07 Mart 2015

SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA DÖRDÜNCÜ BÖLÜM



SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
"WEB / ÖRÜMCEK AĞI"NDA LİBERAL ATILIM '..
TÜSİAD'ın New York'a getirdiği raporlardan çok etkilendim. TÜSİAD, Türkiye'deki gelişmelerle ilgili tavırlarını çok net biçimde ortaya koyuyordu. Hatta 'Milli Güvenlik Kurulu'nu anayasadan çıkarmamız gerekir. Milli Güvenlik Kurulu'nun görevi sadece savunma konularıyla sınırlı kalmalıdır' görüşündeydiler." John Brademas, NED eski Başkanı (1993 2001)[101] Demokrasi adına gerçekleştirilen sızıntıyı daha yakından görebilmek için, Türkiye'de son 20 yılda örülen örümcek ağının bir bölümüne yine Amerika'dan bakmak gerekiyor. Ülkemizde kurulan yarı-sivil ağdan çekeceğimiz ilmiğin ucunda projenin hemen hemen tümüne teorik destek sağlayan bir etkinlik var. Bu etkinlik güçlendikçe, Türkiye'ye yeni genç liderler yetiştirecek. Onları ABD'de ve Türkiye'de eğitecek. Şu köhnemiş (!) siyasal yapılanmanın çökmesiyle ve IMF'nin kredi koşulu olarak öne sürdürdüğü siyasal değişim yasalarının resmileştirilmesiyle, siyasal boşluk doğacağı hesabıyla yeşerecek yeni partilere, genç kadrolar, yepyeni liderler yetiştirecekler. Tasarım aşağı yukarı budur. Cem Boyner'in Yeni Demokrasi Hareketi girişiminden sonra gelişen bu tür oluşumlar, NED kaynaklarından ve A.B'den destek alıyor. Yasal konumu "dernek" olan bu oluşumlar, "think tank"ten tercüme adlarıyla, kendilerini "düşünce topluluğu" olarak sunuyorlar. Liberal atılım, "islâm ve piyasa ekonomisini bağdaştıracak" propagandayla işe başlıyor. NED dosyasındaki proje özetine göre, liberal enternasyonalin Türkiye'deki şubeye verdiği görev çok açık: "NED'den CIPE'ye, CIPE'den Liberal Düşünce Topluluğu 101 Brademas eski ABD Kongre üyesidir. (Cumhuriyet, 15 Nisan 2001) Brademas, 1974 Kıbrıs harekatının ardından, Türkiye'ye ambargo uygulanmasını sağlayan lobinin başını çekmiştir. Brademas, Kemal Derviş'in ardından, TESEV tarafından İstanbul'a getirilmiş ve Boğaziçi Üniversitesi'nde konuşma yapması sağlanmıştır. Brademas, Türkler ne yaparsa yapsın Kıbrıs'ın AB'ye katılacağını, Kıbrıs'taki Türk askeri gücünün geri çekilmesini, adaya NATO'nun yerleşmesini savunmuştur. Brademas, Şubat 2001'e dek NED yönetim kurulu başkanıydı. (LDT)'na, 1997 yılında, İş ve iktisat; Medya ve yayın, Politik Çalışmalar için 61.710 ABD doları. Proje özeti: ALT (LDT'nin İngilizcesi : Assosiation for Liberal Thinking) bu program çerçevesinde İslâm ve demokrasinin bağdaşabildiğini gösterecektir. ALT, uluslararası alanda ün yapmış uzmanların, tebliğlerini, siyasetçilerden, iş dünyası liderlerinden, sivil liderlerden, bürokratlardan ve medyadan oluşan bir topluluğa sunabilmeleri için, İstanbul'da bir sempozyum düzenleyecektir. ALT, daha geniş topluluklara ulaşmak üzere, 6 büyük kentte paneller düzenleyecek ve sempozyum belgelerini, geniş olarak dağıtılacak bir kitapta toplayacaktır. ALT, bu program boyunca, yalnızca konuyla ilgili entelektüel tartışmalarla sınırlı kalmayacak, (aynı zamanda serbest) pazarı esas alan iyi bir iktisadi düzen (ve) Pazar iktisadiyatı kaynaklı bir reform etkinliğini de başlatacaktır." Liberallerin Amerikan işadamları örgütüne sundukları proje ne denli yararlı sonuçlar vermiş olmalı ki, aynı Amerikan örgütü, 1999 yılında liberallere 49.779 Dolarlık yeni bir kaynak daha sağlıyor. Bu kez amaç, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine ulaşmaktır. Proje özetinden okuyalım: "(Amaç) ALT'nin iktisadi reform yasa önerisini değerlendirmesi ve bir dizi akşam ve öğlen yemekleri ile, meclis üyeleriyle piyasa iktisadı reformlarını savunanların birbirlerini etkileyebilecekleri toplantılar düzenlemesini sağlamak." Yabancı devlet örgütlerinin parasıyla düzenlenen yemeklerde reform görüşen meclis üyelerine ne demeli? Bu vekillere, Türk ulusunun vergilerinden oluşan bütçeden verilen maaşlar, ele güne muhtaç olunmasın, temsilcilerimiz iyi' görünümlü, özgüvenli bir yaşam tuttursunlar diye veriliyordu. Temsilcilerimiz, bir yasa tasarısıyla ilgili önerileri görüşme ortamı bulmak üzere, illaki, Amerikan işadamlarından para alan topluluklara muhtaç olamazlardı. Liberal, hür, küresel, sınırsız ve sorumsuz çağın gereği yerine gelsin diyedir tüm bu işler. Milletvekillerimiz durumun aslını bilselerdi, kesinlikle bu yemeklere katılmazlardı. Vekiller, bu tür toplantılarda yabancıların desteğini bilselerdi, en azından yemek bedellerini kendileri öderlerdi. 

İSLÂM İLE LİBERALİZMİ BAĞDAŞTIRMAK 
Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliğinin korunmasına yardım etmek üzere olağanüstü bir koalisyon hazırlanmış bulunuyor. İşin aslına bakılırsa, NED'in ağında herkese, her zaman yer vardır. Bu kadar zahmet neden? Bu sorunun yanıtını ve 'küresel' dedikleri dünya egemenliğine bağlı, stratejik çıkarların ipuçlarını, proje gerekçelerinde görmek olanaklı. Liberal Düşünce Topluluğu'na yapılan harcamaları NED'den aktaran ABD'nin CIPE adlı işadamları örgütü, liberallerin projesini açıklarken, "İslam’ın pazar ekonomisiyle uyuşabileceği düşüncesini yaymak ve ekonomik reformların propagandasını gerçekleştirmesi için sempozyum ve milletvekillerinin katılacağı yemekli toplantılar örgütlemek" diyor. "Global Partners"[102] listesine "Association for Liberal Thinking -ALT" satırını eklemiş olan Amerikan şirketlerinin dış ülkelerde etkinlik örgütü CIPE, aşağı yukarı şunu demek istiyor: "Türkiye'de Müslümanlar var, şimdi Liberal olarak bu insanları, kendi dinlerinin benim pazar düzenimle uyumlu olduğuna inandırmak üzere toplantılar düzenle, parası benden!" Bu çabanın altında yatan derin düşünceyi yaşam örnekleriyle kavramak olasıdır. LDT Derneği'nin kurucusu Profesör Attila Yayla, işin ucunu bir sert ataklığa dek götürüyor ve Seattle'da yapılan WTO (World Trade Organization / Dünya Ticaret Örgütü) toplantısını protesto edenlere çok kızıyor. 21 Nisan 2000'de LDT'nun 'yayınında, "Globalleşme Düşmanlığından intihara" başlığını taşıyan yazısında, ülkesinin öncelikle yazarlarını "derinlemesine analiz kabiliyetinden ölümüne yoksun," olmakla karaladıktan sonra, protesto gösterilerinin "globalleşmeyi" durduramayacağını anlatıyor ve protestocuların örgütlerini bir güzel benzetiyor. Attila Yayla'ya göre, sendikalar, "işgücünün serbest hareketinin önlenmesini ve böylece üyelerinin yüksek gelirli işlerinin rekabetten korunmasını isteyen" örgütlerdir. Liberal Yayla'ya göre, sermaye alabildiğine serbest hareket ederken, işgücü serbest hareket edememiş oluyor. Çünkü işgücünü tutsak eden, hareketini önleyen sendikalardır. Öyleyse serbest Pazar ekonomisinde sendikaya ne gerek var?! Görüldüğü gibi, Liberaller, ultra-liberaller, yeni liberaller, işverenler, seçkinler, yani cümle âlem herkes örgütlenmeli, ama sendikalara gerek yok, diyorlar. Bir liberale, adı üstünde özgürlükçüye, Türkiye'de "sivil toplumcu" bir bilim insanının sendika düşmanlığını bu kerteye vardırmasını anlamak zor. Üstelik NED'in hürriyet ilkelerine de uymuyor bu tutum. Teorik olarak böyle ama, her şey göründüğü gibi olmuyor. İthal liberalliğin dış bağlarından ana kaynağın ne denli örgütlenme düşmanı olduğunu sona doğru göreceğiz. Şimdilik kitle gösterilerine karşı alınan bu sert tutumu anlamaya çalışalım. Libarel'e göre "Globalleşmeye karşı" durmak o denli günah ki, liberalliğin yılmaz savunucusu liberal profesör, "karşı ittifak" içinde gördüğü kim varsa, aşağılamaktan yana. Şöyle diyor: 102 CIPE Global Partners : Results & Accomplishments, CIPE.crg 30.03.2004 112 "..insan cinsini doğa herhangi bir böcekten daha değersiz bir türü olarak gören ve bazen insanda Lenin, Stalin ve Hitler'in yüksek bir ideal uğruna yaptığını sözüm ona doğa için yapmaya hazır olduğu duygusunu uyandıran çevreciler, radikal feministler, Marksizmin müminleri, üçüncü dünyacılar ve diğerleri..." Globalizmin karşıtlarını böylece tanımlayan Liberal Profesör, hızını alamıyor ve "Bunlar hangi ilke ve hangi amaç etrafında bir araya gelebilirler?" diye sorup, alay ediyor. "Bunlara yakışan birlikte olmak mıdır, birbirlerinin gözünü oymak mıdır?" sözleriyle liberallikten bilimsel örnekler sunuyor. Her türlü kitle örgütlenmesine düşman bu tutumun, salt bizim ülkeye özgü, liberal bir yozlaşma olduğunu sanmak, işin kökünden uzaklaşmak demektir. Daha sonra ayrıntılarıyla göreceğimiz gibi, Liberallerin anavatanı İngiltere’deki sendika ve en hafif toplumsal proje düşmanlığının örgütsel bağlantıları, İngiltere’den Amerika'ya uzanmaktadır. Liberal'in bunları bilmemesi zayıf bir olasılıktır, diye düşünüp liberal kitle düşmanlığının tipik örneğine dönelim. NED dolarlarıyla propagandaya soyunan topluluğun kurucusu, işlevine uygun bir biçimde, globalizme karşı duranları, "tahripçilik" ile suçladıktan sonra, hedef gösteriyor: "Bu şey (eylemin hedefi) aslında özel mülkiyettir, serbest girişimdir, hür ticarettir, yaratıcılık, çalışkanlık ve keşiftir." Liberal, kehanette bulunmayı da unutmuyor: "Bunu yok etmeyi herhalde başaramayacaklardır. Başarsalar bile kendi kendilerini de yok etmiş olacaklardır." 

'RESMİ' İDEOLOJİNİN TEMEL DAYANAKLARI ÇÖKMELİ..
 NED'in girişimleri 'globalizmin' yılmaz savunucularını da yaratıyor. Liberal düşünceliler, 20 Nisan 1995 tarihli açıklamalarında, TESEV'in vazgeçilmez katkıcısı, Ağa Han bursiyeri ve Kemal Derviş'in yakın dostu Nilüfer Göle'nin bilimsel bulgularına yaslandıklarını belirtirlerken, asıl amacın rengini de gösteriyorlar: "1990'lı yıllarda, sivil paşaların, liberalizmi doğrudan bir düşman olarak sunma çabaları(,) ikna edici durmuyor. O nedenle, liberalleri Kürtçülükle veya şeriatçılıkla suçlayarak(!) (eskiden komünist derlerdi) durumu kurtarmaya çalışıyorlar." Yabancı örgütün dolarlı desteğini almaktan çekinmemiş olan liberaller, eskiden "anti-komünizm" söylemi altına sığınıp, demokrasi isteyenlerin üstüne saldıranların, Güney Amerika'da, Filipinlerde, Afrika'da ve dünyanın dört bir yanında, diktatörlükleri 'global' olarak destekleyenlerin, kimliklerine de bir baksalar iyi olurdu. Çünkü, dolarlı projelerde, eski operatörlerin parmak izlerini görmek olanaklıdır. Ne ki, bunun için, görme-bilme niyetine sahip olmak ve bilime gerçekten bağlı kalmak gerekiyor. Liberal sözlerin altındaki gerçek niyeti, onların satırlarından okuyalım ve düşünelim. "Ama hayat sürüyor. Piyasa ekonomisi, sivil asker bürokrasisinin ve müttefiklerinin bütün çabalarına rağmen yaygınlaşıyor. Dünya ekonomisi Türkiye'yi rekabetçi piyasa modeline itekliyor. Son yıllarda, resmi ideolojinin temel dayanaklarından biri olan KIT sistemi de çökme noktasına geldi" diyen liberaller, neredeyse ekmeğini yedikleri, kendilerini bugünlere getiren ülkenin sistemi çöktü diye, bayram edecekler. Liberaller, 1995 Nisan'ında ufukta görülen REFAH-YOL hükümetini selâmlarken de aynı bayram havasını yaşıyorlar; gelişmeyi alkışlıyorlar: "Çok partili sisteme geçiş ve Demokrat Parti geleneği, Kemalist çekirdeğin bütün aksine çabalarına rağmen İslami hareketin demokratik yarış içinde yer almasına olanak verdi, iki taraf da "şeriat geliyor" çığlıkları atsa da önce parlamento ve koalisyonlar, şimdi yerel idareler, İslamcı muhalefetin entegrasyonunu kolaylaştırdı." 

LİBERALDEN "28 ŞUBAT" DERSLERİ 
Dini politikaya araç edenler, yalnızca bir kesim değil. Liberaller, kendilerini geri kalan kuruluşlardan ayrı tutmak üzere, örgütlenen ve bazılarınca, "Müslüman kesim" olarak tanımlananları da liberalleştirmeye kararlıdırlar. LDT kurucularından ve Liberal Düşünce Dergisi editörü, Hukukçu Mustafa Erdoğan, bir yandan yazıyor, bir yandan da MAZLUMDER'de konuşuyor. Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 kararlarına bir "irtica" hareketi diyerek, liberalliğin militan yüzünü gösteriyor: "28 Şubat 1997 Türkiye toplumunun Cumhuriyet döneminde maruz kaldığı en ciddi siyasi irtica hareketlerinden birinin adıdır. Bu hareket 27 Mayıs darbesinden bile daha zararlı ve sinsice tertip edilmiş bir "irticai kalkışma" hareketidir. Gerçi, 27 Mayıs'ın insani maliyetinin çok daha korkunç olduğunda şüphe yoktur; nitekim, kadim "siyaseten kati" geleneği ihya edilerek, seçilmiş başbakan ve iki bakan idam edilmiştir. Mamafih, 28 Şubat en azından ilk sonuçları bakımından kanlı bir hareket olmasa da, siyasi ve toplumsal etkileri bakımından ondan hem daha kapsamlı hem daha kalıcı olmuştur."[103] "Liberalin 28 Şubat değerlendirmesi, kendisini ilgilendirir," deyip geçmek gerekir. Ne ki, onun 28 Şubat'ta karar alanları nitelerken madde madde yaptığı değerlendirmeler, Türk hukuk dünyasına büyük bir katkı sağlayabilecek niteliktedir: 103 Mustafa Erdoğan, "28 Şubat İrticai Bir Kalkışmadır" LDT, Mart 2001 "(1) 28 Şubat'ın failleri siyasette meşruluğun kaynağının halk olduğunu reddetmişlerdir: Onlara göre, meşruluğun kaynağı halkın iradesi değil resmi ideoloji, hatta onun karikatürize edilmiş biçimci bir türüdür. (..) Onun için 28 Şubatçılar halkın iradesinin kamu siyasetinin temel ilkelerini belirlemesini kabullenemeyen "hazımsızlar" veya cüretkârlar taifesi olarak da nitelenebilirler. (..) (2) 28 Şubatçılar hukuk tanımazdırlar. (..) 28 Şubat bu bakımdan 12 Eylül rejimiyle bile yarışabilecek bir durumdadır. (..) (3) 28 Şubat zihniyeti insan haklarına düşmandır. (..) Bu zihniyet, gayet doğal olarak, devlet eliyle insan haklarına karşı bir saldırı kampanyası başlatılmasına, başta din ve vicdan, ifade ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere temel hakların fütursuzca çiğnenmesine yol açmıştır. (..)" LDT Derneği kurucusu Hukukçu Profesör Erdoğan liberal cepheyi genişletmeye kararlı görünüyor ve ekliyor: "Başlıca, Kürt kimliğini ve İslami hassasiyetleri resmi düşman olarak ilan etmiş ve buna göre icraat yapmış, yaptırmışlardır. Kimi yurttaşların kendilerini ana dillerinde ifade etmelerini, örgütlenmelerini ve siyasi faaliyet yapmalarını yasaklamış; kimi yurttaşların da hayatlarını kendi inanışlarına ve hayat tarzı tercihlerine göre tanzim etme ve yaşama "doğal haklan"nı tanımamışlardır. " Varılan bu sonuç daha fazla yorum gerektirmez, ama "liberal saldırı" bilim dilinden uzaklaşmakta ve söylemin düzeyini değiştirmektedir. Daha sonra görüleceği gibi, ulusal-egemenbağımsız devlet ilkesine yaslanan her düzeni kaldırmaktan yana "açık toplum" yolculuğunun doğal sonucudur bu düzey. 

"İLİM VE İRFANDAN YOKSUNLAR" 
Dinsel düzen peşinde koşanların, bu işleri nasıl düzenleyecekleri, eylemlerinden ve sonuçlardan bellidir. Ama yabancı desteğiyle liberalleşmenin ve her "think tank"in savunuculuğuna soyunmanın gerekçelerini anlamlandıracak birkaç madde daha var. "(5) 28 Şubatçılar toplumu militarize etmek istemişlerdir. (..) (6) 28 Şubat bilim karşıtı, dogmatik bir harekettir. (..) (7) 28 Şubat kalkışması tipik bir "cahil cesareti" örneğidir. 28 Şubatçılar insan, toplum ve dünya hakkında cahil olduklarını fark edemeyecek kadar 'ilim ve irfan'dan yoksundular." Prof. Erdoğan, İnsan Hakları'na dinsel pencereden bakan MAZLUMDER'in toplantısında, İnsan Hakları hareketinin yükselmesini bir başka liberal noktadan vurguluyor: "28 Şubat kafası bütün bu nedenlerle Türkiye'nin 'anayasaldemokratik' bir devlet, özerk bir sivil toplum ve özgür ve yaratıcı birey yolundaki bir buçuk asırlık yürüyüşünü tersine çevirme saplantısı ile malul bir kafadır. Bundan dolayı, 28 Şubat Türkiye toplumunun "uygarlaşma" ve çağdaşlaşma mücadelesine çok büyük zarar vermiştir. "[104] Türkiye Gazeteciler Yazarlar Vakfı (TGV)'nın[105] düzenlediği ünlü Abant toplantılarında da zamanın Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı ile birlikte "Laikliğe çerçeve" çizmiş olan Liberal hukukçu, NED-IRI çerçevesinde Türkiye'de amaçlananı da açıkça belirterek, "project democracy" operasyonunu anlamamıza yardımcı oluyor: "Devlet seçkinlerimizin, başta milliyetçilik, egemenlik, 'iç işlerine karışmama' ve kültürel türdeşlik anlayışlarına dayanan politikaları olmak üzere eski moda yöntemlere gitgide daha fazla sarılması bunun tipik bir göstergesidir. Öyle görünüyor ki, Türkiye'nin bu konudaki tek şansı, küreselleşmenin zorunluluk ve gereklerine kendini adapte etme hususunda sivil toplumun devletten daha bilinçli, istekli ve yetenekli görünmesidir."[106] Bu sözlerin uzandığı anlam açıktır. Egemenlik, ulusçuluk, ortak kültür, eskimiştir; sınırların kaldırılması gerekir, artık içişleri yoktur; bu işlere başkaları karışır. Burada dursa iyi, ama o durmuyor, devleti bir yana bırakın demeye getiriyor. "Sivil toplum" yeni egemenlerle iç içe geçmeye dünden razı görünüyor. "Sivil" olan gerçekten "küreselleşmeye" ve öz ülkesinin sınırlarını sonuna dek açmaya, güvenliğini emanet etmeye niyetli görünmektedir.

 BİR BUÇUK ASIRLIK LİBERAL YÜRÜYÜŞ 
Türkiye'de ulusal birliğe ve ulusal güvenliğe yönelen tehdidi "irtica" düzeyine indirgemek, liberalden daha liberalci olanları küçümsemek olur. Kendilerini 'liberal' olarak tanıtan CIPE'nin proje ortakları, "Kemalist çekirdekli" diye adlandırdıkları Türkiye Cumhuriyeti'nin sonunu ilan ederken, dinci hareketin ağ içindeki yerini belirten açıklamaları çok daha çarpıcıdır: "Sivil toplum, özel mülkiyet ve piyasa ekonomisi güçlendikçe, Kürt ve İslamcı hareketler taleplerini daha fazla 104 Mazlumder'in 4 Haziran 2000 tarihindeki kongresinde yapılan konuşma metni. 105 TGVnin onursal başkanı F. Gülen'dir. 106 M. Erdoğan, "Küreselleşme"ye Dair, LDD 31.5.2000 seslendirdikçe, resmi ideoloji ve destekleri zayıflıyor. Totaliter düşünce yapısı çöküyor. Bu durumda, doğallıkla liberal demokratların düşünsel etkinliği de artmaya başlıyor." Bu tümceleri tersinden okumakta yarar var. Resmi ideolojinin ve bu ideolojinin desteklerinin zayıflatılması gerekiyor. Bunun için "Sivil toplum" adı altında örgütlenme yükseltilmeli, devlet mülkiyeti zayıflatılmalı yani özelleştirilmeli, piyasalar dışarıya açılmalı, Kürt milliyetçiliği hareketi, İslamcı örgütler taleplerini yükseltmeli! Totaliter düşünce yapısı ya da resmi 'ideolojinin ne olduğu söylenmiyor ama, yükseltilecek olan talep sahipleri düşünüldüğünde bunun Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleriyle ilgili olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyor. Bu sözler bize, Amerikan Milli Güvenlik Konseyi'ne, Amerikan ordusuna hizmet veren RAND'ın raporunu anımsatıyor. Hani şu Boğaziçi'nin ve Georgetown Üniversitesi'nin şu ünlü profesörü Sabri Sayarı'nın hazırladığı ileri sürülen ve RAND şirketince yayınlanan "Türkiye-Din" raporunu.[107] O raporda, Kürt hareketinin İslamlaşmasıyla gücünün artacağı öngörülüyordu. PKK, bu öngörünün hemen ardından İslamcı kanadını oluşturmuştu. Abdullah Öcalan Mesihleşirken, PKKHizbullah çatışması da başlamıştı. Turgut Özal'ın "federasyon tartışılmalı" demesinin ardından İstanbul'da toplanan ERNK İslâm kolu ve diğer İslamcı Kürtler, ılımlı ve barışsever olarak sunulan Nurcu Kürt hareketinin yayın organının düzenlediği bir konferansta, federasyon isteğini, enine boyuna tartışmışlardı. Bu geçmişin ışığında, liberallerin açıklamalarında "şeriatçı akım" demeleri çok şaşırtıcı olmamalı. Dernek kurucusunun ABD'deki bilimsel etkinlikleri bu öngörülerin kaynağını da gösterecek niteliktedir. Prof. Dr. A. Yayla, ABD'de HAMAS destekçilerince kurulan UASR örgütünün yuvarlak masa toplantılarına katılmıştır.[108] 107 RAND Şirketi, eski CIA uzmanlarının yönetiminde 1100 personel ve 300 konuk görevli, danışman, öğrenci ve subay ile çalışıyor. RAND, ASAM (Avrasya Vakfı-Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi) ile ortak çalışıyor. RAND'ın ayrıca RGS (The Rand Graduate School) adında bir okulu bulunmaktadır. TESEV yönetim kurulu üyelerinden ve Bilgi Üniversitesi öğreticilerinden de RGS'de doktora yapanlar olmuştur. 108 UASR: HAMAS'ın etkinleri tarafından ABD'de kuruldu. Başkanı Ahmed Yusuf, 1997'de IAP (Islamic Association for Palestine / Filistin İslam Cemiyeti) konferansında Merve Kavakçı ile birlikte konuşmuştu. CMCU ile UASR, Nisan 2000'de ortak konferans düzenlediler. Bu konferansa yılın altı ayını İstanbul’da, geri kalanını Endonezya, Malezya, Almanya ve ABD'de Türkiye rejimi aleyhine konuşmalarla geçiren Alman eski Büyük Elçisi Wilfred Murad Hoffman, Hakan Yavuz da katılmış ve Merve (Kavakçı) Yıldırım, Türkiye'yi yeren bir konuşma yapmıştı. Ahmed Yusuf, Türkiye hakkında pek de iyi şeyler düşünmemektedir. UASR yayın organı Media Monitors Netvvork'deki yazılarında Ermeni katliamından söz eder.( "Countering the Current Crisis: A Strategy for Müslim Integration" 23 Şubat 2003.) Aynı yayın organında Türkiye, "saldırgan seküler" devlet olarak yazılır.(ikbal, Sıddıki,"lraqis seek İslam, independence; US UASR yayınında yuvarlak masa toplantısı şu satırlarla yer almaktadır: "Mayıs 25 (1997)'de, Dr. Ahmad, Hacettepe Üniversitesi ve Liberal Düşünce Derneği'nden Dr. Attila Yayla ile birlikte bir yuvarlak masa toplantısını yönetti. Dr'lar Yayla ve Ahmad ve katılımcı islamcı entelektüeller ve eylemciler (activists) Türkiye'deki İslamcı hareketin geleceğini tartıştılar." Yuvarlak masalar çevresinde, Liberal-İslamcı katılımıyla gerçekleşen Türkiye'deki İslamcı hareketin geleceği üzerine yapılan konuşmaları ve tartışmaları, bilemiyoruz. Bir gün liberal bir tarzda açıklanırsa, Türkiye'nin böylesi bilimsel görüşmelerden yararlanacağına kuşku yok. UASR, etkin bir kuruluştur. RAND'ın Ortadoğu araştırmacısı, Irak'ta Şiilik, Türkiye'de Nurculuk ve kimlik araştırmacısı, eski CIA istasyon şeflerinden Graham Edmund Fuller de aynı örgütün yuvarlak masa toplantısında bulunmuştur.[109] Liberal "network" içinde yapılacak olan gezintide "ulusal" görüşlerin savunulamayacağı kesindir. Liberal ağın merkezi Atlas Foundation, ağ içindeki örgütlerin işlevini "ABD'deki 'think tank' (örgütleri), etnik azınlıklara Pazar-kaynaklı düşünceleri satarken daha "sofistike" olmak durumundadırlar. Bu 2. Annual (Yıllık) Atlas Liberty Forumu'nun belirgin temasıydı" diyerek açıklamaktadır. 10-11 Nisan 1996'da, Philadelphia'da toplanan 'Forum'da bir konuşma yaptığı anlaşılan Washington merkezli "Center for the Study islam and Democracy" müdürü Radwarı Masmoudi, "sözde modern islam devletlerinde yolsuzluk ve baskıdan" söz etmiş. Onun ardından söz alan Liberal Düşünce Derneği kurucusu Prof. A. Yayla da kendi ülkesindeki durumu açıklığa kavuşturmuş. Atlas'ın yayınında Yayla'nın açıklaması şöyle yer alıyor: "Attila Yayla (Association for Liberal Thinking) bu düşünceyi yineledi ve Batılıların kısa-süreli yararlı ittifaklar yapan, birçok klasik liberal değerlere genel olarak saygı gösterilmeyen Türkiye gibi ülkelerle ilgili hayale kapılmamaları gerektiğini ekledi."[110] Kendi ülkesi üstüne uzak yerlerde bu tür ince görüşler ileri sürmenin elbette bir sakıncası yok. Bu durum gezi ve toplantı liberalliğinin gereği olabilir. Adı üstünde "liberal," istediği yerde offers Turkey-style 'democracy'" MMN, 5 Mayıs 2003) 109 Graham Edmınd Fuller (1937-): İstanbul CIA İstasyonu (1964-67), Cidde siyasi görevli (1968-71), Sana (Yemen)'da Müşavir (1971-73), Merkezde, CIA Direktörü William Cassey'in asistanı, Milli İstihbarat Başkan yardımcısı (1973- 75), Kabul (Afganistan)'da siyasi görevli (1975-78), Hon Kong'da Genel Konsolos (1978-1979), Freedom House ve RAND'da Ortadoğu şefi. Fuller Türkiye'de 3 y ! kaldı ve Türkçe bilmektedir. 110 "Think Tank Outreach to U.S. Hispanics and Muslims," atlasusa.orgistediğiyle masalara oturma libertesine sahiptir. Ancak liberallerden beklenirdi ki, yuvarlak masa görüşmelerinden ülkelerini de bilgilendirsinler. Böylece yurttaşlar da liberalleşme olanağına kavuşurlardı. Ülkelerin iç koşullarının liberalliğe çizdiği sınırları bir çırpıda unutup, başka bir ülkede, o ülkenin içişlerini ilgilendirmeyen bir biçimde, Türkiye'deki liberallik üstüne toplantı yapmak kolay olsa gerek. Oysa Liberte'nin sınırı, Fuller'in ülkesinin "National Security/Ulusal Güvenlik" alanıyla çiziliyor. Yuvarlak masalarda belki de liberalliğin önündeki sınırların kalkması gibi konular görüşülmüştür deyip, geçelim. LİBERAL ÜNLÜLER VE YUNUSLAR Dünya liberal hareketinin Türkiye yansıması birleştirici bir işleve sahip. Yukarıdaki liberal bildirinin hemen sonunda, kurucular şöyle tanıtılıyor: "Kurucu başkan Kâzım Berzeg, bireyi devlete karşı korumakta ihtisaslaşmış bir avukat. Şu andaki başkan Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Erdoğan ise (Avusturyalı) Hayek hayranı bir Anayasa Hukukçusu. Derneğin üyeleri arasında Osman Okyar, Attila Yayla, Güneri Akalın, Levent Korkut gibi her yaştan liberal akademisyenler var." Eski tanıdık Osman Okyar'ı hemen anımsadınız. 12 Mart darbesinden sonra arkadaşlarını Sıkıyönetim mahkemelerine tanıtan kişi. Hani şu, 12 Eylül 1980 darbesinin öncesinde Türkiye'de CIA istasyon şefi olarak bulunan Paul Henze'yi sayfalarına konuk eden ve Henze'nin buyurduğu gibi darbeyi savunan Forum dergisi adına ve Milli Güvenlik Konseyi talimatıyla Aydın Yalçın'la birlikte ABD kongre binasına dek gidip, Amerikan terör komisyonunda, yanlış bilgilendirme uzmanı Henze'nin tezlerini savunan Osman Okyar. Aslına bakılırsa, Okyar eski çizgisini sürdürmektedir. Çünkü liberalliğin ve 'liberte'nin sonu yoktur. [111] NED "project democracy" ağında yer almaktan, senaryonun tümünü bilmeyerek, kıvanç duyan gençleri örgütlemekte liberalliğin doğal sonucudur. Liberal Parti'nin gençlik örgütü kendisini "genç yunuslar" olarak niteliyor ve yurtdışı işbirliğinden duydukları sevinci şu satırlarla belirtiyor: "Birçok yabancı kuruluşla bağlantı içindeyiz. IRI (International Republican Institute), IFLRY (International Foundation of Liberal and Radical Youth), Friedrich Naumann 111 "Amerikan Senatosunda Terörizm Araştırması" Yeni Forum, 15 Temmu1981 /Uğur Mumcu, "Haketmediler mi?" Yeni Ortam, 30 Aralık 1974, Uğur Mumcu, Suçlular ve Güçlüler, s.207 Stiftung, LYMEC bunlardan bazıları. Birçok üyemiz partimizi ve ülkemizi temsil etmek üzere bu kuruluşların düzenlediği seminerlere katılmak üzere yurtdışına çıkıyor." Yurt dışına çıkmanın büyük meziyet olduğunu düşünmek, kendilerini temsil etme "liberty"sine sahip olmak, ayrı bir liberalliktir ama, anlaşılmayan nokta, liberallerin Türkiye'yi temsil etme "liberty"sine nasıl sahip olup olmadıkları ve temsil yetkisini kimden ve nereden aldıklarıdır. Olsa olsa, kendilerini temsil ediyorlardır, denilip geçilebilir, ama onları destekleyen çevreleri de temsil torbasına katmakta yarar var. Ayrıca, seminer verilen yerde, birileri gelir, birilerine bir şeyler anlatırlar. Bunun amacı eğitimdir. Eğitimciler arasında yer alan muhafazakâr Amerikan partisinin örgütü IRI, ne denli liberaldir? Amerika'da bile muhafazakâr olarak bilinen Cumhuriyetçilerden hangi liberalliği öğreniyor olabilir 'yerli’ liberaller? Liberaller kendi ülkelerinin düzeninin yıkılmasından o denli mutlu oluyor olamazlar. Çünkü, gerçek liberal, petrol-gaz egemenlerinin, Ortadoğu, Kafkasya, Asya bireylerinin "liberte"sine el koyması da o denli karşı çıkmalıdır, değil mi? 

LİBERAL, SEVR'İ AÇIKÇA İNKÂR EDİYOR 
Her ne kadar bu liberallik, gaz ve petrol kuyularını görmezden gelse de hoş karşılanmalıdır. Çağımız, ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre hem “dinler çağı” ve hem de “medeniyetler arası savaş çağı”dır. Çağımız aynı zamanda “dinler arası diyalog çağı”dır. “Militarist Cunta” tarafından yönetildiği ileri sürülen Türkiye'de devletin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması, ABD Kongresinin raporlarının yayınlanmasıyla birlikte tartışılmaya başlandığına göre; bunların bir önemi olamaz. Liberallerin hukukçusu Kâzım Berzeg, “resmi tarihin” büyük yanılgısına dikkat çekerek, ulusumuzun sabır sınırlarıyla, liberalliğin sınırlarını sınıyor. Hukukçu Berzeg, LDD'nin Kış 2001 sayısında "Sevr'in yaratıcısı Batılılar değil, İttihat Terakki Cuntası'dır" başlıklı yazısında tarihi doğrultuyor.[112] Liberal Berzeg, İngilizlerin önerisini geri 112 "Liberal düşünce" dergisini "Liberte AŞ" çıkarıyor. Derginin künyesine göre: Sahibi Liberte A.Ş adına Özlem Çağlar. Yazı işleri Mdr: Haluk Kürşad Kopuzlu. Yayın Kurulu: Güneri Akalın, Sait akman. Zühtü Arslan, Kürşat Aydoğan, Kâzım Berzeg, Vahit Bıçak, Ömer Çaha, Fuat Erdal, İrfan Erdoğan, Ramazan Gözen, Enver Alper Güvel, Eser Karakaş, Lütfullah Karaman, Levent Korkut. Fuat Oğuz, Hüseyin Özgür, Ahmet Fazıl Özsoylu, Reyhan Sunay, Metin Toprak, Nuri Yurdusev, Melih Yürüyen, Attila Yayla, Norman Stone. Danışma Kurulu: Imad-Ad-Dean Ahmad, Asaf Savaş Akat, Yıldıray Arsan, Ahmet Aslan, Mehmet Aydın, Osman Okyar, Ali Karaosmanoğlu, Norman P. Barry, ciary Becker, Hardy Bouillon, James M. Buchanan. Victoria Curzon-Price, çeviren, Almanların yanında savaşa giren Osmanlı'nın o zamanki yönetimini, Sevr'in yaratıcısı saymakla, bizi büyük dertlerden kurtarıyor. Liberalin savına göre, savaşa girilmeseydi ya da İngilizlerin istekleri kabul edilseydi, Osmanlı savaşı yitirmezdi. Fransa'nın Sevr kentinde, Türkiye haritasının başına oturan İngiltere, İtalya, Fransa ve Almanya, az arkalarında ABD, Anadolu'yu paylaşıp tokalaşmazlardı. Avukat görüşüyle tarih, "şeydiler" ve "saydılar" ile yorumlanıyor. Ama tarih de tarihtir! Kimi olayları tersyüz etmek bazılarını kandırmaya yeter de, tarihin gerçeklerini tümüyle silme tekniği henüz bulunabilmiş değildir. Bunca liberal ortaklığı beceren bu "think tank" in kitaplığının raflarından "resmi" ya da yarı-resmi ya da "sivil" herhangi bir tarih kitabı açılsa, Anadolu paylaşım haritasının daha 1915'de çizildiğini, Yunanlıların savaşa Anadolu vaadiyle girdiğini okuyabilirlerdi. [113] Berzeg, "şeydi" ile de yetinse bu noktada kalınabilirdi. Ne ki, o, Vahdettin'in de onayladığı paylaşım kararı, parlamentolarca onaylanmadı ki, "Sevr anlaşması yürürlüğe girmemişti ki!" diyor. Maksadı ne bu liberalin? Belli olmuyor mu? İşin ucunu, günümüze bağlayacak. Ülkenin bölünmesine engel olmak isteyenleri, Sevr hastalığına tutulmakla suçlayacak; mozaik liberalliğini böyle uyduracak günümüze. 'Sendrom'un mucizevi ilacını bulmuş olacak! Liberal hukukçu, "Sevr uygulanmadı ki, yeni Sevr'den korkmak gereksiz" demeye getiriyor. Ne ki, bu tür 'liberal' tezleri ortaya atarken, biraz özenli olmak gerekiyor. Çünkü Sevr anlaşması, yabancı asker çizmeleriyle, Halife Sultan Vahidettin ve İngilizlerin desteklediği Abhaz Ançok Ahmet Paşa komutasındaki “Kuva-yı İnzibatiye”nin Sakarya'dan, Bursa'ya, oradan Balıkesir'e, Biga'ya kadar akıttığı halk kanıyla, Pontus'un İç Anadolu üstüne yürümesiyle, Yozgat'ta Çapanoğulları'nın Milli yönetimi yıkmaya girişmesiyle, Ermenilerin Kars'a, Ardahan'a uzanmasıyla, yerli azınlıkların her boyunun oluşturduğu büyük askeri birliklerin katılımıyla güçlenen Yunan işgal ordusunun yakıp yıkmasıyla, Fransız Ordusu'nun güneyde Ermenilerle birleşip gerçekleştirdiği katliam ve soygunlarla, İzmir'de kurulan Küçük Asya Çerkez Cemiyeti konferansı ve Rum-Ermeni-Çerkez 'Özerk Anadolu Devleti' projesiyle, İstanbul'da gezinen İngiliz çizmesiyle çizilmiştir. [114] Liberal hukukçu, isteklerini daha açık yazsa ve de Richard Epstein, Anthony Flew, Ronald Hamowy, R. Max Hartwell, Leonard Lıggio, Angelo Petrone, Ralph Racio, Charles K. Rowley, Pacal Salin, Vural Fuat Savaş. Maltepe/ Ankara, Baskı: Siyasal yayınevi. 113 Alexander Anastasius Pallis, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1920), s.24-26. 114 Şark-ı Karîb Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti Yunan İşgal Komutanlığının koruyuculuğu altında, izmir'de yurdun çeşitli yerlerinden gelen temsilcilerin katılımıyla bir kongre toplamış ve "Çerkeş Milletinin Düvel-Î Muazzama ve Âlem-Î hangi kimliğiyle düşündüğünü açıklasa, daha bir liberal olabilirdi.[115] Yerli liberal düşüncenin kaynağı ile birlikte proje destekli yayınlarda 'danışman' olarak adı geçen, NED'in "uluslararası uzman" dediği birkaç kılavuzu tanımaya çalışalım. 

DIŞ MERKEZLİ LİBERAL ENTERNASYONAL 
Adı 'liberal' kendisi muhafazakâr hareketin dünya odağında, İngiltere'de Mont Pelerin Society (MPS) ile ona bağlı olarak ABD'de kurulan Atlas Foundation (Atlas Vakfı) ve International Freedom Project (IFP/Uluslararası Özgürlük Projesi) adlı örgütler görülüyor. MPS, dünyaya dağılmış 500'e yakın seçkinden oluşan üyeleriyle ilginç bir örgüte benzemektedir. 'Serbest Pazar' iktisadına tapınan bir tarikat benzeri MPS, Avusturyalı Friedrich Hayek tarafından 1947'de, İsviçre'nin Mont Pelerin kenti yakınlarında yapılan bir toplantıyla kuruldu. MPS, kuralsız finansal düzen, sonsuz özelleştirme ve serbest ticaret politikalarını tasarımladı. Kurucuların kökleri, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurucusu Hapsburg Hanedanı ve 16. yüzyıldan başlayarak imparatorluğun istihbarat ve posta hizmetlerini gören Thurn und Taxis gibi, Avrupa'nın eski ailelerine dayanır.[116] Bu hanedanın üyeleri, 1920 ve 1930'larda Hitler'İ desteklemişlerdir. Mont Pelerin Society, "muhafazakâr devrim" çağrısıyla, ulus devletlerin ortadan kaldırılmasını ve 1920-1930'larda Avrupalı faşist hareketlerin isteklerini karakterize eden, çağdaş görünümlü feodalizme dönüş amacını güden bir düşünceye dayanır. Her ne denli "liberal" bir söylem tuttursa da sonunda ulusal devletlerin yıkılmasını amaçladığından, dünyayı kapital sahiplerinin diledikleri gibi sahiplendikleri eski feodal mülklere çevirmektir niyetleri. Bu düşüncenin dünyaya bilim adı altında ihraç edildiği merkez London School of Ecomics (LSE)'dir. Bu okulun en ünlü öğrencisi para piyasalarının vur-kaç işlemlerini temsil eden ve ulusal piyasaları İnsânîyyet Ve Medeniyete Umûmî Beyannâmesi" başlığını taşıyan kongre sonuç bildirisini Türkçe, Fransızca ve Rumca olarak yayınlamıştır. Bildirinin başında "..bilhassa Yunan Hükûmet-i fahimesine Çerkeslerin iltica eylediğini beyânla metâlib-i milliyesinin is'afını rica eyler," denilmiş ve daha sonra Yunan Kralı'na bir telgraf çekilerek cemiyet yönetiminde bir Yunanlı temsilcinin bulundurulması istenmiştir. 115 "Maalesef son 10 yıl boyunca, dünya kamuoyunda en etkili çalışmayı yapmamız gerektiği halde, 1993'te Ankara'da Uluslararası Helsinki Yurttaşlar Meclisi Toplantısı'na Av. Kazım Berzeg'in katılımı ve 1996'da İstanbul Habitat II Forumu'na Şamil Vakfı'nın öncülüğünde yine İstanbul demeklerinin katkılarıyla katılımı gerçekleşmiş, bunlar dışında bir etkinliğimiz olmamıştır. Oysa, dünyada her yıl çok sayıda uluslararası toplantı yapılmaktadır." Ekrem Atbakan, "AGİT(OSCE) İstanbul Toplantılarının Değerlendirilmesi," 24.11.1999, marje.net/dernek/agit-koor. html 116 Otto Van Hapsburg içerden yıkan Soros'dur. Soros, açıkça ulusal devletlerin zararlı olduğunu, dünyaya düzen verecek bir tür yeni imparatorluk kurulması gerektiğini savunur. Hanedanların ve büyük İsrail destekçisi' sermayenin parasını işleten, vergi cenneti Hollanda Antilleri'nde adresli Quantum şirketinin sahibidir Soros. MPS'nin ideologları, Friedrich Hayek, Emard De Mandeville (Hell Fire Clubs of Walpoles England) ve "monetarist" politikanın mucidi Milton Firedman'dir. 1970'lerde dünya turuna çıkan MPS kurucuları, birçok ülkede kendilerine bağlı "think tank" kulüpleri örgütlediler. Sözde liberal, iktisadi alanda kartellere tapınan örgütün uygulamadaki hedefleri kısa başlıklarla şunlardır: Finansal serbestlik, yol-su gibi altyapı yatırımlarının kısıtlanması, sosyal hizmet ve sağlık yardımlarının kısıtlanması, kırsal sanayide ve tarım üretimindeki korumaların kaldırılması, merkezi adil ücretlendirme sisteminin tümüyle bozulması kamu sektörünün özelleştirilmesi, devlet varlıkları yok edilerek devletin küçültmesi, ulaştırma ve iletişimde mikroekonomik reformlar yapılması, sendikaların etkisizleştirilmesi, enerji sektörünün kurumsal yapısının parçalanmasının ardından enerji denetim ve yönetiminin çokuluslu şirketlere verilmesi. MPS, ABD'de muhafazakârlara bağlanmıştır. En koyu muhafazakâr örgüt olan ve ""project democracy" operasyonunun babası Reagan'ın büyük destekçisi Heritage Foundation Başkanı Feulner, MPS'de hem ikinci başkan, hem de mütevelli heyeti üyesidir. Türkiye'de "liberal" denince "özgürlük" ve "ilericilik" anlayan solcu "sivil" elemanlar, Heritage'in geçmişini ve Nazi ilişkilerine bir baksalar, liberalliğin eski hanedanlıkların çağcıl araçlarla donatılmış finans kartel işi olduğunu göreceklerdir. Mont Pelerin Society, 1970'lerde İngiliz muhafazakârlarının esin kaynağı olarak yeryüzüne çıkmış ve İngilizlerin Demir Leydisi Margaret Tatcher'in en büyük destekçisi olmuştu. Özelleştirmeye tapınan örgütün ABD'deki kuramcısı Newton L. Gingrich'in politikaları da "Newtizm" adını aldı. Sözde liberaller, sonsuz ticari özgürlük, sonsuz özelleştirmeden yana tutumlarını, özelleştirmelerden yararlanan şirketlerin danışmanlığını yapmaya dek götürdüler. "Think tank" örgütleri partilerin ideologlarıyla ve bürokratik ağıyla devletleri yönlendirmeyi başardılar. MPS kurucularından İngiliz zengini Sir Anthony Fisher, 1955'de Londra'da IEA (Institute for Economic Affairs / İktisadi İşler Enstitüsü) merkezini kurdu ve IEA'nın ilk elemanı olarak direktörlüğe Ralph Harris'i getirdi. 1977'de ABD'ye giden Fisher, sonsuz liberallik ve sonsuz özelleştirme, sosyal devlet ilkesinin kaldırılması gerektiği üstüne kurulu görüşleri daha sistemli ve dünya boyutunda etkin bir biçimde yaymak üzere örgüt kurmaya başladı. 1978'de William Casey ile birlikte Manhattan'da ICEPS (International Center for Economic Policy Studies)'i kurdu.500.000 dolarla işe başlayan örgüt giderek büyüdü. Project Democracy yılları başladığında öteki birçok örgütte olduğu gibi bu örgütün adındaki "Center/merkez" sözcüğü kaldırıldı ve yeni ad "Manhattan Institute for Policy Research" oldu.[117] Antony Fisher, aynı yıl (1981) Atlas Foundation (Vakfı)'nı kurdu.[118] Atlas Foundation, İngiliz istihbarat örgütlerinin cephe kuruluşları arasında yer aldığı, BP ve Shell gibi petrol kartellerinden para aldığı ileri sürülüyor.[119] Bu arada, William Casey de Reagan tarafından CIA direktörlüğüne getirilmişti.

 FİSHER ÖDÜLLERİ VE 'HAVSALANIN ALAMAYACAĞI' İŞLER 
MPS'nin ABD'deki merkezi Atlas Foundation, bağlı 42 şubesiyle tüm dünyada örgütlenmiştir. Türkiye'den Attila Yayla, Atlas'ın üyesi olduktan sonra, Ankara'da, Hacettepe Üniversitesi’nde ALT (Association of Liberal Thought) Derneği'ni kurdu. Halifax'da Atlas merkezindeki görevinden ayrılarak Türkiye'ye gelen Prof. A. Yayla, Gazi Üniversitesi'ne "Interdisciplinary Course on Freedom" dersi koydurdu. Bu başarısıyla Atlas'ın yan örgütü International Freedom Project ve Temple Foundation'dan ödül almaya hak kazandı. Prof. Yayla, "islam, Civil Society and Market Economy -2000" adlı kitabıyla da, 5.000 dolarlık 'Antony Fisher ödülü'ne layık görülmüştür. Türkiye bilim dünyasına "açık toplum" liberalliğinin yerleşmesi adına olumlu gelişmelerdir bunlar. Doğum yeri Avrupa olan MPS'nin en güçlü proje merkezi şimdi artık ABD'dedir. Bu 'project' Avrupa ile ABD arasında bir rekabet bulunduğu sanısına kapılanları şaşırtacak bir koşutlukla yürür. Bu koşutluk içinde, Avrupa Birliği, Türkiye'yi liberalleştirmeye kararlıdır. Liberallerin kendi yayınlarından AB'nin açıklamasını okuyalım: "Liberal Düşünce Topluluğunun Avrupa Komisyonu ile proje kontratı 8 Eylül 2000 yılında imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Projenin toplam bütçesi 509.172 euro'dur, bu miktarın 458.225 euro'sunu Avrupa Komisyonu karşılamaktadır ve projenin süresi 30 aydır." Gazeteci Emin Çölaşan, Liberallerin A.B'nden para aldığını yazınca Liberaller ilginç, ama sert bir tepki göstermişlerdi. Liberallere haksızlık yapılmaması için yanıtlarını satır atlamadan olduğu gibi okuyalım: 117 James A. Smith, s.288. 118 "A 2000 year chronology of liberty." 119 Wilson, "MI5 and the Rise of Thacther: Covert Operations in British Politics," Lobster- 1986, iss. 11, appendix: ISC, FNF, IRD"Liberal Düşünce Topluluğu'nun E. Çölaşan'ın Amerikadan bir vakıf dediği CIPE (Center for International Private Enterprise) ile yürüttüğü iki proje 1998-2000 yılları arasında tamamlanmıştır. Bu projelerin ilkinde islam, Sivil Toplum ve Piyasa ekonomisi hakkında çok başarılı bir uluslararası sempozyum yapılmış, 10 panel düzenlenmiş ve sempozyum bildirileri İngilizce ve Türkçe yayınlanan iki kitapta toplanmıştır. İkincisindeyse milletvekillerine teknik ve bilgi desteği sağlanmıştır. Halen devam eden Avrupa Birliği ile ortak proje ise ifade özgürlüğü üzerinedir. E. Çölaşan Avrupa Birliği'nden nefret ettiği ve proje halen devam ettiği için biraz daha fazla bilgi verilebilir. Bu proje için LDT 10 Ağustos 2000 tarihinde İçişleri Bakanlığına resmi başvuruda bulunmuş ve projeye Dışişleri, Adalet ve İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığının onayı ile 19 Ocak 2001'de (yani 5 ay alan bir süreçten sonra) izin verilmiştir. Bu projenin başladığı, 1 Şubat 2001 'de Liberal Düşünce Topluluğu merkezinde düzenlenen ve Avrupa Komisyonu büyükelçisi Sayın Karen Fogg'un da katıldığı bir basın toplantısıyla kamuya açıklanmıştır. Bu toplantıda projenin ana faaliyet kalemleri ve Avrupa Birliği'nin sağlayacağı maddi katkı da basına bildirilmiştir. Basın toplantısında Türk medya organları yanında BBC, Reuters gibi uluslararası medya kuruluşları temsilcileri de hazır bulunmuştur. Ayrıca proje Liberal Düşünce Topluluğu'nun web sayfasında da ilan edilmiştir. E. Çölaşan'ın açık ve aleni bilgileri bir sırmış gibi yazması tek bildiği şey olan karalama sanatının temel taktiğidir. Liberal Düşünce Topluluğu'nun Avrupa Birliği ile yürüttüğü projenin toplam bütçesi 509.172 Euro'dur. Avrupa Birliği bu bütçenin 456.770 Euroluk kısmını karşılayacak, geri kalanını Liberal Düşünce Topluluğu kendisi (daha ziyade "inkind contribution") olarak harcayacaktır. Sağa sola hafiyelik havası basan E. Çölaşan'ın yanlış rakam (590 bin Euro) vermesi, gazeteciliği gibi hafiyeliğinin seviyesi hakkında da iyi fikir vermektedir. (..) Liberal Düşünce Topluluğu Avrupa Birliği ile ifade özgürlüğü üzerine yürüttüğü projesi çerçevesinde bir uluslararası, iki ulusal sempozyum, onaltı panel düzenlemekte; ifade özgürlüğüyle ilgili beş temel eseri Türkçeye aktarmakta; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Amerikan Anayasa Mahkemesi'nin ifade özgürlüğüyle ilgili kararlarını derlemekte; bütün hukuk sistemini ifade özgürlüğü açısından gözden geçirip reformlarla ilgili bir yol haritası geliştirmektedir. Ayrıca, ifade özgürlüğüyle ilgili bir yazı yarışması düzenlemekte, bir kamuoyu araştırması yapmaktadır. Şüphesiz, bir yoğun entelektüel faaliyet zinciri E. Çölaşan'ın havsalasına sığacak bir şey değildir.(..) Prof. Dr. Atilla Yayla, Liberal Düşünce Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı, 26 Aralık 2000. "[120] Liberallerden hoşgörülü olmaları beklenir ama, Emin Çölaşan'ın yazdığına göre, Uğur Mumcu'ya "zehir hafiye" diyecek denli liberal olanlarda, böyle bir niyet sezilmiyor. "Liberal" düşünceliler, Çölaşan'ı, CIPE'ye "vakıf" dedi, diye neredeyse cezalandıracak bir söylem tutturmuş. Bu durumda yeni bir soru oluşuyor: CIPE vakıf değilse, nedir? Amerikan işadamlarının, çok uluslu şirket vakıflarından ve özellikle ABD hazinesine bağlı NED kaynaklarından, projecilere kanal oluşturan bir örgüttür CIPE. Bu durumda, Türkiye'deki' TÜSİAD bile onlardan daha "sivil" ve daha "liberal" kalır. Liberal dernekçilerin alaycı ve kızgın tutumu bir yana bırakılırsa, yanıttaki tanı son derece doğrudur. Bu ilişkileri anlamak için 'havsala' yetmez. Tıpkı gerçekleşmediği kanısına kapılıp, Sevr paylaşım anlaşmasının yok sayılmasına havsalanın yetmeyeceği gibi. Türkiye'de her gün "egemenliğimize dokundurtmayız" sözleri edilse de dokunulmaya dünden razı olanlar az değildir. Zaten Avrupalının da egemenlik falan umurunda değildir. Liberallere verdikleri paraları savunurken, ilişkinin kapsamını şöyle açıklıyorlar: "Bu proje, Türkiye'de ifade özgürlüğü ile ilgili yasal ve sosyal durumu saptayıp bu konuda ilerleme kaydedilebilmesi için öneriler ve politikalar üretmeye yönelik aktiviteler gerçekleştirecektir. Bunlar arasında: bir uluslararası sempozyum, iki ulusal konferans, onaltı bölgesel panel, ifade özgürlüğüyle ilgili kitap yayınları, Türk hukuk sistemini diğer hukuk sistemleriyle, ve AIHM'nin ifade özgürlüğüyle ilgili kararları ile karşılaştıran 4 ciltlik başvuru kaynağı hazırlanması, insan hakları ve ifade özgürlüğü konusuna ilgiyi artırmak ve yaygınlaştırmak için yapılacak ulusal bir ödüllü yazı yarışması, bütün Türk hukuk sisteminin ifade özgürlüğü açısından gözden geçirilmesi ve reformlarla ilgili bilimsel bir rehber ortaya çıkarılması ve kapsamlı bir kamuoyu araştırması yapılması" vardır. Ayrıca Sayın Çölaşan'ın yazısında belirttiğinin aksine bu projenin içeriğinin Liberal Düşünce Topluluğu'nun web sitesiyle bir ilgisi yoktur."[121] Bu noktada durup 'havsala' zorlanmalı, Türkiye'de egemenlik haklarının yok edilmesi bir yana bırakılmalı, toplumsal barışı tehdit eden, etnik kışkırtma odaklarının hangi Avrupa ülkelerinde yerleştiği 120 www. liberal-dt. org. tr/at/at-ay41.htm 121 Avrupa Birliği Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, 27 Aralık 2001, Luigi Narbone, Maslahatgüzar, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi'nin açıklaması, açık toplum e-dergi, .liberal-dt.org.tranımsanmalıdır. O Avrupa ülkelerindeki devlet düzenini korumaya yönelik, ceza yasaları anımsanmalıdır. Böyle yapılırsa görülecektir ki, yüz binlerce, milyonlarca euro'luk ve gerçekten liberal projelere asıl gereksinimi olanlar, Batı Avrupa ülkeleridir. MPS'den ABD'ye uzanan proje yolunda, NED kaynaklarının ve ABD Cumhuriyetçi Parti'nin uzantısı IRI'nin projelerinin boşa gitmediği görülüyor. 

DENEYİMLİ YABANCI ELEMANLAR 
Liberte A.Ş'nin yayın ve danışma kurullarında Batı dünyasının liberal-muhafazakâr yıldızlarından birkaçına bakarsak, kökün derinliği hakkında bir fikir sahibi olunabilir. İşte kılavuzluk yapan birkaç iyi adam: Norman Stone: Oxford Universitesi'nden muhafazakâr olarak tanınan tarihçi. Harvard Üniversitesi'nde casusluk konferansı dikkat çekicidir. Bu konferans, Stone'un ifadesiyle "Amerikan istihbaratı tarafından düzenlenmiş" ve ABD Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilmiştir. Stone, Bilkent Üniversitesi'nde eğitmenlik görevini sürdürmektedir.[122] Gary S. Becker ve Richard Max Hartwell: Hoover Institution öğretim üyelerinden.[123] Becker ve Hartwell aynı zamanda, Reagan destekçisi AEI'de akademik danışmanlık yapmışlardır.[124] Anthony Flew: İngiltere muhafazakârlarının Western Goals (Batı Hedefleri / kuruluşu 1985) adlı örgütünün destekçisidir. İngiliz muhafazakârlarının örgütü ve aynı zamanda ırkçı Rodezya yönetimini destekleyen Monday Club'ın ikinci başkanlığını yapmıştır.[125] James M. Buchanan: AEI görevlilerindendir. 1984-1986 arasında Mont Pelerin Society başkanlığını yapmıştır. Richard Epstein: Şikago Üniversitesi, 'Yahudi' lobisindendir. 122 John Trumpbour, Harvard in Service to the National Security State, caq, 1991, 38, s. 12-16 123 Hoover Institution, Standford Üniversitesi'nde yarı-özerk olarak, 1919'da Herbert Hoover (sonradan ABD Başkanı) tarafından kurulmuştur. ABD Başkanı Gerald Ford'a "solcu" diyecek denli tutucu bir kişi olan W. Glenn Campbell, 30 yıl başkanlığını yapmıştır. Hoover Institution 120 milyon dolarlık bir kaynağa sahiptir. Yıllık işletme bütçesi 15 Milyon dolardır ve 100 kalıcı öğretim üyesi, 40 konuk öğretim üyesi ile 120 araştırmacıya sahiptir. 124 AEI (American Enterprise Institute for Public Policy Research): ABD'de Cumhuriyetçi Parti'nin muhafazakar politikalarının desktekçisi olarak kuruldu. Yurtdışı operasyonlarında, örneğin Nikaragua- Contra operasyonunda, etkin görev aldı. Bk. Ek 16. 125 Western Goals, 1979'da Amerika'da kuruldu. Irangate olayında para kanalı görevi gördü.. WG'nin ilişkileri Moon tarikatından, CIA'ya uzanmaktadır. WG ve Singlaub için Bk. Ek 7. Imad ad Dean Ahmad: Minaret Freedom Institute (Minare Özgürlük) örgütünün kurucu başkanıdır. "Minaret," kuruluş amacını liberallerin gereksinmesine uygun olarak şöyle belirtiyor: "İslâm ülkelerinde serbest-Pazar ekonomisini yaygınlaştırmak." Pakistanlıların kurmuş olduğu Minaret adlı örgüt, Georgetown Üniversitesi'nde yerleşik, CMCU (Center for Müslim Christian Understanding) ile birlikte Türkiye'ye yönelik, İslamcı muhalefeti destekleyecek çalışmalar da yapmaktadır.[126 / 127] LDT'nin uluslararası ilişkilerine bakılırsa, muhafazakâr yabancılar ve ABD Cumhuriyetçi Partisi, İngiliz Tatcheristler, Türkiye'de her bir düzeni değiştirme kararlılığındalar. Gerçekten liberal ekibi görünce herhalde kendileri de 'muhafaza' etmeyi bir yana bırakıp, iktisatta olduğu denli, toplumsal kurgu da da liberalleşeceklerdir. Sonuç olarak; liberalleşmenin bir kanadı, Mont Pelerin Society ve Atlas Foundation merkezli Özalizme, öteki kanadı da Georgetown Üniversitesi'nin modern misyonerlik odağı Hıristiyan Müslüman Anlayış Merkezi (CMCU)'nin özgün çalışmalarına uzanıyor. Yeniden yapılandırılmış, İslâmi Demokrasi ve Dinlerarası ya da etnikler arası diyalog toplantılarında pişirilmiş liderler ile uluslararası "workshop" projelerinde yetişmiş kadrolardan oluşan yeni siyasal partilerin doğumuna az kalmıştır. Bu ilkelere sahip bir ya da iki siyasal partinin oluşturulması, "project democracy" uygulamasının en ciddi aşamasıdır. Tarihsel çizgide oluşmuş, partilerin ve liderlerinin tasfiyesine yönelik medya propagandasının ve ARI, LDT, TÜSİAD vb. "sivil" toplum örgütlerinin çıkışları bunu açıkça gösteriyor. Bu arada belirtmeliyiz ki, İngilizlerin başını çektiği uluslararası liberal hareket ya da liberallerin tanımıyla 'liberal enternasyonal' ile yurdumuzdaki ortamın liberalleşmesinden, daha geniş özgürlükler, 126 CMCU'nun kadrolu elemanı Avis Asiye Allman, her yıl Türkiye'ye geliyor ve Topkapı müzesinde çalışmalar yapıyor. Avis, aynı zamanda "Müslüman arkadaşlar" dediği kişilerle de çalışıyor. Minaret'in desteğiyle sürdürdüğü çalışmalarıyla ilgili olarak, Temmuz 1999'da, bir konferans veriyor ve Türkiye'de dindarlara büyük baskı yapıldığını, 28 Şubat 1997 kararlarıyla islamcılara saldırıldığını, Refah Partisinin ve dini okulların kapatıldığını anlatıyor ve özgürlük kahramanı ilân ettiği Merve Kavakçı'yı övüyor ve Türkiye'ye karşı başlatılan kampanyayı destekliyordu. Bk. Bölüm: Müslim Friend in İstanbul. 127 1988'de Campus Watch ile görüşen, CIA Akademi ilişkileri eski Koordinatörü Arthur Hulnick, okulların yönetimlerine kendi elemanlarını yerleştirdiklerini belirtir. Campus Watch, bu okullardan 10'nuve görevlileri yayınlar: Boston Unv. (Arthur Hulnick), Miami Unv. (Michael Kline), George Washington Unv. (Laurie Kurtzweg ve Stanley S. Uedlington), Jacksonville Unv. (David matthews), Texas Unv. - Austin (James Mclnnis), Rochester Institute of Technology (Robert Merisko),ve Georgetown Unv. (Noel Firth ve Harold Bean). Ami Chen Mills, a.g.k. s.30. anlayanlar arasında elbette bir ayrım vardır. Tersinden söylemek gerekirse, 'liberal' olmaktan özgür olmayı anlayan iyi niyetli liberaller, ulusal devletlerin yıkımını ve tüm sınırların kaldırılmasıyla, dünya piyasalarının ele geçirilmesini örgütleyenleri iyi tanımalıdırlar. Bilmeyerek bu yıkıcı değirmene su taşıyanların bir kez daha durum değerlendirmesi yapmalarında ve kartellerle 'enternasyonal' bağlantılarda ve yabancı devletin hazinesinden beslenen örgütlerle ilişkilerde biraz daha özenli davranmalarında yarar var. Çünkü, toplumsal demokrasi alanında, devlet gücünü, özellikle yabancı devlet gücünü ele geçirenlerin üreticileri ezmelerinin engellenmesinde liberallere de gereksinim vardır.[128] 128 Türkiye liberal hareketinin bir bölümünün Alman örgütleriyle akçalı ilişkileri hakkında geniş bilgi için "Ergün Poyraz, AKPapanın Temel İçgüdüsü" kitabına bakılabilir. 

ABD HAZİNESİ VE ALMAN "STİFTUNG" DESTEĞİ 
Örtülü operasyonlara dönmeye gerek yok ..örtülü operasyonla uygulanmış birçok program (artık şimdi) oldukça açık biçimde ve sonuç olarak, (hiç) itirazsız gerçekleştirilmektedir." William Colby, CIA Direktörü. CIA yöneticisi William Colby, örtülü işleri şimdi açıktan yapıyoruz, yasalara uyduruyoruz, ajan yerine yandaşlar örgütlüyoruz, örtülü, yani gizliden gizliye yaptıklarımızı demokratik ve liberal bir ortamda açık açık yapıyoruz, demeye getiriyor. CIA işlerinin örtüsünün altında neler olduğunu anlatmaya gerek yoktur. Ortalıkta kirlenmiş operasyonların raporları dolaşıp duruyor. Elbette gerçek bilginin peşinde koşanlar için bu böyle. Seminerlerde gözleri boyananlara pek uygun gelmeyecek bilgilerdir bunlar. Colby'nin sözleri bizi bağlamaz, diyeceklere bir bilgi daha sunmak gerekiyor. Colby'nin eşi NED'in yöneticileri arasındadır.[129] "Açık ve özel bir mekanizma'' kurumu NED'in dolarlarının Türkiye'nin iç politikasına katkısı liberal militanlarla sınırlı olamaz. Bu konuda ciddi bir örnek daha eklenmeli ki, NED dolarının liberal ya da solcu ayırmadığı görülsün. IRI raporuna göre; 1995 yılında Stratejik Araştırmalar Vakfı ve Strateji Mori Ltd. ile işbirliği yapan Amerikalılar, Türkiye'de seçime yönelik çalışmalar yapıyorlar. Türk seçmenlerinin görüşlerini, partiler hakkındaki düşüncelerini, yerel yönetim hizmetlerine ilişkin değerlendirmelerini ve Türk demokrasisi hakkında genel değerlendirmeyi saptıyorlar. Özetle, elin Amerikalısı geliyor ve içerdeki 'partner' ile Türkiye'nin seçim ortamını önceden ayrıntılarıyla belirliyor. İşin ucu şeffaflığa dayandığından söylenecek bir şey bulamayanlara anımsatalım. Türkiye, CHP'ye yeni genel başkan olan Deniz Baykal'ın hükümeti bozmasının ardından, yine Deniz Baykal'ın yeni hükümete girme koşulu olarak erken genel seçimi dayatması üzerine Aralık 1995'de seçim kararı alıyor. Bu işin IRI'nin araştırmalığla bir ilişkisi olamaz kuşkusuz. Çünkü CHP, Atatürk'ün partisidir ve 129 'olitical Action - İn the Öpen, VVilliam Colby" The Washington Post, 14 March 1982"İstiklâl-i Tam" temel ilkesidir. Erken seçim kararından yedi ay önce, 27-28 Nisan 1995'de Başkent Ankara'da Sheraton Oteli'nin salonunda, "Demokrasi ve Kimlik" adıyla bir konferans düzenleniyor. Konferansa eski CIA istasyon şeflerinden, RAND uzmanı Graham Edmund Fuller getiriliyor. Toplantıyı IRI ve Stratejik Araştırmalar Vakfı (SAV) birlikte örgütlüyorlar.[130] NED raporlarına göre projenin özeti aynen şöyle: Grantor: National Endovoment for Democracy (NED) Grantee(s): Strategic Research Foundation (SAV) Subgrantee(s): -Country(ies): TURKEY Region(s): Middle East Subject(s): Public Policy Period: 1995 Amount: $20.000 Publication(s): - Program Summary: The Strategic Research Foundation receiued NED support to bring together different segments of Turkish society in a two-day conference to discuss the issue of democracy and identity, as a first step to promoting democratic soîutions to Turkey's most explosive problem. (3/95)" Bilgilerin belgeye dayanmadığını ileri sürenler için özgün metnini, çeviri yapmadan, olduğu gibi aktardığımız, 20.000 dolarlık ve iki günlük projenin özetine göre; Stratejik Araştırmalar Vakfı, NED'in desteğini alarak, Türk toplumunun değişik kesimlerini, demokrasi ve kimlik konularını tartışmak üzere toplamış ve bu iş, Türkiye'nin patlamaya en 'hazır' sorununa demokratik çözüm bulmak için ilk adımı atmıştır. Burada sözü edilen "kimlik" ne mene bir şeydi ki, patlamaya hazır bir sorun oluyor, diye meraka gerek yoktur. İşin içinde CIA eski şeflerinden Graham Edmund Fuller olunca, projenin kimliği de bellidir, çözümü de! Graham Edmund Fuller, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerinin yanlışlığını, bu ilkelerin Türkiye'nin gelişmesini önlediğini, Atatürk'ün modasının geçtiğini, yönlendirici usta üslubuyla bir güzel anlatmıştı. [131] Kimlikten neyi anladığı, sonraki yıllarda yapacağı din ve Nurculuk araştırmalarından da belli olacaktı. SAV, 1993'de Ankara'da kuruldu. 1995'de üye sayısı 30, çalışan eleman sayısı ise 24 idi. Kurucuları ve yöneticileri: G. Çapoğlu, Selim Yaşar (1996'da Bşk.), İsmet Gürbüz Civelek, Kazım Yalçınoğlu, Vefa Erarslan, Osman Tan, Cengiz Erol. Fuller, eski 130 131 Türkiye, o zaman, gelecek on yılda Ortadoğu siyasetine kuşkusuz daha bir özen gösterecektir. Bu değişiklik, birçok etmene bağlıdır: iktisadi gereksinim, A.T (sonra AB)'den dışlanmasının ardından yeni etki alanı seçeneklerine duyulan gereksinim, Kafkasya ve orta Asya cumhuriyetleriyle yeni bağlar kurma fırsatları ve İran körfezinde kargaşanın yükselmesi ve Atatürkçü yalıtılmışlıktan giderek uzaklaşmak." Graham E. Fuller and lan O.Lesser with Paul fi. Henze and J.F.Brown, Turkey's New Geopolitics From the balkans to Western China, s.91Türkiye İstasyon Şefi Henze'nin katkılarıyla 1993'de RAND adına yayınlanan kitapta, Türkiye'nin geleceğini okumuştur, Geleceğin belirlemesinde büyük deneyi ve payı olanların öngörüleri kesinliğe yakındır. Ayrıca Türkiye'nin ABD ve İsrail çıkarları doğrultusunda cihanda sulh ilkesinden kopartılması için gerekenleri bildirir niteliktedir. Bir toplantıya "bilimsel" demekle "bilimsel" oluyorsa; tarihteki birçok benzeri toplantı da "bilimsel" olamaz mıydı? Örneğin 1919 yılında Türkiye'nin kimlik sorunlarını, topraklarıyla birlikte çözmek üzere toplanan 'Paris Konferansı' da 'bilimsel toplantı' olmuş oluyor. O konferanslara, paylaşımcı konferans diyerek karşı çıkıp, savaşa tutuşanlar herhalde 'bölünme sendromu' na kapılmışlardı. Türkiye'de "kimlik" sorunlarını "bilimsel" kılıfla tartışmak üzere illaki eski istihbaratçılar mı gerekiyordu? Münafığın, kötü niyetlinin biri kalkıp, üstelik yabancıdan 20.000 dolar da alınmış dedikten sonra bu işi, mütareke dönemlerindeki "ilmi" toplantılara ve "muhipler" cemiyetlerinin işlerine benzetmeye kalkarsa ne denebilir? Bu sorunun yanıtını çağdaş "project democracy"nin 1917-1923 dönemi kitaplarına bırakalım ve söz konusu "demokrasi" ve "kimlik" toplantısının bazı aktörlerini anımsayalım. Georgetown Üniversitesi'nde Türk Araştırmaları Bölümü'nü kurmuş olan Profesör Sabri Sayarı bu toplantıya katılıyor. Hotel Sheraton' un salonunda bir başka yetkin kişi daha bulunmaktadır. George S. Harris, Türkiye'yi yakından tanıyan bir istihbarat uzmanıdır. Gençliğinden başlayarak Türkiye'de bulunmuş olmasının yanında, Harris'i böylesine önemli bir toplantıya getiren neden, onun bölgesel uzmanlık alanıyla da yakından ilişkilidir. Harris, ABD İstihbarat ve Araştırma Bürosunda Yakındoğu ve Güney Asya Analiz Bürosu'nun da direktörüdür. [132 / 133] Harris, 1995 baharında yaptığı açıklamayla, sonraki yıllarda Türkiye'nin gündemine oturacak olan başlıkları belirler: "Başkanlık sistemi Türkiye için yararlı olacaktır. (..) Artık Sovyetler Birliği yok. Amerika'nın dünyadaki çıkarlarında değişiklikler oldu. Bu çerçevede pek çok ülke gibi İsrail de 132 George S. Harris (1931-): Harvard Tarih Bölümünü bitirdi. Türk Tarihi araştırdı (1954-55 Ankara Unv. Dil ve Tarih Fakültesi), ABD Hava Kuvvetleri istihbaratında, Ankara'da "Operasyonel Agent"'(ataşe: 1957-1962), Dışişleri Melbourne / Avustralya siyasi görevli (1963-1965. Amerikan Cumhuriyetçi Partisi üyelerinin muhafazakar örgütü Heritage (Miras) Foundation' da, 1984 "TürkAmerikan İlişkileri Kapsamında Ortadoğu" konferansının editörlüğünü yaptı. Harris'in Türkiye ile ilgili kitapları: Türk Siyasetinde Ordunun Rolü, Türkiye'de Komünizmin Kökleri, Sorunlu Müttefik, Krizlerle Mücadele Eden Türkiye. Doğan Uyar, "Türk solu, diğerlerinden daha ulusalcı"söyleşi, Aydınlık, 27 Mayıs 1995, s. 12-13 ve J. Mader,who is who in CIA, s 222 133 Ann L. Brownson, Federal Staff Directory 1992, s.603 önemini yitirdi. (..) Kuzey Irak bir süre daha özel bölge olarak kalacak. 5-10 yıl içinde daha demokratik hale gelecektir.'[134] Bu ünlüler, o denli ileri görüşlüdürler ki, Türkiye yakın geleceği üstüne ne dedilerse gerçekleşmiştir. İslam ve Demokrasi buluşmasından tutun da, Irak'ın parçalanmış topraklarında yeşeren ABD güdümlü demokrasi ortamında PKK kampları ve Kuzey Irak'ta güdülebilir bir devlet kurma adımlarına dek, her şey isteğe uygundur. Ancak ustaların bazen öngörülerinin ne denli tersine işlediği de görülür. Eski istihbaratçı "İsrail de önemini yitirdi" demişti ama, 2001'den 2002'ye sarkan büyük bir saldırıyla Filistinlilerin elinde kalan son toprakları da işgal ederek kıyıma başlayan İsrail, dünyanın kaderini belirleyecek olan ABD'nin Ortadoğu müdahalesinin yollarını açmaya başladı. Harris'in bu tür sözlerine "yanlışa yöneltme" ya da "yanlış bilgilendirme" demek, "project democracy" işini küçümsemek olur. Onların bu tür, yanıltma ve yönlendirme politikalarına Türkiye'den büyük bir iç destek de örgütlenmiştir. Başarının ne kadarı "project democracy"ye, ne kadarı dolara, ne kadarının dolarlı operasyona ortak olanlara, ne kadarı da para piyasası spekülatörlerine bağımlı olduğunu ölçmek şimdilik olanaksız. SAV Başkanı, Aralık 1995 erken seçimine iki ay kala, DSP'ye kayıt yaptırdıktan sonra, DSP adına TBMM Bütçe Plan Komisyonu üyeliğine seçiliyor. Bir politikacı için en önemli basamak olan TBMM parti grup sözcülüğü görevini üstleniyor. Kader midir, nedir? Sonraki yıllarda Ecevit Başbakan olacak ve ABD'ye muhtaç kalınca, Amerika'dan Kemal Derviş adlı Dünya bankası memurunu getirip iktisadi durumu düzeltmek ve daha önemlisi, ABD'den destek sağlamak üzere, hükümetin sanki büyük ortağıymış gibi, bakanlık koltuğuna oturtacaktır. [135] Eski başbakanlardan Tansu Çiller de "'Aralarında adam yok muydu da dışardan adam getirdiler?" diye acı acı soracaktır. Acaba, Bülent Ecevit bu hallere düşeceğini bilse, Türk partilerinin demokratikleştirme projelerinin yetkin bilimcilerini "disiplin" gerekçesiyle partiden uzaklaştırır mıydı? Bu sorunun yanıtı, Ecevit'in 2001 baharında ABD Başkanı George Walker Bush Jr.'a 134 Doğan Uyar, a.g.y. 135 Kemal Dervişin yardımcısı Oya Ünlü Kızıl da, Dünya Bankası'nda çalışmış ve Derviş'den altı ay önce Türkiye'ye gelmişti. O.Ü. Kızıl, zamanın Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün kızıdır. O.Ü. Kızıl, TED ve ODTÜden sonra, Erdal İnönü'nün yazdığı Referans mektubuyla ve Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile ABD'de Georgetovvn Üniversitesi'ne gitmiş, ama burs karşılığı zorunlu hizmete dönmemiş, burs bedelini aylık 450 milyon TL olarak Fikret Ünlü ödemektedir. ABD'de bir yıl sonra Dünya Bankası'na Kemal Derviş tarafından alınmış, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümünde 3 yıl portföy yöneticiliği yapmış ve Mart 2001'de T.C Devlet Bakanı olan K. Derviş'in başdanışmanlık görevine başlamış; içerde ve dışard eşlik etmiştir. gece yarıları telefon edip, para işlerinde yardım istemesi ve bu isteğini Türk kamuoyunun önüne çıkıp, ince ince anlatma konumlarına düşmesinde bulunacaktır. Siyasi kader bazen acımasız olaylar hazırlıyor.

 IRI İLE ORTAK İŞ GÖRMENİN SONU
 24-27 Nisan 1995'de Fuller'in katılımıyla düzenlenen "Demokrasi ve Kimlik" konferansının ve IRI'nin dolarlarıyla gerçekleştirilen yoklamaların ve Aralık 1995 genel seçiminin ardından SAV'dan açıklamalar gelir. Gökhan Çapoğlu, Cengiz Erol Prof. ODTÜ) ve İsmet Gürbüz Civelek (Trabzon valisi) tarafından kurulmuş olan SAV'nın kurucu başkanı vakıftan ayrılır. İşadamı Selim Yaşar başkanlığındaki SAV yönetimi, IRI'yi çağırdıklarını belirterek şu açıklamada bulunurlar: "IRI temsilcileri Türkiye'ye geldi. Onlara ilkelerimizi bildirdik. Türkiye'nin çıkarını her şeyin üstünde tuttuğumuzu anlattık. Bunun üzerine IRI bizimle olan ilişkisini kesti." Bu yorum, gerçeği ne denli yansıtıyor, kişisel kırgınlıkların payı var mıdır? Bu ayrı bir konudur. Ama eski Başkan'ın Aydınlık dergisine yansıyan yanıtı daha da ilginçtir: "Graham Edmund Fuller'in davet edileceği konferans hem Genel Kurul'da alınmış bir karardı, hem de Yönetim Kurulu kararında İ. Gürbüz Civelek'in de imzası vardır, Cengiz Erol'un da (..) Ömer Tarkan (..) Demirel onu Basın Yayın Genel Müdürü yaptı. Sonra Cumhurbaşkanlığı danışmanı, ondan sonra YDH'de Genel Koordinatör oldu... Onlara vakfın gelir kaynaklarını sorar mısınız? (..) Sizin yazdıklarınız doğrudur. IRI'nin NED'den kaynak aldığı, NED de ABD kongresinden alır. (..) Ama, Avrupa Birliğinden de kaynak alırsınız. Siz de alırsınız dernek veya vakıf kurarsanız. IHD de alır. (..) Avrupa Birliği'nden alınan kaynağın da ardında hükümet vardı. Marmara Belediyeler Birliği de kaynak aldı. TDV (Türk Demokrasi Vakfı) da almıştır. İstanbul'daki TESEV de almıştır IRI'den. Herkes kaynak alır. Bu işlerin çalışması "Think Tank'lerin çalışması, siz proje sunarsınız..." Eski başkan , IRI ile SAV in ilişkilerinin kesilmesi konusunda da ilginç bir açıklama yapıyor: "..IRI onların kaynağını kesti. IRI istemedi. Onlar uzatmak istediler." Ve ekli-yor: "Trabzon Valisi Civelek bu işin içinde olduğu ve genel sayman olarak bütün ödemeleri onun yaptığı... (..) Ömer Tarkan, sizin kurduğunuz partiyi kim destekliyor?" Bu son sorunun üstünde ne denli durulsa azdır. Yeni Demokrasi Hareketi ile II. Cumhuriyetçileri, marjinalleri, hatta Altan kardeşleri, Kemal Derviş'i çevresine toplayan Cem Boyner'in partisi midir, kastedilen? Anımsanacaktır; bu hareket, medyanın hemen hemen tümünün gözdesi olup çıkmıştı. Bu harekette anlaşılmayan, SAV eski Başkanı'nın söz etmiş olduğu para kaynağıyla YDH' ilişkisidir. Cem Boyner, piyasada tanınmış bir işadamıdır. Üstelik hareketi destekleyenler arasında ünlü kişiler, Dünya Bankası'ndan Kemal Derviş gibi değerler de vardır. Bu durumda, hareketin dışardan parasal destek almış olma olasılığı kabul edilir gibi değil. Ülkeyi kurtarmaya soyunan, çoğunlukla paralı insanların desteğini alan, deneyimli devlet elemanlarını kadrosu içinde bulunduran hareketin, dışarıyla, hem de yabancı örgütlerle, paralı ilişkiler kurup kurmadığı ancak NED kaynaklarınca bilinebilir. Bu savın gerçekliğine inanmak, Türkiye demokrasisinin iyice dışa bağlandığı 'sendromu' na yol açar ki, bu büyük bir tehlikeye de işaret eder. Bunu uzak bir olasılık ve söylenenleri abartı olarak değerlendirebiliriz. Şimdi yeniden 1995 sonuna dönüp, "IRI - SAV - Strateji Mori ortak çalışmasının ardından yapılan seçimlerde, erken seçim kararı aldırmış olan CHP ne yapıyor?" diye sorabiliriz. Yanıt kısadır: CHP, büyük umutlarla girdiği seçimde yeniliyor, milletvekili sayısı yarı yarıya düşmüştür. 

IRI'NİN TÜRKİYE'DE SEÇİM YOKLAMASI VE ADI VERİLMEYEN ÖRGÜT 
Tarihinde ilk kez, rejimine zıt bir yapılanmayı, imparatorluk toprakları üzerinde hüküm sürmüş olan Osmanlı devlet düzenine geri dönmeyi savunan, hatta bununla bile yetinmeyerek, dinsel esaslarla devlet yönetileceğine inanan siyasal hareket, ABD'den destek aldığı ve laikliğin, çağdaş kadın imajıyla, inançların yılmaz savunucusu olarak öne çıkan Tansu Çiller ile işi bağlayıp hükümet olacak ve üç yıl sonra ABD'nin Washington'unda bir salonda bu hükümetin Başbakanı Prof. Necmettin Erbakan'a "Türkiye'ye İslami demokrasiyi tattırdığı" için onur ödülü verilecektir. Kısa adı ISNA (Islamic Society of North America / Kuzey Amerika İslam Cemiyeti) olan örgütün toplantısına ABD Başkan yardımcısı Al Gore da bir kutlama mesajı yollayacaktır. Türkiye ISNA'nın yöneticilerinden Yusuf Ziya Kavakçı ve Merve Kavakçı sayesinde, ancak 1999 seçimlerinden sonra tanıyacaktır. Çiller de 1999 seçim propagandasında başörtüsü dağıtıp, "inancınızın kefili benim!" diyerek oy isteyecektir. İşte böylece, Liberal Düşünce Topluluğu'nun "Kemalist çekirdekli" rejimin yıkılması için, Nisan 1995'de öngördüğü araçların en önemli gücü, İslami hareketin yükselişinin meyvesi alınmış oluyor. Zaten, Sabri Sayarı'nın hazırladığı söylenen RAND 1990 raporu da aynen böyle öngörüyor; İslami hareket yükselecektir; islami hareket ABD'ye zarar vermez, Kürt hareketi İslami hareketle birleşirse güçlenir diyordu. [136] 136 Savunma Müsteşarlığı için Sabri Sayarı'ya hazırlattırıldığı anlaşılıyor-Fehmi Koru", kan Gizli Belgelerinde Türkiye'de İslamcı Akımlar, "The Prospects for IRI'nin 1995 Türkiye çalışmalarının arkasından bunlar oluyor. DSP'den uzaklaştırılan kamuoyu araştırmacısı Bülent Tanla ise, CHP yönetimine giriyordu. 1998 sonlarına doğru CHP'nin oylarının yükseldiğine inanılıyor, hükümeti dışardan destekleyen CHP desteğini çekiyor ve Türkiye bir kez daha erken seçime sürükleniyor. Sonu malum, Cumhuriyet devletini kuran Cumhuriyet Halk Fırkası'nın devamı olan CHP meclise bir tek üye bile sokamıyor vs. Bu aşamada S.A.V'na bağış yapılmasının gerekçesinin IRI'nin proje tanıtım özetinden bir kez daha okuyalım: "Bu program dahilinde, 1994 yılında kurulmuş olan, kâr amacı gütmeyen, Ankara'da yerleşik hükümet dışı bir örgüt olan ve Türkiye'nin önde gelen partilerden bağımsız düşünce topluluğu (özelliğini taşıyan) Stratejik Araştırmalar Vakfı'na doğrudan pautsal yardım yapılacaktır. IRI, SAV ve İstanbul’da yerleşik bir başka yerel ortağıyla birlikte bir dizi kamuoyu araştırması yapacaktır." "Bir başka yerel örgüt'ün kimliğinin bildirilmemesiyle yine şeffaflığa aykırı hareket eden IRI, araştırmanın amaçlarını da iyi bir söylemle koyuyor: "Bu araştırmalar ekonomik ve siyasal reformların, dinsel yaklaşımların ve 1994 sonbaharında Türkiye'deki Politik Tıkanıklığın Giderilmesi ile ilgili raporda belirtilenler dahil, çok çeşitli diğer konuları ölçecektir. Yoklama projesi her üç ayda bir yoklamayı ve yoklama örgütlerine teknik yardımı kapsayacaktır. Yoklamaların sonuçları iç ve dış basına, hükümet dışı örgütlere ve Türk politik partilerine verilecektir." Amerikan muhafazakârlarının örgütü IRI, bu iş için Stratejik Araştırmalar Vakfı'na "doğrudan" 170,173 $ destek sağlandığını belirtiyor.[137] Amerikalı ustaların, sonuçlarını alınca herkese bilgi vereceğiz dedikleri, kamu yoklamalarının amacı olan "Türkiye'de Politik Tıkanıklığın Giderilmesi" işini başardıkları kesin. Bunun için yukarıda özetlediğimiz erken seçim ortamına, seçimin aktörlerini, seçimler sonucunda Türkiye'nin içine sürüklendiği, din tartışmalarıyla iç içe geçmiş, siyasal düzensizlik ve bunalım dönemlerini anımsamak yeter de artar. NED'in çekirdek örgütleri, partilerle doğrudan ilişki kuruyor ve türlü atölye çalışmalarına başlıyorlar. NED operasyonunu, 1996'ya dek, vakıf, dernek, belediyeler vesaire ilişkileriyle sürdürülürken, sonraki yıllarda yeni bir aşamaya yükseldiği görülüyor. Bu dönemde partilerle doğrudan ilişkiye geçiliyor, yasa tasarıları hazırlanıyor, parti içi eğitimler örgütleniyor. Güdümlü demokrasi ihracı ve güdümlü din Islamic Fundamentalism in Turkey - RAND Coop. 1989"den Tercüme: Yılmaz Polat, Takdim: Fehmi Koru, Beyan Yayınları, İstanbul. Ağustos 1990, Takdim, s.11 137 NED Annual Report 1995 hürriyeti ihracı, dış destekle ile iç içe geçiyor. [138] Türk halkı olanı biteni ayrımsayamadığından, seçimlere girerken, laiklik konusunda ABD'den medet umuyordu. Oysa uygulamanın sahibi zaten Amerika'dır. Türkiye, solcu-laiklik yanlısı diye seçiyor ama, seçilenler ABD'nin tutucu partisinin uzantısı örgütle çalışmalar yapıyor. Türkiye, "kurtuluş İslâm'dadır" dediği için oy veriyor, ama lider İslâm ülkelerinin petrolüne göz diken, o ülkeleri savaşlara sürükleyen ülkeye gidip, orada yönetime destek olan örgütten ödül alıyor. Türk halkı "Şunun şurasında seçim olalı ne geçti ki, şimdi niçin seçime gidiyoruz?" diye soruyor, ama işin içinden çıkamıyor. Türk halkı şaşırıyor, ne sağcı sağcıya, ne solcu solcuya, ne milliyetçi milliyetçiye, ne dinci dinciye, ne Kemalist Kemalist'e ve ne de Atatürkçü Atatürkçüye benzer olmuş. İşte çok masum yoklamaların sonuçları budur. İşler, yoklama ve yönlendirmeyle kalsa iyi. Demokratik, liberal dümeni eline geçiren NED kanalları, vakıf-dernek-kişi ilişkilerinden bir üst ilişkiye geçiyorlar ve partilerle doğrudan çalışmaya başlıyorlar. Bu dönem çalışmalarının kanıtları, ihraç ustalarının proje sayfalarında yer alıyor.
 ABD ÖRGÜTLERİYLE TÜRKİYE'DE "PARTİ İÇİ EĞİTİM"
 NED'in Türkiye operasyon dönemi, 1995 erken seçim sonrasında yeni bir evreye girdi.[139] SAV'in eski başkanı da DSP'den milletvekili oldu ve 1995'de Anadolu Stratejik Araştırmalar Vakfı (ANSAV)'nı kurdu. [140] NED elemanları, YDH deneyiminden ders çıkarmış olmalarından mı, yoksa uzun dönemli senaryo uygulama ustalıklarından mı, bilinmez, Türkiye'nin tüm partilerini eğitmeye karar verdiler. Onların deyimiyle, bu girişime bir kanal* bulmak gerekirdi. Devreye IRI girdi ve ANSAV'ın çalışmalarına, 1996 yılında 138 "çekirdek örgüt" NED raporlarındaki "core organizations" adlandırmasının çevirisi olarak olduğu gibi alınmıştır. 139 AA. 19 Mart 1997: DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada, kesin ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilen milletvekilleri Bülent Tanla, Gökhan Çapoğlu ve Bekir Yurdagül hakkında açıklamalarda bulundu. Ecevit "Bir genel başkan olarak benim için en üzücü durum disiplin işlemi uygulamaya mecbur kalmaktır. Refahyol' dan kurtulmak için somut çözüm teklifleri ile mücadele verırken, kendi içinde kavgalı bir parti görüntüsü vermeyi göze alamazdık" dedi. 140 ANSAV'ın 1995'deki üye sayısı 22. Yönetimi: G. Çapoğlu (Bşk.), Ali Saatçi, Bülent Çorapçı, Gülnur Muradoğlu, Ömer Faruk Gençkaya, Bahri Yılmaz, Metin Ger, Lale Tomruk Amerika'da "Conduit" sözcüğü operasyonlara değer aktarımında aracılık yapan kurulumu ya da kişiler için kullanılmaktadır 12 aylık proje için 189.604,00 dolar tahsis etti. Bu yeni proje NED raporunda şöylece tanıtılıyordu: "Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü (IRI) Türkiye'nin önde gelen partilerinin güçlü bir örgütlenme kurup, politik, iletişim ve ilişki kurma yöntemlerini geliştirerek ve parti örgütlerine kadınların katılımını artırarak demokratik temsilinde daha iyi bir kanal oluşturmalarına yardımcı olmak üzere, Fon (NED)'un desteğini almıştır." Zaten bütün sorun da buradadır. Türkiye'de partiler yeni kurulmuştur. Ne geçmişleri vardır ne de tarihsel ve siyasal kültürleri. NED olmasa ne yaparlardı bilinmez, ama NED olunca ne yapacakları projede yazılıyor: "IRI, belli başlı partilerin, politik iletişim ve ilişki kurma stratejileri, yerel parti örgütlerinin geliştirilmesi ve kadınların önderlik eğitimleri konularında bir dizi eğitim atölyesi oluşturacaktır. Partilere doğrudan yardım yapılmasına ek olarak IRI, Ankara'da 'yerleşik parti dışı bir kamu kuruluşu olan ve daha demokratik bir örgütlenmeye yönlendirecek partiler yasası reformlarını araştırmak üzere Türk politik parti yöneticilerini bir araya getiren atölye çalışmalarını yürüten Anadolu Stratejik Araştırmalar Vakfı'nı desteklemek üzere 20.000,00 US dolar destek bağışı sağlayacaktır. " İşte ANSAV'ın ve benzerlerinin önemi de buradadır. ANSAV parti yöneticilerini bir araya getirecek, atölyeler oluşturacak. IRI de onlarla ayrı ayrı atölyeler kuracaktır. Atölyelerde Amerikan işi partiler yasası çalışılacak. ANSAV'ın amacı 'Türkiye'deki politik partilerin yapılarını değiştirmeye özendirmek ve partiler arası eşgüdümü geliştirmektir." ANSAV, milletvekillerini bu kez NDI (National Democracy institute / Milli Demokrasi Enstitüsü) ile buluşturuyor. 10-11 Nisan 1997 arasında Çapoğlu başkanlığında birleşen vekiller, Amerikalılarla atölyede çalışmaya başlıyorlar ve Türklerin yüzlerce yıldır kurdukları devletlerde ve son 120 yıldır sürdürdükleri millet meclisi çalışmalarında bir türlü öğrenemedikleri "ahlâğı" yeni vekillere ve partilere öğretmek üzere Amerikalıların yardımıyla "siyasi ahlâk kuralları" yasası hazırlamaya başlıyorlar ve "Açıklık, Dürüstlük, Liderlik" tanımlarını belirleyen TBMM üyesi vekiller, beş ilke üstünde uzlaşıyorlar: "1) Milletvekilliğiyle bağdaşmayan işler tanımının yeniden yapılarak, ilgili mevzuatın buna uygun olarak değiştirilmesi, 2) Milletvekillerinin gelir ve servet beyannamelerinin açıklık ilkesine uygun olarak kaynaklarıyla birlikte kamuoyuna düzenli olarak açıklanması, 3) Milletvekillerinin yasama görevlerinin daha etkin bir şekilde yapmaları yönünde, TBMM Genel Kurulu'na ve komisyonlarına devamlarını sağlayacak önlemlerin alınması, 4) Dokunulmazlığın yasadışı ve siyasal ahlakdışı eylem ve işlemler için bir zırh olarak kullanılmasının önlenmesi ve dokunulmazlığın yasama sorumsuzluğuyla sınırlandırılması, 5) Milletvekillerinin seçim harcamalarının ve bunların kaynaklarının denetlenmesi."[141] 'Açıklık' ve 'dürüstlük' öğrenmek için, Amerikalılarla toplanacaklarına herhangi bir köye gitseler ve kahvehanede halka sorsalardı, işi daha kolay ve yeterince açıklıkla öğrenebilirlerdi bu vekiller. Üstelik o denli dolar harcamaya da gerek kalmazdı. İyi de şu ilkelere ne demeli? Milletin vekilleri, Amerikan dolarıyla çalışan bir atölyenin demesiyle, zaten yapmaları gereken işleri ve uymaları gereken asgari ahlak kurallarını ilke edinsek mi, edinmesek mi, diye sorar olmuşlar. Bir büyük sorun daha var. Amerikalılar ne de olsa yabancı sayılırlar. Ahlak yasası hazırlayıcıları ilkeleri eksik anlamış olabilirler. Ahlak yasası ithalcileri şu maddeyi de pekâlâ koyabilirlerdi: "Yabancı devletlerin kuruluşlarından para alarak, düzenlenecek ahlâk kurslarına katılmak da yabancı parasıyla desteklenen çalışmalarla yönlendirilmek de Türk milletvekilliğiyle bağdaşmayan işler tanımına girer." Ahlaklı olmak için yasa gereksinimi duyanlar, ayrıca işin sonunu da şöyle getirebilirlerdi: "Milletvekillerinin seçim harcamalarının ve bunların kaynaklarının denetlenmesinin yanı sıra, seçimlerden önce el parasıyla seçim yoklaması yapmak, seçimlere yabancı elinin dolaylı ya da dolaysız olarak girmesine yol açan tutumlar takınmak, yabancı ülkelerin emekli istihbaratçılarının, dışişleri memurlarının, seçim ve seçmen dersi ile ilgili harcamalarının ve kaynaklarının da denetlenmesi..." NED'in parasıyla IRI ve ANSAV'nın birlikte gerçekleştireceği projenin özeti, "IRI, doğrudan 3 atölyeyi (parasal olarak) destekleyecektir," diye bitiyordu. Öyleyse bu NDI-ANSAV ile yeterli sayıda milletvekili, uzlaşma toplantısında, belki de bir sözlü karar alınmıştır ve "Milletvekillerinin seçim harcamalarının ve bunların kaynaklarının denetlenmesi, dost ve müttefik ülkenin katkıları gibi ayrıntıları kapsamaz!" denilmiştir. 
AMERİKALILAR HESAPLARI ŞİŞİRİYOR...
 ANSAV Genel Başkanı, "IRI'nin parti örgütlenmesi ve kadın örgütlenmesi gibi konularda çalışması için ANSAV'a 189.604 Dolar verdiği iddiası kesinlikle doğru değildir. Eğer IRI ve NDI ABD'deki 141 "Siyasetçi Ahlak Yasası" öneriliyor, Milliyet, 29-04-1997kendi ofis ve eleman harcamalarını katarak üst kuruluşları olan NED'e farklı rakam ve bilgi ilettilerse, bu bizi ilgilendiren bir konu olmadığı gibi haberimiz de yoktur,"[142] diyor ve para işine şu açıklamayı getiriyor: "ANSAV iki proje konusunda IRI ile ortak çalışma yapmıştır. Birinci proje, IRI'nin Strateji-Mori şirketine yaptırdığı 'Kentte Yaşayanların Tutum ve Öncelikleri Araştırması' başlıklı kamuoyu araştırmasının 1996 yılı başında yayınlanmasıdır. Bu kamuoyu araştırmasının yayınlanması için IRI 10.000 Dolar parasal destekte bulunmuştur, ikinci proje ise Türkiye'nin en önemli konularından biri olarak gördüğümüz 'Parti-İçi Demokrasi' konusunda uluslararası katılımlı bir konferans düzenlemek ve bu konferansın konuşmalarını yayınlamaktır. 1996 yılında başlayan bu proje 1997 Nisan'ında sonuçlanmıştır. Bu proje için IRI 20.000 Dolar, Friedrick Ebert Vakfı ise 420 Milyon TL katkıda bulunmuştur. 1997 yılında NDI ile ortaklaşa düzenlediğimiz uluslararası 'Siyasi Etik' konferansının konuşmalarının yayınlanması için 5.000 Dolar destek sağlamıştır."[143] Vakıf Başkanı, açıkça diyor ki, 189.604 dolar değil 35.000 Dolar ve 420 Milyon lira aldık.[144] Geri kalanı Amerikalılara sormak gerek. Bu durumda paranın miktarı dışında bir sorun yok gibi görünüyor. Yabancı bir kuruluşun Türkiye'ye gelip kamuoyu yoklaması yapmasını bir yana bırakırsak, yabancıların kitapları kendi olanaklarıyla yayınlamak yerine ANSAV ile öteki yerli "sivil" örgütleri seçmelerinin nedenleri derin ve ciddi açıklamalar gerektirir. Aslında, bu tür kuşkular da birer ayrıntıdır. Çünkü soruların, Amerikanca bin bir türlü yanıtı bulunabilir. Ne ki, asıl sorun, NED'in durumudur. NED "Democracy Projects Database - Long Report" un ANSAV ile ilgili bölümünde aynen şöyle yazıyor: "Grantor: National Endouument for Democracy (NED) Grantee(s): International Republican Institute (IRI) SubGrantee(s):Anatolian Strategic Research Foundation (ASFR) Country(ies): Turkey Region(s): Middle East Subject(s): Women; Political Parties (kadınlar; siyasi partiler) Period: 1996 Amount: $ 189.604 Period : 12 months" ANSAV'ın NDI'den aldığı 5.000 Dolar bu paranın içinde olmasa gerek. Çünkü "Bağışalan: IRI" deniyor. Başkanının açıklamasına göre, ANSAV, IRI'den 20.000 ve 10.000 dolardan toplam 30.000 dolar almış. 189.604 eksi 30.000, eder 159.604 dolar. ANSAV başkanı, bu 159.604 doların IRI'nin Amerikada'ki "ofis 142 Gökhan Çapoğlu, "Açıklama: Şifre Çözücü "Project Democracy" Yanlış Bilgi ve Önyargılara Dayanan Bir Değerlendirme" Müdafaai Hukuk, Yıl:3, Sayı:38, Ekim 2001, s.62, st.2 143 Gökhan Çapoğlu, a.g.y, s.62 144 14 Haziran 1996 kurlarına göre 420 Milyon TL= 8.076 DM; 16 Haziran 1997 kurlarına göre 420 Milyon TL= 5.121 DM harcamaları" olabilir, diyor. Bu durumda paranın tümüne yakın bölümü, projeyle ilgili genel gider olmuş oluyor. Her neyse, ABD başkanının resmi onayını almış olan NED raporunda, IRI kanalıyla ANSAV'a 189.604,- dolarlık destek verildiği belirtiliyor. ANSAV Başkanı haklıysa, NED ya da IRI, hesapları şişiriyor olmalı. Bu durum bizi değil, "siyasal etik" projelerini, bizim yerli "subgrantee / Bağışalanın Bağışalanı" örgütlerle yaşama geçiren Amerikan örgütlerinin bütçelerini denetleyen, Amerikan devletinin General Account Office (GAO) adını taşıyan kurumu ve bu bütçeleri onaylayan ABD Kongresi'ni ilgilendirir. Şu ya da bu durum, yerli "subgrantee"nin NED-IRI'den para aldığı gerçeğini değiştirmez. "Parti içi demokrasi" ya da "Kadınların siyasete katılımı" ya da "siyasal ahlak" atölye işleri, politik örgütlenme çalışması olmuyor da acaba ne oluyor? Bütün bunların ötesinde, Amerikalıların raporlarda yanlışlık yapmaları söz konusu olamaz. Çünkü onlar, "siyasal etik" ilkelerine sadıktırlar. 159.604 dolar, atölye işlerini yürütenlere 'nakdi' olarak değil, 'ayni' olarak ve de 'adam' olarak bağışlanmış da olabilir. Böylesi bir yalın durumda, can alıcı sorun kimin kimi bulduğudur. NED ve IRI'mi "sivil"i buluyor? Yoksa "sivil" mi, IRI ve NED'i buldu? Bu işlerin bütçesini, kim hesaplıyor? "Grantee," bu örneğimizdeki "IRI" mi "grantee" olarak hesap yapıyor, yoksa ANSAV mı "subgrantee" olarak bütçe oluşturuyor? Daha açıkçası, yabancılar Türkiye'ye dek gelip, "Sizin biraz parti içi demokrasi" ve de "siyasal ahlak" öğrenmeniz gerekiyor; bakın biz bu işi hesapladık-kitapladık, gelin sizi "sub" yani "alt" yapalım mı diyorlar? Yoksa Türkiye sivilleri onları buluyorlar ve "friends, bakın bizim hem şuna, hem de buna gereksinimimiz var, size bir hesap kitap yapıyoruz, verin parayı," mı diyorlar? Bu sorular, "yenidünya düzeni"ne uymaz belki, ama yurdun insanı olmaya uyar. Bu yurdun insanlarını değil de, hem o yurdun, hem bu yurdun insanı olmak arasında ve içerdeki "sol" partilerle Amerika'daki "muhafazakâr" partiler arasında dolanıp durmanın yararlarını atlayıp, ANSAV Başkanı'nın açıklamalarını okuyalım: "Yabancı kişi ve kuruluşların kendi ülke çıkarları için çalıştığı doğrudur. Ama her zaman üstün oldukları doğru olmadığı gibi, yerli kişi ve kuruluşların, hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun, ülke çıkarları için çalıştığını kabul etmek gerekir. (..) Kişisel olarak, birçok alanda yabancıları kendi paramızla davet edecek kadar değerli olduklarını düşünmediğim gibi, harcayacak kaynaklarımızın varlığı da söz konusu değildir."[145] Yabancılar, her zaman üstün ve o denli değerli değillerse, 145 Gökhan Çapoğlu, a.g.y, s.64 onlar adına kamuoyu yoklaması niçin yapılır? Onlarla "parti içi demokrasi" ve "siyasal ahlak" konferansları ve hatta "siyasal partiler yasası reformu" taslaklarıyla ilgili "işbirliği" yapılmasının siyasal bir anlamı yoksa nesi vardır? Yoksa, şu yabancıların ne denli "değersiz" olduklarını göstermek için bu atölyecilikler?

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...