03 Mart 2015

İNSANLIK ADALETİNİN SESİ Hz. ALİ-MUCİZELER YURDU PEYGAMBERLİK YATAĞI-MUHAMMED'İN SESİ-YÜCE VİCDAN- TARİHE BAKIŞ-ALEVİLÎĞÎN KÖKLERİNDEN-PEYGAMBER VE EBİ TALİP-BİR



İNSANLIK ADALETİNİN SESİ Hz. ALİ
MUCİZELER YURDU PEYGAMBERLİK YATAĞI
MUHAMMED'İN SESİ
YÜCE VİCDAN,TARİHE BAKIŞ
ALEVİLÎĞÎN KÖKLERİNDEN
PEYGAMBER VE EBİ TALİP
BİR
İnsanlık, uzun ve garip bir tarihe sahiptir. Uzunluğunu oluşturan; Eski insanların, zamanla yeryüzünün ilk günlerine kadar uzanan ömrüdür. Sonrası da, aşamadan aşamaya, yaşamdan yaşama gelen, tarihin ağır ve hantal gelişimidir.
Garipliği ise, bir önsözle ele alınabilecek ya da bir kitapta incelenebilecek olmaktan çok daha fazladır. Garipliğinin en belirgin özelliklerinden; insanlığın şu ya da bu topluluğunun, şu ya da bu şahsın belirli zaman aralıklarında insanlığın en yüksek zirvelerine tırmanışı ile korkunç düşüşler arasında yaşadıklarıdır. Bu zirvelerin böyle kuşatılmış olması göreni korkutacak biçimdedir.
Tarihin üzerinde kurulmuş olduğu matematiksel bir sistem vardır.
Öyle olmasa idi Grek'lerin art arda olan uçurumlarla dolu bir çağda yükselmeleri nasıl yorumlanabilir. Bu yükseliş sırasında elleriyle iyilik ve güzellik tabloları çizen, gerçeğin yüzünü açığa çıkaran, sanatta, bilimde, ahlakta ve bunun gibi birçok düşünsel konuda ve bütün olarak insanın oluşumu konularında esaslar ve kurallar ortaya koyan dahileri aracılığıyla kendilerini ortaya koydular. Her yerden insanların arzularını kabartarak geldikleri, her ovadan tırmanıp silahlarıyla duvarlarına yokluğun gölgelerini yaydıkları büyük şehir Atina yeryüzünde örneği görülmeyen bir şekilde yükselmiştir... Ancak bütün gelenler bu şehri ve içindeki insanlık kemalini görünce, harabeleri arasında boyun eğerek, çocuklar gibi bakıp dinleyip itaat etmeye, şairlerin, filozofların, ressamların ayaklarının bastığı yerleri öpmeye, düşüncenin kutsallaştırdığı toprakları terk etmeye, işgal arzuları sönmüş, süngüleri küçülmüş, sertlikleri yumuşamış, sert barbardan büyük kentin duvarları arasında az çok aldıkları güzelliğin anlamıyla dünyaya insan olarak geri döndüler. Böylece de Grek'ler yaptıkları aracılığıyla en önemli dönemlerin ışıltısını, dünyanın her tarafına yaydılar.
Tarihin bütün olması ise : Şekil olarak birbirinden görünse de, özünde dünya halklarının geçirdiği aşamaların benzerlik arz etmesidir. İnsan topluluklarının hepsinin duyduğu acılı kabusların (Zamanla isimleri değiştirilse de yerle birlikte rengi değişse de) aynı ellerde tutuluyor olmasındandır. Tarihin bu gidişinde, yeryüzündeki insanların zor ve dikenli yollardaki hedefinin (tabii ki, isimler değişse de) bir olmasıdır. Bir bütün olan bu insanlık tarihindeki özde birlikteliği zorunlu kılan temel sorun; insanların toplu ya da bireysel olarak gerçekleştirdiği her ilerleme, insanlığın ve insanın oluşumundan bugüne kadarki bütün çağlarda ve bir bütün olarak tüm insanlığın katkılarıyla dolu olmasıdır. Genel hatlarıyla gelişim aşamalarının öyküsü böyle olduğuna göre, biz Arap olarak bu olayların dokusundaki yerimiz nedir ..? İnsanlığın hizmeti, uğruna tarihin aşamalarındaki katkımız nedir?
Biz bu tarihe katılımda bulunduk... Bir defa dünyada var oluşumuzla katılımda bulunduk. Varlığının birlikteliği ve garipliğiyle insanlık tarihine katılımda bulunduk. Garipliğine olan katkılarımız; özgün tarihimizin en belirgin sayfalarıdır. Tarihimizin belirli gelişim aşamalarında Ali Bin Ebi Talip'in ve onun gibilerinin yaşadığı dönemden sonraki dönemlerde ortaya çıkan ve uçsuz bucaksız yeryüzü çatlaklıkları arasında onun güzel akranlarının ortaya çıkması bu garipliği ortaya koymaktadır. Bu da insanlık tarihindeki herhangi bir zirveye baktığımız gibi bakmamız gereken düşünsel ve içten bir yüceliktir.
Eskiden beri insanın ufuklarını daraltan tek şey varsa o da; insanın, kendini yanlışların egemen olduğu ve kuşak kuşak ilerlemesine rağmen ananelerin yoğunlaştığı sınırlar içerisinde hapsetmesidir.
Kişinin öngörüsünün geniş fersahları, ırak mesafeleri ve yüksek zirveleri görmesini engelleyen de; cahilliğin solunduğu, yoğunlaşıp artarak devam ettiği egemen bulutlardır.
Tarihin birçok aşamasında bu sınırların daralması, insanın yaratıcılığını yok edip sınır ötesi iyilik kaynaklarını görmesini engelledi. Bu bulutlar, egemen olup yoğunlaştıkça insanın dünyada ilerlemesini ve yeryüzünün açıklıkları doğrultusunda daha da koşturmasını engelledi.
İyilik kaynakları, bu gökyüzü, bu dünya, yeryüzünün bu açıkları ve bütün kapsadıklarının çoğu; Sahralardan gelen geçici yağmur bulutları gibi gelip geçen, kuraklıktaki yaşam yağmuru gibi çöllerin kenarlarında yağan, aç ve susuz bir kavime yeşilliği, bereketi ve suyu bırakan yücelerin ellerinden başka bir şey değildir.
Tarihin bu karanlık sayfaları kapanmış, insanın öngörüsünü ve görüşünü sınırlayan yanlışlıklar ve aptallıklar kendileri için ağlamıştır. Ki, zamanında yüceleri kuşatmış, bazılarını hiç kimsenin tahammül edemeyeceği ve gözün göremeyeceği insan toplulukları çemberi içerisinde hapsetmiştir. Bu çember, bütün insanlığı kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ancak gerçek yüce olan kimse, ne bir taifeye ne de bir ulusa özgü olarak kalmıştır. Socrates : Hintlilerin, Çinlilerin, Arapların, Grek'lerin ve bütün insanlığın olmuştur. Diğer yüceler de aynı şekilde dünyanın malı olmuştur. Ali Bin Ebi Talip de, dünyadaki taifelerden birinin yücesi değildir. Yeryüzü kaynağındaki bütün akranları gibi ayağı adım atabilen herkesindir. Tıpkı güneşin yeryüzünü dağlarıyla, çölleriyle, tepeleriyle, vadileriyle, deniziyle, karasıyla her tarafını aydınlattığı gibi... İnsanların yalnızca ışığıyla aydınlanıp sınır ve duvarlar koymaması gerekir.
Bütün insanlığın tarihinde olduğu gibi doğunun tarihinde de, eski ve orta çağların mantığınca bazılarım yaşamlarında; Kral, komutan, söz sahibi yaptığı, bazılarını ölümünden sonra kahraman ve büyük yaptığı her iki durumda da hesapsız lakaplar taktığı birçok işgalci, katil, soyguncu, aptal ve adi insan vardır. Biz de şimdiye kadar lakap sahiplerinin rekabetiyle dolu kitapların çoğu yüzümüze çarpmaktadır. O katillerin kahramanlıkları ile dolu zemheri gibi soğuk sayfalar, o adilerin büyüklüklerinden bölümler yüzümüze çarpmaktadır. Bu tür yazarlar; okurlarını, kahramanlıkların bu tür insanların davranışlarından başka bir şey olmadığına, yüceliğin de soygunda, gaspta, öldürmede, yıkımda ve toplu katliam sebeplerinin yaratılmasında bir çeşit davranış olduğuna inandırarak cinayetten ve mutluluktan, adilikten ve övünçten, korkunun yaratılmasından, açlıktan ve her türlü korkunç şeyden çığırtkanlık yapmaktadırlar. Onun için ve bu yazarlara esenlik diledikten sonra gerçek bir insan oluşundan dolayı gerçek bir kahramanın kişiliğini topladığımız bu kitabı ele aldık. Arap kütüphanemizde iyi eserlerin çoğaldığı bugünümüzde onlara eklenmesini ümit ediyoruz. Bununla da bazı konulara dikkat çekmek istiyorum.
En önemlisi de; Tarihimiz, insanlık tarihine onur verdiği gibi, Arap olarak bizi onurlandıran yüce insanlığın aydınlığıyla dolu güzel sayfalardan oluşmaktadır.
Ali'yi, çağını ve ondan sonraki çağları araştırırken dikkat edilecek hususlardan bir tanesi de, zalime karşı mazlumun zaferi uğruna olan direnişteki büyük katkısıdır. Köleliğe ve sömürgeciliğe karşı inadı, zaman ve mekanın olanakları çerçevesi içerisinde düzenlemeler yapması ve yasalar koyarak bunların sebeplerini zayıflatması, kanı ve yaşamıyla, değerli olan insanlığın onuru uğruna olan fedakarlığıdır. Böylece de bütün tarihimizin karanlık ve zulüm olmadığını daha açık biçimde görebiliriz. Zifiri karanlıkları içerisinde ışıklar ve hilaller vardır. Bundan da öte, çöllerinde bazen sağanak bazen de yoğun biçimde gökyüzünün boşalttığı yağmurlar vardır.
Tarihimizdeki bu parlak sayfalar, uzun karanlık çağların bizi bağladığı birçok zincirimizi kırarak bir kişinin ya da bir kuşağın bütün insanlık uğruna olan gerçek kahramanlığını kutlayarak, uzun ve uzak erimli amacı (Kendi alanında ve her alanda) insana hizmet olan bir Arap milliyetçiliği ile güçlenerek kendimizi yeniden gözden geçirmemize muktedir kılıyor.
Onun için 14 asır önce Ali Bin Ebi Talip gibi bir adamla ve daha sonra o günkü taraftarları ve öğrencileri aracılığıyla kendi dehasını anlatabilen bir halk; Bugün (Uzay işgalleri çağında) sürekli öne bakan ve arkaya baktığı zaman, vardığı yerde durup dinlenmek, tarihin estirdiği yerde kalmak için değil de uzun tarihi varlığından güç ve azim almak için bakan kafile ile birlikte yol alabilecek bir halktır.
Bunlara ek olarak iki sorun daha vardır. Birincisi : Bu geniş yeryüzündeki bütün halkların insanlık tarihindeki özel sayfalarında kendi yüceltilerine baktığı ve onları çok sıkı biçimde incelediği, kendisini aydınlatacak ibreti ve azmi aldıktan sonra yoluna devam etmesidir. Tarihi olaylardan, kahramanlıklardan ve gerçek yücelerin öykülerinden yoluna devam edecek gücü almasıdır. Bizler neden onların yaptığı gibi yapmayalım.? Değerlendirip karşılaştırdıktan sonra neden bizim yüceltimizi onların yüceltilerinin yanına koymayalım ..? Yapalım!.. Çünkü tarihi öykümüz birdir. Yücelerimiz de hepimizindir...
İkinci sorun ise: Tarihimizi ve insanlarımızı araştırmaya alışık olduğumuz geleneksel düzlemden uzakta, hakikatim öğrendiğim nadir dehalardan birisinin Ali Bin Ebi Talip olmasıdır. Yüceliğinin ekseninde, insan onuruna ve insanın onurlu, özgür yaşamdaki kutsal hakkına olan mutlak inancın bulunduğunu gördüm. Dogmatizmin, çökkünlüğün, geçmiş ya da bugünkü durumların herhangi bir aşamasındaki duraksamanın, yokluğun ve   ölümün   belirtilerinden   başka   bir   şey olmadığını gördüm.
Özünde, gelişimin bir kuralı olan, (sanki doğayı ve yaşamın özünü dile getirmek istermişçesine) Ali'nin şu söylediğini tarihin yücelerinden hiç kimse söylemedi ve aklımıza yerleştiren olmadı; Çocuklarınızı kendi ahlakınıza göre zorlamayın, onlar sizin zamanınızdan başka bir zaman için yaratılmışlardır.
İnsan gidişatının tümünü kapsayan ve her işi denetleyen şu yüce kuralı da, Tarihin yücelerinden daha önce söyleyen ve aklımıza yerleştiren hiç kimse olmamıştır; Dünü ile bugünü eşit olan aldanmıştır. (Duraksamıştır) İbn Ebi Talip burada duraksamanın, sadece insanların dünü ile bugünlerinin eşit olmasıyla gerçekleşebileceğini dile getiriyor. Bu da duraksama bilmeyen yaşamın gidişini takip etmekle mümkündür.
Varlığın adalet deneyimlerinin kendiliğinden kaynaklandığını ve bizzat varolduğunu dehasının ışığıyla çıkaran ve aklımıza yerleştiren hiç kimse Tarihin içerisinde mevcut değildir. Kendi varoluşunu kötü yapan kendi kendine işkence yapar.
Tarihin yücelerinden çok az kişi her türlü tekelciliğin cinayet olduğunu, aç kalan her fakirin bir zengini doyurduğunu, affedilmeyecek günahlardan birinin insanın insana yaptığı zulüm olduğunu uyararak bu bilinçle yasalar yapmış ve kurallar koymaya çalışmıştır.
Tarihin yücelerinden çok az kişi bu ilke ve kuralların tümünü yaşamış, tutarlı düşünsel ve sosyal mezhepler kurmuş, birbirinden bağımsız düşünceler çerçevesinden çıkarak temeli ve kuralı olan bir yapılaşmaya yönelmiştir.
Tüm bunlar olmasa idi, daha sonra Ali'den garip bölümleriyle oluşan bir tarihi öykü nasıl çıkarılabilirdi? Bu öykü genel hatlarıyla Ali'nin yüceliğini ve direnişini ortaya koyan bir öykü oldu. Kötü durumlarıyla korkunç despotluğun, esaretin ve çökkünlüğün egemen olduğu karanlık çağlardaki Arap aleminin yaşadığı devrimin öyküsüydü bu öykü.  Her güçlü (Hayvan güçlülüğü niteliğinde) efendi oldu. Kıyım yapmaya, öldürmeye, gasp etmeye, çalmaya, insanları terörize ederek vurmaya başladı. Her hırsız, yiyenlerle birlikte insanları yemeye başladı.
Her katil, kılıcıyla insanların boyunlarını kuşattı. Her   cahil,   evini   düşünenlerin   kafataslarıyla kurdu.
Her köle, özgür olanları öldürerek kahraman oldu.
Her alçak, yeryüzünde başını dik tutarak yürüyüp yeri   delebileceğini   başının   dağlara   kadar yükseldiğini zannetti.
Bu tür köpeklerin havlayabilen her eniği yaşamlara sınır koyabilecek güç ve söz sahibi oldu. Öyle ki, az çok bu tür zulümlerle birlikte sanki tarihimiz genel insanlık tarihinden ayrılmış gibi oldu. Örneğin : eski çağlarda Deniş adındaki alçak bir diktatör Sirakoz'da egemen idi, Eflatunu köle olarak sattığında dostlarından birisi kalkıp kendisini feda ederek filozofa özgürlüğünü geri vermişti. Babasından daha adi olan küçük Deniş filozofla alay etmek istiyordu. Ama Filozof ikinci seferinde de kurtuldu. Deniş daha sonra onu bir daha öldürmek istediyse de Filozof bir mucize sonucunda sadık öğrencilerinden birisi aracılığıyla kurtulmuştu.
işte Arap aleminin yaşadığı devrim öyküsü de bunun gibidir. Özgürlükçülerin korkunç tehlikelere atıldığı öyküdür. Bunların çoğunluğu da despotizme karşı Ali'nin çizgisini, ahlakını ve direnişini izleyen, Ali'nin öğrencileri ile eski ve orta tarihimizin birçok aşamasındaki destekçileri ile eski ve orta tarihimizin birçok aşamasındaki despotik rejimlere karşı muhalefetin temsilcilerinin öyküsüdür.
Kendisinin, ezilmişlerin ve zayıfların savunma davasını üstlenen mazlum ve ezilmiş insanların ayırımsız, onurlu, kendi arzularıyla yürüttüğü harekettir. Bazılarının değerlendirip iyidir diyerek katıldıkları, bazılarının da serdir diyerek reddettikleri bu uzun hareketin öyküsü, uzun erimli olarak gördüğümüz şekliyle özünde bizzat Ali'nin savaşçılarının kılıç ve hile ile karşılaştıkları öykünün süreç içerisine sıkıştırılmış bir uzantısından ibaret olup yeni bir ışığın altında incelenmesi gerekir. Bununla birlikte bu öykü atalarımızın tarihimizde çizdiği savaşım sayfaları olup geçmişimizdeki kin ve saldırıların bir tazminatıdır.
Öz olarak Arap çerçevesinden hareketle geniş uluslararası çerçeveye, birbirine yakın iki Arap sürecinde, insanın yaratılışından Avrupa'daki kalkınma dönemine kadar olan süreci kapsayan, yüce dehaların içinde yaşadığı, anayasaların konduğu, sosyal siyasi ve ahlaki hareketlenmelerin olduğu uluslararası zaman sınırlarına yöneleceğimize göre İbn Ebi Talip'in bu yasaları koyanların ve hareketlerinin içerisinde önemli bir yerinin olduğunu kavramamız gerekir. Ancak sözünü ettiğimiz bu yer nedir? Bu adamın diğer adamlar arasındaki konumu nedir?
İbn Ebi Talip üzerindeki bütün yazıların tek çerçevede dönmesi, bu çerçevedeki her çözüm ve her tartışmanın bu çerçeveyi aşmaya çalışması durumunda kılıçların eğilinceye kadar, süngülerin kırılıncaya kadar konuşması ve bunları savunanların gökteki kuşlar ve yerdeki aslanlar tarafından parçalanmaya çalışılması bir aptallık değil midir?
Kuşkusuz Ali'nin tarihindeki bu sorunlar başka bir konudur. Çünkü uzak tarihteki bin bir olayla sınırlandırılmıştır. Ancak İbn Ebi Talip'in gerçek yüce yanları bundan çok daha fazladır. İncelenmesi de; Bu adamın ve çağındakilerin gizli yanlarının açığa çıkartılması içindir. Her tartışmanın ve her incelemenin bu çerçevede olması için değildir.
Bu kitapta Ali'nin çağı ile ilgili yeni bakış açıları, dehasını ele alan yeni ve geniş görüşler, insanlık tarihinin sosyal bir olgusu olarak insanın anlamının getirdikleri ve bu anlamın genel tarihi gelişimle birlikte nasıl geliştiğini, bütün bunlardan sonra da çağların düşünürleriyle bazı yanlarını karşılaştırarak insanın Ali Bin Ebi Talip yanındaki anlamını, eski ve orta çağlardaki insanın anlamını içinde barındıran niteliğiyle, ayrıca insanlık tarihindeki belirli dönemlerin sonu ve yeni bir dönemin başlangıcı olması itibarıyla büyük bir devrim olan Fransız devriminin ilkelerini, Ali Bin Ebi Talip'in genel ilkeleriyle karşılaştırarak açıklamaya çalışacağız.
Ayrıca bu kitapta Ali ve Socrates'i tahlil ederek inceledik. Daha sonra da ikisinin ahlak felsefesini ve diğer insani sorunlara bakışlarını karşılaştırarak ele aldık. Bu inceleme Ali'nin bütünsel bir olgu olarak evrenin adaletinin önemli bir yanını temsil ettiğini ortaya koydu. Bu geniş amaçlı araştırma İbn Ebi Talip'in kişiliğindeki tutarlılık derecesini ortaya koyarken onsuz hiçbir araştırma ya da görüşün doğru olmayacağını ortaya koymaktadır.Bu kişinin tutarlılığını, dehşete düşürecek, şaşırtacak bir derecedeydi. Bunun dışında Arap tarihindeki komünleşmenin (Şiileşmenin) anlamı üzerindeki incelemeler söz konusudur. Böylesi dakik bir konuda, birçok yazarın kendisi için kabullendiği yanlışları ortaya çıkardı. Ali'nin orta çağlardaki Arap edebiyatı üzerindeki etkisini ele alan incelemeler, İmam-ı Ali ve Arap milliyetçiliği adı altında özel bir araştırma vardır. Bunun dışında birçok araştırma mevcuttur.
Bütün bu araştırmalara; Araştırmacıların eski tarihimizi inceleyip görüşlerini ortaya koymaları üzerine ayrıntılı biçimde, yöntemleriyle ilgili görüşlerimizle başladık, çağdaşlaşmamız içerisinde, tarihimizi araştırabileceğimiz gerçek sınırlar üzerinde durduk. Sonunda da Arap ve yabancı yazarların Ali Bin Ebi Talip hakkındaki incelemelerini ve bu incelemeler hakkındaki görüşlerimizle bitirdik.
Burada eleştirmenlerin şiirden çok incelemeyi andıran bazı bölümlerde işaret ettiği bir nokta ile ilgili bir sorunu açıklamamız gerekir. Ancak bu konu Avrupalıların imam üzerindeki görüşleri bölümünde ele alındığı için buraya almayacağız ve kendimizi bu sorunu açıklamakla meşgul etmeyeceğiz Bilime zorla dayandırılan, ateşten ısısını, rüzgardan esintisini, ırmaktan yatağını almak isteyen kendilerinin yarattığı ve bilimin yaratıcılığındandır diye iddia ettikleri bir gümbürtünün arkasına sakladıkları acizlik ve takatsızlıktan başka bir şey görmemekteyiz. Buna dikkat çekmemiz gerekir. Çünkü bu inceleme böylesi yöntemlerin sathını değil özünü ele alıyor.
Bu kitapta tarihimizin belirli aşamalarına karşı insaflı davrandığımızı ve kendi özel tarihinden yararlanan kardeşlerimiz gibi genel insanlık tarihinden bizim yararlandığımız ve herkesin yararlandığı gibi sürekli yenilenmekte olan yaşam kervanıyla birlikte yükselen gidişimize yararlı olmak bütün ümidimizdir.
Yücelerin yaşamlarında bitip tükenmeyen bir deneyim, ibret, iman ve emel kaynağı mevcuttur. Bunlar; imrenti ve şevk ile baktığımız, gözlerimizin ve ayaklarımızın önünü aydınlatarak karanlıkları silen birer fenerdir; kendimize yaşamın uzak hedeflerine olan inancımızı ve güvenimizi tazeleyenlerdir. Bunlar olmasa idi, bilinmeze karşı olan savaşımımızda tembellik egemen olacak, çoktan beyaz bayrakları çekmiş, ölüme de biz senin esiriniz, köleleriniz bizi ne yapmak istiyorsan yap demiş olacaktık.
Ancak hiçbir zaman tembel olmadık, olmayacağız. Bizden olup zaferi elde edenlerin tanıklığıyla söylüyoruz; Zafer bizimdir. İbn Ebi Talip de bunlardan birisidir. Aramızda zaman ve mekandan oluşan büyük uçurumlar olsa dahi, sürekli bizimle birlikte oldular. Ne zaman onların kulaklarımızdaki seslerini kısmaya, ne de mekan onların beynimizdeki resimlerini silmeye yeterlidir.
Elinizdeki bu kitap söylediğimin en iyi kanıtıdır. Bir Arap toprağında türeyen ama esir kalmayan, insanlığın yücelerinden bir yücenin yaşamına yoğunlaştırılmıştır. İslamiyet onun deha kaynaklarını ortaya çıkarmış ancak kendisi İslamiyetlin mülkü olarak kalmamıştır. Öyle olmasa idi, Lübnanlı bir Hıristiyan 1956 yılında onun yüce yaşamını ele alıp araştırıp, güzellikleriyle kahramanlıklarıyla ve destanlarıyla içten ve açık bir şair gibi nasıl ele alabilirdi.
İmamın kahramanlıkları hiçbir zaman savaş meydanlarıyla sınırlı kalmamıştır. Öngörüsünün netliğiyle vicdanının temizliğiyle düşüncesinin gizleriyle, insanlığının derinliğiyle, imanının ateşiyle, zalime ve yasakçıya karşı mazlum ve yoksuldan yana oluşuyla, hakla karşılaştığı her yerde haklıdan yana olan kavgasıyla da bir kahramandır. Bu kahramanlıkların üzerinden ne kadar zaman geçse de sağlıklı, yararlı bir yaşam kurmaya çalıştığımız her zaman çok zengin birer kaynak olarak karşımızda durmaktadırlar.
Bu kitaptaki faydalı yerleri okuyucudan önce açıklamak istemiyorum. Ki : bu yerler çoktur. Şurada burada şiirimsi dizelere kadar yükselen güzel, dini, açık renkli, sade sesli açıklamalar, değerlendirme ve açıklamalardaki denge, Ali'yi ve onun siyasi, dini, sosyal ve ekonomik görüşlerini, yaşadığının bugünkü yaşam sahnesine uyarlanan cesur çabaları görmek mümkündür. Bu da; daha önce bu konuda yazanların aklına gelmeyen başarılı ve üstün bir çabadır. Buna ek olarak tarihçilerin bugüne kadar alışageldikleri çizgiden farklı biçimde imamın yaşamındaki bazı olayların yeni yorumlarında da içtihatlar mevcuttur.
Hiçbir tarihçi ya da yazar, ne kadar dahi ya da dikkatli olursa olsun, bin sayfalık bir eserde de olsa imam-ı Ali gibi bir yücenin büyük olaylarla yaşanmış döneminin tablosunu bir bütün olarak sunması mümkün değildir. Bu yüce Arap'ın kendisi ve Allah'ı arasında düşündüğü, umduğu, söylediği ve yaptığı, hiçbir kulağın duyamayacağı ve hiçbir gözün göremeyeceği yüceliktedir. Ki, bunlar kendi eliyle yaptıkları ve diliyle söylediklerinden çok daha fazladır. Onun için onunla ilgili çizilen her tablo kuşkusuz eksik kalacaktır. En büyük ümidimiz de bu tabloların yaşamı üretmesidir.
Ancak böylesi kitaplardaki asıl ibret :

Ali'nin yaptıklarından ve sözlerinden günümüze kadar gelenleri oturup düşünmek, sonra dikkatli ve derin biçimde anlamaya çalışmaktır. Son olarak da, yazarın tasavvur ettiği şekliyle bir tablo çıkarmaktır. İnancıma göre bu nefis eserin yazarı, kelimelerindeki ustalık ve içindeki ateş, vicdanmdaki insafla, önünde durup gerçekten peygamberden sonra en yüce insanın canlı tablosudur demekten insanın kendini alamayacağı, Ali Bin Ebi Talip'in bir tablosunu çizmede büyük bir başarı göstermiştir.

Beskente Mihail NUAYME
MUCİZELER YURDU PEYGAMBERLİK YATAĞI
Oluşumuyla mucize olan bir toprak olacağıyla da bir mucizedir.
Yağmur alıp bereket, yeşillik ve sululukla dolacak olsa idi dünyanın açlarını doyuracak, çıplaklarını giydirecek hiç bir hayalin tasavvurun sığmayacağı bir şekilde zengin ve geniş arazilerdir. Ancak oluşumu, başından beri dağınık, bozuk ve rüzgarın oynamasıyla dalgalanıp sertleşen kumluklar ve hareketli çöllerdir. Şurada burada garip biçimde kum taneciklerinden oluşan dağlar ya da vadilerdir. Hafif yükseklikte olan kurak ve yusyuvarlak gülünç yükseltilerdir. Sanki ateşle yakılmış delikli kara taşlarla dolu, atılmış o biçimde isim taktıkları donmuş kara taşlardan oluşan sırt ve düzlüklerdir. Ne tarıma ne de yerleşmeye elverişli olan çöllerdir. Tarım yerleşenlerin temel derdidir. Dünyanın en sıcak iklimi, üç tarafında deniz olmasına rağmen en az çiğ alan toprağıdır. Bazı bölgeleri iyi yağmur alır bir nevi yumuşaklık kazanır, öylece de mevsimlerini bekleyip çoluk çocuk davarlarla birlikte oraya gidilir. Ancak kenarlarında ve ortalarında en kötü rüzgarlar, sam rüzgarları mevcuttur. Her tazeliği ve hatta yaşamı bile yok etmektedir. Onun için de şairler doğudan gelen canlandırıcı genç yellerden söz ederler. Sanki cennetin kokusunu içeren bir bukettir bu rüzgarlar.
Irmakları ise : sürekli akan hiçbir ırmağı yoktur. Ancak bazı bölgelerde çok yağmur yağdığı zaman yoğun seller birleşir vadilerin yatağından akar gider. Kısa bir zaman için de olsa bazı barajlarla suyu hapsederler.
Hayvanları da yeryüzündeki diğer hayvanlardan çok farklıdır. Geniş boşluklarda kaybolmadan yol alabilmesi için Allah onlara uzun ayaklar vermiştir. Bazılarım da kuma gömülmemesi için yuvarlak yaratmış. Vatanlarında kötü yol ve gidiş zorlukları yarattığı için sabır ve dayanaklılık vermiştir. Kuraklığa ve susuzluğa dayanma gücü, suyu günlerce hazmedebilen bir mide vermiştir. Ki, bu sular belirli araçlarla çıkartılarak binlerce isimle anılan develerin sahibi, bedeviler tarafından da içilir.
Bitkisini de fazla anlatmayacağım. Nadirdir, dikenli ve kökleri susuzdur.
Evlerine de, ev demek yanlıştır. Sıcak rüzgarların oynadığı, sert sıcakların bastığı tıpkı sahranın örtüsü gibi bir şeydir, Sadece bazı yerlerde yapılır. Sakinlerinin istedikleri yerde yerleşmesi ya da güvenilir bir yerde istikrara kavuşması mümkün değildir. Sürekli bir göç durumundadırlar.
İçindeki yaşam aracı ise, iki siyahtır: Hurma, az bulunan su ek olarak dana eti ve avlardır.
Sahranın doğası sakinlerini sürekli biçimde işgal ve kavgaya sürükler. Sürekli anlaşmazlık oradaki temel sosyal sistemdir.
Güneş yarımadanın çöllerine ateşten bir örtü atmaktadır. Hiç beğenilmeyen hırsız güçlü olan tilkiyi ya da köklü hayvanı çakıllar üzerinde pişirir.
Öldürücü bıkkınlık ve acı sıkıntı yarımadadaki çöllere egemendir.
Yaygın kum denizindeki vahalar ve boşlukların kurulmasına ve uzun sürmesine izin vermediği zayıf emel değişmeyen biricik manzaradır.
Bu sert doğanın, nefesleri yumuşatacak, yürekleri dolduracak, evrenin genişliği ve yaşamın kapsamı iyi değerlerin sürmesi gibi duyguları sahra sakinlerinde yaratması mümkün değildir, böylesi duygular çorak olan yerlerde değil, yeşil vahalarda, kötülüklerle dolu kalplerde değil, yaşamın sefasında yeşerir.
O zamanlarda yarımadada kurulu olan bazı köylerde de hiç bir özellik söz konusu değildir. Dağınık, küçük, sıkıntılı ve kuru, siyah tanelerin içerisinde rehberin kaybolacağı ve karanlığın çökeceği kadar birbirinden uzak köylerdir. Binaları da en az olanın yanında çok azdır. En kötü olanın yanında çok kötüdür. Bütün bunların yanında ek olarak iklimin sertliği, mesafelerin egemen olduğu dünyanın geliş gidişlerinden tecrit edilmiş sahra şartları altında bulunmaktadır. Sadece Taif ve Yasrob'ta nicel bir servet söz konusudur.
Mekke ise putların evidir. Sakinleri de dinarla can almayı ölçüt edinmiş tüccarlardır.
*     *    *
Deyim yerindeyse kumlardan bir cehennem içerisinde, kötü bir yaşam, yarınından umutsuz bir parça yaşamdır Arap yarımadası. İnsanı ise, bitişiğinde yeşilliğin, bolluğun, giyimin, yolu düşüp gelen herkese yetecek her türlü bolluğun bulunmasına rağmen bu topraklarda insanın yaşaması acayip değil midir?
Bir insanın bu topraklar üzerinde bulunması, başka bir seçeneği kabul etmemesi, başka bir yeri vatan görmemesi, dağıyla deniziyle, ufuğu ve çölleriyle kuşatılarak yaşaması bir mucize değil midir? Muhammed'in ve Ali'nin devriminden önceki sahranın mucizesi işte budur.
*      *      *
Ancak yeryüzünün kaynakları verimlilikle çağlarsa!
Cennet vahaları yeşillikle kaplanırsa!
Dünya devrimi bir şehirde birikirse!
Gecenin rutubeti, sabahın çiğleri ve gençlik nefesleri nasıl ise!
Balı, sütü, acıyı ve zehri veren bir ülkedeki rahat yaşamda ne kadar varlık varsa!
Doğanın gülüşü, sevinci ve rahatlaması her cennette nasıl ise!
Bütün dünyanın o günlerde Arap yarımadası olmadan verebileceği nedir.. ?
Bütün bunların hiçbir önemi ve değeri yoktur. Mucizeler yurdunun dünyaya verebileceği karşısında.
O günlerin en önemli ve yüce olan şeyiyle dünyaya açıldı. İşte mutlak insanlık ve iyiliğin yüceltilmesi, doğanın tırmandırılması, değer yargılarının sürdürülmesi seliyle bütün evren sustu, zaman birleşti, kaynaklar duruldu, yaşam değerleri ortaya çıktı, varlığın vicdanı harekete geçti ve Muhammed Bin Abdullah'ın yurdunda sıcak birlik ortaya çıktı. Yüce devrimci Ali Bin Ebi Talip ile birlikte iki yücenin sadakatiyle sürdürüldü.
Bu yüce varlığın; ölçütleri canı dinar ile almak olan bir ulusta ve böylesi bir toprakta yüce gerçeğin somutlaşması için ortaya çıkması ve amcası oğluyla devam etmesi, o çevrenin kötülüğüne ve o zamanlara rağmen yararlı sosyal devrimlerin sahibi Muhammed ve Ali'den sonra olanlar sahra mucizesini yaratan asıl mucizelerdir.
MUHAMMED'İN SESİ
Yanan sahranın alevinden idi gözlerindeki ışıltı.
Güneş ışığı karşısında kumlan düzlüğü gibiydi dudaklarmdaki doğruluk.
Yesrob (1) cennetinden, Taif bahçelerinden, ay ışığı altındaki kum denizinde dağınık adacıklar gibi uzayda yüzen hicaz vahalarından idi yüreğindeki yumuşaklık ve içindeki yufkalık.
Deli rüzgarların savurmasından idi gönlündeki devrim.
Şiirin netliği ve gökyüzünün nurutîdan idi dilindeki giz ve ruhundaki parça.
Azmin doğruluğu ve düşünce dilinden idi elinde ve kılıcında parlayan mesaj ı.
Muhammed Bin Abdullah budur... Arapların peygamberi; insanı insan olan kardeşinden alıkoyan putperestliği, sermaye putperestliğini, gelenek putperestliğini parçalıyordu...
Beni Kureyş : Dünyayı, bedevinin cebinden düşüp kendi ceplerine girecek dinarla özdeşleştiriyordu.
Kazançlı bir ticaret, kara katlanan bir kar, devenin sırtında çölleri ve sahraları kat edip Kureyş ağacı gölgesinden başka dinlenecek yer, dirhemin büyüdüğü, dinarın yüceldiği, putlarla dolu olan Mekke'den başka konaklayacak yer bulamayan kervanlarla yaşamın erdemliklerini bir görüyorlardı.
Ancak sinirlerini diken eden, şehvetlerini parçalayan, dünyayı başlarına yıkan bir ses kulaklarını parçalamaya başladı.
İnsanın bildiğinizden farklı bir değeri vardır. Çöllerdeki şaşkın bedevi Arap'ın iddia ettiğinizden öte bir mesaj ı vardır.
Bu ses Muhammed'in sesiydi... 
*      *      *
Ahmaklığa doğru muskalarla ilerleyen bir aslan gibi yanlışlığın uçurumlarında yürümekte ısrar ettiler. Sadece geleneklere uymak uğruna insanı yaratanın, kuralların değiştirilmesini, doğanın güzelliğini inkar ediyor, insan evreninin bozulmasını pekiştirmek için hiç gerekmediği halde kızlarını felakete atmaya devam ediyorlardı.
Özlemin duygularını yoğunlaştırdığı, sevginin ve yaşamın fısıltılarının pekiştiği ses kulaklarında çınlamaya başladı;
Allah'ın kulları kızlarınızı diri diri gömmeyin, kadınlar da erkekler gibi eşittir. Hiçbir yaratık diğer yaratığın yaşam hakkını alamaz. Öldürüp dirilten sadece Allah'tır.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
*      *      *
Arap bedeviler, kılıçlarla birbirlerini yok etmeyi, cehennemden çıkan kırbaç gibi bir dil kullanarak tartışıyorlardı. Genç kızların ağızlarını kapatıp kılıca teslim ediyorlardı. Bu nedenle o günkü atlılar, katil adamlar, feryat edip imdat bekleyen kardeşlik ve dostluktan uzak yetişen çocuklardan ibarettir.
Çadırlar, gök gürültülerinden daha şiddetli, kasırgalardan daha güçlü sesle sallanmaya başladı.
Ne yapıyorsunuz öyle!.. Yeri ve gökyüzünü yaratanın yanında kardeş olmanıza rağmen nasıl birbirinizi öldürüyorsunuz Savaş şeytanın işlerindendir. Barış sizin için evla olup içinde temenni ettiğiniz cennet tadı vardır.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
*      *      *
Hiçbir milletin ya da ümmetin varamadığı biçimde Araplar sefaya varmışlardır.
İzzetinefsin, düşkünlüğün, kötü ahlakın yapabileceği en kötü bir şekilde Fars'ları aşağıladılar. Fars'lar insan olarak onurunu hiçe sayan bir aşağılanmayla aşağılandı. Mesajın sahibi bunu gördü ve ahlaki düşkünler;
Arap'ın   inanç yönü   dışında  Fars'tan hiçbir   üstünlüğü   yoktur.   Beğenseniz   de beğenmeseniz de insanlar kardeştir. (2) Sözleriyle uyandılar.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
*       *       *
Yeryüzündeki mazlumlar da; Sahranın sam rüzgarlarıyla dağılan, köleci toplumun reddettiği yaşamın sıkıştırıp kum tanecikleri kadar bir yere bile sahip olmayan, bütün yaşamları kararan, yersizler de mesaj sahibinin dostlarıydı. Fakirlerin ve düşkünlerin Meryem'in oğlu Mesih'in dostları ve yeryüzündeki diğer yücelerin dostları olduğu gibi. Onun için de yönetimi istişareye bağladı. Köleliği ve insanın insanı sömürmesini yasakladı. Hazineyi ve insanların çabalarını kamulaştırdı. Amcaları olan Kureyşlilerin sırtlarını iyilik kırbaçlarıyla yaktı. Onlar çocukları ve ahlaki düşkünleri kandırıp, taşlarla taşlayıp ondan tiksinirken kendisi kendi varlığıyla evrenin bütünlüğünde bir tanrı somutlaştırdı.
Aralarında peygamberin müezzini ve İslamiyet'teki ilk müezzin Bilal'ın da bulunduğu, yeryüzündeki mazlumlar, köleler ve perişan olanlar; Sabahın nağmelerinden daha derin yankıları olan, gecelerin karanlığından daha da koyu ve insanda daha etkili bir sese yüreklerini açtılar.
Bütün mahlukat Allah'ın aileleridir. En sevdiği de ailesine en yararlı olanıdır. (3)
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
*       *       *
Düşmanları, onu taşlayanlar ve alay edenler ise; Onun diliyle bu yeşertici sesi aldılar.
Taş yürekli, kötü kalpli olsaydın etrafından dağılırlardı. Onları affet. Onlar için istiğfar et, konuyla ilgili onlara danış, azmettiğin zaman da Allah'a tevekkül et. Allah tevekkül edenleri sever. (4) (Ali Ümran Suresinden)
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
*      *      *
Daha iyi bir yaşam uğruna savaşanlar ve kötülükler karşısındaki taraftarları, eihat ederken ve güçlü devrimi savunma esnasında içlerinden insan onur ve haklarını çiğnemeye yeltenenlerin yüreğine şu güzel sözler yerleştirilmişti;
Hiçbir çocuğu, kadını, yaşlıyı veyahut kendi halinde olan hiç kimseyi öldürmeyin, kindar olmayın, hiçbir ağacı yakmayın, kesmeyin, hiçbir binayı da yıkmayın. (5)
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
*      *      *
Araplar Bin Abdullah'tan bu onurlu mesajı alıp ilk etapta taç sahibi her sultana yetişecek şekilde dağıldılar. İnsanlar arasındaki bağları güçlendirdiler, insanla sahra peygamberinin evrenin ruhunda somutlaştırdığı ortaksız tek tanrı arasındaki bağları güçlendirdiler.
Muhammed Bin Abdullah'ın gölgesi alemin tümünü kapsayacak şekilde yayılıp yüceldi. Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadarki toprak parçasında iyilik, bilgelik ve barışın yeşermesini sağladı. Sahra peygamberi bütün dünya üzerinde kardeşlik ve sevgi tohumlarını ekmek için elini uzattı.
Arap devletinin bir adamı Hindistan'da diğer bir adamı İspanya'da oldu.
Güneşin   alnına  yüce  bir  halkın  tacı kuruldu.
*      *      *
İnsanlığın kardeşliğine olan davet bu ses üzerine gerçekleşti. Egemenlerin halk üzerindeki, halkın malı ve çabası üzerindeki elleri çekildi. Küçük-büyük, egemen-mahkum, Arap-Fars bütün insanların hukuk karşısındaki eşitliği gerçekleşti: Bütün insanlar eşit ve kardeştir.
Kadının erkeğin baskısından kurtulması bu ses üzerine gerçekleşti. İşçinin işverenin zulmünden kurtulması, zamanın egemen düşüncesi olan ve ortamın doğal olarak izin verdiği kölelerin've hizmetçilerin kölelikten ve zulümden kurtulması, daha önceki filozofların gördüğü aşağılanma, işçilerin ve üreticilerin yürüttüğü meslek ve zanaatların aşağılanması nedeniyle medeni haklardan yoksun bırakılanlar hak ve görevler açısından sınıflara böldüğü dünyaya katılmaları bu hak üzerine sağlandı.
O zamanın mantığı ve olanakları çerçevesinde en yaygın refah sağlanmıştı.
Faiz ve insanın insanı sömürmesi yasaklandı.
Ali Bin Ebi Talip'in sesi ortaya çıktı.
Her türlü kin ve saldırganlığa sahip olan bir topluma karşı bir devrimdi...

YÜCE VİCDAN
İmam Ali Bin Ebi Talip Yücelerin yücesidir.
Doğunun ve batının eskiden de şimdi de bir örneğini göremediği tek bir örnek.
 TARİHE BAKIŞ
Herkes vicdan ve sağduyusu ölçüsünde insandır.
Dünyaya kulak verip kuşaklar arasında az örneği bulunup dünyada meydana gelen yüce bir sorunu dinledin mi hiç...?
Kendine bir kulak ver. Akıl ve yürekle bir bak. Kendini, yüce vicdanının öyküsünü dinle, sürekli yükselen, yaşamı kolaylaştırıp dünyayı kolay kılan bir sağduyunun haberiyle karşılaşacaksın kendinde. Çocuklar, akrabalar, mal, egemenlik, doğa ve batan güneşin görüntüsü hepsi kolaylaşacak. Bu sağduyu, sahibini öyle bir yüceliğe itecek ki, herkes vicdan ve sağduyusu ölçüsünde insan olacak.
Kendine öyle bir kulak, yürek, akıl ver... Almuarri ile birlikte, uzak ve yakın bütün iyi insanlarla birlikte, açık olan adalet ve hakkı, kanıyla sabahları ve şafakları bulayan şehitliğin öyküsünü göreceksin. Şehitlerin kanı, gecelerin sonunda çifte fecir, fecrin vurduğu ilk ışıklarla çifte şafak olarak çıkmaktadır.
Şu doğanın tarihine bir göz at. Ekseninde refah olan, yaşam ve ölüm hakkında yeni düşünceler ortaya koyan bir düşünce ara. Yasalarda, sistemlerde, kanunlarda, anayasalarda, Ahlakta ve bütün bunların işbirliği ve ilişkisi konularında bütünün bir parçası olup o bütün için varolan insan topluluğunun insanla olan bağlarındaki yerine derin bakış açıları getiren bir düşünce ara...
Ataların miras olarak alıp çocuklarına ve torunlarına miras olarak bıraktıkları, toparlanıp ondan alabildikleri kadarını aldıktan sonra kalanını gelecek tembellere bıraktıkları çağların değerli mirası olan bu hikmet mesajını insanlar için yaratan bir düşünceyi sor...
Sahibine zorlukları bırakıp insanların bunun sonucunda refaha kavuştukları garip bir zekayı sor. Düşmanları ve taraftarları önünde yolu açan ve açmaya devam eden zekayı sor. Her sebep ve sonucu araştıran, araştırıp açıklamayı, kendini kurallara ve yasalara dayandırmak isteyen, derin ve geniş kavrayışa sahip, insanların eylemlerini daha içlerinde bir özlem ve kafalarında bir düşünce iken ele alabilmeye çalışan bir zekayı sor. Özünde kendisi olan şu doğada, kendisinden sonra gelen her ahlaki bayrağı kendi bayrağı ile birleştirebilen bir dünya zekasını sor...
Akıllar arasında öyle bir akıl tanı ki, sosyal realitenin özü, toplumun başka şekilde değil de bu şekilde yürütülüp oluşumun nedenlerinin özünü oluşturan, yüce realiteyi ilk olarak ortaya koyan bir aklı tanı. Kendisi bunu kavradıktan bin dört yüz küsur yıl sonra doğudaki ve batıdaki araştırmacı bilim adamlarının incelemelerinin ekseninde bulunan bir konudur bu realite. Buradaki kastımız ise; Sadece sömürgeciliğin doğu yasalarını çiğnemek için izlediği yöntemler, gerçek sebepler ve kesin sonuçları, insanların aklını karıştıran yöntemler ve zenginlerin yoksulları sömürmek, egemenlerin insan emeğini tekellerinde bulundurmak ve bazı tanrıcıların yeryüzündeki egemenliklerini sürdürmek için yarattıkları çürük mantıktır.
On küsur asır öncesinde, bin bir kaynaklı boş hayallere bir sınır koyan sosyal realiteyi keşfedip ortaya koyan yüce aklı tanı. Her yoksulun açlığından bir zengin zevk sürmüştür diye ilan ederek, bu realiteyi değerlendirip fazlaca birikmiş her zenginliğin yanında mutlaka kayıp haklar gördüm diyerek ekleyen aklı tanı. Tekelcilik üzerine bir konuşmasında sosyal zulmün temeli ve dayanağı üzerine bir işçisine şu sözü söyleyen aklı tanı. Bu konumun bir zarar kapısıdır, yönetenlerin bir ayıbıdır.
Tekelciliğe engel ol.
Yüce aklının yol göstericiliğinde On küsur çağ önce insanlığın gerçek sırrını ortaya koyan ve bu sırrın, yöneticileri ve kralları sadece bir merdiven ve binek oluşturabildiği ölçüde bir ağırlık verdikleri ve varlığını hissettikleri halk ile derinden bir sır olduğunu ortaya çıkaran bir yüceyi hiç tamdın mı? Refail insanlık onurunda sevdiği her şeyi yansıtabilmek için İtalyan kırlarından Hz. Mesih'in annesi örneğini seçebildiyse ve bu yapıtında yaptığı gibi Tolstoy, Göte ve Volter düşünsel ve sosyal yapıtlarında bunu yapabildiler ise, bu yüce insanın kendi zor koşulları ve onların uygun olan koşulları, kendisinin dar onların geniş olan toplumları farkıyla onlardan yüzlerce yıl önce bunu başarabildi. Bu yüce insan krallara, emirlere, egemenlere ve zenginlere karşı savaştı. Mazlum ve onuru elinden alınmış halk uğruna savaşırken ant içerek şunları söylüyordu; Vallahi zalime karşı mazluma insaflı davranacağım. İstemese de zalimi halkasından çekip hakyoluna getireceğim. Zamanındaki başıboş emirlerin ve ahmak olduğu gibi bu ahmaklığı beğenmezlikten gelen aristokrasinin, kulağında çınlayan, oldukça talihsiz ve kederli halkın gerçeğini de beraberinde dile getiren şu çağrıyı yaptı Alt düzeydekiler sizin yücelerinizdir. Yüceler de adilerdir. Bu çağrının ardındaki temel amacı da, yoksulluk ve zulüm altındaki halk çocuklarının erdemlik konusundaki yetilerine ve feodallerin, tekelci yöneticilerin içlerinde besledikleri zulüm ve kötülüğe işaret etmektedir.
Büyük akıl ve dehaların, herkesin kendi çizgisi ve isteği doğrultusunda çıkarsamalarda bulunduğu, ebedi, derin ve ezelden beri varolan, hatta gelişigüzel bütün insanların bilmeden de olsa gölgesi altında olmadan yaşayamadıkları, ataları ve babalarından kaldığı gibi hiçbir düşünsel çaba göstermeden gelenek biçiminde edindikleri bir gerçek olan, hem pozitif hem de negatif felsefelere temel oluşturacak bir gerçek durumunda olan mutlak istikrarı aklına getiren bir yüceyi tanıyabiliyor musunuz? Mutlak olanı araştırmak bir diğer anlamı ile ve özünde realiteyi araştırmaktır. Bu araştırmaya insan, aklı ile, yüreğiyle, hayaliyle ve bunların sonucundaki yaratıcılığıyla, daha sonra da her çeşit koşullar, itici etkenler ve münasebetlerle katılmaktadır. Daha sonra aklı ve mantığıyla insan, bu mutlakıyetteki her istikrarın bu kuvvet olduğunu kavradı. Ki bu kuvveti, insanın kendisi oluşturmaktadır. Bu güç, şurada ya da buradaki zaferi ya da yenilgisiyle ortaya çıkmaktadır. Savaş alanlarında, politik alanlarda ve her alanda zafer ve hizmet olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Zafer ve genellikle mihenk taşı durumunda değildir. Gücün bizzat kendisinde her türlü ölçü mevcuttur.
Bu doğunun tarihinde depremlerin yıkamadığı, volkanların bozamadığı inancın sağlamlığını hiç sordun mu? İnanç karşısında en küçüğü bütün düşmanların (Ki, bu düşmanlar hem çok hem de güçlüdür.) yanlış yöne saptırma ve bu yönde düşünmeye itme gibi birçok komplodan daha şiddetli bir deprem vardır. İnanç karşısında kesin ölümle tehdit etmekten, bizzat ölümden daha yakıcı bir volkan var mıdır? Daha sonra bir inancın doğrudan teslimiyetçiliğe kapılmadan, herhangi bir çıkara dayanmadan inancın bizzat başarısı yükseklik ve zenginliğin kendisi, yükseklik zenginlik çerçevesinde sıkıştırılmadan inanç uğruna savaşımın nasıl olabileceğini sordun mu? Dünyadan rahmet sohbetini yapmasını istedin mi? Rahmetli bir yüreğin, barış ve refahla akan bir dilin olmasını... Sertliğin, sömürünün, zıtların üzerinde anlaşamadığı çıkar tekelciliğinin egemen olduğu, daha sonra bütün çıkarların şefkatli dil ve yürek sahibinin kavgalarında birleşebildiği bir dönemde arzuların bitip tükenmediği bütün dünya arzularının önünde diz çöktüğü temel güçtür...
İnsanların dillerindeki, yazılarındaki ve yaşamlarındaki suçsuzluğu (Beraat, Aklanmışlık) tanıyabildin mi? Bu insanların azının ya da çoğunun, herkesin kendi oluşumu kadarıyla payını alabildiği iyi niyeti tanıyabildin mi? Bu iyi niyetin kardeşleri durumunda olan aklıselim ve saflığı tanıyabildin mi? Örnekleyecek olursak gecenin gözyaşları şafak vaktindeki çiğlerin dahi az geldiği saf temizliği tanıyabildin mi? Gecenin gözyaşları ve şafak vaktindeki çiğler benzetmede yeterli değildir; çünkü bu insan saflığıdır. Ne gece ne de şafak bunun yerini alabilir. Kış mevsiminin güneşin sıcaklığı karşısında rahatladığı gibi rahatlayabileceğin, toprağın suya güvenip yeşererek filizlendiği gibi güvenebileceğin temiz bir kalbiselimden fışkıran saf ve temiz bir suçsuzluktur. (Beraat tir- Aklanmışlıktır)
Diğerlerinin sevgiden ve sadakatten aldığının fazlasını alabilen bir yüce tanıyabildin mi? Ayrıca içinde kendiliğinden akan sadık karakteri olmadan bu sevgiyi ve sadakati elde edemezdi. Sevdi kimseden sevmesini beklemeden. Sadık kaldı kimseden sadakat beklemeden. Bütün düşüncesinin ve duygularının derinliğinde özgürlüğün oluşumunun gereksinimi olan başkasının kabul etmeyeceği bir kutsallığa sahip olduğunu kavradı. Bu kutsallık çerçevesinde sevginin ve sadakatin serbestçe olabileceğini kavradı. Böylece de; Kardeşliğin kötüsü istenileni yapandır, iyisi de bunun ötesinde olabilendir.
Açlığın hakim olduğu yerde doyuncaya kadar yemek yemekten kendini alıkoyan, halkın içinde çul elbise giyinen bulunurken kendini yumuşak elbiseden alıkoyan, insanların fakir ve gereksinim sahibi olduklarında kendini bir dirhemden alıkoyan, taraftarlarından da bu yolda gitmelerini isteyen bir yönetici tanıyabildin mi?
Dahası da, kardeşini halkın malından sebepsiz bir dirhem istedi diye yargılayan, taraftarları ve yardımcılarını, sempatizanlarını rüşvet diye aldıkları bir ekmek için yargılayan, Allah'ın adına yemin ederek adamlarından birisine halkın malından küçük ya da büyük bir şey aldıysa şiddetle onu her şeye muhtaç bırakacağına dair uyarıp tehdit eden bir yönetici tanıyabildin mi? Bir başkasına da bu çok kısa ve güzel sözlerle hitap eden bir yönetici tanıyabildin mi?
Yeryüzünde eline geçirdiğin her şeyi aldığını duydum. Bunun hesabını ver. Ayrıca rüşvet alıp zayıfların sırtından zengin olmaya çalışanları tehdit ederek şöyle söylüyor: Allah'a inan ve bu insanlara mallarını geri ver. Şayet bunu yapmaz da bir gün seni elime geçirirsem, Allah'tan senin kusurlarını affetmesini dileyip vurduğum her kim ise cennete girmeyecek olan şu kılıcımla seni vururum.
Zamanında ve mekanında dizi üzerinde kuru ekmekleri kırıp öğüterek yiyen, ayakkabısını eliyle diken bir emiri halk arasında görebildin mi? Dünya malından az ya da çok hiçbir şeyi elinde bulundurmuyordu, çünkü biricik derdi zayıfları, mazlumları ve yoksulları sömürücü ve tekelcilerden koruyup halka rahat ve onurlu bir yaşam sağlamaktı. Yeryüzünde aç karın, acılı yürek oldukça gözü yemekte olmayanlar oldukça rahat bir uyku ve su onu ilgilendirmiyor. En şerefli sözlerinden; Zamanın zorluklarına onlarla birlikte katlanmadan bana müminlerin emiri denilmesini kabullenebilir miyim. Çünkü hakkı kurup haksızlığı savamadıktan sonra bu dünyadaki en ufak şey onun yanında insanların başında olmaktan daha iyidir.
Dünyanın bütün bölgelerindeki insanlar başına toplansa dahi adalet yolunda hep hakkın yanında yer alan bir yüceyi tanıyabildin mi? Düşmanları dağı düzü dolduracak kadar çok olsa da mutlaka haksızdı. Daha sonra izlediği çizgide bir ilke oluştursa dahi onun içindeki adalet kazanılmış bir ilke değildi. Ayrıca bu yönü kendisinin adalet kavramından bir tane oluştursa dahi kendisi açısından adalet politikasının çizdiği bir çizgi değildi. Kendisi bunu izleyip iyilerin yüreklerine vardıysa da onun yanındaki adalet kavramı onu toplumun başına getirecek bir yol değildi. Çünkü onun ahlaki ve edebi yapısı öyle bir kök oluşturuyor ki, adaletin dışına çıkabilecek karakterde değildi. Sanki bu adalet onu oluşturan yapının maddelerinden bir tanesidir. Kanının ve canının bir parçasıdır.
Düşmanlıklar ülkesinde aralarında akrabalarından birisinin de bulunduğu çıkar sahiplerinin savaş açtığı bir yüce tanıyabildiniz mi? Ona karşı zafer kazananların insanlık anlayışları yerin dibine battı. Çünkü onların zaferi, hilenin, teslimiyetçiliğin, buyrukluğun zalim ve bilgisiz bir kılıçla dünyanın kazanılması zaferidir. Yenilgisi dahi bir zaferdi, çünkü, bu yenilgi aklın ve yüreğin ışığındaki yenilgidir. Bu yenilgi insan hakları ve onuru uğruna, adalet ve eşitliğe varmak için arzulanan uğruna şehitliği özünde bulunduran bir yenilgiydi. Böylece de zaferlerini bir hezimete onun yenilgisi de insanlığın değerleri uğruna bir zafere dönüştü.
Tarih boyunca cesur, çok cesur ve savaşçılarındaki insanlık sıfatlarına olan sevgisi ve onlara karşı olan şefkati; Mağdur olmasına karşın barışçı, doğru ve onurlu bir tavır takınarak yakınlarına şu tavsiyede bulanacak kadar büyük bir sevgiye sahip savaşçıyı aradın mı? Onlar ilk başlayan oluncaya kadar onlarla savaşmayın, hezimet Allah'ın emri ile olacağından hiçbir sebepçiyi öldürmeyin, zayıf olan kimseyi hedef almayın, hiçbir yaralıya saldırmayın ve hiçbir kadına eziyet etmeyin. Daha sonra onu öldürmek isteyen on binlerce kişinin akan suyu dahi keserek onu susuzluktan öldürmeye kalkıştıklarında, zorla suyu onların ellerinden aldıktan sonra kendisi taraftarları ve hatta kuşlarla birlikte eşit biçimde bu suyu kullanımlarına sundu ve şöyle dedi : Allah uğruna savaşarak ölen şehit güçlü olup affedenden daha yüce değildir. Affeden meleklerden bir melek olacaktı. Daha sonra karanlık eller ona vardı ve onu vurdu. Kendisini öldürenle ilgili olarak taraftarlarına şöyle dedi; Affederseniz imana daha y akın olursunuz.
Garip bir savaşçı, yüreğinde garip bir cesaretin ve nadir bir savaşçılığın madenleriyle acayip bir şefkat ve sevginin madenleri birleşiyordu. Ona karşı komplo kuranları vurup yakalayabileceği bir güçte iken onları kınardı. Hatta kimsenin önünde değil yalnız iken kınardı. Onlar silahlarla donanmışken kendisi yalnız başına kınar ve insanlığın arasındaki kardeşlik ve sadakatten söz ederdi. Bu yolda ısrar etmeleri durumunda da, ağıt yakardı. Kendisi zayıf ve yoksulların kılıcı olarak daha da ısrar etmelerine sabrederdi. Ta ki, onlar savaşı başlatmcaya kadar. Sonunda onlara depreme uğratırcasma saldırırdı. Şiddetli rüzgarların sahra kumlarında esip darmadağın ettiği gibi onların arzuları üzerinde eserdi. Aralarında sadece kötülüğü ve düşmanlığı kasteden gaddarları öldürürdü. Zaferi elde etmesi durumunda da bencillik ve saplantıların, kötü arzuların canileri olduğu için kavgayı kınardı.
İnsanlar arasında başkasının yanında bulunmayan biçimde liderlik ve servetin nedenlerini bulunduran bir emir tanıyabildin mi? Bütün bunlara rağmen sürekli bir sefillik ve yoksulluk içerisinde kaldı. Şerefli bir soyun sebeplerini bulundurmasına rağmen şunları söyledi; Hoşgörüden daha iyi bir soy olamaz. Onu sevenler ona sevgisini gösterince beni seven yoksulluk ve hırkaya hazırlasın kendini dedi. Sevgi gösterisini daha da arttırınca bendeki değerli bir şeyi öldürmeyin dedi. Daha önce de kendi kendine Allah'ım bilmediklerimizden bizi affet dedi. Onu ilahlaştırdılar. En şiddetli biçimde onları cezalandırdı. Başkalarından da tiksindi. Ama ahlakta kardeşlerine nasihat verirmişçesine bir tavır takındı. Ona sövdüler, taraftarları bu sövgü üzerine rahatsız olup şovenlere sövgü ile cevap verdiler. Ancak kendisi taraftarlarına sizin sövgücü olmanızı sevmiyorum dedi. Ona düşmanlık ettiler, kötülük yaptılar, hakkında konuştular ve daha sonra üzerine yürüdüler. Ama kendisi Kardeşini ona iyilik yaparak kına, ona cömertlikle karşılık ver, senin kardeşine karşı olan bağlılığın, onun sana olan boykotundan, senin ona olan iyiliğin onun sana olan kötülüğünden daha güçlü olamaz dedi. Egemenliğini sürdürmek için bazı günahkarlarla -kısa bir süre için de olsa- geçinmesi için onu kandırmaya çalıştıklarında sana nasihat veren dostundur. Seni kandıran da düşmanındır diyerek şöyle ekledi. Yalanın sana yararlı, doğrunun sana zararlı olduğu zaman dahi doğruluktan yana ol. İyilik yaptığı adamlar ona karşı savaşınca da kendi kendine şöyle dedi; Sana şükretmeyene iyilikten geri kalma. Yeryüzünün zenginliklerinden ona söz edince konuşana bakarak, yeter en iyi zenginlik iyi ahlaktır, dedi. Yöneticilerin yönetenleriyle zaferi elde edeceği üzerine teşvik edince günahkar olan zafere ulaşamaz, kötülükle zaferi elde eden hezimete uğramıştır, diyerek başkasının görmediği biçimde düşmanlarının kötülüklerini gördü Hepsine göz yumup kendi kendine şunları söyleyerek teselli buldu: Onurlunun en iyi işi bildiği karşısında göz yummaktır. Düşmanları ve cahil taraftarları insanlar içerisinde karamsarlığı yayınca kendisi hep, iyilik ihtimali verebileceğin başkasının bir kelimesi karşısında kötü düşünme demeye devam etti.
Ama senin din kardeşindir, ya da senin gibi yaratılmıştır iffetinden ve doğruluğundan Allah'ın sana vermesini istediğin gibi onlara ver gibi bir sözü taraftarlarına tavsiye eden bir din imamı gördün mü? İnsanlar arasında hakkaniyeti gerçekleştirmek için kendi iktidarına karşı gelen bir iktidar sahibi biliyor musun? Kardeşlerine iyi ahlaktan başka bir şey olamayan bu yaşamda sadece yaşayabileceği kadarını elinde bulunduran bir zengin biliyor musunuz? Dünya ise başkalarını aldatsın...
Bu dünyanın tarihinde, açık zevk ve servete bağlı düşünce öngörü ve sevgi ayetlerini birbirine bağlayan açık bir çizgiyi sordun mu? Ne insan kaldı, ne de onun öngörüsü, düşüncesi ve sevgisi kaldı. Hepsi birbirine bağlı ve birbirinin dengi. Genç duygu ve uzak öngörüler patladı, gerçek durumun şevki ve gerçeğin sıcaklığı ile bu gerçeğin arkasmdakini öğrenme arzysuyla dolup taştı. Konunun güzelliği ile yapının inceliğinden kası anlamın biçimle iç içe girecek bir şekilde toparlanmasıdır. Öyle bir iç içe girmedir ki bu, ateşin ısıyla, güneşin ışıkla ya da havanın havayla iç içe girmesi gibidir. Sen ancak onun karşısında selin akarken, denizin dalgalanırken, rüzgarın eserken karşısında durduğun gibi durabilirsin. Veyahut unsurlarından herhangi birisinin olmaması durumunda varlığı yok olup hiç varolmamış gibi kalacak olan birlikteliğin üzerinde duran ve olduğu gibi olması gereken doğal oluşum karşısında durduğun gibi durabilirsin. Bu öyle bir mesaj ki, duyma hissini akıla katıp anlamları nağmelere dönüştüren bir mesajdır. Bu nağmeler canlı doğanın istediği ve arzuladığı gibi bizzat anlamlar bütünüdür. Anlamları, biçimleri, çizgileri ve renkleri sanatsal tablolara dönüştüren görme duygusunun akıla kattığı bir mesajdır. Tablonun, müziğin, nağmelerin ve renklerin birbirine karıştığı sanatsal zevklerle dolu bir dünyada bunu bulabileceksin. Öyle bir mesaj ki, tehlikeden söz etse, en sert kasırgayı saldırıp yok ederdi. Bozgun ve bozguncuları tehdit edecek olsa volkanlar patlatırdı. Bir mantığa egemen olacak olsa, akıl ve duygulara seslenirdi. Egemenliği dışındaki bütün gerçeklere kapıları kapatırdı. Umuda davet edecek olunca da, duygunun kaynağını ve düşüncenin özünü sana verirdi. Seni istediği yere götürürdü. Evrene seni bağlar ve keşfetme gücünü sende birleştirirdi. Seninle beraber olunca da, baba şefkatini ve babalığın mantığını yakalardın. İnsanlık sadakatinin özüne, başlamayan ve bitmeyen sevginin ısısına götürürdü. Ancak varlığının üstünlüğünden, ahlakın güzelliklerinden, evrenin bütünlüğünden sana söz edecek olsaydı, yıldızların ışığından bir mürekkeple yüreğini yazardı. Bu öyle bir mesajdı ki, her şeyiyle Arapların varlık sebeplerine dayandı. En son sahibi hakkında şunu söylediler: Sözleri yaratıcının sözlerinden olup yaratılanın sözlerinden üstündür.
Böylesi bir akla, böylesi bir bilime, böylesi bir üstünlüğe, böylesi bir cesarete şahit oldun mu? Öyle ki, bunlar dehşete düşürecek şekilde bir şefkatle tamamlanan nurdur. Buna ek olarak Havva ve Adem'in çocuklarından birisinde bütün bu meziyetlerin birleşmesi de ayrı bir dehşettir... Sana varabilmesi için insanların; yöneticilerin, gözü doymazların ve orduların kendisine komplo kurmalarına izin veren bir bilim adamıdır. Düşünür, edebiyatçı, idareci, yönetici ve komutandır. Sana varıp sendeki duygu ve düşünce sahibi insanı uyandırmak onunla sevginin ısısını kapsayan bu güzel fısıltıyı yüreğine fısıldamak ve sevgi gurbettir ya da tehlikelere sevinme veyahut insanlara olan yaklaşımın yumuşak ve merhametli olsun ya da sana zulüm yapanı affet, seni yoksulluk içerisinde bırakana ver, seni kesintiye uğratana sen ver, seni sevmeyeni sevemezlik etme demek için...
İnsanlar içerisinde düşünürler ile düşüncelerinde, iyilikseverlerle iyiliklerinde, bilim adamlarıyla bilimde, araştırmacılarla araştırmalarında, barışseverlerle barışlarında, sadakat severlerle sadakatlerinde, ibadet edenlerle ibadetlerinde, acı çekenlerle acılarında, mazlumlarla duygu ve isyanlarında, edebiyatçılarla edebiyatlarında, kahramanlarla kahramanlıklarında, şehitlerle şahadetlerinde, insanlığın her biçimi ile onu onurlandıran ve yücelten değerleriyle bir araya gelebilen bir yüceye tanık oldun mu?... Ayrıca bütün bunlar pratikten, özveri üstüne özveriden ve öncülükten kaynaklanan en iyi söz sahibinin nitelikleridir. Öyle bir yüce ki, onu yerenler ve ona karşı zafer kazananların sorunlarını anlamamak mümkün değildir. Çünkü bunların devirleri çelişkiler ve acayipliklerle doludur. Yaşamın sağının solunun karıştığı ve altüst olduğu bir dönemdir.
Realite ve tarih önünde öylesini tanıyabildin mi? Gerçek ve tarih önünde bu yüce; yüce vicdan ve şehitlerin babası olup kendisi de şehit olan insanlık adaletinin ve doğunun ölümsüz kişiliği, Ali Bin Ebi Taliptir... Be Hey Dünya!... bütün güçlerini yoğunlaştırıp aklıyla, yüreğiyle ve zülfıkarıyla her devirde bir Ali verebilseydin ne olurdu...

ALEVİLÎĞÎN KÖKLERİNDEN
Güneşin gökyüzü saflığındaki, garip ve sonsuz uzaydaki yerini alıncaya kadar yüzdüğünü gördü. Az bekledikten sonra meçhul evrenin bir kenarına çekildi.
- Ali'nin dahiliği daha çocuk iken ortaya çıkıyordu. İyiliğin zaferiyle daha derin bir duygu ve mucizelere benzer özverilerle...

PEYGAMBER VE EBİ TALİP
Sanki evrenin gücü onların, doğanın birliği ve yıldızların önünde, yaratılışın en mükemmel biçimiyle, varlığın en ikisiyle beraber uyanmalarını istemişti. Ölümsüz ve daimi güzellikte olan gökyüzündeki yıldızlarda buluştular. Derin okyanus kenarında, yeryüzü hareketinde ve yaşamın verimliliğinde buluştular.
Yüzeysel değil sorunların içeriğine, biçimlere değil de anlamlara, ayrıntı parçalarının tarihine değil de bir bütün olarak gerçeğinin sürekliliğine bakacak olursak Ali Bin Ebi Talip'in davasının Muhammed Bin Abdullah'ın davası olduğunu görürüz. Ali'nin ve taraftarlarının Muaviye ve grubuna karşı olan tavırlarının, peygamberin ve ilk Müslümanların Ebi Sufyan, Ebi Cehil ve Kureyş çetesine karşı olan tavırlarının aynısı olduğunu görürüz; ancak bir farkla : Peygamber Kureyş'lilerdeki tüccar, despot, sömürücü ve dünyayı bir rütbe ve devlete satan çeteyi alt edebildi. Ali Bin Ebi Talip ise, koşulların ve kader hesaplarının değişmesiyle Emevi ailesinin tüccar, despot, sömürücü ve dünyayı bir rütbe ve devlete satan çetesini alt edemedi.
Ali insanlara Emeviler gibi hükmedemediyse (böyle bir hüküm mesajı da yoktu) iyi insanların yüreklerine hükmetti. Yüreklerdeki hükümdarlığı yapabilecek en iyi insan sıfatlarını taşıyabiliyordu. Ali Bin Ebi Talip hakkında konuşmaya geçmeden önce, Ali ve etrafını Muhammed Bin Abdullah'a bağlayan bağı; ister tarih, rakamlarla, olaylarıyla, ister tek evde oluşan ev efradından ortaya çıkan ruhi ve edebi ortamıyla oluşan bağı ortaya çıkarabilmek için (Ki bu ortamın en iyi ve eksiksiz örneği peygamber ve ondan sonra Bin Ebi Taliptir.) geriye dönüp olaylara bir göz-atmak gerekir.
Peygamber, baba sevgisi ve anne şefkatinden yoksun kaldığında dedesi, (Ali'nin de dedesidir.) Abdülmüttalip Al Haşiminin yanında kaldı. Dedesi, onu seviyor ve kendi nefsini feda edebiliyordu. Çok defa oturdukları adamlarla konuşurken torununa bakarak bu çocuğun büyük bir şanının olacağını söylerdi. Yaşının küçük olmasına rağmen amcalarından farklı tutarak onu yükseltip Kabe'nin gölgesindeki genel meclisine aldı.
Dedesi öldüğünde, amcası Ebi Talip (Ali'nin de babasıdır) onu yanma aldı. Ölen babanın oğluna bıraktığı şefkat ve iyi eğitim ortamında büyümeye devam etti.
Babasından sonra kardeşleri arasında en çok muhtaç ve en fazla çocuk sahibi olan Ebi Talip'in kefalet sebebi : Abdülmüttalip ölümü yaklaştığında bütün çocukları içerisinden Ebi Talip'i yanına çağırarak bu kefalet ve bakım yüceliğini ona yüklemesidir. Bu seçimin öyküsü çok makul ve kabul edilebilir bir seçimdir. Abdülmüttalip çocuklarını tek tek tanıyordu, gizli ve açık her şeylerini biliyordu. Ebi Talip'i de durumunu çok iyi bildiğinden seçmişti. Abdülmüttalip'in bütün çocukları sevgi ve şefkatten nasiplerini almış olsalar da, Ebi Talip'in yüreğinde yer eden güç ve boyutta hiçbirinin yüreğinde yer almadı. Sevgi ve şefkatin bakım ile kefaletteki etkisi de maldan çok daha fazladır. Bütün bu nedenlerden de babası Ebi Talip'i Muhammed'e bakmak için seçmiştir. Buna ek olarak Ebi Talip babasından bu görevi almadan önce de yeğenine bakmak için içten bir sevgi taşıyordu. Bu sevgi ve görev bir araya gelince... Kuşkusuz olan şeylerden bir tanesi de, Ebi Talip'in güzel ve sevimli bir kişiliğe sahip olmasıdır. Elde etmiş olduğu bütün iyilik, deneyim ve emaneti her halükârda uygulamaya koyan deneyimli iyi bir şeyh menzilinde olduğunu gösteren bir kişiliktir. Bu yüce şeyhin öyküsünü bilen herkesin çıkarsayabileceği bu sıfatlar cahiliye dönemindeki Kureyş'liler tarafından kavrandığında şunu söylediler: Bir yoksulun egemen olması nadirdir. Ama Ebi Talip egemen oldu.
Bu sözlerde Mekke halkının İslâmiyet'e, egemenliğe bakış açısına ve zenginlerden başka kimseye verilmeyeceğine dair açık işaret vardır. Aynı zamanda Ebi Talip'in yoksulluğuna karşın onu egemen kılan ve görüşünü zenginlerin görüşünden daha üstün kılan ahlakının yüceliğine de çok açık bir işaret vardır.
Abdülmüttalip'in evindeki güzel ahlak, Muhammed'in psikolojisinde yerleşmeye, davranışlarında da kendini göstermeye devam etti. Sanki Allah, peygamberini Abdülmüttalip'in sülalesinden seçerken bu onurlu amcasını da yetiştirmek için seçmişti. Kapsamlı varlığın gücü Ebi Talip'e başkasının bilmediği bir şekilde yeğeninin sorunlarını öğretti. Kıtlık ve kuraklığın egemen olduğu günlerde çocuğu alıp hayır duasıyla sırtını Kabe'ye vermesini istedi. Çocuk isteneni yaptı ve gökyüzünde dolaşmakta olan bir iki bulut parçasına parmağıyla işaret etti. Bundan sonra sağdan soldan bulutlar toplanarak yağmur yağmaya başladı. Vadi yeşerdi ve toprak canlandı... Ebi Talip'e bu çocuğu sorduklarında yeğenim Muhammed diyerek çocuk için şunları söylerdi:
Beyazdır : Yüzüyle bulutlar sulanır. Yetimlerin sığınağıdır, dulların koruyucusudur. Bu öykünün doğruluğu ne olursa olsun çocuk ile amcası arasındaki sevgi ve iyiliğe işaret etmektedir.
Ebi Talip çocuğa hizmet etme şerefini sürdürür. Sevgi sadakat ve şefkatle birliktelik devam eder. Onu yanından ayırmaz. Yatarken yanında yatırır. Çıkarken beraber çıkarlar. Her gördüğümde babası olan kardeşimi hatırlarım diyerek çoğu zaman ona şefkatle bakarken gözleri dolardı.
Günün birinde Ebi Talip ticaret için Şam'a gitmeye hazırlanıyordu, yolculuğa çıkacakları gün Muhammed ona bakarak Ne annem var ne de babam beni kime bırakacaksın amca dedi. Ebi Talip bunun üzerine yumuşayarak onu arkasına alır ve Vallahi beraberimde götüreceğim sonuna kadar ne ben ondan ne de o benden ayrılacağız dedi.
Bu esnada daha on dördünde ya vardı ya da yoktu, Ebi Talip o olmadan Şam'a gitmezdi. Medyen, Vadi Kura ve Semud diyarına uğrarlardı. Şam'da yeryüzü cennetinin yanında durup beraber kalırlardı. Canlı ve sessiz doğayı beraber seyrederlerdi. Güneşin gökyüzü berraklığında yüzüşünü, yeryüzüne yüzünü gösterişini seyrederlerdi. Sonsuz ve garip gökyüzündeki yerini alıncaya kadar... Biraz bekler daha sonra bilinmez evrenin ikinci tarafına doğru ilerlerdi. En son ışınlarım toparlayıp yeryüzü sınırlarının arkasına batardı. Artık gece gelmişti, uzanıp egemen olurdu. Her şey kendince karanlığa bürünür ve gökyüzünün yıldızların çok yumuşak ışıltısıyla aydınlatılmasından daha başka bir parlaklığı yoktu.
Doğanın anlamlarından Ebi Talip'in gönlüne girenlerin hepsi Muhammed'in de gönlünde belirmeye başladı. İçinin bir parçasıydı, sevgili amcanın gözleri önünde oluşup büyümeye devam ediyordu. Hüzün, çökkünlük, sevgi, gıpta, basitlik, derinlik gibi doğudaki her şey Muhammed'in varlığında birikip insancıl bir ruh ve evrensel bir anlam oluşturuyordu.
Evet sanki kapsamlı varlığın gücü, onların doğanın birliği ve yıldızların önünde, yaratılışın en mükemmel biçimiyle varlığın iyisiyle uyanmalarını istemişti. Ölümsüz daimi güzellikte, gökyüzündeki yıldızlarda buluştular. Derin okyanus kenarlarında, yeryüzü hareketinde ve yaşamın verimliliğinde buluştular.
İşte rahip Buhayra ya da Georges, aralarında Ebi Talip ve yeğeninin bulunduğu bir Kureyş kafilesini Şam yolu üzerindeki kulübesinde misafir eder. Bu kulübeye Hıristiyanlık bilimini elde edenlerden başka kimse gelmezdi. Rahip Ebi Talip'in içinde yeğenine karşı olan duyguları güçlendirir. Çok dikkatli biçimde onu takip eder. Bu çocuğun dünyada önemli bir şana varacağını söyler. Ebi Talip çocuğa sevgi ve beğeni doludur. Babanın en değerli çocuğuna olan şefkatiyle bakar. Muhammed'i amcasına bağlayan ve evinin sırrı durumunda olan iyiliğe devam etme gerekliliğini içinde bir daha hisseder.
Ebi Talip Mekke halkının Muhammed için emin nitelemesini yaptıklarını duydu. Sevinci ve gıptasından gözü doldu ve yüreği hızlı çarpmaya başladı.
Hatice Muhammed'ten kendisi ile (Mal ve şan sahibi Kureyş'in eşraflarından birçok kişiyi reddettikten sonra) evlenmesini istediğinde önünde amcası Ebi Talip'ten başka onur dostu görmedi. Bu onurlu kadınla dili ve kalbiyle kutsal bağı oluşturdu. Muhammed'in ahlâkındaki inceliği ilk yakalayan Ebi Talip olduğundan hemen cevap verdi ve Muhammed'in özünde kendi isteği ve uygun gördüğünden başka bir şeyi uygun görmüyordu.
Gar Harra'da Muhammed'e vahiy indiğinde onunla ilk namaz kılan eşi Hatice ve Ebi Talip'in oğlu Ali'ydi. Bunlar peygambere inanan ilk insanlardı. Ebi Talip bunu duyunca oğluna Ey oğlum bu senin yaptığın nedir? dedi Ali, Baba Allah'ın peygamberine inandım. Getirdiklerine inanıp onunla namaz kılıp arkasından gidiyorum dedi. Ebi Talip oğlum o seni hep iyiliğe davet eder onu izlemeye devam et diye cevap verdi.
Peygamber ilk Müslümanlara Kureyş'lilerden kurtulmak için Habeşistan'a göç etmelerini emrettiğinde ilk göç edenlerin başında Cafer Bin Ebi Talip bulunuyordu. Babasının evinde beraber büyüdüğü amcası oğlunu en çok sevenlerden biriydi.
İslâm'la ilgili Muhammed'in sevgisi ile taşan ve onun başarısı için çağıran ilk şiiri Ebi Talip söylemişti. Yeğenine zarar yeren her söz ve fiil onun zoruna giderdi.
Kureyş'li tüccarlar Muhammed'in gittiği yoldan vazgeçmemesi durumunda hem Muhammed'i hem de kendisini öldüreceklerini söyleyince gözleri yaşarmıştı. Ebi Talip'in gözleri kendi hayatı oğlunun hayatı ve yeğeninin hayatından endişelendiği için yaşarmamıştı. Haberin Muhammed'e iletilmesi üzerine Muhammed'in aldığı tavırdan gözleri yaşarmıştı. Olayın özü şöyle idi; Kureyş'liler Muhammed'e karşı komplo kurup onu öldürmek istediklerinde, önce amcası Ebi Talip'in yanına gittiler ve Muhammed'i teslim etmesini istediler. O bunu kabul etmedi. Muhammed davasını sürdürdü Kureyş'liler de komplolarını sürdürdüler. İkinci, üçüncü defa Ebi Talip'in yanına gidip Aramızda bir yaşın, bir şerefin bir de konumun vardır. Yeğenin için seni ikaz ettik, sen onu bizim üzerimizden savmadın, babalarımıza sövülmesine, hayallerimizin karalanmasına, tanrılarımızın kötülenmesine daha fazla dayanamayız; Yoksa vallahi onunla sen ve bizler iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşırız. Dediler.
Bu sorun Muhammed'e yetişti ve öyle bir tutum aldı ki, tarih bu tutum karşısında şaşıra kaldı... Tarih değişecek mi, yoksa olduğu gibi devam mı edecek ..? Bu adamın iki dudağı arasından her kelimede tarihin gidişatı üzerinde bir hüküm vardır. Bu yüce adam güçlü bir irade, bitmez bir azim, doğru bir dava ve sadakatle dolu
bir şekilde amcasına dönüp mesaj sahiplerinin psikolojisini yansıtan bu kelimeleri söyledi : Amca, Allah bu sorunu belirginleştirecek ya da ben içinde helak oluncaya kadar bunu bırakabilmem için güneşi sağ elime, Ayı da sol elime verecek olsalar dahi vallahi vazgeçmem. Ebi Talip beğenisinden ve sevgisinden ağladı. O zaman , yeğeninin elleri üzerinde tarihin yeni yönelişine tek tanıktı.
Amcası Ebi Talip'in evinde Muhammed'i saran bu derin sevgi tek yönlü değildi. Evdeki herkes Muhammed'e karşı sevgi ve şefkat doluydu. Özellikle Ali'nin annesi, Ebi Talip'in eşi Esed kızı Fatma bunu taşıyordu. Bu kadın Muhammed'i annenin çocuğunu sevdiği gibi seviyordu. Peygamberin kendisi bizzat buna tanık olup ona değer verir yüceltir ve anne diye hitap ederdi. Sürekli şu sözü tekrar ederdi: Ebi Talip'ten sonra onun kadar bana şefkat gösteren yoktu.
Muhammed'in amcasının eşine duyduğu bu saygı ve onu anne yerine koyması, daha sonra kendisi ile o zamanki birçok Kureyş'li kadın arasındaki farkı görmesi, Hammalet-il hatab (Ebi Leheb'in eşinden ayetin birinde Hammalet-il hatab yani odun taşıyıcısı olarak söz eder) gibi... Bütün bu sorunlar, onun psikolojisinde birleşti ve en sevdiği kızı, yani Ali'nin eşi, Hasan ve Hüseyin'in annelerine Fatma adını verdi.
Ebi Talip kendisinden Muhammed'i Kureyş çetesine teslim etmek isteyen bir heyete şunları söyler : Vallahi bizden son kişi yok oluncaya kadar ne onu teslim ederiz ne de başarısından vazgeçeriz.
Ebi Talip hayatı boyunca bir dakika olsa dahi Muhammed'in kendisinin, kardeşi Abdullah ve babalan Abdülmüttalip'in bezendiği yaratıcılık ve dahiliğin devamını oluşturduğunu unutmadı. Ölümü gelince birçok kişiyi etrafına toplayıp şunu söyledi; Muhammed'i size bırakıyorum, kendisi kureyşlilerin içerisindeki emin, Araplar içerisinde sadık ve size vasiyet ettiğim her şeyin toparlayıcısıdır. Yoksul Araplar ve göçmen insanlar arasındaki ezilenler davasına cevap verip sözünü dinlediklerini, şanını yücelttiklerini, onlarla birlikte ölüme gittiğini, Kureyş'li baştakilerin ise kuyruk zayıflarının da baş olduğunu görüyorum. En yüce olanının en muhtaç olanı, en değerli olanının da en uzak olanı olduğunu görüyorum. Kureyş'liler!... onun peşinden gidin ve onun davasına sahip çıkın. Vallahi onun yolunu tutan herkes kemale erer, onun görüşünü dinleyen herkes de mutlu olur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...