02 Mart 2015

TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 33. BÖLÜM)


TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 33. BÖLÜM)
Amr b. Muhammed, Şa'bî ve Talha yolu ile Muğira (r.a.)'dan naklediyor: Müslümanlar ordugahtan çıkıp Yezdecürd ile görüşmek üzere Medain'e gelip, Yezdecürd'ün kapısına ulaştılar ve izin istediler. Yezdecürd ileri gelen adamlarıyla istişare edip onları kabul etti.
Müslümanların bu halini gören İranlılar şaşkınlıkla onlara bakıyorlardı. Yezdecürd onlara oturmalarını söyleyip tercümanını getirtti ve müslümanları alaya alan lakırdılar etti. Yezdecürd ahlaksız bir kral idi.
Sonra Yezdecürd tercüman aracılığıyla: "Sizi buraya getiren sebep ne, bizimle harbe kalkmanız, ülkemizin içine kadar gelmeniz ne için?
Yoksa bizim, sizinle ilgilenmeyip kendi işlerimizle uğraşmamız sizi bize karşı cesaretlendirdi mi?" deyince, Nu'man b. Mukarrin: "'Allah bize acıyıp, bize hayrı gösterip, hayır işlemeyi emreden, şerri belletip ondan bizi men eden, kendi davetine katılmayı kabul edenlere dünya ve ahiretin en iyi yönlerinin bizim olacağını bize söz veren bir Peygamber yolladı. Bunun üzerine bütün arap kabileleri ikiye ayrılıp bir kışımı ona yaklaşırken-bir kısmı ondan uzaklaştı.
Daha sonra gönüllü gönülsüz herkes ona katıldı. Daha sonra biz, onun getirip bize tebliğ ettiği gerçeklerin, bizim bizzat yaşamakta olduğumuz düşmanlığa (ve tazyiğe dayalı) dar hayattan çok üstün olduğunu hepimiz anladık. Sonra o Peygamber bize: "bize en yakın olan ümmetlere tebliğe başlamamızı emretti de biz de onları insafa çağırmaya başladık. Şimdi biz sizi bizim dinimize davet ediyoruz. Bu öyle bir dindir ki, güzele güzel, çirkine de çirkin der. Eğer bunu kabul etmezseniz sizi cizye vermeye çağırıyoruz. Onu da kabul etmezseniz aramızda harp olacaktır. Eğer dinimize girmeyi kabul ederseniz biz size Allah'ın kitabını bırakıp onunla hükmetmek üzere size birini bırakıp geri döneceğiz. Yok cizyeye razı iseniz, ki bu kötü olanın hafif olanıdır, biz onu kabul eder sizi de kendi azınlığımız olarak kabul eder ve koruruz. O da olmuyorsa sizinle savaşacağız." dedi. Bunu dinleyen Yezdecürd söze başlayıp şöyle dedi:
-Ben yeryüzünde sizden daha bedbaht, sayıca daha az, kendi aralarındaki geçimde sizden daha kötü bir millet tanımıyorum. Biz eskiden beri sizin idari işlerinizi tanzim etmek için Hire civarındaki köylülere havale ederdik, onlar bize yettiği için İranlılar size saldırma, siz de onlara baş kaldırmaya tamah etmezdiniz. Eğer şimdi size bir miktar kuvvet gelip katılmış ise, sakın bu sizi bize karşı gelmeye kalkıştırmasın. Yok bu değil de sizi bu duruma yoksulluk getirdi ise, sizin durunıunuz düzelip, bolluğa ulaşıncaya kadar size yiyecek ayarlayalım, ileri gelenlerinize ikramda bulunup giyeceğinizi tedarik edelim ve başınıza size yumuşak davranacak bir de kral koyalım.
Bunun üzerine Muğira b. Zürâra b. En-nebbâş el-Esedî kalkıp:
-Ey Kral! Şu karşında duran kimseler, arapların eşrafı ve ileri gelenleridir. Onlar eşraftan haya eden bir eşraftır. Eşrafa ancak gerçek eşraf olanlar ikram eder, eşrafın hakkının kıymetini eşraf bilir. Eşrafı, eşraf ulular. Ben sana söyleyeyim sen cevab ver, onlar da buna şahit olsun. Demin sen bizi birtakım sıfatlarla andın ama biz onu bilmiyorduk. Ama bahsettiğin vaziyetimizin kötülüğü ise -dediğinden- daha da beterdi. Açlığımız ise açlığa benzemezdi. Biz kokarca böceği, bok böceği, akrep ve yılanı bile yerdik, bunları yiyecek sayardık. Toprak evimiz sayılırdı. Deve tüyü ve koyun yünü giyeceğimizdi. Birbirimizi öldürmek, birbirimizi soyup yağmalamak adeta dinimiz olmuştu. Durum
öylesine kötüye gitmişti ki, içimizde yiyeceğimize ortak olacak korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bile vardı.
İşte halimiz daha önce sana anlattığım gibiydi. Sonra Allah bize soyunu sopunu bildiğimiz, hasepçe en iyimiz, yerce en hayırlımız, evi -misafirce- en geniş, kabilesi kabilelerimizin en iyisi, kendisi öncede hal ve vaziyeti içimizde en iyi olan, en doğru sözlümüz, en yumuşak huylumuz olan birini Peygamber olarak gönderdi. O bizi bir dine davet etti.. Ona ilk katılan, ondan sonra da ilk halife olan zat oldu. O bir şey söyledi biz başka şey... o tasdik ederken biz yalanladık, o artırırken biz eksilttik. Sonra Allah kalblerimizi yumuşattı da ona uyduk. Böylece Allah'la aramızda elçi olmuş" Onun dediği Allah'ın sözü, emrettiği Allah'ın emri idi.
O Peygamber bize: Rabbiniz,
"Ben tek olarak Allah'ım, ortağım yoktur. Hiçbir şey yok iken ben vardım. Benden başka herşey yok olacaktır. Her şeyi yaratan benim, herşey bana dönecektir. Rahmetim kesinlikle size yetişecektir. Ölümden sonra benim azabımdan sizi kurtarmam için, koyduğum yolu size gösterip, selam diyarına sizleri konuk etmem için şu zatı size Peygamber olarak yolladım" buyuruyor, dedi. Biz de onun hak katından hakkı getirdiğine şahitlik ettik. Rabbimizin yine "İşte bu söz üzerine kim size tâbi olacak olursa sizin lehinize olan onun da lehine, sizin aleyhinize olan onun da aleyhine olur. Kim bunu kabul etmezse ona cizye teklif edin, kabul ederlerse onları da, kendinizi koruduğunuz şeylerle korumanız altına alın. Bunu da kabul etmezlerse onlarla savaşın, aranızda hakem benim, sizden öldürüleni cennetime koyacağım. Sizden geri kalana da kendilerine karşı düşmanlık edenlere zafer nasib edeceğim" buyuruyor diye haber verdi. Sonra Muğire:
-îşte şimdi sen ister hor ve hakir biri olarak cizye vermeyi seç, dilersen kılıcı ya da müslüman olup canını kurtarmayı seç, dedi.
Yezdecürd öfkelenip: "Sen bana bu tür bir cevapla mı karşılık veriyorsun!" deyince Muğira, "Ben yalnız bana konuşan insana karşılık veriyorum, bana senden başka biri konuşmuş olsaydı bile ben yine onunla sana mukabelede bulunmazdım." dedi. Yezdecürd de:
-Eğer "elçileri öldürülemez" düsturu olmasaydı sizi kesin öldürürdüm, ben de sizin isteklerinize verecek hiçbir şey yok, deyip bir çuval toprak getirtti ve: "Bunu, bunların önderi kimse, onun sırtına yükleyin ve Medain kapısından çıkıncaya kadar götürün." diye emir verip Muğira ve arkadaşlarına da: "Haydi baş komutanınızın yanına dönün ve ona bildirin ki, ben yakında size karşı Rüstem'i göndereceğim sizi Kadisiye hendeğine gömmeden, daha evvel Şâpur şahın size yaptığı zulümden daha şiddetli şekilde sizi ve ülkenizi çiğnemeden geri dönmeyecektır. dedi.
Sonra önderiniz kim?" dedi. Asım b. Amr kalkıp: "Onların eşrafı benim." deyip toprağı yüklendi. Eyvandan çıkıp bineğine gelip onun üzerine yükleyip yola koyuldular. Ve Sa'd (r.a.)'m yanma gelirken insanlar etrafını sardı, onlara: "Komutana müjde verin inşaallah zafer bizim!" deyip toprağı bir yere koyup Sa'd'ın huzuruna girdi ve müjdeyi "Ya Sa'd, Allah onların toprağını bize verdi!" diyerek o toprak vermeyi hayra yorumlayarak verdi. Müslümanlar Sa'd'm etrafında hergün artarak toplanıp güçleniyordu.
Yezdecürd'ün toprak getirtip müslümanlara vermesi, onların kabulü ve krala karşı cür'etli tavırları kralın yanında bulunan ayan heyetine pek ağır geldi. Bu arada gelen elçilerle ne görüşüldüğünü anlamak üzere Kisra Yezdecürd'ün yanına geldi. Yezdecürd: "Ben araplarda böyle adamlar olacağını sanmıyordum. Siz onlardan daha akıllı, daha güzel cevap verebilen insanlar değilsiniz." diyerek aralarında geçen konuşmayı anlattı ve "ama ben onların en iyisini en ahmağı olarak gördüm. Cizye konusunu söylediklerinde ben toprak getirttim (ve bundan başka verecek şeyimiz yok) deyince hemen toprağı sırtına alıverdi" dedi. Bunu duyan Rüstem de: "Ey Kral! O adam onların en akılhsıdır. O bu toprağı almakla onu uğurlu gelecek saydığından İran toprağını alıp götürdü" dedi.
Sonra Rüstem, Yezdecürd'ün huzurundan öfkeli ve üzüntülü olarak ayrıldı. Rüstem o dönem meşhur olan kahinlerden biriydi. Yıldızlara bakarak durumu aleyhine yorumlamıştı.
Irak'taki nehir kıyısı köyleri halkı, Yezdecürd'e arapların Kadisiye'ye geldiklerini etrafta herşeyi harap ettiklerini, halkın kalelere sığındığını, kalelerin hayvan ve yiyecekleri alamaz hale geldiklerini, yardıma gelmezlerse ellerindekini araplara vereceklerini bildir-
diler. Bu durumu civardaki krallar da Yezdecürd'e bildirip araplara Rüstemi göndermesini teşvik ettiler.
O da onu çağırttı. Rüstem gelince, "Ben seni bu müslümanlara savaşa yollayacağım. Her işe hazırlık onun miktarı kadar olur. Sen bu gün İran halkının yiğidisin. Erdeşir oğullarının Kisra oluşundan beri İranlıların başına bu çapta bir bela gelmemişti. Bize araplann Kadisiye'ye gelişinden bu yana vaziyetini bir tarif et. Acemlerin onlardan uğradığı belaları tavsif et." dedi. Rüstem de: "Onların hali çobanı gaflete dalmış sürüye saldırıp da onları darma duman eden kurdun haline benzer." dedi.
Kisra da: "Böyle değil, ben sana bunu sordum ki, sen onları bana tam tarif edesin de, ben de senin onlara karşı koyman için seni takviye edeyim, diye düşündüm ama sen isabet edemedi. Beni iyi anla, müslümanlarla İranlıların hali, tıpkı Karakuş (şahin, doğan, kartal gibi alıcı, avcı kuşlar) ile kuşların haline benzer. Karakuş, kuşların geceleyin yuvalarında gecelemek üzere sığındıkları dağ eteğine gelip ağıyor. Sabah olunca kuşlar onun kendilerini gözetlemekte olduğunu görüyorlar. Eğer onlardan biri ayrılsa karakuş onu kapıveriyor. Kuşlar korkudan yerlerinden kıpırdayamıyor. Ne zaman biri ayrılsa o onu avlıyor. Eğer hepsi birden uçmuş olsa, o zaman sadece birini kapacak di-ğerleri kaçıp kurtulacaktır. Ama ayrı hareket ederlerse hepsi tek tek helak olacak. İşte araplarla İranlıların durumu bu. Buna göre davran." dedi. Rüstem de:
-Ey Kisrâ! Şimdi sen beni gönderme. Zira arap, sen benimle onlara zarar vermediğin sürece İranlıdan çekinmeye devam ediyor. Herhalde bu gücün benimle kalıp Allah'ın onlara yetmesi, bizim de iyi bir tuzak ve harp fırsatı elde etmemiz daha iyidir. Çünkü harp konusunda tam bir görüş birliği sağlanması ve birtakım hilelerin hazırlanması bazı zafer kazanmaktan daha yararlıdır." dediyse de, Kisra onu yollamak için diretti ve "Artık bundan sonra geriye ne kaldı ki!" dedi. Rüstem: "Harpte ağırdan almak aceleden iyidir. Bugün ağırdan almanın harp san'atı bakımından bir yeri vardır. Ordunun bir ordu ile yaptığı harpten sonra çarpışması bir kere kesinlikle yenilgiden iyi ve düşmana karşı daha şiddetli bir durum yapar." dedi ise de, Kisra ısrarında devam etti. Çaresiz Rüstem de çıkıp ordugâhını Sâbât denen yerde kurdu ve Kisra Yezdecürd'e elçiler yollayarak kendini bu işten müsta'fı saydırıp yerine başkasını yollatmaya uğraştı. Bu durum casuslar vasıtasıyla Sa'd (r.a.)'a
ulaşıyor o da durumu Ömer (r.a.)'a yazıyordu.
Nehir kıyısı köylerinin, durmadan Yezdecürd'den imdat istemeleri onu iyice hırslandırıp, harbin belasından Rüstem ile korunmaya karar vererek görüşü terk etti. Yezdecürd dar gönüllü, yanlış kararda ısrarcı biri olup Rüstem'e ısrara devam edince, Rüstem de görüşünü tekrarladı ve: "Ey kral! Bu konudaki görüşün yitirilmesi, beni, nefsimi tezkiye etmeye mecbur ediyor. Bu konuda seni mecbur bulsaydım asla sana karşı lakırdı etmezdim. Allah, zatın ailen ve hükümranlığın adına ant veriyorum, beni askerimle rahat bırak da Kadisiye'ye Calinus'u yolla." dedi. Ama Yezdecürd bunu da kabul etmedi.
Rüstem harp hazırlığını yapıp kırk bin kişilik bir orduyu Calinus'un emrine vererek öncü kuvvetler olarak ileri sevk etti. Sağ kanada Hürmüzan, sol kanada da Mihran b. Behzâm'ı, destek kıtalarına da Birezân'ı tayin etti. Destek kıtaları yirmi bin kişi idi. Kendinin bulunduğu orta, sağ ve sol cenahlarda altmış bin kişi vardı.
Sa'd'm elçilerinin Yezdecürd ile görüşüp dönmesinden sonra Rüstem kötü bir rüya görüp, bir bela geleceğini hissedip harbe katılmak istemiyor ve yerine Calinus'un gönderilmesini teklif ederek: "Benim adım daha meşhur ise de Calinus da onlara benim kadar yetecek bir komutandır. Zaferi elde ederse ne âla, yenilirse, aynı miktar bir ordu ile ben onlara karşı giderim. Yenilmediğim sürece İranlılar arasında güvenilen biri olarak kalırım, onlar da benimle gönüllü savaşa gelir. Ben hâla arapların gönüllerine korku salan biriyim. Ben saldırmadıkça onlar bana saldırmaya cesaret edemeyecek. Eğer ben saldırıyı başlatırsam araplar sonlan gelene kadar bize saldırma cesareti kazanacak." demişti.
Yezdecürd'ün ısrarı ile Rüstem hareket ederken kardeşi Berdevan ve diğerlerine mektup yazarak "Kalelerinizi onarın, silahlarınızı hazırlayıp harbe hazır olun. Bana öyle geliyor ki araplar yakında ülkenize gelip arazilerinizi ve çocuklarınızı paylaşacak. Benim görüşüm onlarla müdafaa ve uzatma savaşı yaparak arapların şansları, şanssızlığa dönene kadar vakit kazanmaktı, ama kral kabul etmedi. Halbuki balık burcu suyu bulandırdı, nüaym yıldızları da güzelleşti. Zühre yıldızı da güzelleşip Mizan mutedil oldu. Merih yıldızı yerinden gitti. Ben bunlardan: "arapların bize galib gelerek ülkemizi istila edeceğini" çıkarıyorum. Bundan daha ağır geleni Kisranın bana "bunlara ya sen gideceksin ya da bizzat kendim gideceğim" demesi oldu. Artık ben hareket ediyorum.
Kisra'nm bu cüretine Caban'm kölesi olan bir müneccim sebep olmuştu. Yezdecürd ona bu harbin sonucunu ve Rüstem'in gidişinin faydasını sordu. Köle doğruyu söylemekten korkup yalan söyledi.
Rüstem sabahtan yola çıktıktan sonra köprüde Câbân'a rastladı. Câban da -müneccim olduğundan- bu durumu istemiyordu. Rüstem'e: "Benim gördüğüm neticeyi görmüyor musun?" dedi. O da: "Bana gelince ben başımda bir yularla çekiliyorum, itaattan başka çarem yok," dedi. Calinos'a Hiyre'ye gitmesini emretti. O da devam ederek Necef e gelip çadırını kurdurdu. Rüstem de Kosâ'da konakladı. Orada bir müslümanı yakalayıp getirdiler. Rüstem onu sorguladı ve neye geldiklerini sordu.
O da: "Allah'ın bize va'di olan yurdunuzu almaya geldik. İslam'a girin kurtulun!" dedi. Rüstem: "Ya ondan önce öldürülürseniz!" deyince: "Bizden ölen cennete girer, geri kalanlar Allah'ın va'dini ta-
mamlar." dedi. Rüstem de: "Öyleyse elinize düştük desenize!" dedi. O da: "Yazık sana ya Rüstem! Sizi elimize sizin amelleriniz düşürdü de Allah bu yüzden sizi bize teslim etti. Etrafındakiler seni yanıltmasın. Sen insanla değil kaza ve kaderle mücadele ediyorsun." deyince öfkelenip onu öldürttü.
Rüstem Köse'den ayrılıp Burs'a geldi. Orada askerleri halkın malını yağmalayıp, kadınların ırzına geçip sarhoş oldular. Durum Rüstem'e şikayet edilince, onlara kızıp suçluların bir kısmının boynunu vurdurdu ve: "Ey İranlılar! Vallahi o arap doğru söylüyor. Vallahi bizi onlara, kötü işlerimiz teslim ediyor. Araplarla harp halindeyiz, onların ahlakı sizden çok güzel. Daha önce ise sizin güzel ahlakı-nız, zulme engel olmanız, sözünüzde durmanız ve iyilikte bulunmanız sebebiyle Allah size zafer verip ülkelerde hükümran olmanıza yardım ediyordu. Ama siz bu halleri şu yaptığınız kötü şeylere değiştirince Allah'ın size verdiği şeyleri değiştireceğini görüyorum." dedi. Sonra oradan ayrılıp Maltat'a gelip Fırat kıyısında kampını kurdu.
Orada Hıyre halkını çağırıp: "Bre Allah düşmanları! Arapların yurdunuza girişine seviniyorsunuz. Siz bize karşı onlara casusluk ediyorsunuz. Bir de onları mal yardımı ile güçlendiriyorsunuz!" dedi. Onları temsilen İbnu Bukayle ileri çıkıp: "Senin şu ithamına gelince, Hire halkı ne yapmış ki, biz onların hangi amelleriyle gelişine sevinelim. Onlar bizim dinimizden değil, bizi köleleri kabul edip bizim cehennemlik olduğumuzu söylüyorlar. Bizi onlar lehine casus yapmaya sevk edecek sebep ne? Sizin arkadaşlarınız onları görünce kaçıp, köyleri onların eline bırakıp istediklerini yapmalarına sebep oldular.
"Onları mallarımızla güçlendirdiniz" demenize gelince, biz malımızı, canımızı kurtarmak ve esir olarak sürülme korkusundan verdik. Sizin ordunuzdan onlarla karşılaşanlar aciz kalmışken biz daha da aciziz, nasıl harb edip askerimizi öldürtebiliriz. Ömrüme yemin ederim siz bize onlardan daha sevimlisiniz, bizi onlardan kurtarın size yardım edelim bizler bu Irak Sevad'ının (kıyı köylerinin) itaatkâr develeri mesabesinde hep galip gelenlerin kölesi olmaya alışmış bir grubuz." dedi. Rüstem de: "Bu adam size doğruyu söyledi." dedi.
Rüstem'in ordusuyla Medain'den ayrılıp Kadisiye'ye varması dört ay sürdü. Bu süre içinde müslümanlar bulundukları yerden daralır, bıkar da geri döner giderler ümidiyle ne saldırdı ne ileri gitti. Daha önceki komutanların başına gelenlerin kendi başına da geleceği korkusuyla onlarla savaşmaktan çekiniyordu.
Rüstem Necef e geldiğinde daha önce gördüğü bir rüyayı tekrar gördü. Rüyada bir Melekle Peygamberimizi Ömer'le beraber gördü. Melek İranlıların silahlarını alıp Peygambere (s.a.v.), Peygamber de onları Ömer'e vermiş. Rüstem uyanınca üzüntüsü iyici arttı.
Ömer (r.a.) İranlıların işi uzatmaya bıraktıklarını anlayınca Sa'd (r.a.) ile müslümanlara "İranlıların hudud toprakların konaklayıp onları sarsıncaya kadar işi uzatmalarını tavsiye etmişti. Onlar da Kadisiye'ye gelip, Allah nurunu tamamlayana kadar sabır ve sebat gösterip çevre köylere çete seferleri düzenleyip yağma ettiler.
Rüstem müslümanların vaziyetini teftiş ettirince anladı ki, bunlar bu cihad işini bırakmayacaklar. Eğer harbe başlarsa onu bırakmayacaklar. O zaman Rüstem oradan hareket etmekte fayda gördü
ve Atîq ile Necef arasında bir yere konaklamak, sonra da yer değiştirip durmak daha iyi olacak. Böylece belki müslümanlar ele geçirdikleri ile yetinip geri dönecek, belki de İranlılar iyi bir fırsat yakalayacaklar diye düşünmüştü.
Kadisiye'de bazı kimseler Sa'd'a: "Bu yer bize dar geliyor." Deyince onları azarladı ve biz düşmana saldıracaksak bunu bu işi bilenlerin görüşüne uyarak yaparız siz susun!" diye azarlayıp Tuleyha ile Amr'ı gözcü gibi yollamış ve düşmanın içine fazla dalmamalarını tenbih etmişti. Rüstem de oraya süvarilerini yolladı. Sa'd bunu duyunca Asım b. Amr ile Cabir el-Esedî'yi çağırıp Öbürlerinin peşine saldı ve çatışma olursa Asım'ın komuta etmesini söyledi. Onlara iki nehrin arasında yetiştiklerinde, îrak süvarilerinin etrafını çevirmiş durumda buldular. İranlılar Asım ve arkadaşlarını görünce kaçtılar. O da ganimetleri alıp Sa'd'a geldi.
Amr ve Tuleyha önce yola çıkmışlardı. Tuleyha'ya Rüstem'in askerini gözetlemesini Amr'a da Calinus'un askerini gözetlemesini emretmişti. Tuleyha kendi başına Amr ise bir grup ile yola çıktı. Sa'd (r.a.) arkaları sıra Kays b. Hübeyra'yı yollayıp: "Çarpışma olursa emir sen ol." dedi. O da gidip Amr'a ulaşıp Tuleyha'yı sordu. O da: "Bir bilgim yok!" dedi. Necef e vardıklarında Kays: "Ne düşünüyorsun? Deyince Amr: "Askerlere saldıracağım!" dedi. O da buna mani olacağını söyleyince Amra itiraz etti. O zaman kays kendisinin emir olarak tayin edildiğini söyledi. Amr da kızıp: "Vallahi yâ Kays, sen başıma emir olacağına ben eski dinime dönüp ölünceye kadar çarpışmam daha iyi." dedi. Böylece Sa'd'ın yanma geri geldiler. İkisi de birbirini şikayet etti. Sa'd da, Amr'a "Ben seni harp sanatını bilen biri sanırdım, demek yüz kişiyle İran süvarilerine mi saldırıp çarpışacaktın. Hayır ve selamet daima iyidir." dedi.
Tuleyha ise ayın aydınlığı bir gece onların kampına girip birinin çadır iplerini kesip atlarını sürdü. Sonra varıp Calinus'un kampına gelip aynısını yaptı. Sonra Harrâra'ya geldi. Necef ve Zül Hacib'in kampından biri, ardından Calinus'un kampından biri onu takib etti. Bu ilk atlı ile ikinciyi öldürüp son süvariyi esir edip Sa'd'ın yanma getirdi. Sa'd da onu "Müslim" diye adlandırdı.
Bu zat Sa'd'a İran ordusu hakkında geniş bilgi verip iyi bir müslüman oldu ve bu yerler fethedilene kadar ordudan ayrılmadı.
Kadisiye harbine katılan Kays b. Ebi Hazim'in dediğine göre Rüstem'in on sekiz, Calinus'un da on beş illi varmış. Rufeyl ise: "Rüstem'in yanında otuz üç, ordunun ortasında on sekiz, yan kanatlarda da on beş fil var.1' der.456[91]
456[91] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam, Cantaş Yayınları 5/185-202
4.BÖLÜM
Savaşın Cereyanı
Taberi, Şuayb, Seyf-îbnu Rufeyl isnadıyla Rufeyden şöyle nakleder:
Rüstem. Atîq nehri kıyısında geceleyip, sabahleyin ordusunu saf tutturarak ilerleyip İslâm askerlerinin bittiği yere varıp oradaki bulunan köprü başına geldi. Zühre adlı bölük komutanını görüşmeye çağırdı. Zühre gelip karşısına durunca Rüstem onu birtakım şeyler vererek sulha razı etmeye çalışarak: "Siz bizim komşulanmızsınız. Bir kısmınız bizim idaremizde idi. Biz onların civarına ihsanda bulunurduk. Onlara dokunacak zararları defeder, onlara yumuşak davranan valiler atar ve onları korurduk. Onlara kendi otlaklarımızı açar, ülkemize ticareti serbest bırakırdı. Böylece sulh içinde geçinip gederlerdi." diyerek açıkça olmasa da sulhu teklif ediyordu. Zühre ona: "Doğru di-yorsun, o zaman dediğin gibiydi. Ama şimdi durum o değil. Bizim isteğimiz onlarınki değil, bizim isteğimiz dünya değil ahirettir. Dediğin gibi önce biz size el açar ve elinizde bulunanlardan isterdik. Sonra
Allah bize bir Peygamber gönderdi. Biz de ona uyduk. Allah, Peygamberine: "Ben bu ümmeti benim dinime uymayanlara musallat ettim. Onlardan intikamımı bunlarla alıyorum. Bu dinde kaldıkları sü-rece zaferi onlara vereceğim. O hak dini olup ondan ayrılan kim olursa olsun zelil olur. ona sarılan da izzet bulu." dedi. Rüstem: "O din nedir?" deyince Zühre:
-O dinin "o olmazsa olmaz" denilen esası şahadetlerdir, Peygamberin Allah katından getirdiği gerçeklerin aynen kabulüdür, dedi.
Rüstem, "Bu ne güzel şey! Daha ne var?" dedi. O da:
-"İnsanlar Adem ve Havva'nın çocukları olarak aynı anne ve babadan olan öz kardeşlerdir." dedi. Rüstem: "Ne kadar güzel! Peki ben ve yanımdakiler bu dini kabul etsek siz dönüp gidecek misiniz?" deyince Zühre: "Vallahi öyle olacak, ticaret gibi ihtiyaçlar dışında bir daha gelmeyiz." dedi. Rüstem: "Vallahi sen doğru söyledin, ama İranlılar Erdeşifin Kisra oluşundan beri kendi idarelerinde bulunup da sonra ayrılan aşağı insanlara haddini aşıp kendi eşrafına döndü diyerek onları zelil ettiler." deyince Zühre: "Biz insanlar için en hayırlı insanlarız. Biz senin dediklerin gibi olamayız. Zayıflar konusunda da Allah'a itaata mecburuz. Allah'a isyan edenler de bize zarar veremez." dedi. Rüstem dönüp İran ileri gelenleri topladı ve Zühre'nin teklifini müzakere etti. İranlılar hemen reddettiler. Bunun üzerine Rüstem onlara: "Allah sizin gibi dostları uzak ve perişan etsin." diye kızdı.
Rufeyl der ki: Rüstem oradan ayrılınca ben onunla gitmeyip Zühre'nin yanma gittim. İşte benim müslüman oluşum böyle oldu. Aslında ben İran asıllı olmadığım halde Rüstem'in katında onlardan biri kabul edilirdim orada müslüman olunca Şa'd bana aynen Kadisiye'ye gelen gaziler gibi muamele edip onlara verdiği ganimet hissesinden bana da pay verdi.
Hz. Sa'd (r.a.), Muğira, Büsr b. Ebi Ruhm, Arfece, Huzafe b. Mıh-san, Rıbî b. Amir, Kırfe, Mez'ûr, Mudârib ve Ma'bed b. Mürra gibi arap dahilerini topladı ve "Ben sizleri temsilci olarak İran
ordusuna yollayacağım, nasıl davranacaksınız?" deyince: "Senin emrine uyacağız, ama ortaya senin talimatının dışında bir şey çıkarsa o zaman uygun olanın en iyisini ve insanlara en yararlısını seçer ve onlara onu teklif ederiz." dediler. Sa'd da: "İşte bu işini sağlam yapanların tutumudur." dedi. içlerinden Rıb'î b. Amir:
-"İranlıların kendine has görüş ve âdabları vardır. Biz hepimiz birden onların yanma gidersek bizim onlara çok değer verdiğimiz görüşüne kapılırlar. Onun için onlara bir kişi gönderin, yeter." dedi. Hepsi bu görüşü doğru buldular. Sa'd da Rüstem'e Rıb'î'yi yolladı.
Rıb'î köprüye varıp Rüstem'le görüşme talebinde bulundu. Rüstem ayan heyeti ile görüşüp "Bunları nasıl karşılayalım övünelim mi onları küçümseyelim mi? deyince hepsi de, müslümanları hakir görmek hususunda söz birliği ettiler. Zinetleri çıkarıp yaygıları ve dayanma yastıklarını serdiler, her türlü süslemeyi yaptılar. Rüstem'e altından işlemeli bir taht hazırladılar. Rüstem altın sırmalı kıyafetini giydi. Sim işlemeli yastıklar serildi. Rıb'î kısa dolgun atına binmiş, parlak kılıcını kuşanmış bir halde geldi. Kılıcının kını bile eski elbise parçalarından sarılarak yapılmıştı. Mızrağı bir deri kabın içinde idi. Yanında yayı ve oku da vardı. Rüstem'e doğru en yakın sergiye kadar geldiğinde: "Atından in!" denildi. O da atını yaygıların üzerini sürüp at yastıklarına basınca inip atını iki yastığa bağladı. Sonra yastıkları parçalayıp ipi içinden geçirdi. Acemler onu men edemediler, sadece hakirsediklerini gösterdiler. Rıb'î onların maksadım anladı ve onları zor durumda bırakmak istedi. Rıb'î'nin üzerinde çukuru çıkmış bif. gömleği vardı. Kaftanı atının abası olup onu yırtarak zırh gibi sarılıp
ortasından bir urganla bağlamış, başına - tolga yerine- örtüsünü sarmıştı. Rıb'î arapların en gür saçhsıydı. Başında dört belik şeklinde ördüğü saçları tıpkı yaban tekesi boynuzları gibi dimdik idi. Ona: "Silahım bırak!" dediler. O: "Ben buraya kendi isteğimle gelmedim ki sizin arzunuzla silahımı çıkarayım. Eğer bu kıyafetimle gelmemi istemiyorsanız, döner giderim." dedi. Durumu Rüstem'e söylediler. "Onu bırakın, o bir tek adamdır." dedi. Rıb'î de sivri ucu kabından çıkmış olan mızrağına baston gibi dayanarak ufak adımlarla yastıkları ve sergileri delerek yürümeye başlayınca değdiği ne kadar yastık örtü sergi varsa mahv etti. Rüstem'e yaklaşınca korumalar onu tuttular, o da toprağın üzerine oturdu, mızrağım döşemeye dikti. Niye böyle yere oturduğu sorulunca: "Biz sizin şu süslerinizin üzerine oturulmasını mubah görmüyoruz." dedi. Rüstem: "Sizi buraya getiren sebep ne?" diye sorunca Rıb'î:
-Bizi yollayan Allah'tır. O bizi, buraya dilediğini kullara kulluktan kurtarıp Allah'a kulluğa götürelim, dünya darlığından ahiret bolluğuna ulaştıralım, dinlerin zulmünden İslâm'ın adalaletine kavuşturalım diye getirdi. Bizi bu dine davetçi olarak yolladı. Bu davetimizi kabul edeni biz de kabul eder, geri döner gideriz. Kabul etmeyenlerle Allah'ın va'di gerçekleşene kadar savaşırız, dedi.
-Rüstem: "Allah'ın va'di ne?" diye sorunca: "Daveti kabul etmeyenlerle savaşırken ölene Cennet!" dedi. Rüstem de: "Biz bunu daha önce de duyduk idi. Bize, bizim de sizin de bu konuyu iyice düşünmek için bir süre tanımanız mümkün mü?" dedi. Rıb'î: "Evet, ne kadar, bir gün mü iki gün mü?" deyince Rüstem: "Hayır, Hayır! Biz danışmanlarla ve idarecilerle yazışıp netice alana kadar." dedi. Böylece o hem süre kazanarak müdafa yapmayı, hem de yakınlaşmayı planlıyordu. Rıb'î ise: "Bizim Peygamberimizin sünnetinde ve imamlarımızın (halifelerin) tatbikatında bize harp ilan eden
düşmana üç günden fazla süre vermek yoktur. Biz üç gün size dokunmayız. Bu süre konuyu görüşün ve sonunda üç şeyden birine, ya İslâmı kabule, ya cizye verip tebeiyyeti kabule ya da dördüncü gün savaş yapmaya karar verin. Harbe biz değil önce siz başlayacaksınız. Arkadaşlarım adına bu işin kefili benim." dedi. Rüstem: "Onların lideri sen misin?" deyince: "Hayır, ama müslümanlar birbirlerine bağlı vücud organları gibidir. Onların en küçüğü en büyüğü adına koruma garantisi verir ve geçerli olur." dedi.
Rüstem İran liderleriyle baş başa kalıp onlara: "Şimdi görüşünüzü bildirin bakayım, daha önce bu adamın sözünden daha açık. daha haysiyetli bir söz duydunuz mu?" deyince onlar: "Senin bu teklife kapılıp dinini bırakmandan Allah korusun, bu köpeğe mi kapılıyorsun. Elbisesini görmedin mi?" dediler. Rüstem de: "Yazıklar olsun! Elbiseye değil, söze, görüşe ve ahlaka bakın. Araplar elbise ve giyeceği Önemse-meyip şereflerini koruyorlar. Elbiseleri sizin gibi süslü değil ama onlar bu konuda sizin gibi düşünmüyorlar ki." deyince İranlı idareciler üzerine yürüyüp silahını alarak onu bundan vazgeçirmek istediler. Rüstem "İsterseniz ben size gösteri yapayım." deyip kılıcını bir sıyırdı ki, sanki ateş yalımı. "Kılıcını kınına sok!" dediler. O da kılıcını kınına sokup sonra onların çelik kalkanlarına vurdu, onlar da onun deri kalkanına vurdular. Deri kalkanına birşey olmazken onların çelik kal-kanları parçalandı. Sonra: "Ey İranlılar, siz yemeği içecekleri ve elbiseyi büyük görüyorsun biz ise onları önemsemiyoruz." deyip bu süre meselesini görüşmeye koyuldular.
Ertesi gün Rüstem: "Yine aynı adamı yollayın!" diye haber saldı ise de Sa'd (r.a.) bu kere Huzeyfe _b. Muhsin'i gönderdi. O da aynen RıbTnin kılığında onların yanına vardı. Kendisine "atından in" deni-
linçe o da Rıb'î gibi cevap verip Rüstem'in yanına geldi. Rüstem: "Ne oldu dünkü arkadaşın gelmedi de sen geldin?" deyince: "Bizim komutan her halükarda aramızda adaletli davranmak ister, şimdi nöbet bende!" dedi. Rüstem ona da ne için geldiklerini sorunca Huzeyfe de aynen arkadaşının söylediği şeylere yakın sözlerle cevap verdi. Rüstem onun da aynı şeylerde direndiğini görünce Huzeyfe'yi geri yollayıp arkadaşlarına: "Yazıklar olsun benim gördüğüm gerçeği göremiyorsunuz. Birincisi dün bize gelip bizim büyüklediğimiz şeyleri hafife alıp bize toprağımızda baskın geldi. Atıyla yastıklarımızı çiğneyip onu onlara bağladı. Aklının üstünlüğü yanında bir de uğur ondan yana idi. Bugünkü gelen de şöyle şöyle idi, diyerek onları kızdırdı. Onlar da ona kızdılar.
Ferdası gün yine adam istediklerinde Sa'd bu kere Muğire b. Şu'be'yi yolladı. O da köprüyü geçip yanlarına vardığında yine İranlılar süslü püslü olarak onu karşılayıp Rüstem'e haber salıp izin aldılar. Müslümanlara karşı böbürlenme tavırlarında bir değişiklik yoktu. Muğira varıp Rüstem'le beraber tahtına ve minderinin üzerine oturdu. Acemler fırlayıp onu indirerek yere sürçtüler. Muğira: "Bize sizden akıllı diye bahsederlerdi. Ben sizden daha akılsız bir toplum görmedim. Biz müslümanlar hep aynı seviyedeyiz, birimiz diğerini köle edinmez ben de bizde olduğu gibi sizi de birbirinize eşit davranır sanmıştım. Ama böyle yapmakla bana birbirinizi Rab ettiğinizi haber vermeniz iyi oldu. Bu iş sizin aranızda iyi birşey değildir. Biz asla böyle yapamayız. Beni buraya siz davet ettiniz, ben kendiliğimden gelmedim. Bugün anladım ki işiniz muzmahil olmuş, artık siz mağlup sayılırsınız. Zira bu ahlak ile hiçbir idare ayakta kalmaz. Bu akılla devlet yürümez." dedi.
İranlıların ayak takımları bunu duyunca hoşlarına gitti ve: "Vallahi arap doğru söylüyor!" dedi. İran
ayanı da: "Vallahi bu arap öyle bir laf ortaya attı ki artık kölelerimiz ona kaymaktan kendilerini asla alamayacaklar. Allah bizden öncekilerimizi kahretsin! Şu ümmetin ortaya attığı şeyi nasıl hakir görmekle ne ahmaklık etmişler!" diye söylendi. Rüstem ise meydana gelen etkiyi yok edebilmek için mizaha alarak: "Ey arap! Şu kralların etrafındaki adamlar çok kere kralın razı olmayacağı işleri yaparlar, böylece krala layık olan güvenin kırılacağı korkusu ile bundan uzak durmuş olacaklarını sanırlar. Ama vefa ve hakkın kabulü hususu senin arzu ettiğin şekilde olacak" deyip, Muğira'nın silahlarını iplik eğirdikleri eğ'e benzetti, kılıcının neye değersiz olduğunu sordu. Muğira da: "Görüntüsü değersiz darbesi çeliktir." dedi. Rüstem: "Sen mi yoksa ben mi söze başlayacağım?" deyince, Muğira: "Beni çağırtan sen olduğuna göre sen başla!" dedi.
Rüstem tercümanını araya koyup konuşmaya başladı, İran milletini övüp, kendi idarelerinin üstünlüğünü bahisle: "Hâla düşmanlarına galip ve milletler içerisinde en şereflisi olarak bu ülkelere hakimiz. Hiçbir kralın bizim gibi izzet, hakimiyet ve şerefi olmamıştır. İnsanlara karşı biz zafere erdirilmişiz, bize karşı olanlar zafere ulaştırılmadı. Bir iki gün ya da bir iki ay günahlardan dolayı aksine gitti. Allah intikamını alıp razı olunca bize izzet ve gücümüzü verir, düşmanları kötü günde perişan ederiz. Hem bize göre işi sizden daha maskara bir ümmet yoktur. Siz geçimi pek dar bir millettiniz. Biz sizi adam bile saymazdık. Arazilerinizde kıtlık ya da yıllar kurak geçerse bizim taraflardan yardım dilenirdiniz. Biz de size hurma, arpa ve katık verilmesini emrederdik. Şimdi sizin buraya kadar geliş sebebinizin ülkenizdeki yoksulluk olduğunu anlıyorum. Komutanınıza elbiseler, katırlar ve bin dirhem verelim, her birinize birer yük hurma ile ikişer elbise verelim de dönüp gidin. Benim sizi öldürmek ya da esir etmek gibi bir hevesim yok." dedi.
Muğira ona cevaben şunları söyledi:
-"Allah'a hamd ve sena olsun. Herşeyi yaratan ve rızıklarını veren Allah'tır. Birşey yapan onu kendi için yapar. Senin, kendini, ülkenin düşmanalara olan galibiyet ve hükümranlığınızı ve dünyadaki azamatli sultanlığınızı bahsetmene gelince, biz onu iyi biliyor ve inkar etmiyoruz. Allah bu işi size nasib etti ve o gücü size verdi. Bizim hakkımızda dediğin, vaziyetin kötülüğü, geçim darlığı ve aramızdaki ayrılıkları da biliyor ve inkar etmiyoruz. Allah bizi bununla denemiş ve bizi ona ulaştırmıştır. Dünya —paylaşılmaya müsait- daima geçen akçe gibidir. Biz hâla dünyada dar geçimlilerin servete, refah içindekilerin de darlığa dönüştürülünceye kadar bir uğraş verdiklerini görüyoruz. Eğer sizler Allah'ın size bağışladığı bu nimetlere şükretseydiniz, bu şükrünüz size verilenleri koruyacaktı. Şükrünüzün zayıflaması bu değişikliğe sebep oldu. Biz bu sınandığımız şeyden dolayı nimetleri inkar edip nankör olsaydık bize peş peşe gelen şeylerin en büyüğü Allah'ın rahmetini ve ikramını bizden alıp başkasına vermesi olurdu. Ama durum sizin sandığınızdan başkadır. Yahut siz Allah'ın bizim aramızda bir Peygamber gönderdiğini biliyorsunuz..."
Sonra Muğira sözüne aynen Huzeyfe b. Muhsin'in dediği gibi söyleyip, şöyle bağladı: "Eğer seni himayemize almamıza razı olursan bize maskara halde cizye vergisi ödeyen bir köle olursun, bunu da kabul etmezsen kılıçtan başka çare yok." Bunu duyan Rüstem'in öfkesi kabardı, müthiş homurdamp: "Yarın sabah güneş daha kuşluk yerine yükselmeden hepinizi öldüreceğim." diye güneşe yemin etti. Muğira da geri döndü. Rüstem İranlılarla baş başa kalınca:
-"Bundan sonra bakın bakalım onlar nerde siz nerde? (Bundan Önce gelen iki kişi sizi tasa ve zor
duruma sokmamışmıydı?). Sonra bu herif geldi ki, hepsi aynı üslubu kullanıyor, aynı tarzda aynı işte, tek vücul halinde, vallahi bunlar yalancı olsalar da doğru olsalar da gerçek yiğil insanlardır. Vallahi bunlar aralarında çekişmeye düşmemek sırrına akılları ve korunmayı becermeleri ile ulaşmışlarsa arzu ettikleri hedefe ulaşmak için onlardan daha ilerde bir topluluk olamaz. Eğer sözlerinde sadık kimseler ise bunlar hiçbir şey engel olamaz." dedi. Lakin İranlılar inadlarında ısrarla yiğitlik iddiasında bulundular. Rüstem de: •'Vallahi kesinlikle biliyorum ki siz benim bu dediklerime kulak veriyorsunuz ama şu haliniz sadece riya ve gösteri içindir." dedi.
Taberi, isnadı ile Tufeyl'den şunu nakleder:
-Rüstem Muğire dönerken onunla adamlarından birini yollayıp ona: "Eğer Muğire köprüyü geçince onu tutan halatlarını kesip arkadaşlarına varmaya kalkacaksa sen Muğire'ye: 'Bizim hükümdarımız Müneccimdir, senin hakkında fala bakıp hesap yaptı, buna göre yarın senin gözünün biri patlatılacak.' diye bağır." diye tenbih etti. Bu adam oraya varıp, bu sözü Muğira (r.a.)'a söyleyince o da: "Bana hayır ve sevaba ulaşacağım birşey müjdeledin, bu günden sonra sizin gibi müşriklerle cihat etmeyeceksem öbür gözümün de patlatılmasını isterdim." dedi. Bu elçi m üs İtim ani arın Muğire'nin sözü ve basireti hoşlarına giderek gülüştüklerini görüp, bu gördüğü ve duyduğu şeyleri Rüstem'e ulaştırdı. Rüstem de İran ayanına: "Ey İranlılar, benim sözümü dinleyin! Allah'ın size gönderdiği bir belası var ki, ondan kendinizi kurtarmaya muktedir değilsiniz." dedi.
Süvariler köprüde karşılaşıyor ama müslümanlar üç gün süre asla onlara saldırmadı, onların saldırılarına engel oldular.
Taberi bu karşılıklı gidip gelmelerin birkaç defa vukuunu bildirdikten sonra der ki: 'Rüstem, siz mi bizden tarafa geçeceksiniz, yoksa biz sizden tarafa mı geçelim." dedi. müslümanlar: "Siz bizden tarafa geçin!" dediler. Elçiler Rüstem'in yanından yatsın sırası ayrıldılar. Hz.. Sa'd insanlara: "Yerinizden ayrılmayın!" diye haber saldı. Sonra İranlılara: "Nehri nasıl geçeceksiniz?" diye haber saldı. İranlılar "köprüden" diye isteklerini bildirince: "Hayır, bizim sizi yenerek aldığımız yeri size geri vermiş olamayız! Kendinize köprüden başka bir geçiş aleti yapın." dedi. Onlar da sabaha kadar eşyaları ile Fırat'ın Atik kolu üzerine bir set yapmaya uğraştılar.
Rüstem o gece rüyasında gökten bir meleğin inip arkadaşlarının dirhemlerinin eskilerini alarak üzerine damga vurup sonra da bunları gökyüzüne çıkardığını görüp çok üzülmüş yakınlarına bunu bahsedip: "Allah bizi ikaz ediyor, İranlılar beni kendime bıraksalardı ben bu ikazdan yararlanacaktım. Görmüyor musunuz zafer bizden alınıp talih rüzgarı düşmanımızla beraber. Biz onlarla ne işte ne sözde yarışabiliriz.'" diye yakındı.
İranlılar nehri geçince saflarını almaya başladı. Rüstem tahtına yerleşip üzerine çadır kurdu. Ordunun merkezine on sekiz fil yerleştirilip üzerine mahfeller cengaverler yerleştirildi. Sağ ve sol taraflara da yedi sekiz fil getirilip yine üzerine mehfel ve cenkçi yiğitler yerleştirildi. Calinus'u sağma Birzân'i soluna aldı.
Kisra Yezdecürd, Medayin'deki sarayının kapısından Rüsîem'in bulunduğu yere kadar birbirini işitebilecek mesafelere insanlar yerleştirip Rüstem'in hareketini haber alıyordu.
Müslümanlar saflarını almaya başladı. Zühre ile Asım, Abdullah ile Şurahbirin arasına yerleştirildi. Orada: "Ey insanlar haset Cihat dışında asla helal olmaz. Artık cihat için birbirinizle kıskançlık ve yarış edin." diye tellal çağrıldı.
O gün Sa'd (r.a.) kusma ve siyatik hastalığına yakalandığından ne oturabiliyor, ne de bir şeye binebiliyordu. Oradaki otağında bir dam
yaptırıp üzerine çıkmış bir yastığın üzerine göğsünü koyarak yüz üstü askerleri kontrol ediyordu. Talimatlarını yazıp bir bez içinde aşağıda bekleyen Halid b. Urfuta'ya atıyordu. Sa'd bizzat olayı görüp kontrol etmemiş olsa Halid onun vekili gibi olacaktı. Halid'in vekil olması bazılarını kızdırdı, ve dedikodu başladı. Sa'd (r.a.) da: "Beni kaldırın!" dedi, kaldırdılar. İnsanları görünce bu ihtilafa kızdığı için onlara darıldı ve: "Vallahi şu anda düşmanınız karşınızda olmasaydı sizi aleme ibret yapardım." deyip elebaşlarını kelepçeye vurup hapsettirdi. Bunun üzerine Cerîr: "Ama ben Rasulullah'a biat ederken, Allah'ın kendine devlet idaresini verdiği kişiye aslı Habeşistanlı bir köle olsa bile sözünü dinleyip itaat edeceğime söz vererek biat ettim." dedi. Sa'd ileri gelenlerin bir kısmını ve şarap şiiri okuyan Ebu Mihcen'i hapsetti.
Sa'd, hicri on dördüncü yılın Muharrem ayında Pazartesi günü, orduya şöyle bir hutbe okudu: "Allah, mülkünde ortağı olmayan haktır. Sözünde hilaf yoktur. Allah (c.c.): "Biz Zikr'den sonra Zebur'da şüphesiz yeryüzüne benim salih kullarım varis olacak." buyurdu. İşte rabbinizin verdiği söz ve miras. Onu size üç yıldır helal etti. Siz şimdi o mirastan yiyip içiyor ve ona sahip olanlarla çarpışıyorsunuz. Onlardan vergi ve esir alıyorsunuz. Şimdi onlar karşınıza geldi. Siz arapın yüz akı ve Önderlerisiniz. Eğer dünya meselesinde önemsiz, ahiret içinde rağbet ederseniz, Allah dünya ve ahireti size birlikte verir. Gevşer, dağılır ve zayıflık gösterirseniz, gücünüz kırılır." Sonra orduda bayrak taşıyan her gruba, kendi hastalığı sebebiyle Halid b. Urfuta'yı tayin ettiğini, onun kendi emri ile hareket edeceğiniz" yazdı ve herkesin gönül rızasını aldı.
O gece Sa'd'ın emriyle Kays b. Hübeyra, Galib, İbnu Huzayl el Esedî, Büsr b. Ebî Rühm el-Cühenî, Asım b. Amr, Rabi'l b. Bilal, ve Rib'î b. Amir kalkıp cihada teşvik konuşmaları yaptılar.
İranlılar da aynısını yapıp kaçmayacaklarına söz verip, otuz bin kişi birbirine zincirle bağlandı.
Şa'bi'nin dediğine göre, İran ordusu yüz yirmi bin kişi olup, otuz filleri vardı. Her filin etrafında dört bin muharib bulunuyordu.
Her iki ordu oradaki hendekle Atik nehri arasındaydı. Sa'd orduya cihat suresini okumalarını emretti. Onlara dört tekbir eetirece&ini, dördüncüde hep birden düşmana hücum etmelerini söyledi.
Böylece karşı karşıya geldiler. Galib b. Abdullah düello için meydana çıktı ve şiir okuyarak meydan okudu. Hürmüz ona karşı geldi. Galib onu esir edip Sa'd'a getirdi. Asım b. Amr da şiir okuyarak çıktı. İranlı bir süvariye saldırdı. Adam kaçınca ardına düştü. Başka birine rastladı. O da katırını bırakıp arkadaşlarına sığındı. Asım da katır ve yükûnunu alıp getirdi. Meğer o kralın ekmekçisi olup yük de onun yi-yecekleriymiş.
İranlılar süvari grubunun üzerine fillerle yürüyünce atlar fillerden korkup ürktüler ve
üzerlerindekiyle dağıldılar. Fillerin karşısında sadece piyadeler kaldı. Sa'd diğer birliklere yardım çağrısı yaptı. Onlar gelip filleri duruttu.
İşte bu sırada Sa'd (r.a.) dördüncü tekbiri getirdi. Müslümanlar hep birden hücuma geçti. İranlılar da fillerle saldırdı. Her filin üzerindeki zırhta yirmi asker vardı. Hz. Sa'd, "Bu fillere bir çare bulunmasını emretti. Temim oğulları tamam deyip önce filin üzerindekilere ok yağdırıyorlar. Sonra filler geri dönünce zırhı tutan kolanları kestiler. Fillerin hevdeçleri düşünce filler çırılçıplak kaldı.
Gün batana kadar çarpıştılar. Gece karanlık basınca herkes kendi kampına çekildi.
O gün Esed oğullarından beş yüz kişi vurulmuştu. Bu ilk güne "Ermas' günü dendi. 457[1]
Eğvas Günü
Geceleyin şehitler defnedildi, yaralılar tedavi için kadınlara verildi. O gece sabaha doğru, Şanı fethini bir ay kadar önce tamamlayan Irak ordusu. Hişam b. Utbe b. Ebi Vakkas komutasında imdada geldi. Öncü kuvvete Ka'ka b. Arrir, sağ kanada Kays b. Hübeyre, sol kanada da El-Hezhâz b. Artır el-İclî, artçı güçlere de Enes b. Abbas komuta ediyordu. Öncü komutanı Ka'ka acele etmiş ve Eğvas günü sabahı Sa'd'm ordusuna ulaşmıştı. Ka'ka'nm yanında bin kişilik bir güç vardı. Bunları onar kişilik gruplara ayırdı. Önce on kişiyi gönderip onlar gözden kaybolunca diğerini yola çıkarıyordu.
Kadisiye ordusuna gelince onlara selam verip imdat ordusunun geldiğini müjdeledi ve: "Ey insanlar, ben size öyle bir grupla geldim ki, vallahi onlar şimdi sizin yerinizde olsalardı sonra da sizin durumu-nuzu anlayabilmiş olsalardı, kesinlikle buradaki kazanılan şerefinizi kıskanırlar ve sizin önünüze geçmeye çalışırlardı. Haydi benim yaptığım gibi savaşın!" dedi.
Sonra ileri atılıp "Benimle yeke yek kim çarpışacak!" diye seslendi. Onun hakkında Hz. Ebu Bekr'in dediğini "İçinde böyle yiğit olan ordu hezimete uğratılamaz!'" dediler. İranlılardan Zıf 1-Hacib Ka'ka ile düelloya çıktı, Ka'ka ona "sen misin?" deyince, Zulhacip "Ben, Behmen Cazeveyh'im!" dedi. Ka'ka "Hey, Ebu Ubeyde'nin Selit'in Köprü savaşına katılanların intikamı heey!" diye haykırdı. Karşılaştılar. Ka'ka'a onu öldürdü.
Ka'ka tekrar çarpışacak birini istedi. Bu kere iki İranlı çıktı. Biri Birzan, diğeri Bindevan idi. Haris b. Zabyan da ileri fırlayıp Ka'ka'a'mn yanında yer aldı. Ka'ka'a vurunca Birzan'ın kafasını uçurdu. Haris de Bindevan'm kafasını biçti. Ardından ordu saldırdı. Akşama kadar kılıç harbi devam etti. Bugün İran ordusu sevinebilecek bir başarı gösteremedi, fil üzerinde savaşı da denemediler. Zira fil ler-deki zırhlar dünden parçalanmıştı.
Şa'bi der ki: Neha' kabilesinden dört oğlu olan bir kadın vardı. Oğullarına: "Siz müslüman oldunuz ama kendinizi değiştirmediniz. Göç ettiniz bir araya gelmediniz. Ülkeler sizinle uyuşmadı, kıtlık sizi
457[1] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/202-214
yurdunuzdan başka yere taşımadı. Sonra da ananızı yaşlı aciz bir halde getirip İranlıların arasına koydunuz. Siz tek bir adamın çocuklarısınız üvey kardeş değilsiniz. Nitekim ananız da tek. Ben babanıza ihanet etmedim, dayınızı utandırmadım. Gidip şu savaşa katılın." dedi. Çocukları harbe katılmaya gittiler. O da ellerini açtı ve "Ya Rabbi evlatlarımı koru!" diye dua etti. Harpten geriye hiç yara almadan döndüler. Sabi der ki: "Ben onları daha sonra gördüm. Her biri ganimetten ikişer bin alıp annelerine teslim ederlerdi. O da bunları onların yararına kullanacakları şekilde bölüştürürdü.
Süleym b. Abdurrahman anlatıyor: Ka'ka'nm amca oğulları develere, fil hevdeci gibi zırhlı oturak yapıp, üzerlerine onar kişi bindirip develeri örtüyle örttüler. Etraflarını da süvarileri sardı. Sonra bu devlerle İran süvarileri üzerine yürüdüler. Böylece İranlıların bir gün önceki Ermas gün yaptıkları ürkütmeyi onlara karşı fil taklidi ile gerçekleştirip süvarilerini dağıttılar. Sonra müslüman süvarileri onlara saldırdı, böylece İranlılar bir gün önce mü si umanların uğradığı zayiattan daha fazla can kaybına uğradılar.
Yine Süleym şu hatırasını nakleder: İranlılardan biri çıkıp çarpışmak için adam istedi. îlba' b. Cahş çıktı. İlba ona hafif bir kılıç darbesi indirip ciğerini yaraladı. Bu kere İranlı ona vurdu ve karnını deşti.Her ikisi de yere yıkıldı. İranlı anında öldü. İlba'nın bağırsakları dışa yayılmış olduğundan ayağa kalkamıyordu. Bağırsakları katmaya uğraşırken bir müslüman ona geldi ve bağırsakları karnına kattı. Karnının yarılan yerlerini tutup sonra mü s lüm ani ardan tarafa hiç bakmadan doğruca İranlılara doğru saldırdı. İlk düştüğü yerden otuz arşın ötede İran saflarının içinde şehadet şerbetini içti.
Yine A'raf b. A'Iem düelloda İranlı ikisini peş peşe yere serince bir grup ona saldırıp silahını düşürttüler. İranlılar silahı alınca, A'raf yerden yüzlerine öyle bir toz savurdu ki, hiçbir yara almadan arkadaşlarının yanına döndü.
O gün Ka'ka'a otuz hamlede otuz savaşçı öldürdü. Bu gün müslümanların zafer günüydü. İran'ın ileri gelen pek çok komutanı öldürülmüş harp geceye kadar sürmüştü.
Harp şiddetlendiği zaman Ebu Mihcen hala hapisti. Gece olunca Sa'd'a kendisini bırakması için yalvardıysa da Sa'd onu azarladı. Bu kere o, Sa'd'ın eşi Selma binti Hafsa'ya geldi ve: "Yâ Selma, Yâ Hafsa ailesinin kızı, sen hayır yapabilir misin?" dedi. Selma: "Neymiş o?" dedi. Ebu Mihcen: "Benim kelepçemi çöz. Vallahi Allah bana sağlık verirse sana gelip tekrar ayağımı kelepçeye kendim koyayım." dedi. Selma: "Ben bunu yapamam" deyince, Ebu Mihcen kelepçelerini sürüyerek yürüdü ve "Süvariler mızrakla saldırırken benim böyle bağlı bırakılmam üzüntü için yeter." Diyerek hüzünlendirici bir şiir okudu. Selma da etkilenip "onu serbest bıraktı ve evine döndü.
Ebu Mihcen sarayın hendek tarafındaki kapısına kadar atı çekerek dışarı çıkardı ve ata bindi. Ordunun sağ kanadına gelince tekbir getirip İran ordusunun sol kanadına saldırdı. Sonra müslümanların ardından dolaşıp sol kanadın içinden onların sağ kanadına tekbir getirip saldırdı. Sonra ordunun ortasına geldi ve öne geçti. İranlılara mızrak ve diğer silahlarla saldırdı. O gece insanları kırıp geçirdi. Gündüz görünmeyen bu adama şaştılar ve "Herhalde HaşimMn öncüleri ya da Haşim'in kendisi" dediler.
-Sa'd (r.a.) sarayın damında yüz üstü kıvranarak acılar içinde orduyu kontrol ediyordu. "Eğer Ebu
Mihcen hapiste olmasa bu odur, atı da onu atıdır, diyeceğim" dedi. Kimisi de "Eğer Hızır savaşa gelirse bu Hızır'dır" dediler. Gece yarısı İranlılar savaşı durdurunca Ebu Mihcen geldiği yerden saraya girdi atım bağlayıp ayaklarını kelepçeye koydu. Sonra da "Öğünme değil ama Sakifliler bilir ki, biz onların kılıç yönünden en ilerisi, en iyi zırhlıları, dayanamadı ki arı yerde en sabırlısı... Kadisiye gecesi beni fark edemediler. Ben de savaşa çıkışımı bildir-medim. Hapsedilmişsem bu benim imtihanımdı. Bırakılsam onlara ölümü tattırırım." diye bir şiir okudu. Selma ona: "Ey Ebu Mihcen, Sa'd seni niye hapsetti?" deyince, O: "Vallahi hapsolmam ne haram yediğim ne de içtiğimden. Ben Cahiliye döneminde içki içen bir şairdim. Şimdi onlardan bir şiir, alışkanlıkla dudağımdan döküldü:
1- Öldüğümde beni üzüm çubuğunun köklerine defnedin ki, ölümden sonra üzümün kök damarları kemiklerimi sulasm.
2- Sakın beni çöle defnetmeyin zira ben ölünce onu tadamayacağım diye korkarım
3- Mezar lahdimi Za'feran şarapı sulasm zira, ben onu gönderdikten sonra ona esir oldum!
Bu şiiri okuduğum için hapsetti" dedi.
Bu yüzden Selma, Ermâs, Hed'e, Sevâd diye ad verdikleri bu harp gecelerinde, Sa'd'a öfkeli idi. Sabah olunca gelip onunla barışıp Ebu Mihcen meselesini anlattı. O da onu serbest bıraktı ve: "Haydi git, bundan sonra seni söylediğin bir sözden dolayı -onu işlemedikçe- ce-zalandırmayacağım!" dedi. Ebu Mihcen ise "Zararı yok. Vallahi bundan sonra dilime kötü laf dolamayacağım" dedi.458[2]
Imas Gunu
Seyf b. Ömer, Muhammed-Talha ve Ziyad'dan şöyle anlatır: -Üçüncü gün sabah olduğunda iki tarafta kendi saflarında yerlerini korumuş haldeydi. İki saf arasında bir mil uzunluğunda gelen gecenin çiğneyip ezdiği ahmak baklasının kalan eseri gibi kan izleri oluşmuştu. İki bin müslümanıardan, on bin de İranlılardan Ölü ve ölmek üzere ağır yaralı vardı. Ağır yaralılar kadınlara bıraklıdı. Çocuklarla kadınlar kabir kazıyor, ölüler sırtlarda oraya taşınıyordu. Oraya o gün iki bin beş yüz kişi defnedildi. Yaralılar ilerdeki bir hurma bahçesine taşındı.
O gece Ka'ka'a sabaha kadar arkadaşlarını bölük bölük önceki yerlerine gönderip onlara: "Güneş doğunca yüzer yüzer hazırlanıp bir grup gözden kaybolunca öbürü gitsin." Haşini Şam'dan imdada gelirse ne ala, yoksa siz yeni bir takviye gelmiş numarası yaparak insanların ümidini artırın!" dedi. Onlar da kimse farkına varmadan emri uyguladılar. Sabah, gün ilk ışıklarını gösterince Ka'ka'a tekbir getirdi. Arkadaşları da getirdi. O zaman harp meydanındakiler takviye güçleri geldi sandılar. Asım b. Amr da emrindekilere aynısını yapmalarını emretti. Böylece harp başladı. Ka'ka'a'nın son partisi gelip harbe katılmıştı ki, Haşini yanında yedi yüz kişi ile Şam'dan yardıma gedi. Ona da Ka'ka'a'nın
458[2] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/214-218
yaptığı haber verildi. O arkadaşlarını yetmişer kişilik gruplara ayırıp oraya sevk etti. Kendine gelip ordunun ortasına katıldı ve tekbir getirdi. Haşini arkadaşlarına: "Savaş önce birbirine hücum şeklinde sonra da atışmakla olacak dedi. Atın kulağına ok saplanınca yaya çarpışmaya mecbur kaldı.
İranlılar o gece fillerin zırhlarını tekrar yenilediler ve bu günkü çarpışmaya fillerle katıldılar. Fillerin palanları tekrar kesilmesin diye etrafında piyadeler onları korumak için de süvariler vardı. Müslüman gruplardan birine fili sürdüler. Atları tekrar ürkütmek istiyorlardı. Ama iş dünkü gibi olmadı. Zira filler yalnız olunca vahşileşip etrafında insan olunca ehlileşiyordu.
Bu İmas günü sabahtan akşama kadar çok şiddetli geçti. Fakat iki taraf da üstünlük sağlayamadı. Yezdecürd de durumu anlayınca İranlılara yardım gönderdi. Eğer Allah Ka'ka'a'nın aklına o hileyi getirmese bir de Haşim gelmese idi müslümanlar moralman yıkılacaktı.
Şa'bî der ki: Kadisiye'deki üçüncü günü, İmas günü idi. Kadisiye günlerinde ondan daha şiddetlisi olmadı. Her iki taraf da eşit savaştı. Müslümanlar bir yerde bir üstünlük sağladı mı aynısını müşrikler de sağlıyordu.
Kays b. Mekşuh, Haşim'le beraber Şam'dan gelişinde beraberinde-kilere şöyle konuştu: Ey Araplar, Allah size İslâm'ı bağışladı. Muhammed (a.s.)'ı size ikram etti. Siz Allah'ın nimeti ile kardeş oldunuz. Davanız bir, işiniz birdir. Önce ise birbirini parçalayan aslanlar gibiydiniz. Kurt gibi birbirinizi yiyordunuz. Allah'a yardım edin o da size yardım etsin. İran fethinin gerçekleşmesini isteyin. Zira Şam'daki kardeşlerinize Allah oranın fethini gerçekleştirdi. Kırmızı saraylar ve kızıl atlar onların oldu.
O gün Amr b. Ma'di Kerîbi arkadaşlarına "Ben file ve etrafındakilere saldıracağım, benden pek uzaklasın ayın" diye tembih edip saldırdı. Fakat yerden kalkan toz onları örttü. Arkadaşları "O öldürülürse bizim yiğidimiz öldürülmüş olur." Deyip atıldılar ve onu müşriklerden kurtardılar. Atı vurulmuş kendi yerde idi. O sırada oradaki İranlı birinin atının ayağını yakaladı. İranlı atı sürmek istedi. At gitmeyince baktı ve Amr'ı gördü. Onu öldürmek isterken arkadaşları gelip kurtardılar.
Esved b. Kays, Kadisiye'ye katılan birinden şöyle nakleder: -İranlılardan biri iki ordunun ortasında durdu ve birtakım sesler çıkarıp "Benimle kim savaşır?" dedi. Bizden Şebr b. Alkame denen küçücük boylu bir adam çıktı. İranlı: "Ey Müslümanlar, bu adam size insaf etti" deyip onu beğenmedi. Lakin kimse cevap vermediği gibi ona karşı çıkan da olmadı. İranlı: "Beni alaya almazsanız bununla da savaşırım" dedi. Sonra İranlı nâra atıp ona saldırdı ve yere yıkıp göğsüne oturdu. Sonra onu kesmek için kılıcını aldı. Meğer Şebr'in atının yuları kuşağına bağlı imiş. İranlı kesmek için kılıcını sıyırıp kaldırınca at ondan ürkerek öyle bir ileri atıldı ki yular adama takılıp üstünden yere yuvarlandı. At onu sürüklüyorken Şebr atılıp üstüne çıktı. Arkadaşları ona bağırıyorlardi. O da "Dilediğiniz kadar bağırın, silahlarını almadan bırakmam" deyip onu öldürdü.
Fillerin ordudaki atları nasıl ürküttüğünü gören Sa'd (r.a.) İranlılardan orada Müslüman olanlara: "Bu fillerin öldürülebilecek noktası var mı?" diye sordu. Onlar da "Evet, dudakları ve gözleri" dediler. Sa'd, Ka'ka'a ve kardeşi Asım'a: "Siz beyaz fili öldürün", Hanmal ve Rabbil'e de: "Siz de karşınızdaki derisi benekli fili öldürün" dedi. Diğer filler bunlara uyuyordu. Ka'ka'a ve Asım iki yumuşak mızrak alıp sürünerek file yaklaştı. Sağı solu gözetlediler. Diğer iksi de aynısını yaptı.
Arkadaşları onları koruyordu. Filler etrafındaki adamlarla meşgulken, Ka'ka ve Asım fırlayıp filin gözlerine mızraklarnı sapladılar. Fil müthiş bağırıp başını salladı. Sürücüsünü atıp dudaklarını sarkıttı.
Ka'ka'a da hemen dudaklarını kesti. Sonra üzerindeki savaşçıları öldürdüler. Hammal ve Rabîl de file saldırıp önce gözüne mızrak saplayıp sonra dudağını koparttılar.
Filler gidince müslumanlar, İranlılarla baş başa kalıp, hücuma geçtiler. Yatsı vaktine kadar öfkeyle çarpıştılar. Her iki traf da harbi eşit bir şekilde götürdü. Çünkü müslümanlar fillerle uğraşırken onlar da askerini toplayıp bir takım tuzak hazırlamışlardı.
Bu savaş geceye de sıçrayıp her iki taraf sabırla çarpıştı. Bu geceye "Herir" gecesi dendi. Bu geceden sonraki gecelerde Kadisiye'de başka çarpışma olmadı.
Abdurrahman b. Ceyş anlatıyor:
-Herir gecesi Sa'd (r.a.), Tuleyha ile Amr'ı ordunun aşağısmdaki nehrin geçidinden İranlılar geçer korkusuyla geçitte nöbete yolladı ve: "Oradan İranlılar geçmişse onların karşısına geçin, yok geçmemişlerse benim emrim gelene kadar orada nöbet tutun" diye tembihledi. Hz. Ömer, Sa'd'a ridde (dinden dönen) gruplara liderlik etmiş kimseleri -sonradan tevbe etse de- asla yüz kişinin başına bile idareci yapmamasını tembih etmiş idi. İkisi oraya varınca kimseyi görmediler. Tuleyha: "Şuradan nehre dalıp İranlılara arkalarından saldırsak!" dedi. Amr ise: "Hayır nehri aşağısından geçelim!" dedi. Zıtlaştılar. Tuleyha: "Benim dediğim daha uygun." derken Amr: "Sen benim gücümün yetmediği bir şeye çağırıyorsun." deyince ayrıldılar. Tuleyha İran ordusuna tek başına arkadan yaklaştı. Amr ise hem kendi hem de onun adamlarını alıp nehri aşağıdan geçti. Hepsi İranlılara saldırdı. İranlılar da fırladılar. Sa'd onların vaziyetinden korkup, Kays b. Mekşûh'u yetmiş kişi ile peşlerinden yolladı. Bu Kays Hz. Ömer'in emir olmasını istemediği Ridde liderlerinden idi. Sa'd ona: "Sen onlara yetişirsen sen başkansın." dedi. O da yola çıktı. Suyun şeddine gelince İranlıların Amr ve arkadaşlarını kovmaya çalıştıklarını gördü ve o da hemen onları kovaladı. Kays dönüp Amr'ı ayıpladı. O da ona cevap verip bağrıştılar. Kays'ın yanındakiler: "Ama bu sana emir tayin edildi!" deyince önce sustu sonra da: "'Benim cahiliye döneminde bir adamın ömrü için kendisiyle savaştığım birini mi bana emir yapıyor." deyip ordunun yanma döndü.
Tuleyha ise varıp şeddin karşısına gelince üç kere tekbir aldı. Sonra hızla uzaklaştı. İranlılar peşine koşuştular ama nereye gittiğini anlayamadılar. Tuleyha'da nehrin aşağısındaki geçitten geçip orduya geldi ve Sa'd'a vaziyeti anlattı.
Humeyd b. Ebi Şeccâr da bu olayı bir başka yönden anlatır.
Bu gece savaşa katılmış olan Kays b. Hübeyre, askere bir hutbe irad edip nasıl çarpışılacağım anlattı.
Yine Düreyd b. Ka'b da: "Cihadın sevabını anlattı. Neha" kabilesinin sancağı onda idi.
Eş'as b. Kays da ölümün buradaki derecesini anlattı.
Hanzala b. Rabî' de: "Damat olacakmış gibi kendinizi süsleyin, başınıza kesin geleceği belli olan
şeyden sızlanmayın, sabır sızlanmadan daha iyidir." dedi. Diğer liderler de orduyu heyecanlandıran bir takım konuşmalar yaptı.
Abdullah b. Ebu Taybe anlatıyor:
Herir gecesi Müslümanlar Sa'd'ın üçüncü tekbirini beklemeden hücuma geçtiler. İlk saldıran Ka'ka'a idî. Sonra Esedliler sonra Neha'lilar, sonra Becile kabilesi ardından da Kinde saldırdı. Sa'd her birine acıyarak dua etti
Enes b. Huneys der ki: Herir gecesi ben Kadisiyede idim. Sabaha kadar kaynakçının çekiç sesi gibi demirlerin tıngırtısı devam etti. O gün Allah onlara sabrı adeta gökten üstlerine boşaltmış gibi oldu. Sa'd ömründe böyle bir gece geçirmemişti. Ne Araplar ne acemler böyle büyük bir olay görmediler. Nihayet Sa'd ve Rüstem tarafından haberler kesilince Sa'd sabah namazına kadar dua etti. İnsanlar bunun için galip geldiklerine kanaat getirdiler.
A'ver b. Benân'm dediğine göre bu galibiyet kanaatinin sebebi gecenin son yarısının ortalarında Ka'ka'mn: "Biz bir toplumu katlettik.'" diye başlayan bir şiiri okuması idi.
İbnu Rufeyl der ki: O gece sabaha kadar hiç konuşmadan, sadece kedinin uyurken boğazından çıkan "hır hır" sesi göğüslerinden çıktığı için bu geceye "Herir" gecesi dendi.
Mus'ab b. Sa'd anlatıyor: O gece Sa'd saflardan haber almak için yaşlı birini bulamayınca, Bicad adlı ufak bir çocuğu yollamıştı. Geri geldiğinde Sa'd: "Ne gördün yavrum?" deyince: "Onlar kılıç oyunu oynuyorlardı." dedi. Sa'd da: "Yoksa ciddi bir oyun mu oynuyorlar!" dedi.
Abis el-Cûfî anlatıyor: Jmas günü karşılarına bir İran bölüğü geldi. Üzerleri tam zırhlı idi. Onlara yaklaşıp kılıçla saldırınca kılıcın demir zırha bir şey yapmadığını gördüler. Hemen geri çekildiler.
Humeysa adlı birisi: "Bakın ben nasıl olacağını göstereyim/' deyip mızrağı onlardan birinin sırtına vurdu. Sonra dönüp: "Bunlar çaresiz önünüzde ölecekler." dedi. Hepsi birden saldırınca İranlılar saflarına geri kaçtılar.
Şa'bî der ki: Kinde alayından yedi yüz kişi karşılarında İranlılara yardıma gelen Taberistan Türklerini gördüler. Eş'as onlara: "Ey Kinde mücahitleri saldırın!" dedi. Onlar da saldırıp, onları dağıttı. Taberistan Türkleri öldürüldü.459[3]
Kadisiye Gecesi
Muhammed, Talha ve Ziyad anlatıyor: Herir gecesinin sabaha yakın kısmına "Kadisiye gecesi" dendi. Bu gece ordunun en yorgun gecesiydi. O gecenin tümünde savaşmadılar. Ka'ka'a ordu grupları arasında dolaşıp onlara: "Bu saatten sonra hezimet acele edenin olur. Sabredin bir müddet tahammül edin. Zira zafer sabırladır. Sabrı sabırsızlığa tercih edin." dedi. Liderlerden bir kısmı da Ka'ka'a'nın yanında toplandı. Hep birlikte Rüstem'in hareketinin ne olacağına baktılar.
459[3] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/218-223
Komutanlar o gece askere şöyle bir konuşma yaptı:
-Allah'ın bu emrini icrada İran ordusu sizden daha ciddi olamaz. Onlara ölüme sizden daha cüretli değillerdir. Dünyadan vazgeçmeye canları sizden daha cömert olamaz. Haydi onlarla can yarışına çıkın!
Rabîa taburu içinde de: "İranlıları en iyi tanıyan sizsiniz. Daha önce olduğu gibi onlara karşı en cüretkar sizlersiniz. Bu günde en cüretkar olmanıza hiçbir engel yoktur." dediler.460[4]
Rüstem'in Öldürülüşü
O gün öğle vakti girince, ilk ayrılan Hürmüzan ile Birzân oldu. Ordunun kalbi böylece öğle vakti açılmış oldu. Üstlerine gelen harp tozu durdu. Birden bir kasırga esti. Rüstem'in tahtının üstündeki gölgeliği söküp attı. Sonra Atik üzerinden batı yeli olarak esti. Fırtınanın tozu üstlerine yağmaya başladı. Ka'ka'a ve arkadaşları tahtın yanına varıp ele geçirdiler. Rüzgar üstünü attığında Rüstem, kalkıp kendisine o gün levazımat getiren katırın gölgesine sığındı. Levazımat hâla katırın üze-rindeydi. Hilal b. Ullef e gelip katırın yükünün ipini kesti. Yükün bir tarafı (bir dengi) Rüstem'in üstüne düştü. Hilal onu görmediği gibi orada olduğundan haberi de yoktu. O yükleri açmakla uğraşırken Rüstem kaçıp kendini Atig nehrine attı. Hilal koşup ona saldırdı. Rüstem yüzüyordu. Hilal onu ayağından yakalayıp kıyıya çekti ve alnına bir kılıç indirdi. Onu öldürüp sürüyerek getirip katırının ayaklarının dibine attı, tahtın üzerine çıkıp olanca sesiyle: "Ka'be'nin Rabbine yemin olsun Rüstem'i öldürdüm gelin!" diye bağırdı. Onlar da tekbir alarak tahtın etrafını sardılar.
İşte o vakit müşriklerin sonu gelmiş ve bozguna uğramışlardı. Calinos oradaki bir duvar yıkığının üzerine çıkıp, İranlılara: "Nehrin karşısına geçin!" diye bağırdı. Rüzgar kesilip toz da dağıldı. Onlardan oraya yakın olanlar derhal nehre koşup peş peşe kendilerini Atik nehrine attılar. Müslümanlar da onlara mızraklarını sapladılar. Onlardan hiç kurtulduğunu haber veren olmadı. Bunlar otuz bin kişiydi. Dırâr b. El-Hattab da (Feridun Şah'in) Direfş'i Gâviyân adındaki bayrağı ele geçirdi.461[5] O bayrağın yerine otuz bin bedel verildi. Bayrağın değeri bir milyon iki yüz bin dinar değerindeydi.
Harpte sadece bu gün ölenlerin sayısı on bin kişi oldu.
Ebu Ka'b et-Tâî babasından naklediyor: Herir gecesi öncesi Kadisiye'de iki bin beş yüz kişi öldürüldü. Herir ve Kadisiye gecesi sadece Müslümanlardan altı bin kişi öldürüldü. Oradaki hendeğe def-nedildiler.
İranlılar kaçıp ortada kimse kalmayınca, ölülerin üzerleri kapatılıp iş bitince Sa'd (r.a.) kaçanları takip emri verdi. Öne doğru gidenlere Zühre'yi, aşağıya kaçanlara Ka'ka'a'yı, yukarı gidenlere
460[4] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/224
461[5] Aslında Gâve bayrak demektir. Gâve çok kuvvetli (öküz güçlü) biri olup İsfahan şehrinin valisi idi. İran ordusu orada toplanır ve hazırlanırdı. Orada İran'daki bütün harp malzemesi yapanlar onun başkanlığında toplanırdı. Bu zat Zahhak adlı bir kralı, halkı toplayıp öküz derisi önlüğünü bayrak olarak kullanarak öldürüp, yerine Feridun'u geçirdi. Onun için bayrak bu adı aldı.
Şurahbil'i takibe yolladı. Sonra Müşriklerin bıraktıkları malzeme ve mallar toplandı. Şimdiye kadar bu miktarda bir mal görülmemişti.
Zühre kaçanların peşinden nehrin şeddine kadar geldi. İranlılar Müslümanlar takip etmesin diye şeddi yıkmışlardı. Zühre üç yüz kişiyle art arda koştular. Diğerlerine de ufak köprüye gidin ve orayı bizim için tutun dedi. Onlar da öyle yaptılar. Böylece Zühre ve arkadaşları, İranlılara yetişti. Calinos onları korumak için arka tarafta idi. Zühre ile kapıştılar. Zühre Calinos'u öldürdü. Harrâra denilen yerden Seylehîn ve Necef e kadar bu arada olan İran savaşçıları kılıçtan geçirildi. Akşama Kadisiye'ye döndüler. Sa'd da zaferi Ömer (r.a.)'a bildirdi.462[6]
Medâinî bu sonucu şöyle anlatır: Şevval ayının sonunda üç gün çok çetin savaştılar. Bunun Ramazan'm başında olduğu da söylenir. Rüstem öldürülünce acemler hezimete uğradı. Yine bazı rivayetlerde Rüstem'in susuzluktan öldüğü de söylenir. 463[7]
Müslümanlar kaçanların ardına takılıp savaşa devam ettiler. Calinos ile Zü'l Hacib bu sırada öldürüldü. Müslümanlar bu grupları (Küfe civarındaki) Harrara Seylehîn ve Necef arasında kıstırıp kılıçtan geçirdi. Kaçabilenleri Medayin'e sığındı. Müslümanlar onları orada öyle bir kuşattılar ki, açlıktan köpekleri bile yemeye mecbur kaldılar. Sonra ailelerini alarak çıkıp tâ Celûla'ya kadar geldiler.2 Ebu Vail anlatıyor: Biz onları Sırat nehrine kadar takip ettik. Bir kısmını Fırat'a kadar takip ettik, Allah onları hem Fırat hem de Sırat kıyısında bozguna uğrattı. Biz onları Medâin'e sığınıncaya kadar kovaladık.464[8]
Yine Ebu Vail der ki: Ben o anı iyi hatırlıyorum. Birbirlerini öldüren bir sürü adamın hendekte yatan cesetleri üzerinden yaya olarak geçmiştim.465[9]
Habîb b. Sohbân anlatıyor:
-Kadisiye savaşında o kadar çok altın kap ele geçirmiştik ki, içi-mizdekilerden birisi: "San beyaza değiştirilir." yani altın gümüşe değiştirilir, diyordu.466[10]
El-Meâinî anlatıyor:
-Sonra Sa'd b. Ebi Vakkas onların peşinden gitmek için Kadisiye'den hareket etti. Yolda Hıyre halkı ona gelip: "Ya Sa'd! Bize dokunma, zira biz daha önceki yaptığımız anlaşmaya sadığız." dediler. Bistamhlar sulha geldi. Sa'd onlarla sulh anlaşması yaptı. Sonra Sa'd Fırat nehrinin karşısına geçti. Orada başlarında Basbahrâ denen komutanın bulunduğu bir orduya rastladılar. Zühre b. Hıveyye Basbahrâ'yı öldürüp topluluğu dağıttı. Sonra (Babil yakınındaki Irak Mezopotamya'sı içinde bulunan) Köse yakınlarında başka bir gruba rastladılar. Başlarında komutan olarak Feyrûzân vardı.
462[6] Taberi'den nakil sona erdi.
463[7] Tarihi Halife 132
464[8] Tarihi Halife 132
465[9] Age 132
466[10] Tarihi Halife 133
Onları da hezimete uğrattılar.467[11]
Muhammed îbnu Cerîr et-Taberi ise Kadisiye savaşının- bu yıl değil de önceki- ondördüncü yılda
yapıldığını söyler, yine İbni Cerir, on beşinci yılda Sa'd b. Ebi Vakkas'in Hz. Ömer'in emriyle Kofe'de -
ilk defa- şehir kurduğunu bahseder. Yine bu yılda Hz. Ömer (r.a.)'ın ilk defa asker aylıklarını
belirlediğini, ilk defa devlette divan kurdurduğunu ve ilk Müslüman olanlara devlet gelirinden
sosyal yardım yaptığını anlatır.468[12] İbnu Cerir-i Taberi der ki:
Allah (c.c), Müslümanlara İran ganimetlerini açıp Rüstem de öldürülüp, Şam fetihlerinin ganimetleri
de Ömer'e geldiğinde, Müslümanları topladı ve: "Vali için bu maldan helal olan miktar ne kadar?"
diye sordu. Onların hepsi birden: "Valinin sırf kendi için yiyecek gıdası ve ailesinin gıdası, ne az ne
fazla. Onların ve valinin yaz ve kış giyecekleri. Cihada gitmesi, ihtiyaçlarını taşıması ve hacca binip
gitmesi için iki hayvan. Taksimat eşit olarak yapılacak. Bir felakete uğrayana, uğradığı felaket kadar
verilecek. İnsanların işlerini düzenleyecek. Başlarına bir bela, bir felaket geldi mi durumları
düzelene kadar onlara bakmayı üstlenecek." dediler.469[13]
(Abdullah b. Ömer anlatıyor: Ganimet malları gelince Ömer halkı topladı ve: "Ben tüccar bir
adamdım. Allah yaptığım ticaretle ailemi kimseye muhtaç etmiyordu. Lakin siz devlet işinizi bana
yıkarak beni ticaretimden ala koydunuz. Ne diyorsunuz şu gelen ganimetten bir şey almak bana
helal olur mu?" dedi. Toplumun her biri bir şey söyledi.) Hz. Ali susuyordu. Ona: "Sen ne diyorsun
ya Ali?" deyince, "Sana ve ailenin ihtiyacı için örfe -günün geçerliliğine- göre ne yeterse o kadar. Bu
malda senin başka alacağın olamaz" dedi. Halk da onu destekledi.470[14]
Salim b. Abdullah b. Ömer anlatır:
-Hz. Ömer halife tayin edilince, Ebu Bekr'in maaşı kadar bir nzıkla maaşlandinlmıştı. Nihayet bu
para yetmeyerek ihtiyacı çok arttı. Aralarında Osman, Ali, Talha ve Zübeyr'in bulunduğu bir grup
toplandı.
Zübeyr: "Ömer'e söyleyelim de maaşını artıralım!" dedi. Ali: "Kabul etmesini ne kadar isterdik.
Haydi gidip yanına varalım." dedi. Osman da: "Durun, biraz da önce Hafsa'ya gidelim, ona soralım!"
deyip Hafsa'ya gittiler ve sordular. Onlar çıkınca, Hz. Ömer ona geldi ve kimlerin geldiğini sordu. O
da söylemedi, ancak: "Sen şu konuda kendi kanaatini önce bildir!" dedi.
O zaman Ömer (r.a.): "Ya Hafsa! Allah aşkına söyle, Rasulullah (s.a.v.)'in senin evinde elbise olarak
nesi olurdu." deyince Hafsa: "Elçiler gelince ve Cuma hutbesini okuyacağında giydiği iki boyalı elbise."
dedi. "Peki sende yediği en iyi yemeği ne idi." deyince: "Arpadan ekmek yapar, sıcakken
467[11] Tarihi Halife 133
468[12] Kadisiye ile ilgili Taberi rivayetini yazdık, Taberi 2/452'de der ki: Bu yıl, yani on beşinci yılda Ömer Müslümanlara ödenecek maaşı karara bağladı ve divan
tertip eyledi. Bu devlet bahşişlerini İslam'daki önceliğe göre belirledi ve Saffan b. Ümeyye, Haris b. Hişam, ve Süheyl b. Amr gibi Mekke fethinde Müslüman
olanlara daha önce Müslüman olanlardan az verdi. Onlar bunu almak istemeyip: "Kimsenin bizden daha kerim olduğunu kabul edemeyiz!" dediler. Hz Ömer de:
"Ben bu bahşişi kişinin şerefine göre değil İslam'a girişindeki önceliğe göre verdim." deyince tamam dediler. İbnu Cerîr orada kimlere ne kadar verildiğini kimlerin
itiraz ettiğini etraflıca anlatır.
469[13] Taberi 2/453
470[14] Taberi 2/453
üzerine yağ çömleğinden biraz yağ döker ve yumuşatırdık o da onu severek yerdi!" dedi. "Peki ya minderi?" deyince Hafsa: "Sert kaba bir kumaşımız vardı, yazın onu dörde katlar altımıza sererdik. Kışın yarısını altımıza yansını üzerimize alırdı." dedi.
Ömer (r.a.) bunun üzerine: "Ya Hafsa! Sana gelip benim maaşımı yükseltmek isteyenlere söyle ki, Rasulullah (s.a.v.) bu şeyleri ölçüp biçer fazlasını vereceği yerlere verirdi. Ben de kendi geçimim için bir şey takdir ettim. Vallahi fazlasını yerli yerine vereceğim ve onu ulaşacağı yere kolaylıkla ulaştıracağım. Benim ve benden Önceki iki arkadaşım (Peygamber ve Ebu Bekr) tıpkı şu örnekteki üç kişiye benzeriz. Bunlardan birincisi yol azığını aldı yola çıktı ve hedefe ulaştı. İkincisi ardından yola çıkıp birincinin yolundan gidip ona ulaştı. Sonra üçüncü peşinden yola çıktı. Şimdi o ikisinin gittiği yoldan giderse, onların azığı kadarına razı olursa, onlara ulaşacak ve onlarla beraber olacak. Onların yolundan ayrılırsa onlarla bir daha buluşmayacak." diyerek maaşın artırılmasını reddetti.471[15]
Bu Yıl Atadığı Valileri
Attab b. Esid (r.a.)
Bu yıl Hz. Ömer'in vali olarak tayin ettiklerinden birisi Attab idi. Nitekim İbnu Cerir böyle söylüyor. Biz Attab'ın ölümünü daha Önce bildirmiştik.472[16]
Taberi diğerlerini de şöyle söyler: Ömer (r.a.) bu yıl; Ya'la b. Münye'yi Taife, Sa'd b. Ebi Vakkas'i Küfe'ye, Küfe kadılığına Ebu Kurra'yı, Muğira b. Şu'be'yi Basra valiliğine, Yemame ve Bahreyn emirliğine Osman b. EbuT As'ı (bir rivayette el-Alâ el-Hadrami'yi) Ummân'a Huzeyfe b. Mihsan'i, Şam diyarı genel valiliğine de Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı tayin etmiştik.473[17]
15. Yılda Vefat Olayları
1- El-Haris B. Hişam
Haris b. Hişam'ın bu yıl içinde öldüğü iki ayrı rivayetten biridir. Onun ölümüne dair esas izah ileride -Filistin'de Ramle ile Kudüs arasında Ğor vadisinde bulunan- Amvas şehrinde baş gösteren veba hastalığından ölenler bölümünde gelecektir.
2- Sa'db.Ubade (R.A.)474[18]
471[15] Taberi 2/454, 455. Metin Taberi'dekidir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/224-229
472[16] Taberi, Tarih 2/442. Lakin Taberi orada: "Bir görüşe göre1' diyerek ihtilafa işaret eder ve Mekke valisi diye açıklar.
473[17] Taberi 2/442
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/230
474[18] Hz Sa'd için bak: Siyeri A'Iamm-Nübelâ 1/270; Müsned-i Ahmed b. Hanbel 5/284, 6/7; Hakim, Müstedrek 3/252; Taberani; Kebir 6/17; İbni Sa'd 3/613;
Nesebi: Sa'd b. Ubâde b. Düleym b. Harise b. Ebi Huzeyme b
Sa'lebe b. Taif b. El-Hazrec b. Saide b. Ka'b b. El-Hazrec şeklindedir. Ensarlı ve Sâidî olup Hazrec kabilesinin önderi ki, Lakabı Ebu Sabit'tir. Bazı yazarlar Ebu Kays diye kaydederler.
Hz. Sa'd, Akabe biati gecesinde bulunan delegelerden biridir. Sakife bahçesinde -Peygamberin vefatı üzerine- bir araya gelen Ensar onun ismi etrafında birleşmiş ve halife olarak ona biat etmek istemişlerdi.
Tarih yazarlarının hiçbirisi Hz.. Sa'd'ın Bedir harbine katıldığını bahsetmiyor. Buna rağmen İmam Buhari Tarihi Kebir'inde, Ebu Hatem-i Razı de el-Cerh ve't-Ta'dil adlı eserinde, onun Bedir harbine katıldığını bahsederler.475[19]
Yine Urve'den de onun Bedir'e katıldığı nakledilmiştir.
Vakidi ise onun hakkında şu mütalaaları söyler: Sa'd b. Ubâde, Ebû Dücane ve el-Münzir b. Amr Müslüman olduklarında Sâide oğullarının putlarını kırıyorlardı. Sa'd; lider, cömert biri olup Bedir'e katılmamıştı. Bedir harbi için hazırlıklarını yaparken harbe gidemeden hastalandı. Ve yerinde kaldı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Gerçi Sa'd Bedir harbine katılmadı ama katılmaya çok arzuluydu" buyurdu. İşte İbni Sa'd bu hadisi "Tabakat"nida bu şekilde hiçbir senedi olmadan nakleder.476[20]
Hz. Sa'd Uhut harbi ile sonraki gazvelerde bulundu.
İbni Sa'd devamla şöyle der:
Sa'd b. Ubade (r.a.), Peygamberimiz Medine'ye hicret edip geldiğinde her gün ona büyük bir çanakta yiyecek yollardı. Sa'd'ın yüksek damı üzerinde her gün: "Kim et ve iç yağı severse Sa'd b. Ubade'ye
gelsin!" diye dellal çağırılırdı. Ben onun oğlunun zamanına yetiştim, o da aynı adeti devam ettiriyordu.477[21]
Abdullah b. Abbas (r.a.) der ki: Sa'd b. Ubade'nin annesi vefat edince annesi için meyvesi olgunlaşmış bir bahçesini sadaka olarak vermişti.478[22]
Hz.. Aişe'ye yapılan iftira ile ilgili hadiste Sa'd(r.a.)'ın adı geçer. Oğullan Kays, Saîd ve İshak ile Abdullah b. Abbas ve Ebu Ümâme (r.a.)'lar, Sa'd'dan hadis rivayet etmişlerdir. Said b. Müseyyeb'in de Sa'd'dan rivayeti varsa da Said, Sa'd'a sağlığında yetişmemiştir.
Buhari, Tarihi Kebir 4/44 no. 191; Buhari, Sağir 1/39; Fesevi, El-Ma'rife ve't-Tarih 1/294; Halife, Tarih 72, 117, 135, Tabakat 97, 303; Zehebi, El-Kâşif 1/278; Futuhu'i Buldan 3/583; İbni Kuteybe, El-Meârif 110, 259; Nesebu Kııreyş 200; El-Cerh ve't-Ta'dil no 382; Üsdü'l Gâbe 2/356; El-Kamil fi't-Tarih 2/489; İbnu'I Cevzî, Sıfatu's-Safve J/503; Mizzi, Tehzibu'l Kemâl 1/474
475[19] Buhari, Tarihi Kebir 4/44; Ebu Hatem, El-Cerh ve't-Ta'dil 4/8; Taberani, Mu'cemu'l Kebir'inde 6/17 h.no 535'te bu bilgiyi teyit eder.
476[20] İbni Sa'd 3/614; Hakim Müstedrek'te bu haberi aynen İbni Sa'd gibi Vakidi'den nakleder 3/252
477[21] İbni Sa'd, Tabakat 3/613
478[22] İbni Sa'd, Tabakat 3/615
İbni Sa'd derki:
-Bana Muhammed b. Ömer (Vakidi), Muhammed b. Salih yoluyla Zübeyr b. El-Münzir b. Ebi Esîd es-Saîdî'den şöyle nakletti:
-Hz. Ebu Bekr (r.a.) Sa'd'a: "Haydi gel de biat et, herkes bîat etti!" diye haber saldı. Sa'd da: "Hayır, vallahi şu ok torbamdaki okları size atmadan, beraberimdeki adamlarla sizinle çarpışmadan asla bîat etmeyeceğim!" dedi.
Bunun üzerine Beşîr b. Sa'd Hz. Ebu Bekr'e "Ey Rasulullah'm halifesi! Sa'd b. Ubâde bîat etmeyi reddetti ve inadında direndi. O öldürülmedikçe size bîat etmeyecek. O durumda oğlu ve akrabaları onunla beraber öldürülmeden o asla öldürülmeyecek. Hazreç kabilesinin tamamını öldürülmeden de onları öldüremeyeceksiniz. Öyleyse onu tahrik etmeyin, şimdilik vaziyet sizin lehinize yerine oturmuş durumdadır, size şu anda zarar verecek durumda değildir. Kendi haline bırakıldığı sürece o bir tek kişidir." dedi. Ebu Bekr (r.a.) da Beşir'in bu tavsiyesini kabul etti.
Daha sonra Ömer (r.a.) halife seçildiğinde bir gün Sa'd ile karşılaştı ve ona: "Haydi anlat es-Sa'd!" dedi. O da: "Ey Ömer haydi sen devam et!" deyince Ömer (r.a.): "Sen sahibi olmadığın şeylerin sahibisin!" dedi. Sa'd da: "Evet, bu devlet işi sana verilmiş durumda, vallahi senin arkadaşın (Ebu Bekr) bize senden daha sevimli idi. Vallahi artık ben sana komşu olmaktan hoşlanmaz oldum!" dedi. Ömer (r.a.) da: "Komşusunun komşuluğunu sevmeyen başka yere göçer." deyince Sa'd: "Ben bunu esasen gizleyecek değilim, işte komşuluğu senden daha hayırlı olan kimsenin yanına göç edeceğim." deyip, fazla oyalanmadan Şam diyarına göç etti. Daha sonra, Şam diyarındaki Havran denen yerde vefat eyledi.479[23]
Muhammed b. Ömer el-Vakidi der ki: Bize Sa'd b. Ubade'nin torunu Yahya, babası Abdülaziz'in şöyle dediğini anlattı: Sa'd b. Ubade (r.a.), Ömer (r.a.)'ın hilafetinin iki yıl altı ayında Havran'da öldü. Vakidi der ki: Sanki ölümü hicri on beşinci yılda oldu. Sa'd'ın oğlu Abdülaziz devamla konuyu şöyle anlattı:
-Medine'de Sa'd'ııı ölümü, Münebbih veya Seken kuyusu başında pindü7. ortalarına doğru kölelerin kuyudan:
"Biz Hazrec'in seyyidi Sa'd b. Ubade'yi öldürdük.
Ona iki ok fırlatıp kalbine isabette hata yapmadık." diyen bir ses duyduklarını haber verene kadar işitilmemişti. Köleler bunu haber verince azarlandılar. Ama o günün tarihini de belirlediler, sonra haberler gelince bu günün Sa'd'ın ölüm günü olduğu anlaşıldı. Sa'd b. Ubade bir tünelin içinde ufak su döküyordu. Birden bir vuruşma oldu ve Sa'd o saat içinde öldü, derisi mosmor kesilmişti.480[24]
ibnu Ebi Arûbe anlatıyor: Ben Muhammed b. Sîrîn'i bu konuyu şöyle anlatırken duydum: "Sa'd b. Ubade ayakta işemiş, arkadaşlarının yanına dönünce onlara: "Ben içimde bir halsizlik hissediyorum." deyip sonra öldü. Arkadaşları cinlerin: "Biz Hazrec'in seyyidi Sa'd b. Ubade'yi
479[23] İbni Sa'd, Tabakat 3/616, 617; Taberani, Mu'cemu'l Kebir 6/18 h.no 5357, 5358
480[24] İbni Sa'd, Tabakat 3/617
öldürdük. Ona iki ok fırlatıp kalbine isabet ettirdik." dediklerini duydular.481[25]
Said b. Abdilaziz der ki: Şam diyarında ilk fethedilen yer Busrâ şehridir. Sa'd b. Ubâde (r.a.) orada
vefat etti.
3- Sa'd B. Ubeyd B. En-Nu'man (R.A.)482[26]
Lakabı Ebu Zeyd olup Ehsar'iri El-Evs kolundandir. Bu yıl Kadisiye savaşında şehit oldu. Rivayete
göre Hz. Ömer'in Hımış şehrine vali alarak atadığı Zâhid Umeyr'in babasıdır. Sa'd (r.a.) Bedir başta
olmak üzere diğer gazvelerin hepsine katılmış idi. Kendisine lakap olarak "Sa'd el-Kârî" denirdi.483[27]
Muhammed b. Sa'd Tabakat'ında Kadisiye savaşının hicri on altıncı yılda yapıldığını ve Sa'd b.
Ubeyd'in orada altmış dört yaşında iken harp esnasında şehit düştüğünü anlatır.484[28]
Kays b. Müslim, Abdurralıman b. Ebi Leyla'dan naklediyor: Sa'd b. Ubeyd onlara harp öncesi
hitabede bulunup şöyle demiş: "Biz yarın düşmanla karşılaşacağız ve bizler yarm şehit olacağız.
Sakın bizim kanlarımızı yıkamayın, bizler sadece üzerimizdeki elbiselerle kefenlenip özel kefen
giydirilmeyeceğiz.485[29]
4- Saîd B.El-Harîs486[30]
Nesebi, Said b. El-Haris b. Kays Adiy el-Kuraşi es-Sehmi'dir. Said ve kardeşleri olan Haccâc, Ma'bed,
Temîm, Ebu Kays, Abdullah ve Sâib'in hepsi de Habeşistan'a göç eden ilk İslam muhacirlerinden dir.
Bunları İbni Sa'd anlatıyor. Çoğu Yermuk harbi ile Ecnadeyn harbinde şehit edildiler.487[31]
5- Süheyl B. Amr B. Abdîşems488[32]
Nesebi: Süheyl b. Amr b. Abdişems b. Abd-i Vüd b. Nasr b. Malik b. Hasel b. Âmir b. Lüey olup
481[25] İbni Sa'd, Tabakat 3/617; Taberani. Kebir 6/19 no 5359, 5360
482[26] Sa'd b. Ubeyd için bak: Buhari, Tarihi Kebir 4/47 no 1919; İbni Sa'd 3/458; Tarihi Halife 133; Taberi 3/444, 446, 566, 583; El-Muhabber 277, 286; Futuhu'İ
Buldan 2/321; Zehebi, Siyeri A'lamin-Niibela; Fesevi, El-Ma'rife ve't Tarih 1/487; Razi, Cerh ve Ta'dil 4/89 no 386; İstiab 2/41; Cemheratu Ensabi'l Arab 334;
Taberani, Kebir 6/65, 66; Üsdu'l Ğabe 2/285; El Vafi bil Vefeyat 15/160 no 208; İbnu Kesir el-Bidaye ve'n Nihaye 7/49, 61, 62; Cemherat-u Ensabi'l Arap 334; fbni
Hacer, El-İsabe2/31 no 3176
483[27] Sa'd'a "Kari" denilmesi ihtilaflı bir konudur. Hafız îbni Mende "Ensar'ın Kara oğullarından olması yüzünden Kârî diye oraya nispet edilmiştir." der. İbnu'l Esir
ise Üsdu'l Gabe'sinde (2/286) onun bu sözüne' itiraz ederek "Sa'd'in sülalesinin Kara'dan olmadığını nesebi sayarak açıklar ve 'işin esası Sa'd Kârî değil, sonu
hemzeli olarak Kâri' dir ve bu Kıraat kelimesinden türeyen, okuyucu anlamına gelen kelimedir. Sa'd'in Ensardan Kur'anı ilk cem eden kimse olduğuna dair rivayet
vardır. Evs içinde ondan başka Kuranı Cem eden kimse yoktur. Bu görüşü Ebu Ahıned el-Askeri ileri sürüyor. Ben ise (İbnu'l Esir) bu zatın Ensar'ın Kur'anı
toplayanlarından biri olmasın! uzak bir ihtimal buluyorum. Bu Kur'anı toplayanlardan değildi. Zira Enes b. Malik (r.a.) naklettiği hadiste, Kuranı toplayanlardan biri
olarak: "Amcalarımdan biri olan Ebu Zeyd" dernektedir. Enes(r.a.), Adiyy b. En-Neccar oğullanndan olup Hazreci'dir. Diğeri ise Fusi olduğuna göre nasıl Enesin
amcası olabilir.? Bu gerçeğe çok uzaktır.
484[28] İbni Sa'd, Tabakat 3/458; Taberani, Mu'cemu'l Kebir 6/65 h.no 5490
485[29] İbni Sa'd, Tabakat 3/458
486[30] Said için bak: İbni Sa'd 4/196; Taberi 3/572; Taberani, Kebir 6/82; Ensabu'l Eşraf 1/215; Futuhu'l Buldan 1/135; İstiab 2/8; Tehzibi Tarihi Dımışk 6/125;
Üsdu'l Ğabe 2/304; Tarihi Halife 131; Zehebi, Siyeri A'lami'n Nubela 1/202; El-Vafi bi'l Vefeyat 15/208; İbni Hacer, El-İsabe2/44
487[31] îbni Sa'd 4/196
488[32] Süheyl için bak İbni Sa'd, Tabakat 7/404; Tabakat-ı Halife 26, 300; Tarih-i Halife 82, 90; Nesebi Kurayş 417; Fütuhul Buldan 103, 109, 166; El-Muhabber 79.
162, 170, 288, 473; Ensabu'l Eşraf 1/40, 102, 203, 219, 220, 228, 237, 303, 304: 349, 350, 354, 357^362, 363, 407; Ezdî, Futuhu'ş Şam 46, 47; Fesevi. Tarih 1/524;
İbnu Kuteybe, El-Meârif 69, 154, 284, 342; İstîâb 2/108; Hakim, Müstedrek 3/281; Taberani, Mu'cemu'l Kebir 6/259; Buhari, Tarihi Kebir 4/103; El-Cerh ve't Ta'dil
4/249; Üsdu'l Ğabe 2/371; Siyeri A'lamm-Nubela 1/194
lakabı Ebu Yezîd el-Âmirî'dir.
Kendisi Kureyş eşrafından ve hatiplerinden biri idi. Mekke fethi yılı Müslüman olmuş -geç olsa da- Müslümanlığı çok iyi tatbik etmiş idi. Bedir savaşında Müslümanlar tarafından esir alınmıştı. Mekke'de iken Kureyşlileri harbe teşvik etmek üzere ortaya atılmış: "Ey Ğalib oğulları!" Siz Muhammed ve şu dinden dönenleri sizin kervanlarınızı vurgun etmeleri için serbest mi bırakıyorsunuz?" kim mal istiyorsa işte mal! Kim güç istiyorsa işte güç!" diye onları harekete geçirmeye uğraşmıştı.
Kendisi son derece cömert, eli, açık ve çok güzel konuşan biri idi. Nitekim Peygamber Efendimizin vefat haberi ulaşınca Mekke'de halkın arasında kalkmış ve Ebu Bekr'in hutbesine benzer nefis bir hutbe okuyarak onları yatıştırmıştı. Hudeybiye sulhunun yapılması için gayret eden de o idi.
Zübeyr b. Bekkar der ki: Süheyl İslâm'a girdikten sonra namazı, orucu ve sadakası bol olan biri oldu. Kendi grubu ile cihat etmek üzere Şam'a gitti. Anlatıldığına göre gündüz oruca gece ibadete kendini öyle verdi ki, derisinin rengi değişti. Kuran okunduğu zaman kendini tutamayıp ağlardı.
Medâinî ve diğer bazı tarihçiler, Süheyl'in Yermuk harbinde şehit olduğunu yazarlar. Şafı'î ile Vakidî ise onun Amvas'ta ortaya çıkan veba sebebiyle öldüğünü söylerler.
Yezîd b. Umeyra ve diğerleri Süheyle aracılığıyla Peygamber Efendimizden rivayette bulunuyorlar. Bir rivayete göre Yermuk harbinde süvari guruplarından birine komutanlık yapıyordu.
6- Âmir B. Malik B. Ehyeb Ez-Zührî
Amir (r.a.), Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'m kardeşi olup Habeşistan'a giden ilk muhacirlerdendir. Hz. Ömer'in Halid b. Velid'i azl ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı atadığını bildiren mektubunu Şam'a getiren odur. İki ayrı rivayetin doğrusuna göre Yermuk savaşında şehit olmuştur.489[33]
7- Abdullah B. Süfyan490[34]
Bu zat, Ebu Seleme b. Abdu'l Esed'in kardeşi olup Mah'zum kabi1esindendir.
Kendisi Sahabe payesine yetişmiş ve Habeş hicretinde bulunmuştur. Peygamberimizden rivayeti vardır. Amr b. Dinar'ın ondan munkatf olarak rivayette bulunmuştur. Yermuk'te şehit oldu.
8- Abdurrahman B. El-Avvâm491[35]
Zübeyr b. Avvâm'ın babadan kardeşidir. O ve diğer kardeşi Ubeydullah el-A'rac müşrik olarak Bedir harbine katılmışlardı. İkisi de harp meydanından kaçmış Ubeydullah'a Müslümanlar yetişip öl-dürmek istediler, o kurtuldu. Daha sonra gelip Müslüman oldu ve Peygamberimizin sohbetine katıldı. Yermuk savaşında şehit oldu.
489[33] Tehzibi Tarihi Dımışk 7/198
490[34] Tarihi Halife 131; Futuhu'l Buldan 1/62; El-İstîâb 2/385; Kaşif 3/83 no 2786; El Bidaye ve'n Nihaye 7/62 El İsabe 2/319 no 4721
491[35] Abdurrahmaıı için bak: İbnu Kuteybe, el-Mearif 220; İstiab 2/399; el-İsabe 2/415; Cemheratu Ensabi'l Arab 121, 125; el-Bidaye ve'n Nihaye 7/62

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...