccın 'Haccetu'l-İslâm' (farz hac) yerine geçmesi ise, beş şarta bağlıdır: 1. Müslüman olmak 2. Hür olmak 3. Bâliğ olmak 4. Akıllı olmak 5. Vakit bulmak
Eğer çocuk ile köle hac için ihrama girer, fakat Arefe'de veya Müzdelife' de iken köle âzâd edilir, çocuk da bülûğ çağına ererse, bayram gününün fecri doğmazdan önce yeniden Arafat'a, dönüp gelirse, ikisinin de haccı (Haccetu'l-İslâm) yerine geçer. Çünkü hac, Arefe demektir. Böyle yapan köle ve çocuğa kan akıtmak ve kurban kesmek gerekmez. Farz olan umrenin yapılmasında da, vakit hâriç, bütün bu şartların varlığı lâzımdır, (Umre'nin farz oluşu, Şafiîler ile Hanbelîlere göredir).
Bâliğ ve hür bir kimsenin yaptığı haccın nafile hac yerine geçmesinin şartlarına gelince, farz haccı edâ ettikten sonra yapılan hactır. Çünkü farz olan hac, önde gelen bir ibâdettir.
Sonra Arafat'da vakfe halindeyken ifsâd edilen haccın kaza edilmesi gelir. Sonra adanmış hac, sonra vekâlet hac, daha sonra da nafile hac gelmektedir. Bu tertip lâzımdır. Başka haccı niyet etse dahi yine bu şekilde kabul edilir.
Haccın bir müslümana farz olmasının şartları da beştir: 1. Bâliğ olmak 2. Müslüman olmak 3. Akıllı olmak 4. Hür olmak 5. Haccetmeye gücü yetmek Kime hac farz olursa, o kimseye umre de farz olur. (Hanefîlere ve Mâlikîlere göre umre sünnettir).
Mekke-i Mükerreme'ye ziyaret veya ticaret maksadıyla giden bir kimse, eğer odun taşıyıcısı değilse, bir kavle göre, muhakkak ihrama girip, öylece Mekke'ye girmesi gerekir. İhramlı olarak Mekke'ye girdikten sonra hac veya umre amellerini yapmak sûretiyle ihramdan çıkabilir.
Haccetmeye gücü yetmek meselesine gelince, bu iki çeşittir: A) Bilfiil yapmak. Bunun da birçok sebepleri vardır, 1. Kişinin sağlıklı olması gerekir. 2. Yolun ise, kolay ve emin olması gerekir. Tehlikeli deniz ve saldırgan bir düşmanın bulunmaması lâzımdır. 3. Mal hususunda ise, gidip vatanına dönünceye kadar nafakası bulunmalıdır. İster vatanında aile efradı olsun,ister olmasın. Çünkü vatandan uzak yaşamak çok zor bir şeydir. Bir de hac müddeti boyunca kendisine yetecek kadar nafakaya sahip olması lâzımdır. Borçlarını ödeyebilecek servete sahip olması gerekir. Bineğe sahip olmalı veya kiralamaya gücü yetmelidir. Kiraladığı bineğe, hevdecinde oturmak sûretiyle veya nöbetleşmek sûretiyle binmeye muktedir bulunması gerekir.
B) Hacca gitmeye gücü yetmeyen kötürüm, malıyla başkasını kendi yerine gönderebilir. Yani kendisi için farz haccı yapmış bir kimseyi ücretle tutup, kendi yerine göndermelidir. Böyle bir kimseyi gönderirken sadece nöbetleşe binecek kadar gidiş nafakasını vermek kâfi gelir. (Talep etmedikçe geliş nafakası vermek gerekmez).
Oğul, kötürüm babasına 'senin yerine ben hacca gideceğim' dediği zaman, babasının haccetmeye gücü yetiyor sayılır. Eğer oğlu 'malımı verip de yerine haccettiririm' derse, o zaman haccetmeye gücü yetiyor sayılmaz. Çünkü bedenle babaya hizmet etmek de evlât için şeref vardır. Fakat malını vermesi ise, babaya bir minnet yüklemiş olur.
Gücü haccetmeye yeten bir kimseye hac lâzım gelir. Fakat tehir edebilir. Ancak tehirde tehlike vardır. Eğer hayatının sonunda olsa dahi, hacca gitmeye muvaffak olursa, farziyet kendisinden düşer. Eğer hac etmeye gücü yettiği halde gitmeyip tehir eder ve haccetmeden ölür giderse, haccı terkettiği için âsi olarak Allah'ın huzuruna gider. Geride bıraktığı servetinden hac bedeli çıkarılır ve haccı yaptırılır ve hatta haccın yapılmasını vasiyet etmezse dahi. Hac meselesi de tıpkı diğer borçlar gibidir. Yani vasiyet olmazsa dahi yapılması mecburîdir.
Eğer bir senede hacca gitmeye gücü yeter de, hacca gidenlerle beraber yola çıkmazsa, halk daha hacca varmazdan önce malı ve serveti yok olduktan sonra ölüp Allah'ın huzuruna giderse, boynunda hac bulunmaz. Zengin olduğu halde haccetmeyip ölen bir kimsenin durumu Allah nezdinde çok tehlikelidir. Hz. Ömer (r.a) şöyle buyurmaktadır: İstedim ki, bütün valiliklere emirnâme yazayım da, gücü yettiği halde hacca gitmeyen kimselerden harac alsınlar'.
Said b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî, Mücâhid ve Tâvus'dan şöyle dedikleri rivayet edilir: 'Kendisine hac farz olmuş zengin bir kim-senin haccetmeden önce öldüğünü bilirsem, cenaze namazını kılmam'. Nitekim bir âlimin zengin bir komşusu vardı. Haccetmeden önce ölünce, o âlim onun cenaze namazını kılmadı. İbn Abbas 'Kim zekât vermeden ve hac yapmadan ölürse, ikinci bir defa dünyaya gelmeyi temenni eder' demiş ve şu ayeti okumuştur: Diyecekler: 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki, ben terkettiğim imanı yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım'. (Mü'minûn/99)
Bunun ardından da 'Salih amelden maksat hacdır' diye ilâve etmiştir.

Haccın İnce Edepleri ve Bâtınî Amelleri

Haccın ince edebleri on kısma ayrılır: 1. Nafakası helâl olmalıdır. Hacca giderken kalbini meşgul edecek, zihnini dağıtacak herhangi bir ticaretle meşgul olmamalıdır ki, himmetini mücerred olarak Allah'a yöneltebilsin, kalp itminân halinde Allah'ın zikrine ve ibâdetlerinin tanzimine yönelsin.
Ehl-i Beyt târikiyle gelen bir haberde şöyle rivâyet edilmektedir: Âhir zamanda insanlar, hacca dört sınıf olarak gidecektir: a) Saltanat sâhibleri, seyahat için, b) Zenginler, ticaret, c) Fakirler dilencilik ve d) Kur'an okuyucuları da riyâ ve gösteriş için gideceklerdir.69
Bu hadîs-i şerifte, hac esnasında düşünülebilecek bütün dünyevî gayelere özetle işaret vardır. Bütün bu gayeler, haccın faziletinden insanı mahrum ederler ve insanın haccını 'sadece hac' olmaktan çıkarırlar. Hele hac ile ticaret edilirse. Yani ücreti mukabilinde başkasının yerine haccedilirse. O daha da tehlikelidir. Zira bu takdirde âhiret ameliyle dünya tâlep edilmiş olur. Takvâ ve bâsiret sâhibleri böyle bir haccı kerih görmüştür. Ancak böyle bir kimsenin gayesi, Mekke'de durmaksa ve Mekke'ye varmak için de imkân sahibi değilse, o vakit, bu gayeyle başkasının yerine hacca gidebilir. Çünkü bu takdirde gayesi din ile dünyayı elde etmek değil, belki dünya ile dini elde etmektir. Bu bakımdan kişinin başlıca hedefi, Allah'ın Kâbe'sini ziyaret etmek ve dolayısıyla da müslüman kardeşinin hac fârizasını düşürmek için müslüman kardeşine yardımda bulunmak olmalıdır.
İşte bunun hakkında Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerîf i vârid olmuştur: Allah Teâlâ bir hac ile üç sınıfı cennete dâhil eder: a) Haccın yapılmasını vasiyyet edeni, b) Vasiyyeti yerine getireni, c) Müslüman kardeşinin yerine haccedeni...70
Ben 'Ücret ile haccetmek helâl değildir veya kendi nefsi için haccetmiş bir kimsenin ücret karşılığında ikinci bir defa başkasının yerine hacca gitmesi haramdır' demiyorum. Ancak bütün diyeceğim böyle hareket etmemenin daha güzel olduğudur. Bir kimse haccı bu şekilde bir kazanç âleti yapmamalıdır.
Çünkü Allah Teâlâ (c.c) dünyayı dine bağışlar, fakat dini dünyaya bağışlamaz.
Zira şöyle rivayet edilmiştir: Allah yolunda gazâya çıkan ve aynı zamanda ücret (maaş) alanın misâli, Musa'nın anasının misâline benzer. Bu mübârek hâtun oğlu Musa'ya süt emzirir ve buna karşılık ücretini Firavun'dan alırdı.71
Bu bakımdan kimin misâli ücretle yapmış olduğu hac konusunda Hz. Musa'nın vâlidesinin misâline benziyorsa, onun ücret almasında herhangi bir sakınca yoktur. Zira böyle bir insan haccetmek ve ziyarette bulunmak için, ücret almaktadır. Onun gayesi, ücreti almak için haccetmek değildir. Aksine, hac yapabilmek için ücret almaktır.
Nitekim Hz. Musa'nın vâlidesi de kendisine, evlâdına süt verme imkânı kolaylaşsın ve o çocuğun kendisinin olduğu belli olmasın diye ücret alıyordu.
2. Haraç vermek sûretiyle Allah düşmanlarına yardım etme melidir. Buradaki Allah düşmanları Mekke'nin Mescid-i Haram yolunu kesen emirler ile yolda hacılardan birşeyler alan göçebe arablardır. Çünkü bu kimselere mal vermek, onlara yardım etmek ve onlara zulüm sebeplerini kolaylaştırmak demektir.
Bu bakımdan onlara veren, sanki zulümlerine bilfiil iştirâk etmiş olur. Hangi yoldan olursa olsun onlardan kurtulma çarelerine başvurmalıdır. Eğer böyle bir imkâna sahip değilse, bâzı âlimlerin dediğini yapmakta sakınca yoktur. 'Zâlimlere yardım etmektense nafile haccı bırakarak yoldan dönmek daha efdaldir'. Çünkü hacılardan bir şeyler almak sonradan ihdâs edilmiş bir bid'attır. Bu bid'ata teslim olmak, onu ileride yerleşmiş bir sünnet ve devamlı bir âdet haline getirir. Böyle bir âdetin bulunması ise, müslümanlara cizye verdirmek gibi zillet ve küçüklük olur. Bâzılarının 'İsteyerek vermiyorum, ben onu vermeye mecburum' diyerek kendilerini haklı çıkarmasının hiçbir değeri yoktur. Zira böyle bir kimse eğer evinde oturur veya yoldan dönerse kendisinden herhangi birşey alınmaz. Belki çok zaman zenginlik sebeplerini belirttiği için kendisinden daha fazla para istenir. Eğer fakirler gibi olsaydı kendisinden para istenmezdi.Bu bakımdan nefsini para vermek mecburiyetine sevkeden kendisidir.
3. Yolculuk müddetinde çok infak etmeli, sarfetmeli ve Allah yolunda verdiklerine de hayıflanmamalıdır. Cimrilik ve israfa kaçmaksızın ortalama bir şekilde normal olarak infakta bulunmalıdır. İsraftan gayem; leziz yemek ve meşrubatın envai çeşidini bankerler gibi yemek ve içmektir. Fakat Allah yolunda çokça sadaka vermekse bu israfa dahil değildir; zira 'israfta hayır vehayırda israf yoktur' denilmiştir.
Hac yolunda malını vermek, Allah yolunda nafaka vermektir. Bir kuruş yediyüz kuruşa bedeldir. Nitekim İbn Ömer (r.a) şöyle buyurmuştur: 'Hac seferinde yiyeceğinin güzelliği kişinin kerim (cömert) olmasındandır'.
İbn Ömer, başka bir yerde de şöyle der: 'Hacıların en faziletlisi, niyet bakımından en hâlis ve nafaka bakımından en helâline sahip olanıdır ve yakîn bakımından da en güzel hâlde olanlarıdır'.
Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: Hacc-ı mebrurun karşılığı cennettir buyurduğu zaman kendisinden sorulur: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Haccın mebrur olması ne demektir?' Hz. Peygamber şöyle cevap verir: 'Güzel ve tatlı konuşmak ve yemek yedirmektir'.72
4. Fahiş konuşmayı, fısk ve fücurda bulunmayı ve mücadeleyi terketmektir. Nitekim Kur'an da böyle emretmektedir. Kur'an'da terki istenilen Refes her türlü lehviyet, ihanet ve fâhiş konuşma mânâsına gelmektedir. Aynı samanda bu terime, kadınların türkü söylemesi ve onlarla şakalaşmak da dâhildir. Cima ve cimaya götüren şeyler hakkında konuşmak da dâhildir.
Çünkü böyle bir konuşma ihram hâlinde mahzurlu olan cima'ya sevkeder. Bu bakımdan mahzurlu bir işe insanı sevkeden herhangi birşey de mahzurlu olur. Kur'an'da terkedilmesi istenen Fısk ise, Allah'a itaatin dışına çıkan her şeyi kapsayan bir terimdir. Bırakılması emredilen Cidal terimine gelince şiddetli husumet ve kalplerde kinin yerleşmesine vesile olan mücadeleler, himmeti dağıtan ve güzel ahlâka zıt düşen hareketler demektir.
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim ihram hâlinde ve haccın devamı müddetince Refes'te bulunursa onun haccı fâsid olur'.
Hz. Peygamber (s.a), tatlı konuşmak ile yemek yedirmeyi haccı 'mebrur' olmasından saymıştır. Sert münakaşalar ise tatlı konuşmaya zıttır. Bu bakımdan hacı arkadaşlarına, kiracısına ve diğer yolculara çokça itirazda bulunmamalıdır. Aksine yumuşak davranmalıdır. Allah'ın beytini ziyarete gidenlere kanatlarını germelidir. Güzel ahlâktan ayrılmamalıdır. Güzel ahlâk sadece başkasının eziyetine tahammül etmekten ibaret değildir. Aynı zamanda eziyet de etmemektir. Deniliyor ki: "Yolculuğa, açıklama mânâsına gelen 'Sefer' denilmiştir; zira yolculuk kişinin ahlâkını açığa çıkarır".
Yine bu sırra binaen Hz. Ömer (r.a): 'Ben filân adamı tanıyorum' diyen kişiye 'Onun şerefli ahlâkına delâlet eden bir yolculukta kendisiyle arkadaşlık yaptın mı?' diye sorar, adamın 'hayır' demesi üzerine de Hz. Ömer 'O halde onu tanımıyorsun' der.
5. Eğer kudreti varsa yaya haccetmektir. Çünkü yaya hacca gitmek daha faziletlidir. Abdullah b. Abbas (r.a) ölürken çocuklarına yaya hacca gitmeyi tavsiye ederek şöyle demiştir: 'Ey çocuklarım! Yaya olarak hacca gidin. Zira yaya olarak hacca giden adamın her adımına karşılık harem-i şerifin dahilinde yapılan hasenelerden yediyüz hasene ihsan edilir'. Bu söz üzerine İbn Abbas'dan sorulur: 'Harem-i Şerîf in haseneleri ne demektir?' İbn Abbas 'Harem-i Şerifte işlenen bir hasene (sevab), başka yerde işlenen yüzbin haseneye bedeldir' der.
Yaya yürümenin en faziletlisi, hac ibâdetindeki yürüyüştür. Mekke'den Arafat sahasına çıkmak, oradan Mina'ya gelmek memleketinden yaya çıkıp Kâbe'ye gitme niyetinden daha efdaldir. Eğer yaya yürümekle beraber memleketinden ihrama da girerse bu, haccın tam mânâsıyla yapılmasıdır, denilmiştir.
Bu sözü Hz. Ömer, Hz. Ali ve İbn Mes'ud (r.a) şu ayetin tefsirini yaparken zikretmişlerdir Haccı da umreyi de Allah için, farz ve sünnetleriyle tam yapın! (Bakara/196)
Bazı âlimler şöyle demişlerdir: 'Binerek hacca gitmek, yaya gitmekten daha efdaldir, Çünkü bu takdirde binek sâhiplerine ücret verilmekte ve mal Allah yolunda sarfedilmektedir. Ayrıca nefsin meşakkat çekmesinden uzaklaşılır ve eziyyet azalır. Nefsin selâmetine ve böylece haccın tam yapılmasına vesile olur'.
Bu âlimlerin bu fikri, tedkik edildiği zaman, birinci fikre muhalif düşmez. Ancak tafsilât verilip şöyle denilmelidir: Yürüyerek gitmek kendisine kolay gelen bir kimse için, bu durum daha faziletlidir. Eğer zayıfsa veya yürümek bir kötü ahlâka yol açıyorsa veya herhangi bir amelin kusurlu yapılmasına vesile oluyorsa, o zaman binerek gitmek daha efdaldir. Tıpkı şunun gibi: Oruç, misafir ve hasta kimseler için eğer beden zâfiyetine ve kötü ahlâka yol açmazsa daha efdaldir. Aksi takdirde yemek daha efdaldir.
Bir âlime sorulur: 'Umre yaparken yürüyerek mi gitmeli veya bir dirhem verip bir merkebi kiralayıp binerek mi gitmelidir?' O âlim şu cevabı verir: Eğer para vermek adama daha ağır geliyorsa, hayvan kiralamak, yürüyerek gitmekten daha efdaldir. Zenginler gibi, eğer yürümek para vermekten daha ağır geliyorsa, o takdirde yürüyerek gitmek daha faziletli olmaktadır. (Nefse ne zor geliyorsa onu yapmak gerekir, demek istiyor). Sanki bu mesele, nefisle mücahede yolunu ihya ediyor. Bunun da kendisine göre, delili vardır. Fakat en faziletlisi, yürüyerek gitmek ve kira için vereceği parayı da böylece fakirlere sarfetmektir. Bunu fakire sarfetmek hayvanını kiralamak karşılığında para alana vermekten daha evlâdır. Eğer nefsi, zahmet ile malın eksilmesini bir arada kabul etmezse, o zaman yukarıdaki fetvayı verenin görüşü uzak bir görüş sayılmaz. Yani onun görüşü gibi hareket etmelidir.
6. Ancak tek başına kiraladığı ve eşyasını yüklediği ve zâmile tâbir edilen hayvana binmelidir. Hevdec'e gelince, bundan sakınmalıdır. Ancak zâmileden kendisini hayvanın sırtında tutmaktan korktuğu için, çekiniyorsa o zaman hevdecli (yani iki kişinin herbiri bir tayında oturmak şartıyle hayvanın sırtına vurulan mahfel demektir) hayvana binmelidir. Bu hususta iki hikmet vardır: a) Tek başına hayvana binmek, hayvanın sırtına hevdec vur maktan daha hafiftir. Çünkü hevdec iki kişiyi aldığı için hayvana eziyet vermektedir. b) Hevdece binmek mütekebbirlerin binişi olduğu için tek başına binmek sûretiyle ondan sakınmalıdır.
Allah'ın yüce rasûlü (s.a), bir devenin sırtında, altında yırtık bir palan olduğu ve palan'ın üzerinde dört dirhem kıymetinde yırtık bir kadife bulunduğu halde hacca gitti.73
Hz. Peygamber, herkes hidâyetine ve şekil ve suretine (veya ahlâkına) bakmak imkânına sahip olsun diye devenin sırtında tavâfını yaptı,74
Hac ibâdetlerinizi (yani nasıl yapılacağını), benden öğrenin!75
Denilir ki, iki kişinin bindiği hevdecleri Haccâc-ı Zâlim ihdâs etmiştir. Onun zamanındaki âlimler, bu hareketi şiddetle tenkid ederlerdi. S üfyan es-Sevrî babasının şöyle dediğini rivayet etmektedir: 'Ben Kûfe'den el-Kadisiyye şehrine kadar hac için yürüdüm. Orada çeşitli memleketlerden gelen hacı arkadaşlarla karşılaştım. Baktım ki, bütün hacılar tek başına hayvanlara binmiş, altlarında cevâlik denilen çullar ve palanlar vardı. Bütün o hacılar arasında ancak iki hevdec görebildim' İbn Ömer, Haccac-ı Zalim'in sonradan hac seferinde ihdas ettiği konforlu kisvelerle hevdecleri görünce şöyle dedi: 'Hacı azdır. Fakat debdebeli kervan ise çok..' Bu hâdiseden sonra İbn Ömer (r.a) elbisesi yırtık, bineğinin sırtında cevâlik denilen çulları olan bir fakiri gördüğünde şöyle demiştir: 'İşte şu kişi hacıların en iyisidir'.
7. Hacca gidenin elbiseleri eskimiş olmalıdır. Tozlu topraklı bulunmalıdır. Süs ve ziynete itibar etmediği gibi övünme ve gurura meyletmemelidir. Çünkü böyle yaparsa mütekebbir ve müsriflerin divanına yazılır. Zayıf ve miskinlerin, hele sâlihlerin zümresinden silinir. Zira Hz. Peygamber (s.a) hac esnasında tozlu ve topraklı olmayı ve elinden geldiği kadar şöhret ve riyadan kaçmayı emretmiştir.
Yine Hz. Peygamber hac seferinde fazlaca nimetlere dalmayı ve refaha kaçmayı yasaklamıştır. Bu hususta Fudale b. Ubeyd bir hadîs rivayet etmiştir.76
Başka bir hâdis de şöyledir: Hacı sadece o kimseye denir ki, tozlu topraklı ve ihram müddetinde kirler içinde bulunur.77
Allah Teâlâ (c.c) meleklerine şöyle buyurmaktadır: Benim beytimin ziyaretine gelenlere bakın. Onlar uzak memleketlerden toztoprak içinde benim dergâhıma gelmişlerdir. Kur'an'ı Kerîm'de de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Sonra kirlerini (saç ve tırnaklarını) atsınlar. Adaklarını yerine getirsinler ve o kadîm olan beyti tavâf etsinler. (Hac/29) Ayetteki Tefes diye tâbir edilen mânâ, tozlu topraklı olmak demektir. Onu temizlemek de traşla, bıyıklarının önünü almak ve tırnakları kesmekle olur.
Ömer b. Hattâb (r.a) idarecilere şöyle bir ferman göndermiştir. 'Eski elbiseler giyin. Eşyalarda pek lükse kaçmayın'.
Denildi ki: Hacıların süsü, Yemen'den gelen hacılardır. Çünkü onlar tevâzu, zayıflık ve selef-i sâlihinin yaşantısı üzerinde gelmektedir. Bu bakımdan özellikle kırmızı elbiseleri hac mevsiminde giymemeye dikkat etmek ve ne şekilde olursa olsun şöhretten kaçınmak gerekir.
Hz. Peygamber seferde iken bir yerde konakladığı zaman ashab-ı kirâm bindikleri develeri çöle salıverdiler, Bu arada Rasûlullah, develerin palanları üzerindeki kırmızı çullara bakarak şöyle buyurdu: 'Görüyorum ki, bu kırmızılık size galebe çalmıştır (yani lükse kaçıyorsunuz)'.
Ashâb-ı kirâm şöyle demiştir: 'Rasûlullah'ın bu serzenişi karşısında derhal harekete geçtik. O kırmızı çulları develerin sırtlarından hemen indirmeye başladık. Öyle acele ettik ki, develerin bazıları ürktü bile...'78
8. Bineğe şefkat göstermeli, gücünün yetmeyeceği yükü yüklememelidir. Hevdec bineğin gücünün dışındadır. Bineğin sırtında uyumak, ona eziyet verip ağırlık yapmaktadır. Muttaki kimseler bineklerin sırtında uyumazlardı. Ancak sırtında oturmaktan yorulup arada sırada uyuklama hariç...
Selef-i sâlihin, uzun bir zaman bineklerinin üstünde kalmazlardı. (Bazen iner, bazen binerlerdi. Bu şekilde hayvanı da dinlendirirlerdi)
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştu: Sakın bineklerinizin sırtını kürsü edinmeyin!79
Sabah ve akşam bineğe istirahat vermek gayesiyle inmek müstahabdır ve sünnet-i seniyyedir.80
Bunun hakkında selef-i sâli-hinden birçok eserler vârid olmuştur.
Seleften bazıları, bineği kiraladıkları zaman onun sırtından bir saniye dahi inmemek şartıyla kiralıyor ve buna göre ücret ödüyorlardı. Sonra bineğe kolaylık olsun diye, zaman zaman inerlerdi ki bineğe gösterilen bu kolaylık Allah nezdinde ihsan sayılıp, onun sevabı binek sâhibinin değil onların terazisine konmuş olsun. Herhangi bir bineğe eziyet verip gücünün dışında kendisine bir yük vuran kişi kıyamet gününde sorumludur.
Ebu Derdâ (r.a) ölüm döşeğindeyken devesine şöyle hitab etti: 'Ey deve! Rabbinin nezdinde'bana dâvacı olma. Çünkü ben senin gücünün üstünde sana bir yük yüklemedim'.
Kısacası her canlı varlığa yapılan iyilik için ecir vardır. Bu bakımdan hacı hem bineğin ve hem de sahibinin hakkını gözetmelidir. Bir saat inip de bineğe rahat ettirmek; hem bineğe rahatlık verir, hem de sahibinin kalbini sevindirir. Bir kişi İbn Mübârek'e şöyle der: 'Benim bu mektubumu gittiğin yere götürür müsün?' İbn Mübârek 'Deve sâhibine sorayım. Çünkü ben deveyi kiraladım' diye cevap verir..
İbn Mübarek'in, ağırlığı hiç denecek kadar olan bir mektubu götürmekten bile nasıl sakındığını dikkate almalısın. Çünkü bu durum takvânın en itinalı hareketlerindendir... Zira kişi az birşey için bu kapıyı açarsa, bu hareket yavaş yavaş çoğalır.
9. Kendisine vâcib olmasa bile kan akıtmak sûretiyle Allah'a yaklaşmalıdır. Kestiği kurbanın en semiz ve en güzellerinden ol-masına dikkat etmelidir. Eğer tatavvu kurbanı ise, etinden yemelidir. Eğer vâcib ise, etinden yiyemez.
Bazı âlimler 'Bu uzaklaşma Allah'a eş koşanlar içindir. Fakat kim Allah'ın dinini (veya hac farzlarını) büyük tanırsa şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır' (Hacc/32) ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: 'Tâzimden gaye; güzel ve semiz kurbanı seçmektir'.
İhram bağladığı yerden hedy tabir edilen kurbanları sevketmek ve sürüp getirmek daha efdaldir. Tabiîdir ki, bu da kişinin zahmet ve meşakkat çekmemesine bağlıdır. Eğer zahmet çekmesi sözkonusu ise, kurbanı Minâ'dan alıp kesmek, ihram yerinden getirmekten daha efdaldir. Kurbanı alırken ucuza almaya pek heveslerımemelidir. Zira selef-i sâlihin üç şeyi mümkün olduğu kadar yüksek fiatlarla alırlardı ve onların hakkında çenebazlık yapıp fiyat düşürmeyi çirkin görürlerdi. O şeyler şunlardır: 1. Hacda kesilen hedy 2. Hacda kesilen kurban 3. Âzâd etmek içine alman köle
İbn Ömer'in rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer (r.a) bir deveyi hedy olarak kesmek ister. Ancak o deve kendisinden üçyüz dinar karşılığında satın alınmak istenir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) Rasûlullah'a sorar: 'Ben bunu satıp onun parasıyla daha büyük bir deve alayım mı?' Rasûlullah (s.a), Hz. Ömer'i bu hareketten alıkoyar ve der ki: 'Belki onu hediye edersin'. Buna gerekçe olarak şöyle buyurur: 'Çünkü güzel olan az, zayıf olan çoktan daha hayırlıdır'.81
Üçyüz dinarla otuz deve alınabilir. Böylece et çoğalır. Fakat kurbandan gaye, et değildir. Gaye, kurban kesenin nefsinin tezkiyeye kavuşup cimrilik sıfatından temizlenmesi ve Allah Teâlâ'nın yüce cemâliyle süslenmesidir. Çünkü kesilen kurbanların ne eti, ne de kanı Allah'a yetişmez. Aksine Allah'a ulaşacak olan takvadır. Bu takvâ ise, adetlerin çokluk veya azlığını gözetmekle değil, belki kesilen kurbanın kıymet bakımından değerli olduğu sebebiyledir.
Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle sorulur: 'Haccın birr'i (mebrur ve makbûl olması) ne demektir?' Rasûlullah 'Lebbeyk demek sûretiyle sesini yükseltmek ve kurban kesmektir'82 buyurur.
Hz. Âişe'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İnsanoğlu için Kurban Bayramı'nda Allah nezdinde kurban kesmek sûretiyle akıttığı kandan daha sevimli bir amel yoktur. O kurbanlar, kıyâmet gününde boynuzları ve tırnaklarıyla gelirler. Kurbanların kanı, yere düşmezden evvel Allah Teâlâ'nın nezdinde kabul olunur. Bu nedenle kurbanlara sevinin.83
Kurbanın derisinde bulunan her kıla karşılık sizin için bir sevap vardır. Akan kanın da her damlasına karşılık bir sevab... Kurban sizin mizanınıza konur. Bu bakımdan sevinin.84
Hediyelerinizi (kurbanlarınızı) en güzelinden yapın. Çünkü o hediyeler kıyamet gününde sizin için bineklerdir.
10- Hac yolculuğunda sarfettiği nafaka ve verdiği hediyeleri isteyerek seve seve vermelidir. Çoğu zaman hac yolculuğunda kişiye malı ve bedeni cihetinden musibet ve zararlar isabet eder. Eğer böyle birşey olursa, bu, onun hacc'nın kabul olduğuna delildir. Zira hac yolundaki musibet, Allah yolundaki nafaka ile eşittir. Bu yolculukta sarfedilen bir dirhem normal vakitlerde sarfedilen yediyüz dirheme eşittir. Bu yolda sarfedilen mal, cihad yolunda çekilen sıkıntı ve şiddetler mesabesindedir. Bu bakımdan bu yolun yolcusunun başına gelen her eziyet ve kendisine isabet eden her zarar için sevap vardır. Allah nezdinde bunun hiçbir şeyi zayi olmaz. Deniliyor ki: Bunlar gibi, haccın kabul olunmasının alâmetlerinden birisi de eski günahlarını terketmek, kötü arkadaşlar yerine salih arkadaşlar edinmek, gaflet meclisleri yerine zikir meclislerine gitmektir.
69) Hâtib, (Enes'ten meçhul bir senedle) 70) Beyhakî, (Câbir'den zayıf bir senedle) 71) İbn Adiy, (Muaz'dan) 72) İmam Ahmed, (Câbir'den) 73) Tirmizî ve İbn Mâce, (Enes'ten zayıf bir senedle) 74) Daha önce geçmişti. 75) Müslim ve Nesâî, (Câbir'den) 76) Ebu Dâvud 77) Tirmizî ve İbn Mâce, (İbn Ömer'den) 78) Ebu Dâvud, (Rafı b. Hadîc'den) 79) İmam Ahmed, (Sehl b. Muaz'dan zayıf senedle) 80) Taberânî, (Enes'ten) 81) Ebu Dâvut! 82) Tirınizî, İbn Mâce, Hâkim vo Bezzar, (Ebu Bekir'den) 83) Tirmizî ve İbn Mâce 84) İbn Mâce, Hâkim ve Beyhâkî, (Zeyd b. Erkam'dan

Hacda Okunan Hutbeler

İmam (devlet başkanı) için, bayram günü zevalden sonra hutbe okumak sünnettir. Bu hutbe, Rasûlullah'ın vedâ hutbesidir. Bu bakımdan hacda dört hutbe vardır: 1. Zilhiccenin yedinci gününde okunan hutbe 2. Arefe gününde okunan hutbe 3. Kurban bayramı gününde okunan hutbe53 4. Birinci ayrılış hutbesi
Bütün bu hutbeler, zevalden sonra okunur. Arefe hutbesi hâriç, bütün bu hutbeler tektir. Ancak Arefe hutbesi iki hutbeden ibârettir ve aralarında hafifçe oturulur. Tavaf bittikten sonra Mekke'den Minâ'ya döner, geceyi orada geçirir ve şeytanları taşlar. O geceye, onun sabahında insanlar orada karar kıldıkları için 'Karar gecesi' denir. Bayramın ikinci gününde güneş zevale erdiği zaman taş atmak için gusletmelidir. Önce birinci cemreye, yani Arafat'a, en yakın olana varır, ki bu cemre yolun sağına düşer. (Müellifin zamanında böyleydi). Oraya yedi taş atar. Birinci cemreyi geçtikten sonra, yolun biraz sağ tarafına geçer, yüzünü kıbleye çevirir, Lâ il-âhe illâllah Allahu Ekber der, huzur-u kalp ile dua eder. Âzaları titrer bir halde duaya devam eder. Bakara sûresini okuyacak kadar kıbleye yönelip duaya devam etmelidir.
Sonra ikinci cemreye gider. Birinci cemrede olduğu gibi burada da taşları atmalıdır ve birinci cemreyi geçip dua ettiği gibi, orada da aynı şekilde hareket etmelidir. Sonra üçüncü ve Cemret'ül-Akabe denilen cemreye gelir. Oraya da yedi taş attıktan sonra hiçbir şeyle meşgul olmaksızın doğru konakladığı yere gelmelidir. O gece Minâ'da. kalmalıdır. Bu geceye Birinci nefr gecesi denilmektedir. Üçüncü gün öğle namazını kıldıktan sonra yine bayramın ikinci gününde olduğu gibi yirmi bir taş atmalıdır. Bu taşları attıktan sonra isterse Minâ'da kalır, isterse Mekke'ye döner. Eğer bayramın üçüncü gününde güneş batmazdan evvel Minâ'yı terkederse, kendisine herhangi bir kan akıtmak lâzım gelmez.
Eğer o gün geceye kadar kalırsa artık Mekke'ye çıkıp gitmesi câiz değildir. O gece orada yatıp ikinci nefr günü diye anılan teşrikin üçüncü ve bayramın dördüncü gününde öğleden önce, daha önce de söylendiği gibi, yirmibir taş atıp Mekke'ye gider. Taş attığı günlerin gecesi, Minâ'da kalmayı veya taş atmayı terkederse, kan akıtmak mecburiyetindedir. Bu niyetle kesilen kurbanın etini fakir fukaraya sadaka olarak vermelidir.
Minâ'da yattığı geceler de Mekke'de kalmamak şartıyla gidip Kâbe'yi ziyaret edebilir. Ancak tekrar dönerek Minâ'da bulunması şarttır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) böyle yapardı. Minâ'da olduğu günlerde Mescid-i Hifte cemaatla kılınan namazı kesinlikle terketmemelidir. Zira bunun fazileti çok büyüktür.54
Minâ'dan Mekke'ye doğru yola çıktığı zaman, el-Muhasseb denilen ve Minâ'dan sayılan yerde konaklaması, orada ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılması ve orada sünnete uymak için biraz uyuması evlâdır. Bu keyfiyeti tâbiînden bir cemaat, sahabîlerden rivâyet etmiştir.55 Böyle yapmayıp direk Mekke'ye gelirse de herhangi birşey lâzım gelmez.
VIII. Kim, ister hacdan önce, isterse hacdan sonra umre yapmak isterse, önce gusletmeli, ihramını giymeli, hacda olduğu gibi her çeşit ihram mahzurlarından uzaklaşmalıdır. Umre için, umre yerinde ihrama girmelidir. Umre'nin en faziletli mîkatı Cir'âne'dir, sonra Tenim, daha sonra da Hudeybiye'dir.
İhramını bağlar, Umre'ye niyet eder ve Lebbeyk'i okur. Bunu yaptıktan sonra Ta'nîm de bulunan Âişe vâlidemizin mescidine gitmelidir. Orada iki rek'at namaz kılmalı ve dilediği duayı okumalı, sonra Mekke'ye gelmelidir. Yolda gelirken, Mescid-i Haram'a, varıncaya kadar Lebbeyk'i sık sık getirmelidir. Mescid-i Haram'a girdiği zaman, Lebbeyk'i terketmeli. Umre niyetiyle yedi tur tavaf yapmalı. Daha evvelce de söylediğimiz gibi Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y etmeli. Sa'y bittikten sonra başını traş etmelidir. Böylece umresi tamamlanmış olur.
Mekke'de oturan bir kimse fazla umre ve tavaf yapmalıdır. Kâbei Muazzama'ya. bakmalıdır. Kâbe'nin içine girdiği zaman, iki direk arasında iki rek'at namaz kılmalıdır. Böyle yapmak daha faziletlidir. Kâbe'ye, yalın ayak ve ta'zim ederek girmelidir.
Bir âlime 'Sen bugün, rabbinin beytine hiç girdin mi?' denilir, o âlim de 'Allah'a yemin ederim, ben bu iki ayağımı Kâbe'nin etrafını ziyaret etmeye dahi lâyık görmüyorum. Nasıl olur da onlara rabbimin beytinin içini çiğnemeyi lâyık görürüm. Çünkü ben, bu ayakların nerede yürüdüğünü biliyorum' diye cevap verir.
Zemzem suyunu bolca içmelidir. Eğer mümkünse kendi eliyle kuyudan suyu çekmeli ve kana kana içmelidir. İçerken şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Zemzemi her hastalık ve sakame şifâ kıl. Bana ihlâs, yakîn, dünya ve ahirette mükâfat ihsan et.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Zemzem suyu, hangi maksatla içilirse ona şifâ olur.56
IX. Ne zaman ki, hac ve umre amellerinden boşalıp memleketine dönmek isterse, önce Mekke'deki işlerini görmeli, yüklerini güzelce hazırlamalı, Kâbe'nin vedâ ziyaretini en son olarak yapmalıdır. Kâbe'nin vedâ ziyareti daha önce de söylediğimiz gibi yedi tur, Kâbe etrafında dönmek demektir. Ancak bu turlarda Remel ve İzdibâ hareketleri yoktur. Bu ziyareti bitirdikten sonra Makam-ı İbrahim'in arkasında iki rek'at namaz kılmalı, zemzem suyundan kana kana içmelidir.
Sonra el Multezim denilen yere gelerek şöyle duâ ve niyâzda bulunmalıdır: Ey Allahım! Beyt senin beytin, kul senin kulundur. Ben senin kölenle senin câriyenin oğluyum. Bana musahhar kıldığın mahlûklarına beni bindirdin. Beldelerinde beni gezdire gezdire nimetlerine kavuşturdun. İbâdetlerimin ifâsında bana yardım ettin. Eğer sen benden razı olmuşsan, o rızanı daha da artır. Eğer benden razı değilsen, şu anda beytinden uzaklaşmadan önce bana minnet et. Şu an benim dönüş zamanımdır. Eğer senin iznin varsa... Seni başka birşeyle değiştirmeksizin, senin beytinin yerine herhangi bir şeyi koymaksızın, senden ve beytinden yüz çevirmeksizin dönüyorum.
Ey Allahım! Bedenime âfiyeti, dinime ismeti arkadaş et. Dönüşümü güzel yap. Ebedîyyen ve kaldığım müddetçe sana itaat etmeyi bana rızık olarak ihsân eyle. Dünya ve âhiret hayrının ikisini birden bana ihsan eyle. Sen herşeye kâdirsin Yârab!
Ey Allahım! Şu ziyaretim, senin Beyt-i Haram'ını ziyaret etmemin sonuncusu olmasın. Eğer bunu ziyaretimin en sonuncusu olarak kılmışsan, beytinin ziyâreti yerine bana cenneti ihsân eyle...57
En iyisi ayrılırken Kâbe gözünden kayboluncaya kadar gözünü Kâbe'den ayırmamaktır.
X. Bu şıkta da Medine-i Münevvere'nin ziyareti ve âdâbı hakkında beyanda bulunulacaktır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Beni vefatımdan sonra ziyaret eden sanki beni sağlığımda ziyaret etmiştir. Kim imkân bulur, eli geniş olduğu halde beni ziyarete gelmezse, muhakkak beni ta'ciz etmiş ve bana cefâ vermiş olur.58
Kim sadece beni ziyaret etmeyi düşünerek ziyaretime gelirse, beni ona şefaatçı kılmak Allah Teâlâ'ya (lûtf-u ilâhîsi olarak) hak olur.59
Medine-i Münevvere'nin ziyaretine niyet eden bir kimse, yolda bol bol salâvat-ı şerife getirmelidir.
Ne zamanki Medine'nin duvar ve ağaçlarını uzaktan görürse şöyle demelidir: Ey Allahım! Şu görünen, senin rasûlünün haremidir. Onu bana ateş için siper yap, azap ve kötü hesap için de emniyet yeri kıl.
Sonra Medineye girmeden önce Hirre kuyusundan su çekerek gusletmelidir. Güzel kokuları bedenine sürmeli, elbiselerinin en güzelini giymelidir. Medine'ye girdiği zaman, mütevazi ve Medine'yi ta'zîm ederek girmelidir.
Medine'ye ayak basar basmaz şöyle demelidir: Allah'ın ismiyle Medine'ye giriyorum. Rasûlüllah'ın dini üzerine Medine'ye giriyorum. Ey rabbim! Beni doğru bir girişle Medine'ye girdir ve doğru bir çıkışla Medine'den çıkar. Nezdinden bana yardım edecek bir kuvvet ihsân eyle.
Sonra Mescid-i Nebeviye gider, mescide girer, Rasûllullah'ın minberinin yanında iki rek'at namaz kılar. Minber direğini tam sağ omuzunun hizasına alır. Sandûkanın yanında bulunan direği karşısına alır. Mescidin kıblesinde bulunan daire şeklindeki çizgiyi de gözlerinin tam ortasına alır ve öylece namaza durur. Çünkü Rasûlullah'ın mescidi, restorasyon (tâdilat) öncesi Hz. Peygamberin namaz kıldığı yerdi. Rasûlullah zamanındaki mescidde kılınan namazı dikkate almalıdır. Sonra Hz. Peygamber'in kabr-i şerifine gelerek, yüzünün hizasında durmalıdır. Bu durum, ancak sırtını kıbleye çevirmek ve kabir duvarına yüzünü döndürmekle mümkün olabilir. Kabir duvarının zâviyesinde bulunan direkten dört zîra kadar uzakta durmalıdır. Kabir üzerine asılan kandil, tam başının hizasına gelmelidir. Duvarlara dokunmak veya öpmek, sünnet değildir. Uzakta durup vazifelerini yapmak hürmete daha yakın bir durumdur.
Uzakta durarak şöyle demelidir: Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'ın peygamberi, Allah'ın emînî, Allah'ın Habîbi, Allah'ın seçkin kulu, Allah'ın en hayırlı kulu, selâm sana! Ey Ahmed, ey Muhammed, ey Ebu'l-Kasım, ey Mâhî, ey Âkid, ey Hâşir, ey Beşir, ey Nezir, selâm sana! Ey Tahir, ey âdemoğullarının en şereflisi, peygamberlerin efendisi, peygamberlerin en sonuncusu, rabbilâleminin elçisi, selâm sana! Ey haşrın önderi, iyiliklerin fâtihi, rahmetin nebîsi, ümmetin hâdisi, selâm sana! Ey abdestten ötürü alacalı olarak haşrolunan ümmetin önderi, selâm sana! Selâm, sana ve senin ehl-i beytine olsun. O ehl-i beyt ki, Allah Teâlâ onlardan necâseti uzaklaştırmış ve onları pâk kılmıştır. Selâm sana, selâm senin pâk ashabına, mü'minlerin anneleri olan pâk zevcelerine olsun. Allah Teâlâ, herhangi bir peygambere, ümmetlerinden ötürü vermiş olduğu mükâfatın en faziletlisini bizden ötürü sana ihsân eylesin. Sen, seni zikredenler tarafından hatırlandıkça, gafiller senden gafil oldukça, Allah Teâlâ rahmet deryâlarını senin üzerine boşaltsın. Evvelinin ve âhirinin en faziletli, en kâmil, en âli, en yüce, en tayyib ve en temiz olması sebebiyle Allah sana salâvat etsin. Öyle salâvat ki, kullarının üzerine yaptığı salâvatların en âlâsı olsun. Nasıl ki, bizi sayende dalâletten kurtarmış ve yine sâyende bize cehaleti göstermiş ve sâyende bizi cehaletten kurtarmış ise...
Allah'tan başka ilah olmadığına, Allah'ın bir ve ortaksız olduğuna şehadet ederim ve yine şehadet ederim ki, sen, Allah'ın kulu ve rasûlü'sün. Allah'ın emîrıi ve seçkin kulusun. Mahlukât içerisinde en hayırlı kulusun. Şehadet ederim ki sen, risâlet vazifeni hakkıyla tebliğ ettin. Allah'ın sana yüklediği emaneti yerli yerine getirdin. Ümmete nasihatta bulundun. Düşmanlarınla cihâd ettin. Bu bakımdan Allah sana, senin tertemiz ehl-i beytine rahmet deryâlarını coştursun. Seni her türlü kötülüklerden uzak tutsun, şeref versin, kerem versin ve sizi yüceltsin!
Eğer biri kendisine Hz. Peygamber'e selâm götürmeyi söylemişse o zaman, şöyle demelidir: Filân ve falanın sana selâmları var ey Allah'ın Rasûlü! Rasûlullah'a karşı vazifesini bitirdikten sonra bir zira' kadar gerileyip. Hz. Ebubekir Sıddîk'a (r.a) selâm vermelidir, Çünkü Hz. Ebubekir'in başı, Rasûlullah'ın omuzları hizasındadır. Hz. Ömer'in başı da, Hz. Ebubekir'in omuzları hizasındadır. Hz. Ebubekir'e selâm verdikten sonra bir zira' kadar gerileyerek Hz. Ömer'ul-Fâruk'a selâm vermeli, sonra ikisine hitaben şöyle demelidir: Ey Allah'ın Rasûlü'nün halifeleri! İkinize de selâm olsun! Ey hayat boyunca din işlerini yerine getirmek hususunda Allah'ın Rasûlü'ne yardım eden iki zat! Selâm size! Allah'ın Rasûlü'nün ölümünden sonra ümmetinin içinde dinî emirleri ayakta tutan zatlar! Selâm sizlere! Siz bunu yaparken, Rasûlullah'ın yolunu takip eder, onun sünnetle-riyle amel ederdiniz. Allah Teâlâ, herhangi bir peygamberin iki halifesine dinini tebliğ ettiklerinden ötürü vermiş olduğu mükâfatın en hayırlısını size ihsân eylesin.
Bunu söyledikten sonra gerisin geriye dönerek Rasûl-i Zişân'ın (s.a) başucunda ve kabir ile bugünkü üstüvânenin arasında durmak, yüzünü kıbleye çevirip Allah'a (c.c) hamdetmelidir. Rasûlullah'a bolca salât ve selâm okumalı ve sonra şu şekilde duaya devam etmelidir: Ey Allahım! Sen şöyle buyurdun ki senin dediğin haktır: 'Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günâhlarına Allah'tan mağfiret dileseler, peygamber de kendileri için af dileseydi, elbette Allah'ı, tevbeleri ziyâde kabul edici, çok esirgeyici bulacaklardı'. (Nisâ/64)
Ey Allahım! Biz, senin sözünü dinledik, senin emrine itâat ederek senin peygamberine geldik. Onu, nezdinde günâhlarımızın affı için şefaatçı kıldık. Belimizi büken günâhlarımızın ağır yükünü kaldırmak için onu şefaatçı getirdik. Sapmalarımızdan tevbe ettik. Günâh ve kusurlarımızı itiraf ettik.
Ey Allahım! Tevbemizi kabul eyle. Şu peygamber-i zişân'nı bize şefaatçı kıl. Onun, nezdindeki derecesiyle ve nezdindeki hakkıyla bizi yücelt. Ey Allahımız! Muhacir ve Ensâr'ı affeyle. Bizleri ve bizden önce iman ile huzur-u ilâhine gelen kardeşlerimizi affeyle.
Ey Allahım! Bu ziyaretimizi, nebiy-i zişân'ın kabr-i şerifini en son ziyaret olarak kılma!
Ey Erhamurrahimîn! Bu ziyaret, hareminin de son ziyareti olmasın!
Bu vazifeleri yaptıktan sonra, Ravza-i Mutahhara'ya. gelir. Orada iki rek'at namaz kılar ve gücü yettiği kadar da dua eder.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kabrim ile minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim, havuzumun üzerinde kurulmuştur.60
Rasûl'ün minberi yanında dua etmelidir. Hz. Peygamber'in hutbe esnâsında elini üzerine koyduğu en alt düğüme elini koymalıdır.61
Perşembe günü Uhud dağına gitmesi ve oradaki şehidlerin kabirlerini ziyaret etmesi müstehabdır. Bu bakımdan perşembe gününün sabah namazını Mescid-i Nebevide kıldıktan sonra Uhud'a. gitmek üzere çıkar, öğle namazını yine dönüp gelerek Mescid-i Nebevide kılar.
Her gün, Medine'nin mezarlığı el-Baki'ye, Rasûlullah'a selâm verdikten sonra gitmelidir ve bu gidiş müstehabdır. Orada bulunan Hz. Osman'ın kabrini, Hz. Hasan b. Ali'nin (r.a) kabrini ziyaret etmelidir. Baki'de aynı zamanda Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidin'in, onun oğlu Muhammed'in, onun da oğlu Cafer-î Sadık'ın kabirleri de bulunmaktadır. Allah cümlesinden razı olsun! Hz. Fâtıma'nın orada bulunan mescidinde namaz kılmalı, Rasûlullah'ın oğlu İbrahim'in kabrini ziyaret etmelidir. Bütün bu kabirler, Baki'de bulunmaktadır.
Medine'de kaldıkça, her cumartesi günü Kubâ mescidine gitmeli ve orada namaz kılmalıdır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kim evinden çıkıp Mescid-i Kûba'ya gelir, orada namaz kılarsa, o, bir umrenin dengi sevab elde eder.62
Kûba'da bulunan Eris kuyusunu ziyaret etmelidir. Çünkü Hz. Peygamber'in bu kuyuya tükürdüğü rivayet edilmektedir.63
O kuyu, Mescid-i Kûba'nın yanında bulunmaktadır. Ondan abdest almalı ve suyunu içmelidir.
Medine'de bulunan kimseler, Hendek'in yakınında bulunan Fetih mescidine de gitmelidir. İşte böylece Medine'nin bütün mescid ve ziyaret yerlerini gezmelidir.
İmkân dahilinde bunları ziyaret etmelidir. Hz. Peygamber'in abdest aldığı kuyuları da gezmelidir. Çünkü onlardan Hz. Peygamber abdest alır, yıkanır ve içerdi. Onlar da yedi kuyudur. Bunları şifâ niyetiyle ve Rasûlullah'ın feyzinden bereketlenmek için gezmelidir.64
Eğer Medine'nin hürmetini gözetebiliyorsa, Medine'de oturmakta büyük bir fazilet vardır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kimin Medine'de ölmeye gücü yetiyorsa, orada ölünceye ka-dar ikâmet ederek ölsün. Çünkü Medine'de ölen bir kimse için kıyâmet gününde, şefaatçı (veya şâhid) olurum. 65
İşlerini bitirdikten ve Medine'den çıkmak istediğinde en güzel hareket şudur: Kabr-i şerife gelip daha önceden söylediğimiz gibi ziyaret duasını tekrarlamalı ve Rasülullaha vedâ etmelidir. Allah Teâlâ'dan ikinci defa gelmeyi istemelidir. Seferinde sağ ve selâmet evine dönmeyi de istemelidir. Sonra Rasûlullah'ın makamı bulunan küçük ravzada, iki rek'at namaz kılmalıdır. Zira bu yer, mescidin maksûresi binâ edilmezden evvel Rasûlullah'ın ikâmet yeriydi. Mescid-i Nebeviden çıkarken, evvelâ sol ayağını, sonra sağ ayağını dışarı atmalıdır ve çıkarken şu duayı okumalıdır: Yâ rabbî! Muhammed'e ve onun âline rahmet deryâlarını coştur. Bu ziyaretim, peygamberi son ziyaretim olmasın. Peygamberin ziyaretinin (yüzü suyu) hürmetine bütün gün-âhlarımı affeyle. Seferimde selâmeti bana arkadaş eyle. Ehlime ve vatanıma sağ ve selâmet dönmemi nasip et, ey erhamerrahîmîn!.. İmkân dahilinde Hz. Peygamber'in komşularına bolca sadaka vermelidir. Mekke ile Medine arasında bulunan ve yirmiye ulaşan mescidlere giderek oralarda ibâdet etmelidir.
53) Buharî, (Ebu Bekre'den) 54) Ebu Dâvud, el- Merâsil, (Tavus' dan) 55) Buharî, (Enes'ten) 56) İbn Mâce, (Câbir'den zayıf bir senedle); Dârektunî ve Hâkim, (İbn Abbas'tan) 57) Taberânî ve Dârekûtnî, (İbn Ömer'den) 58) İbn Adiy ve Dârekutnî, Garâib'ul-Mâlik İbn Hibban ve Hâtib 59) Taberânî, (İbn Ömer'den) 60) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre ve Abdullah b. Zeyd'den) 61) Irâkî bu hadîse tesâdüf etmediğini kaydeder. 62) Nesâî ve İbn Mâce, {Sehl b. Hanefî'den sahih bir senedle) 63) Irâkî, bu hadîsi görmediğini fakat Resûlullah'ın el-Besse ve Garez kuyularına tükürdüğü hakkında hadîs vârid olduğunu söyler. 64) Tirmizî, Taberânî ve İbn Adiy, (Ebu Saîd el-Hudrî'den) 65) Daha önce geçmişti.

Hacer'ul-Esved'e Yüz Sürmek

hac hacerül esved kabe Hacer'ul-Esved'e dokunurken veya öperken kesinlikle inanmalısın ki, Allah'a tâat ve ibâdet etmek hususunda biat etmektesin. Bu bakımdan bîatını harfiyyen tatbik etmeye hazır ol. Çünkü bîatta hile yapan bir kimse şiddetli azâba müstahak olur.
Nitekim İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: Hacer'ul-Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Allah onunla istediği kuluyla musafaha eder. Tıpkı kişinin kardeşi ve dostu ile musafaha ettiği gibi...88
88) İlim bahsinde geçmişti.

Kurban Kesmek

hac kurban Allah'ın emrine uymakta ona bir yakınlık vardır. Bu bakımdan en iyi kurbanı kesmeye dikkat et ve kurbanın her parçasıyla Allah Teâlâ'nın senin bir parçanı ateşten âzad edeceğini ümit et.89 Çünkü va'd bu şekilde vârid olmuştur. Bunun için kurbanın büyüklüğü ve parçalarının çokluğu nisbetinde ateşten âzâd edilirsin.

Kâbe'nin Örtülerine Sarılmak

hac kabe kabe örtüsü Mültezim'de niyetin şu olmalıdır: Sevgi ve iştiyâk ile hem Kâbe'ye ve hem de onun rabbine yaklaşmak istediğini ilân ediyorsun. Örtüye yapışmak veya duvarı kucaklamakla bereketini istemeli, bedeninin bütün zerrelerinin daimî ateşten korunmasını ummalısın. Örtüye asıldığın zaman, Allah Teâlâ'nın mağfiretini, azâbından emîn olmayı, tıpkı günahkârın, hakaret ve zulme uğrayandan günâhının affı için özür dilemesi ve 'Senden başka beni affedici herhangi bir sığınak ve melce yoktur' demesi gibi, ısrarla Allah Teâlâ'dan affını istemeyi niyet etmelisin. Çünkü günahkâr insan için Allah Teâlâ'ınn kerem ve affından başka sığınak yoktur ve 'Ya rabbî! Beni affedip istikbalimi teminat altına almayınca senin dergâhından ayrılmayacağım' zihniyeti ile hareket etmelisin!

Kâbe'yi Müşahede

kabe kabeyi görmek O zaman, Kâbe'nin azametini kalbinde hâzır bulundurmalıdır. Kâbeyi değil de sanki Kâbe'nin rabbini görüyor gibi kendine çeki düzen vermelidir. Beytine bakmayı nasib ettiği gibi, mübarek cemâlini de görmeyi nasib edeceğini ümit etmelidir. Kendisini bu mer-tebeye ulaştırdığı ve misafirlerinin arasına girmeyi nasip ettiği için, Allah Teâlâ'ya şükretmelidir. O zaman kıyâmet gününde cennete doğru, cennete girmek için akın eden insanların selini hatırlamalıdır. Sonra bu insanların iki kısma ayrıldıklarını, birisine cennete girme izni verildiğini, diğerlerinin de geriye çevrildiğini aklından çıkarmamalıdır. Hacıların da aynen bu şekilde iki kısma ayrıldığını, bir kısmının makbul, diğer kısmının merdud olduğunu unutmamalıdır. Kısacası; bütün gördüklerini âhiret işleriyle karşılaştırmalı ve âhiret işlerinden gafil olmamalıdır. Zira hacca gelenlerin bütün hareketleri âhiret durumlarına delâlet eden birer delildir.

Kâbe'yi Tavaf Etmek[düzenle]

hac kabe tavaf Kâbe-i Muazzama'nın ziyareti namaz gibidir. Bu bakımdan ziyaret esnasında kalbinde tâzim, korku, ümit ve muhabbet bulunmalıdır. (Nitekim bunun tafsili Namaz bölümünde geçmişti). Tavâf etmekle kendini Allah'ın arşının etrafında durmadan dönen meleklere benzetinelidir. Zannetmemelidir ki Kâbe'yi ziyaret etmekteki gaye; bedeninin ziyaretidir. Ziyaret Kâbe'den başlayıp, yine Kâbe ile sonuçlandığı gibi, zikrin de Allah'la başlayıp, O'nunla sonuçlandığını kalbinden çıkarmamalıdır.
Şerefli ziyaret kalbin rububiyet huzurundaki ziyaretidir. Kâbe ise, mülk âleminde bunun zâhirî bir misalidir. Çünkü o huzur me-lekût âlemi olduğu için göz ile görülemez. Nitekim bedende bulunan ve şehâdet âleminde göz ile görülmeyen ve gayb âleminden olan kalp gibi...
Yine bilmiş ol ki, mülk ve şehâdet âlemi, Allah Teâlâ tarafından basiret verilen ve kendisine kapı açılan bir kimse için, gayb ve melekût âleminin merdivenidir. Bu denge ve bağa şu sözle işaret edilmiştir: 'Göklerdeki Beyt'ul-Ma'mur, tam Kâbe-i Muazzama'nın hizasındadır. İnsanlar Kâbe'yi tavaf ettikleri gibi melekler de onu tavaf ederler'.
İnsanların çoğu melekler gibi böyle kâmil bir tavaftan aciz oldukları için, imkân nisbetinde bu tavafı yapanlara kendilerini ben-zetmekle emrolundular.
Bir kavme kendisini benzeten o kavimdendir,87 Böyle denilmekle de kendilerine onlardan sayılacakları va'dedilmiş oldu.
Böyle bir tavafı yapmaya gücü yeten bir kimse için denilmektedir ki: 'Kâbe de onu tavaf eder'.
Nitekim bu hakikati keşf ve kerâmet ehlinden bazıları Allah Teâlâ'nın bazı. velî kulları için müşahede etmişlerdir.

Medine'yi Ziyaret

medine Medine'nin evlerini gördüğün zaman, derhal şunu hatırlamalısın ki, Allah Teâlâ bu beldeyi peygamber-i zişânı Hz. Muhammed (s.a) için seçmiştir ve Rasûlü'nün hicretini de oraya münâsip görmüştür. Medine öyle bir yerdir ki, Hz. Peygamber orada rabbinin farz olan emirlerini ve kendisinin de sünnetlerini ilân etmiş ve oradan düşmanlarına savaş ilân etmiştir ve yine orada dinini ölünceye kadar öğretmeye devam etmiştir. Sonra gerek kendisinin ve gerekse kendisinden sonra hakkı ilân eden iki halifesinin mezarları da oradadır. Bütün bunları hatırladıktan sonra Hz. Peygamberin, Medine'de gezerken yere bastığı mübarek ayağını ve onların yerlerini görüyor gibi düşünerek ve edebe bürünerek gezmelisin. Belki de her attığın adım Rasûlüllah'ın mübarek adımlarının yerleridir ve her attığın adım, mutlaka onun çiğnediği toprak üzerinde olmaktadır. Bu bakımdan sükûnetle, vekar ve edeble gezmelisin.
Hz. Peygamberin Medine'nin çarşılarında gezdiğini ve o topraklara bastığını hiçbir zaman kalbinden çıkarmamalısın. Gezerken Allah'a karşı nasıl bir tavır takındığını, ne gibi bir huşû ve sükûnete riâyet ettiğini de düşünmelisin. Allah'ın adıyla birlikte anılan o büyük şânı da kalbinden hiçbir zaman çıkarmamalısın. Unutma ki Allah Teâlâ (c.c), o rasûl-ü zişâna karşı, sesini onun sesinden daha yükseltmek sûretiyle de olsa, edebe muhalif hareket edenin amelini boşa çıkarır. Sonra Rasûlullah'ın sohbeti sayesinde yüce mertebelere vardırmak sûretiyle Allah'ın minnet ettiği o mübarek sahâbîleri, Rasûlullah'ı görmekle saadetin zirvesine eren ve onun kelâmını dinlemek suretiyle derecelerin en yücesine varan o mutlu topluluğu da hatırlamalısın. Bütün bunlardan sonra elinden kaçan Rasûl'ün sohbeti ve ashab-ı kirâmın arkadaşlığı için son derece üzülmelisin. Sonra şu hakikati de hatırlamalısın! Dünyada Rasûlullah'ı görmek fırsatı elinden kaçtığı gibi, âhirette de onu görmemek şeklinde senin için büyük bir tehlike sözkonusudur. Belki de sen onu ancak büyük bir teessür ve hasrete kapılarak göreceksin ki, senin kötü amellerin seninle onun arasında büyük bir perde olmuştur.
Nitekim, bu hâdiseye işaret ederek Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Azîmüşşân, beni görmek için bir kavmi karşıma çıkarır. Onlar beni görüp 'Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!' diye bağırırlar. O zaman ben de 'Ey rabbim! İşte bunlar ashâbımdır' diyeceğim. Bunun üzerine Allah Teâlâ bana şu cevabı verecektir: 'Sen onların, senden sonra neler ihdâs ettiklerini bilemezsin'. Bunun üzerine ben onlara 'uzaklık ve azap sizlere olsun' diyeceğim.90
Eğer Hz. Muhammed'in şeriatının hürmetini bir an bile de olsa- terkedersen seninle onun arasına uzaklık gireceğinden, onun muhabbetinden sıyrıldığın için ondan uzak kalacağından kork-malısın. Bununla beraber ümidin büyük olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ sana iman ihsân ettikten sonra seni herhangi bir ticarî ve dünyevî maksatla değil, sadece onun ziyâreti için vatanından çıkarıp göndermiştir. Senin burayı ziyaret etmen, sadece ona karşı olan sevgin ve onun eserlerine, onun kabrinin duvarına olan aşkının bir neticesidir. Zira elinden kaçan o mübarek yüzün cemâ-line bakmayı telâfi etmek için nefsine memleketinden çıkarak bunca zahmetlere katlanma müsamahasında bulunmuşsun. Bu nedenle bu niyetinden ötürü Allah Teâlâ'nın sana rahmet gözüyle nazar etmesi, haline en uygun düşen bir lûtuf olsa gerektir,
Mescid-i Şerîfe vardığın zaman hatırla ki, orası Allah'ın peygamberine seçtiği ve müslümanların en şerefli nesline ithaf ettiği bir meydandır ve yine bil ki, Allah Teâlâ'nın farz ibâdetleri ilk önce o meydanda yerine getirilmiştir. O meydan, gerek diri ve gerekse ölü olsun Allah Teâlâ'nın en faziletli kullarını sinesinde barındırmıştır. Oraya girdiğinden ötürü, sana rahmet edeceği hususunda çok ümitli olmalısın.
Bu bakımdan oraya Allah'tan korkarak ve oranın hürmetini kalbinde yücelterek girmelisin. Her mü'minin kalbinde en fazla huşû ve huzur isteyen bir mekândır orası...
Nitekim Ebu Süleyman -ed-Dârânî şöyle anlatır: "Veysel Karânî haccedip Medine'ye geldiği zaman, mescidin kapısında durur Kendisine 'Şurası Rasülullah'ın kabr-i şerifidir denildiği zaman, düşüp bayılır. Gözünü açtığında 'Beni dışarı çıkarın' der. Hz. Muhammed'in defnolunduğu bir beldede benim için lezzet duymak ne mümkün!"
90) Müslim ve Buharî (İbn Mes'ud ve Enes'ten)

Medine-i Münevvere'nin Fazileti

medine medinenin fazileti Mekke'den sonra Medine'den daha üstün bir belde yoktur. Medine'de yapılan ibâdetler de kat kat olarak kabul olunur.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Benim bu mescidimde bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha efdaldir.26
İşte böylece Medine'de yapılan her hayırlı iş başka yerlerde yapılan bin hayırlı işe bedeldir, Hz. Peygamberin Medine'sinden sonra fazilet bakımından Kudüs-i Şerîf gelir. Kudüs-i Şerifte kılınan bir namaz, Mescid-i Haram ve Medine hâriç, diğer yerlerde kılınan beşyüz namaza bedeldir. Diğer amellerde de durum böyledir.
İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamber'den şu hadîsi rivayet etmektedir: Medine mescidinde kılınan bir namaz, onbin namaza, Mescid-i Aksâ'da kılınan bir namaz bin namaza, Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz da yüzbin namaza bedeldir.27
Medine'nin şiddetine ve sıkıntısına tahammül eden bir kimse için, ben kıyâmet gününde şefaatçı olurum.28
Medine'de ölmeye gücü yeten (yani ikamet etmek isteyen) Medine'de ölsün. Çünkü Medine'de ölen herkes için kıyâmet gününde şefaatçiyim ben...29
Bu üç bölgeden başka bütün yeryüzü ikamet için eşittir. Ancak İslâm devletinin sınırlarında ikamet etmek, bu hükmün dışında kalır. Hududları beklemek için, sınırlarda ikamet etmekte de büyük bir fazilet vardır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bu hükmü belirtmek gayesiyle şöyle buyurmaktadır:
Ziyâret amacıyla ancak üç mescide kafileler tertib edilebilir: 1) Mescid-i Haram, 2) Şu (Medine'deki) mescidim, 3) Mescid i Aksâ.30
26) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre'den) 27) İmam Irâkî, bu hadîsin 'garib' olduğunu kaydeder. 28) Müslim, (Ebu Hüreyre, İbn Ömer ve Ebu Said'den) 29) Tirmizî ve İbn Mâce, (İbn Ömer'den) Tirmizî'ye göre 'hadîs-i hasen'dir. 30) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre ve Ebu Said'den)

Mekke'de Oturmanın Fazileti ve Kerâheti[düzenle]

İhtiyatlı davranan ve Mekke-i Mükerreme'deki ikameti mahzurlu gören âlimler, bunu üç sebepten mahzurlu görürler: 1. Usanç gelme korkusu ve beyte karşı olan aşkın azalmasıdır. Zira her ikisi de Kâbe-i Muazzama'ya karşı olan kalp sevgisinin azalmasına vesile olabilir. Hz. Ömer (r.a), hac mevsimi bittikten sonra hacılara şöyle derdi:'Ey Yemenliler! Yemeninize, Ey Şamlılar! Şamınıza, Ey Iraklılar! Irakınıza gidin'.
Yine bu hikmete binaen, halkı çokça tavâf etmekten menetmeyi düşünüyor ve diyordu ki: 'Çok tavâf etmek sûretiyle bu Kâbe'nin hürmetine halel getirmelerinden korkuyorum'. 2. İnsan Mekke'den ayrılınca, Kâbe'ye karşı olan iştiyakı kabarır ve ikinci bir defa ziyaret etmesine vesile teşkil eder. Çünkü Allah Teâlâ, Kâbe'yi insanlar için dönüş yeri ve emniyet merkezi kılmıştır. Yani insanlar zaman zaman ona gelerek ziyarette bulunurlar ve onunla olan ilgilerini kesmezler.
Âlimlerden bâzıları şöyle buyurmuşlardır: 'Başka bir beldede bulunup da kalbin Mekke'ye iştiyak duyar ve Kâbe'ye bağlı olursa, haremde olup oranın yerlisi olmak hasebiyle kalbine usanç gelmiş olmaktan daha hayırlıdır. Mekke'de olup kalbin başka bir memlekete bağlı olmasından, başka memlekette olup kalbinin Mekke'ye bağlı olması daha hayırlıdır'.
Seleften biri şöyle buyurmuştur: 'Horasan memleketinde nice kişiler vardır ki, bu Kâbeyi bilfiil ziyaret edenlerden Kâbe'ye daha yakındırlar'. Deniliyor ki, Allah Teâlâ'nın birtakım kulları vardır ki Kâbe, Allah'a yakın olmak için onları ziyarete gider.
3. Hata işlemek ve günah yapmak korkusundan Mekke'de oturmayı kerih görmüşlerdir. Zira Mekke'de hata yapmak ve günah işlemek büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bu yerin şerefi için, böyle bir hareketin insan üzerine Allah'ın gazabının celbedilmesine vesile olması gerektir.
Vüheyb b. Verd el-Mekkî'den rivayet ediliyor: Bir gece İsmail'in (a.s), hücresinde namaz kılıyordum. Kâbe ile örtüsü arasından gelen bir ses duydum. Şöyle diyordu: 'Etrafımda ziyaret edenlerin dünya hâdiselerine dalmasından, bâtıl konuşmalar yapmasından ve gafil bulunmalarından, önce Allah'a sonra sana şikâyet ediyorum ey Cebrâil! Eğer beni ziyaret edenler bu gafletlerinden men olunmasalar, yemin ederim ki, ben öyle bir patlayacağım ki, bende bulunan her taş, hangi dağdan getirilmişse oraya fırlayacaktır'.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Mekke hariç, Allah'ın hiçbir beldesinde kul niyetini fiiliyat sahasına dökmedikçe hesaba çekilmez. Ancak Mekke'de insan, niyetinden ötürü hesaba çekilir'. Sonra şu ayeti delil olarak getirmiştir: Kim Mescid-i Haram'da, haktan meyletmeye niyet ederek zulüm yapmaya kalkışırsa, ona acıklı bir azap tattırırız. (Hac/25)
Yani bu azap, sadece kötü niyetinden ve mücerred iradesinden ötürü kendisine verilir. Deniliyor ki: 'Mekke-i Mükerreme'de sevabların biri yüzbine bedel olduğu gibi günahlar da katmerleşir'.
İbn Abbas (r.a) şöyle buyuruyor: Mekke'de ihtikâr (karaborsacılık) yapmak, haremde zulüm yapmaya niyetlenmektendir. Yalan söylemenin de böyle olduğu söylenilmiştir..
İbn Abbas şöyle buyurmuştur: 'Rükye'de yetmiş günâh işlesem, Mekke-i Mükerreme'de tek bir günâh işlemekten daha kolay gelir bana...'
Rükye, Mekke İle Tâif arasında bir yerdir. Bu korkudandır ki, Mekke'de ikamet eden bazı kimseler, harem sınırları dahilinde def-i hacet yapmaz, bu sınırları geçtikten sonra ihtiyaçlarını görüp dönerlerdi. Bazıları da Mekke'de bir ay durduğu halde yanını yere koyarak yatmamışlardır. Mekke'de ikamet etmeyi menetmek için alimlerin bazısı Mekke evlerinin kiralanmasını bile kerih görmüştür.
Sakın Mekke'de ikamet etmenin kerahetinin, Mekke bölgesinin faziletiyle tezad teşkil ettiği zannına kapılma. Çünkü ikametteki kerahetin illeti halkın dince zayıf olması, o mübarek makamların hak ve hukukuna riâyet etmek hususunda kusurlu bir halde bulunmasıdır. Bu bakımdan bizim 'Mekke'de ikamet etmemek daha efdaldir' sözümüzün mânâsı, yani kusurlu ve Mekke'den usanç getirecek kadar durmaktan durmamak daha efdaldir demektir. Fakat mübarek makamların hakkına hukukuna tam riâyet ederek ikamet etmenin efdaliyyeti ise, hiçbir zaman sözkonusu bile değildir. Durum nasıl böyle olmasın?
Hz. Peygamber (s.a), Medine'den Mekke'ye geldiği zaman, Kâbe-i Muazzama'nın karşısında durarak şöyle buyurmuştur: Senin, Allah Teâlâ'nın en hayırlı arazisi olduğun ve Allah'ın beldelerinin bence en sevimlisi bulunduğun muhakkaktır. Eğer ben senden çıkartılmış olmasaydım, kesinlikle kendi arzumla buradan ayrılmazdım.25
Yine hakkına hukukuna riayet ederek Mekke'de ikamet etmek, ikamet etmemekten nasıl üstün olmasın? Halbuki Kâbe-i Muazzama'ya bakmak, ibâdettir ve Mekke'de yapılan iyilikler birkaç misliyle Allah nezdinde kabul olunur. (Nitekim daha önce de bu keyfiyyeti zikretmiştik).
25)Tirmizî ve Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hibban, (Abdullah b. Adiy b. el-Hamra'dan)

Mekke'ye Giriş

hac Mekke'ye girince emniyet içerisinde Allah'ın haremine ulaştığını hatırlamalı, Allah'ın azabından emin olacağını Allah'tan ummalıdır. Allah'ın yakınlığına ehil olmayıp Allah'ın haremine mahrum olarak girmekten ve azaba müstahak olmaktan korkmalıdır. Fakat ümidi korkusundan daha galip ve üstün olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ'nın kerem-i ilâhîsi umumîdir ve O büyük merhamet sâhibidir. Beyt'in şerefi de büyüktür. Ziyaretçinin hakkı da gözetilir. Sığınanların sığınma hakları gözetilip zâyi edilmez.

Mîkat'a Giriş

hac mikat Çölleri Mîkat denilen yerlere kadar geçip o dar geçitleri görünce, dünyadan ölümle çıkışını kıyâmet mîkatına varışını ve aralarındaki şiddetli azab, soru ve cevapları hatırlamalıdır. Yolun sıkıntılarını atlatırken, Nekir ve Münker'in suallerinin şiddetini hatırlamalıdır. Çöldeki yırtıcı hayvanlarla, kabirdeki akrep, yılan ve çıyanları hatırlamalıdır. Aile ve akrabalarından ayrılmakla, kabrin vahşetini, üzütüsünü ve tenhalığını hatırlamalıdır. Kısacası, seferin korku ve zahmetleriyle, kabrin korku ve zahmetlerine hazırlık yapmalı ve buna vesile aramalıdır.

Rasûlullah'ı Ziyaret

peygamberimizin kabri Daha önce dediğimiz gibi, onun huzur-u saâdetinde durman ve onu diri iken ziyaret ettiğin gibi, ziyaret etmen en uygun bir harekettir. Eğer sağ olsaydı onun şahsına ne kadar yaklaşabiliyorsan, kabrine de o kadar yaklaşmalısın. Nasıl ki onun şahsına temas etmek ve onun bedenini öpmek hürmetsizlik olduğu için, onun huzurunda biraz uzakta durup onun emrini yerine getirmeye hazır bir vaziyette durmak gerektiği gibi, şu anda da öyle yapman lâzımdır. Zira mezarı kucaklamak ve öpmek hristiyanların ve yahudilerin âdetidir. Rasûlullah senin orada hazır bulunduğunu, orada ziyaretçi olduğunu bilmektedir. Ona verdiğin selâm ve getirdiğin salâvat-ı şerîfeler kendisine aynı anda yetişir. Bu bakımdan onun mübârek suretini hayalinde canlandır. Mezarında oturduğunu ve senir: hareketlerini seyrettiğini hayâline getir. Onun büyük rütbesini kalbinde yaşat.
Çünkü Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ benim kabrimde bir meleği vekil kılıp orada vazifelendirmiştir. Ümmetimden bana selâm verenlerin selâmını o melek bana tebliğ eder...91
Hadîste 'selâmı Rasûlullah'a tebliğ edilen kimseler, kabr-i şerife varıp ziyarette bulunmayan kimselerdir. Acaba vatanından ayrılıp o uçsuz bucaksız çölleri aşarak aşk ve şevk ile Rasûlullah'ın mânevî huzuruna varmak isteyen ve onun meşhedini görmekle yetinen, onun mübarek yüzünü bilfiil görmediğinden ötürü hasretler çeken bir kimsenin vermiş olduğu selâm ve getirmiş olduğu salât ü selâmlar nasıl olur?
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim bana bir defa salât ve selâm getirirse (ona karşılık olarak) Allah Teâlâ o kimseye on defa salât ve selâm okur.92
Bütün bunlar diliyle Rasûlullah'a salât ve selâm getirenin mükâfatıdır. Acaba bedeniyle Rasûlullah'ı ziyaretinde hazır bu lunanların mükâfatı ne olur? Rasûlullah'a selâm okuyup, salât ve selâm getirdikten sonra minberine gitmeli, orada Rasûlullah'ın (s.a) hutbe okumak ve va'z u irşadda bulunmak için o minbere vekar ve tâzim ile çıkışını tasavvur etmelisin. Minber üzerinde durduktan sonra yüzünü ashab-ı kirâma nasıl çevirdiğini ve o yüzün nasıl pırıl pırıl parladığını da hayal etmelisin. Yine orada onun Allah Teâlâ'ya hutbesiyle, ashab-ı kirâmı itâat etmeye teşvik ettiğini ve muhacirler ile ensarın (r.a) onun etrafını nasıl çevirdiklerini hatırlamalısın. Orada Allah Teâlâ'dan şu istekte bulunmalısın: Kıyâmette seninle onun arasına herhangi bir mâni girip seni ondan uzaklaştırmasın.
İşte bütün bunlar hac amellerinde kalbin vazifeleridir. Ziyarete gelen kişi, bütün bu vazifeleri yaptıktan sonra kalben mahzun ol-ması ve korkması gerekir. Çünkü kişi acaba haccı kabul olunup kendisi mahbublar zümresine kaydedildi mi, yoksa haccı reddolunup kendisi rahmet kapısından kovulanlara mı ilhak edildi? Bunun keyfiyetini bilmemektedir. Bu keyfiyeti kalbinden ve amellerinden öğrenmeye çalışmalıdır. Eğer kalbinin dünyadan uzaklaşmasının daha fazla olduğunu, Allah'a ve ünsiyet evine daha yakınlaştığını görür ve amellerinin de şeriat mizanıyla tartıldığını müşahede ederse o zaman haccı'nın kabul olunduğuna can ü gönülden inanmalıdır.
Çünkü Allah Teâlâ ancak kendisini sevenin amelini kabul eder ve Allah Teâlâ kimi severse onun yardımcısı olur. Sevgisinin alâmetlerini onda belirtir ve gösterir. Melun İblis'in ona tasallut etmesini önler. Bu bakımdan o kimsede böyle bir durum bulunursa, muhakkak bilmelidir ki bu, haccın kabul olunmasına delâlet eder. Eğer tam bunun aksini görürse, o vakit belki de seferinden ancak meşakkat ve yorgunluk kalmıştır. Böyle bir durumdan Allah Teâlâ'ya sığınırız!
Kitabu Esrâr'il-Hac (Haccın Sırları) bölümü burada sona erdi. Bu bölümün ardından -inşallah- Kitabu Âdâbı Tilavet'il-Kur'an (Kur'an Okumanın Âdâbı) bölümü gelecektir!
91) Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim, (İbn Mes'ud'dan) 92) Müslim, (Ebu Hüreyre ve Abdullah b. Amr'dan)

Safâ ve Merve Arasında Sa'y

hac merve tepesi safa tepesi say nasıl yapılır Bu tıpkı pâdişahın sarayına zaman zaman gelip hizmetkârlığının gereğini yapmak ve padişahın kendisine marhemetle muamelede bulunmasını isteyen bir kulun hareketine benzer. Durumu tıpkı pâdişahın huzuruna girip pâdişahın kendisine, ne gibi muamele yapacağını, kendisini kabul mü yoksa red mi edeceğini bilmediği halde o huzurdan çıkan bir kimsenin durumuna benzemektedir. Böyle bir kimse, zaman zaman sarayın kapısına gelir, birisinde olmasa, belki ikincisinde padişah kendisine rahmet edecektir ümidinde bulunur. Senin de bu ruh ve ümidi taşıman gerekmektedir.
Safâ ile Merve arasında sa'y yaparken kıyâmette hayır ve günahları tartan terazinin iki kefesi arasında gidip gelmeyi hatırlamalısın. Safâ'yı hasenat tartan kefeye, Merve'yi seyyiat tartan kefeye benzetmelisin. İki kefe arasında gidip gelirken hangi tarafın daha ağır olduğunu ve hangi tarafın daha hafif kaldığını gözetmelisin. Böylece azâb ile af arasında koşup geldiğini hatırdan çıkarmamalısın.

Seferden Dönüşün Sünnetleri

hac hactan dönünce Hz. Peygamber (s.a), gazâdan, hac veya umreden döndüğü zaman her yüksek yerde üç defa tekbir getirir ve şöyle derdi: Evine kavuştuğunda Allah Teâlâ'nın kendisine Kâbe'sinin, hareminin ve peygamberinin kabrinin ziyaretini nasip etmekle minnette bulunduğunu unutmamalıdır. O nimetleri inkâr edip yeniden gaflete, boş şeylere ve günâhlara dalmamalıdır. Çünkü böyle hareket, kabul olunan haccın alâmeti değildir. Kabul edilen haccın alâmeti, dünyada zâhidlik, âhirete rağbet göstermek ve Kâbe'yi gördükten sonra Kâbe'nin rabbinin likâsına hazırlanmaktır.

Velilerin Kabirlerini (Meşhedleri) Ziyaret

velilerin kabirleri Bazı alimler, bu hadîs-i şerifle istidlâl ederek meşhedlerin, âlim ve sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmeyi menetmeye taraftar görünmüşlerdir. Fakat bana göre bu hadîsten böyle bir anlam çıkmamaktadır. Aksine âlimlerin ve sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmek emredilmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Sizi kabir ziyaretinden daha önce menetmiştim. Fakat kabirleri ziyaret ediniz. Yalnız hecr (dine aykırı) konuşmayınız.31
Yukarıdaki hadîs, sadece mescidler hakkında söylenmiştir. Meşhed kelimesi, hiçbir zaman mescid mânâsında değildir. Çünkü bu üç mescid (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ) dışında yeryüzünde bulunan diğer bütün mescidler fazilet hususunda eşittir. Hiçbir İslâm beldesi yoktur ki, orada bir mescid bulunmasın. Bu bakımdan memleketinde mescid bulunan bir kimsenin başka bir memleketteki mescidi ziyaret etmesinde hiçbir mânâ yoktur. Meşhedlere gelince, onlar, hiçbir zaman eşit olmazlar. Onların ziyaretinden elde edilen bereket, kabir sahiplerinin derecelerine göredir.
Evet, bir yerde mescid yoksa, mescidi olan bir yerin ziyaretine gitmek gayesiyle kervan tertip edilebileceği gibi tamamen oraya göç de edilebilir. Keşke bir bilseydim, kabir ziyaretini meneden bir kişi, peygamberlerden Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yahya ve diğer zevâtın kabirlerini ziyaret etmeyi de meneder mi? Bu zevât-ı kirâmın kabirlerinin ziyaret edilmesini menetmek son derece muhâl ve çirkin bir harekettir. Eğer peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmeyi caiz görürse, o zaman velilerin, alimlerin ve sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmek de aynı mânâda değil midir? Bu zevât-ı kirâmın kabirlerini ziyaret etmek, herhangi bir beldeye ziyaret amacıyla tertip edilen kafilenin hedefleri içindedir. Nitekim, hayatta bulunan âlimleri ziyaret de bu yolculuğun hedeflerindendir ve olabilir.
Allah'ı arayan bir kimseye en uygun hareket, eğer seferinden ilmî istifadeler kasdetmezse, bulunduğu memleketten ayrılmamasıdır. Vatanında durumu normal olduğu müddetçe ikamet etmelidir. Eğer vatanında ikamet etmek kendisi için zorlaşmışsa o vakit daha sakin ve dini için daha elverişli ve ibâdetlerini kolayca yapmaya daha müsait bir yere gitmelidir. Yerleştiği o yer onun için, en faziletli yerlerden olur.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Yeryüzü Allah'ındır. İnsanlar da Allah'ın kullarıdır. Bu bakımdan nerede şefkat görürsen, orada oturup Allah'a hamd ü senâ et!32
'Kim bir şeyde bereket bulursa, ona yapışıp elden kaçırmasın. Kim geçimini bir şeyden temin ederse, o durumu bozulmadıkça orayı bırakıp başka bir yere gitmesin'.33
Ebu Nuaym şöyle arılatır: Süfyân eş-Sevrî'yi heybesini omuzuna koymuş, ayakkabılarını eline almış bir halde gördüm ve kendisine sordum: - Ey Ebu Abdullah! Nereye gidiyorsun böyle? - Bir memlekete gidiyorum ki orada bu heybemi bir dirhem ile doldurabileyim. İşittim ki bir köy varmış ve orada herşey ucuzmuş. Oraya gidip yerleşmek istiyorum. - Ey Ebu Abdullah! Sen de mi böyle şeyler düşünüyorsun? - Evet! Bir memlekette ucuzluk olduğunu işittiğin zaman, hemen oraya hicret et. Çünkü orası senin dinin için daha selâmetli ve arzularını daha fazla azaltıcı bir memleket olur.
Yine Süfyan es-Sevrî şöyle derdi: 'Bu kötülük zamanıdır. Bu zamanda nâm ve nişanı olmayanlardan dahi korkulur. Acaba şöhret sahiplerinin hâli ne olur? Şimdi bir yerden diğer bir yere gitmek zamanıdır. Kişi, bu zamanda fitneden kaçmak gayesiyle köyden köye, memleketten memlekete hicret etmek mecburiyetindedir'.
Yine Süfyân es-Sevrî bir defasında 'Yemin ederim, hangi beldenin daha sâkin olduğunu farkedemiyorum' der. Bu sözü üzerine kendisine sorulur: - Horasan nasıldır? - Horasan'da çeşitli mezhepler ve bozuk fikirler mevcuttur. - Şam nasıldır? - Şam'da parmakla gösterilirsin orada şöhret düşkünlüğü vardır. - Irak nasıldır? - Diktatörlerin ve zalimlerin diyarıdır. - Mekke nasıldır? - Keseyi ve bedeni eritir/pahalıdır, sıcaktır.
Süfyan'a garip bir kişi şöyle bir suâl sorar: 'Mekke'de mücavir olarak ikamet etmek istiyorum. Bana gerekli tavsiyelerde bulun!' Süfyan da ona şöyle der: 'Sana üç şeyi tavsiye ederim: 1) Birinci safta namaz kılma, 2) Kureyş neslinden gelen biriyle ahbaplık edip yüz göz olma, 3) Verdiğin sadakayı açıktan verme'.
Süfyan, birinci safta namaz kılmayı, şöhreti celbettiği için kerih görmüştür. Çünkü devamlı birinci safta namaz kılan bir kimse, görülmediği zaman hâli sorulur. O vakit kalbine riyâ kokusu girmesi muhtemel olduğu için ameline de mürâilik ve yapmacıklık karışır.
30) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre ve Ebu Said'den) 31) Müslim, (Bureyde b. el-Asld'den) 32) İmam Ahmed, Taberâni, (Zübeyr b. Avvam'dan zayıf bir senedle) 33) İbn Mâce, (Enes ve Hz. Âişe'den birinci cümlesini hasen bir senedle)

Yola Çıkış

hac hac yolculuğu Aile efradından ve vatanından Allah'a yönelerek sefere çıktığı zaman bilmelidir ki, dünyanın diğer seferlerine benzemeyen bir yolculuğa çıkmıştır.
Bu bakımdan kalbinde neyi irade ediyor, nereye yöneliyor ve kimin ziyaretini kastediyorsa, bütün bunları kalbinde hazır etmelidir ve bilmelidir ki, pâdişahlar padişahı Allah Teâlâ'nın kapısına diğer ziyaretçilerle beraber yönelmiştir. Öyle ziyaretçiler ki, daha önce buraya dâvet edilmiş ve kendileri de bu dâvete icabet etmişlerdir. Daha önce şevkleri tahrik edilmiş ve kendileri de iştiyakta bulunmuşlardır. Gelmeleri istenilmiş ve gelmişlerdir. Alâkaları kesilmiş, mahlûktan ayrılmış, emri yüce, şânı büyük ve kıymeti yüksek bulunan Allah Teâlâ'nın huzuruna varmak diye kabul etmişlerdir. Hedeflerinin en sonuna kavuşuncaya, mevlâlarının cemâlini seyretmekle mesud oluncaya kadar bu gayretleri devam edecektir. Kalbinde Allah Teâlâ'ya varmayı ve nezd-i ilâhîsinde kabul olunmayı rahmetinden ümid etmelidir. Sefere çıkmak, aile efradından ve servetinden ayrılmak sûretiyle mârifetullah'a vâsıl olacağını kafasından silmelidir. Ancak Allah Teâlâ'nın faziletine güvenmeli, beytini ziyaret edene va'd buyurduğu faziletinin tahakkukunu ummalıdır. Eğer yolda ölüm yetişirse, Allah Teâlâ'nın lûtfuna mazhar olduğunu şu ayet kesinlikle bildirmektedir: Kim Allah'a ve Rasülü'ne itâatle hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse onun ecri (mükâfatı) gerçekten Allah'a düşer. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. (Nisâ/100)

Ziyaret Tavafı ve Vakfe

hac vakfe ziyaret tavafı Bunları yaptıktan sonra Mekke'ye gidip daha önceden târif ettiğimiz gibi tavaf yapmalıdır. İşte hacda farz ve rükûn olan tavaf, budur. Bu tavafa aynı zamanda ziyaret tavafı denmektedir. Bu tavafın ilk zamanı bayram gecesinin birinci yarısından sonra başlar. Onun en faziletli vakti, bayram günüdür. Vaktinin sonu yok istediği zamânâ kadar tehir edebilir. Ancak ihramda bulunmak kaydı, bu tavaf yapılıncaya kadar devam eder. Bu tavaf yapılıncaya kadar kadınlar kendisine haramdır. Ne zamanki bu tavafı yaparsa, ikinci tahallül (yani ihramdan tamamen kurtulmak) tamamlanmış olur. O zaman, hanımıyla yatıp kalkmak, kendisine helâl olur. Bu tavaftan sonra ancak teşrik günlerinde cemrelere (şeytanlara) taş atmak ve Minâ'da taş attığı günlerin gecelerinde bulunmak vazifeleri kalıyor ki bunlar da vâcibtir. İhram ortadan kalktıktan sonra hacca ittiba yoluyla bu vâcibler devam eder. Bu tavafın ve sonunda kılınan iki rek'at namazın tavafının Kudûm bahsinde geçtiği gibi, bir keyfiyyeti vardır. Bu tavaftan sonra kılınan iki rek'at namazdan boşaldığı zaman, eğer tavaf-ı kudûm'dan sonra sa'y yapmamışsa, daha önceden belirttiğimiz gibi Safa ile Merve arasında sa'y yapmalıdır. Eğer daha evvelce tavaf-ı kudûmden sonra sa'y yapmışsa o sa'y, rükûn olan sa'y olarak kabul olunur. İkinci defa onu tekrarlamak uygun değildir.
Tahallülün (ihramdan tamamen çıkmanın) sebepleri üçtür: 1- Taşlama 2- Traş 3- Farz olan tavaf
Bu üçünden ikisini yaptığı zaman, birinci tahallülü yapmış sayılır. Bu üç şeyi kurban kesmekle beraber tehir ve takdimde her hangi bir sakınca yoktur. Fakat en iyisi önce şeytanı taşlamak, sonra kurban kesmek, sonra traş olmak, sonra tavaf etmektir.

İhram ve Telbiye

hac ihram telbiye Bu telbiyenin mânâsı Allah Teâlâ'nın dâvetine icâbet etmektir. Bu bakımdan Allah'tan ümit et ki, Lebbeyk derken Allah tarafından kabul olunasın, red olunmayasın. Kısaca; korku ile ümit arasında bulunmalısın. Kuvvet ve kudretinden sıyrılıp tamamen Allah Teâlâ'nın fazilet ve keremine yaslanmalısın. Çünkü telbiyenin vakti haccın başlangıcıdır ve çok tehlikeli bir vakittir. Süfyan b. Uyeyne (r.a) şöyle anlatır: Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidîn (r.a) hacca giderken ihramını bağladı, devesinin üstüne bindi. O anda benzi attı ve tir tir titremeye başladı. Lebbeyk diyemeyecek derecede dili tutuldu. Kendisine bu hali müşahede edenlerden biri 'Neden Lebbeyk demiyorsun?' diye sordu. Ali Zeynelâbidîn (r.a) 'Ben Lebbeyk dediğimde, Allah Teâlâ'nın bana 'Ne Lebbeyk, ne de sa'deyk' diye cevap vereceğinden korkuyorum'. Bütün bunlara rağmen kendisi Lebbeyk der demez bayılıp yere düştü. Artık haccı bitinceye kadar baygınlıklar geçirmeye devam etti.
Ahmed b. Ebi'l-Havarî şöyle anlatır: Ebu Süleyman edDârâni'yle beraberdim, İhramını bağladığı zaman, Lebbeyk demeye muktedir olamadı. Tâ ki bir mil mesafe yürüyünceye kadar... O zaman baygınlık geçirdi. Uyandığında bana şöyle hitab etti: "Ey Ahmed! Allah Teâlâ (c,c) kulu ve peygamberi Musa'ya vahyetti ki: 'Ey Musa! İsrâiloğularının zâlimlerine emret ki, beni zikretmesinler. Çünkü onlar beni zikrederlerse ben de kendilerini lânetle yâdedeceğim'. Ey Ahmed! Bana gelen hadîslerden edindiğim şu hakîkat vardır; kim helâl olmayan mal ile hacca giderse, ihram bağlayıp Lebbeyk dediği zaman, Allah Teâlâ kendisine 'Sen elindeki haram malı iade etmedikçe ne sana Lebbeyk ve ne de Sa'deyk' der. Biz de Allah Teâlâ'nın bize de böyle demeyeceğinden emin değiliz!" Lebbeyk deyip de Mikat'ta sesini yükselten kişi, Allah Teâlâ'nın dâvetine icabet ettiğini hatırlamalıdır. Çünkü Allah Teâlâ (c.c) Kur'an'da 'Bütün insanlara haccı ilân et' (Hacc/27) buyurmaktadır.
Aynı zamanda Lebbeyk diyen bir kimse bununla Sûr'un üfürülüşünü ve insanların kabirlerinden haşre gelişini, kıyâmet arasında Allah Teâlâ'nın nidâsına cevap vermek sûretiyle toplanışlarını, iki kısma ayrılıp, birisinin Allah'a yakın, diğerinin de Allah'ın gazabına uğrayışnı; kimisinin makbul, kimisinin merdud oluşunu, tıpkı Mîkat'ta mütereddid gezen, 'Acaba haccım kabul olunur mu, olunamaz mı?' diye düşünen hacılar gibi, korku ve ümit arasında oluşlarını hatırlamalıdır.

İhramda Bağlanan Bezler

hac ihram ihrama girerken Onları satın alırken kefeni hatırlamalıdır. Kefene nasıl sarılacağını hayalinden geçirmelidir. Çünkü bu kişi yakın bir gelecekte Allah'ın Beyti'ne yaklaştığı bir zamanda, bu iki havluyu ihram niyetiyle birisini rida, diğerini izar olarak kullanacaktır. Belki de bu seferi sona ermeden, yolda ölecek ve o havlular kendisine kefen olacaktır. Zaten ölüp kefene sarılması da muhakkaktır. Bu bakımdan nasıl ki giyimini ve durumunu değiştirmeden Allah'ın Beytine gidemiyorsa, aynı şekilde ölümden sonra, dünya elbisesine muhalif bir elbiseye bürünmeden de Allah'ın huzuruna varamaz. Hacda ihram olarak giydiği bu elbise, âhiret yolculuğunda giydiğine yakındır. Çünkü kefende dikiş olmadığı gibi, ihramda da yoktur.

Şevk (Hacca İştiyak)

hac hacca iştiyak haccı çok istemek Şevk, Beyt'in, Allah'ın Beyti olduğunu bildikten, dünyevî padişahların huzurlarının benzeri olarak kurulduğunu ve oraya kavuşmak isteyenin Allah'a kavuşmak istediğini, Allah'ın ziyaretinde bulunduğunu ve dünyada beyti ziyaret edenin, ziyaretinin zâyi olmayacağını bildikten sonra insanın hacca karşı iştiyâkı artar ve şevki kabarır. Evet, dünyada ziyaret eden âhirette kendisine va'dedilen hedefe mutlaka varacaktır. O hedef de, Dâr'ul-Karâr olan âhirette Allah Teâlâ'nın cemâline bakmaktır. Çünkü dünyada fânî ve yetersiz olan gözler Cemâl-i İlâhi'nın bakışından gelen nûru kabul etmeye müsait değildir ve buna güç yetiremezler. O gözler kusurlu olduğu için, o nûr ile sürmelenmeye kabiliyet kazanmış değildir. O gözler, âhirette bâkî olacağı için eksiklik ve fânilik sebeplerinden uzaklaştırılır, o zaman Allah'ın cemâlini görüp temaşa etmeye müsait bir vaziyete gelmiş olur. Fakat, bu kusurlu göz, Kâbe'yi istemek ve ona bakmak sayesinde Allah Teâlâ'nın va'd-i ilâhîsinin gereğince âhirette Kâbe'nin rabbî olan Allah Teâlâ'nın cemâline ve mülakatına hak kazanır. Bu bakımdan Allah Teâlâ'nın âhiretteki mülâkatı, insanoğlunu bu mülâkatın dünyadaki sebeplerine teşvik eder. Bununla beraber âşık, mâşukun uzaktan veya yakından ilgisi bulunan herşeye müştaktır. Kâbe ise, Allah Teâlâ'ya izafe edilmiş (Allah'ın Beyti) tir. Bu bakımdan sadece bu izafet için olsa bile, Allah'ın âşığı Kâbe'ye müştak olmalıdır. Halbuki Kâbe'ye varan kimse için Allah Teâlâ büyük sevapları da va'detmiştir.
Azm Kişi azminin sayesinde aile efradından ve vatanından ayrılmayı kasteder. Şehvet ve lezzetlerden uzaklaşır, Allah'ın beytini ziyaret etmeye yönelir. O halde böyle yapan bir insan Beyt'in kıymetini ve Beyt'in sahibi olan Allah Teâlâ'nın yüceliğini nefsinde çok yüksek bilmelidir ve yine bilmelidir ki, Kâbe'ye gitmek azmiyle, şânı yüce, fakat dört taraftan tehlikelerle sarılmış bir şeye azmediyor. Çünkü büyük hedeflere yönelen o nisbette büyük tehlikeleri de göze almış olmalıdır. Kişi bu azmini riya ve gösterişten uzak tutacak sadece Allah için göstermelidir. Kesinlikle bilinmelidir ki, kastında ve amelinde ancak hâlis olanı kabul olunur ve yine bilmelidir ki, padişahın beytine ve haremine gayesi orası değil de başka şey olarak giden bir kimsenin hareketinden daha çirkin bir hareket yoktur. Bu bakımdan nefsiyle beraber azmini de düzeltmelidir. Azmin düzeltilmesi ise, ancak ihlâs ile olur. İhlâs ise, ancak riya ve gösterişten uzak olmakla mümkündür. O halde kişi zevali yakın ve geçici olan dünyaya, ebedî ve daha hayırlı olan âhiretini fedâ etmekten sakınmalıdır.

Şeytan Taşlamak

Onunla kulluğunu ilân etmek sûretiyle Allah Teâlâ'ya itâat ettiğini kastetmelisin. Akıl ve nefsin payı olmaksızın sadece Allah Teâlâ'nın mücerred emrine uyduğun için, bunu yaptığına niyet etmelisin. Sonra bu taşları atmak sûretiyle, Hz. İbrahim'e (a.s) benzediğini düşünmelisin. Çünkü iblis o yerde İbrahim'in (a.s) kalbine vesvese vermek, haccını şüpheye düşürmek ve mâsiyyet hususunda fitnelendirmek gayesiyle görünmüştür. Bunun üzerine Allah Teâlâ, İblis'i kovmak ve ümitlerini kesmek için İbrahim kuluna onu taşlamasını emretmiştir:
Eğer kalbine 'Şeytan, Hz. İbrahim'e göründüğü için, Hz. İbrahim ona taş attı. Bana ise şeytan görünmüyor ki ona taş atayım' şeklinde bir vesvese gelirse bilmiş ol ki, bu vesvese şeytandan gelmektedir ve senin kalbine, taş atmak azmini kırmak için bu vesveseyi ilkâ eden de şeytandır. Şeytan sana bu fiilin faydasız ve mânâsız olduğunu düşündürür, Bu işin oyun gibi birşey olduğunu, bununla meşgul olmamanı telkin eder. Bu nedenle sen onun burnunu kırmak için taş atışında gayet ciddî ve samimi ol. Bu sûretle de onu kov ve bil ki, zâhirde taşları o çukurlara atmaktasın. Hakikatte ise, attığın taşlar şeytanın yüzüne çarpmaktadır ve o taşları atmak sûretiyle şeytanın belini kırmış oluyorsun. Çünkü şeytanın beli ancak Allah Teâlâ'nın emrini, onun emri olduğu için, yerine getirmek, nefsin ve aklın o emri yerine getirmekte payı var mıdır diye düşünmemek sûretiyle kırılabilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...