TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 24. BÖLÜM)
Kisra krallık ma'bedi içinde bulunduğu bir sırada kendisine bir hayalet gönderildi (veya gözüne göründü) ve Kisrâ'ya hakkı tebliğ etti. Kisra ansızın önünde eli bastonlu bir adamın yürüyüp kendisine: "Yâ Kisrâ! Şu bastonu sırtında kırmadan İslâm dinine rağbetin var mı?" dedi. Kisrâ: "Evet! Sakın onu kırma!" dedi. Adam da çekip gitti. Adam kaybolunca Kisra saray hâciblerine haber salıp getirtti ve onlara, "Şöyle bir adama buraya kim girme izni verdi?" deyince, "buraya kimse girmedi!" dediler. O, "yalan söylüyorsunuz" diyerek onlara kızıp azarladı, sonra onları bıraktı.
Ertesi yıl aynı gün yine bu adam Kisra'ya gelip önceki sözlerini tekrarladı. Yine Kisra Haciblerini çağırıp azarladı. Bir yıl sonra yine bastonla gelip, "Yâ Kisra, Bastonu kırmadan İslâm'a rağbetin var mı?" deyince, "sakın kırma" dediyse de onu kırdı. Allah'da Kisra'yı orada helak etti.325[84] Zührî, Saîd b.Müseyyeb yoluyla Ebû Hureyre(r.a.)'dan Nebi (s.a.v.)in:
"Kisra helak olduğunda artık ondan sonra bir daha Kisra olmayacaktır. Kayser helak olunca da ondan sonra Kayser olmayacaktır. Nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun ki, siz Kisra'nın hazinelerini Allah (c.c.) yolunda dağıtacaksınız." buyurduğunu nakleder. Hadis Müslim'dedir.326[85]
Yunus b. Bükeyr İbnû Avn yoluyla Umeyr b. İshâk'tan, "Resûlullah (s.a.v.) Kisra ve Kayser'e mektup yolladı. Kayser onu kabul etti. Kisrâ ise onu parçalayıp attı. Onun bu davranışı Efendimize ulaşınca ashabına:
"Şu kisra hanedanlığına gelince, onlar paramparça olacaklar. Beriki Bizanslılara gelince, onların nesli devam edecek" buyurdu. 327[86]
Er-Rabî, Şafiî'nin: şöyle dediğini anlatır: Biz Kayser'in Nebi (s.a.v.)'in mektubuna keremli davranıp onu deri bir kab içine koyduğunu bunun üzerine Nebi (s.a.v.)'in: "Mülkü bakî kılındı" buyurduğunu -bizden önceki alimlerimizden- bellemiştik.328[87]
Şafiî der ki: "Allah (c.c.) Kisrâ'ların Irak ve İran'dan soylarını kesip attı. Kayser ve ondan sonraki kralların hükmünü de Şam diyarından kesip attı. Kisra için Efendimiz; "Onun devleti parçalandı" buyurmuş ve ondan sonra Kisra'ların elinde devlet olmamıştır. Kayser hakkında ise; "Onun Devleti yerinde kaldı" buyurmuş ve Rum diyarında onların devleti bugüne kadar (kendi zamanı) ayakta kalmıştır."329[88]
Resûlullah (S.A.V)'In Mukavkısa Mektubu
325[84] Beyhakî Delâil 4/392; Ancak Beyhakîdeki ikinci isnad olan Leys isnadından sonra Akıyl - İbni Şihab diye gelir. Ayrıca Beyhakî iki isnad daha gösterir ama bunların hiç birinde Leys'ten sonra Yûnus yoktur.
326[85] Müslim Fiten 2918; Beyhakî Delâil 4/393; Buhârî Cilt 4/104, 246, 8/160; Tir. 2216; Müsned 2/233, 5/99; Bey. S. Küb. 9/177; Tab. Kebîr 2/234; Tab. Sağır 1/245; Tahâvî Müşkil 1/213; Humeydi Müsned 1094; EbûNüaym Tarih-i İsfahan 1/187; Taberî 1/35; Hatib Tarih 5/36.
327[86] Beyhakî S. Kübrâ 9/179; Beyhakî Delâil 4/394.
328[87] Beyhakî Delâil 4/393, 6/325; Sahihi Müslim Fiten 2918; Bey. S. Kübra 9/177.
329[88] Beyh. Delâil 4/394.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/189-192
Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Zûhrî, Abdurrahman b. Abd el-Kârî'den şöyle
nakletti: Resûlullah (s.a.v.), Hatıb b. Ebî Belta'yı, İskenderiye (o günkü Mısır) kralı Mukavkıs'a
yolladı. O da Resûlullah'(ın mektubunu ona iletti. Mukavkıs mektubu alıp öptü, Hâtıb'a ikramda
bulunup onu en güzel şekilde konuk etti. Mukavkıs, Hatıb'la Nebi (s.a.v.)'e bir katır, bir elbise ve iki
cariyeyi hediye olarak yolladı. Bunlardan birisi -sonra- İbrahim (a.s.)'m annesi oldu. Diğerini Nebi
(s.a.v.), Cehm b. Kuşem el-Abdî'ye hibe etti. Bu kadın sonra Amr b.el-Âs tarafından Mısır umum
valiliğine tayin edilen Zekeriyya b. Cehm'in annesi oldu.330[89]
Ebû Bişr ed-Dûlâbî, Haris b. Ahmed b. Saîd el-Fihrî -Harun b. Yahya el-Hatıbî- İbrahim b.
Abdirrahman- Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem-babası Zeyd- Yahya b. Abdirrahman b.Hatıb-Babasıisnadıyla
Dedesi atib b. Ebî Belta'dan şöyle dediğini nakleder:
"Nebi (s.a.v.) beni İskenderiye kralı Mukavkısa yolladı. Ben ona Efendimizin mektubunu getirdim.
Beni konağına indirdi ve yanında kaldım. Sonra Patriklerini toplayıp beni yanlarına çağırdı ve:
"Şimdi sana bir söz konuşacağım, bana bunları anlatmanı istiyorum" dedi. "Ben"de, "evet haydi"
dedim. "Bana Efendinden anlat. O bir Peygamber değil mi?" dedi. Ben "Tabi, O Allah'ın (c.c.)
Resulüdür" deyince;
"Madem öyledir de kendi kavmi kendisini kendi yurdundan çıkarıyorken neden onlara beddua
etmedi" dedi.
Ben de: "Peki sen, İsâ (a.s.)'ın Peygamber olduğuna şehadet etmiyor musun? Peki ona ne oldu da
kavmi onu yakalayıp da asmak istediklerinde Allah kendisini tâ dünya semasına kaldırıncaya kader
neden onları helak etmesi için beddua etmedi?" dedim. O da, "Sen Hakîm bir zatın katından gelen
hakim bir kişisin. Şunlar hediyeleridir. Bunları seninle O'na yolluyorum, (seninle bir de güvenliğini
sağlamak için yol güvenlikçisi gönderiyorum)"dedi ve Efendimize üç tane cariye hediye etti.
Bunlardan biri İbrahim (a.s.)'ın annesi oldu. Birisini Efendimiz Ebû Cehm b. Huzeyfe el-Abdî'ye, bir
diğerini de Hassan b. Sabit'e hediye etti. Onları kendilerinin bir kıtası ile yola çıkardı.331[90]
Zati-Selasil Gazvesi
Zât'ı-Selasil'in Cüzam topraklarında bir su ismi olduğu söylenir.332[91]
îbnü Lehî'a der ki: Bize Ebu'l Esved, Urve'den... yine İsmail b. İbrahim b. Ukbe'de amcası Musa b.
Ukbe'den: naklettiklerine göre ikisi de:
"Zati Selâsil Gazvesi, Amr b.el-Âs'ın komutasında Şam diyarının yaylaları sayılan yere, Beliyy
330[89] İbni Hişâm bunu kıssa olarak vermez, sadece isim verir. Beyhakî Delâil 4/395.
331[90] Beyh. Delâil 4/396. Yalnız burada geçen hibe olayı yukarıda ki hadiste Cehm b. Kusem'e verilmiş oluyordu. Burada Ebu Cehm'e diyor. Ama Dr.
Tedmurî'ninde belirttiği gibi kaynaklarda bu olay sadece Beyhakî rivayetinde yer alıyor.331[90]
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/192-193
332[91] Cüzam, küçük bir kabile olup, Yemen taraflarında otururlardı. Mu'cemû Kabâili'l arabda anlatıldığına göre, Hışma dağlarında göçebe idiler. Amr b. el-Âs'ın
Mısırı fethinden sonra bir kısmı oraya iskan oldu.
Sa'dullah ve o tarafta oturan Kuzâa kabilelerine karşı tertib edilmişti." derler.
Urvenin rivayetinde ise: "Resûlullah (s.a.v.), Amr İbnü'1-Âs'ı, Âs b-VâiI'in -anası oralı olması sebebiyle- dayıları sayılan Beliyy kabilesine yolladı. Onu Kuzaah olupta Beliyylere yakın oturanlara tebliğe göndermiş ve askere komutan yapmıştı.333[92]
Musa b. Ukbe der ki: Amr b. el-Âs oraya varınca, bulunduğu yerin civarından korkup, arkadaşlarından birini imdad istemek üzere Resûlullah'a yolladı. Resûlullah da, Muhacirlerden imdad istedi. Onlar da bu yardımı garanti verdiler. Aralarında Ebû Bekir'le Ömer ve bir cemaat vardı. Muhacirlere Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı emir yaptı, bunları Amr'a imdada gönderdi.
Bunlar Amr'ın yanma varınca, Amr: "ben sizin de emirinizim. Ben sizi imdada göndersin diye Resûlullah'a yazıp imdat istedim" dedi. Muhacirler de: "tamam, sen sana yardıma gelen arkadaşlarının emîrisin. Ebû Ubeyde de Muhacirlerin emiridir" dedi. Amr: "siz sadece benim istediğim bir imdat kıtasısınız." dedi. Ebû Ubeyde çok yumuşak güzel huylu biriydi. Resûlullah'a verdiği sözü ve ahdi için çok gayretliydi hemen, durumu görünce: "Yâ Amr! sende bilirsin ki, Resûluîlah'ın bana yaptığı en son tavsiyesi: "Bir arkadaşının yanma geldiğinde birbirinizin gönlünü alın!"
sözleri idi. Sen beni dinlemezsen, ben sana kesin kez itaat ederim." dedi. Böylece Ebû Ubeyde, emirliği Amra teslim etmiş oldu.334[93]
Yunus, İbni İshhak'tan nakleder: Bana, Muhammed b. Abdurrahman b. Abdillah b. Husayn et-Teymî, Beley ve Uzra kabileleri topraklarında yapılan Zati-Selâsil Gazvesi hakkında şunları anlattı:
Resûlullah (s.a.v.), Arabları İslâm'a karşı ürkmelerini gidermek için Amr İbni'l Âs'ı oraya yolladı. Onu yollaması Amr'ın babası Âs'ın annesinin Beliyy'li olması idi. Böylece Amr ile onların kalplerini İslâm'a ısındırmak istiyordu. Amr, Cüzam arazisine vardığında -ki orası Selasil denen suyun başı idi -korkuya kapılıp Nebi (s.a.v.)den imdad istemek için haber saldı. Nebi (s.a.v.)de aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu ilk muhacirlerden bir gurubu başlarına Ebû Ubeyde (r.a.) tayin ederek ve "sakın Amr ile ihtilâf etmeyin" diye tenbih ederek yardıma yolladı. Oraya varınca Amr ona, "sen -komutan olmayı değil- bana yardıma geldin" deyince Ebû Ubeyde: "hayır öyle değil, sen kendi gurubunun ben de kendi gurubumun emiriyim" dedi. Ebû Ubeyde yumuşak, nazik dünya işlerinde gayet olumlu davranan biriydi. Amr ona, "Olmaz sen bana desteğe gelince, benim emrimde olman lazım" deyince O, "Yâ Amr! Resûlullah(s.a.v.) zaten bana; "İ-kiniz çekişmeyin!" buyurmuştu. Sen bana asi geliyorsun ben senin emrinde olurum, olur biter" dediyse de Amr: "Emîrin benim sen sa-dece destekçisin" diye direndi. O da "haydi öyle olsun!" deyince ashaba namazı Amr kıldırdı.335[94]
.Ali b. Âsim, Hâlid el-Hazzâ aracılığıyla Ebû Osman en-Nehdi den nakleder: Amr b.el-Âs'ı şöyle derken işittim.
333[92] Beyh. Delâil 4/298; Urve Meğazî sayfa 207.
334[93] Urve Meğazî sayfa 207; İbni Hişâm Sira 4/239; Beyhakî Delâil 4/399; İbni Asakir Teh. Tarih-i Dımışk 1/104, 7/162.
335[94] Beyh. Delâil 4/400; Vâkidî 2/770; İbni Hişâm Sire 4/239. Parantez arası Beyhakî rivayeti ile İbni îshak'mdır. Zehebî ihtisar ederek atlamış.
-Nebi (s.a.v.) beni bir müfreze başkanlığında Zî Selâsil'e yolladı. Toplulukta Ebû Bekir de vardı. Kendi kendime, "benim Peygamberin katında değerli bir yerim olmasa bu ordunun başına geçirip sefere yollamaz" diye düşünüp, Nebi (s.a.v.)'in yanına gelip önüne diz çöktüm ve "Yâ Resûlallah! Sana insanların en sevgilisi kimdir?" dedim. "Aişe'dir" buyurdu. "Ben ailelerin arasındakini sormuyorum" deyince O, "Babasıdır" buyurdu. "Sonra kim?" dedim. "Ömer'dir" buyurdu. Ben "sonra kim?" diye sordukça o bir sürü insan saydı. Amr der ki; ben kendi kendime, "artık böyle bir soruyu bir daha tekrar etmemeliyim" dedim.336[95]
Bu hadisi Halid'den, Ali b. Asım'dan başkaları da nakletmiştir. Bu hadis Sahihayn'da tahric edilmiştir.
Vakîi ve diğerleri anlatıyor: Bize Musa b. Ali b/Rabah, babasından Amr b. el-As'i şöyle derken duyduğunu nakleder: Nebi (s.a.v.) bana:
"Ya Amr! silahını kuşan ve yanıma gel" buyurdu. Kuşanıp geldiğimde abdest alıyordu. Gözlerini bana çevirip iyice baktı ve;
"Yâ Amr! Ben seni başkan olarak sefere yollayacağım. Allah sana selamet ve ganimet versin. Ben senin için salih bir yoldan kazanılan malın olmasını istiyorum" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! Ben mal arzusu ile Müslüman olmadım. Ben ancak cihad ve seninle olabilmek arzusuyla İslâm'a girdim" deyince Efendimiz:
"Yâ Amr! Salih kişi için salih mal ne kadar güzeldir" buyurdu.337[96]
İbni Avn ve diğerleri, Muhammed'den: "Resûlullah (s.a.v.) Amr b. el-Âsrı aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu Zât-ı Selâsil ordusuna komutan olarak tayin etti" diye naklederler. İbrahim b. Muhacir de İbrahim Nehâî'den buna benzer bir sözü naklediyor.338[97]
Vekî, Münzir b. Sa'lebe yoluyla İbnü Bürayde'den naklediyor: Resıılııllah (s.a.v.), aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu bir mangaya emir yapıp yolladı. Harp yerine varıldığında Amr: "kimsenin ateş yakmaması emrini verdi." (Orası soğuk olduğu için ateş yakmak istediler) Ömer (r.a.) onun emir verişine Öfkelenip, Amr'a darılmaya gidecekti ki, Ebû Bekir (r.a.) ona egel olup. "Resûlullah (s.a.v.) O'nun harp bilgisine güvendiği için bize komutan yaptı" diyerek onu yatıştirdi.339[98]
Derim ki: İşte bu bilgiye binâen Ebû Bekir de Amr'ı Şam Seferi'nde komutan yapmıştı.
Vakîdi anlatıyor: Bana Rabîa b. Osman, Yezîd b. Roman'dan nakletti ki: Ebû Ubeyde ve arkadaşları Amr'a yardıma geldiklerinde sayıları beşyüz kişi olmuştu. Gece ve gündüz yola giderek Beliyy diyarına varıp orayı istilâ ettiler. Ne zaman bir yere gelseler, orada bir düşman topluluğu olduğu
336[95] Buhârî Fazâilü Ashabın-Nebîyyi cild 4 sah 192 ve Meğazî/Gazvetü zatis-Seiâsil 5/113; Müslim Fazailüs-Sahabe h. no: 2384; Beyhakî Delâil 4/401.
337[96] İbni Ebî Şeybe Musannef 7/18; Müsned 4/198, 202; İbni Hibban Tertîb 5/88; Buhârî Edebü'l Müfred h. no: 299; Hakim 2/236 ve 2/2.
338[97] Buhârî Fezail Ciit 7/18, 19 ve Meğazide 8/59; Müslim h. no: 2384.
339[98] Beyh. Delâil 4/400 Vakıdî 2/770.
haberi Ona ulaşıyordu. Bunların geldiğini duyan bu topluluklar hemen dağılıp kaçıyorlardı. Böylece kaçanların peşinde ta Beîiyy, Uzra ve Belkıyn arazilerinin öte ucunu kadar ulaştılar. Sonunda orada bir düşman topluluğuna rastladılar. Bir saat çarpışıp birbirlerine ok attılar. O gün Âmir b. Rabi'a vurulup kolundan yaralandı. Müslümanlar düşmana saldırınca dağılıp kaçıştılar. Müslümanlar onları takibe koyulup kaçmaktan aciz kalınca her tarafa dağıldılar. Amr böylece orayı istila etti. Orada günlerce kalıp arkadaşları çevredeki hayvan sürülerine baskın düzenledi.340[99]
İsmail b. Ebî Halid, Kays'tan naklediyor: Resulü Ekrem (s.a.v.) Amr İbni'1-Âs'ı Zati Selâsil gazvesine yolladı. Orada (geceleyin son derece) çetin bir soğuk onları yakaladı. Amr onlara "hiç kimse ateş yakmıyacak!" emrini vermişti. Resûlullah'a geldiklerinde Amr'ı, "ateş yaktırmadı" diye şikayet ettiler. Amr da: "Yâ Resûlallah! Benim arkadaşlarımın sayısı azdı. Ben düşmanın onların azlığını görmesini istemedim. Hem onların düşmanın peşine gitmelerini yasakladım. Zira, belki yolda onlara tuzak kurmuş olacaklarından korktum" dedi. Bu cevap Resûlullah'm çok hoşuna gitti.341[100]
Amr b. Haris, Cebîr b. Hâzim,-Yahya b. Eyyûb- Yezid b. Ebî Habîb-imrân b. Ebî Enes- isnadıyla amr İbni'l Âs'tan şöyle anlattığı nakleder: Zati Selâsil Gazvesinde soğuk bir gecede ihtilam oldum. Gusledersem ölebileceğimden korktum. Teyemmüm edip sonra arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Bu durumu Postacı olan Avf b. Malik- önceden Nebi (s.a.v.)e bildirmiş. Nebi (s.a.v.) beni görünce;
-"Yâ Amr, sen cünübken arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?" buyurdu. Ben de ona beni gusletmekten alıkoyan sebebi anlattım ve zaten Allah(cc) da;
"Kendinizi öldürmeyin, şüphesiz Allah size pek merhametli davranmaktadır" (Nisa 29) buyuruyor, dedim. Nebi (s.a.v.) sözüme güldü ve hiçbirşey demedi.342[101]
Amr b. el-Haris ve diğerleri Yezîd, Ebi Habib -İmran b. Ebî Enes-Abdurrahman b. Cübeyr isnadıyla Amr b. el-Âs'ın kölesi Ebû Kaystan; "Amr b. el-As bir seriyyeye gitmişti..." diyerek hadisi aynen yukardaki Cerir hadisi gibi nakleder ve sonrada, "Amr bacak arasım yıkayıp aynen namaz abdesti aldı, sonra onlara namaz kıldırdı" diye anlatır ama teyemmümden bahsetmez. Üst haberle bunu Ebû Davud nakleder.
(Ebû Davud burada şunu da ilave eder: "Bu kıssayı Evzâî, Hassan b. Atıyye'den nakletmiştir. Bu rivayette "teyemmüm geçiyor.)343[102]
Sîfü'l-Bar Serîyyesî
340[99] Vakıdî 2/773; İbni Sa'd 2/131; Beyh. Delâil 4/401.
341[100] İbni Asakir Tarihi Dımışk 13/254.
342[101] Ebû Dâvûd 335; Müsned 5/203; Hakim 1/177; Darakutnî 1/178; Beyhakî S. Kübra 1/225; Beyhakî Delâil 4/402; İbni Hibban Mevarid 202; İbni Asakir 13/255.
343[102] Ebû Dâvûd 435; Beyh. Delâil 4/403; Vakîdi 2/173'te isnatsız olarak.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/194199
Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dînar yoluyla Câbir (r.a.)'tan naklediyor:
Nebi (s.a.v.) bizi üçyüz kişilik bir güç olarak Gazve'ye yolladı. Emirimiz Ebû Ubeyde (esas adı Amir veya Abdullah b. Âmir) b. Cerrah idi. Kureyş'in -Şam- kervanını gözetleyecek idik. Azığımız tükendiği için müthiş bir açlık başgösterdi. Öyle ki, Salem (ağacının) çırpıntılarını (yani yapraklarını ıslatıp) yedik. Bu yüzden bu orduya "Ceyşü'l Habat" -yaprak otlayan ordu- denildi.
Cabir devamla der ki:
Adamın birisi üç deve kesti. Bu bitince üç daha kesti, sonra üç tane deve daha kesti. Sonra Ebû Ubedye bu develerin kesimini yasakladı. Daha sonra denizin -bizim için ölüsünü- dışarı attığı bir hayvan bulduk, buna Anber balığı deniyormuş. Ondan onbeş gün kadar yedik ve yağını kullandık. Hatta vücutlarımız beslenip düzeldi. Ebû Ubeyde onun kılçıklarından birini aldı. Sonra ordu içinde en uzun boylu adamla en uzun boylu deveyi seçtirip, bu adamı O deveye bindirdi. O adam deveye beraber bu kılçığın altından değmeden geçebildi.
Bu hadisi Buharı ve Müslîm ittifakla rivayet etmişlerdir.344[103]
Buharı Amr b. Dinar'ın Cabir'den naklettiği hadisinde şu ilaveyi verir: Cabir der ki: Orduda üç devesini birden yemek için kesen bir adam vardı. Sonra üç daha kesti. Sonra yine üç daha kesti. Sonra Ebû Ubeyde Onu menetti. Amr b. Dînar der ki: Bize Ebû Salih anlattı ki, Kays b. Sa'd, babası Sa'd b. Ubâde'ye: "Bende o ordudaydım, müthiş bir açlık olmuştu" deyince babası, "deve keseydin ya!" dedi. O da, "kestim" dedi. Sonra yine açlık oldu, deyince babası, "deve kes" dedi. O da "kestim" deyip, "yine acıktılar" deyince yine babası "deve kes!" deyince Kays, "bana yasak konuldu" dedi.345[104]
İmam Mâlik, Vehb b. Kays'ın yolu ile Ca'bir (r.a.) şöyle dediğini nakleder: Resûlullah -kızıldeniz- sahiline bir müfreze yollayıp başlarına Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı emir yaptı. Bunlar üçyüz kişiydi ve ben de aralarındaydım. Daha yolun bir kısmı katedildiği halde azığımız tükenmişti. Ebû Ubeyde emredip ordudaki bütün azıklar bir araya getirildi. Azıklar hurmadan ibaretti. Ebu Ubeyde bize her gün bunu azar azar verdi. O da tükendi. Artık hissemize birer tane hurma düşüyordu. Ben "artık bize bir hurma ne yetecek ki" diye düşünüyordum ki, asıl onun yokluğunun etkisini hurmanın tükendiğinde anladım. Sonra denizin kıyısına geldik. Birde baktık ki, sanki küçük bir dağ gibi bir balık kıyıya çarpmış. Bu müfreze tam onsekiz gün ondan yedi. Sonra Ebû Ubeyde o balığın kılçıklarından birini alıp iki ucunun yere dikilmesini emretti. Dikilince bir deve getirilip üzerine adam bindirildi. Sonra deve bunun altından geçirildi de ona değmeden öte tarafa geçti.
Hadisi Buharı ve Müslim nakleder.346[105]
Zübeyr b. Muaviye, Ebû'z-Zübeyr yoluyla Câbir'den şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.), Kureyş'e ait bir kervanın önünü kesmek için bizi yolladı. Azık olarak da hurma kattı. Ebu Ubeyde bize hurmaları
344[103] BuhârîMeğazî 64/63 h. no: 4361; Müslim 3935; Beyh. Delâil 4/406,407.
345[104] BuhârîMeğazî 4361.
346[105] Buhârî şirket 1, Meğazî 65/65 h. no: 4350; Müslim 1935; Beyhakî Delâil 4/407; Vakıdî Meğazî 2/777; Malik Muvatta Sıfatün-Nebî 24; Müsned 3/306.
teker teker veriyordu. Biz bastonlarımızla selem ağacının yapraklarına vurup döküyor, sonra bunları su ile ıslatıp yiyorduk. Deniz kenarına gelirken karşımızda sanki kum tepesi gibi birşeyin yükseldiği görüldü. Varınca onun Anber dedikleri balık olduğu anlaşıldı. Ebû Ubeyde önce bu "ölmüş bir leş sayılır" dediyse de sonra, "hayır biz Allah Elçisi (s.a.v.)'in elçileriyiz. Allah yolundayız. Siz "mecburiyet içindesiniz onu yiyebilirsiniz" dedi. Biz orada bir ay kalıp -ondan yiyerek- şişmanladık. Bu balığın göz çukurundan koca testi ile yağ alabiliyor, ondan öküz büyüklüğünde et parçası kesebiliyorduk. Ebû Ubeyde on üç kişiyi onun göz çukuru içine oturtabildi. Kılçıklarından birini alıp yere dikti, sonra en boylu deveyi sürüp altından geçirdi. Biz onun etini kesip kurutarak azık yaptık. Medine'ye geldiğimizde Nebi (s.a.v.)e gidip anlattık. O da:
"O, Allah'ın sizin için denizden çıkarttığıbir rızıktı, siz de onun etinden bize yedirecek bir şey var mı?" buyurdu. Biz de ondan bir parçayı Resûlullah'a gönderdik. O da onu yedi. Hadisi Müslim rivayet ediyor.347[106]
Derim ki: Bazı tarihçiler bu Gazve'nin hicri sekizinci senenin Receb ayında gerçekleştiğini söyler.348[107]
Ebu Katade'nın Hadıra Serıyyesı
Vakîdi Meğazîsinde anlatıyor: Nebi (s.a.v.) onbeş kişinin başına Ebû Katâde b. Rıbî' el-Ensarî'yi tayin ederek, Necid tarafındaki Gatafan kabilesine yolladı ve ona Gatafanlılara baskın yapması ama kadın ve çocuk öldürmemesi emrini verdi. Ebû Katâde gelip oraya vardı ve orada bulunan onlardan büyük bir grubu kuşattı. Onlardan birisinin "Yâ Hadıra" diye bağırdığını duyduk. (Abdullah b. Hadrad der ki: "Bunu hayra yordum ve herhalde evlenmek istediğim ve mihrini temin edemediğim hanıma kavuşacağım" dedim. Onları geceleyin kuşattık. Tekbir alarak onlara saldırdık. Onlardan çoğu öldürüldü. Ben onlardan birinin peşine düştüm ve öldürdüm)
Ordu hayvanları ele geçirip sürdü. İkiyüz deve ve iki bin koyundu. Bir çok da esir alındı. Bu sefere gidiş geliş onbeşgün sürdü. Hadise bu yılın Şa'ban ayında oldu.349[108]
Ebû Katade'nin İdam Seriyyesi
Nebi (s.a.v.)'in îdam vadisine sefere göndermesi, Hadıra Seferi'nin ardından Ramazan ayında olmuştu. (Zehebî olaya yer vermeyip böyle derse de biz bunu îbni Hişâm ve îbni Sa'd'den kısaca verelim. Metin İbni Hişâmındır.M.C.)
347[106] Müslim 1935; Ebû Dâvûd 1714 ve 3840; Müsned 3/312; Bey. S. Kübra 6/194, 9/251; Delâil 4/408; Buhârî 4/49, 7/115; Tirmizî 848; Nesaî 7/207; Muvatta 351; Darakutnî 4/266 Temhîd 4/126; Tahâvî Meânî 2/174; İbni Hişâm 4/243; Vakidî 2/777; Taberî 3/33.
348[107] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/199-201
349[108] Vakıdî olayı gayet tafsilatlı anlatırken, Zehebî'nin ihtisarını anlayamadım 2/780.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/201-202
— Abdullah b. Ebî Hadrad der ki: Resulü Ekrem bir gurub Müslümanla bizi İdam'a yolladı, içlerinde Ebû Katâde ve Muhallim b. Ceşşâme de vardı. (İbni Sa'd Emir Ebû Katâde idi der) oraya varınca, Âmir b. el-Adbat el-Eşcaî ile karşılaştık. Yanımıza gelince bize Müslüman selamı verdi. Biz selamını almadık. Muhallim adama saldırıp onu öldürdü. Meğer eskiden düşmanlıkları varmış. Devesini ve eşyalarını aldı. Peygamberin yanına geldiğimizde durumu anlattık. O zaman:
"Ey iman edenler, yeryüzünde Allah yolunda cihad için dolaştığınızda iyice araştırın ve size selam verene dünya malını arayarak "sen mü'min değilsin" demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha Öncede siz böyle idiniz de Allah size lütfedip iman nasib etti..." ayeti indi.350[109]
Efendimizin Kızı Zeynep Valîdemiz'in Ölümü
Zeynep (r.a.) Efendimizin kızlarının en büyüğü idi. Bu yıl içinde vefat etti.351[110] Zeyneb (r.a.)'yı, Ümmü Atıyye el-Ensarîyye ile, diğerleri Ümmü Seleme, Ümmü Eymen ve Şevde) yıkadı. Nebi (s.a.v.) onlara izarını verdi ve:
Bunu ona şîar / iç çamaşırı yapın" buyurdu.352[111] Zeyneb (r.a.) kızı olan Ûmame binti Ebî'I Âs, Peygamberimizin namaz kılarken kucağında taşıdığı bebektir.353[112]
Mekke'nin Fethi354[113]
Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor:
-Daha sonra Bekr b. Abd-i Menât b. Kinane oğulları, Mekke'nin ta aşağı tarafında Vetir denen suyun başında oturan Huzâ kabilesine saldırdı. Bekr oğullarıyla, Huzâalılar arasındaki kavgaya sebeb olan kişi el-Hadramî oğullarından bir kimse olup adı Mâlik b. Abbâd idi.
Bu zât ticaret için yurdundan çıkmıştı. Huzâ'a arazisinin ortalarında huzâalılar ona saldırıp öldürdüler ve malını aldılar. Bekr oğullan da geri gelip Huzaadan bir adama saldırıp onu öldürdü. İslâm'ın gelişinden az önce, Huzâalılar, Esved b. Razn ed-Deylemî oğullarından Selmâ, Gülsüm ve Züeyb'e saldırdılar ve onları Arafattaki arafat sınırlarını belirleyen hudud putları önünde öldürdüler. Bunlar Kinâne oğullarının önde gelen eşrafı idi.
Bekr oğullarıyla, Huzâa kabilesi bu şekilde husumete devam ederken, İslâm dini aralarına gerildi.
350[109] İbni Hişâm 4/240; İbni Sa'd Tabakat 2/133; Taberî 3/35; Vakıdî 2/797.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/202-203
351[110] Taberî 3/27; Halîfe Tarih 92; İbni Sa'd 8/34 de tarih sekizinci senenin evveli diye verir.
352[111] İbni Sa'd 8/34, 35; Buhârî 2/93, 94; Müslim Cenaiz 36; Ebû Dâvûd Cenaiz 33; Nesâî 4/22; îbni Mâce 1458; Muvatta 222; Bey. S. Küb. 3/389, 4/6; Müsned 6/407; İ. E. Şeybe 3/242.
353[112] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/203
354[113] Mekke fethi için bak: Buhârî Meğazî 5/89; Müslim Cild 3/1405; Vakıdî 2/280; İbni Hişâm 4/84; Ta. Halîfe 87; İbni Sa'd 2/134; Urve Meğazî 208; Yakûbî Tarih 2/58; Taberî 3/42; İ. Abdi'l Ber Ed. Dürer 224; Cevamiu's-Sîra 223; Bey. S. Kübra 9/120; Camiu'i Us-:! 8/358..
İnsanlar artık İslâm diniyle meşgul olmaya başladı. Resulü Ekrem ile Kureyşliler arasında Hudeybiyede Sulh yapılınca, onların Resûlullah'a, Resulü Ekrem'in de onlara koştuğu şartlar arasında;
"Bu civarda oturan araplardan Resûlullah'm akit ve ahdine girmek isteyenler rahatça girebilecek, Kureyşlilerin akit ve ahdi altına girmek isteyenler de istediği gibi girebilecekti. Bekir oğullan Kureyşlilerin akdi altına girerken, Huzâalılar da mü'miniyle kâfiriyle Resûlullah (s.a.v.)'in akdine girdiler.
Hudeybiye de anlaşma sağlanınca Bekr oğullan boylarından biri o-lan Ed-Deyl oğullan bunu Huzâa'dan öcalmak için fırsat saydı ve kendilerinden öldürülen bu kardeşlerinin intikamını bunlardan almak istediler. Nevfel b. Muâviye ed-Deylî kendi kavmi olan Benî Deyl'in başında yola çıktı. Benî Bekr'in hepsi ona tabî değildi. Muaviye ve arkadaşları geceleyin gelip vetir suyu başındaki Huzâaya saldırdı ve onlardan birini vurup etraflarını kuşattılar. Müthiş bir çarpışma oldu. Kureyş, ed-Deyl oğullarına silah yardımı yaptı. Kureyşten bir kısmı da kendilerini gizleyerek bizzat kendileri gelip Deyi oğulları saflarında Huza'alılara karşı çarpıştılar.355[114]
Nihayet Huzâa'lıları sürerek tâ Harem-i Şerife kadar getirdiler. Nevfel'e kendi kavmi olan ed-Deyloğullan; "Yâ Nevfel! Harem'e girdik. İlahından kork ve Harem'in haramlığını ihlal etme!" dediler. O zaman o, çok ağır bir laf edip: "bugün benim ilâhım yok, ey Bekr oğulları intikamınızı alın. Vallahi siz Haremde çalıyordunuz da şimdi orada intikamınızı niye almıyorsunuz?" dedi.
O gece Vetîr'de adı Münebbih olan ve kalb hastası birini öldürmüşlerdi. Yanında Temîm diye biri de vardı. Münebbih buna, "kaç kendini kurtar, ben nasıl olsa öleceğim, ister öldürsünler, ister salsın-lar" dedi. Temim kaçıp kurtulurken, Mûnebbih'e yetişip öldürdüler. Huzâa Mekke'ye girince bir kısmı Bûdeyl b. Verkâ adlı birinin evine sığındılar. Bir kısmı da adı Râ'fi1 olan Huzaalı bir kölenin evine sığındı.
Bekr oğulları ile Kureyş'in dayanışmaya girdikleri ortaya çıkınca, bu kendileriyle Resûlullah (s.a.v.) arasındaki anlaşmayı bozmak anlamına gelmiş oldu. Böylece Anır b. Salim el-Huzâî de çıkıp yanına yardım isteyecek bir gurubu alarak Peygamber (s.a.v.) geldi ve ashabının arasında oturmakta olan Peygamberin baş ucunda dikilerek şu şiiri okudu:
Ya Rab, ben Muhammede babamızın ve babasının eski dostlu-ğunu hatırlatıyorum
- Siz çocuklar iken biz baba idik. Orada teslim olduk ve asla elimizi çekmedik. (Kusay oğullarının anası Fatima binti Sa'd ile abdi Menaf oğullarının anası Huzâa'lı idi.)
- Allah sana hidayet versin, sen hazır olan bir destekle yardım et, Allah kullarını yardıma gelmeye çağır.
- Aralarında harbe hayır bir Resûlullah vardır. Eğer zillet istense onun yüz rengi değişir.
355[114] Metinde "Kureyşten bir kavim bizzat kendileri canlarıyla Huzaâa'ya yardım etti" şeklinde ise de doğrusu İbni Hişâm, İbni Sa'd, Beyhakî ve Vakîdî ise bizim tercemedekini söylerler. Üstelik, bu rivayet Bekkaî yoluyla, İbni Hişâm'daki de aynı rivayettir. Sanırım burada ya okuma ya dizgi hatası olmuş.
- Deniz gibi dalgaları yüzen bir ordu içinde. Kureyş sana verdiği sözünü bozup atmıştır.
- Senin kuvvetli anlaşmanı bozdular ve Mekke'deki Kûdeyde beni kontrol ettirmeye başladılar.
- Benim kimseyi yardıma çağıramayacağımı sandılar. Oysa onlar hem daha alçak, hem sayıca daha azdır.
- Onlar bize Vefîr suyu başında uykuda saldırdılar, bizi rükû ve secdede katlettiler.
Üçüncü mısradaki ilk kısım "Allah sana hidayet versin, sen güçlü bir destekle yardım et" şeklinde de rivayet edilir. Bunu duyan Resûlullah (s.a.v.): "Ey Amr b. Salim yardım olundun!" buyurdu. O sırada Resûlullah'ın gözüne gökteki bir bulut görününce;
-Şu bulut Ka'b oğullarının yani Huzâa'hların zaferini yağdıracak" buyurdu
Sonra Bûdeyl b. Verkâ', Huzâa kabilesinden bir gurubla Medine'ye Resûlullah'ın yanma geldi ve başlarına geleni, Kureyş'in Bekr oğullarına yardımını anlatıp Mekke'ye doğru yola çıktılar. Resûlullah (s.a.v.) bu ara ashabına:
"Sanki siz anlaşmayı yenilemek ve sulh süresini uzatmak üzre Ebû Sûfyan'ın sîze geldiğini göreceksiniz gibi geliyor" buyurdu.
Bûdeyl ve arkadaşları Mekke'ye doğru giderken yolda Ebû Sûfyan'la karşılaştı. Kureyş onu anlaşmayı yenileyip süreyi uzatması için Peygamber'e yollamıştı. Kureyş o katliamdan az sonra yaptıklarından korkmaya başlamışlardı.
Ebû Sûfyan, Bûdeyl b. Verkâ'ya rastladığında, "Yâ Bûdeyl! nereden geliyorsun?" dedi. Ebû Sûfyan onun Nebi (s.a.v.)den geldiğini tahmin ediyordu. Bûdeyl ise: "Huzaa'hlarla beraber şu şekilde biraz dolaştım" dedi. Ebû Sûfyan, "Peki Muhammed'e gitmedin mi?" dedi. Bûdeyl Mekke'ye doğru gidince, Ebû Sûfyan: "Eğer O Medine'den geliyorsa hayvanlarına hurma yemi yedirmiştir" deyip, Büdeyl'in develeri çök-türdüğü yere gelip deve kiğısını aldı ve parçaladı. İçinde sindirileme-yen hurma çekirdeği görünce, "Allah'a yemin ederim ki, Bûdeyl Muhammed'e gitmiş" dedi.
Ebû Sûfyan oradan ayrılıp Medine'de Resûlullah (s.a.v.)'in yanına geldi ve kızı Ümmû'l mü'minîn Ümmü Habîbenin evine misafir oldu. Orada bulunan Peygamber (s.a.v.)'in yatağına oturmak için ilerleyince, Ümmû Habîb'e mindere oturmasın diye çekti. Ebû Sûfyan: "Yâ kızım!
Bilmiyorum bu yatağımı benden kıskanıyorsun, yoksa beni mi bu yataktan kıskanıyorsun?" deyince; "seni değil yatağı, çünkü o Resûlullah (s.a.v.)'in yatağıdır. Sen ise müşrik bir pisliksin" dedi. O da, "Vallahi ey yavrucuğum, benden ayrıldıktan sonra sana şer isabet etmiş" dedi.
Ebû Sûfyan bu hadiseden sonra çıkıp Resûlullah (s.a.v.)'in yanına gelip (konuştu ise de) Nebi (s.a.v.) isteğine olumlu bir cevap vermedi. Ebû Sûfyan kalkıp Ebu Bekr (r.a.)'m yanma geldi ve Resûlullah'a rica etmesi için konuştu. O da, "ben bunu yapamam" deyince, Ömer (r.a.)'a geldi ve ona da söyledi ise de Ömer (r.a.): "Ben mi sana Resûlullah'ın yanında şefatçi olacağım, vallahi eğer sizinle savaş et-mek için san karınca bile sebeb olsa (Vakîdi de sizinle çarpışan sarı karınca olsa bile) bende sizinle çarpışırdım" dedi. (Sonra Osman'a gidip yalvardı. O da "Ben ancak Resûlullah'ın himaye ettiğini
himaye ederim" dedi)356[115] Sonra oradan ayrılıp Hz. Ali'ye geldi. Ali'nin yanında Fatıma ile oğlu
Hasan vardı ve o zaman hasan henüz apalayan bir bebekti.
Ebû Sûfyan: "Yâ Ali! bu kavmin bana akrabalık bağı en bağlı olanı sensin. Ben sana bir ihtiyaç
dolayısıyla geldim, ne olur elimi boş çevirme. Resûlullah'a derdimi anlatmak için bana yardımcı ol!"
dedi. O da: "Yazık sana ey Ebû Sûfyan! Resûlullah (s.a.v.) bir işe kesin karar vermiş, artık o konuda
biz onunla konuşmaya asla güç yetiremeyiz" dedi. Ebû Sûfyan Fatıma (r.a.)'ya döndü ve! "Ey
Muhammed'in kızı! Sen şu bebekceğizine emretsen de insanlar arasında beni himayesi altına
aldığını söyleyip, dünyanın sonuna kadar arapların seyyidi-efen-disi- olarak kalsa..." diye yalvardı.
Fatıma (r.a.) da: Vallahi bu yavrucuğum insanlar arasında himaye ilan edecek yaşa gelmiş değildir.
Hiç kimse Resûlullah'a karşı himayecilik işini üstlenemez." dedi.
Ebû Sûfyan Hz. Ali'ye döndü ve: "Yâ Ebe'l Hasan ben vaziyetin beni pek sıkıştırdığını görüyorum,
bana birşeyler nasîhat et" dedi. Hz. Ali: "Vallahi ben senin ihtiyacım giderecek bir nasihat
bilemiyorum. Ama sen Kinâne oğullarının liderisin. İnsanların arasında onların himayesine girdiğini
ilan et, sonra yurduna geri git" dedi. Ebû Sûfyan, "Bu benim derdime çare olur mu dersin?"
deyince, "hayır vallahi çare olacağını sanmıyorum, ama sana bundan başka söyleyecek laf bulamıyorum"
dedi.
Ebû Sûfyan mescitte ayağa kalktı ve: "Ey insanlar, ben sizlerin himayesine girdiğimi ilan ediyorum"
dedi. Sonra devesine binip yola çıktı. Kureyş'lilere geldiğinde, "arkada ne var ne yok?" dediler. O
da, "Vallahi Muhammede varıp konuştumsa da bana bir cevap vermedi, Ebû Bekr'e gittim onda da
bir hayır bulamadım, Ömer'e gidince onun düşmanlığını daha fazla gördüm" diyerek olayı anlattı ve
"İnsanlar a-rasmda himayelerini kabul ettiğimi bildirdim" dedi. Onlar, "Peki Muhaınmed bunu
onayladı mı? dediler, "hayır!" deyince: "Vallahi a-dam seninle oynamaktan başka birşey yapmamış"
dediler.
Daha sonra Resûlullah (s.a.v), hazırlık emri verdi. Ailesine de hazırlanın dedi. (Ebû Bekir, kızı
Âişe'nin yanına girdiğinde onu Resûlullah'ın eşyalarını hazırlarken buldu ve "kızım! Resulü Ekrem
size hazırlanın emri verdi mi?" deyince, "evet sen de hazırlan" dedi. "Nereye gidilecek?" deyince,
Hz. Aişe: "Vallahi bilmiyorum" dedi.) Sonra Nebi (s.a.v.) hedefin Mekke olduğunu ilan ettirdi ve:
"Allah'ım! Kureyş'in gözcülerini casuslarını alda ülkelerine ansızın varalım." diye dua etti. İnsanlarda
hazırlığa başladı.
Urve ve diğer alimler -devamen- derler ki: Resulü Ekrem Mekke'ye sefer karan alınca, Hatıb b. Ebî
Beltâ bu durumu mektup yazarak bir kadınla Kureyş'e bildirmek üzere yolladı. Kadın mektubu
başma-saçm arasına- koydu ve saç beliklerini üzerine getirdi ve yola çıktı. Peygambere durum vahiy
ile bildirildi. Nebi (s.a.v.) de Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm (r.a.)'ları yollayıp:357[116]
"Hatıb b. Ebî Beltan'ın yazdığı Mektubu yanında Kureyş'e götüren kadına yetişin" buyurdu. Yola
çıkıp Halika denen yerde kadına yetiştiler. Kadını indirip yükleri arayıp mektubu bulamayınca, Hz.
356[115] Parantez arası Vakîdî'nın metnidir 2/793.
357[116] Zehebî haberi burada bırakır. Oysa İbni İshak'ın bu haberi önemlidir. Tercemeyi İbni Hişâm'dan yapıyoruz.(M.C.)
Ali: "Vallahi ne Peygamber ne biz yalancıyız. Sen bu mektubu ya çıkar, ya da seni çırılçıplak soyacağım" dedi. İşin ciddiyetini gören kadın Hz. Ali'ye "yüzün dön" dedi. Dönünce saçlarını çözüp mektubu çıkardı. Hz. Ali mektubu Efendimize getirdi. Nebi (s.a.v.) Hatıb'ı çağırtıp; "neye böyle yaptığını" sorunca, "Vallahi ben kesinlikle Allah'a ve Resulünü inanan biriyim, ne değiştim ne birşey oldu. Ancak benim Kureyş arasında hâla oğlumla karım var, ama benim onlar içinde ne aşiretim ne akrabam var. Ailemi böyle davranarak koruyayım dedim" deyince Ömer: "bırak da şu münafıklık yapan herifi öldüreyim" dedi. Nebi (s.a.v.)de:
"Yâ Ömer ne biliyorsun, belki Allah Bedir Harbine katılanların durumunu bildiğinden, "Dilediğinizi yapabilirsiniz, ben sizi bağışladım" demiştir" buyurdu.358[117]
Zehebî kendi isnadıyla der ki: Bize Muhammed b. Ebî'l-Harem el-Kureşî ve bir gurup âlim -Hasen b. Yahya el-Mahzûmî~ Abdullah b. Rifâa -Ali b. el- Hasen eş-Şâfî- Abdürrahman b. Ömer b. En-Nahhâs -Osman b. Muhammed es-Semerkandî- Ahmed b. Şa'ban-Sûfyan-Amr b. Dînar- Hasen b. Muhammed- Hz. Ali'nin katibine Ubeydullah b. Ebî Rafî'den "Hz. Ali'yi şöyle derken duydum" dediğini anlattılar:
-Resûlullah beni, Zübeyr'i ve Mikalâd'ı yola çıkarıp (Hamraû'l Esed yakınlarındaki); "Hâh bahçelerine kadar gidin. Zira orada, yanında Hatıb'ın mektubu bulunan bir kadın var. Ondan bu mektubu alın" emrini verdi. Biz de gidip, Hah bahçesi denen yere varıncaya kadar atlarımız bizi sür'atle götürdü. Baktık orda bir kadın var. "Mektubu çıkar!" dedimse de bana, "bende mektup yok" dedi. Bizde, "ya onu çıkarırsın, ya da üzerinden elbise soyulur" deyince onu saçlarının örgüsünün içinden çıkardı. Bizde onu Peygamber'e getirdik. Baktık ki mektup Hatıb b. Ebî Belta'dan Mekke'deki müşriklere ya-zılmış olup, onlara Resûlullah'm bir takım işlerini bildiriyor. Resûlullah, Hatıb'a: "Yâ Hâtıb! "bu ne?" dedi. O da, "Yâ Resûlallah hakkımda hüküm vermekte acele etme. Ben Kureyşin asıl kendinden değil, onlarla anlaşmalı olarak onlara bağlanmış biriydim. Muhacirlerden senin yanında olup da ailesi Mekke'de olanların ailelerini koruyacak akrabaları var. Madem akrabalık bağım yok, istedim ki, bu mektup benim için onlar katında bir minnet duygusu oluştursun da bununla benim akrabalarımı korusun. Yoksa bunu dinimden dönmek veya İslâm'dan sonra küfre razı olmak gayesiyle yapmadım." dedi. Bunun ü-zerine Nebi (s.a.v.);"O Bedir'de bulunmuş biridir. Ne biliyorsun, belki Allah Bedir'e katılanların halini bildiği için, onlara "dilediğinizi yapın! Ben sizi bağışladım" buyurmuştur"dedi. Bunun üzerine Mümtehine süresindeki birinci ayet olan ;
"Ey îman edenler! Hak'dan size gelenleri inkâr eden, sizi ve Resul'ü Rabbiniz olan Allah'a inanıyor dîye yurdundan çıkaran benim ve sizin düşmanlarınızı sevgi ile karşıladığınız dostlar e-dinmeyin. Eğer yurdunuzdan, benim yolumda cihad ve rızamı a-ramak için çıktı iseniz, onlara nasıl sevgi taşırsınız. Ben sizin gizlediğinizi de aleni olan sevginizi de bilirim. Artık sizden kim böyle birşey isterse kesinlikle yolun doğrultusundan sapmış olur." ayeti geldi.
Bu hadisi Buharî Kuteybe yolu ile, Müslîm İbni Ebî Şeybe yolu ile, Ebû Dâvûd'da Müsedded yolu ile hepsi Sûfyan b. Uyeyne'den naklederler.359[118]
358[117] İbni Hişâm 4/84, 88; Beyhakî Delâil 5/5-9-12; Vâkidî 2/780-793; İbni Sa'd 2/134; Taberî 3/42-49
359[118] Buhârî Meğazî h. no: 3007; Tefsir 48-90; Sürati'I Mümtehine, Müslim 36/161; Ebû Dâvûd Cihad 2/42; Tirmizî 3302, 3305; Müsned 1/80; İbni E. Şeybe
Ebû Huzeyfe en-Nehdî der ki: Bize İkrime b. ammar, Ebû Zümeyl yoluyla İbni Abbas (r.a.)'dan nakletti ki, Ömer (r.a.) şöyle demiş:
- Hâtıb, müşriklere bir mektup yollamış ve sorgulanmak için Nebi (s.a.v.)'e getirildi ve; "Yâ Hatib, seni bu işe sevkeden sebeb ne?" diye sordu. O da, "Benim ailem onların yanında. Onlara bir zarar verecekler diye korktum ve kendi kendime, Allah ve Resulüne zarar vermeyen bir mektub yazsam" diye düşündüm" dedi. Ben kılıcıma sarılıp: "Yâ Resûlallah, boynunu vurayım şunun, bu adam kâfir oldu" dedim. Nebi (s.a.v.) de;
"Ne biliyorsun! Belki Allah Bedir'de harbe katılanlara bakıp, "dilediğinizi yapın ben sizi af ettim, buyurmuş olabilir" buyurdu. Bu hadîs hesen dereceli bir haberdir.360[119]
İbni İshak'ın da buna benzer bir rivayeti vardır. Orada şu ilave vardır. "Bunun üzerine:
"Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin..." ayeti indi. 361[120]
14/384; Beyhakî Delâii 5/17; S. Kübra 9/146; Hakim 3/302; Humeydî Müsned 49; Taberî 28/38.
360[119] Taberî 3/49; Ebû Dâvûd Cihad 107; Tirmizî 3305; İ.E. Şeybe 12/155; B. S. Kübrâ 9/146; Taberî Tefsîr 8/50, 212.
361[120] İbni Hişâm 4/88; Yalnız bu Urve'nin rivayeti olup arada ashab yoktur.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/204-212
4.BÖLÜM
Efendimizin Yola Çıkışı
İbni îshâk -(Zührî-Ubeydullah b. Abdullah) isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır: Sonra Resûlullah (s.a.v.) Mekke'nin fethine doğru yola çıktı ve Medine'ye, Ebû Rühm el-Gıfârîyi vali ta'yin etti. Ramazan ayının onuncu günü yola çıktı. Resûlullah'da beraberindekiler de oruç tuttu. Yolda Usfân ile Emeç arasındaki Kûdeyd denen yere geldiklerinde orucunu açtı. Ebû Rûh'mün adı. Külsûnı b. Husayn'dır.
Said b. Beşîr, Katâde'den naklediyor: Huzâa kabilesi kendi yurtlarında Müslüman oldu. Resûlullah (s.a.v.) onların İslâmmı kabul etti. Onların İslâm'ını kendi yurtlarında yaşayıp -hicret etmeden- sürdürmelerini sağladı.
Saîd b. Abdi'lazîz ve diğerleri, Resûlullah (s.a.v.)'in Huzâa kabilesini Hudeybiye sulhu esnasında kendi ahdine aldığım söylemekte-dir.362[1]
Velîd b. Müslîm der ki: Bana, Amr b. Dinar'ı tahdis ederken-duy-duğunu söyleyen bir zat Amr'ın, İbni Ömer (r.a.)'tan şöyle dediğini nakleder: Huzâa kabilesi, Resûlullah (s.a.v.) ile dayanışına anlaşması yapmıştı. Nüfâse kabilesi ise Ebû Süfyan'la anlaşmalı idi. Nûfase'liler, Huzâa'ya saldırdı, Kureyş de onlara yardım etti. Resulü Ekrem Kureyş'e hemen harb ilan etmeyip onlara Damra'yı yolladı ve şu üç şeyden birisini seçmede serbest olduklarım bildirdi.
1- Yâ Huzâa'mn öldürülen adamlarının fidyesini vermeyi kabul e-decekler.
2- Veya Nufâse kabilesiyle olan yardımlaşma anlaşmasını bozacaklar.
3- Değilse aralarındaki anlaşma aynen kendilerine geri iade edilecek. Kureyşliler; "aynen iade olsun" dediler. Nebi (s.a.v.) Kureyş'in üzerine yürümeye karar verince pişman oldular ve Ebû Sûfyan'ı "sulh anlaşmasını yenileme isteği11 için Medine'ye yolladılar.
İbnü Lehîa, Ebu'I Esved'in Urve'den şöyle dediğini anlatır: Ed-Deyl oğullarından Nüfâse boyu ile Kâb oğulları arasında savaş vardı. Kureyş ile Kinâne oğulları, Kâb oğullarına karşı Nüfâse'lilere yardım etti. Müdlic oğulları dışında hepsi anlaşmalarını bozup attı. Sâdece bu Müdlic'liler Resûlullah ile yaptıkları anlaşmada vefalı kaldılar.
-İbnü Lehîa, burada olayın gerisini ve Amr b. Sâlim'in yardım isteyen şiirini nakleder. Sonra da devamla der ki: Nebi (s.a.v.):
"Eğer kendime yardım eder gibi Ka'b oğullarına da yardım etmezsem ben de yardım olunmayayım" buyurdu. O sırada bir bulut meydana geldi. Resûlullah (s.a.v.) ;
"İşte şu bulut! Kâ'b oğullarını zaferini yağdıracak, şimdi Ebû Sûfyan'ı bir görün hele! Zira o yakında
362[1] İbni Hişâm 4/88; Beyhakî Delâii 5/19; İbni Sa'd 2/137.
anlaşmayı yenileyip sulh süresini uzatmaya gelecek" buyurdu. Gerçekten de Ebû Sûfyan gelerek: "Yâ Muhammedi Akdi yenileyip süreyi de artır" dedi. Nebi (s.a.v.):
"Demek sen bunun için mi geldin? Demek buraya gelmeden önce bir olay oldu da öyle geldin!" buyurunca: "Allah korusun" dedi. Nebi (s.a.v.) de: "Biz hâlâ eski akdimiz ve sulhumuzu devam et-tiriyoruz" buyurdu.
Ravî bundan sonra onun Ebû Bekre, Ömer'e Osman'a ve Ali'ye ricaya gidişini naklederek söze devam eder:363[2]
Ali (r.a.) Ona: "Yâ Ebû Sûfyan, sen Kureyş'in en büyüğüsün. Git insanların arasında himaye iste!" dedi. O, "doğru dedin. Ben öyleyim, deyip, "Dikkat edin, ben insanların arasında sizin himayenizde olduğumu ilan ediyorum." himaye edilmemin reddedilip hakarete uğrayacağımı sanmıyorum diye bağırdı" O da, "Yâ Ebâ Hanzala! bunu sen böyle sanıyorsun? dedi.364[3] Ebû Sûfyan oradan ayrılıp gitti. O giderken Nebi (s.a.v,): "Allahim! Gözlerini ve kulaklarını kapa da beni göremesinler, ansızın varayım" diye dua etti.
Ebû Sûfyan Mekke'ye varıp kavmine durumu anlattı. Onlar bunu duyunca: "Sen, batıl, geçersiz bir akde razı oldun ve bize, bizim derdimize derman olmayan birşey getirdin. "Ali seninle oynamış" dediler.
Resûlullah (s.a.v.) hazırlığı kuvvetlendirdi ve bunu gizli tuttu. Ebû Bekir (r.a.) kızı Âişe (r.a.)'nın yanına geldi. Resûlullah'ın sefer hazırlıklarından bir kısmım görüp birşey anlayamayınca, "Resulü Ekrem nereye hazırlanıyor?" dedi. Hz. Aişe'de: Sende hazırlan, zira Resûlullah kavmini gazaya götürecek. Çünkü Ka'b oğullarına kızmış" dedi. O sıra Resûlullah içeri girdi. Hz. Aişe babasınım kendisine haber verdiği şeyleri, Peygamber ona anlatmadan önce ağzından kaçıracak diye korktu ve babasına gözüyle "sus" işareti yaptı. O da hiçbir şey söylemedi. Resûlullah (s.a.v.) Ebu Bekirle bir saat konuştuktan sonra;
"Hazırlandın mı yâ Ebû Bekir?" dedi. O, "ne için Yâ Resûlallah!" deyince;
"Kureyş'le savaşa, zira onlar anlaşmaya ihanet edip onu bozdular. İnşâallah biz gazaya gideceğiz" buyurdu. Sonra insanlara sefere gidilecek ilanını yaptırdı. Hatıb'da bunu Kureyşe mektupla yazdı... Ravi bundan sonra bu olayı anlatarak sözüne şöyle devam eder:
-Sonra Resûlullah (s.a.v.), Muhacir ve Ensar ile, Eşlem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve Benî Süleym kabilelerinden oluşan oniki bin kişilik bir toplulukla yola çıktı. Atları sürerek Merri-Zahrân denilen yere kadar geldiler.Kureyşin daha haberi yoktu. Hakîm b. Hizam ile Ebû Sûfyan'a: "Gidin de ya himaye edilmemizi kabul ettirin yahut harb
ilanı yapın!" diyerek tekrar Medine'ye yolladılar. Onlar yola düşmüş gelirken -Büdeyl b. Verkâ'ya rastladılar ve onunla sohbet ettiler. Büdyl de onlarla yola çıkıp ta Mekke civarındaki El-Erâk denen yere yatsı vakti geldiklerinde çadırları ve askerleri gördüler. Atların kişnemelerini duyduklarında
363[2] Bu haber konunun başındaki uzun haberin bir parçasıdır. Ayrıca bak Urve Meğazî s. 208.
364[3] Vâkidî 2/794'te bu sözü Hz. Ali'ye değil Nebî (s.a.v)'e nisbet ederki daha isabetlidir.
korktular. Ebû Sûfyan, "Bunlar Ka'b oğulları olsa gerek harb sebebiyle gece gidiyorlar" dedi. Büdeyl de, "bunlar Ka'b oğullarından fazla görünüyor. Onların toplamı buna ulaşamaz, yoksa Hevazin kabilesi bizim toprağımıza gelmiş olabilir ama sanmıyorum böylesi ancak hac için gelenler olabilir" dedi.
Resûîullah'ın (s.a.v.) süvarileri -gözcü ve kolculuk yapmaya gelenleri yakalamak için- Önden gönderildi. Huzâalılar zaten yol olup kimseyi geçirtmiyorlardı.365[4] Ebû Sûfyan ve arkadaşları, Müslümanların askeri kampına geldikleri gece bu süvariler tarafından yakalanıp getirildiler. Ömer onu görünce kalkıp boğazına sarıldı ise de oradakiler onu kucaklayıp götürdüler ki, Ebû Sûfyanı Peygamberin huzuruna götüreceklerdi. Nöbetçi onu Peygambere ulaştırabilmek için öldürülür kor-kusuyla bir yere hapsedip korudu.
Efendimizin amcası Abbas (r.a.) cahiliye devrinde onunla arkadaştı. Ebû Sûfyan olanca sesi ile bağırarak: "Abbas benimle bir müşavere etmeyecek mi?" dedi. Abbas gelip onu himaye etti ve Peygamberden Ebû Sûfyan'ın kendi eline teslimini istedi. Onu alıp gece karanlığında ashabın kampına götürerek, ordunun ne kadar kalabalık olduğunu gösterdi. Ömer onun boğazına sarıldığında, Ona: "sen ölene kadar bir daha Peygamber'e yaklaşma!" demişti o, Abbastan yardım dilyerek, "ben ölmüş sayılırım!" dedi. Abbas da onu insanlardan korudu: Ebû Sûfyan ordunun sayısındaki çokluğu görünce, "ben bu geceki gibi hiçbir kavmin toplandığını görmedim!" dedi.
Abbas onu insanların elinden alınca: "Eğer sen Müslüman olup da Muhammed (s.a.v.)'ın Allah Resulü olduğuna şehadet etmezsen kesinlikle kendini ölmüş bil!" dedi. Ebû Sûfyan, Abbas'ın bu söylediğini söylemek istiyor ama dili bir türlü ona dönmüyordu. Böylece o gece Abbasla kaldı. Hakîm ve Büdeyl ise Resûlullah'm huzuruna gelerek Müslüman oldular. Resûlullah'da onlardan Mekke halkı hakkında bilgi almaya başladı.
Sabah ezanı okununca insanlar dağılmaya aşladı.366[5] Ebû Sûfyan paniğe kapılarak, "Yâ Abbas! bunlar ne istiyorlar?" dedi. Abbas da, "Onlar namaza yapılan ezan da'vetini duyup, Peygamberin namaza gelişini görme sevincini yaşamak için böyle yapıyorlar" dedi. Ebû Sûfyan onların namaza gelişlerini, Peygamberin secde edince secde, rükû edince rükû edişlerini gördü de, "Yâ Abbas! Onlara bir şey emretmeye görsün hemen yapıyorlar!" dedi. Abbas (r.a.)da, "eğer onlara yeme ve içmeyi bile yasaklasa yine itaat ederlerdi." dedi. Ebû Sûfyan, "Yâ Abbas! Sen Muhammed'le topluluğun arasındayken bir konuşsan, O'nun katında beni bunlardan kurtaracak bir af yok mu acaba?" dedi. Abbas (r.a.)da Ebû Sûfyanı alıp Nebi (s.a.v.)'in yanma girdi ve: "Yâ Resûlallah! işte Ebû Sûfyan" dedi. Ebû Sûfyan söze başlayıp: "Yâ Muhammed! ben kendi ilahımdan yardım istedim, sende kendi ilahından istedin. Vallahi her karşılaşmamızda sen bana üstün geldin. Eğer benim ilahım hak, senin ilahın batıl olsaydı ben seni yenerdim, ben artık "Allah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah Resulü olduğuna şahitlik ediyorum" dedi.
Daha sonra Abbas (r.a.): "Yâ Resûlallah! Ben şimdi senin bana, senin kavmin olan Kureyşe gitmeme, onları cehennem azabı ile ikaz e-dip Allah ve Resulüne da'vet etmeye izin vermeni arzuluyorum."
365[4] Zehebî Metnindeki düşüklüğü Beyhakrden düzelterek terceme ettik.
366[5] Arapça Metinde yanlışlıkla "Tecessese" diye dizilmiş, doğrusu "Tehaşhaşe"dir. Tercemeyi ona göre yaptık. (M.C.)
dedi. Abbas'a izin verildi. Abbas izni alınca: "Yâ Resûlallah! Ben şimdi onlara nasıl konuşayım? Onların tatmin olabileceği bir güven şeklini bana açıkla" ricasında bulundu. Resûlullah (s.a.v.)de ;
"Sen onlara; (kim Lâ İlahe İllallahü Vahdehû Lâ Şerikeleh, der ve Muhammed'in Allah Resulü olduğuna şehadet eder ve elini silahdan çekerse, o emniyettedir. Kim Kâ'benin yanına gider ve si-lahını bırakıp oturursa o emniyettedir. Kim evine girip kapısını örterse o emniyettedir) diyeceksin." Abbas, "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan bizim -amca oğlumuzdur.367[6] Ben ona ma'rufü öğrettim" de-yince Efendimiz (s.a.v.):
"Kim Ebû Sûfyan'm evine girerse emniyet altındadır!" buyurdu. Ebû Sûfyan'm evi Mekke'nin en yüksek yerindeydi. Efendimiz devamla; "Hakîm b. Hızâm'ın evine giren güvencededir" buyurdu. Hakîm'in evi Mekke'nin aşağısındaydı.
Peygamber (s.a.v.), Abbas'ı Dıhyetü'l Kelebî'nin kendisine hediye ettiği beyaz katıra bindirdi. Abbas, Ebû Sûfyanı terekesine alarak yola çıktı. Az sonra Resûlullah (s.a.v.) Onun izi sıra birkaç kişiyi gönderip onlara: "Abbas'ı bana geri getirin!" diyerek onlara Abbas için korktuğu sebebi anlattı. Elçi Abbas'a yetişti ve geri getirdi. Abbas da: "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan'm insanların azlığını görerek İslâm'dan geri döneceğinden mi korkuyorsun?" diyerek geri dönmek istemedi. Nebi (s.a.v.) Ona; "sen onu yine de sıkı tut" buyurunca Abbas, Ebû Sûfyanı hapsetti.
Ebû Sûfyan durumu görünce, "Ey Haşim oğullan, bu ahde ihanet değil mi?" deyince Abbas, "biz ihanet edenler değiliz. Lâkin benim senden görülecek bir ihtiyacım var" dedi. O da, "o neymiş?, söyle de onu gidereyim" deyince Abbas (r.a.): "O ihtiyaç, ancak Halid b. Velîd le, Zübeyr b. Avvam sana geldiklerinde görülebilir." dedi.
Abbas (r.a.) el-Erak dışındaki geçitte durdu. Ebû Sûfyan onun sözlerini gayet iyi Öğrendi. Sonra Nebi (s.a.v.) süvari guruplarını peşpeşe gönderdi. Süvarileri ikiye ayırıp Zübeyr'i (r.a) büyük bir süvari gurubu başında Mekke'ye yolladı.
Ebû Sûfyan'm durduğu yere geldiklerinde, Abbas'a "bu kim?" diye sordu. O da, "Zübeyr!" dedi. Zübeyr'in ardından Eşlem, Gıfâr ve Huzâ'a kabilelerinden oluşan bir ordu ile Halid b. Velîd oraya geldi. Ebû Sûfyan: "Yâ Abbâs! Şu herhalde Resûlullah'tır" dedi. Abbas, "hayır, ama Halid b. Velîd'dir" dedi.
Resûlullah (s.a.v.) kendi ön tarafında, Ensar'dan gönüllü bir askeri kıtanın başında Sa'd b. Ubâde'yi yola çıkarıp:
Bugün savaş günüdür, Bugün -Mekke'nin- haramlığı (hürmeti) helal olmuştur." buyuruyordu. Sonra da Muhacir ve Ensardan oluşan iman Kıt'ası içine dahil oldu.
Ebû Sûfyan oradan geçenlere bakıp tanımadığı bir sürü yüz görünce: "Yâ Resûlallah! Şu gördüğüm yüzleri sen kavmine tercih mi ettin?" deyince Nebi (s.a.v.):
"O dediğini sen ve kavmin öyle yaptı. Siz beni yalanladığınızda bunlar tasdik ettiler, siz beni geri
367[6] Ebû Sûfyan Halimeyi emdiği için Peygamberin süt kardeşidir de. Bak Vâkidî 2/806.
atmaya uğraşırken onlar bana yardım etti" demişti.
O gün el-Akrar b.Habis, Abbas b. Mirdâs ve Uyeyne b. Bedr, Nebi (s.a.v.) ile beraberdi. Onları Peygamberin etrafında görünce, "bunlar kim yâ Abbâs?" dedi. O da: "bunlar Nebi (s.a.v.)'in bölüğü, bununla beraber olan "kızıl ölüm"dür, şunlarda Muhacirlerle Ensar'dır" dedi. O da "Geç ya Abbâs! Bugünkü gibi ne ordu ne de cemaat gördüm!" dedi.
Zübeyr yanındaki bölüğü getirip Mekke'deki el-Hacûn denen dağda durduğunda, Halit b. Velîd de harekete geçip Mekke'nin aşağı tarafından girdi. Kendisine Bekr oğullan karşı gelip çarpıştılar ve onları bozguna uğrattı. Onlardan takriben yirmi kadar adamı öldürdü. Sadece Hüseyl kabilesinden üç ya da dört kişi Öldürüldü, Onlarda yenildi. Sonra Müslümanlar (bugün Haremi şerifte kalan Hazvera da çarpıştı-
lar. Hatta evlere girdiler. Onlardan bir kısmı Hardemedeki dağın tepesine kaçtı da Müslümanlar onları kılıçlarıyla takib etti.
Resûhülah (s.a.v.) oraya en son giren grubla beraber girdi. O esnada dellal: "Kim evine girip kapısını örter ve elini silahtan çekerse o emniyet altındadır" diye ilan etti. Nebi (s.a.v.) Mekke'de adeten zî Tuva'da konakladı.
Yanındakilere: "Hassan nasıl demişti! "diye sorunca ashabından biri hemen Hassan b. Sabit'in ;
Ben kızağımı yitirdim, her ne kadar onu görmeseler de o şimdi "cennetül muallanm yanındaki Peygamberimizin Mekke'ye girdiği Kedâ tepesinin yamaçlarında tozu dumana katmaktadır." diyen şiirini okudu.
Nebi (s.a.v.) emrini verdi ve süvariler atlarını Hassân'ın dediği yerden Mekke'ye soktular. Bir kısmı da Mekke'nin alt tarafı olan Zî Tuvâ'dan katıldı. Bekr oğullarıyla çok şiddetli bir çarpışma oldu. Gün-düzün belirli bir saatinde Allah, Peygamberine Mekke'nin hürmetini kaldırdı ki bu ;
Hayır! Şu beldeye yemin ederim! Sen bu beldede -şu anda- hıll (hürmetine ihlal müsadesi verilmiş) durumdasın"368[7] (Beled sûresi -2) ayetiyle izah edilen hürmetin kalkışıdır. Bunun üzerine de Resûlullah (s.a.v.) bir hadisinde:
"Buranın yasakları benden önce ve benden sonra hiç kimseye helal kılınmış değildir. Benim içinde -fetih günündeki- gündüzün verilen bir saat dışında yine helal edilmiş değildir." buyurur.369[8]
Ebû Sûfyan Mekke'de: "İslâm'a girin ki kurullasınız!" diye bağırdı. Böylece Allah, Mekke'lileri Abbas (r.a.)'ın sayesinde kurtarmış oldu.
Ebû Sûfyan'm bu ilanını duyan karısı Hind koşarak geldi ve Ebû Sûfyan'ın sakalım tutup, "Ey Galiboğulları şu ahmak bunak yaşlıyı öldürün!" diy bağırdı. Ebû Sûfyan'da "sakalımı bırak! Vallahi eğer sen de Müslüman olmazsan kesinlikle senin de boynun vurulacaktır. Yazıklar olsun sana. Bize
368[7] Bazı Kur'ân terceme ve tefsirlerinde buradaki "vav" harfi yemin gibi, bazılarındanda "Beled" üzerine atıf yapılıp "Hill" kelimeside "Hulul" anlamı veri-lerek "senin buraya girişine yemin ederim" diye mana vermişlersede uygun olanı bizim belirttiğimizdir.(M.C)
369[8] Müsned 1/259. Hadis ilerde tam metin gelecektir.
hakkı getirmiştir, evine gir de çeneni kapa" dedi.
Resûlullah (s.a.v.) Kabe'ye girerek bineği üzerinde Beytullah'ı yedi kere tavaf etti.370[9]
Resûlullah Mekke'ye girince Safvânb. Ümmeye 'Denize doğru (Ciddeye) giderken, Ebû Cehl'in oğlu İkrime de Yemene doğru kaçtı. Unıeyr b. Vehb Resululah (s.a.v.)'e geldi ve "Yâ Nebiyallah! Safvan korkudan kaçtı, ona eman verseniz. Ben onun kendi sini-denize atarak-helak edeceğinden korkuyorum. Sen, esmere de kırmızıya da (İranlıya ve Bizanslıya) eman vermiş bir zatsın, bana Onu affettiğine dair bir belge verip ona yollasan!" dedi.
Resûlullah da; "haydi ona yetiş, O artık güvence altındadır" buyurdu. Umeyr ardından gidip ona yetişti "Peygamber sana can güvencesi verdi" diyerek geri gelmeye da'vet etti. Safvan'da, "Vallahi senin yanında affıma dair benim tanıyabileceğim bir alamet olmadan sana güvenemem" dedi. Umeyr geri gelip durumu anlattı. Resûlullah (s.a.v.) ona Mekke'ye girdiğinde başına sardığı çizgili Bürdesini verdi. Umeyr varıp onu geri getirdi. SafVân: "Yâ Resûlallah! Sen şu adamın dediği can güvenliğimi verdin mi?" deyince "Evet" buyurdu. Safvan o zaman, "düşünebilmem için bana bir ay süre versen" deyince, Peygamberimiz de: "Sana iki ay müsade! umulur ki, Allah sana hidayet verir" buyurdu.371[10]
Haris b. Hişam kızı Ümmû Hakîm o vakit Müslüman olup, İkrime b. Ebî Cehl'in hanımıydı. Kocasını aramak üzere Resûlullah'tan izin istedi. Efendimizde ona hem arama izni hem de İkrime'ye can güvenliği sözü verdi. Ümmü Hakîm Romalı kölesi ile yola çıktı. Yolda köle kadına tecavüz için çok uğraştı. Kadın onu ümitlendirerek, kendine yakınlık vadederek, Yemen'deki Akk kabilesinden bir guruba kadar geldi ve bu köleden kurtarılması için onlardan yardım istedi. Onlar da köleyi yakalahp bağladılar. Kocasına Tihame bölgesinin bir limanında tam gemiye binmişken yetişti.
İkrime gemiye binince, Lât ve Uzza adına sesini yükseltti. Gemide bulunanlar da, "Burada Allah'a tek olarak ihlasla dua dışında hiçbir şeyin adıyla dua yapılması caiz olmaz." dediler. İkrime de: "Eğer denizde Allah'tan başkasına dua edilmezse o kesinlikle karada da tek başına dua edilen zatdır. Allah'a yemin ederim ki, ben Muhammed'in yanına döneceğim" diyerek hanımiyla beraber Mekke'ye geri geldi. Resulü Ekrem'in yanma girip biat etti. Resûlullah'da biatim kabul etti.
(İbni İshâk'ın da anlattığı gibi) Halid b. Velîd'in müfrezesi karşı koymak isteyenleri bozguna uğrattığında)372[11] Hüzeyl kabilesine mensub birisi (olan Himas kaçıp) evine girdi (ve karısına kapıyı ört dedi.) Karısı da ("daha önce dediklerin nerede kaldı ya!") diyerek o-nun kaçışını ayıplayıp, horladı. Bunun üzerine Himâs:
- Sen bizi Handeme gününde, Savfa'mn ve îkrimeriin firar ettiği günde bir görseydin.
- Ebû Yezîd (Süheyl b. AmrJ'in sütun gibi (veya kocası ölen çocuklu kan gibi şaşkın olarak) dikile
370[9] Burada Dr. Tedmurî Bunu Urve 211 ci sayfada nakledip "Taberî bunu Mürsel o-Iarak rivayet ediyor. Raviler arasında İbnü Lehîa var ki, hadisi hasen dereceli olsada onda za'f vardır" diye anlatır ve bu sözü az aşağıda örjina 535'te bir kere daha tekrarlar. Bu bir dikkatsizliktir. Urve Taberânî'den öncedir. Bu söz Heysemiye aittir. Bak. M. Zevaid 6/173.
371[10] İbni Hişâm 4/105 te bu haberi Urve'den nakleder. Orada İkrime'nin kaçışı yoktur.
372[11] Parantez arası manayı tamamlamak için İbni Hişâm (4/92) dan ilavedir.
kaldığı ve Müslüman kılıçların onları karşıladığı günü bir görseydin.
- Kolları ve başları kesip atıyor, artık ğumğume (anlaşılmaz hırıltıdan başka ses de duyulmuyor.
- Onların arkamızda sadece göğüs hırlaması ve iniltileri kaldı. Artık sen ayıplama hususunda en ufak bir kelime dahi söyleme!373[12]
Nebi (s.a.v.)'in Mekke-i Mükerreme'ye girişleri Ramazan ayında olmuştu. Söylendiğine göre Nebi (s.a.v.) Safvândan yüz tane zırh ve edevatını ödünç almıştı. O silahı en çok olan kimseydi.
Nebi (s.a.v.) Mekke'de on küsur gün kaldı.374[13]
İbni İshâk anlatıyor: Nebi (s.a.v.) on bin kişilik bir topluluk içinde ilerleyip Merri Zahrân'a kadar gelip konakladı. Süleym kabilesini yediyüze tamamladı. Bazıları Süleynı'inde, Müzeyne'ninde bine ta-mamlandığım söyler. Muhacir ve Ensardan bu seferde geri kalan kimse olmadı.
Abbas (r.a.) Mekke'den Medine'ye hicrete giderken yolda Resûlullah'a rastlamıştı. Abdulmelik İbni Hişâm ise bu karşılaşma yerinin Cuhfe olduğunu, ailesiyle beraber hicret ettiğini, daha önce Mek-ke'de haremin suculuk işini üstlenerek Mekke'de kaldığını ve Peygamberin ondan razı olduğunu Zührî'den nakleder.375[14]
İbni İshâk anlatıyor: Ebû Sûfyan b. el-Hâris b. Abdi'l Muttalib ile Abdullah b. Ebî Ümeyye b. el-Muğira Nîyk'ü'l Ukâb denen yerde, Nebi (s.a.v.)'e rastlamışlardı. Burası Mekke ile Medine arasında bir yerdir. Hemen Efendimizin huzuruna çıkmak için bir aracı aradılar.
Ümmü Seleme validemiz onlar adına Resulü Ekrem'le konuştu ve: "Yâ Resûlallah! Birisi Amcanın çocuğu öbürü de halanın oğlu ve da-madınızdır" diye ricada bulundu. Efendimiz (s.a.v.):
"Benim onlara hiçbir ihtiyacım yok! Amcamın oğlu dediğin benim ırzımı parçaladı. Halamoğhı da bana Mekke'de demedik şey bırakmayan kişidir." buyurdu. Nebi (s.a.v.)'in bu sözü Ebû Sûfyan'a ulaşınca, "Vallahi ya bana huzuruna girmeye izin verecek ya da şu çocuğumun elinden tutup alıp başımızı açlık ve susuzluktan ölene kadar yeryüzünde yürüyeceğiz" diye yanındaki oğluna işaret etti.
Ebû Sûfyan'm bu sözü Peygamber'e ulaşınca onlara acıdı ve izin verdi. Onlarda Huzûr-u Risâlete girip Müslüman oldular. İşte o zaman Ebû Sûfyan şu şiiri okudu:
1- Ömrüne yemin olsun, ben Lat putunun süvarileri Muhammed'in süvarilerini yenmesi için bayrak taşıdığım gün.....
2- Gecesi kapkara olup da şaşkın şekilde gece yolculuğu yapan kimse gibi idim. İşte bana yol gösterilip hidayete erdiğim andaki halimde bu.
373[12] Şiiri İbni Haşam'a göre düzeltip naklettik yoksa Zehebî metnindeki hem kısa hem takdim ve tehirli, hem de lafızda farklılıklar vardı. Şiir için bak İbni Hişâm 4/92 Taberî 3/58; Urve Meğazî sayfa 212; Hakim Müstedrek 3/241; Beyh. Delâil 4/47.
374[13] Urve Meğazî 210-212; Beyhakî Delâil 5/45-48; Taberî 3/57-58.
375[14] İbni Hişâm 4/88; Beyhakî Delâil 5/27.
3- Beni doğruya kendimden başka biri ulaştırdı. Beni Allah'a kendisini en uzak yerlere uzaklaştırdığım zat ulaştırdı.
4- Muhammed'den uğraşa uğraşa ben insanları men edip kendimi de uzaklaştınyorken, her ne kadar Ona intisab etmemiş bile olsam. Muhammed tarafından da'vet edildim.
Dediklerine göre Ebû Sûfyan Peygamber'e bu şiirin, "Beni Allah'a kendini uzaklara attığım zat ulaştırdı" bölümünü söyleyince Nebi
(s.a.v.) Onun göksüne bir yumruk vurup: "Beni uzaklara atan sendin" buyurdu.376[15]
Saîd b. Abdilazîz, Atıyye b. Kays aracılığıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'tan: "Mekke fethi gazasına ramazan ayının ikinci gününde oruçlu iken yola çıktık. El-Kedîd denen yere geldiğimizde Resûlullah orucumuzu açmamızı emir verdi." dediğini anlatır.377[16]
Zührî, Ubeydullah yolu ile İbni Abbas (r.a.)'tan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) Mekke fethine çıkarken oruçlu idi. El-Kedîd denen yere varınca orucunu açtı insanlarda açtılar" Hadisi Buharî naklediyor.378[17]
Ezvaî derki: Bana Yahya b. Ebî Kesir Ebû Seleme'nin şöyle dediğini anlatıyor: Ebû Bekir'le Ömer (r.a.)'lar, Merri Zahran'da Peygamberin huzuruna girdiler. Peygamber (s.a.v.) yemek yiyordu. Yemeğe buyurun deyince, ikisi birden "biz oruçluyuz!" dediler. Peygamber (s.a.v.) de:
"Haydi şu iki dostumuza yemek yapın dostlarınıza yemek götürün haydi ikiniz de yiyin yiyin!" buyurdu. Bu haber "Mürsel" bir isnaddır. (Zira Ebû Seleme sahabe değildir.) Buradaki Efendimizin "yiyin" demesi "Oruçlu olmanıza rağmen yiyin" takdirindedir.379[18]
Ma'mer b. Raşid der ki: Ben Zührî'yi, "bana Ubeydullah, İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle anlattı" derken işittim: Nebi (s.a.v.), Ramazan ayında beraberinde onbin kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Bu olay Onun Medine'ye hicret edişinin sekiz buçuk yılın geçtikten sonra olmuştu. Beraberindeki Müslümanlarla Mekke'ye doğru hem kendi, hem de arkadaşları oruçlu olarak hareket edip Kedîd mıntıkasına kadar geldi.
Kedîd, Usfan ile Kudeyd arasında bir yerdir. Orada hem kendisi orucunu bozdu hem de ashabı oruçlarını bozdular.
Zührî hadisi anlattıktan sonra der ki: Seferde oruç tutmamak, hem tutulup hemde tutulmama tatbikatında görülen- iki ayrı tatbikatın sonuncusudur. Bu Resûlullah'm tatbik ettiği iki ayrı şeklin ikincisinin yani en son yaptığının esas alınması şeklinde gerçekleşir.
376[15] İbni Hişâm 4/89; Beyhakî Delâil 5/28; Vakîdî 2/810 şiirsiz.
377[16] Beyhakî Delâil 5/24; Tirmizî Cihad 13, 1684 Temhîd 2/177.
378[17] Buhari Meğazî 4275; Beyhakî Delâil 5/21.
379[18] Müsned 2/336; Hakim Müstedrek 1/433; îbniHibban 5/224; İbni Ebi Şeybe 3/15; Hadis Zehebî metninde "Mürsel ise de" İmam Ahmed, Hakim, İbni Ebî Şeybe ve İbni Hibban rivayetlerinde Ebû Seleme yolu ile Ebû Hüreyre'den müsned bir şekilde veriliyor. Hadise Hakim ve Zehebî, Buharı ve Müslim şartlarına göre sahihtir, demektedirler.
Zühri yine der ki: "Resûlullah (s.a.v.) Ramazanın onüçüncü günü Mekke'ye ulaştı." Bu hadisi Buharî
ile Zührî'nin sözü almadan Müslim'den naklettikleri gibi380[19] Yunus b. Bükeyr'de Zührî'den aynı
"sekiz buçuk" diyerek hareket yılının tarihini vererek nakletmektedir.381[20]
Abdullah b. İdrİs-Eş-Şafıî- İbni İshâk'tan İbni Şihâb-ı Zührî, Muhammed b. Ali b. El-Huseyn, amr b.
Şuayb, Asım b. Amr b. Katâde (Abdullah b. Ebî Beler) ve diğerlerinden: "Mekke Fethi Ramazanın
bitimine on gün kala gerçekleşmiştir." dediklerini nakleder.382[21]
Vakîdi anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) Ramazan ayının onuncu çarşamba günü ikindiden sonra yola
çıktı. (Medine'den yedi mil uzaktaki) Es-Sulsul'a varana kadar kararını gevşetmedi. Müslümanlar
atları yedeklerine alıp develerine binerek hareket ettiler. Sayıları on bin idi.383[22]
Urve ile Musa b. Ukbe ise: Nebi (s.a.v.)'in oniki bin kişi ile yola çıktığını söyler.384[23]
Abdullah b. İdrîs, Muhammed b. ishak-Zührî-Ubeydullah b. Abdullah b. Ulbe isnadıyla Abdullah b.
Abbas (r.a.)'tan naklediyor: Fetih yılında Abbas (r.a.) Ebû Sûfyanı getirdi, O da Merri Zahran denen
yerde Müslüman oldu. Abbas: "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan iftihar etısımeyi
sever. Ona iftihar edeceği birşey yapıversen" deyince, Nebi (s.a.v.) "evet olur" deyip:
"Ebû Sûfyan'ın evine giren kurtulmuştur, Evine girip kapısını örten kurtulmuştur." buyurdu.385[24]
Bu hususta Sika olan bir âlim îbnı ishak'dan aynı isnadla şu ilave bilgiyi aktarıyor: Ebû Sûfyan bu
sözü duyunca, "Benim evim almaz ki!" dedi. Nebi (s.a.v.):
"Kim Kabe'nin içine girerse o kurtulmuştur!" buyurdu. Ebû Sûfyan, "Kabe kaç kişi alacak ki?"
deyince Resulü Ekrem:
"Kim evinin kapısını örtüp, içeri girerse kurtulmuştur" buyurdu. Ebû Sûfyan da: "İşte bu hepsini
alır!" dedi.386[25]
Hammâd b. Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyani yoluyla İkrime'den387[26] şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.)
Merri-Zahrân'a konakladığında, (kendisi ile beraber Medine'den gelmiş bulunan)388[27] Abbas:
"Kureyşliler beri gelin!. Vallahi eğer Resûlullah oraya hücum ederek girer ve silah zoruyla Meldke'yi
380[19] Beyh. Delâil 5/22; Buhârî Meğazî 64/47. h. no: 4276; Müslim Siyam 15/88.
381[20] Beyh. Delâil 5/23,24.
382[21] Beyhakî Delâil 5/24.
383[22] Vâkidî Meğazî 2/801; Beyh. Delâil 5/23.
384[23] Dr. Tedmûrî'nin, bu haberin Urve'nin Meğazisihde olmadığını dipnota koyması, bunun asılsız olduğunu vehmettirmez. Zira Zehebî bu haberi Beyhakî'nin
(Delâil 5/36) "İbnü Lehî'a -Ebû'l Esved-Urve isnadıyla verdiği yerden kısaltıp alıyor. Yine Musa b. Ukbe rivayeti de aynı yerdedir 5/26.
385[24] İbni Hişâm 4/90; Beyh. Delâil 5/31.
386[25] İbni Hişâm 4/91; Beyhakî Delâil 5/32.
387[26] Tabi Bu İkrime Ebû Cehl'in oğlu olup ta Yermuk harbinde şehit olan sahabe değildir. Bu İbni Abbas'ın âzâd ettiği talebesi İkrime'dir ve Tabiindendir.
388[27] Bu kısım Mevsul rivayette yoktur.
-ele geçirirse, bu Kureyşlilerin dünyanın sonuna kadar mahvolması demektir." deyip, Resûlullah'm beyaz katırına bindi ve "Erâk'a doğru gideyim, belki bir oduncu, veya sütçü ya da Mekke'ye giden birini bulup Resûlullah'm bulunduğu yeri Kureyş'e bildirsem de gelip Peygamberden can güvenliği isteseler." diye düşündü.
Abbas der ki: Böylece yola çıktım. Vallahi Erâk'ta dolaşıp duruyordum ki, Ebû Sûfyan, Hakim b. Hizam ve Büdyl b. Verkâ'nın sesini işittim. Meğer bunlarda Resûlullah (s.a.v.)'in ne yaptığı hakkında haber araştırması yapmaya gelmiş. Ben Ebû Sûfyan'ın sesini, "ben bu günkü gibi ateş yandığını asla görmedim" derken duydum. Büdeyl de, "Bu Huzâalıların ateşi, herhalde harp için toplanmışlar." dedi. Ebû Sûfyan, "Huzâa'lılar bundan daha az ve daha önemsizdir" dedi. Ben sesini tammıştım; "Ebû Hanzale!" diye seslendim. "Ebû'l Fazl!" dedi. Ben de, "evet o" dedim. "Lebbeyk, anam babam sana feda olsun!" dedi. Ben, "haydi şu katırın terekesine bin de sana Peygamberden güven isteye-yim. Çünkü eğer seni eline geçirirse vallahi boynunu vuracak!" dedim. Hemen arkama bindi, arkadaşları da geri döndü. Ben de onu Resûlullah'ın yanına doğru götürdüm.
Ne zaman Müslümanların yaktıkları ateşlerden birinin yanından geçsem bize bakıp, "Resûlullah'ın amcası, Resûlullah'ın katırına binmiş" deyip oturuyorlardı. Nihayet Ömer (r.a.)'m yaktığı ateşin yanından geçerken, bize bakıp arkamda onu gördü ve "işte bu Ebû Sûfyan'dır. Seni Allah düşmanı, Elhamdülillah! O Allah ki, ne akit ne anlaşma olmadan seni ele geçirme imkânım bana verdi." deyip Peygamberin yanına doğru fırlayıp koştu. Ben de katırı koşturup onların kapısını göğüsledim. Ağır hayvanın, ağır canlı insanı geçişi gibi Ömeri geçmiştim.
Ömer arkamdan gelip çadıra girdi ve: "Yâ Resûlallah! İşte Allah düşmanı, Ebû Sûfyan! hiçbir akit ve anlaşma olmadan Allah onu ele geçirme imkânını verdi. Müsade et de boynunu vurayım!" dedi. Ben de, "Yâ Resûlallah! ben ona can güvenliği sözü verdim." diyerek Resulü Ekrem'in yanma oturdum, başına elimi koyup: "Vallahi dün gece onunla benim dışımda kimse sırları konuşmadı." dedim.
Ömer sözü çoğaltınca, "Yavaş yâ Ömer, vallahi sen bu sözleri sırf bu adam Abdimenafoğullarmdan biri olduğu için söylüyorsun, eğer Adiy b. Ka'b oğullarından -yani senin ailenden biri- olsaydı bu sözleri söylemezdin" dedim. Ömer (r.a.)'ta, "ağır ol yâ Abbâs! vallahi senin İslâm'a girdiğin o gün varya, -eğer girmiş olabilseydi babam- Hattâb'ın İslâm oluşuna sevineceğimden fazla sevinmiştim. Bunun sebebi de sadece; senin İslâm'a girişinin Resûlullah (s.a.v.) için -babam Hattâb'ın İslâm'a girişinden, tabi nasibi olsaydı- daha sevindirici oluşundandır." dedi. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine:
"Haydi onu götür, biz ona güvence verdik. Yalnız yarın onu bana getireceksin!" buyurdu. Abbas da onu çadırına götürdü.
Sabahleyin onu alıp Peygamber'e getirdi. Resûlullah onu görünce: "Yazık sana ey Ebû Sûfyan, hâlâ "Lâ ilahe illallah" kelimesinin hakikatim bilme vaktin gelmedi mi?" buyurdu. Ebû Sûfyan: "Anam babam feda olsun, sen ne ikramlı, ne kadar akrabaya bağlı birisin Vallahi biliyorum ki, Allah'la beraber bir de başka ortağı olsaydı benim bir takım ihtiyaçlarımı giderirdi." dedi. Nebi (s.a.v.:
"Yazık sana Ey Ebû Sûfyan! Benim de Allah'ın Resulü olduğumu bilmenin vakti daha gelmedi mi?"
buyurunca, O: "Anam babam feda olsun. Sen ne akraba bağlısı, ne kadar cömertsin. Ama bu Peygamberlik konusunda gönlümde bir şüphe var" dedi. Bunun üzerine ben: "Yazıklar olasıca, çabuk davranda boynun vurulmadan önce hakiki şehadetleri getirsene," deyince, O şehadet kelimelerini söyledi. O şehadet getirdiğinde Peygamber (s.a.v.)de:
"Yâ Abbâs! bunu götür, vadinin daraldığı yerdeki dağın geçidinde onu alakoy da, Allah ordusunun önünden geçişini bir seyretsin." buyurdu.
Ben, "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan böbürlenmeyi seven bir kimsedir. Ona kavminiz Kureyş arasında iftihar edebileceği birşey yapıverseniz" dedim. Efendimiz;
"Evet, kim Ebû Sûfyan'ın evine girmişse güvenlik altındadır. Kim mescide girerse güvence altındadır. Kim kapısını örterse güvence altındadır." buyurdu.
Ben Ebû Sûfyanı alıp, vadinin daraldığı dağ geçidinde durdum. Kabileler sıra sıra önünden geçtikçe, "bunlar kim Yâ Abbâs! diyor, bende "Süleym kabilesi" diyorum, O da, "Süleym'den bana ne!" diyordu. Bir kabile daha geçince "ya bunlar kim?" diyor "eşlem" diyorum, "bana Eşlem ne gerek!" diyor. Cüheyne kabilesi geçerken de aynı şeyleri sordu. Nihayet Ensar ve Muhacirlerden oluşan- zırh ve donanımdan dolayı- yemyeşil bir alay içerisinde Resûlullah (s.a.v.) geldi. Onların
zırhtan sadece gözlerinin kara renkleri görülebiliyordu. Ebû Sûfyan, "Yâ Ebe'1-Fazl bunlar kim?" dedi. Ben de, "İşte bu Ensar ve Muhacirler arasındaki Resûlullah'tır "dedim. O da "Yâ Ebe'1-Fazl! Gerçekten yeğeninin krallığı çok azametli olmuş!" dedi. Ben de, "Yazıklar olsun sana, O kırallık değil, Peygamberliktir!" deyince "öyleyse daha güzel ya" dedi.
Ben, "sen şimdi artık Kureyş'e git ve onları ikaz edip sakındır." dedim. O da çabucak hareket edip Mekke'ye geldi. Mescitte, olan sesini koyuverip: "Ey Kureyş topluluğu! işte Muhammed sizin asla kurtulamıyacağımz bir güçle geldi." diye bağırdı. Onlar, "ne oluyor?" dediler. O, "kim benim evime girerse güvenlik altındadır." dedi. Onlar, "Senin evin ne ola, bizi alamaz ki!" deyince Ebû Sûfyan, "Mescide giren güvence altındadır. Kapısını üzerine kapatan güvence altındadır" diye ilan etti.
İşte İbni İshâk bu haberi bu lafizlarla Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas-İkrime-İbni Abbas isnadıyla "Mevsul" bir isnadla verir. Eyyub'u Sahtiyanı ise onu "Ikrime'de bırakarak Mürsel olarak rivayet eder. Abdullah b. Idris'te Ibnü Ishak-Zührî Ubeydullah-Ibni Abbas isnadıyla aynı anlamda "Mevsul" olarak verir.389[28]
Urve, Nâfı b. Cübeyr b. Mut'ım'den naklediyor: Ben Abbas (r.a.)'ı Zübeyr (r.a.)'a şöyle derken duydum: "Yâ Ebû Abdillah! Resûlullah (s.a.v.) sana bayrağı şuraya dikmeni emretmişti. Halid b. Velîd'e de Mekke'ye Kedâ'dan girmesini emretmişlerdir. Nebi (s.a.v.) ise kendisi oraya Küdey'den girmişti. O gün Halîd'in süvarilerinden iki kişi öldürüldü:
1- Hubeyş b. el-Eşâr
389[28] İbni Hişâm 4/89-90; Beyhakî Delâil 5/33, 34; Taberî Tarih 5/52, 55; Ebûl Ferec El-Eğanî 6/352.
2- Küre b. Câbir el-Fihrî.390[29]
Zühri ve diğerlerinin dediklerine göre; Allah (c.c), Nebi (s.a.v.)'in bu hareketini Merri Zahran'a
gelene kadar Mekke halkından gizlemiştir. Musa b. Ukbe'nin "Meğazî" adlı eserinde geçtiğine göre;
Nebi (s.a.v.) fetih günü Halid b.Velîd'e:
" Ne için savaştın, halbuki ben seni çarpışmaktan men etmiştim" buyurunca, "çarpışmayı onlar
başlattılar, bize silah çekip üzerimize ok yağdırdılar. Gücümün yettiği kadar elimi silahtan çekmeye
çalıştım" dedi. Nebi (s.a.v.)de:
"Allah'ın hükmü hayırdır" buyurdu. Söylendiğine göre o gün Ebu Bekir (r.a.): "Yâ Resûlallah ben
rüyamda ikimizi Mekey'e yakla-şıyorken gördüm, önünüze bir köpek hırlayarak çıktı. Biz ona yaklaşınca
sırt arkası geri döndü, baktıkki, sütü akıyordu" dedi. Nebi (s.a.v)
"Köpekleri kaçtı, sütleri bize kaldı. Onlar sizden merhamet dilenecekler. Siz onlardan bazılarına
rastlayacaksınız. Eğer Ebû Sûfyana rastlarsanız öldürmeyin" buyurarak rüyayı hayra yordu.
Gerçekten de Merri Zahran'da Ebû Sûfyan ve Hakim'e rastladılar.
Efendimizin Mekke'ye gidişini Hassan (r.a.) şu şiirde dile getirdi:
-Ben kızcağızımı kaybettim, olan buradan görmüyorsunuz ama şimdi onlar (Mekke'deki) Keda
tepesinin omuzlarında tozu dumana katıyorlar.
-Yularlarını çekerek uğraşıyorlar, kadın örtüleriyle yanaklarına tozları silkiyorlar.391[30]
-Eğer bizden yüzçevirdiyseniz bizde Hudeybiye'deki örmemizi yaptık, perde aradan kalkınca Fetih -
olduğu- ortaya çıktı.
-Yoksa kılıçla savaşılacak günü bekleyin ki, o gün Allah dilediğine izzet ve şeref verecektir.
-Cebrail hem Allah'ın elçisi hem de bir benzeri olmayan Ruhul Kudüs olarak aramızda.
-Demek sen Muhammed'i hicvediyorsun, işte ben onun adına cevap veriyorum. Bunun mükafatı
Allah katındadır.
Sizden biri Allah Resulünü ha hicvetmiş, ha övüp yardım etmiş, hepsi birdir.
-Dilim kusursuz bir kılıç, denizim de asla kovaların kirletemeyeceği bir ummandır.
Anlattıklarına göre Resûlullah (s.a.v.), Mekke fethi esnasında kadınların yüz örtüleri ile atların
yanaklarındaki tozu çırptıklarını görünce, Ebû Bekr'e bakarak (Hassan'm şiirini hatırlayıp) tebessüm
etmişti. Buradaki "Latame" kelimesi yüze örtmek anlamında gelir.392[31]
El-Leys anlatıyor: Bana Halid b. Yezîd, Saîd b. Ebî Hilâl -Umara b. Gazyye - Muhammed b. ibrahim -
390[29] Buhârî Meğazî Cilt 5/91, 92; Beyhakî Delâil 5/39.
391[30] Beyhakî Delâil 5/39.
392[31] Bey. S. Kübra 9/121; Urve 121; Beyh. Delâil 5/39-49; Kıssayı Musa b. Ukbe gayet mufassal anlatirsada Zehebî diğer rivayetlerde bulunan bölümleri buraya
almamıştır.