03 Mart 2015

İNSAN HAKLARI VE Hz. ALİ - PEYGAMBER s.a.v VE ALİ BİN EBİ TALİP-İMAMIN SIFATLARI-YÜCE AHLAK İK



İNSAN HAKLARI VE Hz. ALİ PEYGAMBER s.a.v 
VE
ALİ BİN EBİ TALİP
İMAMIN SIFATLARI
YÜCE AHLAK
İKİ
Biraz daha zamanım olsa ve ecelim biraz daha gecikecek olsa en büyük zorlukları ondan savardım. Muhammed sadık ve emindir. Çağrısına yanıt verin, başarısı için toparlanın, düşmanına karşı koyun. O sizin çağlar boyunca arta kalan onurunuzdur.
Ebi Talip Peygamberi koruyup onun uğruna Kureyş'lilere karşı koyup davasını savunma uğruna, Kureyş'lilere karşı gecesiyle gündüzüyle yaklaşık 42 yıl durduktan sonra vefat etti.
Ebi Talip'in ölümü üzerine Peygamber, Kureyşlilerin zararını savan en büyük dayanaklarından birini kaybettiğini fark etti. Bu duygu Muhammed ile amcası arasındaki karşılıklı iyilik duygularının belirtilerinden başka bir şey değildir, içinde yaşayıp ahlakını aldığı evin sahibidir. Bu duygunun sebeplerinden bir tanesi de, Ebi Talip'i kaybetmekle Muhammed kanıyla kendisini feda edecek, ondan zararları savacak, Kureyş'liler ve onların içerisindeki despotlara karşı sağlam bir sığınak olan taraftarını kaybetti ki, şunları söyledi: Amcam Ebi Talip ölünceye kadar kavmimden bana hiçbir zarar gelmemiştir. Amcasının ölümü üzerine Muhammed'in duyduğu üzüntünün başka bir yorumu olabilir mi? Düşmanlar ne kadar çoğalıp dostlar azalsa da, kötüler ne kadar çoğalıp iyilikseverler azalsa da, sabırlı, dik ve mesajının başarısına inanan Muhammed'teki bu üzüntünün başka sebebi neydi? Evet Muhammed'in başına gelen bu felaket insanın onu koruyup kollayan en değerli olanı kaybetmesiydi. Peygamberin (insan olarak) kendinden bir şey, geçmişinden ve varlığından bir şeyi kaybettiğini fark etmeseydi bu gözyaşları dökülür müydü?...

PEYGAMBER VE ALİ BİN EBİ TALİP

Peygamber zamanında yıldızlara baktığımız gibi Ali'ye bakardık.
Ömer Bin Al-Hattab
Ebi Talip'in evini paylaşan insanlarda (Talip'i evde), sadakat, saflık ve evrene, yaşama olan görüş birliği yeşerir. Bu da daha derin bir kök ve daha geniş dallarla, Peygamber ve önceleri çocuk, daha sonra da genç olan küçüğü ve amcası oğlu Ali Bin Ebi Talip arasında devam eder.
Bütün içtenlik ve yürekle insanlığın anlamlarının doğumuna bakacak olursak, Ali Bin Ebi Talip'in, iyilik mesajı ve bu mesajın taraftarı olarak mümin doğduğunu görebiliriz.
Muhammed'in içinde yetiştiği Talibi evin özellikleri doğumu ile birlikte amcası oğluna doğal olarak geçmiş oldu.
Ali'nin ahlakı babası Ebi Talip'in evinin temellerinde gelişti. Bu evin duvarları Muhammed'ten çıkan ilk sözleri duydu, İslami dava oradan ortaya çıktı. Ali daha dört yaşındayken amcası oğlu onu kucağına aldı ve kardeş oldular. Kasia adındaki hutbesinde Ali, Muhammed'in ona karşı olan taahhüdüne işaret etti. Şöyle diyordu: Allah'ın Peygamberi (SAV)in yanındaki yakın akrabalık ve özel konumumu biliyorsunuz. Ben çocuk iken o beni kucağına aldı, göğsüne aldı, yatağına yatırdı. Hep kokusunu alırdım. Hiçbir sözümde yalan ve hiçbir işimde hata görmedi. Anasından ayrılmış deve yavrusunun annesinin izini takip ettiği gibi onu hep takip ettim. Her gün onun ahlakından bana bir şey verir ve onu yapmamı emrederdi.
Bu da çocuğun faziletli ahlak tohumlarını yakaladığı ilk yıllardır. Ali Muhammed'in yanında kaldıkça Kureyş'lilerden uzak kalıp içinde bulundukları ahlak ve geleneklerini sürdürme dogmatikliklerden uzak kaldı. Güzel bir ortamda ve amcası oğlunun yanında, onun izleyicisi ve yüreğinde sevdiği kişi olarak kaldı. Peygamberin sahabelerinden ve dostlarından hiç kimse (Ali'nin dışında) böylesi bir kardeşliğe ve yakınlığa nail olmadı.
Ali Bin Ebi Talip amcası oğlunun yolunda gözlerini açtı. İbadeti ilk onun namazından öğrendi. Sürekli onun şefkati, sevgisi ve kardeşliğine nail oldu. Muhammed, Ebi Talip'ten yana ne idiyse Ali onun yanında öyleydi. Ali'nin kalbi amcasının oğlunun sevgisiyle çarptı. Dili de ilkin olarak onun söylediği sözleri söyledi. Ezilen Peygamberin yanında durmak için de ergin oldu. Taraftarlarının sevdiği, düşmanlarının saygı duyduğu Peygamberin yetiştirdiği öğrencisi ve kardeşi Ali de onun olgusunun bir parçasıydı.
Davanın ilk çağrısıyla birlikte Kureyşlilerin bir kısmı akla ve mantığa dayanarak putçuluktan kurtulmak için Müslüman oldular, birçok köle ve .ezilen insan ise, Muhammed'in çağrısının getirdiği adalet ile sırtlarmdaki zulmün kamçılarından kurtulmak için Müslüman oldu, Peygamberin zaferinden sonra da, Emevilerin çoğunda olduğu gibi, objektif duruma uymak ve kazanandan yana olmak için Müslüman oldular. Bütün bunlar insanlık açısından önemi ile anlamı değişen ama sonuç itibarıyla mantık ve objektif duruma bağlı olan koşullarda Müslüman oldular. Ancak bütün bunlar karşısında Ali Bin Ebi Talip Müslüman olarak doğdu. Çünkü doğuş ve yetişme şekliyle Peygamberin madenindendir. Doğuş ve ahlak olarak onun bir parçasıdır. Ayrıca İslamiyet'in ruhu ve realitesi açısından içindekileri açıkladığı koşullar diğerlerinin koşulları bakımından çok farklı ve yaşının gerekleriyle bağlantılı değildir; çünkü Ali'nin İslamiyet'i, koşullara bağlılığın getirdiği zorunluluktan daha derindi. Eşyaların madeninden, suyun kaynağından olduğu gibi onun ruhundan geliyordu.
İlk Müslümanların ilk secdeleri Kureyş tanrıları içindi. Ali'nin ilk secdesi ise, Muhammed'in tanrısı içindi.
Onun Müslümanlığı: İyilik sevgisiyle yetişen, Peygamberin koruyuculuğunda büyüyen ve daha sonra adaletin imamı olan bir adamın, en şiddetli dalga ve kasırgalardaki geminin kaptanının Müslümanlığıdır.

BU KARDEŞİMDİR

Peygamber, Ali'ye: İsa'ya benzerlik var sende.
Bu olayları rakamlarıyla ortaya çıkarabilmek için, bunu destekleyen, varlığını garantileyen ve Peygamber ile amcası oğlu arasındaki ruhi kardeşliğin boyutlarını ortaya çıkaran bazı hadislerden söz etmemiz gerekir. Bu hadisler Ali'nin hangi düzeye kadar Peygamberin mirasçısı olduğunu, rengini aldığını, izini takip ettiğini, sevgilisi olduğunu, cennetinde ve dilinde yüce olduğunu göstermektedir. Bütün bunlardan sonra Peygamberin Ali'nin önünde, egemenliğinin yaygınlaşmasını sağlayacak İslâm devrimi koşulları içerisinde halifeliğin yolunu açmaya çalıştığını çıkarsamak mümkündür. Ahlakının yüceliği, ayrıntıları üzerinde kuracağı hedefin ve diğer yücelikleri konusunda kendisinin bir tablosunu gördüğü için Ali'nin önünde halifelik yolunu açıyordu.
Al-Batrani, İbni Mesuttan naklederek Peygamberin şöyle dediğini söylüyor;
"Ali'nin yüzüne bakmak ibadettir. "
Bazıları Sa'd Bin Ebi Vakkas'ın dilinden Peygamberin şöyle dediğini naklettiler;
"Ali 'ye zarar veren bana da zarar verir. "
Al-Yakubi yazmış olduğu tarihin ikinci cildinde, Peygamber veda baççından döndükten sonra gece Medine'ye gitmek üzere yola çıktığını söyledi. Cuhfa'mn yakınlarında "Gadir Ham" adındaki yere zilhicce (6) ayının 18'inde vardı. Kalkıp Ali Bin Ebi Talip'in elini alarak;
"Alit mevtası olduklarımın mevlasıdır. Allah'ım onu izleyenlerin destekçisi, onun düşmanlarının düşmanı ol" dedi.
İmam Fahrettin Al-Razi'nin büyük tefsirinde de bu olaydan sonra Ömer Bin Al Hattab'ın Ali ile karşılaştığı ve Ali'ye;
"Kutlarım seni ya Bin Ebi Talip, benim ve bütün müminlerin mevlası oldun" dediğini yazıyor.
Bu hadis, Al-Tarmizi, Al-Nisani ve İmamı Bin Hanbal gibi birçok tarihçi ve bilim adamı tarafından yazıldı. Aynı biçimde 16 sahabe de bunu anlattı. Hassan Bin Sabit Al-Ansari gibi birçok şair de bundan söz etti.
Ve şöyle dedi:
Gadir gününde Peygamberleri onlara seslendi.
"Ham" de seslenen Peygamberi dinle
"Mevlâ'nız ve veliniz kimdir" dedi
Hiçbir tereddüt eden olmadan hepsi şöyle dediler:
"Tanrın bizim mevlamız sen Peygamberimizsin,
Senin bize vasiyetin emirdir."
Bunun üzerine "Kalk ya Ali, ben seni benden sonra imam ve yol gösterici olarak kabul ettim" dedi
"Mevlası olduklarımın velisi budur.
Ona bağlı ve sadık taraftar olun."
Bugünden söz eden şairler arasında Ebi Temmam Al-Tai vardır. Bu vasfa katılanlardan birisi de Al-Kamiyet Al-Asadi olup bir şiirinde şöyle diyor:
Büyüme günü; "Gadir Ham”ın büyümesi
Ona velayeti ilan etti. İtaat edilseydi
O gün gibi bir gün görmedim
Onun gibi bir hakkın kaybolduğunu da görmedim.
İbni Haleviye'nin El-Al kitabında Ebi Mesut El-Hudeyri'den naklen Allah'ın resulü Ali Bin Ebi Talip için şöyle dedi:
"Seni sevmek imandır, seni sevmemek de nifaktır. Seni seven cennete ilk girecek olandır. Cehenneme ilk girecek olan da seni sevmeyendir."
Hadisleri nakledip anlatanların Peygamberin, Ali'ye bakarak şu ibareyi tekrarladığı üzerinde birleşiyorlar:
"Bu kardeşimdir."
Peygamber, bir defasında Ali'ye; "Sen Meryem oğlu İsa'ya benziyorsun ve seni sevmeyen sadece münafıklardır" dedi.
Ebi Hureyre'nin dediğine göre de, Allah'ın resulü sahabeleriyle otururken, "Adem'e bilgisiyle, Nuh'a çabasıyla, İbrahim'e ahlakıyla, Musa'ya münacatıyla, isa'ya yaşıyla, Muhammed'e bilgisi ve hidayetiyle benzeyen birisini istiyorsanız, şu gelene bakınız. Herkes boynunu uzatınca Ali Bin Ebi Talip göründü. " Zeyd Bin Erkam şöyle diyor:
"Allah'ın Peygamberi şöyle dedi; Peşinde gitmeniz durumunda helak olmayacağınız adamı göstereyim mi? Mevlâ'nız Allah, imamınız Ali Bin Ebi Taliptir. Ona destek olup peşinden gidin. "
Bazı yakınları Ali'nin bir sorununu Peygambere şikayet etmeleri üzerine Peygamber şöyle dedi:
"Ali'den ne istiyorsunuz? Ali'den ne istiyorsunuz?... Ali'den ne istiyorsunuz?... Ali benim. Ben de Ali'yim. Kendisi benden sonraki her müminin mevlasıdır."
Peygamber bir defasında Ali'yi Yemen'e gönderdi. Beraberindekiler kendi develerini dinlendirmek için sadaka olan develere binmek isteyince Ali onlara izin vermedi. Bunun üzerine döndükten sonra onu Peygambere şikayet ettiler. Şikayeti Sa'd Bin Malik El Şehit üstlendi:
"Ya Allah'ın Peygamberi, Ali bizi sıkıştırdı, kaba ve kötü davrandı" diyerek yaptıklarını saymaya koyuldu. Daha lafının ortasındayken Peygamber eliyle dizine vurarak şöyle bağırdı; "Ya Sa'd Bin Malik El Şehit kardeşin Ali hakkındaki lafından kastın ne?... Vallahi onun Allah uğruna bir ordu olduğunu biliyorum."
Kureyşlilerin bir kıtlık ve bunalım dönemi geçirdikleri söyleniyor. Muhammed Hamza ve Abbas amcalarına şunları söyledi: Bu kıtlıkta Ebi Talip'in yükünü kaldırmayacak mıyız? Yanına gelip Ebi Talip'in çocuklarının ihtiyaçlarını karşılama işini kendilerine vermesini istediler. Bunun üzerine: Birini bana bırakıp istediğinizi alın dedi. Abbas, Talip'i Hamza da Caferi aldı. Muhammed de Ali'yi alıp şunu söyledi: Allah'ın size seçtiğini ben kendime seçtim. Ali'nin altı yaşından beri Peygamberin yanında olduğunu söylediler. Onu, Abdülmüttalip ölüp yanına aldıktan sonra Ebi Talip'in kendisine yaptığının karşılığı olarak iyilik, şefkat ve iyi eğitimle yetiştirdi.
Bu ve bunun gibi birçok hadisten tartışmasız olarak bir yorum ortaya çıkar. O da; Peygamberin Ali Bin Ebi Talip'e karşı bir çeşit kardeşlik duyması ve Ali'nin bu kardeşlikle dolu olmasıdır. Ayrıca Peygamber, Ali'nin kişiliğinde ortaya çıkan insanlığın yüceliğine ve kendisinden sonra mesajın koşullarını tamamlayabilecek en iyi kişi olmasına dikkat çekmekteydi.
Tartışmasız, ispat edilmiş öykülerden bir tanesi de, Peygamberin varlığının bir parçası olmasını isteyen bu evrensel iradeye yöneltilen ışıktır. Bu irade, Ali'nin hiç kimseyi ortak edemeyeceği özelliklerini ortaya çıkarmak için değişik koşul ve münasebetle? hazırladı.
Örneğin: Ali, daha sonra Müslümanların kıblesi olan Kabe'de doğdu. Kabe'deki doğumu, açıklanmamış olsa dahi islami dava Muhammed'in içinde belirginleştikten sonraydı. Yetiştiği yer Muhammed'in de yetişmiş olduğu babası Ebi Talip'in eviydi.
Ali, Peygamberin ve eşi Hatice'nin namaz kıldıklarını gören ilk kişiydi. Ayrıca genç dahi sayılmazken ilk Müslüman olanlardandı. Babası Ebi Talip'e danışmadan Müslüman olduğu eleştirilince de hemen şunu söyledi; Allah beni Ebi Talip'e danışmadan yarattı. Allah'a kulluk etmek için ona danışmama ne gerek vardır.
İslamiyet uzun bir süre Muhammed'in evinde, kendisi, eşi, amcası oğlu ve taraftarı Zeyd Bin Harise arasında sınırlı kaldı.
Peygamber aşiretinden yakınlarını evinde yemeğe çağırıp İslamiyet'e davet etmek için çağırdığında Amcası Ebi Lehep sözünü kesip diğerlerini gitmeleri için ayaklandırdı. Daha sonra Muhammed onları bir öğle yemeğine daha çağırdı. Yemekten soma Araplar içerisinden kavmine benim getirdiklerimden daha iyisiyle geleni bilmiyorum. Hanginiz bu sorunda bana destek olacak. Birincisinde olduğu gibi ondan uzaklaşıp evini terk etmeye kalkınca Ali hemen ayağa kalkarak (Ki, o zaman daha bıyıkları terlememiş bir gençti.) şunu söyledi: Ben, Ya Allah'ın Peygamberi senin yardımcınım ve senin savaştıklarının düşmanıyım. Haşimiler gülüp bazıları kahkaha attı. Bakışlarını Ebi Talip'ten genç oğluna gezdirmeye başladılar. Daha sonra alay ederek ayrıldılar.
Her savaşta ve her ilerlemede Ali'nin bayrağı Peygamberle birlikteydi. İçindeki yiğitlik kavramını özetleyen atlılığı, kalbi, kanı ve diliyle hep amcası oğlu Peygamberin yanında ve Peygamberlik mesajının başarısının yanındaydı. Dürüst atlılık (Akıncılık) koşulları içerisinde Muhammed'in düşmanlarına yapmadığı kalmadı. Hendek vakasında Peygamber taraftarlarının korkup yürekleri titrediğinde Kureyş kahramanlarının önünde yıkılmaz dağ gibi durdu.
Böylece de dostluğunun iyi yönleri ortaya çıktı. Müslümanlara özgüveni veren ve Kureyşlilerin yiğitlerinin hezimetini getiren girişim Ali tarafından başlatılmıştı.
Uzun süre savaş ve kavgayı sürdürmeleri sonucunda korkutucu, yiğit savaşçılara sahip Hayber surları Ali'nin eliyle açıldığında onun cihadı daha da yüceldi. Özünde Müslümanların Hayber surlarını kuşatması çok uzun sürdü. Bu surların sahipleri, Muhammed önündeki hezimetlerinin Arap yarımadasındaki İsrail oğullarının komplolarının, ticaretlerinin ve liderliklerinin son bulacağına olan inançlarından dolayı ölümcül bir biçimde suru savunuyorlardı. Peygamber, Ebi Bekr Al Sıddık'ı suru açmak için gönderdi. Mümin kahramanın savaşacağı en iyi şekilde savaştı. Ancak suru açamadan geri döndü. Peygamber ikinci gün Ömer Bin Al Hattab'ı gönderdi. Sağlam sur ve şiddetli savaşçılar karşısındaki şansı Ebi Bekr Al Sıddık gibiydi. Bunun üzerine Peygamber Ali Bin Ebi Talip'i yanına çağırıp suru açmasını istedi. Kanında dolaşan inancın bu yeni hizmetin heyecanıyla gitti. Sura yaklaşıp surdakiler karşılarına gelenin hiçbir savaştan geri kalmayan ve hiç kimsenin karşısında dayanamadığı Ali Bin Ebi Talip olduğunu görünce toplu biçimde ona karşı çıktılar. Aralarından birisi onu vurup elindeki kalkanını düşürünce, Ali büyük bir kapıyı alıp kalkan olarak kullanmaya başladı. Sağlam olan bu sur açılıncaya kadar bu kapı onun elinde kalkan olarak kaldı. Savaşçılarının büyük bir çoğunluğu ve başlarında liderleri Al-Haris Bin Ebi Zeynep ölünceye kadar sur açılmadı.
Ayrıca garip bir sorun daha var!...
Tarih boyunca barışı, savaşa yeğleyen zorunlu kalmadıkça savaşmayıp sorunların doğal gidişatında kalmasını isteyerek bir inanç uğruna mücadele eden birçok kahramana rastlamak mümkündür...
Tarihte, ulvi bir ideal ve hedef uğruna şehit olan birçok kahramana rastlamak mümkündür.
Ancak böylesi kahramanlıklar ve şehitlikler olay anında ölüm tablosunu ve ölümü bekleme acısını hayallerde canlandıracak şekilde yavaş gerçekleşmezdi. Tam tersine o anda egemen olan azim ve heyecan içerisinde gerçekleşirdi. Gruplar halinde herkesin gönlünde ve gözü önünde de gerçekleşirdi.
Ali Bin Ebi Talip, kendi inancı olan Muhammed Bin Abdullah'ın inancı, hak, namus ve kardeşliğin korunması uğruna giriştiği ve tarih boyunca bundan daha değerli, daha yüce ve daha güçlüsü bulunmayan ve iki yücenin arasındaki benlik birlikteliğini ortaya koyan amaç için bu macerayı önemsememişti bile.
Kureyşlilerin kötülükleri artıp Peygamberi öldürerek İslamiyet'i yok etme çabasına girişmeleri üzerine, Muhammed: Ebi Bekr Al Sıddık'ın evine gidip Kureyşlilerin komplo kurup kendisini öldürmek istediklerinden, göç edeceğini söyledi. Al Sıddık kendisini de beraberinde götürmesini istedi. O da kabul etti.
İkisi Mekke'den ayrılmaya kalkışınca hiçbir kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde Kureyşlilerin onları takip edeceklerini biliyorlardı. Onun için Muhammed, sorunları kavrama bilgeliğinden hareketle, göçünde Kureyşlilerin kullandığı yollardan alışılagelen zaman dışında gitmeyi uygun gördü. Muhammed'in Mekke'den göç edeceği gece, Kureyş'liler onu öldürmek için güçlü adamlarından büyük bir çete oluşturup gece karanlığından yararlanarak ellerinden kaçmasına izin vermemek için Muhammed'in evini kuşattılar.
Ancak Muhammed, bu göç gecesinde Amcası oğlu Ali Bin Ebi Talip'e yeşil cüppesini giyip yatağında yatmasını söylemiş ve kendisinin diğer insanlara olan ödemelerini yapmak için Mekke'de bir kaç gün daha kalmasını emretmişti.
Ali, Peygamber uğruna bulunacağı her özveride olduğu gibi içinde büyük bir heyecanla Muhammed'in bu emrini yerine getirdi.
Kureyşlilerin adamları, Muhammed'in evini sıkı biçimde kuşattılar, hazır duran kılıçlarına çarpmadan hava dahi çıkamazdı. Küçük bir delikten Peygamberin yatağını gözetlerken hep bir adamın yattığını görüyor ve Muhammed'in kaçmadığına dair rahatlıyorlardı.
Bunların gözleri, gecenin son bölümünde hala Muhammed'in yatağında birisinin yattığını görürken, Peygamber Ebi Bekr'in evinde evin sırtındaki bir takadan çıkıp Gar Sovr'e (7) doğru harekete koyulmuştu. Gerçi Kureyş'in adamları onları takip ettiler ancak Allah iki yüceyi yakalamalarını engellemişti.
Ali bu macerasıyla Muhammed'in bir devamıydı. Bu özverisi de amcası oğlunun tanındığı direniş ruhundan geliyordu. Amcasının oğlunun yatağında kalması da davaya bir hizmet ve uzun mücadeleye bir destek niteliğindeydi. Ayrıca bu macerada imamın karakterinin ve mizacının bir tablosu mevcuttur. Ki, bu olay eşyanın kendi madeninden çıktığı gibi hiç bir çabaya girmeden ortaya çıkmıştır. Kendi yaşındaki birisinin davayı doğru biçimde anlamaya çalışan zihninin bir gelişimidir. Ahlak faziletlerini içermeyen bir yaşamı önemsemeyişi bu olayda mevcuttur. Acı sadakati ve acayip bağlılığı da burada mevcuttur. Ayrıca kendisi ile savaşanlar arasındaki adaleti de mevcuttur. Bununla da kendisinin ölümü ve hicret sahibinin elleriyle mesajın başarısındaki yoksulların ve zayıfların zaferinden bekledikleri bu olayda mevcuttur. Bunların dışında bu olayda Ali'nin olaylar karşısındaki basitliği ve hiç bir yük götürmeyen yumuşaklığı mevcuttur. Ayrıca mertlik, bağlılık, iyilik, cesaret ve Ali Bin Ebi Talip'in temsil ettiği imamın diğer sıfatları olan atlılık (Akıncılık - Feraset) mevcut olup gelecek şehitliğinin bir parçasıdır.
Ali ile Muhammed arasındaki bağlılık ve kardeşlik ilişkileri devam eder. Aralarındaki iyilik, mesajın başarısı uğruna devam eder. Bu alışveriş içinde mevcut olup Muhammed'in Ebi Talip'i tanıdığından, Ali'nin Muhammed'i tanıdığından ve üçünün yiğitlik temelleri üzerinde kurulmuş tek evde buluşmalarından beri gelişmektedir. Talibi evin özellikleri Ebi Talip ve oğlu Ali açısından Muhammed'in dehasını anlayabilmeleri için bir itici güç niteliğindeydi. Bu anlayış sonucunda birinci açısından özveri olarak ikinci açısından da büyük bir düşünce, derin ve kapsamlı bir duygu ve mucizelere benzer bir özveri olarak ortaya çıkmaktadır.
Peygamber bu gerçeği kavrıyordu. Kaynağını mesaja olan sevgisinden alan bir sevgi ile Ali'yi seviyordu. Ayrıca yalnız onu sevmekle yetinmeyip her koşul ve ortam içerisinde onu insanlara da sevdiriyordu ki, gelecek zaman içerisinde ona halifeliğin yolunu açsın. Yalnız insanların, Peygamberin bir devamı olarak değerini kavrayıp beğenerek, severek ve isteyerek seçsinler, sadece Haşimi evinin oğlu ve Peygamberin amcası oğlu olduğu için değil, Peygamber böylesi bir bağı reddetti ve ona karşı her şeyiyle savaşıp onu paramparça etti. Yaptıklarının içerisinde bütün Haşimi'leri (Ki bunlar da tanrı niteliğinde idi) egemenlikten ve dünya şanslarından uzaklaştırdı. Bütün bunların başında da kendini bunlardan uzaklaştırdı.
İMAMIN SIFATLARI
Aralarında Zehair Al Ukba'nın yazarının da bulunduğu Ali Bin Ebi Talip'i anlatanlar onun eksiksiz bir erkeğin sıfatlarına haiz olduğunu, boyunun normal ama kısa boyluya meyilli olduğunu söylerler. Koyu esmer, uzun ve beyaz sakallıydı. Gözleri yuvarlak ve iriydi. Güzel ve belirgin biçimde güleç olup sürekli tebessüm halindedir. İnce ve gümüş bir sütun gibi boynu vardı. Geniş omuzlu yırtıcı aslanınki gibi bir omuza sahip olup sanki birbirinin içine girmişçesine pazusu kolundan ayırt edilmezdi. Elleri kaba ve fazlasına kaçmadan dolgundu. İri ve düzgün bacak kaslarına sahip olup kol kasları da iri ve güzeldi. Peygamberin yürüyüşüne yakın bir şekilde yürürdü. Savaşa girerken hiçbir şeyi önemsemeden koşarcasına girerdi. Ayrıca fiziki güç olarak akıllara durgunluk verecek şekilde güçlüydü. Hiçbir çaba harcamadan bir yiğidi yeni doğmuş bir çocuk gibi tek eliyle kaldırıp yere çalardı. Bir yiğidi kolundan tuttuğunda nefesini kesercesine tutardı. Ne kadar güçlü ve meşhur olursa olsun tutuştuğu her yiğidi alt ettiği bilinir. Bir grup yiğidin kımıldatıp ya da yıkamadığı kapıyı tek eliyle kaldırıp normal bir kalkan olarak kullanabilirdi. Toplu bir kaç adamın kımıldatamadığı büyük bir kayayı tek eliyle oynatırdı. Ayrıca savaş alanında bağırdığında bir sürü yiğidin toplu ve bireysel olarak yürekleri hoplardı. Bunun dışında sert iklim koşullarına dayanacak bir yapıya sahiptir. Hiç önemsemeden kışlık elbiselerini yazın yazlık elbiselerini de kışın giyerdi.

YÜCE AHLAK

-Birisi Ali'yi bir anlaşmazlık konusunda Ömer Bin Al-Hattab'a şikayet eder. Ömer de müminlerin emiriydi. İkisini çağırıp Ali'ye: Ya Ebi Hasan hasmının yanında dur dedi. Ali'nin yüzünden etkilendiği belli oluyordu. Bunun üzerine Ömer: Hasmının yanında durmak zoruna mı gitti ya Ali dedi. Ali: Hayır ya müminlerin emiri dedi. yalnız ikimizi eşit tutmadığım gördüm. Bana lakabımla hitap ederek beni yücelttiğini kendisine lakabıyla hitap etmediğini gördüm. Ali binip oradan ayrılırken yaya olarak yanında yürüyenler vardı.
- Onlara : Bir şey mi istiyorsunuz, dedi. Hayır dediler. Öyleyse dağılın yaya olanın binmişin yanında yürümesi binmiş olanı bozar yürüyeni de küçümser dedi.

YÜCE AHLAK
Canlı bir varlıktaki,  özellikle  de bir yücedeki ahlakı, sıfatları ve karakteri birbirinden ayırmak çok zor ve yapmacık olur. Bunlar birbiriyle iç içe ve birbirini tamamlayan bir bütündür. Biri diğeri için bir neden ya da bir başkası için sonuç olarak ortaya çıkar. Veyahut birinin ya da ikisinin neden ve sonuçta destekleyicisi olabilir. Onun için de benim çabam teorik olarak ayırıp pratikte birleştirmekten başka bir hedefe sahip değildir. Böylesi bir teorik ayırma işleminde tahlil ve çıkarsamaya gitmeyeceğim, bunu eşyanın kendi doğasından ve kendiliğinden bir çıkarsamaya varılmasından isteyeceğim. Bütün bunlar bir özetti. Amacımız İmam-ı Ali'nin kişiliğini her yönüyle kavramaktır. Ahlakını ve karakterini öğrenmemiz ileriki araştırmalarımıza bir çerçeve oluşturacaktır. Sözümüze de Ali'nin ibadeti ve anlamıyla başlayalım...
Ali Bin Ebi Talip'in kendisi, yakınları ve insanlarla ilişkilerindeki birçok tavrının nedeni olan inancı ile bilinirdi. Bazı inananlarda olduğu gibi Ali'nin inancının koşul ve ortamın dayattığı bir çeşit kölelik olmadığını görüyorum. Bunların büyük bir çoğunluğunda ibadet, bazen içlerindeki bir zayıflığın yansıması, bazen de yaşam ve canlılarla karşı karşıya gelmekten kaçmanın bir anlamı, miras olarak kalmış ve çoğu zaman insanların ve toplumun kutsanmasından kaynağını alan yeni bir hevesle desteklenmiş heves olarak görülmektedir; ancak İmamın yanındaki ibadet, yeryüzü ile gökyüzünü bir araya getirecek şekilde uzayıp büyüyen ahlak çemberinin taraflarını bağlayacak her türlü kuvvetten alındığını görürsün. Canlıları her türlü iyiliğe iten şeyler uğruna bir çeşit savaşımdır. Her halükarda, bozgunculuğa karşı ve onunla her yönüyle savaşan, münafıklık ve özel çıkarlar uğruna kavga ve sömürü ruhuna karşı olan, bir başka yönüyle de horlanma, yoksulluk ve miskinliğe karşı isyan eden özelliğinden kaynaklanmaktadır Bütün bunların dışında yaşadığı çağın özelliği olan kriz ve buhranın bütün özelliklerine karşı bir isyandır. Özünde, hakkaniyet uğruna şehitlik ruhundan gelmektedir. Onun . inancı, "İmamın özelliği; yalanın sana yararlı, doğrunun zararlı olduğu yerde doğruyu egemen kılmaktır." Sözüyle dile getirdiği imanın özelliklerinden kaynaklanmıyor muydu? Daha sonra bu doğruluğun şehidi, çağının çıkarları doğruluğun dışında olmasına karşın yaşamını böyle geçirmedi mi? Ayrıca buna ek olarak şunu söyleyebiliriz: Bu doğruluk şehidi, şehitliğin ölçütlerini doğru olarak kabul edecek olursak bütün insanlığın üstünde yaşamadı mı? Ayrıca imamın ibadetini irdeleyen bir kişi, Ali'nin yönetim ve politik tavırlarında isyankar olduğu gibi inanç ve ibadetinde de isyankar olduğunu görür. İbadetinde bir şairin tutkusu mevcuttur. İbadetini yaparken saf bir gönül ve dolu bir yürekle rahat bir şekilde dururdu ki, bu evrenin bütün güzellikleri gözü önüne gelecek olursa içindeki denge, etkileşim ve yankılarda karşılığını bulurdu. Özgür insanların inancı ile yücelerin ibadetlerinin temel kuralını oluşturacak olan olağanüstü güzellikteki şu ibareyi söylemiştir: "Arzu ile Allah'a ibadet eden kişilerin ibadeti tüccar ibadetidir. Korku ile Allah'a ibadet eden kişilerin ibadeti de köle ibadetidir. Şükür için ibadet eden insanların ibadetleri ise özgür kişilerin ibadetidir. " İmamın ibadeti, ibadet eden birçok kişide olduğu gibi korkup kaçan ya da hevesli bir tüccarın ibadetinin olumsuzluğundan değil, tersine bir uzman deneyimi, bir bilge aklı ve bir şair yüreği özünde yüce, kendini ve evreni kavrayan kişinin pozitifliğinden kaynaklanan bir ibadettir.
İnancın ve ibadetin bu anlayışıyla Ali, insanları; insanlığın genel çıkarları uğruna Allah'a inanmaya yöneltiyordu. Ya da ibadet tüccarlarının ahret zenginliği arzusunu erteleyen bir davaya inanmalarını istiyordu. Zalim ile mazlum arasında adaleti gerçekleştirebilirler ve insaflı davranabilirler diye insanları inanca yönelterek şöyle diyor: "Allah'a inanın... Düşman ve dosta adaletli davranmaya inanın." Hakkaniyeti, görmeden kabullenmeni sağlamayan, sevmediğine karşı taraf olmanı, sevdiğine karşı yakınlık duymanı önlemeyen insanı aldatmanı engellemeyecek ve sana kötülük yapanı, affetmeni sağlamayacak bir imanın, imamın gözünde hiçbir faydası yoktur.
*      *      *
İçinde imanın bu özelliğini taşıyan birisinin yaşama bakışı mutlaka Ali Bin Ebi Talip'in bakışı gibi olacaktır. Çünkü bu nitelik herhangi bir zevki hedef almaz herhangi bir lezzete feda edilmez. Tam tersine içinde barındırdığı her türlü etki ile kapsamlı bir kişilikte karşılığını bulurdu. Onun için de Ali dünyada yoksul ve tasarruflu kaldı. Eliyle yaptığı yüreği ve diliyle söylediği her şeyde sadık olduğu gibi yoksulluğunda da sadıktı. Dünya lezzetini, devlet ve egemenlik nedenlerinden ve diğerlerinin varmaya çalışıp temel dayanakları olarak gördüğü hiç bir şeyi önemsemedi. Çocuklarıyla basit bir evde otururken mülk değil sadece halifelik yanma geldi. Kendisi eşinin eliyle dövdüğü arpayı yerken onun işçileri Şam'dan, Mısır'dan, İrak'tan ve diğer yerlerden Hicaz'a gelebilen her türlü lezzetleri alıyorlardı. Hatta birçok defa kendisi müminlerin emiri iken eşinin arpayı çekmesini reddeder kendi yemeğini kendi eliyle çekerdi. Dizi üzerinde kırdığı kuru ekmekleri yerdi. Soğuk şiddetlenir de üşürse ruh tasavvufçuluğundan üzerine kendisini soğuktan koruyacak bir kaftan değil de ince yaz elbiselerinden birisini alırdı. Harun bin Antere babasından naklederek şöyle dedi: Havranak'ta kış mevsimi sırasında Ali'nin yanına girdim, üstünde eski bir kadife parçası vardı ve içinde titriyordu. Kendisine: Ya müminlerin emiri Allah sana ve ailene bu maldan bir nasip kıldı, sen kendine karşı böyle davranıyorsun? dedim. Kendisi ise: Vallahi sizden bir şey saklamıyorum. Bu benim Medine'den beraberimde çıkardığım elbisemdir.
Ali minberden şunları söylüyordu: "Bende elbise parası olsaydı satmazdım. Benden kılıcımı alacak kimse y ok mu." Adamın biri kalkıp şunu söyledi: "Sana elbise parası veririm. "
Ali çarşıya çıkıp şunu söylemeye başladı: Kimde üç dirheme bir elbise var? Birisi çıkıp bende var diyerek elbiseyi getirdi. Elbiseyi beğenip parasını verdikten sonra, "Nimetinden bunu veren Allah 'a çok şükür. " dedi.
Birisi Ali'ye Al-Balozac adında nefis ve lezzetli bir yemek getirdi. Ali bunu yemedi, yemeğe bakarak "Vallahi güzel kokuyorsun, rengin de güzel, tadın da iyidir. Ancak kendimi alışmadığım şeylere alıştırmak istemiyorum." dedi.
İbn i Milcem gelip onu alt edinceye kadar evinde yağıyla kavrulur bir şekilde yaşamaya devam etti. Ali'nin taraftarlarından hiç kimse kendisi müminlerin emiri iken öldüğü şekilden daha az biçimde ölmedi. Ali'nin tasavvufçuluğu birbirinden ayrı görülse dahi yiğitliğinin bir biçimi ve anlamından başka bir şey değildir. Ali'nin yiğitliği ahlak ve mertliğin bir anlatımı değil midir? Yüce bir düşünce uğruna bir savaşım, ezilenlerin ve sömürülenlerin zaferi ve sert dişilerin arasından kurtarılması uğruna bir insanlık değil midir Böyle olunca (ki böyledir) yoksulların ve sefillerin çoğunlukta bulunduğu bir ülkede rahat yaşamayı reddetmez mi!..
Birisinin anlattığına göre Ali ve ailesi evlerinde bir lokma yiyecek bulamayacak kadar aç kalırlar. Ali, yemek kazanabilmek için gider, bir gece birazcık arpa karşılığında sabaha kadar hurma ağaçlarına su verir. Sabah olup arpayı aldıktan sonra üçte birini öğütüp çorba türünden yiyecek yaptılar. Yemek piştikten sonra yemek isteyen birisi gelir ve onu verirler. Daha sonra ikinci bölümünü pişirirler. Piştikten sonra yine birisi gelip yemek ister ve onu da verirler. Son olarak üçüncü bölümü pişirirler, yemek piştikten sonra müşriklerden bir esir gelip yemek isteyince onu da verir ve o gün aç kalırlar.
Bu güzel öykü Ömer Bin Abdülaziz'i (Ali'yi sevmeyen ve kürsülerden ona çamur atıp söven Emevi ailesinin bir halifesidir) şunu söylemeye yöneltti: Dünyanın en yoksul insani AliBinEbiTalip'tir.
Ali'nin taş üstüne taş, kerpiç üstüne kerpiç ve yan yana iki kamış dizip ev yaptırmadığı bilinen bir şeydir. Kendi özel, sefil evinde yaşayan bir yoksuldan daha üst bir yerde oturmamak için kendisine Kufe'de hazırlanan beyaz sarayda oturmayı reddetti. Ali'nin söyledikleri arasında yaşama yönteminin özünden çıkan şunlar mevcuttur: "Onlarla birlikte çağın zorluklarına katlanmadan bana Müminlerin emiri denmesini kabullenebilir miyim?" İbn El-Esirin söylediğine göre Ali Peygamberin kızı Fatma ile evlendiklerinde koyun derisinden başka yatacak hiçbir şeyleri olmadığını ve geceleri bunun üzerinde yatıp gündüzleri de yemeklerini yediklerini söylemektedir. Halife olduğunda da İsfahan'dan ona mal gelir. Bu malı yediye bölerken içinde bir ekmek bulur ve ekmeği de yediye böler!..
Ali hep bunu söylerdi: "En iyi yoksulluk, yoksulluğu saklamaktır."
*      *      *
Ali Bin Ebi Talip yiğitliği en iyi anlamlarıyla ve kapsadığı her türlü mertlikle temsil etmekteydi. Kibarlık ve incelik yiğitliğin özünün iki temelidir. Ki, bunların ikisi de imamın karakterindendir. Onun için de, kendisine zarar verse dahi bir kimsenin zarara uğraması, herhangi bir yaratığın kendisini öldüreceğini bilse dahi birisinin bu yaratığa saldırmaya kalkışması en nefret ettiği şeylerdendi. Kendisindeki bu kibarlık ve incelik ruhu, Emeviler onu sövgü yağmuruna tuttuklarında onlara karşılık vermesini engellemişti. Sövseler dahi ona düşman olanlara sövmesi yücenin ahlakından değildi. Dostlarının Emeviler'e kötü biçimde sövmelerini yasaklamıştı. Sıffın savaşları sırasında dostlarından bir grubun gaddarlık ve hileye ayak uydurdukları için Şamlılara sövdüklerini duyduğu her an için şunu söylerdi:
Sizin sövgücü olmanızdan nefret ediyorum. Şayet durumlarını anlatıp yaptıklarını say saydınız daha doğru ve daha mazur olacaktı. Söveceğinize şöyle söyleseydiniz: Allah'ım kanlarını ve kanlarımızı akıtma, aramızı bul, yanlışlıklarından onları alıkoy ve hakkı bilmeyenimiz öğrensin, saplantı ve saldırganlığa düşen kurtulsun.
*      *      *
İmamın mertliği tarihte örneğine nadir rastlanabilecek bir mertliktir. Yaşamındaki mertlik örnekleri sayılabilecekten çok fazladır. Örneğin : askerlerin, kin ve nefret dolu oldukları bir anda çekilen düşmanlarını öldürmelerini ve yaralı düşmanlarına ilk yardımda bulunmamalarını kabullenmemişti. Aynı biçimde herhangi bir mahremi açmalarını ve mal almalarını da kabullenmemişti. Bir başka olay ise, Cemel vakasında düşman ölüleri üzerine namaz kılıp onlara gufran (8) diledi. Kendisini öldürmek için fırsat kollayan en şiddetli düşmanlarından Abdullah Bin El-Zubeyr, Mervan Bin Al-Hakem ve Sait Bin Al As'ı ele geçirdiğinde onları affedip iyilik yaptı ve taraftarlarının yapabilecekleri bir durumda iken onlara herhangi bir zararda bulunmamalarını sağladı. Ayrıca Amro Bin Al As'ı ele geçirdiğinde, Muaviye Bin Ebi Sufyan'dan daha az tehlikeli olmamasına karşın onu bırakıp komplolarını sürdürmek için yaşamını kurtarmasına izin verdi. Çünkü Zülfıkar onun boynuna dayandığı anda Amro, özel yöntemiyle ondan af dilemişti. O anda Ali, Amro'yu yok etmiş olsaydı hile, desise ve Muaviye ordusunu yok ederdi. Sıffın çarpışması sırasında Muaviye adamlarıyla birlikte bir süre su ile Ali arasına girerek susuzluktan ölünceye kadar sana bir damla dahi su yok deyip onu susuzluktan öldürmeye kalkıştı. Ancak!.. Bundan sonra Muaviye ordusuyla aralarında neler olabilirdi? Yüce yiğit, üzerlerine yürüyüp onları sudan uzaklaştırdı. Daha sonra da, kendi askerlerinin içtiği gibi onların da içmesine izin verdi. O zaman suyu onlardan engellemiş olsaydı, susuzluktan ölme korkusuyla teslim olmaya zorlayıp alt ederdi. Bir defasında Ayşe'nin onu yok etmek için yönettiği Cemel vakasında adamlarından iki kişinin Ayşe'yi ele geçirdiklerini öğrendiğinde onların yüzer kırbaçla cezalandırılmalarını emretti.
Bu çarpışmada zafer elde ettikten sonra Ayşe'nin yanına gidip en onurlu biçimde uğurlayıp bizzat kendisi uzun bir mesafe beraberinde gitti. Daha sonra da kendisini Medine'ye kadar onurlu saygıdeğer biçimde götürüp ona hizmet edecek kimseler verdi. Abdülkays'ın kadınlarından yirmi kadına erkek elbisesi giydirip kılıç kuşatıp gönderdiği söylenir. Yolda giderken Ayşe, Ali'den çirkin biçimde söz etmeye başladı. Of çekip adamlarıyla ve askeriyle mahremini çiğnediğini söyledi. Medine'ye yetiştiklerinde kadınlar elbiselerini çıkarıp biz de kadınız dediler.
*      *      *
Bu yüce sıfatlar sonsuz bir zincir dizisinin halkaları gibi birbirine bağlanmış olup birbirini desteklemektedir. En iyi halkaları da doğruluk ve sadakattir. Doğruluk kendisine halifeliği kaybettirecek bir düzeye vardı. Bazı durumlarda doğruluk yerine başka bir alternatif kabul edecek olsaydı hiç bir düşman onu ele geçiremez ve hiç bir dostu da ondan yüz çevirmezdi. Muhacirlerin büyükleri, bir defasında toplanıp kendisinden yerini sağlamlaştırmcaya kadar Muaviye'yi idare edip daha sonra yargılamak için ikna etmeye çalıştılar. Hile ve düzenbazlıktan kendisini uzak tutup hepsine karşı çıktı. Dilbaz, hileci ve iyi idare etmesini bilen Muğayre Bin Şu'ba Ali'nin hilafetini kabul ettikten sonra yanına gelerek şöyle dedi: "İtaat edip nasihatte bulunmaya hakkın vardır. Senin bugünün yarınını kurtaracaktır. Bugününü kaybetmekle yarınını kaybedersin. Muaviye'nin, Ibni Amr'ın ve yapanların yaptıklarım kabul et. Sana itaat ederler ve askerleri seni kabullendikten sonra değiştirirsin ya da bırakırsın!. "
Ali kısa bir süre için sustuktan sonra hileyi reddettiğini açıklayıp şöyle dedi: "Dinimde iki yüzlü davranıp davamı dünya ile değiştiremem"
Muaviye'nin hilesi ortaya çıkınca İmam ı Ali, yüce ahlakın formülünü oluşturabilecek şunu söyledi: Vallahi Muaviye benden daha hileci değil, ancak kendisi azgın ve gaddarca davranmaktadır. Bende gaddarlık nefreti olmasaydı insanların en hilecisi ben olurdum. Koşullar ne olursa olsun doğruluğun zorunluluğu üzerindeki ısrarı hakkında şunları söyledi: "İmanın belirtisi, yalanın sana yararlı olduğu yerde doğruluğu egemen kılmandır."
*      *      *
Cesaretin gerçek sınırları içerisinde ele alınacak olursa, fiziki bir eylem olmadığı tam tersine kişinin bir karakteri ve imanın bir meziyeti olduğu ortaya çıkar. İmamın cesareti de, kendisi açısından bir düşüncenin anlatımı ve bir iradenin eylemidir. Çünkü ekseninde, haklı bir karakteri ve iyiliğe olan inancı savunmak vardır!..
Hiçbir yiğidin, hiçbir meydanda ona karşı dayandığı görülmemiş ve hiçbir atlının ona karşı at sırtında durduğu duyulmamıştır. Ölümcül bir cesarete sahipti. Ne kadar güçlü, şiddetli, saldırgan ve ne kadar da korkunç şöhrete sahip olursa olsun hiçbir kahramandan çekinmemiştir. Tam tersi çarpışma esnasında, hiçbir zaman ölümü aklına bile getirmemiştir. Nasihat edip hidayete çağırmadan hiçbir yiğitle çarpışmamıştır. Müşriklerin Müslümanlarla savaşlarında korkunç kahramanları olan ve Arap yarımadasının en meşhur savaşçısı Amro Bin Abdud'a karşı daha bıyıkları terlememiş bir genç iken atıldı. Bu yiğide karşı olan acayip cesareti hidayetin, gurur, kibir ve sefaya karşı bir zaferidir. İslamiyet'in başlangıcındaki hendek savaşı sırasında Amro, çelik zırhlara barınmış bir şekilde çıkıp Müslümanlara kimin çarpışacağını sormaya başladı. Ali ortaya atılıp bu meydan okumaya karşı gücünü toplayarak ben varım dedi. Peygamber, bir yandan Ali'nin genç oluşu, diğer bir yandan da, Amro'nun sertliği dolayısıyla ona şefkatinden şunları söyledi: Bu Amro'dur... Yerine otur. Uzun bir tartışmadan sonra ve Amro'nun çağrısını, Müslümanları küçümseyerek bir kaç defa tekrarlaması üzerine, Peygamber Ali'ye izin verdi. Ali, mutlu ve hırslı biçimde ortaya çıktı. Amro ona bakarak küçümsedi ve onunla çarpışmayı reddetti. Daha sonra yanına gelip kim olduğunu sordu. Sadece Ali'yim diyerek sustu. Amro: Abd Menafin oğlu Ali mi? diye sordu. Ali: Ebi Talip'in oğluyum. Amro ona yaklaşarak: Yeğenim, amcaların kimlerdir, en yaşlıları kimdir? Senin kanını akıtmak istemiyorum. Bunun üzerine Ali: Vallahi ben senin kanını akıtmak istemiyor değilim dedi. Amro kızdı ve girenlerin anlatımına göre Ateşperest gibi bir kılıç darbesiyle atıldı. Ali darbeyi kalkanıyla karşılayınca kalkanı parçalayıp kafasına değdi. Daha sonra Ali onun omzuna vurdu. Yere düşüp kalktı, bir daha düşüp kalktı ve toz duman birbirine karıştı. Ancak Ali, Amro'yu öldürmeden geri çekilmemişti.
Olgunluk çağına girdikten sonra nadir olan cesaretinden ve en şiddetli atılımlara sahip, en korkunç yiğitleri nasıl atlarının sırtından alıp hiç yorulmadan ya da herhangi bir çaba harcamadan yere çaldığından söz etmiştik.
Nahj Al Balağa'da (Olgunluk çizgisi) Muaviye'nin bir gün şöyle baktığında Abdullah Bin Zübeyr'in ayakları altında yatağı üzerinde otururken gördüğünü ve bunun üzerine kalkıp doğrulduğunu yazıyor. Bu olay üzerine Abdullah ona:
Ya müminlerin emiri, isteseydim seni öldürebilirdim dedi Bunun üzerine Muaviye şöyle dedi: Bakıyorum bizden sonra cesaretlenmişsin ya Ebi Bekr. Abdullah Cevaben: Cesaretimden neyi inkar ediyorsunuz, ben Ali Bin Ebi Talip karşısında duranlarla birlikte durmadım mı?.. Muaviye: Bunda bir şey yok. Ancak Ali'nin seni ve babanı sol eliyle yakaladığını ve boş kalan sağ eliyle kimi yakalayıp öldüreceğini aradığını biliyorum dedi.
Abdullah Bin Zübeyr'in en şiddetli kahramanlardan ve Ali'nin karşısındaki en fitne karlardan biri olduğunu göz önünde bulundurursak, kendi cesaretini abartarak Ali'nin karşısında bir dizi savaşçıyla birlikte durduğunu söylemekten daha abartılı bir şey bulmadığını gördüğümüzde Ali'nin cesaretini ve kahramanlığını nasıl tasavvur ettiğini kavrayabiliriz. Aynı biçimde Muaviye'nin Ali'ye olan düşmanlığını ve yeni krallığını korumak için Ali'nin her türlü iyi tarafının dışarıya vurulmasını istemediğini de göz önüne alarak bunları söylediğini gördüğümüzde Muaviye'yi bu itirafa zorlayan Ali'nin bu uzak boyutlu cesaretini kavrayabiliriz.
*     *     *
Ali bütün bu gücü ve nadir cesaretine rağmen ve koşullar ne olursa olsun fitneye düşmekten çok çekinirdi. Zorlanmadığı durumda Ali'nin kavgaya yanaşmadığı üzerine bütün tarihçiler, anlatanlar ve haberciler birleşmektedir. Düşmanlarıyla sorunları çözmeye çalışırdı, barışçıl biçimde düşmanlığı sürdürecek olan olursa da kan dökülmesini ve kavgayı engellerdi. Oğlu Hasan'a sürekli şunları söylerdi: "Hiçbir zaman kavgaya davet etmeyin. "
İmamın sözleri saf bir madenden çıktığına göre, oğlu Hasan'a vasiyet ettiği gibi davrandığına göre de kavgaya sürekli zorlanarak girmiştir. Harici askerler onunla savaşmak için hazırlık yaptıklarında birisi gelip ona, onlar başlamadan kendisinin girişimde bulunmasını istemişti. Bunun üzerine şöyle dedi: "Benimle savaşa başlamadan onlarla savaşmam." Sürekli olarak da yiğidin mertliğinin, iyiliğe inananın inancının ve içindeki insanlık ruhunun, ikna olabilirler diye onlarla tartışmanın zorunlu olduğunu görmekteydi. Onu kafir ilan eden Haricilerden çok kişinin bulunduğu bir topluluğa hitap ederken bazı hariciler hitabetinin sihrine kapıldılar. Ali'nin hitabı ve belağati onu beğeniye zorlamış olacak ki, şöyle bağırdı: Allah kahretsin bu kafiri ne kadarda bilgedir. Ali'nin taraftarları üzerine yürüyüp onları öldürmeye kalkıştılar. Onlara bağırarak şöyle dedi: Kendisi bir nedenle sövdü. Siz de onu affedin.
Daha önce kendisini susuzluktan öldürmek isteyen Muaviye'nin askerleri arasındaki sorundan söz etmiştik. Bunların kötülüklerini nasıl iyilikle karşıladığını ve suyu onlardan nasıl kesmeyip kendisi ve taraftarlarıyla eş tuttuğunu anlatmıştık. Ki, Muaviye ile aralarında sayılmayacak kadar böyle olaylar vardır. Bütün bu olaylar da, fitneden çekinen ve hep iyiliği öngören özel ve yüce bir dahiliğe işaret etmektedir. Bunlardan bir tanesi de, İmam ı Ali'nin yaşamını yazanlardan birisinin anlattıklarıdır. Ki şöyle dedi:
Sıffın gününde Muaviye'nin adamlarından Krez İbn Al Sabah Al Humeyri adında biri çıkıp iki saf arasında kim çarpışacak diye seslendi? Ali'nin adamlarından birisi çıktı. Onu öldürüp üzerinde durarak bir daha kim çarpışacak diye bağırdı? Bir başkası daha çıktı. Onu öldürüp birincisinin üzerine attı ve kim çarpışacak diye bağırdı. Üçüncüsü çıktı. Onu da diğerleri gibi öldürüp kim çarpışacak diye bağırdı? Bütün insanlar çekinerek birinci sıradakiler arkadaki sıraya doğru çekilmeye başladı. Ali saflarında korkunun yayılmasından çekinerek, cesareti ve şiddetiyle tanınan bu adama karşı çıkarak onu öldürdükten sonra bütün saflara şöyle seslendi: Ey insanlar! Keşke bizim başlattığımızı siz de başlatmasanız. Sonra yerine döndü.
Bunun gibi Cemel savaşında olanlar da vardır. Düşmanları toplanıp üzerine yürüdüler. Taraftarlarından sıraya girmelerini istedi ve girdiler. Daha sonra onlara şunu söyledi: "Hiç bir ok atmayın, hiçbir hançer y a da kılıç sallamayın. Mazur görün." Bununla da savaştan kaçınıp sorunları barışçı yollarla çözüp insanların ölmesini engellemek istiyordu. Bir dakika geçmeden karşıdaki saftan bir adamın attığı okla Ali'nin taraftarlarından birisi öldü. Bunun üzerine Ali: Allah 'im sen şahit ol diye bağırdı. Daha sonra bir adam daha vurularak öldü. Yine Ali Allah'ım sen şahit ol dedi. Abdullah Bin Budeyl'de vuruldu. Kardeşi onu kaldırıp getirdi. Ali, yine
Allah 'im sen şahit ol dedi ve savaş başlamış oldu.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...