02 Mart 2015

TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 20. BÖLÜM)


TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 20. BÖLÜM)
kapısından uzatıp: Ey İnsanlar! Ben Allah Rasûlü'nün kızı Zeyneb'im. Ben Ebû'l Âs'a sığınma hakkı
veriyorum" diye seslendi. Nebî (s.a.v.) namazı tamamlayınca, "Ey insanlar! Ben bu konuyu şimdi
sizin de duyduğunuz şu ana kadar bilmiyordum. İyi dinleyin! İnsanların en zayıfı -en küçüğü- bile
insanlara koruma hakkı verebilir" buyurdu.699[461]
îbnü'l İshâk derki: Buna Dâvud b. el-Husayn, İkrime aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini
anlattı:
- Nebî (s.a.v.) kızı Zeyneb'i altı yıl aradan sonra eski kocası Ebû'l As'a ilk nikahıyla geri verdi.700[462]
Haccâc b. Ertâ, -Zayıf bir ravi olan- Muhammed b. Ubeydillah el-Arzemî- Amr b. Şuayb, babasıdedesi
isnadıyîa:
"Rasûlüllah (s.a.v.), Zeyneb'i yeni bir mihir ve yeni bir nikah ile Ebû'l As'a geri verdi" diye rivayet
ederse de, İmam Ahmed b. Hanbel, "bu zayıf bir hadistir. Sahih olan Rasûlüllah'm, "onu eski nikah
üzere mukarrar bıraktığıdır" der.
İbni İshâk derki: Ebû'l Âs Mekkeye Müslüman olarak döndü. Efendimizle hiç bir savaşa katılamadı.
Daha sonra Medineye geldi ve hicri 12'ci yılın sonunda öldü.701[463]
Abdullah B. Ravaha'nın Şevval Ayında Üseyr B. Zârım Üzerine Yürüyüşü
Denilir ki; Sellâm b. Ebî'l Hukayk denen yahudi öldürüldüğü zaman, Yahudiler kendilerine Üseyr b.
Zarmı'ı emir seçmişlerdi. Bu a-dam arab kabilelerinden Gatafan ve diğerlerini dolaşarak, Rasûlüllah
(s.a.v.) ile harbetmeye teşvik ediyordu. Bunu haber alan Rasûlüllah (s.a.v.) hemen Abdullah b.
Ravâha (r.a.)'yı üç kişi olarak gizlice haber almaya yolladı. Abdullah da onun yaptıklarını ve kurmak
istediği tuzağı araştırıp, bu konuda malumat edindi ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın huzuruna gelerek
duyduklarım haber verdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) otuz adam hazırladı ve başlarına Abdullah b. Ravahayı vererek yola çıkardı.
Bunlar Üseyr'in yanına kadar vardılar ve ona: "Biz sana, geliş sebebimizi arzetmek için senden
güvence alabilirmiyiz?" dediler. O da, "tabi, alın. Bende o aynı güven içinde olacağım değilmi"
deyince ashab "tabi" dediler. Sonra da:
- Rasûlüllah bizi sana yolladı ki, çıkıp yanına varasın da, seni Hayber'e vali yapsın ve sana ihsanda
bulunsun, dediler. Yahudi Üseyr bu valilik tamahına kapılarak hemen yola çıktı. Otuz tane yahudî'de
beraberce yola çıktılar. Her adamın ardında bir Müslüman yedeği vardı. Haybere altı mil mesafede
bulunan "Karkaratı Sibâr'a" geldiklerinde, Üseyr bu yaptığına pişman oldu. O vakit de bu Müslüman
müfreze arasında bulunan Abdullah b. Enîs der ki: Üseyir elini kılıcına doğru uzattı. Ben ne yapmak
699[461] İbni Mace Diyet 31; Cihad 147; Ebû Davud Diyet 11/2240; Daramı Siyer/58; Müsned 2/360, 4/397, 5/250, 6/180, 215.
700[462] Ebû Davud Talâk/24; Tirmizî Nikâh/42; İbni Mace Nikah/60; İbni Hişâm 3/60; Zehebî Mucemûş-Şüyuh Sayfa 70 rakam 12.
701[463] İbni Hişâm 3/61.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/514-518
istediğini anlayıp ona: "Bire Allah düşmanı aldatıyormusun" diyerek devemi hızla sürdüm. O bunu iki kere tekrarladı. Bende inip topluluğu ileri sevkedip Üseyr ile yalnız kaldık. İşte o zaman kılıcımı öyle bir indirdim ki uyluğunun çoğu koptu. Yere yuvarlandı. Elinde bir baston vardı. Bastonu bana öyle bir vurdu ki, dimağımın üstündeki deriyi parçalattı. Biz arkadaşları tarafına yönelip onları öldürdük. Onlardan sadece birisi kaçabildi. Medine'ye Rasûlüllah'm yanına geldiğimiz de Efendimiz (s.a.v.);
"Allah sizleri zalim bir topluluktan kurtardı" buyurdu.702[464]
702[464] îbnü Hişâm 3/237; İbnü Sa'd Tabakat 2/92; Vakidî 2/566; Vakidî konuyu uzun alır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/518-519
1.BÖLÜM
Altıncı Hicri Yıl Olaylarının Devamı Hudeybiye Gazası1[1]
Hudeybiye, Mekke'den dokuz mil uzakta bir yerdir. Altıncı hicrî yılın Zi'îka'de ayında, Resûlulîah (s.a.v) Hudeybiye'ye sefere çıktı. Tarihçilerden, Nâfî', Katâde, Zührî, İbni İshak ve diğer tarihçiler ile Ebu'l-Esved'in rivayetine göre "Meğazî" adlı eserinde Urve b. Zübeyr'in görüşleri budur.2[2]
Ali b. Misher ise Hişam b. Urve aracılığıyla babası Urve b. Zübeyr (r.a)'dan; "Resûlulîah (s.a.v.), Hudeybiye'ye doğru Ramazan ayında yola çıkmış ve Hudeybiye(ye vardığında) hadisesi Şevval ayında meydana gelmiştir" diye bir görüş öne sürerek bu görüşünde tek başına kalmıştır.3[3]
Buharî ve Müslim Hûdbe-Hemmâm-Katade isnadıyla, Enes b. Mâlik (r.a)'ın Katade'ye: "Allah'ın Nebisi (s.a.v) dört defa umre yaptı; haccı ile birlikte yaptığı umresi hariç diğerlerinin hepside Zi'lka'de ayında gerçekleşti. Hudeybiye umresi Zi'lka'de ayında olduğu gibi, ertesi yılın umresi de aynı ayda gerçekleşti. Ci'râne demlen yerden, Huneyn harbinden sonra harp ganimetlerini taksim ettikten sonra yaptığı umresi ise Zi'lka'de ayında gerçekleşmiştir. Efendimiz dördüncü olarak da haccı ile birlikte ömre yapmıştır" dediğini rivayet ederler.4[4]
Zührî, Urve aracılığıyla Misver b. Mahrame (r.a)'ın: "Resûlullah (s.a.v), Hudeybiye senesi bin küsur ashabı ile Mekke'ye doğru yola çıktı. Zü'1-Huleyfe'ye gelince (oradaki mikat yerinde) beraberinde götürdüğü hac kurbanının (hedy'inin) boynuna kurban olduğunu belirten ipten bir gerdanlık takarak onun kurbanlık olduğunu belirledi ve orada ihrama girdi" dediğini nakleder. Bu haberi
1[1] Hudeybiye Musalahasının geçtiği kaynaklardan bazıları
1- İbni Hişâm 3/308;
2- Buhârî Meğazî 64/35; Hadis no 4/48;
3- Müslim h. No 1253;
4- İbni Sa'd Tabakat 2/95;
5- Vakıdî Meğazî 2/-571;
6- Urve Meğazî sayfa 192;
7- Taberî Tarih 2/-115;
8- İbnü Abdi'l Ber Ed-Dürer sayfa 191;
9- Beyhakî Delâil 4/90;
10- İbni Ebî Şeybe 14/429; Abdiirrezzak 5/330
2[2] İbni Hişâm 3/308; İbni Sa'd 2/95; Beyhakî Delâil 4/91; Taberî 2/116.
3[3] Beyhakî Delâil, 4/92; İbni Ebî Şeybe Musannef 34/429 da (18686 nolu) hadisinde Ebû Ûsame-Hişam-Urve isnadıyla yine bunun Şevval ayında olduğunu öne sürer. Ancak Urve'den gelen îbni Lehî'a-Ebu'l Esved-Urve isnadında'da "Zilka'de" ayında der ki, müellif ona işaret etmişti.
4[4] Buhârî Meğazî 64/35 h. no 4148; Müslim Hacc hadis no 1253; Beyhakî Delaik 4/92; Müsned 3/134.
Buharî nakleder.5[5]
Hudeybiye Gazilerinin Sayısı
Şu'be derki: Bana Amr b. Mürra, Efendimize "Bey'atü Rıdvan" da bizzat biat etme şerefine ermiş bir
zat olan Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)'mn:
"Biz Hudeybiye seferine gittiğimiz gün bin üç yüz kişiydik, o vakit Eşlem kabilesinden olanların sayısı
Muhacirlerin sekizde biriydi." dediğini haber verdi.
Bu hadisi Müslim rivayet ediyor. Buharî'de bu haberi "sahih" adlı eserinde "muallak" bir rivayetle
verir.6[6]
Husayn b. Abdürrahman, Selim b. Ca'd aracılığıyla Câbir (r.a)'m şöyle dediğini anlatır: "Biz
Hudeybiye günü yüz bin kişi ile olsaydık,
Hudeybiye kuyusunun suyu hepimize yetecekti. (Zira Efendimizin duası ile çoğalmış idi) Ama biz
orada bin beş yüz kişiydik."
Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.7[7]
Lâkin Müslim'in -ikinci bir rivayetinde A'meş bu sayıya aykırı olarak yine Salim b. Ca'd'dan "Câbir
(r.a) o gün kaç kişiydiniz?" dedim de bana; "Biz -o ağacın etrafında toplananlar- o vakit bin dört yüz
kişiydik" şeklinde nakleder ki, bu da Buharî ve Müslim'in ittifakla naklettikleri bir haberdir.8[8]
Öyle geliyor ki bu ikinci rivayetteki sayıyı Cabir (r.a) tam sayı değil de takribi (yakın) olarak
belirtiyor. Sanki onlar bin dört yüz kişiden fazlaydılar da o bu fazlalığı göz önüne almamış gibi, veya,
bin beş yüz kişiden biraz az idi de birinci rivayette o azlığı hesaba katmayarak bin beş yüz diye tam
söylemiş olabilir. Zira sayılarda bu şekilde bir kullanım tarzı öteden beri Arapların adetidir.
Mesela, sen onların Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in yaşı hususunda ihtilaf ettiklerini, bazen
Efendimizin hem doğduğu yılı hem de vefat ettiği yılı (ay olarak değil de) tam yıl imiş gibi sayarlar.
Bazen de sırf tam olan yılları sayarak yıl fazlası olan ayları hesaba katmazlar.
Katâde'nin şu sözü de bunu açıklamaktadır: Saîd b. Müseyyeb'e: "Bey'atü-ü-Rıdvan'da bulunan
sahabelerin sayısı kaç idi?" diye sordum da; "bin beş yüz idi." dedi. "Peki Câbir (r.a), bin dört yüz
idiler" demiş dediğimde Said bana, "Allah Cabir (r.a)'a merhamet buyursun. O bu sayıda yanıldı.
Halbuki Cabir (r.a) bizzat bana -daha Önce- "Onlar bin beş yüz kişi idi" diye haber vermişti." dedi.
5[5] Buhârî Meğazî 64/35; Taberî Tarih 2/116; İbn Ebî Şeybe 14/444; Beyhakî Delâil 4/93.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/11-12
6[6] Müslim Kitâbul İmara h. no 1857; Beyhakî Delâil,. 3/95 Buhârî Meğazî 64/35, h. no 4155.
7[7] Buhârî Meğazî 64/35; Müslim h. no 1856; Beyhakî Delâil, 4/96.
8[8] Buhârî Meğazî 64/35 h. no 4154; Müslim h. no 1856; Beyhakî Delâil 4/96, 97.
Haberi Buharî nakleder.9[9]
Amr b. Dinar'da ben Cabir (r.a)'m: "Biz Hudeybiye günü bindörtyüz kişiydik Resûlullah (s.a.v) bize; "Siz, yeryüzü halkının en hayıiiısısmız" buyurdu" dediğini duydum. Bu hadisi yine Buharı ve Müslim Süfyan b. Uyeyne'den nakletmişlerdir.10[10]
Leys de Ebû'z-Zübeyr aracılığıyla Câbir (r.a)'ın: "Hudeybiye günü biz bin dört yüz kişiydik" dediğini nakleder ki hadis "sahih" tir.11[11]
A'meş Ebû Süfyan yolu ile Cabir (r.a) tan: "Biz Hudeybiye gününde her yedi kişiye bir deve olmak üzere yetmiş deve kestik" dediğini Ebû Süfyan'ın da "peki siz o gün kaç kişiydiniz?" demesine de "süvarisi yayası hepimiz bin dört yüz kişiydik" dediğini nakleder.12[12]
işte Berâe b. Azib (r.a), Ma'kıl b. Yesar (r.a) ve iki rivayetin daha sahih olanında, Seleme b. Ekva1 ve Katâde'nin Saîd b. Müseyyeb'den yaptığı rivayette Müseyyeb b. Hazm (r.a) da; "Biz Hudeybiye'deki a-ğacın altında, Nebi (s.a.v)'in etrafında bin dört yüz kişiydik" şeklindeki ifadesi ile aynı şeyi söylemektedirler.13[13]
Hudeybiye Hadisesinin Cereyan Tarzı
Ma'mer b. Râşid, Zührî-Urve isnadıyla Misver b. Mahrame ve Mervan b. el-Hakem'in birbirlerinin hadisini doğrulayan sözlerini şöyle nakleder:
- Hudeybiye zamanı Allah Resulü; ashabından bin küsur kişiyle birlikte yola çıktı. Zü'1-Huleyfe ye vardıklarında Peygamber (s.a.v) kurbanının boynuna ip gerdanlık takıp onun kurbanlık hayvan olduğunu nişanladı. Oradan ihrama girdi. Huzâ'a kabilesinden birini de Kureyş'ten haber alması için önden gözcü olarak yolladı. Kendisi de yola koyuldu. (Usfan'dan Mekke tarafına üç mil mesafede bulunan) "Gadîrûl Eştât" mevkiine vardığı zaman Huzâ'alı gözcüsü gelip: "ben seni karşılamak için büyük bir ordu toplamış Kureyş'le anlaşan kabileleri birleştirmiş bulunan Ka'b b. Lüeyy ile Amir b. Lüeyy'i geride bırakıp geldim. Onlar seninle savaşıp Beytullah'a girmeme engel olacaklar" dedi. Efendimiz o zaman yanındaki ashabına:
"Haydi bana görüşlerinizi bildirin! Ne dersiniz, şu Kureyş'e yardıma gelenlerin çocukları üzerine yürüyüp onları esir mî alalını? Eğer yerlerinde otururlarsa intikamları alınmamış olarak otura gidecekler, yok eğer böyle yapmayıp saldırırlarsa Allah'ın kesip attığı bir cemaat olacaklar. Yoksa doğruca Kabe'ye yönelip de, bize engel olmaya kalkanlarla savaşalım mı dersiniz?" buyurdu. Bunu
9[9] Buhârî Meğazî 64/35 hadis no 4153; Beyhakî Delâil 4/97.
10[10] Buhârî Meğazî 64/35. h.no 4154; Müslim İmara h. no 1856; Beyhakî Delâil 4/97.
11[11] Müslim İmara/Bab-û İstikbâb-i Mübâyeati'1-İmâm h.no 1856; Beyhakî Delâil, 4/98.
12[12] Beyhakî Delâil 4/98.
13[13] Beyhakî Delâil 4/98.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/12-14
duyan Hz. Ebû Bekir (r.a): "Allah ve Resulü daha iyi bilir ya, ben derim ki, biz buraya ömre yapmaya geldik, kimse ile savaşmaya gelmedik. Ama Beytulîah'ı tavaf etmemize engel olmak için kim aramıza engel koymaya kalkarsa onunla savaşırız" dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de: "öyleyse haydin hareket edin" buyurdu.
Zührî sözüne şöyle devam eder:
- Ashab yola koyuldu. Yolun bir bölümü gidildikten sonra Peygamber (s.a.v): "Ğamîm mevkiinde Kureyş süvarilerinin başında Halid gözcülük yapıyor, hemen sağ taraftaki yola gidin ki, geldiğinizi görmesin" buyurdu ve Kureyş'i korkutmak için harekete geçti. Mira tepesine vardığında -ki düşman üzerine oradan inecekti- Efendimizin devesi birden diz üstü çöktü. İnsanlar "hal hal (dâh dâh)" diye bağırarak onu tekrar yürütmeye uğraştılarsa da deve gitmemekte ısrar etti. Bunu görenler de: "Efendimizin Kusva adlı devesi serkeşlik ediyor, tembellik ediyor" demeye başladı.
Burada bu hadisin Ahmed b. Ziyad yolu ile yapılan rivayetinde Zührî; "söz, Efendimiz: "öyleyse hareket edin" kısmına gelince, Ebû Hüreyre (ra)'tan; "ben ashabı ile müşavere etme hususunda Peygamber (s.a.v) den daha fazla danışan hiç bir kimse görmedim" dediğini anlatır."14[14] Misver b. Muhrame ile Mervan b. el-Hakem kendi rivayetlerinde şu ayrıntıya yer verirler: Efendimizin emri ile yola koyulup bir müddet gidince Peygamber (s.a.v); "Kureyş'e ait bir süvari gurubunun başında Halid b. Velid, Gamîm mevkiinde bizi gözetiyor," Burada bu rivayet de Öbür rivayetle aynı anlamda birleşiyor: Ashabın "Kusva serkeşlik ediyor" demesine Peygamber (s.a.v.); "Kusva
serkeşlik etmemiştir. Zaten onun öyle bir huyu da yok. Lakin, Ebrehe'nin filini yoldan alıkoyan (Allah) onu da alıkoymuştur" buyurup sonrada "Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki; onlar benden kendisi ile Allah'ın haramlarını ta'zim edecek (yani Haram aylarda, Harem mıntıkasında, kan dökmemek için harbi bırakıp sulhu seçecek) bir planın tatbikini isteyecek olurlarsa, bunu kabul ederim" buyurdu.
Sonrada devesini mahmuzlayınca deve efendimiz üstünde olduğu halde ayağa fırladı ve dimdik kalktı, yoluna devam ederek Hudeybiye mevkiinin son tarafındaki içinde azıcık bir su birikintisi bulunan bir kaklığa15[15] geldi. İnsanlar oradan ancak (avuçlarıyla) azar azar su alabiliyorlardı. İnsanlar ondan su çekmeye bırakılmıyordu. Efendimize, susuzluğu haber verdiler. O da hemen ok torbasından bir ok alıp bunu kaklıktaki suyun, içine atmalarını emretti. Vallahi insanlar suya kanıp(susuzluklarmı giderip) oradan ayrıldığında hala su kaynamaya devam ediyordu.
İşte Müslümanlar bu işlerle meşgul olup dururken, Huzâa kabilesinden bir gurup adamla beraber Büdeyl b. Verkâ' çıka geldi. Bunları Peygamberimizin Tihame halkının durumunu kontrolle görevlendirdiği bir nevi casus ve ne yapılacağı hususunda (görüp gelerek) nasihat etme durumundaki kimselerdi. Büdeyl: "Yâ Resûlallah! Ben Hudeybiye pınarı başında konaklayan Ka'b b. Lüeyy ile Âmir b. Lüeyy'in yanından geliyorum. Beraberlerinde kendilerinin sütünü içecekleri
14[14] Bu paragrafın arapça matbu nüshasının ibaresinde bir düşüklük vardı. O yüzden bir Musannef ve Beyhakînin ibaresini esas aldık.
15[15] Ben Semed kelimesini "Kaklık" diye tercüme ettim. Kaklık kelimesi Toroslar'da bilhassa Karaman-Mut-Ermenek yöreleri arasında hâla canlılığını koruyan bir kelimedir. Kayaların veya sert toprağın yağmur ve benzeri bir sebeple oyulup tabiî olarak çukurlaşmasıyla meydana gelir ve içinde, yağmur yağınca uzun süre su bulunur.
develeri ile çocuklarını emziren kadınları da beraber getirmişler. (Yani uzun süre firar etmeden durabilecek bir hazırlıkları var) onlar seninle savaşmak ve seni Beytullah'ı Tavaftan menetmek istiyorlar" dedi. Resûlullah (s.a.v);
"Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece Ömre yapmak için geldik. Harp'de zaten Kureyş'i iyice zayıflatıp onlara zarar vermiş. Dilerlerse ben onlara bir süre daha tanıyayım da benimle insanların arasından çekilsinler veya insanların girdiği şeye onlarda girmek isterlerse bunu da yapabilirler, öyle yapmazlarsa harb yorgunluğundan dinlenirler. Eğer bunu reddedecek olurlarsa, nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bu umreyi yapmak için onlarla bu uğurda yanaklarım gövdemden ayrılıncaya, yahut ta Allah emrini icra edene kadar savaşacağım" buyurdu. Büdeyl de:
- Senin bu söylediklerini onlara ulaştıracağım, deyip ayrıldı ve Kureyş'in yanına vararak: "Biz şu Zatın yanından geliyoruz. Onun sizin hakkınızda verdiği kararı duyduk. Onun dediğini size anlatmamızı dilerseniz bunu yapabiliriz" dedi. Kureyş'in akılsızları: "Bizim, onun hakkında senden herhangi bir şey dinlemeye ihtiyacımız yok" dedilerse de, akıllı kesimi: "haydi duyduklarını anlat!" dediler: O da, "Ben Muhammedi bu konuda şöyle şöyle derken duydum" diyerek Nebî (s.a.v)'in kararını anlattı. Urve b. Mes'ûd es-Sekafî ayağa kalkıp: Ey Topluluk! Siz benim (anam Sübey'a sizden olduğu için) babam sayılmazmısınız?" dedi. "Evet" dediler. O, "ben de sizin oğlunuz sayılmam mı?" deyince, "tabî" dediler. "Peki beni herhangi kötü bir şeyle itham ettiğiniz oldumu?" deyince "hayır" dediler. O, "Ukaz halkı benden yüz çevirdiğinde ben Ukazlıları terkedip ailem, çocuğum ve beni dinleyenleri alıp size geldiğimi bilmiyormusunuz?" deyince yine "tabi" dediler. O zaman Urve "İşte bu adam size fevkalade akıllı bir iş teklif ediyor, bunu kabul edin ve bırakın da onun yanına varıp bir konuşayım" dedi. Kureyş'te "haydi git" dediler. O da gelip Nebî (s.a.v) ile konuştu. Efendimiz ona da Büdeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler anlattı. Urve'de: "Ey Muhammed! Ne dersin, sen kendi kavminin kökünü kazımış olduğunu farz edelim, senden önce hiç kendi kavminin kökünü kazıyan birini Arap topluluğu içinde duydun mu? Yok böyle olmazda sen yenilecek olursan, vallahi, ben senin yanında öyle karışık tipler öyle insanlar görüyorum ki, bunların kesinlikle harpten kaçıp seni ortada bırakıvereceklerini sanıyorum" dedi. Bunu duyan Ebû Bekir (r.a) ona:
- Sen Lat putunun ç... yala!16[16] Biz mi Onun etrafından kaçıp Onu yalnız bırakacağız? Deyince, Urve: "bu da kim?" dedi. Hz. Ebû Bekir'de "bu Ebû Bekir'dir" dedi. Urve de, "Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki, daha önce yaptığın bir ihsan halâ yanımda olup da daha Ödemediğim için sana bu konuda hâla borçlu olmasaydım, sana kesinlikle ne cevap vereceğimi iyi bilirdim" dedi. Sonra Nebi (s.a.v) ile konuşmaya başladı. Her hitabında Efendimizin sakalını eliyle tutup okşuyordu. Muğira b. Şu'be (r.a) ise Peygamber (s.a.v)'in başucunda e-linde kılıç, başında miğfer, dikilmiş duruyordu. Urve, Peygamberin sakalına elini uzattıkça kılıcın sapını eline vurup; "çek elini" diyordu. Urve; "bu kim?" deyince, Muğîra dediler. O da, "Ah vefasız (tilki), ben senin vefasızlığının peşinde koşup durmazmıydım?" dedi. (Zührî derki) "Muğîra cahiliye döneminde bir toplum ile dostluk kurup sonra onları öldürüp mallarını almış, ardından gelip Müslümanlığa girmişti." İşte Nebî (s.a.v) ona:
16[16] Lat'm bızırını yala, bir deyim olup Araplar bunu "Anayın bızırını yala" diye söylerlerdi. Hz. Ebû Bekir sırf aşağılamak için Putun sanki kadınlık organı varmış gibi bu şekilde ifade etmiştir.
İslama girişini kabul ederim, ama bu mala gelince ondan hiçbir şeyle alakam olamaz" buyurdu.
Sonra Urve b. Mes'ûd, Nebi (s.a.v)'in ashabının davranışına baktı. Vallahi Resûlullah (s.a.v) aksırıp tükürünce mutlaka ashabından birinin eline düşüyor oda onu yüzüne ve derisine sürüyordu. Onlara bir şey emredince derhal onu yapmaya koşuyorlar, abdest aldığında abdest suyundan alabilmek için nerdeyse birbirini çiğnercesine hareket ediyorlar, O konuşunca ashabı hemen seslerini indiriyor, O'na büyük saygı duydukları için O'nun yüzüne dikkatlice göz gezdirmiyorlardı. Urve bunları görüp arkadaşlarının yanına vardı ve onlara:
- "Ey Kavmim! Vallahi ben krallara elçi olarak gittim, Bizans imparatoruna, İran Kisrasma ve Habeş Necâşî'sine de elçi olarak gönderildim. Vallahi şimdiye kadar Muhammed'in ashabının Muhammedi ululadığı tarzda, etbaı kendini bu tarz ululayan hiçbir melik görmedim. Vallahi Muhammed aksırıp yere tükürmeye koysun, arkadaşları yere düşmeye fırsat komadan o mutlaka birinin eline düşüyor o da bununla yüzüne ve cildini ovuyordu. Onlara bir emir verince hepsi birden yapmaya fırlıyorlar. Abdest aldığında abdest suyundan teberrûk için alacağız diye birbirlerini eziyorlar: Konuştumu ashabı onun yanında seslerini indiriyordu. Onu ululadıkları için yüzüne dikkatlice bakmıyorlardı. Şimdi Muhammed size fevkalade ciddi bir plan teklif ediyor, bunu kabul edin" dedi.
Kinâne oğullarından biri de, "müsade edin de bende ona bir gideyim" deyince topluluk ona da, "haydi var gel" dediler. Bu adam Nebî (s.a.v) ile ashabının göründüğü yere ulaşınca Peygamberimiz (s.a.v):
"Bu falancadır. O, deveye hürmet (ta'zim) eden bir kavimdendir. Ona bir deve yollayın." buyurdu. Ona deve yollandı. Ashab bu zatı Lebbeyk... diye telbiye yaparak karşıladı. Bu durumu gören Kinane'li: "Sübhanellah, şu topluluğu Beytullaha girmekten alakoymak yakışık almaz" dedi. Arkadaşlarının yanına döndüğünde: "Ben gerdanlığı takılıp kurbanlık nişanları vurulan develer gördüm. Onların Beytuîlaha girmesine engel olunmasını istemiyorum" dedi. Onlardan adı Mikraz b. Hafs olan bir adam kalkıp: "müsade edin bir de ben varıp geleyim" deyince "haydi var gel" dediler. Adam genden görününce Peygamber (s.a.v): jşJâ "İşte şu gelen Mikraz'dır. O facir bir adamdır." buyurdu. Mikraz gelip Nebî (s.a.v) ile konuşmaya başladı. O konuşmasına devam ederken birde, Süheyl b. Amr çıkagelmezmi.... Hadisin burasında ravî Ma'mer b. Raşid derki:
- Bana Eyyûb'u Sahtiyanı, İkrime (r.a)'den naklen, Süheyl gelince Nebi (s.a.v)'in: "artık işiniz kolaylaştı" buyurdu.17[17]
Zührî hadisine şöyle devam eder: Süheyl b. Amr gelip: "haydi bir kağıt getirtin de seninle aramızda bir anlaşma metni yaz!" dedi. Efendimiz katibi çağırıp ona: "Bismillahirrahmanirrahîm diyerek yaz" buyurunca Süheyl: "vallahi ben "RahmaiTm ne olduğunu bilmiyorum. Lakin sen daha öncede yazdığın gibi, "Bismike allâhümme" diye yaz" dedi. Müslümanlar "Vallahi biz öyle yazmayız. Biz sadece "Bismillahirrahmânir'rahîm" diye yazarız" diye itiraz edince, Nebî (s.a.v): "Haydi, Bismike'l lâhümme, diye yaz" deyip sonrada:
İşte şu metinler Allah'ın Rasûlü Muhammed'in üzerinde hüküm verdiği metindir" deyince Süheyl
17[17] "Süheyl" arapçada "kolay" anlamına geldiği için Efendimiz (s.a.v) bunu hayra yormuş olmaktadır.
yine:
"Vallahi biz senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmiş olsaydık zaten seni Beytullah'dan menedip seninle çarpışmazdık." Ama sen "Abdullahoğlu Muhammed diye yaz" dedi. Peygamberimiz de:
"siz yalanlasanızda ben kesinlikle Allah'ın Rasûlüyüm, ama haydi "Abdullah oğlu Muhammed diye yaz" buyurdu.
Zührî derki: Efendimiz (s.a.v)'in bunları kabul etmesinin sebebi, -hadisin başında geçtiği üzere- "Müşrikler kendisi ile Allah'ın haramlarını (Haram aylar ve harem yerleri) ta'zim edecek birşey için benden bir plan uygulamamı isterlerse onu mutlaka kabul edeceğim" buyurmuş olmasındandır.
Peygamberimiz (s.a.v) ona:
- Tavaf edebilmemiz için Beytullah ile aramızı boşaltmak üzere.....
buyurunca Süheyl, "vallahi bizim bu hakları zorla kabul ettiğimizi konuşamayacak, ancak gelecek sene bu mümkün olabilecek," dedi ve bu madde öyle yazıldı.
Süheyl devamla: "Senin dinine girmiş olsa bile bizden kaçıp sana katılan biri oldumu kesinlikle onu bize geri vermek şartıyla......" deyince Müslümanlar, "Sübhanallah! Müslüman olarak gelmiş olan biri, müşriklere nasıl geri yollanacak." dediler. Onlar bu konunun münakaşasını yaparken birde Ebû Cendel b. Süheyl b. Amr b. Yersüf kafirlerden kurtulduktan sonra prangaları ile Mekke'nin aşağısından kaçıp gelerek kendini Müslümanların arasına attı. Bunu gören Süheyl: "İşte bize geri verme kararınızı uygulayacağın ilk kişi bu" dedi. Peygamberimiz de: "Biz henüz anlaşma metnini yazıp bitirmedik ki" buyurunca Süheyl de: "Vallahi o takdirde seninle hiçbir konuda sulh anlaşması yapamayız" dedi. Efendimiz (s.a.v): "Onu bana ücret karşılığı ver" buyurdu. Lakin O, "ben onu sana ücretle veremem" dedi. Efendimiz, "tabî, böyle yapacaksın!" buyurduysa da O "ben yapamam" diye dayattı. Mikraz ona itiraz edip, "biz onu ücretle verdik" dedi. Ebû Cendel bu arada: "Ey Müslümanlar! Ben Müslüman olarak gelmişken müşriklere geri verileceğim, Başıma gelen şu belayı görmüyormusunuz? dedi. Ebû Cendel, Allah yolunda gerçekten çok çetin işkence görmüştü.
Ömer (r.a.) derki: Vallahi bu güne gelene kadar Müslüman olalı beri İslâm'dan hiç şüphelenmemiştim. Peygamber (s.a.v)'e gelip: "Ya Resûlallah! Sen Allah'ın Nebisi değil misin?" dedim. "Tabî Nebisi-yim" buyurdu. "Biz hak, düşmanlarımız batıl üzere değil mi?" dedim. "Tabi öyle" buyurdu. "Öyleyse dînimiz hakkında şu aşağılık kararı nasıl kabul ediyoruz: dedim. Efendimiz (s.a.v) de:
"Ben Allah'ın Rasûlüyüm, O'na asî gelecek değilim, O benim yardımcundir" buyurdu. Ben, "Peki sen bize yakında Beytullah'a gelip tavaf edeceğimizi gerçek olarak söylemedin miydi?" dedim. Efendimiz, "Evet, ama sana ben, sen Kabe'ye bu sene geleceksin diye haber verdim mi?" buyurunca, ben, "hayır" dedim. Efendimiz, "sen Kabe'ye gidip orayı tavaf edeceksin" buyurdu.
Ömer devamla derki: Ben Ebû Bekre gidip: "Yâ Ebâ Bekr! Şu zat gerçekten Allah'ın Nebisi değil mi?" dedim. "Tabi Nebisi" dedi. Ben, "biz hak üzere, düşmanlarımız batıl üzere değil mi?" dedim de, "O" tabi öyle" dedi. Ben, "öyleyse dinimiz hakkındaki şu aşağılık hükmü nasıl kabul ederiz" dedim. Ebû
Bekir: "Bana bak herif! O, Allah'ın Rasûlüdür, Allah'a asi gelmez ve Allah onun yardımcısıdır. Ölünceye kadar onun ipine iyi tutun. Vallahi o hak üzeredir." dedi. Ben, "Peki o bize, beyte gelipte tavaf edeceğimizi söylememişmiydi," dedim. Ebû Bekir de, "Evet ama sana Kâbeye bu yıl varacaksın demişmiydi?" dedi. "Hayır" dedim. Ebû Bekir; "Sen kesinlikle Kâ'beye gidip orayı tavaf edeceksin" dedi.
Zührî derki: Ömer (r.a) "ben bu aşırılığım için bir takım ameller işledim" derdi.
Anlaşma metni yazıldıktan sonra Peygamber (s.a.v):
"Kalkıp kurbanlarınızı kesip, sonra tıraşınızı olun" buyurdu. Vallahi Resûlullah sözünü üçkere tekrarlamasına rağmen onlardan kimse yerinden kalkmadı. Ashabdan hiçbirinin kalkmadığını gören Nebî (s.a.v) kendisi kalkıp Ümmü Seleme (r.a) validemizin -çadırına- girdi ve ona ashabdan gördüğü muameleyi anlattı.
Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın Nebisi! Onların seni dinlemesini istiyormusun? Hemen dışarı çık, sonra kimseyle konuşmadan deveni kes, sonra berberini çağırıp seni tıraş etsin." dedi. Efendimiz kalkıp dışarı çıktı, kimseyle konuşmadan bunları yaptı. Ashab, Peygamberin böyle yaptığını görünce yerlerinden kalktılar, kurbanlarını kesip birbirlerini tıraş ederek ihramdan çıktılar. Ashab, Peygamber'e karşı yaptıkları tutumlarından dolayı öyle bir tasaya düştülerki, birbirlerini kırayazdılar.
Sonra Müslüman kadınlar Peygamber'e geldiler. Allah (c.c.) Mümtehine süresi 10 cu ayeti olan ;
Ey îman edenler! Mü'min hanımlar size muhacir olarak geldiklerinde onları imtihan edin. Allah îmanlarını daha iyi bilir. Onların mü'min olduklarını bilirseniz onları kafirlere geri yolla-mayın. Artık bunlar o müşriklere helal değildir. Onlarda bunlara helal değildir. Onların bunlara harcadığı -mehir ve benzeri haklarını- geri verin. Artık, onlara mihirlerini verdiğinizde onları nikahlamanıza size günah yoktur. Kafir kadınlarını tutmayın ve sarfettiğinizi isteyin onlarda sarfettiklerini istesinler." ayetini indirdi. O gün Ömer (r.a), şirk döneminde kendine ait olan iki kadını bo-şamış, birisi ile Muâviye, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlenmiş idi.
Sonra Allah Rasûlü Medine'ye döndü. Kureyşli olup daha önce Müslüman olmuş olan Ebû Basîr denen bir zat, Nebi (s.a.v)'e müşriklerden kaçıp geldi. Onlarda bu zatı yakalayıp getirmeleri için iki adam gönderdiler. Bunlar gelip Efendimize:
- Bizzat senin bize yazıp verdiğin anlaşma gereği bu adamları ver" dediler. Efendimiz anlaşmaya uyup Ebû Basîr'ı bu iki kişiye teslim etti. Adamlar onu alıp yola çıktılar ve zü'l Huleyfe'ye kadar geldiler. Bineklerinden azıklarmdaki hurmaları yemek üzere indiler. Ebû Basîr, adamlardan birine;
- Vallahi ben öyle sanıyorum ki, senin şu kılıcın çok iyi kaliteli bir çelikten ma'mul ve çok keskin, dedi. Diğeri o kılıcı kınından sıyırdı ve:
- Vallahi evet o kesinlikle çok iyi bir kalite, ben onu denedim sonra bir daha denedim, dedi. Ebû Basîr'de ona
- Bana şu kılıcı iyice bir göstersene dedi. Adam göstermek isteyince kılıcı çekip elinden aldı ve
adama vurdu vurdu ve öldürdü. Durumu gören diğer müşrik kaçarak Medine'ye geldi ve koşarak mescidin içine girdi ve Nebî (s.a.v)'e: "Vallahi arkadaşım öldürüldü bende öldürüleceğim" dedi. Bu sıra Ebû Busîr de girdi ve: "Yâ Nebiyyullah! Allah senin zimmetine düşen vazifeyi ifa etmiştir. Vallahi sen beni onlara vermiş (ve üzerine düşeni yapmış) idin. Sonra Allah, beni onların kılıcıyla kurtardı." deyince Nebî (s.a.v):
"Vay anasına vay, eğer yanında birisi daha olsa harbin ateşini yakacak" buyurdu. Ebû Bâsîr, Efendimizin bu sözünü duyunca anladı ki, kendisini tekrar onlara verecektir. Hemen Medine'den ayrılıp ta (kızıl deniz kıyısındaki) "Sîyfii'l Bahr" denen yere kadar geldi. Bu arada Ebû Cendel b. Süheyl'de müşriklerin elinden kurtulup Ebû Basîr'a katıldı.
Bu olaydan sonra Müslüman olupta Kureyş'ten ayrılıp gelen herkes doğruca Ebû Basîr'a iltica etmeye başladı ve az sonra orada büyük bir topluluk oluşturdular.
Zührî sözüne şöyle devam eder: Vallahi bunlar Kureyşe ait bir kervanın Şam'a ticarete çıktığını duymaya görsünler, derhal yollarını kesip onlarla çarpışıyor ve mallarını ele geçiriyorlardi. Bir müddet sonra aciz kalan Kureyşliler, Efendimize sığınıpta onun geri yolladığı kimselerin kendilerinde güven içinde olacağını bildirerek; "Allah aşkına akrabalık adına...." diye aman dilediler. Nebi (s.a.v) de onların bu isteğini kabul ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Allah (c.c);
"Size onlara karşı zafer verdirdikten sonra, Mekke vadisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O dur. Onlar, kâfirlik eden, sizi Mescidi-haram'dan kovan ve kurbanlarınızın kesilecek yere varmasına engel olanlardır. Eğer, kendilerini bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeden ezerek bir vebal altında kalmayacak olsaydınız. (Allah birbirinizin ellerine mani olmazdı) Allah dilediklerini rahmetine almak i-çin (böyle yaptı.) Ayrılmış olsalardı onlardan inkar edenlere acıklı bir azab ile cezalandırırdık. Hani o zaman küfredenler, kalblerine asabiyyeti hemde cahîliye taassubunu yerleştirmişler de, Allah da, Rasulüne ve mü'minlere sekînetini indirmiş ve onlara takva kelimesini gerekli kılmış idi. Zaten onlar bunu hak etmiş ve ona ehil olmuşlardı. Allah her şeyi bilendir." ayetlerini indirdi.(Fetih sûresi ayet 24-25 ve 26)
İşte bu ayetteki Kafirlerin "cahiliyye hamiyyeti" nin aslı şudur: "Mekke müşrikleri, Efendimizin Nebî olduğunu ikrar etmiyor, Bismillahirrahmânirrahîm'i tanımayıp onlarla ölüm arasına geriliyorlardı." Bu hadisi İmam Buharı "sahîh" inde Abdullah b. Muhammed el-Müsnidî,-Abdürrezzak-Ma'mer isnadıyla baştan sona olanca uzunluğu ile rivayet ediyor.18[18]
Kurra, Ebû'z-Zübeyr-Câbir (r.a) isnadıyla Nebî (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu anlatır:
"Şu tepeye, Mürâr tepesine kim çıkacak olursa İsrail oğullarından kaldırılan günah kendisinden kaldırılacaktır" Bunun üzerine tepeye ilk varan Hazrec oğullarının süvarileri oldu. Sonrada peşlerinden diğer insanlar oraya vardı. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine: "Kızıl devenin sahibi hariç hepiniz af edilmiş durumdasınız" buyurdu. Biz o adama, "haydi gel de Resûlullah seniniçin de istiğfar ediversin" dedik de bize: - Vallahi benim yitik deveyi bulmam sizin arkadaşınızın bana
18[18] Buhârî Kitâbü-ş-Şurût 54/15; Beyhakî Delâil 4/99/108.
istiğfar edivermesinden daha hayırlıdır, dedi. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.19[19]
Efendimizin Hudeybiye Kuyusunda Duası
Ubeydullah b. Mûsâ, İsrâîl-Ebû İshâk eş-Şirazî isnadiyla Berâe (r.a) dan bu konuda şöyle dediğini
nakleder:
-Siz Fetih olarak, Mekke fethini fetih sayıyorsunuz. Gerçekten de Mekke fethi gerçekleşmiş bir
fetihtir. Biz ise asıl fetih olarak Hudeybiye günü yaptığımız "Rıdvan biatim" fetih saymıştık. Biz o
zaman Nebi (s.a.v) ile birlikte olan bin dörtyüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyunun adı idi. Biz onun
suyunu çekip içinde bir damla bile su bırakmadık. Durum Nebi (s.a.v)pe ulaşınca kuyunun yanına
geldi ve o-nun ağzını çeviren duvarın üzerine oturdu. Sonra işinde bu kuyunun suyu bulunan bir
kap isteyip abdest aldı, mazmaza yapıp dûa etti ve
kalan suyu kuyunun içine döküp kuyudan biraz aralaştı. Sonra kuyu -öyle çoğaldı ki- bizi ve
hayvanlarımızı oradan suya kanarak ayırdı. Hadisi Buharı anlatmıştır.20[20]
Hudeybiye'dekilerin Sayısı
İkrime b. Ammâr, İyas b. Seleme'den babası Seleme b.xEkvâ (r.a)'ın şöyle dediğini nakleder:
-Biz bindörtyüz kişilik bir gurub olarak Resûlullah (s.a.v)'le beraber Hudeybiye'ye kadar geldik.
Orada sulanmakta olan elli koyun vardı. Resûlullah varıp kuyunun ağzına oturdu. Ya dûa etti veya
kuyuya tükrüğünden bırakmıştı ki, kuyu kaynamaya başladı. Kuyu bizi suladı biz de suya kandık.
Hadisi Müslim tahric ediyor.21[21]
Bekkâî22[22] anlatıyor: ibni Ishak derki; bana Zührî, Urve aracılığıyla Misver b. Mahreme ve Mervan
b. Hakem'in şöyle anlattığını haber verdiler:
"Resûlullah (s.a.v) Hudeybiye yılı -Ka'beyi ziyaret maksadıyla yola çıktı. Maksadı harbetmek değildi.
Beraberinde yetmiş tane deveyi de, hac kurbanı olarak beraberinde şevketti. İnsanlar yediyüz kişi
olup her deve on kişinin kurbanı olmuştu." İbni İshak derki:
Halbuki bana ulaşan bilgilere göre Cabir (r.a): "biz Hudeybiye ga-zileri bindörtyüz kişi" diye
19[19] Müslim Kitâbü Sıfâtı'l münâfıkıyn h.no 2880; Beyhakî Delâil 4/108.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/14-26
20[20] Buhârî Meğazî 64/35; Hadis no 4150; Beyhakî Delâil 4/110.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/26-27
21[21] Müslim Cihad ve Siyer h. no 1807; Beyhakî Delâil 4/111; İbni Sa'd Tabâkat 2/98.
22[22] Beyhakîde "Yunus b. Bûkayi anlatıyor" şeklindedir.
nakletmiştik.23[23]
Sonra İbni İshak, Zührî'den bu haberi baştan sona rivayet eder. Bu rivayette birçok garîb ifadeler
yer almaktadır ki, şu bunlardan biridir:
- Urve b. Mes'ûd, Peygamber (s.a.v) ile konuşmaya başladı. Muğîre (r.a)'de Efendimizin başucunda
zırhlara bürünmüş olarak dikiliyordu. Urve konuşurken elini Efendimizin sakalına uzattıkça Muğire
onun e-line vuruyor ve, "sana ulaşmadığı sürece, sen elini Resûlullah'ın sakalından çek" diyordu.
Urve de, "Yazık sana, ne kadar sert, ne kadar katısın" diyordu. Rasûlü-Ekrem gülümseyince,
Urve:"Yâ Muhammedi bu da kim?" diye sordu. O da, "bu, kardeşiyin oğlu Muğîre b. Şu'be'dir"
buyurdu. Bunu duyan Urve: "bre hilebaz, ben senin günahını daha dün yıkayıp temizleyebildim"
dedi.
İbni Hişâm bunu nakledip, burada konuya şu açıklığı getirir: "Urve, bu "bre hilebaz..." demesi ile
şunu kasdediyordu. Muğîra (r.a) Müslüman olmadan önce sakif kabilesinin Malik oğulları boyundan
on üç kişiyi öldürmüştü. Bu yüzden Ölünün boyu Malik oğulları ile Muğîra'nın boyu El-Ahlaf
arasında kavga büyümüştü. Urve b. Mes'ût ölülerin yerine on üç diyet ödemiş ve sulh yapılmış
idi.24[24]
İbnü Lehî'a anlatıyor: Bize Ebû'l Esved, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini anlattı:
- Mekke'li Kureyşî'ler yola çıkıp Beldah vadisine ve oradaki kuyu başlarına Peygamber (s.a.v)'den
önce geldiler ve konakladılar. Resûlullah (s.a.v) müşriklerin kendinden önce geldiğini görünce,
Hudeybiye'de konakladı. Çok sıcak bir mevsim olup orada sadece bir kuyu vardı. Çok oldukları için
topluluk susuzluktan korktular. Su çekmek için birkaç kişi kuyuya indiler. Resûlullah (s.a.v) içinde su
olan bir kova isteyip ondan abdest alıp, ağzına su alarak mazmaza yaparak bunu kovaya püskürdü
ve kovanın kuyuya boşaltılmasını emretti. Sonra ok kuburundan bir ok çıkarıp onu kuyuya attı ve
Allah'a dûa etti. Kuyu su ile dolmaya başladı, öyle yükseldi ki, kuyudan elleriyle bile su almaya
başladılar. Kuyunun ağzına çepeçevre oturmuşlardı.25[25]
İbni İshak Zührî'den naklediyor: Efendimiz Medine'den yola çıkıp Usfan denen yere geldiğinde Bişr
b, Süfyân rastgeldi ve "Ya Resûlallah! İşte Kureyş şu tarafta, gelişinden haberleri var, genç develerle
ve çocuklarla ve kaplan derisinden zırhlar giyinerek geliyorlar. Zî Tuvâ'da konakladılar ve seni oraya
sokmayacaklarına yemin ettiler. Halid b. Velîd'de süvarilerinin komutanı. Onları Kur'âı'l Ğamîm'e
kadar getirdi" dedi. Efendimiz de.
"Kureyş'e yazık oldu. Harb onları yedi bitirdi. Ne olurdu benimle diğer arablarm arasından
çekilselerdi. Eğer onlar beni yenerse bu diğer arablarm arzu ettiği birşey olurdu. Ama Allah bana
zafer verirse güruh güruh İslama girerler. Vallahi Allah yolunda şu baş şuradan ayrılana kadar yada
23[23] İbni Hişâm 4/25; Beyhakî Delâil 4/112; Beyhakî aynı rivayeti Yunus b. Bükeyr yoluyla İbni İshak'tan nakleder ve şu ilaveyi verir: "Rasûlüllah (s.a.v) "Ey insanlar
haydi konaklayın" buyurunca onlar, "Yâ Rasûlellah! Bu vadide bu kadar insanın konaklayabileceği bir su başı yok ki!" dediler. Nebi (s.a.v) de, okluğundan bir ok
çıkarıp bunu ashabından birine verdi ve ona, "şu kuyulardan birine git ve bu oku kuyunun boşluğundan dibine at" buyurdu. Adam gidip böyle yapınca su coşmaya
ve kaynamaya başladı. Öyle çoğaldı ki insanlar kuyunun etrafından dağılıp kenardaki deve çökeğine gittiler."
24[24] İbni Hişâm 4/27.
25[25] BeyhakîDeIâil4/112.
zafer elde edene kadar çarpışacağım." buyurdu. Sonra: "Bizi Kureyş'in geldiği yoldan başka bir yol
ile götürecek kim vardır" buyurdu.26[26]
İbni İshak arılatıyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr haber verdi ki, Eşlem kabilesinden adamın birisi
Efendimizin bu isteği üzerine, "Ya Resûlullah! Ben yol gösteririm" dedi.27[27] Onları oradan alıp dağ
kovukları arasında taşlık, kayalık bir cılga'dan28[28] götürdü. Bu yol ayrıldıkları yola göre çok kötü
olduğundan Müslümanlara çok meşakkatli geldi. Vadi'nin bittiği yerde yumşak arazili bir yere
geldiler. Resûluîlah (s.a.v) oraya varınca ashabına:
"Haydî "Allah'a istiğfar eder ve ona tevbe ederiz" deyin" buyurdu. Onlarda "Estağfırullahe'l azîme
ve netûbû ileyh" dediler. Efendimiz de; "İşte İsrail oğullarına teklif edilipte söylemedikleri
(Kur'an'daki) "Hıtta" bu idi" buyurdu.29[29]
Abdü'I Melik b. Hişam (ibni îshak'tan naklen)30[30] şöyle anlatır: Resûlullah (s.a.v);
"Mihsan (İbni Hişâm'da El-Hamş) sırtları arasındaki sizi Mekke'nin aşağı tarafında Hudeybiye
konaklama yeri olan Seniyyelü'l Mûrûr'a götürecek olan sağ yola sapın" buyurdu. Kureyşliler
Müslüman atlarının çıkardığı toz bulutunu görünce yollarını değiştirip Kureyş'in bulunduğu yere
geri döndüler.31[31]
Şu'be ve diğerleri Husayn aracılığıyla Salim b. Ebî'l Ca'd'ın şöyle dediğini naklederler: Ben Cabir
(r.a)'a, "Hudeybiye bîatında kaç kişiydiniz" diye sordum. O da: "Biz bin beşyüz kişiydik." deyip
oradaki susuzluklarını da şöyle anlattı: Resûlullah'a bir kab içinde su getirildi. Elini kabın içine
koydu. Su, sanki kaynakmışcasına parmakları arasından kaynamaya başladı. Biz sudan içtik,
kullandık, hepimize yetti. Yüzbin kişi olsak yine bize kafi gelecekti.
Buharî bu haberi başka bir yol ile Husayn'dan nakleder.32[32]
Ebû Avâne, El-Esved b. Kays-Nübeyh el-Anezî isnadıyla Câbir b. Abdullah (r.a)'m şöyle dediğini
rivayet eder:
- Resûlullah (s.a.v) ile Evs kabilesine bir gazaya çıkmıştık. O gün dörtyüz kişiydik. Namaz vakti
girdiğinde Resûlullah (s.a.v): "Toplulukta abdest alacak kabı olan yokmu?" buyurdu. Adamın biri
koşup i-çinde azıcık su bulunan bir kab getirdi. Toplulukta bundan başka hiç su yoktu. Resûlullah
(s.a.v) bu suyu bir bardağa boşalttı sonra bununla abdest aldı. Sonra bardağı bırakıp oradan geri
çekildi. Bu kere insanlar (Efendimizin el sürdüğü bir şeye el sürüp bereketlenmek için) kadehe
26[26] İbni Hişâm 4/25; Zehebî metninde bu paragrafın sade ve son tarafı kalıp diğer tarafı atlanmış, Ma'na anlaşılması için biz İbni Hişâm'dan verdik.
27[27] Metini Dr. Tedmurî yanlış okusa gerek. "Etâ nâ" değil "Ene Yâ Rasûlellah" dır.
28[28] Cılga, dağlardaki çoban, hayvan v.b.nin kullandığı yolumsu yerler. (Toros dili)
29[29] İbnü Hişam 4/25.
30[30] İbni Hişâm burası "İbnü Şihab-ı Zührî derki" şeklindedir.
31[31] İbnü Hişam 4/25.
32[32] Buhârî Meğazî 64/35 Hadis no 4152; İbnü Sa'd Tabakat 2/98; Müslim Kitabü'l Emâra 33/Hadis no 73; Beyhakî Delâil 4/9-115; Zehebînin "Şu'be ve diğerleri"
dediği diğeri Abdü'lazîz b. Müslim ve Muhammed b. Fudayl'dir.
saldırıp "elinizi sürün" diyorlardı. Ashabının bu sözlerini duyduğu zaman Resûlullah (s.a.v) "ağır
davranın!" buyurup sonra elini bu kadehteki suya daldırdı ve "Sübhanallah" deyip ashabına da:
"Abdesti güzelce alın" buyurdu. Cabir derki: "Gözlerime körlük vererek beni imtihan eden zata
yemin ederim ki, ben suyun pınarını Resûlullahın parmakları arasından kaynayan pınarı gördüm.
Ashabın hepsi abdest alana kadar elini çekmedi." Bu hadisi Müsedded, Ebû Avane'den naklediyor.
33[33]
İkrime b. Ammar el-Iclî, İyâs b. Seleme yoluyla babası Seleme (r.a)'dan şöyle nakleder:
- Resûlullah (s.a.v) ile beraber bir gazaya çıkmıştık. Yolda öyle bir kıtlığa yakalandık ki, bindiğimiz
develerden birini kesmek bile aklımızdan geçti. Resûlullah emir verdi de, biz azık kablarımızı
topladık ve Efendimizin önüne deriden bir sofra serdik. Yolcuların azıkları bu sofrada toplandı. Ben
bu toplananları sizin için tahminleyeyim diye boyumu uzattım. Onu tahminen ölçtüm. O, bir oğlağın
diz üstü çökmüş hali kadar bir yiyecek olmuştu. Biz ise bindörtyüz kişiydik. Buna rağmen hepimiz
yiyip doyduğumuz gibi kalanını da torbalarımıza doldurduk. Sonra Nebî (s.a.v); "Abdest alacak bir
kab var mı?" buyurunca adamın biri içinde bir kaç damla su bulunan bir matara getirdi. Efendimiz
bunu bir kupaya boşalttı. Hepimiz bu sudan hem de bol bol alarak abdest aldık. Biz bin
dörtyüz kişiydik. Bizden sonra sekiz kişi daha geldi ve "abdest alacak suyumuz varmı?" diye
sordular. Resûlullah (s.a.v) de, "Abdest tamam oldu" buyurdu. Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.34[34]
Musa b. Ukbe, İbni Şihab-ı Zührî aracılığıyla İbni Abbas (r.a)'dan şöyle dediğini nakleder: Resûlullah
(s.a.v), Hudeybiye'den geriye dönmek üzere hareket ettiğinde, Ashabından binleri gelip onunla konuştular
ve; "Ya Resûlallah! Kıtlıktan tükendik, insanların kiminde binek değil yük develeri var.
Ondan birini kessen olmaz mı?" dediler. Ömer (r.a)'de: "Ya Resûlallah öyle yapma! Çünkü
insanlarda binek devesinden fazla sayıda bulunması daha iyidir" dedi. Nebi (s.a.v) de:
"Haydi sofralarınızı ve habalarmızı yere yayın" buyurdu. Onlar da öyle yaptılar. Sonra Efendimiz
"kimin yanında fazladan azık ve yemek varsa getirsin sofraya sersin" buyurdu. Onlara dûâ etti,
sonra da: "haydi kaplarınızı getirin" buyurdu. Onlarda Allah'ın dilediği kadarını aldılar.
Bu hadisi Musa b. Ukbe'ye NâiT b. Cübeyr anlatmıştır.35[35]
Yahya b. Süleym et-Tâifî, Abdullah b. Osman b. Hüseym -Ebû't-Tufeyl isnadıyla Abdullah b. Abbas
(r.a)'dan şöyle nakleder:
- Resûlullah (s.a.v) Kureyşlilerle sulh yapmak üzere Merri-Zahrân denen yerde konakladığında
ashabı kendisine: "Ya Resûlallah! Şu yük develerimizden bir kısmını kesmeye müsaade etseniz de,
etini yiyip yağını kullansak, çorbasını pişirip içsek, yarın onların üzerine yürüdüğümüz zaman biz
tam rahatlamış olarak saldırırdık" dediler. Nebi (s.a.v) de:
"Hayır! Lakin bana azığınızdan artanları getirin" buyurdu. Bir sofra serip azıkların fazlasını üstüne
33[33] Daramı Sünen 1/27; Beyhakî Delâil 4/119; İbni Huzeyme, Sahih c.1/107 nolu hadis.
34[34] Müslim Kitabü'l-Lukâta h. no 1/729; Beyhakî Delâil 4/118.
35[35] BeyhakîDelâil4/119.
boşalttılar. Resûlullah onlara bereket duası yaptı. Onlar tokluktan mideleri şişene kadar yiyip, sonra
da bunun artanlarını dürüp azık kablarına koydular.36[36]
İmam Mâlik, İshak b. Abdillah b. Ebî Talha aracılığıyla Enes (r.a)'ın şöyle dediğini anlatıyor: Bir ikindi
namazı girdiği vakit ashabın abdest için su arayıp bulamadıkları bir sıra Resûlullah (s.a.v)'i gördüm.
Kendisine bir abdest kabı getirildi. Resûlullah (s.a.v) elini bu kaba koyarak insanlara bundan abdest
almasını emretti. Ben, parmaklarının arasından suyun pınar gibi kaynadığını gördüm. İnsanlar en
sonuncusuda bitirene kadar ondan abdestlendiler. Bu hadisi Buharî ve Müslim Rivayet etmiştir.37[37]
Hammad b. Zeyd, Sabit el-Bünanî aracılığıyla Enes (r.a)'dan naklediyor:
- Nebi (s.a.v) bir su istemişti. Kendisine geniş çeperli bir bardak getirildi. İnsanlar ondan abdest
almaya başladılar. Bende ondan abdest alanların sayısını yetmiş ilâ seksen kişi olarak tahmin ettim.
Suya bakıyordum hala O'nun parmakları arasında kaynamaktaydı.
Bu da Müttefekun'aleyh bir hadistir.38[38]
Abdullah b. Bekr es-Sehmî, Humeyd et-Tavîl aracılığıyla Enes (r.a)'ın:
- Namaz vakti girmiş ve evi yakın olanlar abdestlenmek için ailelerine gitmişler, mescitte de bir
kısım insanlar kalmıştı. Peygamberimize taştan oyma leğen gibi içinde su bulunan bir tekne
getirdiler. Teknenin ağzı Efendimizin içinde elini açıp yıkamasına bile dar geliyordu. Buna rağmen
hepside abdestlenebildiler. Biz Enes'e "Onlar kaç kişiydi?" diye sorunca, Enes (r.a); "Seksenden
fazlası vardı" dedi.
Hadisi Buharî nakledip, "Onların o sıra Küba'da olduğunu da behrtmıştir.39[39]
İbnü Ebî Arûbe, Katâde aracılığıyla Enes (r.a)'den şöyle naklediyor:
- Nebi (s.a.v), ashabıyla birlikte (Mescide yakın) zevrâ mevkiinde abdest alıyordu. Elini suya koydu,
su parmaklan arasından kaynamaya başladı. Hatta hepsi abdest alana kadar kaynama devam etti.
Katâde derki; biz Enes'e:
- "Siz kaç kişiydiniz?" diye sorduk da, üç yüz kişi civarındaydı" diye cevap verdi. Bu hadisi böylece
Müslim rivayet ettiği gibi Buharî'de bu anlamda nakîetmiştir.40[40] Hadiste geçen "Zevrâ" Mescit ile
çarşı arasında kalır.41[41]
Ebû Ubeyd'ür-Rahman el-Mukrî anlatıyor: Bize Abdürrahman b. Ziyâd-Ziyad b. Nuaym el-
Hadramî'den nakletti ki, O, Efendimiz (s.a.v)'in arkadaşı olan Ziyâd b. el-Haris Es-Sadâî'yi şöyle
36[36] Beyhakî Delâil 4/120; Müslim Sahih Kitabü'l Lukata 3/5, hadis no 19.
37[37] Buhârî Menâkıb 61/25. hadis no 3573; Müslim Fazail hadis no 2279, Beyhakî Delâil 4/123, 124.
38[38] Buhârî Vudû14/46. hadis no 200; Müslim Fazail 2279; Beyhakî Delâil 4/122.
39[39] Buhârî Vudû14/45. h.no 195; Menâkıb 61/25; Beyhakî Delâil 4/123.
40[40] Müslim 2279. Buhârî Menâkıb 61/25. h. no 3572; Beyhakî Delâil 4/124,125.
41[41] Bu gün Zevrâ artık genişleyen Mescid'in içinde kaldı.
konuşurken işitmiş: "Resûlullaha (s.a.v) gelip, İslâm üzre O'na biat ettim. Bu ara duydum ki, Efendimiz benim kavmime asker yollamış. "Yâ Rasülellah! Orduyu geri çevir, onların İslâmlığına ve sana itaatına kefilim" dedim. Resûlullah da birini yolladı. Bende bu adamla kavmime bir mektup yazıp gelmelerini bildirdim. Kavmim elçi gönderip Müslüman olduklarını ilan ettiler. Resûlullah bana;
"Ey Sudâ'lıların kardeşi, sen milletinin arasında sözüne itaat olunan birisisin" buyurdu. Ben de "Allah(cc) onlara hidayet etti" dedim. "Onlara emir olmak istemlisin?" buyurunca "evet" dedim ve buna dair bir vesika yazıverdi. Sadaka hususunuda söyledim onun içinde yazılı bir belge verdi. Bu onun bir seferinde olmuştu.
Bir yerde konaklamış yanına oranın halkı gelip, valilerini "bizi tâ cahiliye. döneminde bizimle kendi arasındaki bir olay sebebiyle cezalandırdı" diye şikayet ettiler. Nebî (s.a.v) "Böylemi yaptı" deyince "e-vet" dediler. Nebi (s.a.v) ashabına dönerek;
"Mü'min kişiye emirlikte hayır yoktur" buyurdu.
Sonra bir başkası geldi ve: "Bana biraz mal ver" dedi. Efendimiz (s.a.v) ona:
"Bir kişi ihtiyacı olmadığı, zengin olduğu halde insanlardan bir şey isterse, bu, başta bir ağrı, midede bir dert demektir.1' buyurdu. Adam da, "bana sadaka malından ver" deyince Efendimiz (s.a.v): "Al-lah sadaka malı hususunda hiçbir Peygamberin, hiçbir kimsenin hükmünü kabul etmemiş bu konuda sadece kendi hüküm verip, onu sekiz sınıf arasında taksim etmiştir. Eğer sen bu sınıflardan biriysen senin hakkını vereyim." buyurunca, içime bir sıkıntı girdi. Zira ben de sadakadan istemiş idim. Oysa ben zengin idim.
Sonra Efendimiz gecenin başında yola çıktı. Bende ona yoldaş oldum. Güçlüydüm. Ashab yolda yavaşlayıp geri kaldılar. Yanında benden başka kimse kalmadı. Sabah namazı girince emretti ve ezan okudum. "Kamet edeyim mi?" diye sormaya başladım, O da şarka fecre bakıyor ve "hayır şafak ağarmadan olmaz" buyurdu. Fecir doğunca gidip tuvalet ihtiyacını giderdi. Bu arada Ashabı da gelmişlerdi. Bana, "Ey Sudâ'lıların kardeşi suyun var mı?" buyurunca, "hayır ama yetmiyecek mikdarda az birşey var" dedim. "Onu bir kaba koy gel" buyurdu. Suyu getirdim. Elini suya daldırdı, ben suyun parmakları arasında kaynadığını gördüm.
Resûlullah (s.a.v) bana:
"Eğer Rabbimden utanmasaydım kesinlikle su verecek ve birde su istemeye devam edecektik. Haydi ashabın arasında "suya ihtiyacı olan varmı?" diye seslen" buyurdu. Ben ilan edince isteyen gelip su aldı. Sonra Efendimiz namaza kalktı. Bilal kamet getirmek isteyince: Suda'lı kardeş ezanı okumuştu. Ezanı kim okursa kameti de o getirecektir" buyurdu. Ben kamet getirdim. Namaz bitince aldığım iki mektubu geri verdim. Bana, "ne oldu?" deyince, "Emirlik ve isteme konusundaki durumu" anlattım. Efendimiz de "bu böyledir. Dilersen emir ol, dilersen olma" buyurdu. Bende olmadım.
Bana "Onlara vali olacak birini tavsiye et" buyurunca birini salık verdim. Onu bize emir yaptı. Sonra biz; "Ya Resûlallah! Bizim, kışın suyu çoğalıp bize yeten, yazın ise azalan bir kuyumuz var. Biz yazın
çevre kuyulara giderdik. Şimdi Müslüman olduk ve etrafımız düşman dolu. Bizim kuyunun bereketlenmesi için Allah'a dûa etsen de, suyu bize yetse, bizde etrafında toplanıp dağılmasak" dedik. Efendimiz yedi aded çakıl isteyip, avucuyla ovaladı onlara dûa okuyup üfledi sonra da:
"bu çakılları alıp götürünüz. Kuyuya varınca onları teker teker içine atıp "bismillah" deyin" buyurdu.42[42]
Lakin buradaki ravî Abdürrahman b. Ziyâd b. En'am el-Efrıkî zayıftır.43[43]
Bu hadisler Efendimizin eliyle suyun birkaç kere bereketlendiğini göstermektedir.
İsrâîl de, Mansûr -İbrahim Nehâî- Alkame isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet ediyor:
- Siz ibret ayetlerini azab sayıyorsunuz. Biz ise onu Resûlullah zamanında bereket sayıyorduk. Peygamber (s.a.v) ile birlikte yemek yiyorduk ve biz yemeklerin teşbih edişini duyuyorduk. Nebî (s.a.v)'e bir kap getirildi. Su parmaklan arasında coşmaya başladı. Nebî (s.a.v):
"Haydin şu mübarek suya buyurun. Bereket semadandır" buyurdu. Hepimiz ondan abdest aldık.
Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.44[44]
Ebû Küdeyne, Atâ b. Es-Sâib- Ebû'd-Duhâ isnadıyla Abdullah b. Abbâs (r.a)'ın şöyle anlattığını rivayet ediyor:
- Nebî (s.a.v)'e bir su kabı getirildi. Efendimiz elini su kabının ağzına koyup parmaklarını açtı. Suyun parmakları arasından suyun kaynadığını gördüm. Bilal'e insanlar arasında "haydin mübarek abdest suyuna!" diye dellal etmesini emretti. Bu hadisin isnadı iyidir.45[45]
Hz. Osman'ın Mekke'ye Gönderilişi
İbnû Lehîa, Ebû'l Esved aracılığıyla Urve b. Zübeyr'den Peygamber (s.a.v)'in Hudeybiye de konaklaması hususunda şunları dediğini nakleder:
- Kureyş, Peygamber (s.a.v)'in onların üzerine gelmesinden müthiş bir paniğe kapılıp şaşmışlardı. Nebî (s.a.v) de onlara kendi ashabından birini yollamak istedi ve onlara gitmesi için Ömer'i huzuruna çağırttı. Ömer de:"Ya Resûlallah! Ben onlara güvenemiyorum. Zîra bana işkence yapılırsa, benim için Mekke'de Ka'boğullarından müdafa edecek kimse yok. Osmanı yollasan. Zîra onun
42[42] Tirmizî Salât 199; Ebû Dâvûd Salat h. no 514; İbnü Mâce Ezan hadis no 717. Müsned 4/199; Beyhakî Sünen 1/381, 399; Delâil 4/125, 127.
43[43] EI-Efrıkî Salih biri olmasına rağmen çok rivayetlerinde münker şeyler olduğu müttefekun aleyhdir.
44[44] Buharı Menâkib 61/25 hadis no 3579; Beyhakî Delâil 4/129, Tercemede Buhârî metni esas alınmıştır.
45[45] İmam Ahmed Müsned 1/251; Beyhakî Delâil 4/128; îbni Kesîr merhum Tarihinin bu bölümünde 6/17 İmam Ahmed bu rivayetinde tek kalmıştır" demektedir. Lakin hadis görüldüğü gibi Beyhakî'de de Ahmed b. Hanbel zincirde yer almaz. Üstelik Taberânî'de bu haberi Şa'bi yolu ile İbni Abbas'tan nakleder:
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/27-37
akrabaları hep Mekke'dedir, hemde istediğin şeyi onlara en iyi o ulaştırır" dedi. Efendimiz uygun görüp Osman'ı çağırdı ve onu Kureyşe yolladı ve Osmana da:
"Onlara, bizim kendilerine savaş açmak için gelmediğimizi, sadece Ömre yapmaya geldiğimizi bildir ve onları İslâm dinine da'vet et" buyurup, yine Osman'a;
"Mekke'ye varınca orada Müslüman olan kadın ve erkeklerin yanına gidip onlara fetih müjdesi verip, Allah'ın dinini Mekke'de yakında açığa çıkarıp imanın orada gizlenmesine gerek kalmayacağını haber vermesini" tenbih etti. Hz. Osman yola çıkıp Beldah'a varınca Kureyşlilere rastladı. Osman'a "nereye?" dediler. O da, "Sizi Allah'a ve İslâm'a davet etmem, için beni size Resûlullah (s.a.v) yolladı. Ve size "bizim harb için değil ömre için geldiğimizi haber vermemi söyledi" diyerek Efendimizin emrettiği şekilde onları Allah'a da'vet etti. Kureyşliler Hz. Osman'a;
- Ne dediğini duyduk. İhtiyacın neyse gör, dediler. Ebân b. Saîd b. Âs ona ayağa kalktı, onu selamlayıp yer gösterdi, atını eğerleyerek, Osman'ı ona bindirip onu kendi koruması altına aldığını ilan etti. Ebân, Osman'ın terekesine binerek Mekke'ye kadar geldiler.
Ondan sonra Kureyşliler Bûdeyl b. Verkâ el-Huzâî'yi Efendimizle görüşmeye gönderdiler. Sonra Urve b. Mes'ûd es-Sekafî geldi.
Urve burada Efendimizle Urve arasındaki konuşmayı, ondan sonra Urve'nin gidip "bunlar ömreye gelmiş" dediğini, onların Süheyl b. Amr, Huveytıb ve Mikraz'ı sulh görüşmesine yolladıklarını iki tarafında artık birbirlerine güvenmeye başlayıp sulhun yaklaştığını baştan sona anlatıp sözüne şöyle devam eder:
- İşte onlar bu görüşmeleri yaparken Müslümanlardan bir gurup müşriklerin içinde bulundukları esnada iki gurubdan birine mensub bir adam diğer taraftaki bir adama ok attı. Birden bire iş savaşa donuverdi ve birbirlerine ok ve taş yağdırdılar. İki gurup birbirine bağırıp içlerinde bulunan karşı tarafın adamlarını rehin alıverdiler. Müslümanlar Süheyl b. Amr ve diğerlerini; müşriklerde Osman ve diğerlerini rehin aldılar.
Resûlullah (s.a.v) adamlarını Bîat etmeye çağırdı. Efendimizin dellâh;
"Dikkât dikkât! Cebrail Peygamberimize gelip biat etmemizi emretmiştir. Allah'ın adıyla çıkıp bîat edin" diye bağırdı. Müslümanlar fırlayarak o esnada oradaki ağacın altında bulunan Resûlullah'ın yanına gelip "asla harptan kaçmamak üzere" biat ettiler.
Allah (cc) Kureyş'e korku saldı. Rehin aldıklarım gönderip sulh istediler. Urve burada sulhun şeklini ve ihramdan çıkışlarını anlatarak şöyle devam eder:
- Hudeybiye'deyken Müslümanlar, Osman (r.a) yanlarına gelmeden önce, "Osman aramızdan kurtulup Beytullah'a varıp ömre tavafını yaptı" dediler. Efendimiz onlara;
"biz burada mahsur bir haldeyken onun Beytullah'ı tavaf edeceğini sanmam" buyurdu. Ashab, "o kurtulmuş iken tavaf etmesine mani nedir? Ey Allah'ın Rasûlü?" deyince Efendimiz (s.a.v):
"Bu benim onun hakkındaki kanaatim. O bizimle birlikte tavaf e-dene kadar yalnızca tavaf etmeyecektir" buyurdu.
Daha sonra Osman (r.a) onların yanma döndü. Müslümanlar, "Yâ Ebâ Abdillah! Beytullahı tavaf yapmakla muradına erdinmi?" dediklerinde O, "Hakkımda ne kötü tahminde bulundunuz. Nefsim elinde o-Ian Allah'a yemin ederimki, Allah Rasûlü burada Hudeybiye'de bulunurken ben Mekke'de bir yıl eğleşsem bile Resûlullah onu tavaf etmedikçe tavaf etmezdim. Kureyş beni Beytullahı tavafa davet etti ama ben reddettim" diye cevab verdi.46[46]
Bekkâî İbni İshak'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr'in anlattığına göre; "Osman (r.a)'m öldürüldüğü haberi kendisine ulaştığı zaman Resûlullah(s.a.v.);
"Şu herifleri tepelemeden buradan ayrılmayacağız" buyurarak ashabı bîat'a çağırdı. Bu Rıdvan bîatı, oradaki ağacın altında gerçekleşti. İnsanlar; "Resûlullah onlardan ölüm üzere bîat aldı" derken Câbir (r.a) ise, "O bizden ölüm üzere biat almadı, lakin biz harpten kaçmayacağımız sözüyle biat ettik" demektedir.47[47]
Yunus b. Bükeyr İbni İshak'tan naklediyor: Bana Osman (r.a)'ın sülalesinden biri haber verdi ki; Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir elini öbürüne vurdu ve:
Eğer sağ ise şu benim, şu da Osman'ın için" buyurdu. Sonra bu ö-lüm haberinin asılsız olduğu anlaşıldı, Osman da geri geldi. Benü seleme'nin kardeşi Ced b. Kays dışında Nebi (s.a.v)'e biat etmekten geri kalan kimse olmadı.
Câbir derki: Sanki hala ben, onun Efendimizin devesinin koltuğuna yapışmışcasına insanlardan saklanmaya çalıştığını görür gibiyim.48[48]
Hasan b. Bişr el-Becelî anlatıyor: Bana Hakem b. Abdülmelik, (ki Nesâî'nin dediği gibi49[49] kavi bir ravi olmayıp zayıftır) Katâde yoluyla Enes (r.a)rın şöyle dediğini anlattı:
- Efendimiz ashabına Rıdvan bîatmı emrettiğinde Osman (r.a), Efendimiz (s.a.v) tarafından Mekke'ye gönderilmiş bulunuyordu. İnsanlar biatini ikmal edince Nebi (s.a.v):
Osman şüphesiz Allah ve Rasûlünün ihtiyacını görmek için yoktur." buyurup sonra bir elini diğeri üzerine koyup biat almış oldu. Tabi böylece Resûlullah (s.a.v)'in Osman adına koyduğu el, insanların kendi yerine koydukları kendi ellerinden daha hayırlı idi.
Süfyan b. Uyeyne derki: Bize Ebû'z-Zübeyr, Câbir (r.a)'ı şöyle derken duyduğunu anlattı: "Resûlullah (s.a.v) insanları bîata daVet ettiği zaman, bizden El-Ced b. Kays denen adamı devesinin ön ayaklan arasına gizlenmiş olarak bulduk.
46[46] Urve Meğazî sayfa 192, 193; İbni Hişâm Sire 4/27,28. Beyhakî Delâil 4/133, 134.
47[47] İbnü Hişâm Sîre 4/28; Beyhakî Delâil 4/135.
48[48] İbni Hişâm 4/28; Nihayetü'l Irab 17/227; Beyhakî Delâilin-Nübüvveh 4/135; İbn Sa'd 2/100.
49[49] Nesâî Ez-Zuafâ ve'1-Metrûkîn sayfa 388. Ukaylî Zuafa 1/257; Zehebhi Mizan tercemeno: 2187.
Hadisi Müslim, İbnü Cüreyc aracılığıyla Ebû'z-Zübeyr'den nakleder. Yine aynı isnad ile Cabir (r.a) derki:
- Biz Hudeybiye'de Peygamberimize ölüm üzerine değil, ama harp meydanından firar etmeyeceğimize dair verdiğimiz sözle biat ettik.
Müslim bu hadisi Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe aracılığıyla Süfyan b. Uyeyne'den naklederken, aynı yerde yine bunu El-Leys yolu ile Ebûz-Zübeyr'den nakleder. Bu rivayette Cabir (r.a), "Efendimize bîat ettik.
Ömer (r.a) Onun elini ağacın altında yani Semura ağacımn altında tutuyordu" demektedir.50[50]
Halid el-Hazzâ1, Hakem b. Abdülah el-A'rac aracılığıyla Ma'kıl b. Yesâr (r.a)'ın şöyle dediğini nakleder: "Ben o ağacın altındaki bîat gününü hala gözümün önüne getirebiliyorum. Peygamber (s.a.v) insanların biatini alıyordu bende değmesin diye Efendimizin başının üstündeki ağacın bir dalını kaldırıyordum. O gün bindörtyüz kişiydik. Ölümüne biat etmedik ama firar etmemeye biat ettik." Hadisi Müslim naklediyor.51[51]
Süfyan b. Uyeyne, îbnü Ebî Halid aracılığıyla-Şa'bî'nin: "Nebî (s.a.v) insanları Bîat'a çağırdığında yanına ilk varan Ebû Sinan el-Esedî olmuştu. Ebû Sinan, "uzat elini de sana bîat edeyim" deyince Nebi (s.a.v) "Bana ne üzere bîat edeceksin?" buyurdu. O da, "senin içinden geçen şeye göre" dedi" diyerek anlattığını bildirir.52[52]
Mekkî b. İbrahim ile Ebû Asım (metin bununkidir), Zeyd b. Ebû Ubeyd aracılığıyla Seleme b. Ekva1 (r.a)'dan şöyle naklederler:
- Hudeybiye günü Rasûl-ü Ekrem'e bîat ettim. Sonra ağacın gölgesine dönüp oturdum. Biati yapanlar artık azalıncaNebi (s.a.v): "Yâ Seleme bîat etmeyecekmisin?" buyurdu. Ben, "Ben biatimi yaptım Ya Resûlallah" dedim. "Haydi gelde bir daha biat et" buyurdu. Gidip ikinci kez bîat ettim. Zeyd der ki, Seleme'ye, "Siz o gün ne üzerine bîat e-diyordunuz?" diye sordum da bana, "ölüm üzerine" diye cevap verdi.
Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyorlar.53[53]
İkrime b. Ammâr, İyas b. Seleme aracılığıyla babası Seleme b. Ekva'dan Hudeybiye'ye gelişlerini ve yukarda geçenleri aynen naklettikten sonra sözüne şöyle devam ettiğini bildirir:
- Sonra Resûlullah (s.a.v) bizi ağacın altında bîat etmeye çağırdı. Ona ilk biat eden insan ben oldum. Sonra peş peşe biata başladılar. İnsanlar yarı olmuştu ki, Nebi (s.a.v) bana, "Yâ Ebû Seleme! bana biat et" buyurdu. "Ya Resûlallah! Ben sana bîat ettim" dedim. Efendimiz, "aynen bir daha yap" buyurdu.
50[50] Müslim Kitâbü'l Emâra 1856 (68, 69); Beyhakî Delaik 4/135, 136.
51[51] Müslim İmara 1858; Nesâî Bey'at 7/140; Beyhakî Delâil 4/137.
52[52] Beyhakî Delâil 4/137; Şa'bî sahabe olmadığı için haber Mürseldir.
53[53] Buhârî Ahkam 93/44; Müslim İmara h. no 1860; Nesâî Bey'at 7/141; Beyhakî Delâil 4/138.
Resûlullah (s.a.v) beni silahsız olarak görmüş olduğundan bana "Hacefe veya Deraka" denen kalkan yerine geçen bir şey verdi. Sonra biat almaya devam etti. En son adama gelince "Yâ Ebû Seleme biat etmeyecekmisin?" dedi. Ben de: "Yâ Resülellah! ben insanların hem başında hemde ortasında iki defa bîat ettim." deyince, "aynen bir daha et" buyurdu. Bende ona üçüncü defa bîat ettim. Efendimiz bana: "Yâ Seleme! Sana az önce vermiş olduğum o kalkan nerede?" diye sordu. Ben de, "Bana Amir silahsız olarak rast gelince bunu ona verdim" dedim. Efendimiz bu sözüme güldü sonra da,
"Sen tıpkı eskiden yaşayan şu adamın: Allah'ım! bana bir dost ver ki, O bana benden daha sevgili olsun" sözündeki gibi bir adamsın." buyurdu. Sonra Mekke müşrikleri sulh için bize adam yolladılar. Bizde sulh yaptık ve birbirimize gidip gelmeye başladık. Ben o zaman Talha b. Ubeydillah'ın çırağı olup onun atını sular, tımar edip kaşağılar ve yemeğinden yerdim. Ailemi ve mallarımı bırakarak Allah ve Rasûlü için hicret etmiştim.
Sulh yapılıpta Mekke'lilerle birbirimize karışınca, ağacın altına gelip yerdeki dikenleri temizledim ve gölgesine yaslandım. Yanıma dört tane Mekkeli geldi ve Resûlullah hakkında kötü sözler sarfettiler. Canımı sıktılar, bende öteki ağacın altına taşındım. Onlar da silahlarını ağaca asıp yaslandılar. Onlar daha yatıyorken vadinin aşağı tarafından adamın birisi, "yetişin ey Muhacirler İbnü Züneym öldürüldü!" diye bağırdı. Hemen kılıcımı sıyırdım ve hala uyumakta olan dört kişiye doğru koştum ve silahlarını aldım ve adamları birbirine bağlayarak kontrolüm altına aldım. Sonra onlara: "Muhammed (s.a.v)'in yüzünü mükerrem kılan Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz başını kaldıra-cak olsa gözlerinin bulunduğu yeri (kafasını) koparırım" dedim.
Sonrada onları önüme katarak Resûlullah (s.a.v)'in huzuruna getirdim. Amcam Âmir (r.a)'da o sırada Able binti Ubeyd oğullarından bir adamı yakalamış ve zırha bürünmüş bir halde önüne katarak getirmişti. Bu adama Mikraz deniliyordu. Biz bunları getirip Resûlullah'ın yanında durduğumuzda yetmiş müşrik esir alınmıştı. Resûlullah (s.a.v) onlara bakıp Bunları salıverin ki fücurun ilkide ikinciside onlara ait olsun" buyurdu ve onları af etti. İşte bunun üzerine de (Fetih süresindeki:);
"Mekke vadisinde onlara karşı size zafer verdikten sonra, onların ellerini sizden çeken, sizin ellerinizi de onlardan çeken O dur" (ayet 24) ayeti inzal olundu.
Haberi Müslim rivayet ediyor.54[54]
Hammâd b. Seleme Sabit el-Bünanî aracılığıyla Enes (r.a) dan naklediyor:
- Hudeybiye zamanında Mekke ricalinden bir bölük adam Efendimize karşı çarpışabilmek için Ten'im dağı tarafından Efendimizin yanına kadar gelmişlerdi. Maksatları Efendimizi gafil avlamaktı. Resûlullah (s.a.v) onları kıskıvrak yakaladı, sonrada af etti. Bunun üzerine Allah (c.c):
"Onların ellerini sizden çeken, sizin ellerinizi de onlardan çeken (ve harbettirmeden sulh ettiren) O
54[54] Müslim Kitâbü'l Cihâd ves-Siyer h. no: 1807; Beyhakî Delâil 4/140, 141.
dur" ayeti inzal olundu. Hadisi yine Müslim rivayet etmiştir.55[55]
Velîd b. Müslim anlatıyor: Bize Ömer b. Muhammed el-Ömerî, Nafı aracılığıyla Abdullah b. Ömer
(r.a)'ın şöyle dediğini anlattı:
- Hudeybiye günü Resûlullah (s.a.v) ile beraber olanlar oradaki a-ğaçların gölgesine dağılmışlardı.
Bir de baktık ki, insanlar Peygamber (s.a.v)'in etrafını çeviriyorlar. Babam Ömer bana, "Yâ Abdullah!
Şu insanların vaziyeti ne?, bir bak gel" dedi. (Kendini kasdederek) Abdullah oraya varınca insanları
Bîat ederken buldu. Hemen kendi de bî-at edip sonra Ömer'in yanma gelip durumu haber verdi.
Ömer'de çıkıp biatini yaptı.
Bu haberi Buhari'de, Hişâm b. Ammâr aracılığı ile Velîd b. Müslim'den nakleder. Derim ki: Aynı
haberi Dühaym'da Velid'den naklet-miştir.56[56]
Bu bey'ata "Rıdvan" adının verilmesi fetih sûresi 12'nci ayeti olan
"Sana o ağacın altında bîat ettikleri vakit Allah mü'minlerden razı olmuştur, Kalblerinde ki -geçen
şeyleri- bildiğinden onlara bir sekînet indirmiş ve yakın bir fethi onlara mükafat olarak vermiştir"
ayetinde geçen "Razı olmuştur" kelimesinden almıştır.
Ebû Avâne, Tarık b. Abdirrahman aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb 'den naklediyor:
-O ağacın altında Resûlullah (s.a.v)'e bîat edenler arasında babam da vardı. Bana: "Ertesi yıl hacca
giderken Hudeybiye'ye uğradık ama ağacın yeri bize gizlenmişti (biz onun yerini unutup aradıksada
bulma imkanımız olmadı)" diye haber verdi. Saîd b. Müseyyeb ağacın yerini bildiğini iddia edenlere,
"Eğer o ağacın yeri size belli olmuş ise demek siz Peygamberin arkadaşlarından daha iyi
biliyorsunuz!" diye serzenişte bulundu. Hadisi Buharı ve Müslim rivayet ediyor.57[57]
İbni Cürayc anlatıyor: Bana Ebû'z-Zübeyr el-Mekkî, Câbir (r.a)'tan şöyle duyduğunu anlattı: Ümmü-
Mübeşşir, Hafsa (r.a)'nın yanında i-ken Resû- lullah (s.a.v)'i şöyle Herken işittiğini haber verdi:
"İnşâallah, O ağaç altında bîat edenlerden hiçbiri Cehenneme girmeyecektir." Bunun üzerine Hz.
Hafsa: "Tabi cehenneme girecekler, Ya Resûlallah!" dedi. Peygamber (s.a.v)'de onu azarladı. Hafsa
(r.a)'da cevaben (Meryem sûresi ayet 7)
"Sizden O cehenneme uğramayan olmayacak" ayetini okudu. Peygamber (s.a.v) de:
"Sonra -Rabblerine muhalefet etmekten- sakınanları kurtarırız, zalimleri de orada diz üstü çökük
olarak bırakırız" ayetim okudu. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.58[58]
55[55] Müslim Kitâbü'l Cihâd ves-Siyer h. no: 1808. Beyhakî Delâil 4/141; Taberî Tefsir Cüz 26/Sayfa 94; Müslim ve Taberî müşriklerin seksen kişi olduğunu belirtir.
56[56] Buhârî Meğazî 64/35; Zehebî'nin metninde Amr b. Muhammed diye yazılmış ama doğrusu Ömer'dir. Buhârî bundan önce Na'fı'den şu bilgileri verir: "Bazıları
Abdullah b. Ömer'i babası Ömer (r.a) olan Önce müslüman oldu sanırlarki öyle değildir. Ancak Ömer Hudeybiye günü oğlu Abdullahı, Ensar'dan birinde olan atını
getirmeye gönderdi. Rasûlüllah o esnada bîat almaya başlamıştı ve Ömer'in bundan haberi yoktu. Abdullah'da efendimize bîat edip sonra atı Ömere getirdi.
Ömer o anda zırhını giyiyordu. Durumu anlatınca zırhrbırakıp bîat etmeye gitti. İşte gerçeği bilmeyenler oğlu Abdullah'ı Ömer'den önce bîat ettiği için iman etti
sanıyorlar."
57[57] Buhârî Meğazî/Hudeybiye gazvesi 64/35; Müslim Emâra h. no: 1839; İbni Sa'd Tabâkat 2/99; Beyhakî Delâil 4/143.
58[58] Müslim Fazâilü's-Sahâbe h. no 2496; Beyhakî Delâil 4/143; Ebû Dâvûd 4653; Tirmizî 3860; Müsned 3/350; İbnü'l Mübarek 498; İbni Sa'd 2/100, 101.
(Zehebî-kendi rivayeti olarak derki:) Ben Abdü'l Hafız b.Bedrân'a kıraat yolu ile okudum, size "Musa b. Abdi'l Kadir ile Hüseyn b. Ebî Bekr ikilisi Abdü'l evvel b. Isâ -Muhammed b. Mes'ûd- Abdürrahman b. Ebî Şüreyh-Ebu'l-Kasım el-Beğavî isnadıyla hicrî iki yüz yirrni yedi senesinde imlâ yoluyla Leys b. Sa'd'dan o da Ebû'z-Zübeyr el-Mekkî'ni Câbir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediğini haber verdi" Resûlullah(sav)
"Hudeybiyedeki o ağaç altında bîat edenlerden hiç birisi cehennem ateşine girmeyecektir" buyurmuştur. Bu hadisi Nesâî rivayet etmiştir. Kuteybe b. Saîd, Leys-Ebû'z Zübeyr isnadıyla Câbir (r.a)'tan naklediyor: Hâtıb b. Ebî Beltâ'nın kölesi Hâtıb'ı şikayet etmek için Peygamber (s.a.v)'e geldi ve: "Ya Resûlallah! Hâtıb kesinlikle cehenneme girecek" dedi: Peygamber (s.a.v) de onu:
"Yalan söylüyorsun, Hatib Cehennem'e girmeyecektir. Çünkü O Bedir harbinde ve Hudeybiye bîatında bulunmuştur." buyurdu.59[59]
Hudeybiye Sulhunun Yapılışı
Yûnus b. Bükeyr, İbn İshâk'tan naklediyor: Bana Zührî, Urve yolu ile, Misver b. Mahrame ve Mervan b. Hakem'in Hudeybiye olayı hakkında şöyle dediklerim haber verdi:
- Kureyşliler, Süheyl b. Amr'ı çağırıp, "şu adam'a git de onunla sulh yap ama sakın bu sulh anlaşmasında; "Muhammed'in bu yıl Mekke'ye gireceği maddesi" olmasın, bu yıl dönüp gitsin de, arablar:"O bize harble zorla girdi" demesinler" diye tenbih ettiler. Süheyl'de çıkıp Hudeybiyeye geldi. Resûlullah O'nun geldiğini görünce;
"Kureyş bu adamı yolladığına göre demek sulh istiyorlar" dedi. Süheyl, Efendimizin yanına gelince bu mevzuyu aralarında görüştüler. Sonunda şu şartlarla sulh yapıldı:
1- On yıl birbirleriyle savaşmayacaklar.
2- İnsanlar birbirine karşılıklı güven verecekler.
3- Bu yıl hac edilmeden Hudeybiyeden geri dönülecek.
4- Gelecek yıl müşrikler aradan çekilip Mekke'ye Ömre müsadesi verecekler ve orada üç gün eğleşecekler.
5- Oraya giderken Müslümanlar yanlarında sadece yolcu silahı olan kılıç taşıyabilecek oda kınında olmak şartıyla Harem'e girebilecekler.
6- Ashabdan biri velisinin izni olmadan Mekke'ye kaçar gelirse müşrikler onu geri yollamayacak.
7- Müşriklerden biri kaçıp Medine'ye gelirse Peygamber onu geri verecek.
59[59] Müslim Sahîh, Fezâilüs-Sahabe h. no: 2495; Beyhakî Delâil 4/144; Müsned 3/349, 325; Tirmizî 3864.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/37-46
8- Bizimle senin aranda içinde hile ve düzenbazlık olmayan kapalı bir heğbe (saf bir gönül) olacak.
9- Aramızda ne îslâl nede iğlal olacak.60[60] Ravi hadisin gerisini tâ başta geçtiği gibi naklediyor.61[61]
Hadiste geçen "El-İslâl" gizli hırsızlık demektir. "Hücum" ve "kılıç sıyırma" anlamına geldiği de söylenir. "El-İğlâl" da hücum ve ihanet anlamındadır.62[62]
Şu'be, Ebû İshâk vasıtasıyla Berâe b. Âzıb (r.a)'tan naklediyor: - Resûlullah (s.a.v), Mekke müşrikleriyle sulh yaptığında bu anlaşmayı "işte bu -vesika- Allah Rasûlü Muhammedin üzerine sulh anlaşması yaptığı bir belgedir......." diye başlayan bir metin yazmıştı. Müşrikler, "Biz senin gerçekten Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmiş olsaydık zaten seninle savaşmazdik" diye itiraz etiler. Nebî (s.a.v) de Ali (r.a)'a, "Sen "Resûlullah" kelimesini sil" buyurdu. Lakin Ali "ben silemem" diyerek bu işe yanaşmadı. O zaman bizzat Peygamber (s.a.v) kendi e liyle silip; işte şu metin Abdullahoğlu Muhammed'in üzerinde anlaşma yaptığı metindir...." diye başlayan anlaşmayı yazdı. Müşrikler Ona orada ancak üç gün kalma, Mekke'ye silahla değil ancak içine silah ve eşya konulan torba içinde ol-mak kaydıyla girileceği, şartını öne sürdüler.
Şu'be derki: Ebû İshak'a bu "Cülûbbân'ı-silah silah torbası da ne?" diye sorunca bana, "Kab içindeki kılıç" dedi. Hadisi, Buharı ve Müslim rivayet edior.63[63]
Hammâd b. Seleme, Sabit el-Bünanî yolu ile Enes (r.a)'tan buna yakın olarak şu bilgiyi verir:
-Hudeybiye'de Resûlullah (s.a.v), müşriklerle sulh ettiğinde, Ali'ye; "Bismillahirrahmâni'r-Rahîm" diye yaz, emrini verince Süheyl b. Amr: "biz, Rahman ve Rahim ne demek bilmiyoruz, sen "bismikellâhüm me" diye yaz" dedi. Nebî (s.a.v) de, Hz. Ali'ye böyle yazmasını söyleyip "işte bu Allah Rasûlü Muhammed'in üzerine anlaşma yaptığı metindir" diye yaz, deyince Süheyl: "biz senin Allah Rasûlü olduğunu bilseydik seni doğrulardık, yalanlamazdık, sen kendinin ve babanın adım yaz" dedi. Nebî (s.a.v) öyle yaz deyip "sizden biri kaçıp geleni size geri vereceğiz. Bizden size kaçıp geleni size bırakacağız" diye yazdırınca ashâb, "Ya Resûlallah, biz bu şartı kabul edeceğiz ha!" de-diler. Efendimiz de: "bizden kaçıpta müşriklere gideni Allah uzak etsin. Onlardan bize gelipte geri gönderdiğimize Allah bir genişlik bir çıkış kapısı verecektir" buyurdu.64[64] Hadisi Müslim naklediyor.
Yûnus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Yezîd b. Süfyan, Muhammed b. Ka'b'dan şöyle
60[60] Metinde geçen maddesi fiilinden türemişe benzemiyor. EI-Aybe heybedir. de hem "ağzı örtülü" anlamına hemde "eşit" anlamına geliyor. O zaman bu Cümle: "Seninle bizim aramızda iki tarafı eşit ağırlıkta bir heybe olsun" anlamınada gelir. İbni Esir bunun mecazen göğüs anlamına geldiği ve araplarm bu "Aybetün Mekfufetün" cümlesini "insanların aralarında yaptıkları anlaşmadan sonra artık kalplerinde asla gizli bir tuzak ve aldatma olmayacak; şekilde saf olması"
. anlamına darb-ı misal getirildiğini anlatır. Bu konuda Kamusu'l-Muhit mütercimi Asım Efendi (kabri nur olsun) şu izahı yapar (A+y+b): El-Aybetû, Temratü vez-ninde, küçük zenbile denir, meşinden ve gün'den yapılır. İçine elbise konan Camdan'ada denir. Türkçede Heğbe ta*bir olunur. Her halde ("Aybe") bu "Heğbe" den bozma olsa gerek.
61[61] İbni Hişâm sira 4/28; Beyhakî Delâil 4/145; Hadisin aslı Buhârî'de Ma'mer, Zührî-Urve isnadıyla Mişver ve Mervan'dan nakledilirki daha önce geçmişti. Bak Buhârî Şuruf 54/15.
62[62] Bak İbnü'l Esîr Ennihaye fî ğarîbü'l Hadis "Ğall" maddesi ve "seli" maddesi.
63[63] 64 Buhârî sulh-53/6. Müslim Cihad h. no 1783; İbni Hişâm 4/28, 29; İbni Sa'd 2/101,103; Müsned 1/432, 4/86, 320; Beyhakî Delâil 4/146; Süneni Kübrâ 9/227, 5/69; Taberî 13/101, 26/59.
64[64] Müslim Cihad ve siyer h. no: 1783; Zehebî sadece senedi verip metni atlamış, biz, metni Müslimden terceme ettik. Beyhakî Sünen-i Kübra 9/4/147; Delâii 4/147.
dediğini haber verdi:
- Hudeybiye anlaşmasında Peygamber Efendimizin katibi Hz. Ali idi. Efendimiz, "İşte şu Muhammed b. Abdillah ve Süheyl b. Amr'ın üzerinde anlaştıkları sulh metnidir!" diye yaz buyurdu. Hz. Ali ise du-raklayıp ancak "Allah Rasûlü Muhammed" olarak yazarım, diye direndi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v) ona:
"Yaz. Zîra senin verdiğin bir misli de sana verilecektir" buyurdu. O da: "İşte bu Muhammed b. Abdillah'm üzerinde, anlaşma yaptıkları sulh metnidir" diye yazdı.65[65]
Abdü'lazîz b. Siyah, Habi'b b. Ebî Sâbit'ten naklediyor: (Ben Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilafta harbin caiz olup olmadığını sormak üzere Ebû Vâil lakablı Şakîk b. Seleme'ye geldim.)66[66] Ebû Vail şöyle anlattı:
-Biz Sıffeyn harbinde bulunmuştuk. (Allah'ın kitabıyla hükmetmek üzere hakemlik çağrısı yapılınca -oradaki Hz. Ali taraftarı- birisi, "şu Allah'ın kitabına aralarında hükm olunmak için çağrılanlara bir bakın hele (diyerek, Âli İmran süresindeki 23'üncü ayete işaretle bunlardan bir gurub'un Hak'dan yüz çevirdiğine ve onlarla sulh değil Hucurat sûresi 9'uncu ayetine göre savaşmak gerektiğini) söyleyince Ali (r.a) da "evet" demişti.) Bunun üzerine Sehi b. Huneyf (r.a) ayağa kalktı ve: "Ey insanlar siz birini itham edecekseniz önce kendi görüşünüzü itham edin. Biz, Allah Rasûlü ile beraberdik. Eğer orada biz sulhu değil de savaşı hayırlı görseydik kesinlikle harb ederdik. (Ama sulh yaptık.)
Sulhtaki bazı şartları Müslümanlar aleyhine sanan) Ömer (r.a) kalkıp Rasûl-ü Ekrem'in yanına geldi ve: "Ya Resûlallah! Biz hak, müşriklerse batıl bir inanç üzere değil mi?" dedi. Efendimizde "Tabî öyle" buyurdu. Ömer, "Bizden ölenler cennete, onların ölenleri cehennemde değil mi?" dedi. Efendimiz (s.a.v) yine "tabî" buyurdu. Ömerle "Peki öyleyse dinimizde çok aşağılık bir husus olan şu maddeleri neye kabul ediyoruz ki? Geri dönüp Allah onlarla aramızda hükmünü verene kadar çarpışalım!"dedi. Nebi (sav) de;
"Ey Hattaboğlu! Ben Allah'ın Elçisiyim. Allah beni ebediyyen zayi etmeyecektir" buyurdu. Ömer öfkesini alamayıp Ebû Bekr'e geldi ve aynı şeyleri söyledi. Ebû Bekir (r.a) da O'na Efendimizin söylediklerini söyledi. Bu sıra "Innâ Fetahnâ" sûresi indirildi. Efendimiz, Ömere haber salıp ayeti okudu. Ömer'de, "Ya Resûlallah bu sulh fetih mi?" deyince, "Evet" buyurdu. Ömer sevinçle ayrıldı. Hadis müttefekun aleyhtir.67[67]
Yunus b. Bükeyr, İbni İshak yolu ile Zührî-Urve isnadıyla Misver b. Mahrame ve Mervan'm şöyle dediklerini anlatır.
-Anlaşma bitince Efendimiz (s.a.v); "Ey insanlar kalkıp kurbanlarınızı kesin ve ihramdan çıkın!" buyurdu. Vallahi kimse yerinden kalkmadı. Peygamberimiz Ümmü Seleme'nin yanma girip: "Yâ
65[65] Beyhakî Delâil 4/147; Müsned 1/342,4/87; Taberî 13/101.
66[66] Konunun anlaşılması için parantez arasını aynı hadisin Buhârî'nin Tefsîr/Tefsîrü Süretil Feth/Bab Kavlühû Tealâ "İz yübâyıûneke..." bölümünden naklettik.
67[67] Müslim cihad ve siyer 1785. Buhârî Cizye 58/18; Tefsir 65/Tefsiri Süreti'l Feth; Beyhakî Delâil 4/148; İbni Ebî Şeybe 14/438; Müsned 3/486; Bey. S. Kübra 9/222; Taberânî Kebîr 6/109; Taberî tefsir 26/44; Vakidî Meğazî 2/606.
Ümmü Seleme insanları görmüyormusun. Ben onlara emrediyorum yapmıyorlar" dedi. O da, "Ya Resûlallah! Onları kınama, senin sulh hususundaki bu şartları yüklenmen ve fetih olmadan geri dönmen onlara pek ağır bir şey göründü. Sen çık, kimseyle konuşmadan kurbanına var ve kes, sonra ihramdan çık insanlar senin bu yaptığını görünce onlarda yapacak," dedi. Resûlullah da Ümmü Seleme'nin yanından çıkıp kimseyle konuşmadan, kurbanının yanma varıp kesti ve tıraş oldu. Ashab bunu görünce, kalkıp kurbanlarını kestiler, kimi saçını kısalttı, kimi kazıttı. Resûlullah (s.a.v);
"Allah'ım! Saç kazıtanları af eyle!" diye dûa etti. "Ya Resûlallah! Kısaİtanlara da dûa etseniz!" denilince, "Allah'ım saç kazıtanları af eyle!" diye arka arkaya üç kere söyledi Yine: "Ya Resûlallah! kısaltanlarada!" denilince, "kısaltanlara da" buyurdu.68[68]
Yunus, yine İbni İshak'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Necîh, Mücahit yoluyla İbni Abbas'tan şöyle dediğini naklediyor: İbni Abbas'a, "niçin Peygamber saçını kazıtanlara üç kere te'kidle dûa ettiği halde kısaltanlara bir kere dûa etti?" diye sorulunca, "çünkü kazıtanlar bunun feth olduğunda asîa şüpheye düşmemişlerdi" dedi.69[69]
Yunus b. Bükeyr Hişâm ed-Destevâî'- Yahya b. Ebî Kesîr- Ebî îbrâhi'm isnadıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'tan naklediyor: Hudeybiye günü Peygamberin ashabından iki kişi hariç hepsi saçlarını kazıttıkları halde bu ikisi kısaltıp kazımadılar. Lakin râvî Ebû İbrahim meçhuldür.70[70]
Süfyan b.Uyeyne, İbrahim b. Meysera aracılığıyla Vehb b. Abdillah b. Kârib'den naklediyor: Ben babamla beraber olduğum bir sıra, Resûlullah (s.a.v); "Allah saç kazıtanlara merhamet etsin" derken duymuştum. Adamın birisi, "Saç kısaltanlara da yâ Rasülellah!" dedi. Peygamber (s.a.v) bu sözü üç defa söyleyip üçüncüsünde, "Ve saç kısaltanlarada!" buyurdu.71[71]
Yahya b. Ebî Bükeyr derki: Bize Züheyr b. Muhammed, Muhammed b. Abdirrahman'dan, O Miksem'den, O da İbni Abbas (r.a)'tan şöyle dediğini nakletti:
- Hudeybiye sulhu olduğu gün ömre kurbanı olarak yetmiş deve kesildi ki, aralarında eskiden Ebû Cehl'e ait olan bir deve de bulunuyordu. Müşrikler tarafından Beytullah'a girmelerine engel konulduğunda bu deve tıpkı yavrusundan ayrılan devenin yanık yanık böğürdüğü gibi böğürmüştü.72[72]
(İbni İshak derki: Abdullah b. Ebî Necih'in Mücahitten yaptığı rivayete göre) Abdullah ibni Abbas (r.a) şöyle demiştir:
- Resûlullah (s.a.v), Hudeybiye ömresinde -önceden- Ebû Cehl'e ait olan ve burnunda altın bir halka yuları bulunan bir deveyi hediye etmişti. Bunu sırf Kureyşlileri kızdırmak için yapmıştı.73[73]
68[68] Hadis daha önce bir kaç defa geçti. Vakidî Meğazî 2/613
69[69] İbni Hişâm 4/29; Beyhakî Delâil 4/151.
70[70] Beyhakî Del. 4/152.
71[71] İbni Hişâm 4/; Delâil 4/151.
72[72] Beyhakî Delâil 4/152.
73[73] İbni Hişâm 4/29; Beyhakî Del. 4/152.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...