TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 27. BÖLÜM)
Resûlallah! Benim kavmim kesinlikle bilirler ki, kadınlara benden daha düşkün hiç kimse yoktur. Rumların kadınlarını gördüğümde beni baştan çıkaracaklarından korkuyorum. Yâ Resûlallah! Sen bana izin versen de ben bu sefere gitme-sen" dedi. Bunun üzerine Efendimiz yüzünü ondan çevirerek:
"sana izin verdim" buyurdu. Allah (cc):
" Onlardan kimileri "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der.
Bilirki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir."581[80] ayetini gönderdi. Peygamberden geri kalmakla daha büyük fitneye düştü.
Münafıklardan biri de (diğerlerine), "sakın bu sıcakta yola çıkmayın!" dedi. Allah (c.c.) da onlar hakkında:
De ki; "Cehennem ateşi daha sıcaktır, eğer anlamış olsalardı"582[81] ayetini indirdi
(Sonra Resûlullah (s.a.v.); sefer işini sıkıştırdı, insanlara hazırlanmalarını emredip, zenginleri de Allah yolunda katkıda bulunmaya, bineği olmayan mücahitlere binek hazırlayıvermeye teşvik etti. Zenginlerin büyük bir kısmı, ecrini Allah'a havale ettikleri yardıma koştular.) O gün Hz. Osman'dan daha fazla yardım yapan olmadı. O yüz deve vererek bu yardıma katıldı.583[82]
Osman "b. Atâ el-Horasânî, babası-îkrime isnadıyla Abdullah b. Abbas(r.a.)'tan Tebûk seferi hakkında şunları anlattığını nakleder:
-Nebî (s.a.v.), Müslümanlara, Allah yolunda sadaka ve nafaka vermelerini emretti. Bir kısmı mükâfatını sadece Allah'tan almak üzere mallarını sarfederken, bir kısım adamlarda borç olarak yardımda bulunup, Allah rızasına yanaşmadı. Müslüman fakirlerden bir kısmı ve buldularsa getirirken bir kısmı da hiçbir şey getirmedi.
O gün en iyi yardım edenlerden birisi Abdurrahman b. Avf (r.a.) idi
ve ikiyüz okka yardımda bulundu. Omer(r.a.) yüz okka, Asım b. Adî el-Ensârî doksan ölçek hurma yardımı yapmıştı. Nebi (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf a:
"Ailene de bir şeyler bıraktın mı?" diye sorunca, "Evet, bu yaptığım yardımdan hem fazla hem daha güzelini" dedi. Nebi (s.a.v.):
'"ne kadar?" buyurunca: "Allah ve Resulünün rızık ve hayırdan temenni ettiği kadar" dedi.584[83]
Amr b. Merzûk, Seken b. Ebî Kerîme-Velîd b. Ebî Hişâm-Erkad Ebû Talha isnadıyla Abdurrahman b. Habbâb (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:
581[80] Tevbe Suresi ayet 49.
582[81] Tevbe Suresi ayet 81.
583[82] İbni Hişâm 4/173; Beyhakî Delâil 5/213; Vâkidî 3/990, 993.
584[83] Vâkidî 3/991; Taberî Tefsir Cüz 10 ayet 79.
-Resulü Ekrem (s.a.v.)'i (Ceyşi'l Usra) meşakkat ordusuna yardım teşviği yaparken görmüştüm. Osman (r.a.) kalktı ve "Yâ Resûlallah! Çulu ile palanı ile (edevatı ile) bana Allah yoluna yüz deve yaz!" dedi. Efendimiz ikinci kere teşvik edince, yine Osman kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Allah yolunda bana palanı ile çulu ile iki yüz deve yaz" dedi. Efendimiz üçüncü kere teşvik edince yine Osman (r.a.) kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Allah yolunda bana palamyla çuluyla üç yüz deve yaz." dedi.
Abdurrahman b. Habbâb (r.a.) der ki: Ben Resûlullah (s.a.v.)'in minbere çıkarak:
"Artık bu bağışından (ya da bugünden) sonra Osman'a yüklenecek bir vazife yoktur" buyurduğuna şahit oldum. Haberi Ebû Davûd-ü Tayalîsi ve diğerleri Es-Seken b. el-Muğîra yoluyla rivayet ederler.585[84]
Damra, İbni Şevzeb-Abdullah b. Kasım -Abdurrahman b. Semura'nın kölesi Kesir- isnadıyla Efendisi Abdurrahman b. Semura (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder:
-Tebuğe giden meşakkat ordusunun techizatıyla uğraştığı sırada Hz. Osman (r.a.), Peygamberimize bin dinar para getirip, Peygamberin önlüğüne boşalttı. Nebi (s.a.v.) onları eliyle karıştırarak defalarca:
"Bugünden sonra amel etmemesi Osman'a zarar vermez" diye söyledi.
Bürayd, Ebû Bürde'den Ebû Musa el-Eşarî (r.a.)'ın şöyle anlattığını nakleder:
-Arkadaşlarımın beni, "Tebliğe gitmek için kendilerine binek istemeye" Peygambere yollamışlardı. Onlarda bu Meşakkat ordusunda Onunla beraberlerdi. Bu olay Tebük seferinde idi.586[85] (Yâ Nebiyallah! Arkadaşlarım kendilerine binek vermen için beni sana yolladılar" dedim. Nebî (sav):
Vallahi sizi hiçbir şeye bindiremiyeceğim" buyurdu. Efendimize öfkeli halinde varmıştım. Nebi (s.a.v.) beni menetmesinden ve içinde bana karşı bir şeyler hissetmiş olacağı korkusundan dolayı üzüntülü olarak döndüm. Arkadaşlarıma gelip Nebi (s.a.v.)'in söylediklerini haber verdim. Ancak bir saat kadar geçirme-miş idim ki, Bilal (r.a.)'ın, "Yâ Abdullah b. Kays!" diye beni çağırdığını duydum ve hemen cevab verdim. Bana: "Haydi, Peygamberin davetine katıl seni çağırıyor!" dedi. Yanma geldim bana:
"Şu (biri diğerine bağlı) iki deveyi ve şu iki deveyi-şu iki deveyi (diyerek altı taneyi gösterdi) al, ben onları şimdi Sa'd'dan aldım. Onları arkadaşlarına götür ve onlara: "Allah (c.c.) veya Resûlullah(s.a.v.) sizi bu develere bindiriyor. Onlara bineceksiniz"de" buyurdu.
Develeri onlara götürdüm ve "Nebî (s.a.v.), size "binin diye" şunları verdi. Lakin ben sizi, benimle birinizin Resûlullah'ın bu dediklerini duyan birine gidip onu dinlemedikçe bırakmayacağım. Taki siz böylece beni, Peygamberin söylemediği bir şeyi uydurup size anlattığımı sanmayasınız" dedim. Onlarda, "Sen bizim yanımızda sözü doğru kabul edilen birisin ama biz yine de senin istediğini
585[84] Beyhakî Delâil 5/215; Tirmizî 3700; Müsned 4/75; îbni Sa'd 7/55; Buhârî Tarih-i Kebîr 5/247; İbni Ebî Âsim Sünne 2/573; İbni E. Şeybe 14/545; EbûNüaym Hılye 1/59; İbni Asâkir Tarih-i Dımeşk Osman b. Affan kısmı s. 52.
586[85] Parentez arası Buhârî'nin metnindendir.
yapacağız" dediler. Ebû Musa'da onlardan bir kaçını alıp, Resûlullah'ın Ona söylediklerini ve önce
men ettiğini, sonradan verdiğini duyanların yanma getirdi. Onlarda aynen Ebû Musa'nın dedikleri
gibi anlattılar.)587[86] Hadis muttefekun aleyh'tir.
İbni İshâk anlatıyor: Sonra ağıtlar yapan bir gurup Resûlullah (s.a.v.)'in yanma geldi. Bunlar
Ensar'dan şu yedi kişi idi:
1- Salim b. Umeyr,
2- Ulbe b. Zeyd,
3- Ebû Leyla Abdurrahman b. Ka'b,
4- Amr b. El-Humam b. el Cumuh,
5- AbdulIah b. Muğaffel, (Bazılarınca Abdullah b. amr el-Muzenî)
6- Herem b. Abdillah,
7- Irbaz b.Sâriye el-Fezâvî. Bunlar Resûlullah (s.a.v.)'den bu sefere gitmek için binek istediler.
Bunlar gerçekten ihtiyaç sahibiydiler. Nebi (s.a.v.) onlara:
"Size bindirecek birşey bulamıyorum" buyurdu. Onlar da kendilerinin Allah yoluna infak edecek
birşey bulamamalarının üzüntüsünden gözleri yaşlarla dolarak dönüp gittiler.588[87] İbni İshâk
devamla der ki:
-Bana ulaşan habere göre: Yâmin b. Amr, ağlaşmakta olan Ebû Leylâ ile Abdullah b. Muğaffel'e
rastladı ve "Sizi ne ağlatıyor?" dedi. Onlar da, "Biz bize binek versin diye Resûlullah'a gittik, ama bizi
bin-direbileceği bir hayvanı yanında bulamadık, bizde de Tebüğe gitmeye yetecek kadar güç
verecek bir şey yok" dediler. Yâmin b. Amr da onlara su taşımacılığı yaptığı devesini ve bir takım süt
(ya da hurma gibi) yol azığı da verdi. Onlar da buna binip gittiler.589[88]
Ulbe b. Zeyd ise geceleyin kalkıp Allah'ın nasib ettiği kadar namaz kılıp ağladı ve: "Allah'ım sen bize
cihadı emrettin ve teşvik ettin, ama bana cihada gidecek güçten birşey vermedin, Peygambere de
beni bin-direbileceği bir hayvan vermedin. Artık bende, maldan, candan ve eşyadan elime geçen
her mazlum hakkım her Müslümana sadaka olarak vereceğim" diye dua etti. Sabah olunca
Müslümanlarla beraberdi ki, Resûlullah (s.a.v.):
"Bu gece sadaka veren nerede?" diye sordu. Kimse yerinden kalkmadı. Yine "Sadaka veren nerde?"
ayağa kalksın!" buyurunca Ulbe ayağa kalkıp haber verdi. Resûlullah (sav):
"Müjde! Muhammed'in nefsi elinde olan zata yemin olsun ki, kabul edilen zekatlar arasına
587[86] Buhârî 64/78 h. no: 4415; Müslim 1649/8; Bey. Del 5/216, 217; S. Kübrâ 10/31, 51; NesâîNüzûr/15; Müsned 3/179,4/404.
588[87] Bu hadise sonra aynı ifadelerle Kur'ân'da anlatıldı Tevbe suresi ayet 92.
589[88] İbni Hişâm 4/174; Taberî 3/102; Beyhakî Delâil 5/218; İbni Sa'd 2/165; Vâkidî 3/994.
yazılmıştır" buyurdu.590[89]
İbni İshâk der ki: Bedevilerden mazeret uyduranlar kendilerine -harbe gitmekten kaçmak için- izin
verilsin diye gelip özür beyan ettiler.591[90] Allah (c.c.) onların bu özürlerini kabul etmedi. Bana
anlatıldığına göre bunlar Gıfar oğullarından bir gurup imiş. Müslümanlardan bir gurubu ise Resulü
Ekrem'le birlikte yola çıkmaktan alıkoyan şey onların niyetleri idi. Ha şimdi, ha yarın derken seksiz
şüphesiz Resûlullah'tan geri kaldılar. Seleme oğullarının kardeşi Ka'b b. Mâlik, Amr b. Avf
oğullarından Mürâra b. Er-Rabî, Vâkıf oğullarından Hilal b. Ümeyye ile, Salim b. Avf oğullarından
Ebû Hayseme idi. Bunlar Müslümanlıklarında asla itham olmayan doğru sözlü bir gurup idi.
İbni İshâk devamla der ki: Daha sonra bir perşembe günü Resûlullah (s.a.v.) Medine'ye Muhammed
b. Mesleme el-Ensârî'yi vali yaparak Medine'den ayrıldı. Resulü Ekrem oradan ayrılınca kampım
Seniyyetü'l Veda tepesinde kurdu. Yanında otuz binden fazla adam vardı. Münafık Abdullah b.
Übey b. Selûl de kampını veda tepesinden biraz aşağıdaki Zû Hudde denen yerde kurdu. İddiaya
göre iki asker sayısı birbirinden az değildi. Resûlullah (s.a.v.) Tebüğe hareket edince Abdullah b.
Selûl münafık ve şüphecilerle beraber yola çıkmayıp geri kaldı.592[91]
Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali'yi ailesine bakması için Medine'de bırakıp, ona, onların arasında ikâmet
etmesini emretti. Hemen münafıklar bunu kötü haber yapıp yayarak: "Bu yolculuğa göre o uyuşuk
olduğundan hafifletmek için Ali'yi götürmedi" dediler. Münafıklar bunu deyince Hz. Ali silahım aldı
ve yola çıktı. Cüruf denen yerden konaklamış olan Resûlullah'a yetişti ve "Yâ Resûlallah! Münafıklar
senin, beni uyuşuk bulup bana bu yükü hafifletmek için götürmediğini iddia ediyorlar" dedi. Nebi
(s.a.v.) de :
"Yalan söylemişler. Ben seni arkamda bıraktıklarıma vekil o-lacaksın diye götürmedim. Geri dön,
benim ailemle kendi ailene vekil ol! Sen benim yanımda, Musa yanında Harun'un bulunduğu gibi
bir rütbede bulunmak istemezmisin! Ancak benden sonra Peygamber yoktur." buyurdu. Hz. Ali'de
Medine'ye döndü. Nebi (s.a.v.) yoluna devam etti.593[92]
Aynı haberi Sahihaynda Hakem b. Uyeyne hadisi olarak Mus'ab b. Sa'd babası Sa'd (r.a.)'dan şöyle
diye tahric ediyor:
-Resûlullah (s.a.v.) Tebük seferinde Ali (r.a.)'ı yerine vekil bırakmıştı. Ali de, "Yâ Resûlallah! Beni
kadınlar ve sabi çocukların arasında mı bırakıyorsun?" deyince Nebi (s.a.v.):
"Sen benim yanımda, Musa (a.s.) katındaki Harun gibi bir rütbede bulunmak istemezmisin. Şu
kadar var ki, benden sonra Peygamber olmayacaktır" buyurdu. Bu hadisi Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'m
oğulları.Âmir ile İbrahim'de babalarından nakletmişlerdir.594[93]
590[89] Beyh. Del: 5/219.
591[90] Burada Zehebî'nin Metni ayet anlamı olduğu için ayet gibi yazılmış. Doğrusu ise İbni Hişâm ve Beyhakî'nin İbni İshak'tan yaptığı nakildir.
592[91] İbni Hişâm 4/174; Beyhakî Delâil 5/219. El-Muhabber s. 284, 285; Taberî 2/105; Vâkidî 3/996; El-Kâmil 2/278.
593[92] Beyhakî Delâil 5/220; İbni Hişâm 4/175; Muhabber 285.
594[93] Buhârî Megazî 64/78; Müslim Fezâilüs-Sahâbe 2404/33; İbni Sa'd 3/2425; Tirmizî 3808; Beyh Delâil 5/220.
Ebû Zer'in Geri Kalıp Yetişişi
İbni İshak der ki: Buna Büreyde b.'Sûfyan, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî aracılığıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'m şöyle anlattığını haber
verdi:
-Resûlullah (s.a.v) Tebüğe doğru yola devam ettiğinde insanlar-bi-rer ikişer bir takım sebeblerle- geri kalmaya başlamış ve ashabda, "Yâ Resûlallah! Falanca da geri kaldı" diye gelip haber verir olmuşlardı. Nebi (s.a.v.) de:
"Onu bırakın, Eğer onda hayır varsa, yakında Allah onu size yetiştirecek. Eğer hayırdan başka bir şey varsa, Allah ondan sizi kurtarıverecektir" buyurdu. Nihayet: "Yâ Resûlallah Ebû Zer de geriledi. Devesi onu yoldan alıkoydu dediler. O da:
"Onu bırakın! Eğer onda hayır varsa yakında Allah onu size yetiştirecek. Eğer hayırdan başka birşey varsa, Allah ondan sizi kurtarrverecektir" buyurdu.
Deve yorulupta gitmeyiverince Ebû Zer devesine söylenip eşyasını deveden aldı, sırtına sarıp yaya olarak Resûlullah'ın ardından gitti. Resûlullah yolda bir yerde konaklamış idi. Müslüman nöbetçilerden birisi bakıp: "Yâ Resûlalİah! Yolda yaya gelen bir adam var" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.):
Ebû Zer, sen ol bari!" buyurdu. Topluluk iyice bakınca, "Vallahi O Ebû Zer!" dediler. Resûlullah (s.a.v.):
"Allah Ebû Zer' e rahmet eylesin, tek başına yürür, tek başına ölür ve tek başına dirilir" buyurdu.
Zaman, geçip giderken Ebû Zer'e de darbesini vurmuş, Ebû Zer (Medine'ye üç günlük mesafedeki) Rabze köyüne sürgün edilmişti. Ölüm kendisine gelip çatınca hanımına ve kölesine: "Öldüğümde beni
yıkayıp kefenleyin ve yolun kenarına koyun. Size ilk uğrayan kervân-dakilere, işte bu cenaza Ebû Zer'dir, deyin" diye tavsiyede bulundu.
Ebû Zer ölünce hanımı ve kölesi dediğini yaptılar. Uzaktan bir kervan göründü. Ama orada cenaze olacağını bilemedilerde nerdeyse develer teneşiri çiğneyecekti. Bir de kim olsa, Abdullah b. Mes'ud, Kü-felilerden bir gurupla geliyor: Onlara "bu ne?" dedi. "Ebû Zer'in cenazesi dediler. İbni Mes'ûd "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi racıûn!" diyerek ağladı ve;
"Allah Ebû Zer'e rahmet etsin, tek başına yürür, tek başına ö-lür, tek başına dirilir..." buyuran Peygamber ne doğru söylemiş!" dedi ve devesinden inip, bizzat kendisi ve arkadaşları onu gömdüler.595[94]
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/335-341
595[94] İ. Hişam 4/177; Taberî 3/107; Vâkidî 3/1000, 1001; Beyhakî Delâil 5/222; Hakim 3/51.
Ebu Hayseme'nin Yetişmesi
îbni İshâk der ki: Bana Abdullah b. Ebî Bekr anlattı ki: Salim oğullarından biri olan Ebû Hayseme, Peygamber (s.a.v.)'in yola çıkışından günlerce sonra sıcak bir günde ailesinin yanına döndü. İki hanımını da, bahçesindeki çardaklarını su serperek serinletmiş, suyunu soğutmuş ve yemeğini hazırlamış olarak buldu.
Bahçeye girince çardakların girişi önüde durup: "Allah'ın. Peygamberi güneşin rüzgarın ve sıcağın altında yola devam etsin, bende, serin bir gölgede, serin bir suyun başında, hazırlanmış sofrada, güzel hanımla malın mülkün arasında oturayım ha? İşte bu insaf değildir. Hayır! Vallahi ikinizin de çardağına girmeden gidip Peygamber'e yetişeceğim. Çabuk bana azık hazırlayın" dedi.
Eşleri de azığını hazırladılar. Sonra su taşıdığı devesini önüne katıp Resûlullah'a yetişmek üzere yola çıktı. Resûlullah(s.a.v.) Tebüğe yeni varıp konaklarken ona ulaştı. Yolda giderken kendisine Umeyr b. Vehb'de yetişmiş ve yol arkadaşlığı yapmışlardı. Tebüğe yaklaştıklarında Ebû Haysem'e arkadaşı Umeyr'e, "Benim bir günahım var. Sen geri kal da, önce Resûlullah'a ben varayım" dedi. O da kabul etti. Ebû Hayseme gidip Peygamber'e yaklaştığında Resûlullah(s.a.v.):
"Ebû Hayseme olsa bari!" buyurdu. Ashab da, "vallahi O Ebû Hayseme!" dediler. Varıp selam verdi. Nebi (s.a.v.) de: "senin için bu daha hayırlı ey Ebû Hayseme!" buyurdu. Sora Peygamber'e geri ka-lışını anlattı. Nebi (s.a.v.)'de ona hayır dua etti.596[95]
İbnû Lehî'a da Esved yoluyla Urve'den...597[96]
Bu Sefere El'usratü Denilmesi
İsmail b. İbrahim de amcası Musa b. Ukbe'den aynen İbni İshâk'ın naklettiği gibi naklederler.598[97]
Mu'mer b. Râşid, Abdullah b. Muhammed b. Akıyl'den:
Ona en zor saatte uyan Muhacir ve Ensar" (Tevbe 117) ayeti hakkında şöyle dediğini nakleder: Onlar Tebuk seferine çıktılar. Bir deveyi, bazen iki bazen üç kişi bölüşüp, nöbetleşerek bindiler. Çok sıcak bir yaz günü yola çıkmışlardı. Hele bir gün öyle bir susuzluk olmuştu ki, develerini keserek işkembesini çıkarıp sıktılar ve suyunu içtiler. (İşte bu, hem su, hem yiyecek hem de binek bakımın-dan zorluk idi)599[98]
Mâlik b. Mığvel, Talha b. Musarrif-Ebû Salih- isnadıyla Ebû Hüreyre (r.a.)tan naklediyor:
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/342-343
596[95] İbni Hişâm 4/175; Taberî 3/104; Vâkidî 3/998; Beyhakî Delâil 5/223; Taberî 11/43; Taberânî 6/38, 19/43, 85; Beğavî Sünne 3/160.
597[96] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/343-344
598[97] Bak. Beyh. Delâil 5/225, 226.
599[98] İbni Sa'd 2/167; Beyh. Delâil 5/227.
-Biz Resûlullah (s.a.v.)'le bir seferde idik. Topluluğun azığı tükendi. Hatta içlerinden birisi binek
devesinden birini kesmek istedi. Ömer (r.a.)'da Peygamber'e gelip dua etmesini istedi. Hadisin
gerisi aşağıdaki gibidir. Haberi Müslîra naklediyor:600[99]
- Tebuk gazvesi günü olunca insanlara tam bir açlık isabet etti: "Yâ Resûlallah! Bize izin versende şu
develeri kessek, hem yeriz hem yağını kullanırız!" dediler. Efendimiz de, "öyle yapın!" buyurdu.
Ömer gelip: "Yâ Resûlallah! Buna izin verirsen binek azalır. Lakin insanların yanında bulunan
azıkların fazlasını iste ve biriktirip ona bereket vermesi için Allah'a dua et." dedi.
Nebi (s.a.v.): "Olur buyurup bir sofra bezi isteyip yaydırdı. Sonra azıkların ortasından elde olanları
istedi. Kimi bir avuç arpa, kimi bir avuç hurma, kimi ekmek kırıntısı getirdi ve sofrada az bir şey
birikti. Resûlullah bereket duası yaptı. Sonra ashabına: "Kaplarınızı doldurun" buyurdu. Onlar da
doldurdular. Öyle ki kampta bulunan herkes kabını doldurmuştu. Ondan yiyip karınlarını
doyurdular, buna rağmen birazı arttı. Resûlullah (s.a.v.):
"Ben Allah'dan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet ederim. Bu iki
şahadet kelime ile içinde iman şüphesi olmadan, Allah'a kavuşan kul'un, Cennete girmesine asla
engel olunamaz." buyurdu.601[100]
Urve b. el-Hâris- Said b. Ebî Hilal-Utbe b. Ebî Utbe-Nafi b. Cübeyr isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'dan
rivayet ediyor:
-Ömer (r.a.)'a, "Bize bu meşakkat ordusunun vaziyetinden bahse-diver" denilince şöyle anlattı: Çok
şiddetli bir sıcakta Tebuğe doğru yola çıktık. Bir yerde konaklamış iken susuz kaldık. Hatta
boyunlarımız susuzluktan düşecek sandık. Hatta bazı kimseler develerini kesip hayvanın
midesindeki kalan hazmedilmemiş yemi bile sıkıp suyunu içerek, geri kalanını da ciğerlerinin
üzerine koyarak serinlemek bile istediler.
Ebû Bekir (r.a.); "Yâ Resûlallah! Allah dua hususunda sana hayır verme adeti vardır. Bizim için
Allah'a dua etsen!" deyince Nebi (s.a.v.): "Bunu ister inisin?" dedi. "Evet" deyince Nebi (s.a.v.) de
ellerini kaldırıp duaya başladı ve gök bulutlanıp yağmur çiselemeye başlayıp sonra da su boşaltılır
gibi şakır şakır yağana kadar ellerini indirmedi. Ashab'da yanlarında bulunan kabları doldurdular.
Sonra bu yağmurun eserini aramak için çevreye bakındık ama buluttan bir iz göremedik, kamp
kurulan yerden geçip gitmişti. Bu hadis hasen dereceli, kavî isnatlı bir haberdir.602[101]
600[99] Müslim İman 10/h. no: 44 Beyhakî Delâil 5/229.
601[100] Müslim İman 27/44; Müsned 3/11; Hakim 2/618; İbni'l Mübmek Zühd 321; İbnü Sünnî Amelü'l yevm 548; Said b. Mansur Sünen 2504; Beyhakî Delâil
5/230; Ebû Nüaym Delâil 149; Said b. Mansûr Sünen 2504; Ebû Avâne Müsned 1/9.
602[101] Beyh. Delâil 5/231; Bey. S. Kübrâ 9/357; İbnü Huzeyme 101. İbni Hibban Zevaid no: 1706; Heysemî Taberânî ve Bezzâr'dan naklen 6/194, 195; Hakim
1/159; Hadisi Hakim, İbni Hibban ve İbni Huzeyme sahih saymıştır. Hakim "Buhârî ve Müslim şartına göre sahih derken Zehebi ona katılır. Zaten burada da "Hasen
ve Kavî" tabirini kullanır. Şeyh Nasıruddîn Elbânî ise İbni Huzeyme'nin dipnotuna itiraz e-derek "Lâkin Saîd b. Ebî Hilâl ihtilaf ederdi" diyerek sahih olmadığını
söyler. Elbânî'nin bu sözünün yegane dayanağı Ona "kavî değildir" diyen İbni Hazm'dir ki, Zehebî'de zaten "bu sözü Ondan başka diyen yok" diyor. Saîd b. Ebî Hilal
bir kere Buhârî ve Müslim başta diğer sünen ve müsnedlerde hadisi herkesçe kabul gören biridir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/344-346
Hicri Semud'da
İmam Mâlik ve diğerleri Abdullah b. Dinar aracılığıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan şöyle naklediyor:
-Resûlullah (s.a.v.) ashabına (Hicr'a varıldığında):
"Şu-daha ölmeden önce, azaba uğrayanların yanma girmeyin, ancak-ibretle-ağlayarak girin ki, onlara gelen azab gibi birşey size de fatmasın! buyurdu. Bununla Hicr'da helak olan Senıûd kavmini kasdetti.603[102]
Süleyman b. Bilâl der ki: Bize Abdullah b. Dînâr, İbni Ömer (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:
-Resûlullah (s.a.v.) Hicr'a vardığında ashabına Hıcr'daki kuyulardan su içmemellerini, ondan hayvanları ve ihtiyaçlarına su almamalarını emretti. Ashab'da, "Yâ Resûlallah! Biz o kuyulardaki su ile hamurlarımızı yoğurup ihtiyaç olan suları aldık" dediler.Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) onlara:
"Bu hamurları atmalarını ve suları da dökmelerini emretti.604[103]
Bu ve önceki iki hadisi Buharı rivayet etmiştir. Müslim'de de önceki rivayetin aynısı vardır.
Ubeydullah b. Ömer, Narı yoluyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan rivayet ediyor:
-İnsanlar Resûlullah (s.a.v.) Efendimizle beraber Semud kavminin yaşadığı topraklar olan Hicr'a vardıklarında hemen oradaki kuyudan su alıp onunla hamur yoğurmuşlardı. Peygamber (s.a.v.)'de onlara bu suları dökmelerini ve bu su ile yapılan hamuru da develerine yedirmelerini emredip, onlara Salih (a.s.)'m mucize devesinin sulandığı kuyudan su almalarını emretmişti.
Bu haberi Müslim rivayet ediyor.605[104]
İmam Mâlik, Ebû Zübeyr yolu ile Ebû't-Tufeyl'den nakleder ki, ona Muâz b. Cebel şöyle anlatmış:
-Tebuk senesi Resûlullah (s.a.v.) ile beraber yola çıkmışlar. Yolda "giderken Resûlullah (s.a.v.), öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı cem ederek namaz kılıyordu. Bir gün, namazı geciktirip sonra namazgahına çıkıp öğle ve ikindiyi birlikte kıldı. Sonra da çadırına girdi. Daha sonra çıkıp akşam ve yatsıyı birlikte kıldı. Sonra da:
"Siz, inşallah yarın Tebûk Pınarına varacaksınız. Gerçi gündüz olup kuşluk girene kadar oraya varamayacaksınız ya! Yine de-benden önce- oraya varan kimse, ben gelene kadar sakın oranın suyundan hiçbir şey almasın" buyurdu. Muaz der ki:
-Oraya vardığımızda iki kişi bizden önce oraya ulaşmıştı. Su sanki ayakkabı ipi gibi azıcık birşey akıyordu. Resûlullah (s.a.v.) bu ikisine, "Siz buranın suyundan biraz aldınız mı?" diye sordu. Onlar "evet" deyince de, öfkelenip onlara kötü sözler sarfedip, Allah diline ne getirdi ise onu saydı. Sonra
603[102] Buhârî Salat 8/55 no: 433; Yine Meğazîde 64/80 no: 4419; Müslim Zühd 38 no: 2981; Müsned 2/9, 58, 72, 74, 113, 137; Beyh. S. Kübra 2/451; Delâil 5/233; Abdürrezzak 1625; Taberânî 12/457; Temhîd 5/212; Numeydî 653; Ebû Ya'Ia 5575; Taberî 14/49 Humeydî no: 653.
604[103] Buhârî Enbiya 60/18, h. no: 3381.
605[104] Müslim Zühd h. no: 2981; Müsned 2/9, 58, 66, 72, 74, 91, 96, 113, 137.
ashab sudan azar azar avuçladilar. Bu aldıkları en eski bir su kırbasında toplandı. Resûlullah o sudan alıp yüzünü yıkadı sonra da bunu suyun kaynağına boşalttı. Kaynak birden bire coşarak gürül gürül akmaya başladı, insanlar su ihtiyacını giderdiler. Sonra Resûluîlah (s.a.v.):
"Yâ Muâz! Eğer ömrün uzun olursa, sen buraların bahçelerle dolduğunu görmüş olacaksın" buyurdu. Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir.606[105]
Süleyman b. Bilâl, amr b. Yahya-Abbâs b. Sehl b. Sa'd isnadıyla Ebû Humeyd Essuidi (r.a.)'ın şöyle dediğini nakleder:
-Resûlullah (s.a.v.)'le beraber Tebûk seferine gittik. Va'di'l Kura (köyler vadisi) denen yerde bir kadının bahçesine gelmiştik. Resûlullah (s.a.v.) bize:
"Bahçedeki hurmanın ne kadar olduğunu tahmin edin" buyurdu. Biz bir tahmin yaptık. Resûlullah (s.a.v.)'de onu On vesak (altıyüz Sa) olarak tahmin etti ve kadına:
"inşallah biz sana geri gelene kadar, bahçeden ne kadar mahsûl olduğunu iyi say!" diye tenbih etti. Yola devam ettik ve Tebuğe geldik. Resûlullah (s.a.v.) :
"Bu gece üzerinize çok şiddetli bir yel esecek, içinizden kimse bu rüzgarda kalkıp bir yerlere gitmesin. Kimin de devesi varsa yularından iyi bağlasın" buyurdu. O gece müthiş bir yel esti. Ada-mın biri bir iş için kalkmıştı. Rüzgar onu alıpta Tay dağları(denen Lece ve Seima dağları)na kadar sürükledi.
Orada iken Eyle kiralı olan İbnü'l Almâ'm elçisi, Resûlullah'a bir mektup getirdi. İbnü'l Alma Efendimize beyaz bir katır hediye etmiş idi. Resûlullah (s.a.v.)'de ona bir mektup yazıp, Bürde'sini hediye gönderdi.
Sonra Tebük'ten ayrılıp, Vâdî'l Kurâ(daki kadının bahçesine)'ya geldik. Resûlullah o kadına Bahçesinin verimi hakkında: "Meyvesi ne kadar oldu?" diye sordu. Kadın da: "On Vesak-Resûlullah'ın tahmini gibi!" dedi.
Sonra Peygamberimiz bize: "Ben acele edeceğim, içinizden dileyen acele edip benimle gelebilir, dileyen de burada eğleşip dinlenebilir!" buyurdu.
Yola çıkıp devam ettik. Medine görününce Resûlullah (s.a.v.):
"İşte bu şehir Tâbe şehridir, bu da Uhud dağıdır, biz onu severiz, Uhut'da bizi sever." buyurdu.
Hadisi Müslim böylece ama daha uzun olarak anlatır. Buharî'de de buna yakın şekilde geçer.607[106]
İbni İshâk anlatıyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr, Abbâs b. Sehl'den şöyle nakletti:
606[105] Müslim Fezail 2281 (10/706); Müsned 2/308, 323, 5/238; İbni Hibban (Zevaîd) 549; Beyhakî Delâil 5/236; Abdürrezzak 4399; Beğavî sünne 4/194; ibnü Huzeyme h. no 968; Muvatta 1/143; Tahâvî (bir kısmı) Ş. Meâniü'l Âsâr 1/160; VâkidîMeğazî 3/1012.
Buradaki Hadiste öğle ile ikindinin akşamla yatsının seferde Cem olarak kılınışı geçer ki, konu mezhebler arası ihtilafıyla meşhurdur. Biz bu mevzuyu Zadü'l Meâd tercememizde namaz bahsinde geniş şekilde dipnotta inceledik.(M.C)
607[106] Müslim Î392; Buhârî zekat 24/54; Müsned 5/424; Ebû Dâvûd 3079; Tahâvî Ş. M. Asar 2/40; Beyhakî Delâil 5/239; S. Kübra 4/122.
-Resulluilah (s.a.v.) Hıcr-ı Semûd'a uğradığında oranın kuyusundan su ihtiyaçlarını almışlardı. Yola gideceklerinde Nebi (s.a.v.):
"Bu kuyunun suyundan içmeyin ve abdest de almayın. O su ile yoğurduğunuz hamurlarınızı da develere yedirin. Bu gece hiç kimse dışarı çıkmasın, çıkanda yanındabiriyle çıksın!" emrini verdi. Ashab da istenileni aynen yaptilarsa da, sadece Saîde oğullarından iki adam, biri ihtiyacı için diğeri de devesini aramak üzere geceleyin çıkıp bu emri tutmamışlardı. İhtiyacı için giden gittiği yerde boğazlanmış olarak bulundu. Diğerini de rüzgar alıp da Tay dağına kadar görürmüş. Bu durum Resûlullah'a haber verilince Efendimiz (s.a.v.):
"Ben size bir yere çıkmayı yasaklamamış mıydım!" buyurup gittiği yerde boğazı sıkılanı getirtip ona dua etti de o iyileşti. Diğeri ise Peygamber (s.a.v.)'e ancak Tebûk'ten Medine'ye döndükten sonra ulaşabilmişti.608[107]
Bu haber Abbas b. Sehl'in sahabe olmaması yüzünden hem mürsel, üstelikte (sika ravilerin rivayetlerindeki bilgiye de uymadığı için) Münker bir haberdir.
İbnü'l Vehb anlatıyor: Bana, Muaviye, Saîd b. Gazvan yoluyla babası Gazvân'dan nakletti ki:
-Gazvân hacca giderken Tebuk şehrine uğramıştı. Orada oturak (kötürüm) bir adam görüp neden böyle olduğunu sormuş. O da, "ben sana birşey anlatacağım ama sen duyduğunu ben yaşadıkça kimselere anlatmayacaksın!" deyip şunları anlatmış:
Resûlullah (s.a.v.) Tebuğe varıp bir bahçe önünde konakladı ve: "İşte kıblemiz şudur" buyurup sonra Nahle'ye doğru namaza durdu. Ben o zaman çocuktum. Koşarak gelip hurma bahçesiyle Resûlullah'ın arasından geçtim. Bunun üzerine Resûlullah kızıp:
"Bu çocuk namazımızı kesip geçti. Allah'da onun eserini (çocuğunu) kessin" diye beddua etti. Bende ondan sonra bugüne kadar ayaklarımın üstüne duramadım.609[108]
Saîd b. Abdüazîz, Yezîd b. Nimrân'm bir kölesi aracılığıyla Yezîd b. Nimran'ın şöyle dediğini anlatır:
-Tebükte oturak(kötürüm) bir adam gördüm. Bana şöyle anlattı: Ben eşeğin üzerinde binili olarak namaz kılmakta olan Peygamber (s.a.v.)'in önünden geçmiştim. O da "Allah'ım bunun izini (yani yürüyüşünü) kes!" diye beddua etti. Artık bir daha o eşeğin üzerinde yürüyemedim.610[109]
Üst haberle bunu Ebû Davûd rivayet etmiştir.611[110]
608[107] İbni Hişâm 4/176; Beyh. Delâil 5/240.
609[108] Ebû Dâvûd 707; Beyhakî Delâil 5/243; Süneni Kübra 2/270; Buhârî Tarih-i Kebîr 8/366.
Hadis çok zayıftır, belkide mevzudur. Yalnız benim garibime giden, İmam Zehebî Mizanül itidal adlı eserinde, "buradaki Ravî Said b./azvan'ın, babası z&zvân'ın ve kötürüm kişinin bu rivayet haricinde hiç bir yerde geçmiyorlar. Bunların kim olduğu bilinmiyor", deyip, Abdü'l Hak ile Yahya b. Kattan'ın bu hadise zayıf dediğini anlattıktan sonra "Derim ki bu sanırım mevzu hadistir" demesine rağmen burada hiçbir şey demiyor. Mizan 2/154. Terceme no: 3253; İbni Kayyim'de Ebû Dâvûd muhtasarı şerhinde (Bak Avnü'l ma'bud 2/398. H. no: 693 (E. Davudda 707) buna benzer tenkidini yapıyor.
610[109] Zehebî metninde «Aleyhima» diye geçerki mana (ayaklarım üzerinde) demek olur. Ama kaynaklar (aleyha) olarak verir.
611[110] Ebû Dâvûd 705; Buhârî Tarih-i Kebîr 8/365; Terceme no: 3349; Beyh. Delâil 5/243; Beyh. S. Kübra 2/275; İbni Ebî Şeybe 1/284; Mizzî, Tehzibü'I Kemâl 32/260 da aynı isnad ve metinle verirse de, haberdeki hadis metnini bir üst hadisteki gibi nakleder. Mizzî bu hadisin kendine Âli bir isnadla ulaştığını söyler. Yezid
Yezîd b. Harun anlatıyor: Bize El-Alâ Ebhu Muhammed es-Sakafî "Enes b. Mâlik (r.a.)'ı şöyle derken duydum" diyerek (hadisi) anlattı:
-Biz Tebuk'te Peygamber (s.a.v.) ile beraberdik. Güneş pırıl pırıl, bir şua ile ve şimdiye kadar hiç doğmamış olduğu bir nur ile doğmuştu. Cebrail'de Peygamber'e gelmişti. Nebi (s.a.v.):
"Yâ Cibril! ne oluyorda, güneşi şimdiye kadar görmediğim bir doğuşla, ışıkla, aydınlıkla ve nurla doğar görüyorum!?" diye sordu. Cebrail de: "Bunun sebebi şudur: Muâviye b. Muâviye el-Leysi bugün Medine'de öldü. Allah ona cenazesini kılmak üzere yetmiş bin melek gönderdi." dedi. Nebi (s.a.v.): "Bunu ne için gönderdi?" deyince Cebrail: "O, (Kulhü vallâhü ehad) sûresini gece gündüz yürürken de dururken de, otururken de çok okurdu. "Yâ Resûlallah istersen arzı senin için aradan alayımda sende onun cenazesini kıl!" dedi. Peygamber de "Evet" deyip onun cenazesini kılıp, sonra geldi.612[111]
Ravi EI-Alâ, hadis ehlince "Münkeru'l Hadis" birisi olup hadisleri pek vehimdir.
Yunus b. Muhamed der ki: Bize Sadaka b. ebî Sehl, Yunus b. Ubeyd yoluyla Hasen-i Basrî'den rivayet ediyor: Muâviye b. Muâviye el-Müzenî Peygamber (s.a.v.) Tebük seferindeyken vefat etmişti. Cibril Ona geldi ve: "Sen Muâviye el-Müzenî'nin cenazesine katılmak ister misin?" deyince Nebi (s.a.v.) "Evet" buyurdu. Cebrail'de: "İşte şöyle!" deyince dağlar ve tepeler aradan çekiliverdi, Resûlullah kalkıp
Cebrail'le beraber yetmiş bin kişilik bir melek gurubu arasında yürümeye başladı. Yâ Cibril! Bu dereceye ne ile ulaştı?" diye sorunca "Kulhû vallâhû Ehad" sûresini çok okumakla, yürürken, otururken, (a-yakta)dikilirken, hayvanında binilirken daima bu sûreyi okurdu" diye cevap verdi.
Lâkin bu hadis Haseni Basrî'nin sahabe olmaması sebebiyle Mürseldir.613[112]
İbnü'l-Cevsâ, Ali b. Saîd er-Râzî ve -metnin sahibi olan- Ebû'd-Dahdâh Ahmet b. Muhammed üçlüsü anlatıyor: Bize Nuh b. Amr b. Huveyy es-Seksekî-Bakıyye-Muhammed b. Ziyâd -El Hânî isnadiyla Ebû Ü'mâme el-Bâhilî (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır.
Tebuk'te iken Cebrail Nebi (s.a.v.) indi ve: "Haydi Muâviye b. Muâviye el-Müzenî'nin cenazesine katıl!" dedi. Efendimiz de asha-bıyla beraber hemen kalkıp cenaze namazı için dışarı çıktı, dağlar ezilip dümdüz oldu.
b. Nimran da bana sanki meçhul gibi geliyor. Gerçi Mizzî onun adını ve nesebini verip Ömer, Ebud Derda ve adı geçen kötürümden haber naklettiğini, Ondanda İsmail b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Yezîd ve metinde geçen (Saida adlı) köle nin rivayeti bulunduğunu, evinin Samda olduğunu Mervan'la beraber Rakıt olayına gittiğini bahsederse de, Ona sadece İbni Hibban'ın "sika" dediğini bazı âlimlerin de bu zatın üst hadiste adı geçen /azvanla aynı olduğunu söylediklerini anlatır. Ravilerin hadisi bir ona bir buna nisbetleri de bu görüşü doğrular. Bu hadiste üst hadis gibi olup zayıftır. Zira Yezîd'in kölesi kimdir. Hiç bir kaynak onun "Said" adı dışında bir bilgi vermeyip, "Zehebî" meçhul diyor. Hem hadisin manasında E-fendimize la'netçİlik gibi bir vasıf izafe ediliyor ki, bu husus isnaddan daha da güç-lüdür.
612[111] Tab. Kebîr 19/428; Bey. S. Kübra 4/50; B. Delâil 5/245; Ebû Ya'la Müsned 7/4267; İbni Hibban Mecrûhîn 2/181; Hadis Zehebi'ninde dediği gibi "Münker"dir.
613[112] Taberânî Kebîr 19/429 ve 8/137; Bey. S. Kübra 451; Ravi Yunus b. Ubeyd meçhul biri olup onu sadece İbni Hibban sikalar arasında sayar. Heysemî ve İbni Kesir'de zayıf der. Heysem^de, Mecmu-uzzevaid'de bu hadisi Taberâni'den nakledip, "sadaka kimdir, bilemiyorum" der. Taberânî'nin bilmiyorum baskısından, bilmem mahtutada da var, sanki bu hadisi Haseni Basri, Muâviye b. Muâviye'den nakletmiş gibi "An Muâviye" diye basılmış ki bu kesinlikle yanlıştır.
Cebrail-hepsine selam olsun- yetmiş bin Melekle beraber yere konmuştu. Cebraii kanadını dağların
üzerine koydu, dağlar ezilip dümdüz oldu. Öyle oldu ki, Mekke ve Medine'ye baktılar. Resûlullah,
Cebrail ve Melekler Onun cenazesini kıldılar. Cenaze namazı kılınınca: "Yâ Cebrail Muâviye b.
Muâviye Allah katındaki bu dereceye ne ile erişti?" deyince, Cibril: "gerek ayakta, gerek otururken,
gerek binek üstünde gerek yaya iken hep "Kulhü vellâhü ehad" sûresini okumakla dedi.614[113]
Ben de derim ki: Bu Nuh b. Amr hakkında adaletini yaralayıcı birşey bilmiyorum. Ama hadis buna
rağmen gerçekten münkerdir. Zira Bakiyye'den bu hadisi alıp naklederek ona bu rivayet hususunda
uyan birini asla bilmiyorum. İbnû Hibban (El-Mecrûhîn'in de (bundan önce geçen) El-Alâ'mn rivayeti
olan hadisi nakletmiş, "bu hadis hiçbir mutabaati olmayan münker bir hadistir" deyip, "ashab
arasında da kendine Muâviye b. Muâviye denen birisi hiçbir şekilde hafızamızda yer etmedi. Hem
bu El-Alâ hadisini Şam halkından bir şeyh çalıp, onu Bakiyye'den b. Ziyad yolu ile Ebû Ümâme
(r.a.)'a ulaşan bir senet uydurarak rivayet etmiştir.
Osman b. Heysen el-Müezzin der ki: Bize Mahbûb b. Hilâl, Atâ b. Ebî Meymûne yoluyla Enes b.
Mâlik (r.a.)'dan şöyle anlattığını haber verdi:
-Cebrâl gelip, "Yâ Muhammedi Muâviye b. Muâviye el-Müzenî öldü. Sen onun cenazesini kılmak
ister misin?" diye sordu. Nebi (s.a.v.); "Evet!" dedi. Cibril'de kanadını vurunca ona eğilmeyen ne
ağaç kaldı ne tepe. Nebi (s.a.v.) Onun cenaze namazını kıldırdı. Arkasında iki saf melek gurubu
durdu ki, her bir safında yetmiş bin melek vardı. Ben: "Yâ Cibril! O bu dereceye ne ile nail oldu?"
dedim de, bana "Kulhü vallahû ehad" sûresine olan sevgisiyle, o onu; dinelirken, otururken,
giderken, gelirken hasılı her halde okurdu" dedi.615[114]
Derim ki: Ravî Mahbû b. Hilâl meçhul bir ravi olup onun bu haberine uyulamaz.616[115]
Yeniden Kıssaya Dönüş
Bekkâî, İbni İsha'tan naklediyor:
-Hıcr da kaldıkları gece sabah olunca, insanlar sabaha yanlarında bir damla su olmadan erişmişlerdi.
Resûlullah duâ etti, Allah (c.c.) de bir bulut gönderip yağmur yağdırdı. İnsanlarda sularım
aldılar.617[116]
614[113] Taberânî M. Kebîr 8/136. h. no: 7537; Taberânî Müsnedüş-Şamiyyin h. no: 831; Tab. EI-Evsat 4/50; h. no: 3886 İbni Hibban el-Mecrûhîn (metinsiz) 2/181;
İbnü Abdi'l Ber îstîâb 3/1424; Zehebî Mîzan 4/278; İbnü Sünnî Amelü'l Yevm vel-Leyle s. 94. h. no: 180. Hadis münkerdir. Hem Bakıyye hemde Nuh b. Amr'm za
yıflığı bellidir. Zaten Zehebi metinde tenkidini yapıyor. Yalnız Taberânî'nin Mu. Kebîrini tahkik ve talikıyla neşreden Iraklı Şeyh Hamdi Selefi dipnotta (8/136) derki:
[[İsnadda Nuh bin Ömer (Amr olacaktır) vardır ki, İbni Hibban "onun bu hadisi çaldığı söylenir" demektedir. Ben derim ki: Bu hadisin zayıflığı bu değildir. İsnaddaki
(diğer ravi) Bakıyye'dir. O da tedlisçidir. Bu hadisin bundan başka illeti yoktur.]]. Bu söz şeyh Hamdi'nin acelesinden ve kaynaklara inmediğindendir. Oysa İbni
Hibban adı geçen yerde. Zehebi Mizan ve Tarih'inde, İbnü Abdi'l Ber İstiâb'da, Heysem! Zevaid'de (3/38) bu illeti Nuh'a isnad ederler. Taberâni ise El-Evsat'ında,
bu hadisi Muhammed b. Ziyad'dan rivayet eden tek kişinin Bakiyye olduğunu Nuh b. Amr'ında bunu tek olarak (müfred) rivayet ettiğini söyler.
615[114] Tab. Kebîr 19/429; Ebû Ya'la Müsned 7/238. h. no: 4226; Beyh. Delâil 5/246; İbnü Abdil Ber İstiab 3/1420 de bu Muâviye hadislerinin hepsinin isnadları
bozuk olduğunu söyler. Zehebî'de Mizan da 3/442 buna yakın ifade eder.
616[115] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/346-355
617[116] İbnü Hişam 4/176; Taberî 3/105.
İbni îshâk der ki: Bana Asım (b. Amr b. Katâde) Mahnıûd b. Lebîd yoluyla Abdu'l Eşhel oğullarından bir takım adamlardan şöyle nakletti: Ben Mahmûd'a: "İnsanlar kendi aralarındaki münafıklığı biliyorlarmıy di?" diye sordum. "Evet, Vallahi! Bana kavmimden bazı adamlar bizzat münafıklardan birinden şunu naklettiler:
-Hıcr'a varıp da olanlar olup da, Peygamber (s.a.v.) dua edince Allah bir yağmur bulutu göndermişti, o bulut, yağmuru yağdırdı. Bunun üzerine Münafıkların yanına geldiler ve: Yazık size, bundan sonra daha geriye ne kaldı? dediler. O münafık ta: "O yağmur da ne var sanki o gelip geçen bir yağmur bulutu idi" dedi. İbni îshâk devamla der ki:
-Sonra Resûlullah yola devam etti. Bir ara devesi kayboldu. Ashabı onu aramaya gittiler. Peygamberin yanında ashabından Umara b. Hazm denen Bedir harbinde ve Akabe biatında bulunan biri vardı. Umara'nın kafilesinde Zeyd b. el-Lusayt el-Kaynukâî denen münafık biri de vardı. Bu Zeyd'de Umara'nın kafilesinde idi. Umara'ya, "Muhammed gerçekten kendinin Peygamber olduğunu iddia etmiyor mu idi. Halbuki O gökten haber veriyor, oysa devesinin nerde olduğunu bile bilmiyor." dedi. Umara Nebi (s.a.v.)'in yanında iken Nebi (s.a.v.) Ona:
"Adamın biri şöyle şöyle söyledi. Vallahi ben Allah'ın bana öğrettiğinden başkasını bilmem. İşte şimdi Allah bana devemin yerini gösterdi. O şimdi falan vadideki şu koyakta yuları bir ağaca takılıp onu alıkoymuş" dedi. Hemen gidip deveyi getirdiler. Umara hemen kafilesinin yanına gitti ve: Vallahi bize Resûlullah az önce acaib bir şey haber verdi. Birinin dedikodusunu Allah ona haber ver-miş. Umara'nın gurubunda olup da Resûlullah'ın yanına gitmemiş (ve ne dediğini duymamış) bir kişi kalktı ve: "Vallahi bu dediğin sözleri, sen buraya gelmeden az önce Zeyd b. el-Lüsayt söylemişti." dedi.
Umara bunu duyunca fırlayıp Zeyd'in boğazına vurup, "Ey Allah'ın kulları! Meğer benim kafilemde bir belâ varmış da benim haberim yokmuş! Ey Allah düşmanı çık benim kafilemden" dedi. Bazı insanlar daha sonra Zeyd'in tevbe ettiğini iddia ettiler.618[117]
İbni İshâk der ki: Bu seferde, Münafıklardan da bir gurup vardı ki, Vedîa b. Sabit ile Muhaşşin b. Humeyyir de bunlardan idiler. Bunlar Resûlullah (s.a.v.) Tebuğe doğru giderken onu gösterip biri diğerine, "siz bu Rumların savaşma gücünü arabın birbiriyle çarpışmasındaki gibi bir güç mü sanıyorsunuz? Vallahi biz .sanki yarın sizi -esir olarak-iplere bağlanıp mü'minleri titretmek ve korkutmak üzere getirildiğinizi görür gibiyiz" dedi. Muhaşşin b. Humeyyir de, "vallahi herbirimize yüz değnek vurulacağına hükmedilip de, böylece sizin şu sözünüzden dolayı bizim hakkımızda Kuran ayetinin inmesinden kurtulmayı ne kadar isterdim" dedi.619[118]
İbni İshâk devamla der ki:
- Bana ulaştığına göre o zaman Ammar b. Yâsir'e: "Haydi git ve şu guruba yetiş! Zira onlar fitne ateşini tutuşturdular. Onlara söyledikleri sözleri sor. Eğer inkâr ederlerse "tabi şöyle şöyle dediniz
618[117] Beyhakî Delâil 5/232; İbni Hişâm 4/176, 177 Taberî 3/106; Vâkidî 3/1010; Vâkidî aynı konuyu tevbeye getirip, "Harice b. Zeyd b. Sabit onun tevbe ettiğini inkar eder ve o ölene kadar bu rezilliğini sürdürdü derdi" diye nakleder.
619[118] İbni Hişâm 4/177; Taberî 3/108; Vâkidî 1003, 1004.
de!" buyurdu. Ammar (r.a.) onlara varıp bunları söyledi. Onlarda Resûlullah (s.a.v)'a özür dilemeye geldiler. Vedîa b. Sabit: "Yâ Resûlallah! biz lafa dalmış, eğleniyorduk-kasdi değildi- dedi de bunun üzerine Allah (c.c.) Tevbe 65. Ayeti olan;
"Onlara soracak olursan "kesinlikle bir lafa dalmış eğleniyorduk" derler. De ki: Siz Allah'la, ayetleriyle ve Resulü ile mi alay ediyorsunuz.?" ayetini indirdi. Muhaşşim b. Humeyyir, "Yâ Resûlallah benim adımla babamın adı, münafık olarak artık benim elimi kolumu bağlamış oldu ne yapayım?" diye sordu. Muhaşşin Tevbe 66. ayetinde "fil* 4i*Ua £p liu o] Eğer sizden bir gurubun suçunu affedersek..." şeklinde bildirilen affa dahil edilenlerden biriydi. Resûlullah (s.a.v)'de onu Abdurrahman diye isimlendirdi. Muhaşşin Allah'a dua edip kendisine şehitlik vermesini ve şehid olarak gömüldüğü yerinde bilinmemesini dilemişti. Yemâme harbinde şehid oldu ve bilinebilecek hiçbir izi kalmadı.620[119]
Resûlullah (s.a.v) Tebuğe varınca, Eyle kiralı Yuhanna b. Ru'be kendisine ziyarete geldi. Resûlullah onunla kendisine cizye vermek şartıyla sulh yaptı.
Yine (Amman civarındaki) Cerbâ ile, (Belkâ civarındaki) Ezruh halkı da Nebi (s.a.v) geldi. Resûlullah onların da cizye teklifini kabul etti, sonra da onlara bu anlaşmayı içeren bir vesika yazdı. Bu vesika onların yanında kaldı.621[120]
Ibnı Ishak der ki:
- Resûlullah (s.a.v) Eyle halkına bu vesika ile birlikte bir de Bürdesini hediye etmişti. Daha sonra bu eibiseyi Ebu'l Abbas Abdullah b. Muhammed es-Seffâh üçyüz dinara onlardan satın almıştı.622[121]
Musa b. Ukbe, İbni Şihâb-ı Zührî'den naklediyor:
- Bana ulaştığına göre, Resûlullah bu gazvesinde Tebuğe varıp daha Öte geçmemişti. Orada on küsur gün eğleşmiş idi.623[122]
Yahya b. Ebî Kesîr, Muhammd b. Abdirrahman b. Sevbân yoluyla Câbir (r.a.)'tan şöyle dediğini nakleder.
- Resûlullah (s.a.v) Tebuk'te yirmi gün eğleşip namazlarını kısaltarak kılıyordu. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet ediyor. Hadisin isnadı sahihtir.624[123]
620[119] Vâkidî 3/1004, 1005; İbni Hişâm 4/177; Taberî 3/108; Nihayetü'l İrab 17/360.
621[120] Beyhakî Delâil 5/241; İbni Hişâm 4/178; Taberî 3/108; Vâkidî Meğazî 3/1031. Bu kaynaklarda Zehebî'nin kısaltmak için almamış olduğu bu vesika metinde vardır. Metin şudur.
"Bismillahirrahmanirrahim. İşte bu vesika Allah ve Allah'ın Nebisi Muhammed tarafından Yuhanna b. Ru'be'ye ve Eyle halkına verilen bir Eman'dir. Bu eman onla-rın karadaki arabaları ve denizdeki gemileri içinde geçerlidir. Allah'ın ve Rasûlü Muhammed'in zimmeti, onlar ve onlarla beraber olan Şam, Yemen ve Bahr halkına verilmiştir. Onlardan kim bir olay yaparsa malı kendini koruyamaz. Zira onu alan için artık helal ve temiz olur. Artık onlar istedikleri sulara ulaşmaktan alakonulamaz, denizde ve karada gitmek istedikleri yoldan men edilemezler.
622[121] Bu konu daha Öncede geçmişti.
623[122] Taberî3/109.
624[123] Ebû Dâvûd Salat 1235; Müsned 3/295.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/355-358
6.BÖLÜM
Halid B. Velıd'în Dümetü'l-Cendel Emiri Ukeydir'e Gönderilişi
Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr ve Yezîd b. Roman şöyle anlattı:
-Resûlullah (s.a.v) Efendimiz Halîd b. Velîd'i, Kinde kabilesinden Ükeydir b. Abdilmelik'e yolladı. Ükeydir, Dumetü'l Cendel625[501] kiralı olup (Bizansa bağlı bir) Hıristiyan idi. Resûlullah (s.a.v), Halîd b. Velîd'e: "Sen onu yaban Öküzü avı yaparken bulacaksın" buyurmuştu. Hz. Halid yola çıkıp, pırıl pırıl parlayan bir ayın aydınlattığı bir gece onun kalesine gözle görecek kadar yaklaşıp gelmişti. Ükeydir o esnada hanımıyla beraber sarayının balkonunda idi. Bir yaban öküzü gelip boynuzu ile sarayın kapısına sürtünmeye başladı. Hanımı, "sen daha önce böyle birşeyi hiç gördün müydü?" deyince, "hayır vallahi!" dedi. Hanımı da, "böyle bir avı kim bırakır?" deyince, Ükeydir, "hiç kimse bırakmaz" deyip hemen balkondan indi ve emir verip atma eğer vuruldu. Ailesinden bir gurup da onunla beraber atlarına bindiler. Kardeşi Hassân'da aralanndaydi. Kaleden çıkar çıkmaz onları Pey-gamberin süvarileri karşılayıp,' Ükeydir'i yakaladılar. Kardeşini ise çarpışırken Öldürdüler. Süvariler Ükeydir'i Peygamber (s.a.v)'e getirdiler. Resûlullah onun kanını bağışladı ve cizye vermek şartıyla, sulh anlaşması yapıp, Ükeydir'i serbest bıraktı.626[502]
Bu Konuda Bazı Değişik Rivayetler
Abdullah b. İyâd b. Lakıyt, babası vasıtası ile Kays b. Nu'man es-Sükûnfnin şöyle dediğini anlatır:
- Resûlullah'ın süvarileri yola çıkınca Ükeydir gelişlerini duydu ve hemen Nebi (s.a.v)e gelip: "Senin süvarilerin buradan ayrılıp süratle benim topraklarıma doğru geliyorlarmış. Sen bana bir anlaşma yazıver. Ben üzerime düşen ne ise onu kabul ediyorum!" dedi. Nebi (s.a.v)'de ona bir mektup yazıverdi. Ükeydir de, imparatorun kedine bağlı kırallara hediye ettiği ipekten ma'mül Kaba denen cübbeyi çıkarıp, "Yâ Muhammed! bunu benim hediyem olarak kabul et!" dedi. Nebi (s.a.v) de:
"Sen Cubbeni geri götür. Zira bunu dünyada giyen kimse âhirette ondan mahrum olur" buyurdu. Hediyesinin geri çevrilmesi ona pek ağır geldiği için, "Sen bunu Ömer'e hediye et" dedi. (Resûlullah'da onu Ömer'e yolladı. Ömer onu alır almaz hemen Pey-gamber'e geldi ve "Yâ
625[501] Burası Kuzey Arabistan'da Tebûk'ten Irak'a giden yol üzerinde, bu gün bağlık bahçelik olan çok eski bir şehirdir.
626[502] İbni Hişâm 4/178, Vâkidî Meğazî 3/1025; İbni Sa'd 2/166; Taberî 3/109; Beyh. Süneni Kübra 9/187; Beyhakî Delâil 5250.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/358-359
Resûlallah! benim hakkımda bir şey mi oldu?" dedi. Nebi (s.a.v) ona, eliyle-veya elbisesinin ucuyla ağzını kapatacak kadar güldü sonra da:
"Ben onu sana giyesin diye değil, sadece onu satıp parasından istifade edersin diye yolladım" buyurdu.627[503]
İbnü Lehî'a, Ebû'l Esved yoluyla Urve'den rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v), Medine'ye doğru hareket edip, Halid b. Velîd'i de dörtyüz yirmi kişilik bir süvari gurubuyla Dûmetü'l Cendel sahibi Ükeydir'e gönderdi. Resûlullah (s.a.v) ona yapacağı tavsiyeleri yapınca Halid, "Bu Dûmetü'l Cendel işi nasıl olacak, orada Ükeydir var. Biz ise ona. ufak bir Müslüman gurupla gideceğiz!" dedi. Resûlullah (s.a.v)de:
"Allah her halükarda seni ona karşı gelmeye yetirecektir." buyurdu. Halid'de hemen yola çıkıp, Dûmetü'l Cendel'e yaklaşınca şehrin arka tarafına dolaştı. Ükeydir ve arkadaşları gece evlerindeyken bir yaban öküzü gelip kalenin kapısına sürtünmeye başladı. Ükeydir o sırada hanımları arasında içki içip müzik çalıyordu. Hanımlardan birisi dışarı bakınca yaban öküzünü gördü ve, "et konusunda bu geceki gibi şanslı bir gece görmedim," dedi. Ükeydir onu duyunca sıçrayıp atma bindi, hizmetçileri ve ailesi de atlandılar ve yaban Öküzlerini aramaya çıktılar.
Ama Halid ve arkdaşlarma rastlayınca, Halid onu ve yanındakileri yakalayıp bağladı. Sonra Halid, Ükeydir'e, "ne diyorsun, seni korumama alsam bana Dûmetü'l Cendel'in kapılarını açar mısın?" dedi. Ükeydir, "evet" dedi. Böylece gidip Dûmetü'l Cendel'e yaklaşınca, halk hareketlenip kapıyı açmak istediler. Ama kardeşi onlara karşı geldi. Ükeydir durumu görünce Halid'e; "Ey kişi, beni çöz, Allah'a and olsun kapıyı sana açacağım. Benim senin elinde bağlı olduğumu bildiği sürece kardeşim kapıyı açtırmayacak." dedi. Halid'de onu serbest bıraktı. Ükeydir kaleye girip kardeşini bağladı ve kapıyı Halid'e açıverdi, sonra da, "işte şimdi dilediğini yap!" dedi.
Halid ve Arkadaşları içeri girdiler. Sonra O, "Yâ Halid! sulh için istersen ben senin hükmüne razı olayım, istersen sen benim hükmüme razı ol!" dedi. Halid, "biz senin vereceğin şeyi kabul ediyoruz" dedi. O da ellerinde bulunan sekizyüz esir, bin sığır, dörtyüz zırh ve dörtyüz mızrak verdi.628[504]
Halid b. Velîd, Ükeydir'i alıp Nebi (s.a.v)'e getirdi. Eyle şehrinin lideri Yohanna b. Ru'be de onunla beraber geldi. Resûlullah (s.a.v)'in Ükeydir'e gönderdiği gibi kendisine de asker göndereceğinden endişe etmiş ve bizzat Peygamber'e çıkıp gelmişti. İkisi Peygamber (s.a.v)'in huzurunda biraraya geldiler. Resûlullah (s.a.v) onlarla Dûmetü'l Cendel, Tebük, Eyle ve Teyma üzerine bir hüküm verdi. Onlara birde yazılı vesika verdi. Sonra da Medine'ye dönmek için hareket etti.629[505]
Sonra Urve b. Zübeyr bu bölümde münafıklardan bir kısmının oynadıkları rolü, Resûlullah'a eziyet etmeye kalkıştıklarını ve Allah'ın bu durumdan Peygamberini haberdar ettiğini bahsedip,
627[503] Tehzîb-û Tarih-i Dımeşk 1/116; 3/95; Kenzül Ummal 41888.
628[504] İbni Sa'd 2/166; Vâkidî 3/1027.
629[505] İbni Hişâm 4/178; Vâkidî 3/1031; Beyh. Delâil 5/251.
münafıkların Mescid-i Zırâr'ı nasıl bina ettiklerini bahseder.630[506]
İbni İshâk, Amr b. Avf oğularmdan sika birinden şunları rivayet eder:
-Resûlullah (s.a.v) Tebûk seferine giderken, Medine ile arası, gündüz yolculuğuyla birkaç saatlik bir
mesafede olan Zû Evân'a gelip konaklamıştı. Daha önce Mescid-i Zırar'ın cemaati, kendisine gelip:
"biz hastalar, ihtiyaçlılar ve yağmurlu gecelerde gidemeyecekler için mahallemizde bir mescid inşa
ettik. İstiyoruz ki, sen gelip orada bizim hatırımıza bir namaz kılasın" ricasında bulunmuşlardı. Nebi
(s.a.v) de;
"Şimdi ben tam yolculuk halindeyim. Dönecek olursak inşallah size geleceğim" buyurmuştu. Zû
Evân'da konakladığında gökten ken-disine-bunların münafıklığı hakkında- haber gelmiş, O da, Mâlik
b. Ed-Duhşem ile Ma'n b. Adiy'i çağırtıp:
"Şu cemaati zalim olan mescide gidin, yıkın ve yakın" buyurdu. Onlar da sür'atle oraya varıp bu
mescide girdiler. Münafıklar orada idiler. Orayı ateşe verip yıktılar. Münafıklar da oradan dağıldılar.
Bu Mescid hakkında Kurân'da inen ayetler oldu.631[507]
Ebû'l Esbağ Abdulaziz b. Yahya el-Harrânî, Muhammed b. Seleme-İbni İshâk-A'meş-Amr b. Mürra-
Ebû'l Buhterî isnadıyla Huzeyfe (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır:
- Ben Resûlullah (s.a.v)'in devesinin yularını aldım ve deveyi çekiyordum, Ammar da arkadan
sürüyordu. (Veya Ammar çekiyordu ben sürüyordum) Dağ geçidine vardığımızda, ne göreyim tam
on iki tane süvari orada Nebi (s.a.v)'in yolunu kesmiş durumdalar. Ben hemen Resûlullah'ı uyardım,
Efendimiz de onlara bağırınca dönüp gittiler. Resûlullah (s.a.v) bize:
"Siz bu topluluğu tanıdınız mı?" buyurdu. "Hayır!" dedik onların yüzleri kapalıydı. Efendimiz (s.a.v):
"İşte bunlar Kıyamete kadar münafık kalacak olanlardır. A-kabe'de beni düşürmek için izdiham
yaptılar." buyurdu. Biz de, "Yâ Resûlallah! Onların kabilelerine haber salsan da her kabile kendi
adamlarının kafasını sana getirseler olmaz mı?" dedik. Nebi (s.a.v) de:
"Arabların, Muhammed kendi kavminin adamlarının katilidir, diye konuşmaları hoşuma gitmez."
buyurdu. Allah (c.c.) daha sonra Peygamberini onlara üstün getirince, onlara saldırıp kahremişti.
Daha sonra Nebi (s.a.v): "Yarab onları Dübeyle'ye at!" diye beddua etti. Biz, "Yâ Resûlallah!
Dübeyle de nedir?" diye sorunca Efendimiz
(s.a.v): "Dübeyle ateşten bir şule olup, onların kalplerindeki aort damarına isabet edip onları helak
eder" buyurdu.632[508]
Katâde, Ebû Nadra yoluyla Kays b. Abbâd'dan naklettiği bir hadiste Huzeyfe (r.a.)'ın Ammar b. Yâsir
(r.a.)'a Peygmber (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
630[506] Urve Meğazî sayfa 221; Beyh. Delâil 5/2 Bey. S. Kübra 9/33.
631[507] İbni Hişâm 4/180; Taberî Tarih 3/110; Vâkidî Megazî 3/1045, 1046.
632[508] Müslim sıfatü'l münâfıkiyn 2779/10; Beyhakî Delâil 5/260, 261.
"Ashabım arasında on iki tane münafık vardır. Bunlardan sekizi varki, deve iğne deliğinden
geçmedikçe cennete giremeyeceklerdir."633[509] Hadisi Müslîm rivayet ediyor.
Abdullah b. Salih el-Mısrî, Muâviye b. Salih-Ali b. Ebî Talha yoluyla İbni Abbas (r.a.)tan:
Mescid-i dırârı meydana getirenler..." ayeti hakkında şöyle dediğini anlatır:
- Bir takım insanlar, kendilerine ait bir mescid yaptılar. Münafık Ebû Âmir onlara: "Siz kendi
mescidinizi yapın ve gücünüzün sonuna kadar göç ve silah yardımı yapın. Zira ben şimdi Kayser'e
gidip bir Rum ordusu getireceğim. Muhammed ve arkadaşlarını buradan çıkaracağım" demişti.
Mescidi yapıp bitirdikleri zamanı Peygamber'e geldiler ve: "Senin o mescitte namaz kılmanı
istiyoruz" dediler. Bunun üzerine: " Sen orada asla namaz kılma" ayeti indirildi.
Sûfyan b. Uyeyne, Zûhrî aracılığıyla Sâib b. Yezîd'den şöyle naklediyor:
- Ben, Resûlullah (s.a.v)'in Tebük seferinden dönüşünü hatırlıyorum. Küçük çocuklarla beraber
Peygamberi karşılamak için Veda te-peşine kadar gitmiştik. Haberi Buharî nakleder.634[510]
Birçok kişi de Humeyd et-Tavil yoluyla Enes (r.a.)'tan naklediyor: Efendimiz(s.a.v) Tebûk seferinden
dönerken Medine'ye yaklaştığında:
"Medine'de kesinlikle öyle insanlar kaldı ki, sîzin gittiğiniz heryerde, kat ettiğiniz her vadide, sizinle
-sevabca- beraber olmuşlardır" buyurdu. Ashab: "Ya Resûlullah! Onlar Medine'de (kalıp gelmeyen)
kimseler mi?" dedi. Nebi (s.a.v) de: "Evet, onları mazeretleri yoldan alıkoymuştu" buyurdu. Hadisi
Buharı rivayet ediyor.635[511]
Tebuk Seferine Katılamayanlar
Şuayb b. Hamz, Zührî'den naklediyor: Bana Saîd b.el-Müseyyeb haber verdi ki: Yahudi Kureyza
oğulları, Ebû Lübâbe ile sulh anlaşmaları yapmış bir toplumdu. Efendimiz onları kuşattığında
Yahudiler ona geldiler, O da onları Resûlullah'ın vereceği hükme razı olmalarına uğraşıyordu. Onlar:
"Yâ Ebû Lübâbe! Sen bize kalemizden inip onlara teslim olmamızı önerir misin?" diye sorunca o,
eliyle boğazına işaret ederek, "bunun kesilip öldürülme" demek olduğunu söyledi. Bu durumdan
Resûlullah(s.a.v) haberdar edildi. O da ona, "beni niye korkutuyorsun?" deyince Nebi (s.a.v):
"Sen elinle boğazını onlara kesilme işareti olarak gösterirken, Allah'ın senin elinden gafil olduğunu
mu sandın.?" buyurdu. Ebû Lübâbe bir müddet orada durdu, Resûlullah (s.a.v) onu azarlamaya devam
etti.
633[509] Müslim sıfatü'l Münafıkıyn 2779/9; Müsned 4/320, 5/390; Beyh, Del. 5/262; Bey. S. Kübra 8/198.
634[510] Buhârî Meğazî 64/82 ve Cihad 56/196 h. no: 3082; Ebû Dâvûd, Cihad 2779; Beyhakî Delâil 5/265.
635[511] Buhârî Cihad 56/35 ve Meğazî Müslim 1911, 64/81. h. no: 4423, 1061, 182, 300; İbni Mâce 2764; Bey. S. Kübra 9/24; Delâil 5/267; Tahâvî Müşkil 4/94;
Muvatta 977; İbni Sa'd 2/168; Temhid 6/319; Ebû Nüaym Hılye 9/28 ve Tarih-i İsfahan 1/362; İbni Hibban İhsan 7/112; İbni Ebî Şeybe 14/546; Ebû Ya'la Müs.
4/2291 ve 6/3839.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/359-364
Sonra Resûlullah (s.a.v) Tebüğe sefere çıktı. Ebû Lübâbe de oraya gelmeyen kaçaklar arasında idi. Resûlullah (s.a.v) Tebük'ten gelince Ebû Lübâbe Ona geldi ve selam verdi. Resûlullah (s.a.v) ise ondan yüz çevirdi. Ebu Lübâbe müthiş bir paniğe kapıldı. Hemen mescide varıp, kendini Ümmü Seleme (r.a.)'mn hücresi yanındaki (daha sonra) tevbe direği -diye anılan direğe- kendini bağladı.
Şiddetli bir sıcakta, yedi gündüz yedi gece hiçbir şey yemeden, bir damla daha su içmeden bağlı kaldı. "Ya ölüp dünyadan ayrılana kadar burası benim yerim olacak veya Allah tevbemi kabul edecek" diyordu. Bu hal devam ederken artık bitkinlikten sesleri işitmeyecek hale geldi. Resûlullah, sabah akşam -geçerken- ona bakıyordu. Sonra Allah tevbesini kabul etti. Ona: "Allah artık tevbeni kabu! etti!..." diye ünlediler. Resûlullah bağından onu kurtarmak için birini yolladı. Lâkin o, Peygamberden başka birinin kendini ipten kurtarmasını reddetti. Bizzat Nebi (s.a.v) kendi ona geldi ve elleriyle ipini çözdü.
Ebû Lübâbe ayıldığı zaman: "Yâ Resûlallah! Ben bu günahı işlediğim yerden, kavmimin yurdundan göçüp sana intikal ederek, senin yanında oturmak istiyorum. Hem Allah ve Resulü yolunda malımı sadaka vererek ondan da kurtulmak istiyorum!" deyince Nebi (s.a.v): Sana malının üçte birini vermen kâfidir." buyurdu.
Ebû Lübâbe yurdunu terkedip malının üçte birini sadaka olarak dağıttı. Sonra tevbe etti. Artık Dünyadan ayrılana kadar İslâm hususunda ondan sadece hayırlı şeyler görüldü. Bu Mürsel bir haberdir.636[512]
Verkâ', İbnü Ebî Necih yoluyla Mücâhit'den:
Günahlarını itiraf ettiler" Tevbe 102 ayeti hakkında;
"O, itirafçı Ebû Lübâbe'dir. O vakit Kureyza Yahudilerine diyeceğini deyip Boğazına işaret ederek: "Eğer onun hükmüyle kaleden inerseniz, Muhammed sizi kesecektir" demişti." dediğini nakleder. Muhammed b. İshâk, "Onun kendini direğe bağlaması o zaman olmuştu" der. Belki de bu bağlaması iki defa gerçekleşmiştir.637[513]
Abdullah b. Salih derki: Bize Muaviye b. Salih, Ali b. EM Talha'dan İbni Abbas (r.a.)'ın: diğerleri günahlarını itiraf ettiler." ayeti hakkında şöyle dediğini anlatır:
-Nebi (s.a.v)'den geri kalıp Tebuk'e gelmeyenler on kişilik bir gurup idi. Resûlullah (s.a.v)'in dönüşü gerçekleşmeye başlayınca, onların yedisi kendisini gidip mescidin direğine bağladı. Bağlandıkları direk Peygamberin-evine-geçtiği yerdeydi. Onları görünce, "bunlar kim?" buyurdu. Ashab: "Bu Ebû Lübâbe, diğerleri de onun arkadaşları seninle yola çıkamayanlar. Yâ Resûlallah! Sen onların özürlerini kabul edip serbest bırakmcaya kadar böyle kalacaklar" dediler. Resûlullah (s.a.v) de:
636[512] Beyhakî Delâil 5/270, 271. Said b. Müseyyeb tabiinden olduğu için haber Mürselse de Hadisi burada Said'den nakleden Zührî onu Ka'b b. Malik'in torunun-dan tam olarak da nakleder. Bu az sonra gelecektir. Taberî bu haberi 11/15'te Ma'mer aracılığıyla Zührî'den direkt olarak verir.
Haberin Mürsel oluşu sadece Saİd b. Müseyyeb'den nakli sebebiyledir. Taberi rivayeti ise hem Mürsel hemde Maktu'dur. Ancak Buhârî Eyman 24; Vasaya 16; Tefsîr Sure 9/17; Müslim Tevbe 53; E. Dâvûd 3319, 3320, 3321; Müsned 3/453, 502; Bey, S. Kübra 4/181 ve 10/76; Nesaî Eyman 36. Daramı Zekat 25; Muvatta Nüzür 16 daki rivayetler bunu doğrulamaktadır.
637[513] Beyhakî Delâil 5/271; Taberî Cüz 11/15. Taberide İbni İshak'ın görüşü yoktur.
"Ben Allah'a yemin ederim ki, onları ne salıverir ne de özürlerini kabul ederim. Ancak Allah onları af edip bırakırsa ne âlâ. Onlar benden yüz çevirip Müslümanlarla beraber savaşa gitmekten kaçındılar." buyurdu. Peygamberin bu sözü onlara ulaşınca; "Allah bizi bırakmadıkça biz de kendimizin bağını çözdürüp serbest kalmayacağız" diye yemin ettiler. Bunun üzerine Allah (c.c.) Tevbe 102. ayeti olan:
"(Medine halkından bir) diğerleri günahlarını itiraf ettiler, salih amellerine diğer kötü şeyi karıştırdılar, ola ki, Allah tevbelerini kabul eder." âyetini indirdi. Ayetteki "Asâ, ola ki" kelimesi Allah tarafından kullanılınca vacib manasına gelip "O kesinlikle tevbeleri kabul edip, çok merhamet edendir" anlamına gelir.638[514]
Bu ayet inince Nebi (s.a.v.) onlara adam yollayıp serbest bırakarak özürlerini kabul etti. Mallarını Allah için sarf ettikleri hakkında da:
"Onların mallarından, onları temizleyen ve tezkiye eden bir sadaka al ve onlara dua et. Zira senin duan onlara sekînettir" ayeti indi.639[515]
Atıyye el-Avfî'de bu haberi bu mana ile İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet eder.640[516]
Ka'b Bin Mâlik'in Kıssası
Ukayl, İbni Şihalp-ı Zührî'nin Abdurrahman b. Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik'ten nakline göre, babası Abdullah b. Ka'b şöyle demiş: Babam Ka'b' Peygamberden geri kalıp Tebüğe gitmediği zamanki hadisesini şöyle anlatırken duydum:
- Ben Tebûk gazvesi dışında Peygamberin yapmış olduğu hiçbir gazada Resûlullah'tan geri kalmış değildim. Ancak ben Bedir savaşına da katılmamıştım. Allah (c.c.) Bedire katılmayan kimseleri hiç ayıplamamıştı. Zira Resûlullah Bedire harb için değil, Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah (c.c.)'de onlarla düşmanlarını hiçbir randevu olmadan karşılaştırmıştı. Ben, Resûlullah (s.a.v) ile Akabe gecesinde (biatta) bulunmuştum. Her ne kadar Bedir, insanlara göre Akabe Biatı'ndan daha meşhur ise de bana göre Bedir'de bulunmak Akabe'de biatta bulunmaktan daha üstün değildi.
-Tebûk seferinde benim Peygamberden geri kalma hadisem şudur: Ben, bu yolculuğa çıkılırken geri kaldığım zaman, ne kuvvetim ne de imkânım vardıki vaziyetim böyleydi. Vallahi bu seferden daha önce hiçbir zaman iki tane binek devem olmamış idi, ama bu seferde iki devem vardı.
-Resûlullah (s.a.v) bir sefere çıkarken, gittiği yeri, başka bir yere gidecekmiş gibi yaparak gizlerdi. Bu kere, çok sıcak bir mevsimde bu sefer için yola çıkıp, uzak ve ıssız bir yolu, çok kalabalık bir düşmanı göğüslemek gelip çatınca, sefer ihtiyaçlarını hazırlayabilmelerini sağlamak için Nebi (s.a.v)
638[514] Beyhakî Delâil 5/272; Taberî Tefsir Cüz 11/12. Ayet 102.
639[515] Beyhakî Delâil 5/272; Taberî cüz 11/16 ayet 103.
640[516] Beyhakî Delâil 5/272.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/364-367
Müslümanlara vaziyeti açık açık bildirdi. Gitmek istediği yönü açıkladı. Resûlullah (s.a.v)'Ie beraber yola çıkan Müslümanların sayısı bir divan kâtibinin kitabına sığmayacak kadar çoktu. Kâ'b (r.a.) devamla der ki:
(Adam çokluğundan dolayı) ortalıktan kaybolmak isteyen bir kimse, kendi hakkında vahiy gelmedikçe bu iş gizli kalacak sanardı. Resûlullah (s.a.v) bu yolculuğa meyvelerin olgunlaştığı, gölgenin güzelleştiği bir mevsimde sefer yapıyordu. Bende bu yolculuğa çıkmak istiyordum. Resûlullah (s.a.v) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladı. Bende onlarla beraber hazırlanayım diye erkenden gidiyordum, ama hiçbir şey yapmadan geri dönüyor ve kendi kendime; "İstediğim her zaman hazırlanacak gücüm var."diyordum. Benim halim böyle sürüp giderken insanlar ciddi biçimde hazırlığa girmişlerdi.
-Resûlullah (s.a.v) bir sabah erkenden yola çıktı. Müslümanlarda onunla beraberdi. Ben ise hazırlığımdan henüz hiçbirşey yapamamış idim. "Resûlullah (s.a.v)'den bir iki gün sonra yola çıksam bile yolda ona ulaşırım" diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra yine hazırlanayım diye çarşıya çıktımsa da hiçbirşey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün bir daha gidip yine hiçbirşey yapamadan geri döndüm. Ben mütemadiyen böyle gidip boş geri gelirken, gaziler hızla geçip gitmişlerdi. Hemen yola çıkıp onlara yetişeyim diye içimden geçirdimse de -keşke böyle yapaydım- bu da benim için mukadder olmadı.
-İnsanların arasına çıktığımda; nifakla itham edilmiş ya da takati kesiklerden, Allah'ın gitmeme mazeretini kabul ettiği kimselerden başka Medine'de kalan birini görememek beni çok üzüyordu. Resûlullah (s.a.v) Tebûk şehrine varana kadar beni anmamış, orada insanların içinde otururken, "Kâb bin Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Seleme oğullarından adamın biri: "Yâ Resûlallah! Onu -süslü-elbiseleri ile omuzlarına -kendini beğenerek- bakması yoldan alakoydu." demiş. Bunu duyan Muaz b. Cebel de: "sen ne kötü bir karar verdin! Vallahi Yâ Resûlallah biz Kâ'b hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz" demiş.
Resûlullah (s.a.v)'in Tebükten geri gelmekte olduğu haberi bana ulaşınca tasam başımda toplandı. Söyleyecek yalan şeyler hazırlamaya başladım ve "Yarın Peygamerin öfkesinden ne ile kurtulabilirim? diye düşünüp ailemden, akıllı olanların görüşlerinden faydalanmalıyım" dedim. "Resûlullah (s.a.v) Medine'ye ayak basmak üzeredir" denilince bendeki batıl düşünceler dağılıp gitti ve anladım ki, ben bu öfkeden, içinde yalan bulunan bir şeyle asla kurtulamam. O vakit ona doğruyu söylemeye karar verdim.
-Resûlullah (s.a.v) bir sabah Medine'ye teşrif etti. Peygamber E-fendimiz, ne zaman bir seferden dönse işe önce mescidden başlar, orada iki rekat namaz kılıp, sonra insanları dinlemek üzere otururdu. Bu kere de böyle yapınca, sefer kaçağı kimseler gelip ona mazeret bildirmeye ve yemin etmeye başladılar. Bunlar seksen kişi kadardı. Resûlullah onların bu dış mazeretlerini kabul edip Matlarını aldı. Onlar için istiğfar ediverip içlerinde sakladıklarını da Allah'a havale etti.
-Bende Efendimize gelip selam verdim. Bana öfkelenilen kimseye yapılan tebessüm ile gülümsedi, sonra da; "Gel!" buyurdu. Yürüyüp yanına geldim ve Önüne oturdum. Bana: Seni yoldan alıkoyan ne idi? Sen-biat suretiyle-sırtını satmamışım idin?" buyurdu. Ben: "Tabi Yâ Resuullah! Ben Vallahi senden başka, bir dünya ehlinin huzurunda otursaydım, onun öfkesinden bir özürle kurtulacağım
kanaatindeyim. Zira ben mücadele (bilgisi ve dili) verilmiş biriyim. Lakin, Vallahi kesinlikle bilirim ki, bugün sana yalan bir sözü mazeret diye söylesem de, sen onunla benden razı olsan bile çok geçmeden Allah bana öfkelenir (bir rivayette seni bana öfkelendirir). Eğer sana doğruyu söyleyip de, sen o doğruda benim aleyhime olacak birşey bulacak olsan bile ben, Allah'ın beni af edeceğini umarım. Vallahi benim hiçbir mazeretim yoktu. Vallahi senden geri kaldığım zamanki kadar, daha önce ne gücüm ne de zenginliğim vardı." dedim. -Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v)
"Buna gelince, kesinlikle doğru söyledi. Haydi kalk git de Allah'ın senin hakkında vereceği hükmü bekle" buyurdu. Seleme oğullarndan bir takım adamlar sıçrayıp peşine takıldılar ve: "Vallahi olmaz! Bundan önce senin işlediğin bir günah görmedik. Sen, şu sefere gidemeyeceklerin mazreti gibi bir mazeretini Peygamber'e arz etmekte aciz mi oldun. Peygamberin senin için yapıvereceği bir istiğ-far, senin günahını karşılamaya kâfi idi." demeye başladılar. Vallahi onlar bana böyle sözlerle sitem etmeye öyle devam ettiler ki, dönüp kendi sözlerimi yalanlamak bile istedim. Sonra onlara, "bu konuda benimle beraber bu hale düşen oldumu? "dedim. Onlarda:
-İki kişi, senin dediğin gibi söylediler, onlara da sana verilen karar gibi söylendi dediler. Ben:
- Onlar kimler? deyince, onlarda:
- Nürara b. Er-Rabî1 el-Amrî ile Hilal b. Ümeyye El-Vakıfî'dir, diyerek, Bedir harbine katılmış iki salih insanı bana bildirdiler. O ikisi tam örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dön-mekten vazgeçip yoluma devam ettim.
Resul Ekrem (s.a.v)-daha sonra- kendisinden geri kalanlar arasından sadece bu üçü olan bizimle konuşmaktan insanları men etti. Bunun üzerine insanlar bizden sakınıp bize karşı tavırlarını değiştirir oldular. Bu şekilde elli gün durduk. İki arkadaşım ise çekilip evlerinde
ağlayarak oturmaya başladılar. Ben üçünün en genç ve en sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaza geliyorum, çarşıda dolaşıyorum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Resûlullah (s.a.v)'in meclisine selam veriyor ve kendi kendime, "acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı?" diyorum, sonra namaza durup gizlice ona bakardım. Namaz için kalkıp yöneldiğimde bana baktı. Ben ondan tarafa dönünce yüzünü benden çevirdi.
Artık Müslümanların bana karşı uyguladığı bu cefa uzayıp gidince, bende gidip Ebû Katade'nin duvarından atladım. O benim amca oğlum olup benim insanlar arasında en sevdiğim kişiydi. Ona selam verdim, Vallahi selamımı almadı. Ben, "Yâ Ebû Katâde! Sana soruyorum Allah aşkına sen benim Allah'ı ve Peygamberini sevdiğimi bilmiyor musun?" dedim. Sustu. Ben sözümü tekrar ederek ant verdim, yine cevap vermedi. Sözümü üçünü defa tekrar edip ant verdim, bu kere, "Allah ve Resulü bilir!" dedi. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp gittim.
Kâ'b der ki: Medine çarşısında gezindiğim bir sırada, Medine'ye yiyecek şeyler getirip satan Şam nebti (milleti)lerinden bir nebtî, "Bana Ka'b b. Mâlik'i kim gösterecek?" diye sesleniyordu, insanlar bana işaret etmeye başladı. O da bana gelip Gassân kiralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuyup yazma bilen biri idim. Mektuba bakınca şunların yazılı olduğunu gördüm:
- "Emma Ba'dü: Senin Peygamberinin sana cefa ettiği haberi bana ulaşmış bulunuyor. Allah seni horlanıp zayi olacağın bir yerde yaratmamıştır. Bize katıl sana layıkıyla muamele ederiz" kendi kendime, buda başka bir bela, deyip yanan tandıra varıp mektubu orada yaktım. Bu elli günlük ızdırabın kırkıncı günü dolunca bir de Nebi (s.a.v) E-fendimizin elçisi bana geldi ve; "Resûlullah (s.a.v) sana ailenden uzak durmanı emrediyor" dedi. "Onu boşayacak mıyım yoksa ne yapacağım?" dedim. O da, "Hayır boşamıyacaksın sadece ondan uzak du-
rup ona yaklaşmıyacaksın?" dedi. Meğer aynı haberi iki arkadaşıma da yollamış. Ben eşime: "Allah bu konuda bir hüküm bildirene kadar haydi sen ailene git ve onlarda kal!" dedim.
Hilal b. Ümeyye'nin eşi Peygamber'e gelmiş ve, "Yâ Resûlallah! Hilal, hizmetçisi bulunmayan yaşlı, takadi tükenmiş biridir. Benim ona hizmet etmemi istemez misin?" demiş. Nebi (s.a.v) de: "Hayır, Ona hizmet edebilirsin, ama o sana yaklaşmıyacak" buyuranca kadın: "Vallahi Yâ Resûlallah, onun hiçbir şeye hareketi yok. Vallahi bu iş basma geldiğinden bu güne kadar o durmadan ağlıyor." dedi.
Kâ'b der ki: Ailemden biri bana, "Sende hanımının hizmeti için Peygamberden izin alsan" dedi. Ben, "Vallahi olmaz, ben bu genç halimde bu konuda Ondan izin isteyecek olsam, bana Resûlullah (s.a.v) ne der" dedim. Bundan sonra on gün daha böyle kaldım. Böylece biz elli günü tamamlamış olduk.
-Bu ellinci günün sabah namazını kıldım, ben o sıra bizim evin duvarlarından birinin üzerinde idim. İşte ben, Allah'ın bizden (Tevbe Sû-resi'nde) bahsettiği tarz ile, kendi kendime -olanca genişliğine rağmen-yeryüzü bana daralmış bir halde otururken, Sela' dağı tepesinden birisinin olanca sesiyle: "Yâ Ka'b b. Mâlik, müjdeee!..." diye bağırdığını duydum. Hemen secdeye kapanmışım.
Artık kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Resûlullah (s.a.v) sabah namazını kılınca, Allah'ın bizim tevbemizi kabul ettiğini ilan etmiş, insanlarda bizi müjdelemeye çıkmış ve arkadaşlarımdan tarafa bir kısmı müjdelemeye gitmiş. Biri de bana doğru atı ile gelmiş. Eşlem kabilesinden birisi de koşa koşa Sel'a dağının tepesine çıkmıştı.
Tabi ses bana attan daha çabuk ulaşmıştı. Sesini duyduğum kimse bana müjdeyi vermek için geldiğinde, onun müjdesine karşılık olarak elbiselerimi çıkarıp ona giydirdim. Vallahi o gün bu elbiselerden başka elbisem yoktu. İki elbise-alt üst-ödünç alıp onları giydim ve Resûlullah (s.a.v)'in yanına hareket ettim. İnsanlar gurup gurup beni
karşılayıp, tevbemin kabulünü tebrik ediyor ve "Allah'ın tevbeni kabul edişi sana hayırlı olsun!" diyorlardı.
Sonunda Mescid'e girdim. Etrafı insanlarla çevrili olarak Resûlullah (s.a.v) oturuyordu. Talha bin Ubeydullah kalkıp bana doğru koşar adımlarla gelip elimi tokaladı ve tebrik etti. Vallahi bana Muha-cirler arasında Talha'dan başka ayağa kalkan olmamıştı. Ben Talha'nın o davranışını asla unutamam. Resulü Ekrem (s.a.v) yüzleri sevinçle parlayarak:
"Annenin seni doğurduğu günden beri geçirdiğin bu en hayırlı gün'ün sana müjde olsun" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! Bu af sizin katınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye sorunca Efendi-miz (s.a.v) :