25 Nisan 2015

VEN-NİHÂYE 2 NCİ BÖLÜM "el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli tarihini, "Büyük İslâm Tarihi" İbn Kesîr'in



VEN-NİHÂYE 2 NCİ BÖLÜM
"el-Bidâye ve'n-Nihâye" isimli tarihini,
"Büyük İslâm Tarihi"
İbn Kesîr'in
Gökler Ve Göklerdekîlerin Yaratılışının Ayetlerle İzahı
önceki sayfalarda anlattığımız gibi yeryüzünün yaratılması, gökyüzünün yaratılmasından
önce olmuştur. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:
«Yerde olanların hepsini, sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek yedi gök
olarak onları düzenlemiştir. O, her şeyi bilir.» (ei-Bakara, 29.)
«Ey Muhammedi «Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve ona eşler koşuyorsunuz!
O, âlemlerin Rabbidir.» de.
Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı. Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını
normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu sonra, duman
halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İstiyerek veya istemiyerek buyruğuma
gelin.» dedi. İkisi de: «İstiyerek geldik.» dediler.
Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi.
Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın
kanunudur.» (Fussilet, 9-12.)
«Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak niı? Ki onu Allah bina
edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır.
Ardından yeri düzenlemiştir.» (en-Nâziât, 27-30.)
«Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O, her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi iş
işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. Rahmanın bu yaratmasında bir
düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık
bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak, ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun
düşer. Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların toplanmasını
sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.» (el-Mülk, 1-5.)
«Üstünüzde yedi kat sağlam gök bina ettik, parlak ışık veren Güneş'i var ettik.» {en-
Nebe1,12-13.)
«Allah'ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez inisin? Aralarında Ay'a aydınlık
vermiş ve Güneş'in ışık saçmasını sağlamıştır.» (Nûh, 15-16.)
«Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın her şeye Kadir olduğunu
ve Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner
durur» (et-Talâk, 12.)
«Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan Güneş ve aydınlatan Ay'ı yaratan Allah, yücelerin
yücesidir. İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca
getiren O'dur.» (ei-Furkân, 61-62.)
«Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu her türlü inatçı şeytandan
koruduk. Onlar yüce âlemi asla dinleyemezler, her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli
bir azab vardır, hele bir tek söz kapan olsun, delici bir alev onun peşine düşüverir.» (es-
Sâffât, 6-10.)
«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik. Onları bakanlar için donattık. Onları,
kovulmuş her şeytandan koruduk, fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş onu
kovalar;» (el-Hkr, 16-18.)
«Göğü, gücümüzle biz kurduk. Şüphesiz biz geniş kudret sahibiyiz.»(ez-Zâriyât, 47.)
«Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık. Oysa onlar bundaki delillerden yüz
çeviriyorlar. Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede
yürür.» {el-Enbiyâ, 32-33.)
«Onlara bir delil de gecedir. Gündüzü ondan sıyırırız ve karanlıkta kahverirler. Güneş te
yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de
sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Ay'a erişmek, Güneş'e
düşmez. Gece de gündüzü geçemez, her biri bir yörüngede yürürler.» (Yasin, 37-40.)
«Tan yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay'ı vakit ölçüsü kılandır. Bu, güçlü
olanın, bilenin nizamıdır. O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye
sizin için var edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık.» (el-En'âm, 96-97.)
«Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş'a hükmeden, gündüzü -durmadan
kovalayan- gece ile bürüyen; Güneş'i, Ay'ı, yıldızlan hepsini buyruğuna baş eğdirerek var
eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. -Alemlerin Rabbi olan Allah
yücedir.» (el-A'râf, 54.)
Bu konuda çok ayet-i kerime vardır. Bunların tümünü tefsirimizde açıklamışızdır.
Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki, yüce Allah, göklerin yaratılışını, genişliğinin
muazzamhğmı, yüksekliğim, son derece güzel ve göz alıcı oluşunu, mükemmellik ve
ulviliğini bu ayet-i kerimelerde beyan buyurmaktadır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«İçinde yörüngeler bulunan göğe andolsun.» (ez-üariyAt, 7.)
Yani güzel bir yaratılışa sahip olan göğe andolsun.
Başka bir ayet-i kerimede de yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin?
Bir aksaldık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak, ama göz umduğunu bulamayıp
bitkin ve yorgun düşer.» (el-Mulk, 3-4.)
Yani göz, gökte bir noksanlık veya halel görebilmek amacıyla baktığı takdirde neticede
zayıf, yorgun ve bitkin düşer birşey göremez, eksiklik bulamaz. Gökte bir ayıp ve noksanlık
yoktur. Çünkü Ccnâb-ı Allah onu muhkem yaratmış ve yıldızlarla ufkunu süslemiştir.
Nitekim buyurmuş ki: «İçinde burçları bulunan göğe andolsun.» (ei-Burûc, 1.)
Burada burçlardan kasıt yıldızlardır, bazıları ise bekçi meleklerin yerleri olduğunu
söylemiştir ki melekler, gökteki haberleri çalmak isteyen şeytanlara ateşten korlar fırlatırlar.
İki kavil arasında çelişki yoktur. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar İçin donattık. Onları,
kovulmuş her şeytandan koruduk.» (cl-Hicr, 16-17)
Cenâb-ı Allah, bu ayet-i kerimede göklerin görüntüsünü, sabit ve seyyar yıldızlarla parlak
ve ışık saçıcı Güneş ve Ay'la zinedendirdiğini ve göğü şeytanın girmesine karşı koruduğunu
beyan buyurmuş ve: «Biz göğü kovulmuş her şeytandan koruduk.» demiştir. Nitekim
buyurmuş ki:
«Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu, inatçı her türlü şeytandan
koruduk. Onlar, yüce âlemi asla dinleyemezler.» (es-Sâffât, 6-9.)
"Bedü'1-Halk (Yaratmanın Başlangıcı)" adlı kitabında Buharı ve Katade dediler ki: «Yakın
göğü ışıklarla donattık.» Cenâb-ı Allah, bu üç çeşit yıldızı yarattı, bunları dünya seması için
süs yaptı ve haber hırsız-hğı yapmak isteyen şeytanlara karşı atılan kor haline getirdi. Ayrıca
bunlar vasıtası ile insanlar yollarını bulurlar. Yukarıdaki ayet-i kerimeyi bunun dışındaki bir
mana ile tevil eden kimse hata yapmış ve ilimdeki nasibini kaybetmiş olup bilmediği
hususlarda tevil yapmaya kendini zorlamış olur.
Katade'nin bu sözü, şu ayet-i kerimelerde açıkça ifadesini bulmaktadır:
«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.»
(ei-Müik, 5.)
«O, yıldızlan kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir.» (ei-
En'âm, 97.)
Yani yıldızların hareketlerinin delalet ettiği hükümler ve bunların seyirlerindeki mukayese
ile bunların yeryüzündeki hadiselere delalet ettikleri dışında başka bir şekilde yıldızlan tevil
eden kimse hata yapmış olur. Zaten bu hususta fikir beyan edenlerin çoğunun sözleri, tahminden,
asılsız zanlardan ve batıl iddialardan başka bir şey değildir.
Yüce Allah, yedi kat göğü üst üste tabakalar halinde yarattığını beyan buyurmuştur.
Astronomi bilginleri bu tabakaların üstünde yığıh mı, yoksa aralarında boşluk bulunan
tabakalar halinde mi olduğu hususunda ihtilaf etmişler ve bu hususta iki kavil ileri
sürmüşlerdir. Sahih kavle göre gök tabakaları arasında boşluk vardır. Bu hususta Abdullah
b. Ümeyre, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Sema ile yeryüzü arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu bilemiyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- İkisi arasındaki mesafe 500 senelik yoldur. Gök tabakaları arasındaki mesafe de 500
senelik yoldur, her gök tabakasının derinliği de 500 senelik yoldur.»
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İsrâ hadisinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Dünyaya en yakın gök tabakasında Adem'e gidildi. Cebrail, Peygamber. Efendimiz'e
Adem'i göstererek: «Bu, senin atan Adem'dir.» dedi.' Peygamber (s.a.v.): Adem'e selam
verdi, Adem de selamım aldı ve: «Merhaba, hoş geldin ey oğlum, sen ne güzel oğulsun.»
dedi. Sonra Cebrail ve Peygamber Efendimiz, ikinci gök tabakasına yükseldiler, üçüncü,
dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci tabakaya gittiler.»
Bu hadis te gösteriyor ki, gök tabakaları arasında mesafe vardır. Bu, bizim kavlimizin
doğruluğunu teyid etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Ibn Hazm, İbn Münir, Ebu Ferec, İbn Cevzî ve diğer bazı âlimler, se-mavatm yuvarlak bir
küre halinde olduğu hususunda icma bulunduğunu nakletmişlerdir: «Her biri bir yörünge de
yürürler.» ayet-i kerimesi de bunu ispatlamaktadır.
Hasan dedi ki: Gökteki yıldızlar, deveran ederler.
Ibn Abbas dedi ki: Gökteki yıldızlar, Öreke gibi yörünge içinde dönerler.
Dediler ki: Bu fikrin doğruluğunu, Güneş'in her gece batı ufkundan batıp sabahleyin doğu
ufkundan doğması ispatlamaktadır. Nitekim Ümeyye b- Ebi Salt ta bir şiirinde şöyle
demiştir:'
«Güneş, her gecenin sonunda kızarık renkte gülü andıran bir kızarıklıkta doğar.
Doğmaya yanaşmaz ve bunu kendi ağır seyrinde bize göstermez, ancak zahmet ve
meşakkatten sonra doğar.»
Buharî, İbrahim et-Teymî'nin babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Güneş battığı zaman
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Zer'e şöyle dedi:
- Güneş'in nereye gittiğini biliyor musun?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- Güneş gider ve Arş'ın altında secdeye kapanıp Allah'tan izin ister, kendisine izin verilir,
yakın bir zamanda secde edecek ama kendisine istediği izin verilmeyecektir. «Geldiğin yere
geri dön.» denilir, o da batı ufkundan doğar. Bu da, yüce Rabbin şu ayetinin tecellisidir:
«Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur.»
(Yâsîn, 38.)
Bu husus böyle bilindiğine göre bu hadis bizim, semavattan ibaret olan feleklerin daire
şeklinde olduklarına dair söylediklerimize ters düşmemektedir. Bu hususta iki meşhur görüş
vardır. Ama bu hadis, bazılarının iddia ettikleri gibi Arş'm küreselinde olduğuna delalet
etmemektedir. Önceki sayfalarda biz bu iddiacıların sözlerini iptal etmiştik. Bu, Güneş'in
bizim açımızdan semavatm üstüne çıktığına ve orada Arşın altında secde ettiğine delalet
etmemektedir. Aksine Güneş kendi yörüngesinde dönmeye devam ederek gözlerimizden
kaybolup batmaktadır ki, onun yörüngesi dördüncü semadadır. Bu hususta bir çok tefsir
âlimi böyle demişlerdir. Şeriatte ve müsbet ilimde bunu reddedecek bir husus yoktur.
Güneş'in tutulması hadisesi de bunu ispatlamakta ve bunu gerekli kılmaktadır. Dördüncü
semanın oltalarına gece vakti vardığında (ki, mutedil zamanlarda öyle olur), kuzey ve güney
kutuplarının orta kısmına vardığında Arş-ı Al'a'dan en uzak noktaya gelinmiş olur. Dünya
cihetinden bakıldığında Arş kubbelidir. İşte Güneş'in secdeye vardığı yer orasıdır. Arş'a en
yakın mahaldir. Güneş, secde mahalline vardığında doğudan doğmak için Aziz ve Celil olan
Rab'den izin ister. Kendisine bu izin verilir ve böylece o, doğu tarafından doğar, doğarken
de ademoğullarmdan isyankâr olan kimselere karşı hoşnutsuzdur. Onların üzerine doğmak
istemez. Bu yüzden şair Ümeyye şöyle demiştir:
«Doğmaya yanaşmaz ve bunu kendi ağır seyrinde bize göstermez. Ancak zahmet ve
meşakkatten sonra doğar.»
Cenâb-ı Allah'ın batı ufkundan doğmasını istediği zaman geldiğinde Güneş, yine normal
âdeti üzere Arş'ın altında secde eder ve mutad vechi ile doğudan doğmak için tekrar izin
istediğinde kendisine izin verilmez, tekrar secdeye kapanıp izin ister, izin verilmez,
secdesini tekrarlayip izin istediğinde yine izin verilmez ve tefsirimizde de açıkladığımız gibi
o gece uzadıkça uzar. Güneş; «Ya Rab, şafak vakti yaklaştı, mesafede uzaktır.» der.
Kendisine: «Geldiğin yere geri dön.» denilir. Böylece o, geldiği batı ufkuna dönüp oradan
doğar. İnsanlar, onun batı ufkundan doğduğunu görünce hep birlikte iman ederler. Ancak bu,
kişiye yarar sağlamayacak bir zamanda yapılan bir imandır. Çünkü böylesi kimseler daha
önce iman etmemişlerdi. Veya kendi imanlarında hayır kazanmamışlardı. Alimler bu
durumu, şu ayet-i kerimenin tefsirinde açıklamışlardır:
«Güneş de kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir.»
Bu ayet-i kerimedeki "müstakar" kelimesi ile Güneş'in batıdan doğacağı zamanın
kastedildiği söylenmiştir. Bazıları ise bu kelimenin, Güneş'in Arş'ın altında secdeye
kapandığı yer anlamına da geldiğini söylemişlerdir. Bu kelimenin, dünyanın sonu ve
Güneş'in hareketinin sona ermesi anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Rivayete göre
İbn Abbas yukarıdaki ayet-i kerimeyi şeklinde okumuştur. Yani Güneş durmayacak ve
hareket halinde iken de secde edecektir. Bu sebeple yüce Allah buyurmuş ki:
«Ay'a erişmek Güneş'e düşmez. Gece de gündüzü geçemez, her biri bir yörüngede yürürler.»
(Yâsîn, 40.)
Yani Güneş Ay'a ulaşamaz ki onun sultan ve devletinde doğsun. Ay da Güneş'e ulaşamaz,
gece de gündüzü geçemez, aksine gündüzün aydınlığı gidince peşi sıra gece gelir. Nitekim
başka bir ayet-i kerime de yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Gündüzü durmadan kovalayan- gece ile bürüyen; Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, hepsini
buyruğuna ba'ş eğdirerek vareden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır.
Âlemlerin Rabbi olan Allah yücedir.» (el-A'râf,54.)
«ibret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren
O'dur.» (el-Furkân,62.)
Yani gündüzün peşi sıra gece, gecenin peşi sıra da gündüz gelir. Nitekim bir hadis-i şerifte
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Gece şu taraftan gelmeğe başladığı ve gündüz de şu taraftan arkasını dönüp gitmeğe
başladığı ve Güneş battığı zaman oruçlu kimse orucunu açmış olur.»
Muhakkak olan şu ki, zaman, gece ve gündüze bölünür. Gece ile gündüz arasında başka bir
zaman yoktur, bu sebeple yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın geceyi gündüze ve gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye kadar
hareket edecek olan Güneş'i ve Ay'ı buyruk altında tuttuğunu; Allah'ın yaptıklarınızdan
haberdar olduğunu bilmez misin?»(Lokman,29.)
Yani gecenin bir kısmını alıp gündüze ekler, gündüzün de bir kısmı- . m alıp geceye ekler.
Gecenin uzunluğunu alıp gündüzün kısalığına, gündüzün uzunluğunu alıp gecenin kısalığına
ekler. Böylece gece ve gündüz, bahar mevsiminin başlangıcında olduğu gibi mutedil yani
eşit hale gelir. Oysa bahar mevsiminden önce geceler uzun, gündüzler kısadır. Gece
eksilmeğe, gündüz artmaya başlar ve nihayet ikisi eşit hale gelir. İşte bu, baharın
başlangıcıdır. Sonra gündüzler uzamaya, geceler kısalmaya başlar ve yine güz mevsiminin
başlangıcında ikisi de eşit hale gelirler. Tekrar geceler uzamaya, gündüzler kısalmaya başlar
ve bu hal güz mevsiminin sonuna kadar devam eder. Artık gündüzler azar azar uzamaya,
geceler de azar azar kısalmaya başlar ve yine bahar mevsiminin başına kadar böylece devam
ederler. Nihayet ikisi eşit hale gelir-ve bu, her sene böyle olur. Nitekim yüce Allah
buyurmuş ki:
«Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine bağlıdır.» (el-Mü'minûn, 80.)
Yani bütün bu işlerde tasarruf yapan Allah'tır, emrine karşı gelinmeyecek hakim O'dur. Bu
sebeple O, göklerden, yıldızlardan gece ve gündüzden bahseden her üç ayette de şöyle
buyurmuştur: «Bu, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir.»
Azizdir ki O, her şeyi gücü altına almış, her şey O'na boyun eğmiştir. Emrine karşı
gelinemez ve O, asla mağlub edilemez. Her şeyi bilendir. Her şeyi bir takdire bağlamış ve
düzen içinde meydana getirmiştir ki, bu düzen asla bozulmaz ve sarsılmaz.
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah buyurdu ki: Ademoğlu dehre sövmekle bana eziyet eder. Oysa dehr benim. İş, benim
elimdedir. Geceyi ve gündüzü çeviren benim.»
Şafii, Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam ve diğer bazı âlimler, dehre sövmenin şöyle olacağını
söylediler: Kişi, «Felek bize şöyle yaptı. Ey kahrolası felek, çocuklarımızı yetim bıraktı,
kadınlarımızı dul bıraktı. Alı felek!» demekle dehre sövmüş olurlar. Yüce Allah buyurdu İd:
«Dehr benim.»
Yani kişinin felek diyerek kasdettiği dehr benim.
Burada her ne kadar felek denen dehr, mahluk ise de bu işleri yapan aslında Cenâb-ı
Allah'tır. Kişi bu durumda dehre ve feleke sövmekle, bu işleri yapan faili kasdetmiş
olmaktadır. Bütün bunların faili Allah'tır. O, her şeyi yaratandır. Her şeyde tasarrufta
bulunan O'dur. Nitekim O buyurmuş ki: «Dehr benim, iş benim elimdedir. Zamanın gecesini
ve gündüzünü ben çeviririm.»
Nitekim başka bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, de ki:
«Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın;
dilediğim aziz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Doğrusu sen her şeye
kadirsin, geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin, ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın, dilediğini
hesapsız rızıklandırırsm.» (Âı-i İmrân, 26-27.)
«Güneş'i ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için, Ay'a konak
yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete ayetleri
uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah'ın göklerde ve
yerde yarattıklarında, O'na karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.» (Yûnus, 5-
6.)
Yani Cenâb-ı Allah, aydınlık vermeleri, şekilleri, vakitleri, hareketleri bakımından Ay ile
Güneş'i birbirinden farklı yaratmıştır. Güneş'i ziyalı ve şualı yaratmıştır İd bu, apaçık bir
burhan ve gözler kamaştıran bir ışıktır, Ay'ı da nurlu yaratmıştır. Yani onun verdiği ışık,
Güneş'inki-ne nisbetle daha zayıftır. Ay, ışığını Güneş'ten alır. Allah, Ay için menziller takdir
etmiştir. Yani Ay, ilk gecesinde küçük ve ışığı az olarak doğar. Çünkü Güneş'e çok yakın
olup onunla az mukabelede bulunur. Güneşle karşılaştığı ve mukabelede bulunduğu ölçüde
ışık verir. Bu yüzden ikinci gecede Güneş'ten daha uzak olur ve ışığı da önceki geceye
nispetle daha fazla olur. Güneş'ten uzaklaştıkça ışığı artar ve nihayet dolunay haline gelince
ışığı tam olur. Bu da Ay'ın on dördüncü gecesinde olur. Sonra Güneş'e diğer taraftan
yaklaştığı için ışığı azalmaya başlar ve ay sonuna doğru ışığı gittikçe azalır. Ay başındaki az
ışıklı haline döner. Ay sayesinde aylar bilinir. Güneş vasıtasıyla geceler ve gündüzler bilinir,
böylece seneler ve mevsimler anlaşılır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Güneş'i ışıklı, Ay'ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Ay'a konak yerleri
düzenleyen O'dur.» (Yûnus, 5.)
«Gece ile gündüzü varlığımıza bir delil kıldık, bir delil olan geceyi kaldırıp yine bir delil
olan gündüzü Rabbinizin bol nimetini aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz içinaydınlık
kıldık.» (ei-Isrâ, 12.)
«Ey Muhammedi Sana hilâl halindeki ayları sorarlar; De ki: «Onlar insanların ve hac
mevsimlerinin Ölçüsüdür.» (el-Bakara, 139.)
Bütün bunlarla ilgili olarak tefsirimizde geniş açıklamalarda bulunmuşuzdur. Semadaki
yıldızların bir kısmı gezegendir, tefsir âlimleri terim olarak buna Mütehayyine yıldızlar
derler. Bunların hakkında ilmin çoğu sahihtir. Ama ahkam ilmi böyle değildir. Onun
çoğunluğu batıl ve iddiadan başka bir şey değildir ki, delili yoktur. Gökteki seyyar yıldızlar
yani gezegenler yedidir. Bunlardan Ay birinci gök tabakasında, Utarit ikinci tabakada, Zühre
üçüncü tabakada, Güneş dördüncü tabakada, Merih beşinci tabakada, Müşteri altıncı
tabakada, Zühal yedinci tabakadadır. Diğer yıldızlarsa sabit yıldızlar diye adlandınlırlar.
Astronomi âlimlerine göre bunlar, sekizinci gök tabakasmdadırlar ki oraya Kürsi denilir. Bir
çok müteahhirin ulema sekizinci feleke, Kürsi adını vermişlerdir. Diğer âlimler ise, bütün
yıldızların Dünya semasında olduklarını söylemişlerdir. Bunların üst üste olmasına herhangi
bir engel yoktur. Buna delil olarak ta şu ayet-i kerimeler ileri sürülmüştür:
«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.»
(ei-Müik, 5.)
«Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi.
Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen ve güçlü olan Allah'ın
kanunudur.» (ei-Fussiiet, 12.)
Cenâb-ı Allah, yedi kat gök tabakası arasından dünya semasını ayırıp onu yıldızlarla
süslemiştir. Bu, dünya semasının süslü ve murassa olduğuna delalet ediyorsa ne âla, aksi
takdirde diğer âlimlerin söylediklerine herhangi bir mani yoktur. Doğrusunu Allah bilir.
O âlimlere göre yedi kat gök tabakası hatta sekizinci gök tabakası, içlerindeki sabit ve
seyyar yıldızlarla birlikte dönmektedirler. Yörüngelerin tersine batıdan doğuya doğru
dönerler. Ay, yörüngesini bir ayda, Güneş de yörüngesini bir senede dönüp tamamlar.
Güneş, dördüncü gök tabakasmdadır. Bunların seyirleri arasında farklılık olmadığına göre
hareketleri birbirine yakındır. Böyle olunca dördüncü gök tabakası, birinci gök tabakası olan
Dünya semasına nispetle oniki kez daha büyüktür.
Zühal yıldızı, yörüngesini otuz senede dönüp tamamlar ki o da yedinci gök tabakasmdadır.
Böyle olunca yedinci gök tabakası, birinci tabaka olan Dünya semasına nisbetle 360 kat
daha büyüktür.
Alimler, bu yıldızların büyüklükleri, seyir ve hareketleri ile ilgili geniş açıklamalarda
bulunmuşlar, hatta ahkam ilminin sınırlarını aşmışlar ve bu yıldızların hareketlerine bağlı
olarak yeryüzünde bazı olayların meydana geldiğini ve daha bilmedikleri bir çok şeylerin
olabileceğini söylemişlerdir.
Hz, İsa'dan asırlar önce Şam'da yaşayan Rumların bu konuda söyledikleri çok sözler
olmuştur ki bu sözleri burada nakledersek fazla yer işgal edecektir. O Rumlar, Şam şehrini
inşa etmişler, ona yedi kapı yapmışlar ve her kapının başında yedi gezegen şeklinde heykel
yapmışlardı. Bu heykellerden her birinin yanında ibadet edip bazı dualarda bulunurlardı.
Tarihçilerden ve diğer âlimlerden bu duaları bize nakledenler vardır. Bunu «es-Sırru'1-
Mektûm Fi Muhatebeti'ş-Şemsi ve'1-Kameri ve n-Nücûm» adlı eserin sahibi ve diğer
Harranlı âlimler bize nakletmiş-^ lerdir. Eski zamanlarda ki Harran felsefecileri ve
Harranlılar müşrik olup yedi gezegene taparlardı. Bunlar, yıldızperestlerden bir grup idiler.
Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Gece ile gündüz, Güneş ile Ay Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde
etmeyin, eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (Fussilet, 37.)
Yüce Allah, Hüdhüd'ten bahsederken onun Süleyman peygambere, Saba melikesi Belkıs ve
ordusu hakkında şöyle dediğini ifade buyurmuştur:
«Ora halkına hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir
kadın buldum. Onun ve milletinin, Allah'ı bırakıp Güneş'e secde ettiklerini
gördüm/Göklerde ve yerde olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen
Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru
yoldan alıkoymuştur. Onun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük Arş'ın sahibi olan
Allah'tan başka tanrı yoktur.» dedi. (en-Ncml, 23-26.)
..Göklerde ve yerde olanların, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların
bir çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların bir çoğu da azabı
haketmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu, Allah ne dilerse onu
yapar.»(el-Hacc, 18.)
«Allah'ın yarattığı şeylerin; gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek, secde etmekte
olduğunu görmüyorlar mı?
Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, büyüklük tasla-maksızm Allah'a secde
ederler.
Üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.» (en-Nahl, 48-50.)
«Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde
ederler.» (er-Ra'd, ıs.)
«Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder, O'nu.hamd. ile teşbih etmeyen hiç
bir şey yoktur. Fakat siz, onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O, halim olandır,
bağışlayandır.» (ei-Isrâ, 44.)
Bu konudaki ayetler gerçekten çoktur.
Göklerde ve yerde müşahede edilen cisimlerin en şereflisi yıldızlar ve bunların da manzara
ve itibar bakımından en üstünleri Güneş ile Ay olduğu halde İbrahim (a.s.), bunlardan
herhangi birinin ilâh olmasının imkansız olduğuna delil buldu. Bu istidlali, şu ayet-i
kerimelerde anlatılmaktadır:
«Gece basınca bir yıldız gördü, «işte bu, benim Rabbim» dedi. Yıldız batınca, «Batanları
sevmem.» dedi. Ay'ı doğarken görünce, «İşte bu, benim Rabbim» dedi. Ay batınca, «Rabbim
beni doğruya eriştirme şeydi andolsun ki sapıklardan olurdum.» dedi.
Güneş'i doğarken görünce, «İşte bu, benim Rabbim, bu daha büyük» dedi. Batınca, «Ey
milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağını.» dedi. «Doğrusu ben yüzümü,
gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan değilim.» (ei-
En'âm, 76-79.).
Burhan-ı kafi yolu ile İbrahim (a.s.),.görülen bu yıldız, Ay, Güneş gibi gök cisimlerinden
herhangi birinin ilâhlığa elverişli olmadığını açıklamıştır. Çünkü bunların tamamı yaratılmış
ve bir Rabbin emri altında olup emre amade bir şekilde rotaları dahilinde hareket etmektedirler.
Yaratılış amaçlarının dışına çıkmamaktadırlar. Bunu da işini sağlam yapan bir Rabbin
takdiri çerçevesinde yerine getirmektedirler ki, O'nun takdiri asla bozulmaz ve değişmez.
Bu da bu yaratıkların bir Rab tarafından meydana getirildiklerine, emir altında hareket
ettiklerine ve ilâhî buyruğa musahhar kılındıklarına bir delildir. Bu sebebledir ki Yüce, Allah
şöyle buyurmuştur:
«Gece ile gündüz, Güneş ile Ay, Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde
etmeyin. Eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (ei-Fussıiet,
37.)
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Güneş tutulması bahsinde İbn Ömer'den rivayet
olunduğuna göre, Güneş'in tutulduğu günde Rasûlul-lah (s.a.v.), irad etmiş olduğu
hitabesinde şöyle demiştir:
«Doğrusu Güneş ile Ay, Aziz ve Celil olan Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler ve bunlar
herhangi bir kimsenin ölümü ya da dirimi için tutulmazlar.»
Bedü'l Halk bölümünde Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
«Güneş ile Ay, kıyamet gününde dürüleceîderdir.»
Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Güneş ile Ay, kıyamet gününde ateşte iki sığırdırlar.»
Hasan, Ebu Hüreyre (r.a.)'ye; "Güneş ile Ay'ın dinleri nedir?» diye sorunca Ebu Hüreyre şu
cevabı verdi: «Ben sana Rasûlullah (s.a.v.)fdan hadis naklediyorum. Sen ise, Ay ve Güneş'in
dinlerinin ne olduğunu soruyorsun.»
Hafiz Ebu Yala el-Musılî, Enes (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: «Güneş ile Ay, ateşte iki kısır inektirler.»
«Güneş dürüldüğünde» ayet-i kerimesi ile ilgili olarak İbn Ebı Hatim, ibn Abbas'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Cenâb-ı Allah kıyamet gününde, Güneş, Ay ve diğer yıldızları
denize batırıp dürer, ışıklarını giderir ve sonra batı rüzgarını estirerek denizden alev çıkartır.
»
Bütün bu anlattıklarımız Güneş ile Ay'ın, Cenâb-ı Allah tarafından yaratılmış şeyler
olduklarım ispatlıyor. Cenâb-ı Allah, kendi dileğine uygun olarak bunları yaratmış, sonra
bunlara dilediği şekilde muamele etmiş ve edecektir. O'nun, itirazları reddedici hücceti ve
sonsuz hikmeti vardır. îlim, hikmet, kudret ve nüfuz edici iradesi sebebiyle yaptığı ışle-' rin
hesabı kendisine sorulamaz. O'nun hükmü reddedilemez, kendisine karşı çıkılamaz ve
mağlub edilemez. İmam Muhammed b. İshak b.
Yesar, siyer kitabının baş kısmında semavatm, yeryüzünün, Güneş ile Ay'ın ve diğer
yaratıkların yaratılması hakkında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait güzel bir şiir nakletmiştir. İbn
Hişam ise bu şiirin Ümeyye b. Ebi Salt'a ait olduğunu söylemiştir. Sözü edilen şiir şudur:
«Övgü ve methimi, Allah'a hediye ederim. Beğenilmiş sözümü zaman durdukça eskitecek
hiç birşey yoktur. Bu sözümü, fevkinde başka bir Rab ve ilâh bulunmayan en yüce melike
sunuyorum. O melik, hiç kimseye boyun eğmez.
Dikkat et ey insan, çukura yuvarlanmaktan sakın, sen hiç bir şeyini Allah'a karşı
gizleyemezsin.
Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmaktan sakın.
Çünkü doğru yol ortaya çıkmıştır.
O'nun şefkatine sığın, cinler de onun şefkatini umarlar.
Sen benim ilâhımsm Ey Rabbim, ümidimsin.
Seni Rab olarak seçtim, senden başka ikinci bir ilâha boyun eğecek değilim.
Sen ki lütuf ve rahmetinle,
Musa'yı elçi ve çağrıcı olarak gönderdin.
O'na dedin ki: Harun ile birlikte Firavun'a gidin.
O ki taşkınlık etmiştir, onu Allah'a davet edin.
O'na deyin ki: Sen mi şu yeri kazıksız olarak tesbit ettin ve onu bu sakin halinde meydana
getirdin?
O'na deyin ki: Sen mi şu gökleri sütunsuz olarak diktin, insaf et, sen mi bunu bina ettin?
O'na deyin ki: Sen mi göğün ortasını aydınlatıcı kıldın, gece karanlığı bastırdığında Ay'ı sen
mi oraya yerleştirdin?
O'na deyin ki: Sabah olunca kim Güneş'i Dünya1 ya gönderir?
Işığı Dünya'ya varınca kuşluk vakti her taraf aydınlanır.
O'na deyin ki: Topraktaki bitkileri kim yeşertir?
Hububat, toprağı kabartarak yükselir.
Ondan çıkan taneler, bitki başlarında bulunur.
Bunda da aklı başında olan kimseler için ibretler vardır.
Sen kendi lütfunla ey Rabbim, Yunus'u kurtardın,
Oysa o balığın karnında bir kaç gece kalmıştı.
Ey Rabbim, senin adını teşbih ile anarsam günahımın çok olduğunu görürüm. Ancak sen,
benim hatalarımı bağışlarsın.
Ey kulların Rabbi, benim üzerime bağış ve rahmetini gönder, malımı ve çocuklarımı
bereketli kıl, mübarek yap.»
Bütün bu anlattıklarımız bilindikten sonra şunu da söylemek gerekir ki, göklerde bulunan
sabit ve seyyar yıldızların tamamı, Allah tarafından yaratılmış mahluklardır. Nitekim yüce
Allah buyurmuş ki:
«Her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk.
İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur.»
Tefsircilerin bir çoğunun anlattığı şöyle bir kıssa vardır: Zühre yıldızı daha önce bir kadın
imiş. Hamt ile Marut, onu baştan çıkarmaya çalışmışlar. Ancak Zühre, onlara yanaşmamış,
kendilerine "ism-i azâm'ı Öğretmeden onlarla yatmayacağım söylemiş. Bunlar da ona ism-i
azâmi Öğretmişler. O, ism-i azâmi okuyunca bir yıldıza dönüşerek semaya yükselmiş-
Zannedersem bu, İsraillilerin uydurmalarmdandır. Her ne kadar Kabü'l-Ahbar bunu rivayet
etmiş ve selef ulemasından bazıları bu hikayeyi ondan almışlarsa da selef uleması, bunu bir
hikaye olarak îsra-iloğullarmdan nakletmişlerdir.
"Müstedrek" adlı eserinde Hakim, tefsirinde de İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan böyle bir
nakilde bulunmuş ve şöyle demiştir: «O zamanlarda güzel bir kadın vardı. Güzelliği, diğer
kadınlara nisbetle, Zühre yıldızının diğer yıldızlara nisbetle olan üstün güzelliği kadardı.»
Bu konuda rivayet edilen en güzel hikaye işte budur. Doğrusunu Allah bilir.
Amr b. İsa, İbn Ömer'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Süheyl
yıldızından bahsederken şöyle dedi: «Süheyl yıldızı, daha önce vergi toplayan zalim bir
kimseydi. Allah onu insanlıktan çıkarıp bir yıldız koru haline getirdi.
Bu hadisin ravilerinin çoğu zayıf kimselerdir. İmam Ahmed b. Han-bel ile Dare Kutni, bu
hadisin ravilerinden Mübeşşir b. Ubeyd el-Kureşî'nin hadis uyduran yalancı bir kimse
olduğunu söylemişlerdir. Yine bu rivayet senedinde ada geçen İbrahim b. Yezid'e gelince, o
da ittifakla zayıf bir ravidir. İbn Main, onun güvenilmez bir kimse olduğunu söylemiştir. Biz
bu konuda her ne kadar hüsn-i zan sahibi olsak ta neticede diyeceğimiz şudur ki bu
rivayetler, israiliyat haberleridir ve onların mesnetsiz hurafeleridir. Doğrusunu Allah bilir.
[1]
Gökkuşağı
Ebü'l-Kasım Et-Taberanî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Heraklius,
Muaviye'ye bir mektub gönderdi, gönderirken de; «Eğer bunlarda peygamberlikten bir bilgi
kalmış ise kendilerine soracağım soruların cevabını bana bildirirler.» dedi. Muaviye'ye
gönderdiği mektubunda gökkuşağını ve günde sadece bir saat güneş ışığı gören yer
parçasının neresi olduğunu soruyordu. Elçi mektubu kendisine getirdiğinde Muaviye: «Bu
güne kadar benden böyle bir soru sorulmadı. Bunun cevabını kim verecek?» diye sordu.
Kendisine bunun cevabını îbn Abbas'm verebileceğini söylediklerinde Muaviye, mektubu
durup İbn Abbas'a gönderdi, o da şu cevabî mektubu gönderdi:
«Gökkuşağı, yeryüzü halkı için boğulmaya karşı bir emandır ve gökten açılan bir kapıdır.
Gündüzleyin sadece bir saat güneş ışığı gören yere gelince orası israiloğullannm
geçmelerine yol veren denizdir.»
Taberanî, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Ey Muaz! Ben seni kitab ehli bir millete gönderiyorum. Sana gökkuşağını sorarlarsa de ki
o, Arş'm altındaki yılanın salyasıdır.» Bu cidden münker ve tuhaf bir hadistir. Hatta
uydurmaya benzemektedir. Hadisin ravisi Fadl b. Muhtar yani Ebu Sehl el-Basrî'nin rivayet
ettiği hadislerin senedine de metnine de itibar edilemeyeceğini İbn Adiyy söylemiştir.
Yüce Allah buyurdu İd:
«Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana
getiren O'dur. O'nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından teşbih ederler.
Onlar, pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla
dilediğini
çarpar.» <er-Ra'd,12-13.)
«Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara
yararlı şeylerle denizler de süzülen gemiler de, Allah'ın gökten indirip ölümünden sonra
dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre
amade duran bulutları döndürme sinde, düşünen kimseler için deliller vardır.» (el-
Bakara,164.)
İmam Ahmed b. Hanbel, İbrahim'in babası Sa'd'dan rivayet etti ki: Beni Gıfar kabilesinden
yaşlı bir adam şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:
«Doğrusu, Allah bulutları meydana getirir, en güzel şekilde konuşur ve en güzel şekilde
güler.» Yani Allah'ın konuşması gök gürlemesi-dir, gülmesi de şimşek çakmasıdır.»
İbn Ebi Hatim, Muhammed b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bize ulaşan bir
habere göre şimşek, bir melektir ki onun dört yüzü vardır: Bir yüzü insan yüzü, bir yüzü
sığır yüzü, bir yüzü kartal yüzü, bir yüzü de aslan yüzüdür. Kuyruğunu oynatınca şimşek
çakar.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Nescî, Buharı ve Hakim, Salim'in babasından rivayet
ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) gök gürlemesini ve şimşek çakmasını işitince şöyle dedi:
«Allah'ım, bizi gazabınla öldürme ve bizi azabınla helak etme. Bun-. dan önce bize afiyet
ver.»
İbn Cerir, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) gök
gürültüsünü duyduğunda şöyle dedi:
«Yıldırımın hamd ile kendisini teşbih ettiği Allah, noksanlıklardan münezzehtir.»
Hz. Ali (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) gök gürültüsünü duyduğunda
şöyle dermiş:
«Gök gürültüsünün kendisini teşbih ettiği Allah, noksanlıklardan
münezzehtir.»
Malik, İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) gök gürültüsünü duyunca şöyle derdi:
«Gök gürültüsünün hamd ile, meleklerin de korkusu ile kendisini teşbih ettikleri Allah,
noksanlıklardan münezzehtir. Doğrusu bu, yeryüzü sakinleri için şiddetli bir tehdittir.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Rabbiniz buyurdu M: "Eğer kullarım bana itaat ederlerse geceleyin onlara yağmur
yağdırırım, gündüzleyin de üzerlerine güneşi doğdururum, onlara yıldırımın sesini
işittirmem."
«Siz Allah'ı zikredin. Çünkü yıldırım, zikreden kimseye çarpmaz.»
Bütün bunlar tefsirimizde detaylı olarak açıklanmıştır. Hamd ve minnet Allah'adır. [2]
Meleklerin Yaratılışları Ve Özellikleri
Yüce Allah buyurdu ki:
«Rahman çocuk edindi.» dediler. Haşa... Hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır.
Allah'tan önce söz söyleyemezler. Ancak O'nun emri üzerine iş yaparlar. Allah, onların
yaptıklarım ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına
şefaat edemezler. O'nun korkusundan titrerler. Bunlar içinde kim «Ben, Allah'tan başka bir
tanrıyım» derse, işte onu Cehennem'le cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını işte böyle
veririz.» (ei-Enbîyâ,26-29.)
«...Melekler ise, Rablerini överek teşbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için Ondan
bağışlanma dilerler. Gökler, nerede ise (putperestlerin sözünden) çatlayacak. İyi bilin, Allah
şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.» <eş-Şûrâ,5.)
«Arş'ı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, rablerini överek teşbih ederler. O'na inanırlar.
Mü'minler için: «Rabbimiz! İlmin ve Rahmetin herşeyi içine almıştır, tevbe edip senin
yoluna uyanları bağışla, onları Cehennem'in azabından koru.» diye bağışlanma dilerler.
«Rabbimiz! Mü'minleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz
verdiğin Adn Cennetlerine koy, şüphesiz güçlü olan, Hakîm olan ancak sensin» (e]-
Mü'min,7-8.)
«Putperestler eğer büyüklük taslarlarsa kendi aleyhlerinedir. Rab-binin katında bulunanlar
hiç usanmadan, O'nu gece gündüz teşbih ederler.» (Fussilet,38.)
«Katında olanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar, gece gündüz bıkmadan
teşbih ederler.» (ei-Enbiyâ,i9-20.)
«Melekler şöyle derler: «Bizim herbirimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz, sıra
sıra duranlarız. Şüphesiz biz Allah'ı teşbih edenleriz.» (es-Sâffât,164-166.)
«Cebrail, Muhammed'e şöyle dedi: «Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz, geçmişimizi,
geleceğimizi ve ikisinin arasındakini bilmek, O'na mahsustur. Rabbin unutkan değildir.»
(Meryem,64.)
«Oysa yaptıklarınızı bilen, değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.» (el-lnfitâr,10-12.)
«Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.» (ei-Müddessir,3i.) «Melekler, her
kapıdan yanlarına girip: «Sabretmenize karşılık size selam olsun, burası Dünya'nın ne güzel
bir sonucudur!» derler. (er-Ra'd,22-23.)
«Hanıd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a
mahsustur. Yaratmada dilediğini artırır, doğrusu Allah, her şeye Kadir olandır.» (ei-Fâtır,ı.)
«O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir. O
gün gerçek hükümdarlık Rahman'mdır. İnkarcılar için yaman bir gündür.» (el-Furkân,25-
26.)
«Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: «Bize ya melekler indirilmeli, ya da Rabbimizi
görmeliyiz.» derler. Andolsun ki kendi kendilerine bü-yüklenmişler, azgınlıkta pek ileri
gitmişlerdir. _Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi haber yoktur. Melekler: «İyi
haber size yasaktır yasak!» derler.» (ei-Furkân, 21-22.)
«Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olan kimse, inkar
etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır.» (el-Bakara,98.)
«Ey İnananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşinden koruyun. O'nun yakıtı,
insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan,
kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.» (et-Tahrtm,6.)
Melekler hakkında gerçekten çok ayetler vardır. Yüce Allah, onları ibadet hususunda
kuvvetli olmak, yaratılışta güçlü olmak, görünüşte güzel olmak, şekil bakımından azametli
olmak ve çeşitli suretlerde zinde olmakla nitelemektedir. Nitekim bir ayet-i kerimede yüce
Rabbimiz buyurmuş ki:
«Elçilerimiz Lut'a gelince, onun fenasına gitti, çok sıkıldı, «Bu çetin bir gündür.» dedi.
Milleti ona koşarak geldiler, daha önce kötü işler işliyorlardı.» (Hûd,77-78.)
Tefsirimizde bir çok âlimin de naklettiği gibi dedik ki: Melekler, Lut kavmine güzel suretli
gençler olarak göründüler. Bu, onları imtihan etmek ve denemek içindi, nihayet Lut
kavminin aleyhine hüccet meydana geldi. Cenâb-ı Allah da onları güçlü ve muktedir bir zata
yaraşacak şekilde yakaladı. Aynı şekilde Cebrail de Peygamber (s.a.v.) Efendimize çeşitli
şekillere bürünerek gelirdi. Bazen Dîhye b. Halife el-Kelbî'nin kılığında, bazen bir
bedevinin kılığında, bazen de kendi asli görüntüsünde gelirdi. O'nun 600 kanadı vardı. İki
kanadı arasındaki mesafe, yeryüzünün doğusu ile batısı arası kadardı. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.v.), onu bu şekliyle iki defa görmüştü. Bir defasında gökten yere inerken, bir
defasında da Cennetü'l-Me'vâ'nın yanındaki Sidretü'l-Münteha'da görmüştü. Nitekim bu
husus, şu ayet-i kerimede de izah edilmektedir.
«O'na, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir. En yüksek ufukta iken
doğruluvermiş, sonra yaklaşmış ve inmiştir. Aralan iki yay aralığı kadar, belki daha da yakın
oldu. Allah, o anda kulu Mu-hammed'e vahyedeceğini etti.» (on-Necm,5-i o.)
«Andolsun ki Muhammed, Cebrail'i sınırın sonunda (Sidretü'l-Münteha) başka bir inişinde
de görmüştür, orada Me'vâ Cennet'i vardır. Sidre'yi bürüyen buruyordu. Muhammedm gözü,
oradan ne kaydı ne de
Onu aştl.» (on-Nccm,13-17.)
İsrâ sûresinde, İsrâ hadisleri meyanında da anlattığımız gibi Sidre-tü'1-Münteha, yedinci
gök tabakasmdadır. Başka bir rivayette anlatıldığına göre altıncı gök tabakasmdadır yani
kökü altınca gök tabakasında, dallan da yedinci gök tabakasındadur. Orada onu, Allah'ın
emri bürüdü de bürüdü. Bir rivayette anlatıldığına göre Yüce Rabb'in nuru, onu bürümüştür.
Başka bir rivayette ise onu, altından bir örtü bürümüştür. Onu müteaddid renklerde ve
sayılamıyacak miktarda örtüler bürümüştür. Karga sürüsü gibi meleklerin onu bürüdüğü de
söylenir. Anlatıldığına göre onu, Allah'ın nuru bürümüştür ki o nuru hiç kimse vasfede-mez,
çünkü o kadar güzel ve kıymetli bir nurdur. Bu kaviller arasında bir tezat yoktur. Çünkü
bunların tamamını bir noktada toplamak mümkündür.
Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.), miraçtan bahsederken şöyle
demiştir:
«Sonra Sidretü'l-Müııteha'ya yükseltildim. O ağacın meyveleri testiler gibi idi. Yapraklan fil
kulağı gibiydi. Kökünden ikisi batın, ikisi de zahir olmak üzere dört nehir çıkıyordu. Batın
nehirler Cennet'tedir. Zahir nehirlerden biri Nil, diğeri de Fırat'tır.»
Önceki sayfalarda yerin ve yerdeki deniz ve nehirlerin yaratılışından bahsederken bu
konuya değişmiştik.
Miraçla ilgili hadiste Peygamber (s.a.v.), sözüne devamla şöyle diyor:
«Sonra Beyt-i Ma'mur'a yükseltildim. Baktım ki ona her günde 70.000 melek giriyor, sonra
onlar gidince tekrar oraya dönme sırasını bulamıyorlar. Orada İbrahim Halil (a.s.)'i, sırtını
Beyt-i Ma'mur'a dayamış halde gördüm. Beyt-i Ma'mur, yedinci kat gökte olup yerdeki
Ka'be'nin hizasmdadır.»
Süfyan-ı Sevrî ile Şube ve Ebu'l-Ahvez, Haîid b. Arare'nin şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir: îbn Kevva, Hz. Ali'ye Beyt-i Ma'mur'u sordu. O da şu cevabı verdi;
«Beyt-i Ma'mur, semada bir mescittir ki ona Durrah denilir, bu mescit, yeryüzündeki
Ka'be'nin hizasmdadır. Gökteki hürmeti, yerdeki Ka'be'nin hürmeti kadardır. Her gün 70.000
melek onda namaz kılar.
Onlar gittikten sonra tekrar gelme nöbetini elde edemezler.»
Taberanî, îbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Beyt-i Ma'mur semadadır. Ona Durrah denir. Beyt-i Haramın hizasmdadır; Eğer gökten
düşecek olursa Beyt-i Haramın üzerine düşer. Günde 70.000 melek ona girer, sonra bir daha
dönüp onu göremezler. Mekke'deki Ka'be'nin hürmeti kadar, semada da onun hürmeti
vardır.» Katade dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bir gün ashabına şöyle sordu:
- Beyt-i Ma'mur'un ne olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- O, Ka'be hizasında olup semada bulunan bir mescittir. Eğer gökten yere düşecek olursa,
Ka'be'nin üzerine düşer, günde 70.000 melek onda namaz kılar. Oradan çıkıp gittikten sonra
artık oraya hiç dönemezler.»
Dahhak'm ifadesine göre Beyt-i Ma'mur'u, mel'un İblis'in kabilesinden olup kendisine cin
denen bir melek grubu imar edip hizmetine bakarlar. Doğrusunu Allah bilir.
Başkalan dediler ki: Her sema tabakasında bir beyt vardır ki, melekler ibadetle
şenlendirirler, oraya tevbe ile gelirler. Sıra halinde onu ziyaret ederler. Tıpkı yeryüzündeki
Beyt-i Atik'i her sene hac ve umre için ziyaret eden kimseler gibi melekler de her vakitte
onu namaz ve tavaf ile şenlendirirler.
"Meğazi" kitabının baş kısmında Said b. Yahya b. Said el-Ümevî dedi ki, Mücahidin
hadisinde Ebu Ubeyd bize şöyle dedi: «Harem'in kadri yüceltilmiştir. Onun kadri, yedi kat
gök ve yedi kat yerde yücedir. O, on-dört beytin ondördüncüsüdür. Her sema ve yer
tabakasında bir beyt vardır. Bunlar düşecek olurlarsa, üst üste düşerler. Birbirlerinin
hizasındadırlar.»
Abdullah b. Amr dedi ki: «Harem, yedi kat gökte ve yedi kat yerde hürmetlidir. Mescid-i
Aksa'da yedi kat gökte ve yedi kat yerde hürmetlidir. Nitekim şairin biri demiş ki:
«Gökleri bina edip yükselten zat, gökte bir beyt inşa etmiştir ki, onun sütunları daha uzun ve
daha sağlamdır.»
Semadaki beytin adı, Bey tül-İzzet'tir. Oradaki meleklerin öncüsünün adı İsmail'dir. Şu
halde Beyt-i Ma'mur'a her gün 70.000 melek girmekte ve sonra da oraya bir daha gelme
sırasını elde edememektedirler. Bunlar yedinci kat sakinlerinden olurlar. Bu sebeple Yüce
Allah buyurmuş ki: «Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.» <el-Müddessir,31.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Doğrusu ben sizin görmediğinizi görürüm, sizin işitmediğinizi işitirim. Sema, ağır yük
altında ıhlayan hayvan gibi ıhlamaktadır ve ıhlamaya da hakkı vardır. Çünkü onda, dört
parmaklık boş bir yer yoktur ki üzerinde secde eden bir melek bulunmasın. Eğer benim
bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız. Yataklarda kadınlarla oynaşıp lezzet
bulmazdınız. Yüksek yerlere çıkıp Aziz ve Celil olan Allah'a feryad edip figan ederdiniz.»
Ebu Zer dedi ki: «Vallahi kesilip koparılan bîr ağaç olmayı çok isterdim.»
Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberanî, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Yedi kat gökte bir ayak, bir karış ve bir avuç içi kadar her yerde mutlaka kıyam halinde
veya secde halinde veya rükû halinde bulunan bir melek vardır. Kıyamet gününde bunların
hepsi Allah'a derler ki: «Sana hakkıyla ibadet edemedik, ancak hiç bir şeyi sana ortak
koşmadık.»
Bu iki hadis gösteriyor ki, yedi kat gökte bulunan her yerde mutlaka melekler vardır ki,
bunlar çeşitli ibadetlerle meşguldürler. Kimi kıyamda, kimi rükû halinde, kimi de secde
halindedir. Kimi de başka ibadetlerle meşgujdür. Doğrusunu Allah bilir. Onlar sürekli
ibadet, teşbih, zikir ve Allah'ın emrettiği amellerle meşguldürler. Rableri katında menzil ve
mertebeleri vardır. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:
«Melekler şöyle derler: «Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra
sıra duranlarız, şüphesiz biz, Allah'ı teşbih edenleriz.» (es-Sâffât,164-166.)
Peygamber (s.a.v.) sahabelere şöyle buyurdu:
- Meleklerin, Rableri nezdinde saf tuttukları gibi saf tutsanıza.
- Onlar, Rablerinin nezdinde nasıl saf tutarlar?
Birinci safn tamamlarlar ve safta sıra halinde dizilirler. Allah, bizi diğer insanlara karşı üç
şey ile üstün kıldı, yeryüzünü bizim için mescit kıldı, toprağı da bizim için temizleyicidir.
Saflarımızı da meleklerin safları gibi yaptı. Kıyamet gününde melekler, yüce Rabbin
huzuruna saflar halinde geleceklerdir. Nitekim yüce Rab buyurdu M: «Melekler sıra sıra
dizilip Rabbinin buyruğu gelince.» (ei-Fecr,22.)
«Melekler, Aziz ve Celil olan Rablerinin huzurunda kıyamet gününde saf halinde durdukları
gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamıyacaktır. Konuştuğu zaman da
doğruyu söyleyecektir.» (en-
Nebe',38.)
Bu ayet-i kerimede1 geçen "Ruh" kelimesi ile âdemoğulları kastedilmiştir. İbn Abbas,Hasan
ve Katade böyle demişlerdir. Ruh kelimesiyle şekil bakımından ademoğullarına benzeyen
bazı meleklerin kastedildiği de söylenmiştir, tbn Abbas, Mücahit, Ebu Salih ve Ameş böyle
demişlerdir. Bu kelime ile Cebrail'in kastedildiği de söylenmiştir. Sabi, Said b. Cübeyr ve
Dahhak böyle demişlerdir. Ruh kelimesi ile bir meleğin kastedildiği söylenmiştir ki bu
melek, bütün mahlukatm büyüklüğüncedir. Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'ın böyle dediğini
rivayet etmiştir. İbn Ab-bas'a göre kıyamet gününde meleklerin en iri cüsseli olanı mahşer
yerine gelecektir ki, ona Ruh denilir.
İbn Cerir, îbn Mesud'un şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Ruh, dördüncü gök tabakasmdadır
ki o, göklerden de, dağlardan da ve bütün meleklerden de büyüktür*. Günde 12.000 defa
teşbih getirir, Allah onun her teşbihinden bir melek yaratır ve o melekler, kıyamet gününde
bir tek melek safına bedeldir.» Bu, cidden garip bir sözdür.
Taberanî, Abdullah b. Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın bir meleği vardır ki ona; "Göklerle yerleri bir lokma halinde yut." denirse bunu
yapar. O'nun teşbihi şöyledir: «Ey Rabbim, her nerede olursan ol, sen noksanlıklardan
münezzeh ve yücesin.» Bu hadis te cidden gariptir, mevkuf olabilir.
Arş'ı yüklenen meleklerin evsafım anlatırken Cabir b. Abdullah'tan şöyle bir rivayette
bulunmuştuk: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Arş'ı yüklenen Allah'ın meleklerinden biri
hakkında konuşmam için bana izin verildi: O meleğin kulak yumuşağı ile omuzu arasındaki
mesafe, 700 senelik yoldur.» Bu hadisi, Ebu Davud rivayet etmiştir. İbn Ebi Ha-tim'den
gelen bir rivayette ise şöyle denilmiştir:
«O meleğin kulak yumaşağı ile omuzu arasındaki mesafe, bir kuşun 700 senede uçabileceği
kadardır.»
Cebrail'in evsafı hakkında çok şeyler söylenmiştir. Yüce Allah buyurdu ki: «Ona, çetin
kuvvetlere sahip ve güçlü olan Allah öğretmiştir.»
(en-Necm,5.)
Anlatıldığına göre Cebrail, o kadar güçlü ve kuvvetliynıiş ki,Meda-yin şehrini Lut kavminin
üstüne kaldırmıştır. Onlar, içindeki ümmetlerle birlikte yedi kavim idiler ve 400.000'e yakın
kişiydiler. Ayrıca beraberlerinde diğer canlılar ve hayvanlar vardı. Medayin şehrinde bir çok
araziler, imaretler ve mahalleler vardı. Cebrail, bütün bunları kanadının ucu ile tutup
kaldırmış, göklerin ucuna kadar yükseltmişti. Öyleki göklerdeki melekler, Medayin şehrinde
uluyan köpeklerin ve öten horozların seslerim işitmişlerdi Sonra bu şehri ters çevirmiş, altını
üstüne getirmişti. İşte Cebrail, böylesine güçlü ve kuvvetli bir melektir. Cebrail, güzel
yaratılışa sahip yüce bir melektir. Nitekim başka bir ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı
Kerîm'den bahsederken şöyle buyurmuştur: «Bu Kur'an, şereûi bir elçinin (Cebrail'in)
getirdiği sözdür.» (et-Tekvîr,19.)
Evet, bu Kur'an, Allah katmda şerefli, güzel görünüşlü, güçlü bir elçi olan Cebrail'in
getirdiği bir sözdür. O, Arş'm sahibi katında itibarlı, yüksek mertebe sahibi ve onurlu bir
kimsedir. Mele-i a'la da yani yüce âlemlerde sözü dinlenen bir melektir. Büyük emanet
sahibidir. Bu yüzden o, Allah ile peygamberleri arasında elçilik görevi ifa etmektedir. Onlara
vahiy indirmektedir. O vahiyde doğru haberler, adil şeriatler vardır. Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Cebrail, çeşitli sıfatlara bürünerek Peygamber (s.a.v.)'e gelirdi. Peygamber
(s.a.v.) onu, Allah'ın yaratmış olduğu asli seldi ile iki kez görmüştür. Onun 600 kanadı vardı.
«Araları iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu. Allah o anda kuluna vahyedeceğini
etti.» (en-Necm,9-ıo.)
Buharı, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'i 600 kanatlı olarak görmüştür.»
îmanı Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'i asli suretinde gördü. Onun 600 kanadı vardı, her kanadı ufku
dolduracak büyüklükte idi, kanatlarından çeşitli renkte inci ve-yakutlar dökülüyordu ki,
onları Allah bilir.
«Andolsun ki Muhammed, Cebrail'i sınırın sonunda (Sidretü'l-Münteha'da) başka bir
inişinde de görmüştür.» (en-Necm,i3-u.)
İmam Ahmed b. Hanbel'in nakline göre Abdullah b. Mesud, bu ayetle ilgili olarak
Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Cebrail'i gördüm, 600 kanadı vardı. Kanadından çeşitli renklerde inci ve yakutlar
dökülüyordu.»
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Mesud'tan rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Cebrail'i, Sidretü'l-Münteha'nm üzerinde gördüm, 600 kanadı vardı.»
Ravi eliyor ki, Bu hadisi nakleden Asım'a kanatları sordum, o bana bir şey söylemeye
yanaşmadı. Ancak şöyle dedi: Arkadaşlarımdan birinin bana anlattığına göre Cebrail'in bir
kanadı, doğu ile batı ufukları arasını dolduracak kadar büyüktü.
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Cebrail, bana bir yeşillik içinde geldi ki, ona inciler asılı idi.»
«Muhammed'in gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.» (en-Necm ll.)
Bu ayetle ilgili olarak Abdurrahman b. Yezid, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet
etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'i gördü. Onun üzerinde iki refref hüllesi vardı ki gök
ile yer arasını doldurmuştu.»
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Mesruk'un şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben,
Aişe'nin yanındaydım. Ona şöyle dedim: Allah demiyor mu ki, «Andolsun ki o, Cebrail'i
apaçık ufukta görmüştür.» (et-Tekvtr,23); «Andolsun ki Muhammed, Cebrail'i başka bir
inişinde de görür.» (en-Necm,13.)
Benim bu soruma karşı Hz. Aişe şu cevabı verdi: «Ben bu soruyu, Rasûlullah'a bu ümmet
arasında soran ilk insanım. Rasulullah, bana cevaben dedi ki: «O ancak Cebrail'di. Onu, asli
suretinde ancak iki kez gördüm. Bir defasında gökten yere inişinde onu gördüm ki vücudu
yer ile gök arasını dolduracak büyüklükte idi.»
Buharı, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'e «Bizi daha fazla ziyaret
edemez misin?» diye sordu. Bunun üzerine şu
ayet-i kerime nazil oldu:
«Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz.Geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin ar'asmdakileri
bilmek, O'na mahsustur.» (Mcryem,64.)
Buharı, Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
« Rasulullah (s.a.v.), insanların en cömerdi idi. Ramazan'da Cebrail ile mülakat yaptığında
daha bir cömert olurdu. Cebrail, ramazanda her gece onunla mülakat yapar, onunla Kur'ân
dersi görürdü. Rasulullah (s.a.v.), esen rüzgardan daha cömert ve daha çok hayır yapan bir
kimseydi.»
Buharı, îbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ömer b. Abdülaziz, ikindi namazını
azıcık geciktirdi. Urve ona dedi ki: «Cebrail inip geldi ve Rasulullah (s.a.v.)'m önünde
namaz kıldn-dı.» Ömer ona dedi ki: Ey Urve, senin ne demek istediğini biliyorum. Beşir b.
Ebi Mesud'un şöyle dediğini işittim: Ebu Mesud, Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
işittiğim söyledi: «Cebrail indi, bana imamlık yaptı, ben de onunla beraber namaz kıldım.
Sonra onunla beraber kıldım. Sonra yine onunla beraber kıldım. Sonra yine onunla beraber
kıldım.» Rasulullah (s.a.v.) böyle derken parmağı ile sayıyordu. Böylece beş vakit namaz
saymış oldu.
İsrafil (a.s.)'in evsafına gelince o, Arşı yüklenenlerdendir. Rabbinin emri üzerine üç kez sûra
üfleyecektir. Birinci üflemesi, korkutma üfleyi-şidir. İkincisi, bayıltıp yere düşürme
üfleyişidir. Üçüncüsü, diriltme üf-leyişidir. Nitekim bu kitaptaki ilgili bölümde bu hususu
detaylı olarak açıklayacağız. Sûr, içine üflenen bir boynuzdur. Onun genişliğinin çapı, gök
ile yer arasındaki mesafe kadardır. Onun içinde kulların ruhlarının yeri vardır. Allah ona,
kulları diriltmek için üflemesini emrettiği zaman üfler ve ruhlar oradan tutuşarak çıkarlar.
Aziz ve Celil olan Rab der ki: «Onur ve üstünlüğüme andolsun ki her biriniz, bedenlerinize
döneceksiniz. Dünyada yaşattığınız bedenlere girin.» Böylece ruhlar, mezarların-daki
cesetlere girerler. Zehirin, ısmlmış kimsenin vücuduna girişi gibi girer ve cesetleri diriltirler
Böylece mezarlar açılır, hepsi hızla koşup haşir meydanına giderler. Bununla ilgili
açıklamalar ilgili bölümde verilecektir. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
«Sûrun sahibi, sûru ağzına alıp alnını eğmiş ve üfleme iznini beklemekte iken ben nasıl
rahat ederim?» Dediler ki: «Sen ne dersin Ya Rasû-lallah?» Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Allah bize yeter, O ne güzel ve-kiidir. Allah'a tevekkül edip ezandık.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.) Sûr sahibini anlattı ve dedi ki: «O'nun sağında Cebrail, solunda da Mikail (a.s.)
vardır.»
Hafiz Ebu'l-Kasım et-Taberanî, îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), bir ara Cebrail ile beraber iken bir tarafta göğün ufku yarıldı, İsrafil yere
indi, salınarak geldi. Peygamber (s.a.v.)'in karşısında durup şöyle dedi:
- Ya Muhammedi Cenâb-ı Allah, kul peygamber veya hükümdar peygamber olmak arasında
seni muhayyer kıldı. Ya kul peygamber ya da hükümdar peygamber olmaktan birini seç.
Peygamber (s.a.v.), olayın bundan sonrasını şöyle anlatıyor: «Cebrail, eli ile bana işaret
ederek mütevazi olmamı Öğütledi, ben de onun bana öğüt verdiğini anladım ve soruyu
soran meleğe: «Kul peygamber olmak istiyorum.» diye cevap verdim. O melek semaya
yükseldi. Cebrail'e dedim ki:
- Bu durumu senden sormak istedim. Ancak meşgul olduğunu gördüğüm için soramadım.
Ey Cebrail, bu gelen kimdi?
- Bu, İsrafil (a.s.) idi. Cenâb-ı Allah'ın kendisini yarattığı günden beri o, Allah'ın huzurunda
esas duruş vaziyetinde beklemektedir. Gözlerini kaldırıp bakmaz. Onunla Rabbi arasında
yetmiş nur vardır. O nurdan birine her kim yaklaşırsa mutlaka yanar. Onun önünde bir levha
vardır. Allah, gök veya yer işlerinden birinin yapılmasına izin verdiği zaman o levha kalkıp
İsrafil'in gözü önüne getirilir. Levhaya bakar. Eğer benimle ilgili bir işin yapılması
emredilmekte ise emri bana iletir, eğer Mikail 'in yapması gereken bir iş emredilmekte ise
emri Mikail'e iletir, eğer ölüm meleğinin yapması gereken bir iş emredilmekte ise emri ona
iletir.
- Ey Cebrail, sen hangi işle görevlisin?
- Rüzgar ve ordularla görevliyim.
- Mikail hangi işle görevlidir?
- Yağmur ve nebatat işiyle görevlidir.
- Ölüm meleği hangi işle görevlidir.
- Ruhları teslim almakla görevlidir. Ben, onun ancak kıyamet kopması saatinde ineceğini
sanıyordum. Ve senin bende gördüğün hal, kıyamet saatinin gelmesinden korkmam dır.» Bu
hadis gariptir.
Sahih-i Müslim'de Aişe (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), geceleyin
kalkıp namaz kılarken şöyle dua edermiş: «Ey Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabbi olan,
göklerle yeri yaratan, görünür görünmez âlemlerin hakkında bilgi sahibi olan Allah'ım! Sen
anlaşmazlığa düştükleri hususlarda kullarının arasında hükmedersin. Beni de üzerinde
ihtilafa düşülen Hak yolda hidayete ilet, bunu izninle yap. Sen dilediğini dosdoğru yola
iletirsin.»
Sûrla ilgili hadiste anlatıldığına göre insanların kıyamet vakti düşüp Ölmelerinden sonra
Cenâb-ı Allah, sûru üflemesi için ilk olarak İsrafil'i diriltecektir.
Muhammed b. Hasen En-Nakkaş'm anlattığına göre İsrafil, Adem (a.s.)'e ilk secde eden
melektir. Bunun için Cenâb-ı Allah onu, Levh-i Mahfuz'un korunmasıyla görevlendirmiş ve
onu mükafatlandırmıştır.
«Allah'a, peygamberlerine, meleklerine, Cebrail'e ve Mikaü'e düşman olan kimse, inkar
etmiş olur.» (ci-Bakara,98.) Cenâb-ı Allah bu ayet-i kerimede şerefli ve üstün varlıklar
oldukları için- Cebrail ile Mikail'i melekler üzerine atfetmiştir. Cebrail, büyük bir melektir.
Onunla ilgili açıklamalar önceki kısımlarda verilmiştir. Mikail'e gelince o yağmur ve nebatat
işleri ile görevlidir. Aziz ve Celil olan Rabbi katmda büyük itibar sahibidir. Allah'a yakın
meleklerin en şereflilerin dendir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Cebrail'e dedim ki:
- Buna ne olmuş? Mikail'in güldüğünü hiç görmedim. Cebrail şöyle cevap verdi:
- Ateş yaratılalı beri Mikail hiç gülmemiştir.»
Kur'ân'da adları açıkça anılan melekler işte bunlardır. Sahih hadiste Peygamber Efendimizin
duasında da adları geçen melekler bunlardır: «Ey Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabbi
olan Allah'ım!...»
Cebrail, ümmetlere tebliğ edilmesi için peygamberlere vahiy getirirdi.
Mikail ise, yağmur ve nebatat işleri ile görevlidir. Bu dünyadaki rızıklar, yağmur ve
bitkilerden meydana gelir. Ayrıca Mikail'in, ilahî emirleri yerine getirme hususunda
buyruğunu yerine getiren yardımcıları da vardır. Onlar Aziz ve Celil olan Allah'ın dilediği
yerlere rüzgarları ve bulutları sevkederler. Önceki kısımlarda da rivayet ettiğimiz gibi
gökten yere inen her yağmur damlasıyla birlikte bir melek de iner ve o yağmur damlasını
yeryüzündeki yerine bırakır.
israfil, ölülerin mezarlarından kalkmaları için kıyamet gününde sûra liflemekle görevlidir.
Mezarlarından dirilip kalkan ölüler, kıyamet gününde mahşer yerine gidip hazır bulunurlar
ki şükreden kimseler felaha ersinler, nankörler de cezalarını bulsunlar, şükreden kimselerin
günahları bağışlanacak, gayretleri de karşılığını bulacaktır, nankörlerin amelleri ise boşa
çıkacak ve onlar ölüm istiyecek, vaveyla edeceklerdir.
Cebrail de getirdiği hidayetin sonuçlarım elde edecektir. O, vahiy getirmekle görevlidir.
Mikail'e gelince o, görevli olduğu rızık işlerini yürütmekle memurdur. İsrafil ise, yardım ve
ceza işleriyle görevli olup. bu işleri yürütür. Ölüm meleğine gelince, ne Kur'ân'da ne de
sahih hadislerde onun adından açıkça bahsedilin emektedir. Sadece bazı eserlerde . onun adı
Azrail olarak geçmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Ey Muhammedi De İd: «Size vekil kılman ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz.»(es-Secde, 11.)
Ölüm meleğinin, kulların ruhlarını kabzetmede, bedenlerinden çıkarıp boğaza getirinceye
kadar yardım eden muavinleri vardır. Can boğaza geldikten sonra Ölüm meleğinin kendisi o
canı çıkarır, çıkardıktan sonra da bir saniye bile elinde kalmadan yardımcıları ruhu, onun
elinden alıp münasip bir kefene sararlar. Nitekim bir ayet-i kerimede bu husus şöylece
açıklanmıştır:
«Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar.» (Ibrâhîm; 27.)
Yardımcı melekler teslim alınan ruhu, Azrail'den ahp yükseklere çıkarırlar. Eğer salih bir ruh
ise ona göklerin kapıları açılır, aksi takdirde gök kapıları açılmaz ve yere fırlatılır. Nitekim
yüce Allah buyurmuş ki:
«O, kulların üstünde yegane hakimdir, size koruyucular gönderir, artık birinize ölüm gelince
elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar. Sonra gerçek Mevlalarma
döndürürler. Haberiniz olsun, hüküm O'nundur. O, hesap görenlerin en süratlisidir.» (el-
En'âm,61-62.)
Rivayete göre İbn Abbas ile Mücahid ve diğer bazıları demişler ki: Yeryüzü, ölüm meleğinin
elinde bir tas gibidir. Onu dilediği tarafından tutar. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi
ölüm melekleri insana, ameline göre kılıklara bürünerek gelirler, eğer kişi mü'min ise, ölüm
melekleri beyaz yüzlü, beyaz elbiseli ve güzel kokulu bir surette onun yanına gelirler, eğer
kişi kafir ise bunun tersi bir şekilde onun yanma gelirler. Bundan Allah'a sığınırız.
İbn Ebi Hatim, Cafer'in babası Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.), Ensâr'dan ölmek üzere olan bir adamın yanına gelen ölüm meleğine baktı ve ona
şöyle dedi: «Ey ölüm meleği, arkadaşıma merhametle muamele et, o mü'mindir.» Ölüm
meleği de ona şöyle cevap verdi: «Ya Muhammed, gönlün müsterih olsun, gözün aydın olsun,
doğrusu ben, mü'min olan herkese merhametle muamele ederim. Şunu bilesin ki
yeryüzünde ne bir çadır, ne de taştan yapılmış bir ev ne de denizdeki bir yer yoktur ki ben
her gün orayı beş kez kontrol etmiş olmayayım. Öyle ki o evlerde bulunan büyük küçük
herkesi tanırım. Allah'a yemin ederim ki, Ey Muhammed, eğer ben bir sivrisineğin canım
almak istesem dahi bunu yapamam, ancak Allah emrederse yaparım.»Cafer b. Muhammed
es-Sadık dedi ki: "Bana ulaşan bir habere göre ölüm meleği, insanları namaz vakitlerinde
kontrol edermiş, eğer kişi can çekiştiği zaman daha önce namazına devam eden
kimselerdense ölüm meleği ona yaklaşır, şeytanı ondan uzaklaştırır ve ona, demeyi o zorlu
halde iken telkin eder.» Bu, mürsel bir hadistir ve ihtilaf konusudur. Bu hadisin devamında
anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, mahlukatm düşüp ölmeleri için İsrafil'e, sûra üflemesini
emreder. O da üfleyince göklerde ve yerlerdeki canlıların tamamı düşüp ölür. Ancak Allah'ın
hayatta kalmalarını istediği kimseler hariç. Ölüm meleği, Aziz ve Cebbar olan Allah'ın
yanma gelir ve der ki:
-Ya Rab, göklerde ve yerlerde senin, hayatta kalmalarım dilediğin kimseler dışındaki herkes
öldü.
Hayatta kalanları elbette ki kendisi daha iyi bildiği halde yüce Allah, Ölüm meleğine sorar:
- Kimler hayatta kalmış?
- Ölümsüz ve diri olan sen, Arşını taşıyanlar, Cebrail ve Mikail hayatta kalmıştır.
- Cebrail ile Mikail ölsünler. Arş-ı A'la der ki:
- Ya Rab, Cebrail ile Mikail mi ölsünler diyorsun?
- Sus! Ben, Arşımın altında bulunan herkesin ölmesini takdir ettim. Bu ikisi Öleceklerdir.
Sonra ölüm meleği, Aziz ve Cebbar olan Allah'ın yanma gelip şöyle der:
- Ya Rab, Cebrail ile Mikail öldüler.
Hayatta kalanları kendisi daha iyi bildiği halde yüce Allah sorar:
- Kimler hayatta kaldı?
- Ölümsüz ve diri olan sen, Arşını taşıyan melekler ve bir de ben hayatta kaldık.
- Arşı taşıyan melekler de ölsünler.
Arş'ı taşıyan melekler de ölürler. Cenâb-ı Allah, Arş'a emir verir, Arş" ta sûru İsrafil'den alır,
sonra ölüm meleği gelip şöyle der:
- Ya Rab, senin Arşını taşıyan melekler de öldüler. Hayatta kalanları kendisi daha iyi bildiği
halde yüce Allah sorar:
- Kimler hayatta kaldı?
- Ölümsüz ve diri olan sen, bir de ben...
- Sen de benim yaratıklarımdan bir yaratıksın, seni bir iradem gereği olarak yaratmıştım,
şimdi öl.
Ölüm meleği de ölür, o zaman Bir, Kahhar, Tek, hiç bir şeye muhtaç olmayan, her şeyin
kendisine muhtaç olduğu, doğmayan, doğurmayan, dengi ve eşi bulunmayan Allah baki
kalır, tıpkı daha önceden kendisi var olduğu gibi sonra da var ve baki olacaktır.»
Kur'ân-ı Kerîm'de adlarından açıkça bahsedilen meleklerden Ha-rut ile Marut ta vardır.
Selef ulemasından bir grup böyle demişlerdir. Bunların kıssaları ve akibetleri hakkında bir
çok rivayetler nakledilmiştir ki, çoğu israiliyat haberleridir. Bu rivayetlerden birinde anlatıldığına
göre Zühre yıldızı, çok güzel bir kadın suretinde bu Harut ile Marufun karşısına
çıkmıştır. Ali, İbn Abbas ve İbn Ömer'den de nakledildiğine göre Zühre yıldızı, zamanında
bir kadınmış. Harut ile Marut ondan, kendileriyle yatmasını istediklerinde bu isteklerini ismi
azâmi kendisine Öğretmeleri karşılığında kabul etmiş. Onlar ism-i azâmi kendisine
öğretipte o, bu duayı okuyunca semaya yükselmiş ve bir yıldız haline gelmiştir.
"Müstedrek" adlı eserinde İbn Abbas'tan rivayette bulunan Hakim demiştir ki: Harut ile
Marut zamanında çok güzel bir kadın vardı. O kadının diğer kadınlara nisbetle güzelliği,
Zühre yıldızının diğer yıldızlara nisbetle güzelliği kadar fazlaydı.
Bu rivayet, Zühre hakkında varid olan sözlerin en güzelidir. Sonra anlatıldığına göre Harut
ile Marufun kıssası, İdris peygamber zamanında cereyan etmiştir. Süleyman Peygamber
zamanında cereyan etmiş olduğuna dair başka bir rivayet te vardır. Nitekim bunu tefsirimizde
detaylı surette açıklamıştık.
Kısaca anlatmak istediğimiz şudur M, Zühre yıldızı ve Harut ile Marut hakkında nakledilen
haberler, Kabü'l-Ahbar tariki ile gelen israiliyat haberleridir. Nitekim tefsirinde
Abdürrezzak, Sevrî'den, Musa b. Ukbe'den, Salim'den, İbn Ömer'den, Kabü'l-Ahbar'dan
böyle nakillerde bulunmuştur ki, bu senedi sahih bir rivayettir. Bu rivayetin ricali de adaleti
sabit olan kimselerdir. Doğrusunu Allah bilir.
««Babil'de melek denilen Harut ve Marufa birşey indirilmemişti.» ayet-i kerimesinde geçen
Harut ile Marut isimlerinin, iki cin kabilesi olduğunu İbn Hazm söylemiştir İd, bu,
hakikatten uzak ve garip bir söz-' dür. Bazı kimseler, bu ayetteki melek kelimesini, melik
şeklinde okumuş ve bunların Farslardan manevi mezhebine mensup kimseler olduklarını
söylemişlerdir. Dahhak böyle demiştir. Bazıları ise, bunların gökteki iki melek olduğunu,
ancak Allah'ın ezeli takdiri gereği haklarında cari olan bir kader gereğince İblis'in hükmüne
tabi olduklarını söylemişlerdir. Tabii melek olduklarını söyleyenlere göre bu böyledir, ama
sahih kavle göre bunlar cinlerdendir.
Hadiste ismi geçen meleklerden ikisi, Münker ile Nekir'dir. Kabir sualKle ilgili bir çok
hadiste bunların adı geçmektedir.
«Allah, inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar, zalimleri de
saptırır. Allah dilediğini yapar.» (îbrâhîm, 27.)
Bu ayet-i kerimeden bahsederken Münker ile Nekir'in mezarda ölüyü sorgulamakla görevli
olduklarını, ona Rabbini, dinini, peygamberini sorduklarım, iyi veya kötü herkesi imtihana
tabi tuttuklarını anlatmıştır. Keskin bakışlı, ayrık ve sivri dişli, korkunç görüntülü, ürkütücü
bir sese sahiptirler. Allah, bizleri kabir azabından korusun ve orada sabit sözü (Keliıne-i
Tevhid'i) bizlere söylemeyi n^sib eylesin. Amin.
Buharı, Hz. Aişe (r.a.)'nin Peygamber (s.a.v.)'e şöyle bir soru yönelttiğini rivayet etmiştir:
- Uhud gününden daha şiddetli bir günle karşılaştın mı?
- Kavmimden çok sıkıntılar çektim. En çok ta Akabe gününde sıkıntı çektim. Çünkü
kendimi Abdi Ya Leyi b. Abdi Külal'in oğluna (beni himaye etmesi için) arzettinı ama
isteğime cevap vermedi. Üzüntülü bir şekilde yoluma devam ettim. Karnüs Sealip denen
yere geldiğimde kendime geldim. Başımı kaldırdım, baktım ki, bir bulut beni gölgelendiriyor.
Buluta iyice baktığımda içinde Cebrail'i gördüm, bana şöyle seslendi:
- Doğrusu Allah, kavminin sana söylediklerim ve verdikleri cevabı işitmiş ve s ana, dil
ediğin emri kendisine vermen için dağların meleğini göndermiştir.
Cebrail böyle dedikten sonra dağların meleği bana seslendi, selam verdi ve şöyle dedi:
- Ya Muhammedi Dileğin nedir? Eğer istersen, şu Ahşabeyn dağlarını senin kavminin
üzerine kaldırıp bırakırım. Ben de dedim ki:
- Hayır, umarım ki Allah, onların soyundan sadece Allah'a ibadet eden ve O'na hiç bir şeyi
ortak koşmayan kimseleri dünyaya getirecektir. [3]
Fasıl
Melekler, Cenâb-ı Allah'ın kendilerini yaratmış olduğu görevleri' bakımından kısımlara
ayrılırlar. Bir kısım melekler Arş'ı taşırlar. Nitekim bunlardan önceki sayfalar da
bahsetmiştik. Bir kısım meleklere Kerrübiyun melekleri denir ki bunlar Arş'm
çevresindedirler. Arş'ı taşıyan meleklerle birlikte diğerlerinin en şereflileridirler. Bunlar
Mukar-reb (gözde) meleklerdir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler.» (en-Nisâ,172.)
Cebrail ile Mikail de meleklerdendir. Bunların, mü'minler için gıyaben mağfiret dilediklerini
Cenâb-ı Allah bildirmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: «Arş'ı yüklenen
ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler, O'na inanırlar. Mü'minler için:
«Rabbimiz, ilmin ve rahmetin her şeyi içine almıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları
bağışla; onları Cehennem'in azabından koru» diye bağışlanma dilerler.
«Rabbimiz! Mü'minleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz
verdiğin Adn Cennetlerine koy. Şüphesiz güçlü olan, Hakim olan ancak sensin. Onları
kötülüklerden koru! O gün o kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet etmiş
olursun. Bu büyük kurtuluştur.» (ci-Cafîr,7-9.)
Meleklerin seciyeleri, böylesine teiniz bir seciye olduğuna göre kendileri de bu seciyeye
sahib olan kimseleri severler. Özü sözü doğru ve sözü doğrulanmış olan Muhammed (s.a.v.),
bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: «Kul, kardeşi için gıyaben dua ettiği, zaman melek
de amin ve senin için de aynı şey olsun, der.»
Meleklerden bir kısmı, yedi kat gökte devamlı suretle gece gündüz, sabah akşam ibadetle
meşguldürler. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Gece gündüz bıkmadan teşbih ederler.» (ei-Enbiyâ,20)
Meleklerden bir kısmı devamlı rükû halinde, bir kısmı devamlı kıyam halinde, bir kısmı da
devamlı secde halindedir. Meleklerin bir kısmı da grup grup Beyt-i Ma'mur'a gidip ziyarette
bulunurlar. Günde 70.000 melek oraya gider, orayı ziyaret edip ayrıldıktan sonra bir daha
oraya dönme sırasını elde edemezler. Meleklerin bir kısmı, Cennet'teki işleri yürütürler.
Cennetlikler için hizmet hazırlığında bulunurlar. Onları ağırlamak için gerekli elbise,
mücevher, mesken, yiyecek, içecek ve diğer ikramları hazırlarlar ki bu ikramları ne gözler
görmüş, ne kulaklar işitmiş ne de insan kalbinden geçirmiştir.
Cennet hazini bir melek vardır İd ona Rıdvan denilir, bunun adı bazı hadislerde" sarih olarak
geçmektedir. Cehennem görevlisi meleklere de Zebani denir. Bunların reisleri ondokuz
tanedir ki başlarında Malik vardır. O da bütün Zebanilerin reisidir. Zebaniler den şu ayet-i
kerimelerde bahsedilmiştir:
«Ateşte olanlar, Cehennem'in bekçilerine: "Rabbinize yalvarm da hiç değilse bir gün,
azabımızı hafifletsin." derler.» (cl-Mü'mm,49.)
«Cehennem'de şöyle seslenirler: «Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın.» Nöbetçi:
«Siz böyle kalacaksınız.» der. Andolsun ki, size gerçeği getirdik, fakat çoğunuz gerçeği
sevmiyorsunuz.» (ez-Zuhmf,77-78.)
«Görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanlan
yerine getiren pek haşin meleklerdir.» (et-Tahnm,6.)
«Orada ondokuz bekçi vardır. Cehennem'in bekçilerim yalnız meleklerden kılmışızdır.
Sayılarım bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitab
verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık.
Kendilerine kitab verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar
ve inkarcılar: «Allah bu misalle neyi murad etti?» desinler. İşte Allah, böylece
dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası
bilmez.» (ci-Müddessir,30-3i.)
Melekler, ademoğlunu muhafaza etmekle görevlendirilmişlerdir. Nitekim yüce Allah
buyurmuş ki:
«Allah'a göre aranızdan sözü gizleyen ile açığa vuran ve geceye bürünerek gizlenip
gündüzün ortaya çıkan arasında fark yoktur.
Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır, Allah'ın emri ile onu gözetirler. Bir
kavim kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin
fenalığını dileyince, artık onun Önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka hami de
bulunmaz.» (er-Ra'd,10-12.)
Yukarıdaki ayet-i kerime ile ilgili olarak Valibî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
İnsanı, ardından ve önünden takip edip himaye edenler meleklerdir. O'nu, Allah'ın emrinden
korurlar. Melekler, onu önden ve arkadan koruma altına alırlar. Allah'ın kaderi geldiğinde
yanından uzaklaşırlar.
Mücahid dedi ki: Her kulu uyku halinde, uyanıklık halinde, cinlere, insanlara ve yırtıcı
hayvanlara karşı koruyan görevli bir melek vardır. Başına bir iş geleceği zaman melek onu
uyararak arkana bak, der. Ancak Allah'ın, yapılmasına izin verdiği şey geldiğinde melek onu
uyarmaz ve o şey kulun başına gelir.
Ebu Üsame dedi ki: «Her ademoğluyla birlikte bir melek vardır ki onu korur ve savunur,
ancak takdir gelince onu takdire teslim eder.»
Ebu Miclez dedi M: «Adamın biri, Hz. Ali'nin yanma gelip şöyle dedi:
- Murat kabilesinden bazı kimseler" seni öldürmek istiyorlar. Hz. Ali de o adama şu cevabı
verdi:
- Her adamın beraberinde koruyucu iki melek vardır. Bunlar onu, hakkında takdir edilmemiş
şeye karşı korurlar ama takdir edilen şey geldiğinde onu yalnız bırakırlar, doğrusu ecel,
sağlam bir kalkandır.»
Bazı melekler de kulların işledikleri amelleri kayda geçirmekle görevlidirler. Nitekim yüce
Allah buyurmuş ki:
«Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak
onun söylediği her sözü zaptederler.» (ei-Kâf.17-18.)
«Oysa yaptıklarınızı bilen, değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.» (el-înfitâr,10-12.)
Hafız Ebu Muhammed Abdurrahman b. Ebi Hatim er-Razî, Müca-hid'den rivayet etti ki,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Sizin yanınızdan ayrılmayan Kirame'n-Katibin meleklerine saygı gösterin, onlar sadece
cünüblük ve abdest bozmanız halinde yanınızdan ayrılırlar, biriniz gusül yaptığı zaman bir
duvar dibinde veya devesinin duldasında kendini duldaya alsın, ya da kardeşinin duldasına
girsin.»
Bezzar, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah, sizi çıplak durmaktan meneder. Allah'tan ve beraberinizde-ki Kirame'n-Katibin
meleklerinden utanın. O melekler ki, abdest bozma, cünüb kalma ve gusül yapmanız halinde
yanınızdan ayrılırlar. Sizden biri açık yerde gusül yaptığı zaman elbisesi ile örtünsün veya
bir duvarın yahut devesinin duldasına girsin.»
Meleklere saygı göstermekten kasıt, onlardan utanmaktır. Hiç kimse, onların yazacağı kötü
amelleri, çirkin işleri onlara zapt ettirmesin. Çünkü Allah, yaratılış ve huy bakımından onları
mükerrem yaratmıştır. Onların ne kadar mükerrem varlıklar olduğunu şu hadis-i şerif
göstermektedir:
« Melekler, içinde suret, köpek ve cünüb bulunan eve girmezler.»
Hz. Ali'den gelen bir rivayette de şu ilave vardır:
«Etrafında sidik bulunan bir eve de melekler girmezler.»
Ebu Said'in merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«İçinde resim ve heykel bulunan bir eve, melekler girmezler.»
Zekvan Ebu Salih es-Semak, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti M, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Beraberlerinde köpek veya çan bulunan yoldaşlara melekler yoldaşlık etmezler.»
Bezzar, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın melekleri vardır ki onlar ademoğullarını ve onların işledikleri amelleri bilip
tanırlar. Allah'ın taatiyle amel eden bir kula baktıkları zaman, onu kendi aralarında adım
vererek anar ve onun hakkında; «Bu gece falan adam felaha erdi, bu gece falan adam
kurtuluşa erdi.» derler. Allah'a karşı ma'siyet (günah) işleyen bir kula baktıklarında onun da
adını vererek kendi aralarında anarlar ve; «Bu gece falan adam helak oldu.» derler.»
Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Melekler nöbet tutarlar. Gece nöbetçisi olan melekler vardır, gündüz nöbetçisi olan
melekler vardır. Bunlar sabah ve ikindi namazlarında nöbet değişimi yaparlar, geceyi
yanınızda geçirmiş olan melekler, nöbetlerini devrettikten sonra Allah'ın huzuruna çıkarlar.
O, (kullarının durumunu) daha iyi bildiği halde sizi onlara sorar ve: «Kullarımı ne halde
bıraktınız?» der. Onlar da şu cevabı verirler: «Onları namaz kılarken bıraktık, yanlarına
gittiğimizde de namaz kılıyorlardı.»
Bezzar, Enes (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Amelleri zaptedici iki melek, Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna çıkarken bir günde
zaptettikleri amelleri Allah'a arzederler. O da'sayfanın başında ve sonunda istiğfarı görünce
mutlaka şöyle der:
«Kulumun bu sahifenin başı ile sonu arasında zapta geçmiş bulunan bütün günahlarını
bağışladım.»
Kısaca demek istediğimiz, şudur ki, her insanın iki koruyucu meleği vardır. Bunlar onu,
önden ve arkadan Allah'ın emrine karşı yine Allah'ın emriyle korurlar. Yine kulun sağında
ve solunda iki yazıcı melek vardır. Sağdaki yazıcı melek, soldaki yazıcı meleğin amiridir.
Nitekim bu hususu, aşağıdaki ayet-i celileyi tefsir ederken açıklamıştık:
«Sağında ve solunda onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak
söylediği her sözü zaptederler.» <ei-Kâf,i7-i8.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
«Sizden her birinize cinlerden ve meleklerden birer arkadaş verilmiştir.
Dediler ki:
- Ya Rasûlallah, sanada mı verilmiştir? ' Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
- Bana da verilmiştir, ancak cin arkadaşıma karşı Allah bana yardım etmiştir, o cin, bana
hayırdan başka bir tavsiyede bulunamaz.»
Muhtemelen bu iki arkadaştan melek olan, insanı korumakla görevli olan melekten başka bir
melektir ki o, insana doğru yolu göstermek ve Rabbinin izni ile hayır yolunu göstermekle
görevlendirilmiştir. Nitekim cinlerden ve şeytanlardan olan arkadaşı da insanı hep fesada ve
sapıklığa sürüklemekle görevlidir. Masum kişi, yüce Allah'ın koruduğu kişidir. Allah'ın
yardımını diliyoruz. Yardımına başvurulacak zat yüce Allah'tır.
Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Cuma günü olduğunda mescitlerin kapılarına melekler gelip dururlar, içeriye girenleri
sırasıyla yazarlar, imam oturduğu zaman defterleri dürer ve zikri dinlemeye gelirler.»
Yüce Allah buyurdu ki:
«Sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahid olur.» (el-îsrâ,78.)
Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bu ayet-i kerimeyi
açıklarken şöyle buyurmuştur: «Sabah namazına gece melekleri ile gündüz melekleri gelip
şahid olurlar.»
Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Cemaatle kılman namaz, münferit olarak kılman namazdan yirmi beş derece daha
faziletlidir. Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah namazında bir araya gelirler.»
Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle diyordu: Dilerseniz şu ayeti okuyun;
«Sabah vaktinde namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahid
olur.»
Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Erkek karısını yatağına davet eder de karısı davetine icabet etmez ve erkek öfkeli olarak
yatarsa, sabaha kadar melekler onun karısına lanet okurlar.»
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan. bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«İmam, âmin dediği zaman siz de âmin deyin, zira âmin deyişi, meleklerin âmin deyişine
denk gelen kimsenin önceki günahları bağışlanır.»
Sahih-i Buharî'de sabit olan bir hadiste de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«İmam, âmin dediği zaman semadaki melekler de âmin derler. Amin deyişi, meleklerin âmin
deyişine denk gelen kimsenin önceki günahları bağışlanır.»
Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«İmam, "Semiallâhü limen hamideh" dediği zaman siz de, "Alla-hümme Rabbena ve lekel
hamd" deyin. Zira sözü, meleklerin sözüne denk gelen kimsenin Önceki günahları
bağışlanır.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın, yeryüzünde, insanların amellerini yazan meleklerden ayrı olarak gezici melekleri
de vardır. Bunlar, Allah'ı zikreden bir topluluk gördüklerinde birbirlerine şöyle hitab ederler:
«Aradığınıza gelin.», gelirler. Dünya semasına inerler. Cenâb-ı Allah, onlara şöyle sorar:
- Kullarımı ne iş yaparken bırakıp geldiniz?
- Onları, seni hamd, temcid ve zikrederken bırakıp geldik.
- Onlar beni görmüşler midir?
- Hayır.
- Onlar beni görselerdi nasıl olurdu?
- Eğer seni görselerdi, daha çok hamdeder, temcid eder ve zikrederlerdi.
- Onlar ne istiyorlar?
- Cenneti istiyorlar.
- Cenneti görmüşler midir? -Hayır.
- Cennet'i görselerdi nasıl olurdu?
- Eğer Cenneti görselerdi, ona karşı daha tutkulu olurlar ve daha çok isterlerdi.
- Onlar neden sığmıyorlar?
- Ateşten sana sığınıyorlar. -Ateşi görmüşler midir?
- Hayır.
- Görselerdi nasıl olurdu?
- Eğer ateşi görselerdi, ondan daha çok kaçarlar ve daha çok korkarlardı.
- Şahit olun, ben onları bağışladım.
- İyi ama onların arasında günahkar olan falan kimse vardı, o sadece bir iş için onların
yanma gelmişti.
- Onlar öyle bir topluluktur ki, meclislerinde oturan kimse (her ne vasıfta olursa olsun)
bedbaht olmaz.»
' İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Bir kimse, bir mü'minin dünya sıkıntılarından birini gidererek nefes aldınrsa, Allah'ta onu
kıyamet gününün sıkıntılarından kurtarıp nefeslendirir. Bir kimse, bir Müslümanm ayıbını
gizler ise, Allah da dünya ve ahirette onun (ayıbını gizler), kul, kardeşine yardım ettiği sürece
Allah ta ona yardımcı olur. Bir kimse, ilim elde etmek maksadıyla bir yola koyulursa
Cenâb-ı Allah, onun Cennet'e götürücü yolunu kolaylaştırır. Bir topluluk, Allah'ın
evlerinden birinde bir araya gelip Allah'ın kitabını okur,kendi aralarında onu ders olarak ele
alırlarsa, üzerlerine huzur iner, rahmet onları kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah ta onları
kendi yanındaki kimselere (meleklere) anlatır. Bir kişiyi, ameli geciktirir (geride biralar)
ise soyu onu hızlandırmaz, (ileriye götürmez.)»
İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Ebu Derda'dan merfu olarak şöyle bir hadis rivayet
edilmiştir:
«Yapdığı işe razı oldukları için melekler ilim talebesinin önüne kanatlarım sererler.» Yani
ona karşı mütevazı olurlar. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Onlara acıyarak alçak, gönüllülük kanatlarını ger» (ei-îsrâ, 24.)
«Sana uyan mü'minleri kanatlarının altına al.» (eş-şuarâ, 215.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Allah'ın yeryüzünde gezici melekleri vardır. Ümmetimin selamlarını bana tebliğ ederler.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Melekler, nurdan yaratıldılar. Cinler, dumansız ateşten yaratıldılar. Adem ise, size anlatılan
şeyden yaratıldı.»
Melekler ile ilgili bir çok hadis vardır. Allah'ın bize nasib ettiği kadarını burada naklettik.
Hamd Allah'adır. [4]
Fasıl
İnsanlar, meleklerin beşere nisbetle daha üstün olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Bu mesele, daha çok kelamcılarm kitaplarında görülmektedir. Bu hususta Mutezilüer ve
onlara muvafakat edenlerle kelamcılar arasında ihtilaf vardır. Bu mesele ile ilgili olarak
gördüğüm en eski söz, Hafız İbn Asakir'in kendi târihinde Ümeyye b. Amr b. Said b-. As'm
biyografisinden bahsederken söylediği sözdür: Ümeyye, Ömer b. Abdülaziz'in meclisine
gitmiş. Yanında da bir cemaat varmış. Ömer b. Abdülaziz: «Allah katında insandan daha
kıymetli bir şey yoktur.» demiş ve sözünü teyid etmek için de şu ayet-i kerimeyi delil olarak
ileri sürmüştü:
«İnanıp yararlı iş işleyenler, işte onlar da yaratıkların en iyileridirler.» (el-Beyyinc,7.)
Ömer b. Abdülaziz'in bu görüşüne, Ümeyye b. Amr b. Said de muvafakat etmişti. Ancak
İrak b. Malik şöyle karşılık vermişti: «Allah katında meleklerinden daha kıymetli ve üstün
bir varlık yoktur. Çünkü onlar, onun iki evinin hizmetçileridirler. Peygamberlerine
gönderdiği elçileridirler.» Böyle derken şu ayet-i kerimeyi delil olarak ileri sürmüştü:
«Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi, melek olmanızı veya burada temelli kalmanızı
önlemek içindir.» (cl-Arâf, 20.)
Ömer b. Abdülaziz, meclisinde bulunan Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye: «Sen ne diyorsun
ey Ebu Hamza?» diye sorunca o da şu cevabı vermişti:
«Cenâb-ı Allah, Adem'i mükerrem kıldı, onu, kendi eliyle yarattı ve ona kendi ruhundan
üfledi, melekleri ona secde ettirdi. Onun soyundan peygamberleri ve mürselleri gönderdi,
melekleri de ona ziyaretçi olarak gönderdi.»
Muhammed b. Kab böyle diyerek Ömer b. Abdülaziz'in görüşüne muvafakat etti. Ancak
delil olarak, onun ileri sürdüğü ayetten başka bir delile dayandı. Bu hususta ileri sürülen en
kuvvetli delil, şu ayetin sarih ifadesidir: «İnanıp yararlı iş işleyenler...» ayet-i kerimesi,
sadece insanlara mahsus değildir. Cenâb-ı Allah, meleklerini de mü'minlikle nitelemektedir.
Onlar hakkında şöyle der: «Melekler, O'na iman ederler.» Cinler de aynı niteliğe sahiptir.
O'nlar da imanla muttasıfhrlar: «Şüphesiz, doğruluk rehberi olan Kur'ân'ı dinlediğimizde
ona inandık.» (el-Cinn, 13.)
«İçimizde kendini Allah'a vermiş olanlar da vardır.» (el-Cinn,i4.)
Bu konuda dayanılacak en güzel delil, Osman b. Said ed-Darimı nin Abdullah b. Amr'dan
merfu olarak rivayet ettiği şu sahih hadistir:
«Cenâb-ı Allah, Cennet'i yarattığı zaman melekler dediler ki: «Ya Rab, bunu bize ver, bunun
yiyeceklerini yiyip, içeceklerini içelim.Sen dünyayı ademoğulları için yaratmışsın (Bunu da
"bize ver).» Cenâb-ı Allah onlara cevaben şöyle dedi: «Kendi elimle yarattığım kimsenin
salih yyetini, kendisine «ol» dediğimde olan varlığa (meleğe) eşit yapmam.» [5]
Cinlerin Yaratılması Ve Şeytanın Kıssası
Yüce Allah buyurdu ki:
«O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yaratmıştır. Cinleri de yalın bîr alevden
yaratmıştır. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» (cr-Rahmân,u-i6.)
«Andolsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık, cinleri de, daha
önce dumansız ateşten yarattık.» (ei-Hîcr,26-27.)
Hz. Aişe'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Melekler nurdan yaratıldılar, cinler ateşten yaratıldılar, Adem de anlatılan şeyden
yaratıldı.»
Tefsircilerin çoğu dedi ki: Cinler, Adem peygamberden önce yaratılmışlardır. Onlardan önce
yeryüzünde hin ve bin denen (cin ile insan arasında) yaratıklar vardı. Cenâb-ı Allah, cinleri
bunlara musallat kıldı. Cinler bunları öldürdüler, bir kısmını da yeryüzünden sürgün ettiler,
sonra da yeryüzüne kendileri yerleştiler.
Süddî,İbn Mesud'dan ve bazı sahabelerden rivayet etti ki, Cenâb-ı Allah, dilediği yaratıkları
yarattıktan sonra Arş'a yöneldi. İblis'i Dünya'daki meleklerin üzerine amir yaptı. İblis, cin
denen bir melek ka-bilesindendi, onlara cin denmesinin sebebi, Cennet bekçileri olmalarından
dolayıdır. İblis, Cennet bekçisi iken kalbinden şöyle bir düşünce geçti; «Allah, diğer
meleklere üstün olduğum için beni onlara amir yaptı. Bunu bendeki bir meziyetten dolayı
yaptı.»
Dahhak, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Cinler, yeryüzünde fesat çıkarıp kan
akıttıktan sonra Cenâb-ı Allah, melek ordusuyla birlikte üzerlerine İblis'i gönderdi. İblis ve
ordusu, onları öldürüp. yeryüzünden denizdeki adalara sürgün ettiler.»
Muhammed b. İshak, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Günah işlemeden önce
İblis'in adı Azazil'di. Yeryüzünde yaşardı. Meleklerin en çok ibadet edeni ve en fazla bilgili
olanı idi. Cin denen bir melek kabilesin dendi.»
îbn Ebi Hatim, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir; «İblis'in adı Azazil'di,
meleklerin dört kanatlılarından ve en şereflilerin-dendi.»
Haccac, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İblis, meleklerin en şereflilerinden ve
en soylu kabilelerindendi. Cennetlerin bekçi-siydi, dünya semasının idaresi ve kontrolü, ona
verilmişti. Yeryüzünün amiriydi.»
Tev'eme'nin azadlısı Salih, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İblis, yer ile gök
arasındaki işleri idare ederdi.»
Katade, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İblis, dünya semasındaki
meleklerin reisi idi.»
Hasan-ı Basrî dedi ki: «İblis, bir an dahi meleklerden olmadı, o cin asıllıdır, tıpkı Adem'in
beşeriyetin aslı oluşu gibi o da cinlerin aslı ve atasıdır.»
Şehr b. Havşeb ile diğerleri dediler ki: «İblis, melekler tarafından kovulan cinlerdendir.
Melekler onları kovdular, bazılarını esir alıp semaya götürdüler.»
Dediler ki: Cenâb-ı Allah, yeryüzünde yaşasın diye Adem'i ve ondan sonra da yaşasınlar
diye zürriyetini yaratmak istediği zaman, cesedini şekillendirdi, o esnada cinlerin reisi ve en
çok ibadet edeni olan İblis (Azazil) gelip Adem'in cesedinin etrafında dolaştı, içinin boş
olduğunu görünce onun herhangi bir şeye muktedir olamayacağını, bir yaratık olduğunu
sandı ve Adem'in cesedine hitaben şöyle dedi: «Eğer sana musallat kılınırsam seni helak
ederim, eğer sen bana musallat kılmırsan sana karşı gelir, asi olurum.» Cenâb-ı Allah,
Adem'e kendi ruhundan üflediği zaman meleklere, ona secde etmelerini emretti. O esnada
İblis'in içine büyük bir haset duygusu girdi ve Adem'e secde etmeye yanaşma-yıp; «Ben
ondan daha hayırlıyım, sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.» dedi. Emre
muhalefet edip Aziz ve Celil olan Allah'a itiraz etti. Yanlış konuştu. Rabbinin rahmetinden
uzaklaştı. Yaptığı ibadetlerle yükselmiş olduğu mertebesinden düştü. İblis, meleklere
benzerdi, ama onların cinsinden değildi. Çünkü o ateşten yaratılmış, melekler ise nurdan
yaratılmışlardı. Çok muhtaç olduğu bir demde tabiatı (yaratılışı) kendisine ihanet etti, aslı
olan ateşe döndü. «İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, büyüklük taslamış ve
inkarcılardan olmuştu» (Sâd,73-74.)
Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O,
cinlerdendi. Rabbinin buyruğunun dışına çıktı.
Ey İnsanoğulları! Siz, beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar,
size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!» (ci-Kehf, 50.)
Bunun üzerine İblis, yüce âlemlerden aşağılara düştü. Oralarda yaşamasını Allah yasakladı.
Bu yüzden horlanmış, alçalmış, kovulmuş, kendisi ve kendisine uyan cinlerle insanlar,
Cehennemle tehdit edilmiş olarak yeryüzüne indi. O, ademoğullarını her çeşit yol ve her
çeşit vesileyle, her yol başında ve her gözetim yerinde saptırmaya, yoldan çıkarmaya gayret
edecektir. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:
«Benden üstün kıldığım görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun
ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım.» demişti.
Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, Cehennem hepinizin cezası olur, hem de
tam bir ceza.» dedi.
«Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla hay kırarak yürü,
mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara va-adlerde bulun.» Ama şeytan, sadece onlân
aldatmak için vadeder.. Doğrusu, benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin
olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.» (ci-lsrâ,62-65.)
Bu kıssayı, Adem peygamberin yaratılışı bahsinde genişçe anlatacağız. Kısaca demek
istediğimiz şudur ki, cinler ateşten yaratılmışlardır, ama tıpkı insan gibi yeyip içer ve ürerler,
bir kısmı mü'min, bir kısmı da kafirdir. Nitekim Yüce Allah, onlardan bahsederken bunu
bize bildiriyor:
«Ey Muhammedi Kur'ân'ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar,
Kur'ân'ı dinlemeye hazır olunca birbirlerine: "Susun" dediler. Kur'ân'm okunması bitince,
her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler. Şöyle dediler,«Ey milletimiz! Doğrusu
biz, Musa'dan sonra indirilen, kendisinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu
gösteren bir kitab dinledik. Ey Milletimiz! Allah'a çağıran Muhammed'e uyun ve ona inanın
da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azabtan korusun. Allah'a çağıran
Muhammed'e uymayan kimse bilsin ki, Allah'ı yeryüzünde aciz bırakamaz, onların ondan
başka dostları da bulunmaz. İşte onlar apaçık sapıklıktadırlar.»(el-Ahkâf,29-32.)
«Ey Muhammed! De ki: «Cinlerden bir topluluğun Kur’ân'ı dinlediği bana vahyolundu,
onlar şöyle demişlerdir: «Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân
dinledik de ona inandık. Biz, Rabbi-mize hiç bir şeyi ortak koşmayacağız. Doğrusu
Rabbimizin yüceliği, her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir. Doğrusu,
aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu. Doğrusu, insanların ve cinlerin
Allah'a karşı yalan uydurabileceklerini sanmazdık. Gerçekten bir takım insanlar, cinlerin bir
takımına sağınırlardı da onların azgınlıklarını arttırırlardı. Doğrusu, onlar da sizin, Allah'ın
kimseyi yeniden diriltmeyeceğini sandığınız gibi sanı da bulunmuşlardı. Doğrusu, biz göğü
yokladık, onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk. Doğrusu biz, göğün
dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk ama şimdi kim dinleyecek olsa,kendisini gözleyen
bir ateş buluyor. Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi, yahut Rableri onlara bir
iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz. Doğrusu, aramızda iyiler de vardır, bundan aşağı
bulunanlar da vardır. Biz, türlü türlü yolda olan topluluklardık. Yeryüzünde kalsak da Allah'ı
aciz bırakamayacağımızı, başka yere kaçsak da, O'nu aciz bırakamayacağımız gerçeğini
şüphesiz anladık. Şüphesiz, doğruluk rehberi olan Kur'ân'ı dinlediğimizde O'na inandık.
Kim Rabbine inanırsa, o, ecrinin eksiltileceğinden ve kendisine haksızlık edileceğinden
korkmaz. İçimizde kendini Allah'a vermiş olanlar da, yazık edenler de vardır. Kendini
Allah'a veren kimseler, işte onlar doğru yolu arayanlar, O'na layık olanlardır. Kendilerine
yazık edenlere gelince, onlar Cehennem'in odunları oldular. Ama doğru yola girmiş
olsalardı, onları bu hususta denememiz için onlara bol su içirirdik. Kim Rabbini anmaktan
yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba uğratır,» (el-Cinn,l-17.)
Bu sûrenin tefsirini yaptık. Bu kıssanın tamamı, el-Ahkâf sûresinin sonundadır. Konuyla
ilgili hadisleri de orada zikrettik. Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelip onun sohbetini ve
okuduğu Kur'an'ı dinleyen cin topluluğu, Nusaybin cinlerindendir. Bazı rivayetlerde
anlatıldığına göre bunlar Basra cinlerin denmiş. Rasûlullah (s.a.v.), Mekke semtlerinden
Batn-ı Nahle'de ashabına namaz kıldırırken bunlar onun yanına gitmişler, okuduğu Kur'ân-ı
Kerîm'i dinlemişlerdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), gece boyunca onlarla sohbet etmiş, onlar da
kendisine bazı sorular yöneltmiş ve bazı isteklerde bulunmuşlardı. Rasûlullah (s.a.v.), onlara
bazı şeyleri yapmalarını emretmiş, bazı şeylerden uzak durmalarını tenbihlemişti.
Kendisinden azık istediklerinde onlara şöyle demişti:
«Üzerine Allah adının anıldığı her kemik parçasını etten daha çok bulacaksınız ve her
hayvan tersi de sizin binekleriniz için yemdir.» Rasûlullah (s.a.v.), insanların kemik
parçaları ve hayvan tersleri ile is-tinca yapmalarım yasaklamış ve «Bunlar sizin
kardeşleriniz cin (cinlerin) azığıdır.» demişti. Ayrıca cinlerin meskeni olduğu için yollarda
idrar yapmaktan da insanları menetmiş idi.
Rasûlullah (s.a.v.), yanına gelen cinlere Rahman sûresini okumuş ve:
«Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» ayet-i kerimesine geldiğinde
onlar şu karşılığı vermişlerdi: «Hayır, Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiç birşeyi
yalanlamıyoruz. Hamd, sanadır.»
Rasûlullah (s.a.v.), insanlara Rahman sûresini okuyupta onlar cevap vermediği zaman
cinleri onlara karşı överek şöyle demişti: «Cinler daha güzel karşılık veriyorlardı, onlara;
«Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» ayetini okuduğum zaman
mutlaka şu cevabı veriyorlardı: «Hayır, Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiç birini
yalanlamıyoruz. Hamd, sanadır.»
Cinlerden mü'min olanlarının Cennet'e girip girmeyecekleri veya onlardan Allah'a itaat
edenlerin mükafatlarının sadece Cehennem azabı görmeyecekleri hususunda ihtilafa
düşülmüştür. Sahih kavle göre onlar, Cennet'e gireceklerdir. Kur'ân'm şu ayetleri bu hususta
genel, bir bilgi vermektedirler.
«Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki Cennet vardır. Öyleyken, Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?» (cr-Rahmân,46-47.)
Allah, bununla onlara lütufta bulunduğunu beyan buyurmuştur. Eğer cinlerin mü'min
olanları Cennet'e girmeyecek olsalardı, Cenâb-ı Allah, bahşetmiş olduğu nimetleri onlara
hatırlatmaz ve buna gerek duymazdı. Bu da bu konuda bizim için müstakil ve yeterli bir
delildir. Doğrusunu Allah bilir.
Buharı, Ebu Sa'saa'dan rivayet etti ki, Ebu Said el-Hudrî kendisine şöyle demiştir:
«-Görüyorum ki sen, koyunları ve çölü çok seviyorsun. Eğer çölde ve koyunlarının arasında
bulunup ta ezan okursan sesini yükselt, çünkü müezzinin sesini duyan cinler, insanlar ve her
şey, kıyamet gününde onun lehinde şahitlik yapacaktır.»
Ebu Said dedi ki: «Ben bu sözü, bizzat Rasûlullah (s.a.v.)'dan işittim.» Cinlerin kafir
olanlarına gelince, şeytanlar bunlardandır. Şeytanların lideri de insanlığın atası Adem (a.s.)
peygambere düşman olan îb-lis'tir. İblis'in hem kendisi, hem de zürriyeti, Adem (a.s.)
peygambere ve onun zürriyyetine musallat olmuştur. Cenâb-ı Allah, kendisine iman edip
peygamberlerini tasdik eden ve onların şeriatlerine uyan kimseleri, İblis'e ve zürriyetine
karşı korumayı tekeffül etmiştir. Nitekim Allah buyurmuş ki:
«Doğrusu, benim mü'min kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin, vekil
olarak yeter.» <el-Isrâ,65.)
«Andolsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış, inananlardan bir topluluk
dışında hepsi ona uymuşlardı. Oysa İblisin onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu. Ama biz, ahirete
inanan kimselerle, ondan şüphede olanları işte böylece ortaya koyarız. Rabbin, her şeyi gözetip
koruyandır.» (Scbe',20-21.)
«Ey İnsanoğullarıî Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak
ananızı, babanızı Cennet'ten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz
yerlerden, o ve taraftarları sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.» (el-
A'râf,27.)
«Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. O'nü
yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.» demişti. Bunun üzerine, İblis'in dışında
bütün melekler secde ettiler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi.
Allah: «Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?» dedi.
O: «Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde
edemem.» dedi.
«Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu, hesab gününe kadar lanet
sanadır.» dedi.
«Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar ertele.»
dedi.
Allah: «Sen, bilinen gün gelene kadar bırakılandansın.» dedi.
«Rabbim! Beni saptırdığın için, andolsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel
göstereceğim. Halis kaldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım.» dedi.
Allah şöyle dedi: «Benim gerekli kıldığım dosdoğru yol budur. Kullarımın üzerinde senin
bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar, bunun dışındadır. Ve Cehennem, onların
tamamının toplanacağı yerdir. O Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların
girecekleri ayrılmış bir kısım vardır.» (el-Hicr,28-45.)
Cenâb-ı Allah, bu kıssayı, Bakara, A'râf, Hicr, İsrâ, Tâhâ ve Sâd sûrelerinde anlatmıştır. Bu
sûreleri tefsir ederken gerekli açıklamaları yaptık. Allah'a hamd olsun. Bu konuyu Adem
peygamberin kıssasında da inşaallah anlatacağız. Kısaca demek istediğimiz şudur ki Cenâb-ı
Allah, İblisi -kullarını imtihan edip denemek için- kıyamet gününe kadar yaşatacaktır.
Nitekim bir ayet-i kerimede yüce £Hah şöyle buyuruyor:
«Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu. Ama biz ahirete inanan kimselerle ondan
şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin, her şeyi gözetip koruyandır.»
(Sebe',21.)
«İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu, Allah size gerçeği va'd etmişti. Ben de size söz verdim,
ama sonra caydım, esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu. Sadece çağırdım. Siz de
geldiniz. O halde beni değil, kendinizi kınayın. Artık ben, sizi kurtaramam. Siz de beni
kurtaramazsınız. Ben, Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim. Doğrusu, zalimlere
can yakan bir azap vardır.» der.
İnanan ve yararlı işleri yapanlar, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere konulurlar. Rablerinin
izni ile orada temelli kalırlar. Oradaki dirlik temennileri: «Selâm» dır.» (lbrâhîm,22-23.)
Kur'ân nassmdan da anlaşılacağı gibi lanetli İblis, şu anda diridir ve kıyamet gününe kadar
yaşayacaktır. Onun deniz üzerinde tahtı vardır. Tahtının üzerinde oturur. Çetelerini de
-insanlar arasına şer ve fitne bırakmaları için- etrafa gönderir. Yüce Allah buyurmuştur ki:
«Esasen şeytanın hilesi zayıftır.» (en-Nisâ,76.)
Ma'siyet işlemeden önce İblis'in adı Azazil idi. Nakkaş in ifadesine göre onun künyesi Ebu
Kerdüş imiş. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.), îbn Sayyad'a: «Ne görüyorsun?» diye sorup İbn
Sayyad: «Su üzerinde bir taht görüyorum.» dediğinde şu cevabı vermişti: «Alçal! Sen
haddini ve sınırını aşamazsın.» Peygamber (s.a.v.), İbn Sayyad'm yaptığı mükaşefenin,
İblis'in takviyesi ile yapılan şeytani bir mükaşefe olduğunu ve bu yüzden İblis'in deniz
üzerindeîd tahtım gördüğünü anlamış ve ona şöyle demişti: «Alçal! Sen haddini ve sınırım
aşamazsın.» Yani hakir, hasis ve alçak değerinden Öteye gidemezsin.
İblis'in tahtının deniz üzerinde olduğunun delili şu hadistir:
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«İblisin tahtı deniz üzerindedir. Her gün çetelerini gönderir. Bu çeteler, insanlar arasında
fitne çıkarırlar, bunlardan İblis yanında en yüksek makam sahibi olanlar, insanları fitneye
düşürmede eri büyük olanlardır.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:
«îblis'in tahtı deniz üzerindedir. Çetelerini gönderir, bunlar, insan-,ları fitneye düşürürler.
Onun yanında bu çetelerden en büyük olan, insanları fitneye düşürme hususunda en büyük
olandır.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), İbn Said'e
şöyle sormuştur:
- Ne görüyorsun?
- Su üzerinde bir taht görüyorum (veya ibn Said şu cevabı vermişti: deniz üzerinde,
çevresinde yılanlar bulunan bir taht görüyorum.)
- İşte bu taht, İblis'in tahtıdır.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Doğrusu şeytan, namaz kılan kimselerin kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesmiştir.
Ancak onların arasında fesat çıkarmak için çabalar.»
Müslim, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Şeytan, tahtını su üzerine kurar, sonra çetelerini insanlara gönderir. Çetelerinden onun
yanında en yakın mertebede bulunanlar, insanlar arasında en çok fitne çakaranlardır.
Bunlardan biri, Şeytanın yanına gelir ve: «Falanla o kadar uğraştım, nihayet onu şu ve şu
halde bırakıp geldim» der. İblis te ona, «Vallahi bir şey yapmış değilsin.» diye karşılık verir.
Bir başkası gelir, o da: «Ben falan adamla uğraştım, nihayet onunla ailesini birbirinden
ayırdım.» der, İblis onu yanına yaklaştırır ve ona: «Sen ne iyi yapmışsın.» diye cevap verir.
Biz bu hadisi, «Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler
Öğreniyorlardı.» (cl-Bakara,ıo2.) ayet-i kerimesinin tefsirini yaparken nakletmiştik. Yani
insi ve cirmi şeytanlardan elde edilen büyü yoluyla dostlar ve sevgilileri birbirlerinden
ayırabilirler. Bunun için İblis, insanları ve dostları birbirinden aynan ve bu uğurda çaba
sarfeden çetelerine teşekkür ediyor, Allah'ın kınadığı ve yerdiği işi yapan kimseyi Övüyor,
Allah'ın hoşlanmadığı şeyden hoşlanıyor. Allah in laneti onun üzerine olsun, Her türlü şerre,
kötülüğe, şer ve kötülüğün sebep ve gayelerine karşı koruyucu birer kalkan olarak Cenâb-ı
Allah, Muavvizeteyn sûrelerini inzal buyurmuştur. Özellikle şu sûre, yüceliğiyle kötülüklere
ve şerre karşı koruyucu bir kalkandır:
«Ey Muhammed! De İd: İnsanlardan, cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o
sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların tanrısı, insanların hükümranı ve insanların Rabbi
olan Allah'a sığınırım.»
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Safiye binti Hüyey'den rivayet olunduğuna göre
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Doğrusu şeytan, ademoğlunun kanının dolaştığı yerlerde dolaşır.» Hafız Ebu Ya'lâ el-
Musılî, Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Şeytan burnunu ademoğlunun kalbinin üzerine koyar. Ademoğlu, Allah'ı zikrederse, şeytan
geri çekilir. Eğer ademoğlu Allah'ı anmayı unutursa, şeytan onun kalbini yıkar; İşte
vesveseci ve sinsi şeytan budur.»
Cenâb-ı Allah'ı anmak, şeytanı kalbten uzaklaştıran bir iksir olduğuna göre bunda insanlar
için bir ibret vardır. Nitekim Allah Teâlâ buyurmuş ki: «Unuttuğun zaman Rabbini an.» (oi-
Kehf,24.)
Musa peygamber'in arkadaşı da şöyle demişti. «Bana O'nu hatırlamamı unutturan ancak
şeytandır.» (el-Kehf,63.)
Yüce Allah buyurdu ki: «Ama şeytan, efendisine onu hatırlatmayı unutturdu.» (Yûsuf,42.)
Yani saki, Yusuf peygamberin kendisine, «Beni hükümdarının yanında an.» diye yaptığı
tenbihatı unuttu. Bunu ona şeytan unutturdu. Bu yüzden Yusuf peygamber bir kaç sene daha
bekledi. Bu sebepledir ki daha sonraki ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
«Hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yusuf u hatırladı.» (Yûsuf,45.)
Bu ayet-i kerimedeki "ümmet" kelimesini, "emmet" şeklinde okuyanlar da olmuştur. Emmet
kelimesi, unutmak anlamındadır. Yani "Hapisteki iki kişiden kurtulan, unuttuktan sonra
Yusuf u hatırladı." Tefsirimizde de açıkladığımız gibi "O iki kişiden Yusuf u anmayı unutan
kişi sakidir." deyişimiz bundandır. Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Redifin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)'in
merkebinin ayağı sürçtü. Ben de; «Şeytanın nefsine...» dedim. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.) bana şöyle dedi: «Şeytanan nefsine deme. Çünkü sen, şeytanın nefsine dediğin
zaman o büyük-lenir ve: «Ben gücümle onu yıktım.» der. Ama sen, Allah'ın adıyla dediğin
zaman o küçülür. Öyleki, kara sinek kadar ufalır.»
İmam Ahnıed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlul-lah (s.a.v,) şöyle
buyurmuştur:
«Sizden biri mescidte bulunupta şeytan onun yanma gelirse, şeytan, kişinin (kaçıp giden)
bineğinden ümidim kestiği gibi ondan ümidini keser. Bineği durduğu zaman kişi bineğini
sıkıştırır ve gemler.»
Ebu Hüreyre dedi İd: Siz de bunu görüyorsunuz, sıkıştırılan kimse-. nin sağa sola şöyle veya
böyle eğildiğini, Allah'ı zikretmediğini görürsün. Zorlanan kimse ise ağzı açıktır, Aziz ve
Celil olan Allah'ı anmaz.
İmanı Alımed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti İd, Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Nazar değmesi gerçektir. Bunu şeytan ve ademoğlünun kıskançlığı getirir.»
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir:
«Adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi:
«Ya Rasûlalîah, içimden öyle bir şey geçiyor ki onu başkasına açıkla-maktansa gökten yere
düşmeyi yeğlerim.» Peygamber (s.a.v.), bunun üzerine şöyle buyurdu: «Allahu Ekber,
şeytanın hilesini vesveseye dönüştüren Allah'a hamdolsun.»
Buharı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Şeytan, sizden birinize gelir ve şunu kim yarattı, şunu kim yarattı?», «Rabbini kim
yarattı?» diye sorar, iş bu noktaya geldiği zaman kişi,. «Allah'a sığınırım.» desin ve onunla
konuşmasına son versin.»
Yüce Allah buyurdu ki:
«Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayanca Allah'ı
anarlar ve hemen gerçeği görürler.» (e!-A'râf,2oı.)
«De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım. Rabbim! Yanımda
bulunmalarından da sana sığınır:m» (ei-Mü'mînûn.97-98.)
«Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın. Doğrusu O, işitir ve bilir.» (el-AVâf,200.)
«Kur'ân okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu şeytanın, inananlar
ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sadece, onu dost
edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir.» (en-Nahi, 98-ıoo.)
İmam Ahmed b. Hanbel ile sünen sahihleri, Ebu Sai-d'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle derdi:
«Kovulmuş şeytandan, onun dürtmesinden, üflemesinden ve kibrinden, işiten ve bilen
Allah'a sığınırım.»Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre
Rasûlullah (s.a.v.) helaya girerken:
«Pisliklerden ve kötülüklerden Allah'a sığınırım.» derdi.
Âlimlerden bir çoğu dedi İd: Peygamber (s.a.v), helaya girerken şeytanların erkeklerinden
ve dişilerinden Allah'a sığınırdı.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti İd: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: «Biriniz abdest bozmaya gittiği zaman örtünsün. Örtünecek bir şey
bulamadığı zaman bir kum yığını meydana getirsin ve bu yığının arkasında def-i hacette
bulunsun. Çünkü şeytan, ademoğullannın arkaları iîe oynar. Örtünmek için tedbir alan kimse
iyi yapar. Ama imkan bulamayan kimse için sorumluluk yoktur.»
Buharı, Süleyman b. Sard'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: İki kişi Peygamber (s.a.v.)in
yanında birbirlerine küfrettiler. Biz de orada oturmakta idik. Bunlardan biri, yüzü kızarmış
ve öfkelenmiş olarak diğerine küfretti. Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu:
«Öyle bir kelime biliyorum ki, eğer bu adam o kelimeyi söyleyecek olursa öfkesi gider.
Eğer; "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım." derse, Öfkesi gider.»
Küfreden adama mecliste bulunan kimseler: «Peygamber (s.a.v.)'in dediğini işitmiyor
musun?» dediklerinde o adam: «Ben deli değilim.» dedi.
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Sol elinizle yemeyin ve içmeyin, çünkü şeytan sol eliyle yeyip içer.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Bir kimse sol eliyle yemek yerse şeytan da onunla beraber yer, bir kimse sol eliyle içerse
şeytan da onunla beraber içer.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber
(s.a.v.), ayakta su içen bir adamı görünce ona şöyle dedi:
- Kus!
- Niçin?
- Kedi'nin seninle beraber içmesinden hoşlanır mısın?
- Hayır.
- Kedi1 den daha kötü bir varlık, yani şeytan seninle beraber içti.» İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Ayakta su içen kişi, karnına ne girdiğini bilseydi mutlaka kusardı.» İmam Ahmed b.
Hanbel, îbn Zübeyrin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cabir b. Abdullah'a şu hadisi sordum:
«Kişi evine girerken ve yemek yerken Allah'ın adını anarsa, şeytan kendi yardımcılarına:
«Burada geceleme yeriniz ve yiyeceğiniz yoktur.» der. Kişi eve girerken Allah'ın adını
anmazsa, şeytan yardımcılarına: «Geceleyecek yer buldunuz.» der. Yemek yerken Allah'ın
adını anmazsa, o zaman şeytan yardımcılarına: «Hem geceleme yerini, hem de akşam
yemeğini elde ettiniz.» der.» Sen bu hadisi Rasûlullah'tan işittin mi?
Cabir de, «Evet, işittim.» dedi.
Buharı, İbn Ömer'den rivayet etti İd, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Güneş kursunun ucu göründüğünde namazı bırakın. Tam olarak doğmasını ve ortaya
çıkmasını bekleyin, Güneş kursunun ucu ufukta battığında namazı bırakın. Tam olarak batıp
kaybolmasını bekleyin. Namazınızı, Güneş'in doğuşu ve batışı vaktine bırakmayın. Çünkü
Güneş, şeytanın (veya şeytanların) iki boynuzu arasından doğar.»
Buharı, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m doğu tarafını
göstererek şöyle buyurduğunu gördüm: «İşte fitne, şu taraftadır. Fitne, şeytanın boynuzunun
çıktığı taraftadır.»
Sünen'de rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), insanların gölgelik ve güneşlik yerler
arasında oturmalarını menetmiş ve: «Burası şeytanın oturduğu yerdir.» demiştir. Alimler bu
hadisin çeşitli manalarının olduğunu söylemişlerse de bu manalar arasında en güzeli şudur:
İnsan, gölge ve güneşlik yerin kesiştiği noktada oturunca yaratılışı bozulur. Şeytan da bunu
ister. Çünkü kendisinin yaratılışı bozuktur. Zihinlere yerleşen mana budur. Bu sebeple yüce
Allah buyurmuş ki:
«Tomurcukları, şeytan başı gibidir.» (es-SâflM,65.)
Sahih kavle göre burada sözü edilen şey, yılanlar değil de şeytanlardır. Çünkü nefislere
şeytanların çirkinliği ile - kendileri istemeseler bile- meleklerin güzel yaratılışı
yerleştirilmiştir. Bu yüzden Cenâb-ı Allah; «Tomurcukları, şeytan başı gibidir.» demiştir.
Yusuf peygamberin güzelliğini gördükleri zaman kadınlar şöyle demişlerdi:
«Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir.» (Yûsuf,31.)
Buharı, Cabir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«(Güneş batıp) gece karanlığı, yahut gecenin bir kısmı hasıl olduğu zaman, (çocuklarınızı
dışarı çıkarmaktan) menediniz. Çünkü şeytanlar o sırada dağılır (faaliyete geçer)ler.
Yatsıdan sonra bir saat geçince de (dışarıdaki) çocuklarınızı (meskeninize) koyunuz. Ey
mü'min, o zaman Allah'ın ismini anarak (Bismillâhirrahmânirrahîm diyerek) kapını kapa,
Besmele ile kandilini söndür, su kırbanın ağzını Besmele ile bağla, yine Besmele ile
kapkacağını kapat. Velevki o kap üzerine enine (tahta parçası gibi) bir şey konsun.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«(Güneş battığı zaman gece karanlığı çökünce) kapılarınızı kapatın, kapkacağjnızı Örtün,
kırbanızın ağzını bağlayın, kandilinizi söndürün. Çünkü şeytan, kilitli kapıyı açmaz, kapalı
kapları ve ağzı bağlı kırbaları kırmaz, küçücük fasıklar yani (fareler) sahiplerine karşı evi
tutuşturmaya gayret ederler.»
Buharî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Sizden biri uykusundan uyanıp ta abdest alırsa, üç kez burnuna su alıp sümkürsün. Çünkü
şeytan, geceyi onun genzinde geçirir.»
Buharî, Ebu Vail'den rivayet etti ki, Abdullah şöyle demiştir: «Geceyi uykuyla geçirip
sabahlayan (namaz kılmayan) bir adamdan Hz. Pey-gamber'e söz edildi. Hz. Peygamber de
o adam için, «O öyle bir adamdır ki, şeytan onun kulaklarına idrarını yapmıştır.» dedi.
Buharî, Ebû Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Namaz için ezan okunduğunda şeytan yellenerek arkasını dönüp gider, ezan
tamamlandığında geri gelir, namaza yöneiindiğinde tekrar arkasını dönüp gider, namaz
tamamlandığında dönüp gelir, nihayet insan ile kalbi arasına girer ve: "Şunu hatırla, şunu
hatırla" der. Kişi de bu yüzden üç rekat mı, dört rekat mı kıldığını bilemez. Bu durumda kişi,
sehiv secdesi yapar.»
İmam Ahmed.b. Hanbel, Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Safları sık ve düzgün tutun. Çünkü şeytan, boşluklara girer.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Safları sık ve düzgün tutun. Birbirinize yaklaşın. Boyunlarınız aynı hizada olsun.
Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Zat'a yemin ederim ki ben, şeytanın saf
boşluklarına küçük kuşlar gibi girdiğini görmekteyim..»
Buharî, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«(Namaz kılarken) sizden birinizin önünden bir şey geçerse onu me-netsin. Eğer yine
geçmek isterse yine onu menetsin, eğer yine geçmek isterse onu öldürsün. Önünden geçmek
isteyen o şey, şeytandan başkası değildir.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Ubeyd Hacip Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ata b. Yezid el-Leysî'nin namazda kıyam halinde olduğunu gördüm. Önünden geçeyim,
dedim, ama beni geri çevirdi.»
İmam Alımed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.
Rasûlullah (s.a.v.) sabah namazına durdu. Ben de arkasında durup ona tabi oldum. Okumaya
başladı. Okurken yanlışlık yaptı. Namazını tamamladıktan sonra bize şöyle dedi:
«Benimle îblis'i görmeliydiniz. Elimle boğazını tuttum. Boğmaya çalıştım. Öyle ki
salyasının soğukluğunu şu iki (başparmakla işaret) parmağım arasında hissettim, eğer
kardeşim Süleyman peygamberin duası olmasaydı o İblis, mescidin direklerinden birine
bağlı olarak sabahlayacak ve Medine çocukları onunla oynayacaklardı. Sizden biriniz,
kendisi ile kıble arasına bir mani girmesini önleyebilir se bunu önlesin.»
Buharı, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) bir valdt
namazını laldı. Namazdan sonra şöyle dedi: «Şeytan karşıma çıktı. Namazımı bozmak
istedi, ama Cenâb-ı Allah, onun hakkından gelmem için bana güç verdi.»
«Rabbim! Beni bağışla, bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver.
Sen, şüphesiz daima bağışta bulunansın.»(Sâd,35.)
Evet, Süleyman peygamber böyle demişti.
Bu ayet-i kerimenin açıklamasını tefsirimizde yaparken Buharı nin şu rivayetini de
nakletmiştik: Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Cin taifesinden bir ifrit, dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücum etti, ama
Allah Teâlâ beni galip getirip ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu
görüp seyredersiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim
Süleyman (peygamberin): «Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimsenin
ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Sen, şüphesiz daima bağışta bulunansın.» demiş olduğu
hatırıma geldi (ve ifriti köpek gibi kovdum).»
Müslim, Ebu Derda'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp namaza
durdu. Namaz esnasında,
«Senden Allah'a sığınırım.» dediğim işittik. Sonra üç kez:
«Seni Allah'ın laneti ile lanetliyorum.» dedi ve bir şey tutacakmış gibi elini uzattı. Namazını
tamamladıktan sonra kendisine dedik İd:
«Ya Rasûlallah, daha Önce namazda söylemediğin bir şeyi söylediğini duyduk ve elini bir
şeye uzattığını gördük.»
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
«Allah'ın düşmanı İblis, yüzüme atmak için bir ateş koru getirdi. Ben de ona üç kez;
«Senden Allah'a sığınırım.» dedim. Sonra ona:
«Allah'ın tam laneti ile seni lanetliyorum.» dedim. Ama yine de geri çekilmedi. Onu
yakalamak istedim. Allah'a yemin ederim ki kardeşimiz (peygamber) Süleyman'ın duası
olmasaydı İblis, bağlanmış olarak sabahlayacak ve Medinelilerin çocukları onunla
oynayacaklardı.»
Yüce Allah buyurdu ki:
«Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.»
(Lokman,33.)
«Şeytan şüphesiz sizin düşmanınız dır, siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını,
çılgın alevli Cehennem yaranı olmaya çağırır.» (el-
Fâtır,6.)
Şeytan, olanca gücünü sarfederek bütün hallerinde, hareketlerinde, durgunluklarında insanı
ayartmaktan geri durmaz. Nitekim Hafız Ebu Bekir b. Ebuddünya bu konuda «Şeytanın
Tuzakları» adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitapta çok faydalar vardır.
Ebu Davud'un Sünen'inde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) dua ederken şöyle
demiştir:
«Allah'ım, ölüm esnasında şeytanın bana kötülük dokundurmasından sana sığınıyorum.»
Bazı haberlerde rivayet ettiğimize göre şeytan şöyle demiştir: «Ya Rab! İzzetine ve Celaline
andolsun ki insanları, ruhları bedenlerinde bulunduğu sürece ayartmaya çalışacağım.» Ona
cevaben de yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«İzzet ve Celalime andolsun ki onlar da benden mağfiret diledikleri sürece onları
bağışlayacağım.»
Yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
«Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder. Allah ise kendisinden
mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lutfu boldur. O, her şeyi bilir,» {el-Bakara,2G8.)
Allah'ın vaadi, gerçek ve doğrudur. Şeytanın vaadi ise, asılsız ve batıldır.
Tircnizî, Neseî ve İbn Hıbban'm rivayetlerine göre İbn Mesud, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğunu nakletmiş tir:
«Doğrusu şeytan da melek te insanoğlunu dürterler. Şeytanın dürtmesi, ona kötülük
yaptırmak ve hakkı yalanlatmak içindir. Meleğin dürtmesi ise, hayır yaptırmak ve hakkı
tatbik etmek içindir. Meleğin dürtmesini hisseden kimse, bilsin ki bu Allah'tandır ve Allah'a
hanıdet-sin. Diğer dürtmeyi hisseden kimse de şeytandan Allah'a sığınsın.» Peygamber
(s.a.v.) böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:
«Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder. Allah ise kendisinden
mağfiret ve bol nim$. vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O, her Şeyi bilir.» (el-Bakara,268.)
el-Bakara sûresinin faziletim anlatırken demiştik ki, bu sûrenin okunduğu evden şeytan
kaçıp gider. Ayet-el Kürsi'nin faziletinden de bahsederken demiştik ki, bir kimse bu ayeti bir
gecede okursa, şeytan o gece sabaha dek o adama yaklaşmaz.
Buharı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Bir kimse, Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, Ö'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd
O'na mahsustur, O, her şeye kadirdir.» sözünü yüz kez tekrarlarsa, on köle azat etmişçesine
sevap kazanır. Ayrıca kendisine yüz sevap yazılır, yüz günahı da silinir ve o gün akşama dek
şeytana karşı korunmuş olur. Hiç kimse, o adamdan daha faziletli bir iş yapmış olamaz.
Ancak ondan daha fazla sayıda bu duayı okuyan kimse, daha faziletli bir amel işlemiş olur.»
Buharı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Şeytan, insanın doğumu esnasında iki yanma vurur, ancak Meryem oğlu İsa bundan
hariçtir. O'na vurmaya gittiği zaman perdeye vurdu.»
Buharı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Esnemek, şeytandandır. Sizden biriniz esneyecek olursa elden geldiğince esnemesini geri
çevirsin. Çünkü biriniz (esnerken (hâ) derse şeytan güler.» ,
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Sizden biriniz esneyecek olursa elden geldiğince esnemesini yutsun. Çünkü şeytan
(esnediği zaman onun açık ağzından içeriye) girer.»İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Doğrusu, Allah aksırmayı sever, esnemekten hoşlanmaz, sizden biriniz (esnerken) hâ hâ
dediğinde şeytan onun içinden gülüyordun»
Buharı, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)'e, adaman namaz
kılarken.sağa sola dönüp bakmasının hükmünü sordum. O da bana şöyle cevap verdi: «Bu
hırsızlıktır. Bunu şeytan sizin birinizin namazından çalar.»
Buharı, Ebu Katade'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Salih rüya Allah'tandır, kötü rüya şeytandandır. Sizden biriniz korkulu bir rüya gördüğü
zaman (uyandığında) sol tarafına tükürsün ve onun şerrinden Allah'a sığınsın. Bu durumda o
kimseye zarar veremez.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Sizden biriniz (mü'min) kardeşine silah çekmesin. Çünkü bilemez belki de şeytan onun
elinden silahı çeker ve bu yüzden o ateş çukuruna düşer.»
Yüce Allah buyurdu ki:
«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve
şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.» (el-Mülk,5.)
«Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu, inatçı
her türlü şeytandan koruduk. Onlar yüce âlemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak
atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır. Hele bir tek söz kapan olsun, delici bir alev onun
peşine düşüverir.» (es-Sâffât, 6-10.)
«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik. Onları bakanlar için donattık. Onları,
kovulmuş her şeytandan koruduk. Fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş onu
kovalar.» (el-Hicr,i6-ı 8.)
«Kur'ân'ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Doğrusu,
onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.» (eş-Şuarâ,2lO-212.)
Yüce Allah, cinlerin şöyle dediklerini bize naklediyor: «Doğrusu, biz göğü yokladık, onu
sert bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk. Doğrusu biz, göğü, dinleyebileceğimiz
bir yerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş buluyor.»
(el-Cinn,8-9.)
Buharî, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Yeryüzünde olacak şeyleri, bulutlarda bulunan melekler kendi aralarında anlatırlar.
Şeytanlar bunlardan bazı sözleri duyunca kahinlerin kulaklarına şişenin tıkırdaması gibi
tıkırdatırlar. Bununla birlikte yüz sözü daha eklerler.»
Peygamber (s.a.v.), İblis'in sıfatlarından bahsederken böyle demiştir. Meleklerin evsafından,
da bahsetmiştir. Nitekim bu hususta da Hz. Aişe'nin bir rivayeti vardır. Buharî, Urve'nin
babası Zübeyr'den rivayet etti ki, Hz. Aişe şöyle demiştir: Bazı kimseler, kahinlerin
durumunu Peygamber (s.a.v.)'e sorduklarında O: «Kahinler hiç bir temele dayalı değildirler.
Onlara itibar edilmez.» dedi. Soranlar: «Ya Rasûlallah, kahinler bazen öyle şeyler
söylüyorlar ki bu gerçekten meydana geliyor.» deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle karşılık
verdi: «O gerçek söz, kahinin cinden çaldığı bir sözdür. O sözü tavuğun gagalaması gibi
gagalayıp kulağına bırakır ama bunun yanında o bir gerçek söze yüz yalan sözü de katar.»
Buharî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Cenâb-ı Allah, semada bir işin yapılmasına hükmedince melekler onun buyruğuna
teslimiyet göstererek kanatlarım kaya üzerindeki zincir gibi çırparlar. Kalplerindeki korku
giderilince, «Rabbiniz ne dedi?» diye sorarlar. Cevap veren de: «Hakkı söyledi. O yüce ve
üstündür.» diye karşılık verir. Bunu haber hırsızlığı yapan cinler ve şeytanlar işitirler. Haber
hırsızlığı yapan cinler ve şaytanlar şöyle der (Ravi Süfyan, ellerini üst üste koyup
parmaklarının arasını açarak gösterdi): Üst üstedirler. Bu sözleri işitirler ve bir altlarındaki
haber hırsızlarına intikal ettirirler. Altlarındaki de bir altına intikal ettirir. Böylece
ulaştırılmış olur. Bazen haberi ulaştırmadan önce ateş koru, haber hırsızını yakalar. Bazen de
ateş koru yetişmeden haberi alttaki hırsıza intikal ettirir, o da bu gerçek habere yüz yalan
haber katar, falan günde şöyle ve şöyle demedi mi? denilir. Haber hırsızı da gökten duyduğu
gerçek haberi tasdik eder.»
Yüce Allah buyurdu İd:
«Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı
veririz, şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, onlarda doğru yola eriştiklerini sanırlar,
sonunda bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki
kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaşmış sın.» der.» (ez-Zuhruf,36-38.)
«Onların yanına bir takım yardakçılar koyarız da geçmişlerini, geleceklerini onlara güzel
gösterirler.» <Fussiiet,25.)
«Yanındaki şeytan: «Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.»
der.
Allah: «Benim kapımda çekişmeyin, size bunu önceden bildirmiştim. Benim katımda söz
değişmez, ben kullara asla zulmetmem.» der.»(el-Kâf,27-29.)
«Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere
düşman yaptık. Bu şeytanlar, ahirete inanmayanların kalplerinin o söze yönelmesi, ondan
hoşnud olması ve kendilerinin işledikleri suçlan işlemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi
bunu yapamazlardı. Sen onları iftiralarıyla başbaşa bırak.» (el-En'âm,H2-113.)
Önceki kısımlarda meleklerin evsafından bahsederken İmam Ah-med b. Hanbel ile
Müslim'in İbn Mesud'dan yaptığı şu rivayeti nakletmiştik: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Sizden her birinize mutlaka cinlerden ve meleklerden birer arkadaş verilmiştir.»
Dediler ki:
- Sana da mı verilmiştir ya Resûlallah?
- Bana da verilmiştir. Ancak ona karşı, Allah bana yardım etmiştir. Cinlerden olan arkadaşım
bana hayırdan başka bir tavsiyede bulunamaz.»
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Sizden her birinize mutlaka şeytanlardan bir arkadaş verilmiştir.» Dediler ki:
- Sanada mı verilmiştir ya Rasûlallah?
- Evet bana da verilmiştir, ancak ona karşı, Allah bana yardım etti ve o Müslüman oldu.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bir
gece yanımdan çıkıp gitti. Ben onu kıskandım, dönüp geldiğinde benim davranışlarımı
gördü, bana şöyle sordu:
- Neyin var ey Aişe, yoksa beni kıskandın mı?
- Benim gibi bir kadın, senin gibi bir kocayı kıskanmaz mı?
- Şeytanın mı seni yakaladı?
- Ya Rasûlallah, benim yanımda şeytan var mıdır?
- Evet.
- Her insanın beraberinde şeytan var mıdır?
- Evet.
- Senin yanında da şeytan var mıdır?
- Evet, ama ona karşı, Rabbim bana yardım etti, nihayet o Müslüman oldu.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti İd. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Mü'min kimse şeytanını, sizden birinizin yolculuk halinde devesini itaat altına alıp gidişi
gibi itaat altına alıp gider.»
Yüce Allah, İblis'in şöyle dediğini nakletmiştir: «Beni azdırdığın için, andolsun ki, senin
doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağ ve
sollarından onlara sokulacağım. Çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.» (el-AVâf,i6-i7.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Sebre b. Ebi Sakif ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Doğrusu şeytan, ademoğlunu ayartmak için çeşitli yollarda oturmuştur. Önce İslâm
yolunda oturarak ona: «Müslüman olup kendi dinini ve atalarının dinini bırakıyor musun?»
demiş, fakat ademoğlu ona uymayarak Müslüman olmuştur. Sonra şeytan, hicret yolunda
oturarak âdemoğluna: «Hicret edip kendi toprağını ve semanı mı bırakacaksın? Aslında
muhacirin durumu ipe bağlı atın durumu gibidir.» demiş, ancak ademoğlu ona uymayıp
hicret etmiştir. Sonra şeytan cihad yolunda oturarak -ki bu can ve malla yapılan cihaddır
-âdemoğluna: «Savaşacak, öldürüleceksin. Ve karın başkası tarafından m'kahlanacak, malın
da başkaları arasında paylaştırılacaktır.» demiş, ancak ademoğlu ona uymayıp cihad etmiştir.
Kim (şeytana uymayıp) böyle yaparsa, Allah'ın o kimseyi Cennet'e koyması hak olur. Her
kim bu uğurda öldürülürse, Allah'ın o kimseyi Cennet'e koyması haktır. Bu uğurda
boğulursa, Allah'ın onu Cennet'e koyması haktır. Bu uğurda bineği onun boynunu kırıp
Öldürürse, Allah'ın o kimseyi Cennet'e koyması hak olur.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. Rasûlullah
(s.a.v.), her sabah ve her akşam mutlaka şu, duaları okurdu:
«Allah'ım, dünyada ve ahirette senden afiyet diliyorum. Allah'ım, dinimde, dünyamda,
ailemde ve malımda senden af ve afiyet diliyorum. Allah'ım, gizliliklerimi ört ve
korkulardan beni emin kıl. Allah'ım beni önden, arkadan, sağdan, soldan, üstten gelecek
kötülüklere karşı koru ve alt taraftan bana bir kötülük gelmesinden senin azametine
sığınıyorum.» Ravilerden Veki, alt taraftan gelecek olan kötülüğün, yere batmak olduğunu
söylemiştir. [6]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/31-43.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/43-45.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/46-59.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/59-65.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/66-67.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/68-86.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...