02 Mart 2015

TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 12. BÖLÜM)


TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 12. BÖLÜM)
Münafıklar
Medine'deki kabilelerden Evs ve Hazreçli'ler iman konusunda, münafıklık yaparak, kendi kabileleri lehine müdara ederek görünüşte Islama girdiler. Bunlar arasında Küba halkından adı geçenlerden biri Haris b. Süveyd b. es Samit'tir.
Bunun kardeşi olan Hallad ise salih bir kimse idi. Diğer kardeşi Cülâs ise dürüst inançta Hallad'dan biraz aşağı seviyede idi.
Şunlar da münafıklardandır: Nebtel b. el Haris. Bicâd b. Osman, Dırar mescidini yapanlardan biri olan Ebû Habîbe b. el Ezvar: Cariye b. Âmir, bunun oğulları olan Zeyd ile Mü-cemmf. Bir rivayete göre Mücemmi"nin münafık oluşu doğru değildir. Nevarki. kendisini, kendi kavminin Dırar mes-cidine imam yapmaları münafıklar arasında sayılmasına sebep olmuştu.
Abbad b. Huneyf de münafıklardandı. Bu kardeşleri olan Sehl ile Osman Ashab'm faziletlilerinden idi.
Zeyd oğlu Rafı ile kardeşi BişrT Hayzî'nin iki oğlu Mirba" ile Evs. Hatıb b. Ümeyye, Ra'fi b. Vedî'a, Zeyd b. Amr. Amr b. Kays, ki bu son üçü Benî Neccar kabilesindendir, Cüşem oğullarından Ced b. Kays. Avf b. Hazreç oğullarından Abdullah b. Übey b. Selûl. Bu adam Avf b. Hazreç oğullarının lideri idi.809[29]
Önce iman ettiklerini söyleyip sonra münafıklık yapan Yahudi'ler:
Esvat b. Huneyf, Zeyd b. el Lüsayt, Raff b. Harmele, Rifa'a b. Zeyd b. et Tâbut. Kinane b. Sûriyâ.810[30]
Hicretin ilk yılında ölenler:
Bu yıl Akabe Bîatı'nda bulunan liderlerden Berâe b. Ma' rûr es Selimi (r.a.) vefat etti. Akabe
beri bu kısım madem Buharı tarafından alınmamış öyleyse ilavedir iddiasında bulunurlar. İşte Zehebî merhum bunun için "Bu kısım isnadı kesinlikle mevcut olan bir ilavedir." tezini öne sürer. Buharı bu kısmı bilerek mi hazf etti? İbnİ Hacer Fethul Barı'de (1/451) "Bilerek" diyor ve şöyle ekliyor: ''Bu şekilde rivayet Buharı'nin şartına uygun değildi. Hem Bezzar'ın bir rivayetine göre Ebû Saîd bu kısmı Efendimiz'den değil arkadaşla rından duymuştur. Böylece bu kısım buraya sonradan dere edilmiştir."
İbnİ Hacer'in Bezzar'dan naklettiği bu rivayeti Beyhakî Delâil'inde 2/54S, 549 Dâvûd b. Ebî Hinde. Ebû Nadra. Ebû Saîd el Hudrî isnadıyla şöyle sev-keder:
-Hendek kazılırken insanlar taşlan teker teker taşıyorlardı. Ammar ise bir hastalık ağrısının nekahet döneminde İdi. O ikişer ikişer taşımaya başladı. Arkadaşlarımın bana anlattığına göre Peygamberimiz Ammar'in başındaki tozlan üfleyip "Vah Sümeyye'nin oğlu! Seni anarşist bir gurup öldürecek." buyurmuş Ebû Wla'nm Müsned'deki Ümmü Seleme rivayetinde de Hendek diye geçer. Tabi buradaki Hendek hadisesi Hendek harbi olamaz. Ya bu bir yanılmadır, yahut Hendek'ten maksat Mescid'in temel kazısıdır. Böyle ise bir tenakuz olamaz. Buharî'yi o kısmı atlamaya sevkeden amil belki de budur. Zira Müslim'de 2916 no da aynı haberi hendek adı geçmeden verir. Beyhakî bu kısmı Delâil'de ayrı bir başlık altında toplayıp gayet mufassal izahlar getirmiştir. Ebû Sâid hadisi 6 ayrı tarik ile nakledip ardından Ümmü Seleme (r.a.) Enes b. Malik, İbni Ebî Hüzeyl, Muhammed b. Amr b. Hazm. Amr b. el As, Abdullah b. Amr'dan nakleder. Mevzunun çeşitli rivayetleri için bak:
Buharî S/63; Müslim 2916; Tirmizî 3802; Müsned 3/91, 6/300, 315. 289. 311, 2/361, 3/5, 2/161; Hakim Müstedrek 3/389; İbni Hibban (Tertibül İhsan) 9/105, 106 h.no. 7036, 7037, 7038; Ebû Ya'la Müsned 3/1645. 11/6524, 12/7025; Ebû Dâvûd-u Tayalîsi h.no. 2570; İbni Ebî Şeyhe Musannef 15/293.
İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/ 389-390
809[29] İbni Hişam Sîre 2/258, 261; Beyhakî Delâil 5/236, 264.
810[30] İbni Hİşam Sîre 2/261; Muhabber 470. Tabi münafıkların sayısı bundan ibaret olmayıp adedleri bir hayli vardı. Zehebî buraya sadece meşhurlarını örnek vermiştir Müslim Sahih'inde "Sifatül Münafıkîn" adlı bir bölümde bu bahsi inceler. Beyhakî'de Tebük dönüşündeki sefere katılmayanları anlatırken mev-zuya geniş yer verir. İbni Hişam burada kabile kabile ayırıp münafıkların listesini gayet mufassal olarak anlatır.
gecesinde Peygamberinimiz'e ilk önce biat eden o olmuştu. Kendisi çok büyük bir zat idi.811[31]
Aynı yıl Efendimiz ile hicret edemeyip de Mekke'de geri kalan Muhacirler de Medine'ye gelip
Rasûlü Ekrem'e (s.a.v) katıldılar. Artık Mekke'de hapistekilerle işkence edilenler dışında hiç bir
Müslüman kalmadı. Medine halkına gelince, Ensar evlerinden halkı Müslümanlık'ı kabul etmeyen
hiç bir bina kalmadı. Sadece Evsullah denen Evs kabilesinin bir kolu İslam'a girmedi. Onlar eski şirk
inançlarında sabit kaldılar.812[32]
Yine bu yıl içinde Halid b. Velid'in (r.a.) babası Velid b. Muğîre el Mahzunu ile Amr b. el Âs'm (r.a.)
babası Âs b. Vail Mekke'de iman etmeden küfür üzere ölüp gittiler.813[33]
Yine aynı hal üzere Ebû Ühayha lakablı Saîd b. Âs el Emevî de malı ile birlikte bulunduğu Taif
şehrinde Öldü.814[34]
Ezan'ın Meşru Oluşu
Yine hicretin birinci yılında ezanın okunuş şekli Allah tarafından Abdullah b. Zeyd ile Ömer b. el
Hattab'a (r.a.) rüyalarında gösterildi. Böylece ezan onların gördüğü şekilde olduğu gibi
meşrulaştırıldı. 815[35]
811[31] Berâe b. Ma'rur (r.a.) i lk müslüman Metlindiler'den. Sa'd b . M uâz'ın ( ta.) amca oğlu. Peygamberimiz'in Medine'ye gelişinden bir ay önce Safer ayında
vefat etti. Biat için Mekke'ye giderken, Ka'be'ye doğru namaz kılardı. Halbuki arkadaşları, Peyğamberimiz'in Kudüs'e doğru döndüğünü işitmişlerdi. Bu husus
birinci cildde Akabe Bîatında geçmişti.
Ebû Katade'nin anlatışına göre Berâe b. Ma'rur malının üçte birini Pey-ğamberimiz'e, üçte birini Allah yoluna, kalan son bölümü de çocuğuna bırakmıştı. Bu
durum Efendimizde anlatılınca malını mirasçılarına iade etti. Efendimiz Medine'ye teşrif edince hemen onun kabrini sormuş ve kabrine gelip saf bağlatıp namazını
kıldırdı ve «Allahım! Ona merhamet et, ona mağfiret et, ondan razı ol. Sen şüphesiz böyle yapımşsındır.» diye dua etti. (Bak İbni Sa'd 3/260) Bu rivayet Vakıdî'nin
ise de sahihtir. Zira İbni Sa'd aynı haberi diğer iki kişiden de nakleder. İbnül Cevzî de Munzatim'da senetsiz anlatır. 3/83.
Berâe (r.a.) için bak; İbni Sa'd Tabakat 3/259; Buharı Tarih-i Sağır 1/20; el Cerh vet TaMîl 2/399; İstîab 1/281; El İsabe 1/238; Üsdül Ğabe 1/207; Zehebî Siyeri
Alamın Nübela 1/267: El İber 1/3.
812[32] İbni Hişam bu konuyu Mescid'în yapılışının akabinde alırki, bunda bir değişiklik yoktur.
813[33] İbnül Cevzî el Muntazam 3/84.
814[34] Taberî Tarih 2/9.
İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/391-394
815[35] İbni SaM Tabakat 1/246; İbni Hişam Sîre 2/253; İbniil Cevzî el Muntazam 3/7S; Müsned 2/14S, 4/43; İbni Huzeyme Sahih h.na373; Tirmizî 189; Ebû Dâv-ûd
Salat bab. no.2S ve 139; Beyhafcî Süneni Kübrâ 1/391, 427: Buharı (konuya kısaca değinir) 10/1; Müslim 377; İbni Ebî Şeybe Musannef 1/203, 204; Abdürrezzak
Musannef 1/455 h.na 1774; Ebû Dâvüd Merasil h.no.19 ve 20.
Zehebî Merhum'un kısalttığı bu hadise şudur:
-Zührî, Sakî b. Müseyyeb aracılığıyla Abdullah b. Zeyd b. Ahdirabbih'den (r.a.) şöyle dediğini nakleder:
Rasûfüllah (s.a.v) ashabını namaza dasvet etmek için -hıristiyanlara uygunluk olması sebebiyle hoşlanmamasına rağmen, çan kullanmaya karar verdiği günün
gecesi, ben uykuda İken etrafında bir takım insanları dolaşırken gördüm. Yeşil elbiseli biri elinde çan taşıyordu. Ona:
-Ey Allah'ın kulu, bana çanı satar mısın?, dedim. "Ne yapacaksın bununla?" dedi. "Bununla insanları namaza çağıracağım/' dedim. "Teki, sana bundan daha
hayırlısını göstereyim mi?" deyince, "evet" dedim. Bunun üzerine o da:
-Allahü ekber. Allahü ekber, Allahli ekber, Aîlahü ekber. Eşhedü el la ilahe illallah, eşhedü ella ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeder Rasûlüllah, Eş hedü enne
Muhammeder Rasûlüllah. hayye alas salah, hayye alas salah, hayye alel felah, hayye alel felah, Allahü ekber, Allahü ekber. La ilahe iilallah, dersin dedi.
Sabah olunca doğruca Allah RasûKi'ne geldim ve gördüğümü haber verdim. Efendimiz de "İnşaaîlah hu rüya haktır.- deyip Bilal'e bu ezanı okumasını
emretti.
Birinci Yıl Hadiselerine Ek816[36]
Birinci yıl içinde vefat eden bazı zatlar:
Esvad b. Zürara (r.a.) Ebû Ümame diye anılırdı. Hakim'in Müstedrek'inde Abdurrahman b. Ebi'r Rical'den. Taberî. Â sim b. Ömer b. Katade'den nakline göre Es'ad b. Zürara (r.a.) Hicretin dokuzuncu ayının başlarında vefat etti. Henüz Pey-ğamberimiz'in mescidi tamamlanmamıştı. Bedir harbi de olmamıştı. Vefatı vuku bulunca Neccar oğulları Rasûlü Ekrem'e (s.a.v) gelip "Ya Rasûlallah! Nakîbimiz vefat etti. Bize bir na-kîb seçiversen bizim işlerimizi düzenleyiverse." ricasında bulundular. Peygamberimiz de onlara:
«Siz benim (ana tarafımdan) dayım sayılırsınız, ben sizden biriyim ve sizin Nakîbiniz benim." buyurdu.
Yine Hakim'in ve Taberî'nin Ma'mer. Zührî, Enes (r.a.) isnadıyla yaptığı rivayete göre, "Esvad (r.a.) Şevket denen (veba gibi, vücudu ve yüzü kıpkırmızı yapan) hastalığa yakalanınca , Peygamberimiz ona dağlama tedavisi uygulamıştı.817[37]
Ka'b b. Malik (r.a,), her cuma ezan sesi duyduğunda. "Allah Es'ad b. Zürara'ya rahmet etsin." derdi. Sebebini soran oğluna "Bizi ilk defa Medine'de cuma namazı kılmak için Beyaza oğulları taşhğmdaki Nebît boyuna ait su göleti yanında toplayan o idi." demiştir.818[38]
İbni Savd'ın bildirdiğine göre, Medine'ye İslam'ı ilk getiren odur."
Amr b. Hazm'ın (r.a.) demesine göre Bakî mezarlığına ilk defnedilen de Esvad b. Zürara'dir.819[39]
Füray'a, Kebşe ve Habibe adlarında üç kızı vardı. Vefatında bunları Peygamberimize vasiyet etti. Bu kızlar Efendi-miz'in hanımlarının himayesinde büyüdü. Efendimiz kendine hediye edilen inci kakmalı altın küpeleri onlara hediye etti.820[40]
Külsüm b. el Hedm, Medine'de Hicret'ten sonra vefat eden ilk Sahabe'dir. Efendimizin gelişinden az sonra vefat etmiştir. Külsüm'ün babası Hedm. meşhur İmrul Kays'in kızı idi. Efendimiz Medine'ye gelişinde ilk önce bu zatın yanına konuk oldu. Bir keresinde de Ebû Ubeyde, Mikdad. Habbab ve
Aynı Rüyayı Ömer (r.a.) da görmüştü. Haber vermek için geldiğinde Abdullah'ın daha önce davrandığını gördü.
İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/394
816[36] Zehebî merhum ba2i Önemli olayları atlamış bulunduğu için biz bunların bazılarını metin içinde anlatmayı uygun gördüm.
817[37] Hakim Müstedrek 3/187; Taberî Tarih 2/9; Temhîd 5/276: Ebû Ya'la Müsned 6/35S2: Tahavî Şerhü Meaniül Asar 4/321: Tirmizî Tıb 2051; Beyhakî Delâil 9/342.
Hz. Esâd'ın ölümünü torunu Muhammmed, "boğazında çıkan bir yaradan öldü." der. Bak İbni Mâce 34952; İbni SaM 3/610; Müsned 4/65. 5/67.
818[38] Hakim 3/187.
819[39] Müstedrek 3/186; İbni SaM 3/60S
820[40] İbni Sam 3/612.
diğer bir kısım Ashab da onun yanında konaklamışlardı.821[41]
821[41] İbni Sam 3/613.
İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/395-396
1.BÖLÜM
BİRİNCİ YIL HADİSELERİ
İslam'da İlk Sancak
Bu yılın Ramazan ayı içinde, Nebi (s.a.v.) Kureyş kervanının yolunu kesmek için, amcası Hamza b. Abdi'İmuttalib'e bir sancak hazırlattı. İşte islam tarihindeki ilk sancak bu oldu.1[1]
Efendimiz (bu arada), Zeyd b. Harise ile Ebû Râfi'i, kızları ile hanımı Şevde bin. Zem'a (r.a.)'ları alıp gelmek üzere Mekke'ye gönderdi. (Onlar da varıp bu emrini yerine getirdi.
Mekke'de oldukları sıra, Hz. Ebû Bekr'in oğlu Abdullah'a rastlayan Abdullah b. Üraykit, Hz. Ebû Bekr'in yerini söyledi. Bunun üzerine O da Hz. Ebû Bekr'in Mekke'de kalan çoluk çocuğunu alıp yola çıktı. Beraberinde Talha b. Ubeyd ile Hz. Aişe'nin annesi Ümmü Român'da vardı.) Birlikte Medine'ye geldiler.2[2]
Zilkade ayında, Kiname veya Cüheyne oğullarından bir kabileye, hücum için Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'da bir sancak hazırlattı. Bu haberi Vakıdî anlatıyor.3[3]
Abdürrahman b. Ebîz-Zinâd, Muhammed b. İshak, Yezîd b. Roman isnadıyla, Urve'den şöyle nakleder: Allah Rasûlü Medine'ye teşrif etti, ilk edindiği sancak Ubeyde b. el-Haris (r.a.)'a hazırladığı sancak idi.4[4]
Bu ilk aylarda Rasûlüllah (s.a.v.), Muhacirlerle Ensarhlar arasında, "Her halükârda birbirlerine mal yardımı yapmak ve birbirinde hakkı olmak" şartıyla kardeşlik te'sis etti.5[5]
Ebû Dâvûd'u-Tayâlîsi, Süleyman b. Muâz-Simâk-îkrİme isnadıyla, îbni Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik te'sis edip birini diğerine vâris kıldı. Nihayet: (Miras konusunda) "Akrabalar da Allah'ın kitabında birbirlerine, Mü'minlerden ve Muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza yaptığınız iyilik bunun dışındadır" (Ahzâb, 6) âyeti
1[1] Bu hadise az sonra tekrar gelecektir. Vakidî Meğazî 1/2; İbnü'I Cevzî el-Muntazam 1/82; îbni Sa'd, 2/9.
2[2] Taberî2/10.
3[3] Vakidî Meğazî/S.2 ve 11; İbni Sa'd, 2/7.
4[4] İbni Hişam 3/18; Vakidî 1/10; Taberi 2/11.
5[5] Buharî 63/3; Abdürrezzak 10411; Müsned 3/165, 190, 205, 271; İbni Sa'd 1/238; İbnü'I Cevzî el-Muntazam 3/70,71; İbni Hişam 1/504; Tirmizî 1094, 1933; Muvatta 545; Müslim, Nikah 81; Nesâî 6/120; Ebû Dâvûd, 2109; İbni Mâce 1907; Taramî, 2/143; Beyhakî 7/147, 236, 9/116; Taberanî 1/226,631; Beyh. Delail 6/219; Tahavî Müşkil 4/145; Humeydî 1218; Bu kardeşlik yukardaki rivayetlere dayanarak aynen kardeş gibi birbirlerine miras olurlarken Bedir Haiti'nde Ahzab 6'cı âyeti gelince bu hüküm mensuh olmuştur. Bu konu ikinci cildin sonunda daha genişçe geçmiştir.
geldi.6[6]
Böylece bu tür kardeşlik mirası bırakılıp sadece soy yönüyle miras olma hakkı baki kaldı.
Birinci hicri yılda ve onu takiben gelen yıllarda vefat edenlerin sayıca azlığının sebebi, o zamanki
müslüman sayısının, kendilerinden sonraki dönemde yaşayan müslüman sayısına göre pek az
olmasıdır. Zira ilk dönemde İslâm dini sadece Hicaz'ın bir kısmında vardı, veya Habeşistan'a göç
edenler vardı. Ömer (r.a.)'in halifeliği döneminde ise bütün bilinen kıtalara yayılmıştı.
Böylece, İslâm'ın ilk döneminde ölenlerin sayılarının pek az, Tabiîn ile daha sonrakilerde ölenlerin
sayısının pek fazla olmasının sebebini daha iyi kavramış olursun.
Şair Ebû Kays b. el-Eslet b. Ctişem b. Vâil el-Evsî de, bu vakte yakın bir sırada yaşamış,
kahramanlıkta ve şiir bilgisinde Kays b. el-Hatîm'a7[7] denk tutulan bir kimseydi.
Evs kabilesini İslâm'a girmeye teşvik ederdi. Hicretten önce kendine has bir, İlaha ibâdet etme şekli
bulmuş olup kendisinin Hanîf dininde olduğunu iddia ederdi. Kureyşlileri de İslâm'a teşvik ediyordu.
Baştarafı aşağıda gelen kasidesi çok meşhurdur:
1- Ey yolcu, bir gün Peygamberlik ortaya çıkarsa Lûey b. Gâlib o-ğullarına benden şu mesajımı
ulaştır:
Bize şirki olmayan bir din getirin! Siz bizler için komutansınız ki, yüksek olanlara uyulur.8[8]
Vakıdî kendi senet ricallerinden şöyle dediklerini rivayet eder;
- İbnü'l Eslett Şam'a doğru yola çıktı. Gassan kırallarmdan, Cefne oğullarından yardım istedi,
onlarda onu istediği yere ulaştırdılar. Rahibler onu kendi dinlerine girmeye çağırdılarsa da, o böyle
birşey arzu etmedi. Rahiblerden birisi ona;
"Sen Hanîf dinini arıyorsun, galiba o dinin yeri senin arkanda çıkıp geldiğin yerdedir" dedi.
Daha sonra İbnü'l Eslet -cahiliyye adeti gereği- Ömre yapmak üzere Mekke'ye geldi. Orada Zeyd b.
Amr b. Nüfeyl'e9[9] rastladı ve ona başından geçen hikayesini anlattı. Bu hadiseden sonra Ebû Kays
b. Eslet; "İbrahim (a.s.)'in dini üzere amel eden ben ve Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'den başka kimse
kalmadı." derdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, Hazrec ve Evs kabileleri Müslüman
olmuş, sadece bunlardan "Evsullah" adlı boydan bazıları İbnü'l Eslet ile birlikte aynı inançta karar
kıldıklarından İslâm'a girmeyip, duraklamışlardı.
6[6] Ebû Dâvûd-u Tayalisi Müsned H. No: 2674.
7[7] Evs kabilesinin Zaferoğulları boyundan çok meşhur bir şairdir. İslâm dönemine yetişti. Hicretten Önce Mekke'de, Nebi (s.a.v.) ile görüştü. Efendimiz onu
İslâm'a teşvik etti. Ne yazıkki iman etmek nasib olmadan orada öldürüldü. Divanı Almanyanm Leipzig şehrinde 1914 yılında basildi.
8[8] Zehebî'nin iki mısra olarak verdiği bu şiiri İbni Hişam tam otuzbeş mısra olarak verdiği gibi ayrıca şiirin izahını da yapar. Bak: İbni Hişam. 1/283-286; Şiir Ebu
Kays'm divanının 64-70'ci sayfaları arasında geçer. Zehebî merhum aynı şiirin bir bölümünü birinci cİIdde (s.250) nakletmişti.
9[9] İbni Sa'd Tabakât 14/384.
İbnü'l Eslet onların ileri gelen yiğidi ve hatibi idi. Buâs harbi diye tanınan harbe iştirak etmiş birisiydi. Kendisine: "Yâ Ebâ Kays! işte senin -geleceğini- söyleyip durduğun adamın, Muhammed geldi" diye haber verilince, "Evet, Hakk ile gönderilen kişi odur" diyerek, kalkıp Rasûl-ü Ekrem (a.s.)'in yanma geldi.
Efendimiz (s.a.v.)'de ona, İslâm dinini tanıttı. İbnü'l Eslet: "Bu an-lattığm din ne güzel! Ne kadar şirin, Ben durumuma bir bakayım" diye cevap verip, nerdeyse İslâm'a gireyazmıştı. Geri dönerken kendisine Abdullah b. Übey rastladı. İbnü'l Eslet durumunu ona haber verince; "Vallahi sen Hazreç kabilesiyle savaşmaya çekmiyorsun!" dedi bunu
duyan ibnü'l Eslet kızıp; "Vallahi bir yıl Müslüman olmayacağım" dedi ve bu bir yılı doldurmadan vefat etti.10[10]
10[10] Üst kaynak.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/7-11
2.BÖLÜM
HİCRİ İKİNCİ YIL HADİSELERİ
El-Ebvâ Seferi11[1]
Nebî (s.a.v.) Efendimiz bu sefere katılmak için bizzat kendisi de Medine'den ayrılarak yola çıktı. Sa'd b. Ubâde'yi(r.a.) Medine'ye vali olarak bırakıp, "Veddan" denen yere kadar vardı. Bu seferinde, Kureyşin müfreze güçleri ve (onlara yardım eden) Damra oğullarıyla karşılaşıp, hesaplaşmak istiyordu.
Oraya vardığında, Damra b. Abd-i Menât b. Kinâne oğulları (duru-mun vehametini anlayarak) derhal anlaşma yapmayı kabul ettiler.
Peygamber Efendimiz ile bu anlaşmayı, Damraoğullannm lideri bulunan Mahşî b. Amr yaptı. Peygamberimiz (s.a.v.)'de bu anlaşmayı takiben Medine'ye geri döndü.
Veddan denilen yer, Medine'den (Mekke istikametinedoğru) dört konaklık uzakta bulunan bir yerdi.12[2]
Hz. Hamza (R.A.) Komutasındaki Sîfü'l Bahr Seferi
Ebvâ seferinden bir müddet sonra, Rabîû'I evvel veya Rabîü'I âhir ayında Nebî (s.a.v.) Efendimiz, amcası Hz. Hamza'yı (r.a.) otuz kişilik, Muhacirlerden müteşekkil bir müfrezenin başında, "El-ıys" ta-raflarında bulunan "Sîfgl Bahr" (Deniz sahili) adındaki yere sefere gönderdi. Hz. Hamza oraya vardığında, üç yüz kişilik bir müfrezeyi sevketmekte bulunan Ebû Cehü ile karşılaştı. Zührî, bu müfreze sayısının üç yüz değil yüz otuz kişilik bir süvari gurubu olduğunu söyler.
Sîfiâ'l Bahr'da yaşayan Cüheyne kabilesi ile onların ileri gelenlerinden biri olan Mecdî b. Amr el-Cühenî'nin hem Müslümanlarla hemde Kureyşlilerle daha önce akdettikleri bir anlaşması vardı. Bu vesile ile bu Mecdî, her iki tarafın arasına girerek vuruşmalarını önlemiş oldu.13[3]
11[1] Bu seferin bir adı da Veddan Seferidir. El-Ebvâ Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in annesinin vefat ettiği yerdir. Medine'den Cuhfe tarafına giderken 13 mil uzaklıkta bir köydür. Mu'cemii'I Buldan'da Ya'kut'un deyişine göre, adını oradaki bulunan Ebvâ dağından almıştır. Bak, Mu'cemü'l Buldan Cilt 1/79.
12[2] İbni Hişam 3/18; Vakidî Meğazî 1/11; İbni Sa'd Tabükat 2/8; Beyhakî Delâil 3/10; Taberî (Darü'l Kütübül ilmiyye) Tarih 1/14.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/12
13[3] Vakidî Meğazî 1/9; Beyhakî Delâil 3/11; İbni Sa'd Tabâkat 2/6; îbni Hişâm Sîre 3/20; Taberî Tarih 1/14. Burada Vakîdi ve İbni Sa'd şu ön bilgileri de verirler:
nakleder:
"Rasûlüllah (s.a.v.) bizi üçyüz kişilik bir süvari olarak sefere çıkardı; emirimiz Ebû Ubeyde b. Cerrah idi. Kureyş kervanını gözlenecektik. 15 gün sahilde kalıp Öyle bir aç kıldık ki ağaç yaprağı çırpıp yedikte bu yüzden bu askere "Yaprak askeri" dendi. Terken deniz Anber denen bir ölü balığı kıyıya atmış. Biz ondan onbeş gün yiyip yağı ile yağlandık ve zayıflayan bedenimiz geri geldi. Ebû Ubeyde onun bir kıl-
Ubeyde B. El-Hâris'in Seferi
Yine bu zaman içerisinde Efendimiz (s.a.v.), Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdimenâf-ı, muhacirlerden müteşekkil altmış kadar bir müfrezenin başında sefere çıkardı. Ubeyde (r.a.) yola düşüp Hicaz mıntıkasmdaki, "Mirra" tepesinin aşağısında bulunan "Ahyâ" adlı suya varıncaya kadar dinlenmeden yoluna devam etti. Ahya suyuna vardığı zaman orada Kureyşlüerden bir guruba rastgeldi. Başlarında Ebû Cehil'in oğlu İkrime vardı.
Bir başka görüşe göre bu komutan, İkrime değil Mikraz b. Hafs idi. Aralarında her hangi bir çatışma olmadı. Ne varki, Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'da bu sefere katılmış idi.
İlk karşılaştıklarında uzaktan birbirlerine ok attılar. Müslümanlar merkezlerini bırakıp düşmana doğru saldırdılar ki, arkada kendilerini koruyan bir gurupta vardı. İlerleyerek Mirra tepesine kadar geldiler. Sa'd b. Ebî Vakkas arkadaşları adına ok atıyordu. Sonra iki gurup birbirinden uzaklaştı. O gün Allah yolunda atılan ilk ok Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ın atmış olduğu bu oklar olmuştur. Müslümanlarla, kâfirler harb için ilk defa bu seferde yüzyüze geldi.
O gün Utbe b. Gazvân ile Mikdad b. el Esved adlı iki kişi, düşman tarafından kaçarak Müslümanlara iltica etti. Bunlar daha önce Müslüman oldukları için Kureyşlilerin işkencesine uğrayıp hapsedilmişlerdi.
Bu seferde Müşriklere katılarak Ubeyde ile beraberindeki Müslümanların yanına gelmeyi başardılar.
Bu Utebe, Abdimenaf ile Mikdad da, Benî Zülıre ile anlaşma yapmış biriydi.14[4]
- Hamza (r.a.) bu seferi Peygamber (s.a.v.)in Medine'ye hicretlerinin yedinci ayı cilan Ramazan'm başlarında idi. Medine'ye gelişinden sonra Efendimiz harpte sancak kullanma adetini ilk defa bu seferde yaptı. Beyaz renkli bir sancak tutuldu. Hamza ile gönderdiği otuz kişinin yarısının Muhacir, diğer yarısının'da Ensar'dan olduğu söylenir. Doğru olan ise bunların hepsinin Muhacir olduğudur. Zira Peygamberimiz, Bedir Harbi vuku bulana kadar, Ensarlı birini cihad için sefere çıkarmış değildi. Çünkü Ensar halkı Akabe biati esnasında Peygamberimize "kendi yurtlan olan Medine dahilinde koruma şartı" öne sürmüşlerdi. İşte bu görüş daha kesin görüküyor.
Vakîdi burada bu sefere katıldığı söylenen 9 muhacir ile 10 tane Ensarlı adını verip, "bu Mecdî'nin adamları daha sonra Medine'de Peygamber (s.a.v.)'in yanına geldiler. O da onlara İkramda bulunup "Mecdî işi dürüst bir kimseydi" buyurduğunu da anlatır. Buharî Cihad bahsinde (64/65) bu mevzuda Câbir b. Abdillah (r.a.)'tan şöyle çığını alıp koydu. Altından deve üstündeki yükü ile değmeden geçti. Bu seferde yanlarındaki bütün develeri kesip yediler idi. Medine'ye gelince durumu anlattılarda, Efendimiz: "Allah'ın rızkından yiyin. Yanınızda varsa bİzede ikram edin" buyurdu. Birisi bir mikdar verince onu yedi.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/13
14[4] Vakîdî 1/10; İbni Sa'd 2/7; İbni Hişâm 2/224; Beyhakî Delâil 3/10; tbni Abdi'Iber, Ed-Dürer s. 96; Ravdu'i Unf 3/25, Uyûnü'I Eser 1/225; Zehebînin kısaltmasını biz tam verdik.
Bu Rivayetle ki adı geçen Mikraz b. Hafs'ta bir vehm olabilir. Yâ kitabın orjinalİni yazan nasih veya naşir yanılmışta olabilir. İbnİ İshak'ın rivayetinde komutanın adı
Bûvat Seferi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Rabî'ül evvel ayında gaza kasdıyla sefere çıktı. Medine'ye Sâid b. Osman b. Maz'ûn (r.a.)'ı vali olarak bıraktı. Yoluna devam ederek "Radva" dağı taraflarındaki (Cüheyne dağlarından biri olan) "Büvât" dağına kadar geldi.
[Bununla Kureyşlilere ait bir kervana engel olmak istiyordu. Kervanda başlarında Ümeyye b. Halef ve yüz Kureyşli ile ikibin beşyüz deve vardı.] Herhangi bir çarpışma olmadan geri döndü.15[5]
Uşeyra Seferi
Rasûlü Ekrem (s.a.v.) [Medine'de Rabîü'l ahir ayının sonu ile Cemâdiyel Ulâ'nın bir kısmım geçirip, yine Kureyş kervanım engellemek için] Cemâdiyel Ula ayında yola çıktı. Ebû Seleme b. Abdü'lesed'i (r.a.), Medine'ye vali bırakıp (Müdlic oğullan diyarındaki) Uşeyrâ denen yere kadar geldi. Günlerce orada kalıp "Müdlic" oğullarıyla anlaşma yapıp ardından geri döndü ve günlerce Medine'de kaldı.
"Uşeyra" Yanbu ovasında bulunan bir yerdir.16[6] Yûnus b. Ebî İshâk anlatıyor: Bana Yezîd b. Muhammed b. Huseym, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini anlattı: Bana baban Muhammed b. Huseym el-Muharibî, Ammâr b. Yâsir (r.a.)'den şöyle dediğini anlattı: "Yanbu' vadisindeki el-Uşeyra seferinde ben ve Ali b. Ebî Talib iki arkadaş idik. Rasûlüllah (s.a.v.) Uşeyrada konakladığında orada tam bir ay ikamet etti, orada yaşayan Benî Müdlic'lilerle sulh yaptı. Ali (r.a.) bana: "Bana bak uyanık! Şu görünen heriflerin yanma gitmeye cesaretin var mı? Orada kendilerine ait bir kuyudan su çekmekte olan şu Müdlic oğullarından kasdediyorum. Ne yapıyorlar bir bakalım mı?" dedi. Bende "Evet" dedim ve yanlarına gelip bir saat su çekişlerini seyrettik. Sonra bize uyku bastırdı da uyuya kaldık. Vallahi bizi Rasûîüllah (s.a.v.) ayağıyla dürtüp uyandırana kadar kaldıran olmamış. Hemen oturumumuza geldik. İşte o gün Allah Rasûlü (s.a.v.)
Ali'ye üzerinde bulunan toprak sebebiyle "Yâ Ebû Türâb" demişti.
[Bizde başımızdan geçeni kendisine anlattık. Rasûlüllah (s.a.v.) bize:
"Size insanların en amansız iki eşkıyasını bildireyim mi?" buyurunca; "Tabîi yâ Rasûleîlah!" dedik.
Efendimiz'de: Allah'ın gönderdiği Mu'cize deveyi kesen Semud kavminin Uhaymiri ile, Ya Ali senin
İkrime diye geçerken Musa b. Ukbe rivayetinde de îkrime adı geçer. Beyhakî'nin Yûnus b. Bükeyr a-racılığıyla İbni İshaktan yaptığı rivayette ise bu zatın adi Ebû SUfyan b. Harb olarak geçer. İbnİ Sa'd ve Vakidî de bunu doğrulamaktadırlar ki onlarda Mikraz diye bir isim geçmez.
Ebû îshak el-Fezârî, Siifyan b. Uyeyne, İsmail b. Ebî Hâlİd, Kays b. Ebî Hâzim isnadıyla Şöyle anlatır: Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ı -"Allah yolunda ilk okutan kimse kesinlikle benim. Yani o oku ilk atan Sa'd'dır" derken duydum. Bak Ebû İshak el-Fezârî Essîre haber no 194. Buharî 70/23; Müslim 2966; Tirmizî Zühd 39; İbni Mâce Zühd 12; Daramî Cihad 22;Müsned 1/174, 181, 186.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/14-15
15[5] Vakidî Meğazî 1/12; İbni Sa'd Tabakat 2/8; Taberî 2/14; Tarihû Halîfe 57; îbni Hişâm Sîre 3/21; Ravdu'i Unf 3/27; Beyhakî Delâil 3/11. Parantez arası Vakîdi'nin ibaresinden alınmıştır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/15
16[6] Vakıdî 1/12. Beyhakî Delail 3/11,12; Taberî 2/14; Tarîhû Halîfe 57; İbni Sa'd 2/9; tbni Hişam3/21.
şurana kılıcı vurarak (Rasûlüllah elini Ali'nin başına koyup) buradan akan kan ile (eliyle sakalına dokunarak) burayı
kana boyayan kimsedir" buyurdu.17[7]
Birinci Bedir Gazvesi
Rasûlüllah (s.a.v.) Cemâdiyel âhir ayınınm içinde, Kürz b. Câbir el-Fihrî'yi yakalamak üzere yola çıktı. Kürz Medine otlağmdaki deve ve koyunlara baskın düzenlemişti. Efendimiz ve arkadaşları Bedir tarafında bulunan sefevân vadisine kadar vardı. Kürz kaçtığı için herhangi bir çatışma olmadı. İşte bu sefere "Birinci Bedir gazvesi" denildi.18[8]
Sa'd B. Ebî Vakkas (R.A.)'ın Seriyyesi
Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ı sekiz kişilik bir müfrezenin başında (Zilkade ayında "Cuhfe" taraflarındaki "Harrâr" denen yere) sefere yolladı. Sa'd (r.a.), Harrar denen yere kadar geldi. [Kureyş'e ait bir kervanın Önünü kesmek istiyordu. Harrar'a geldiğinde kervanın bir gün önce gitmiş olduğunu gördü. Sonra (herhangi bir olay olmadan) Medine'ye döndü.19[9]
Abdullah B. Cahş (R.A.)'In Seferi (1)
Urve anlatıyor:
Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.), Receb ayında Abdullah b. Cahş el-Esedî ve beraberindeki sekiz kişiyi sefere gönderdi. Yola çıkmadan önce, Allah Rasûlü bir mektup yazıp Abdullah'a verdi ve; "İki gün yol almadıkça mektubu okumamasını" emretti.
İki gün sonra Abdullah b. Cahş mektubu açınca şunları okudu:
"Bu mektubumu okuduğun zaman Nahle ile Taif arasındaki yerde konaklayıncaya kadar yoluna devam et. Orada bizim için Kureyşlileri gözetle ve ne yaptıklarını bize bildir."
Abdullah b. Cahş mektubu okuyunca, arkadaşlarına: "Rasûlüllah (s.a.v.) bana Nahleye kadar varmamı, sizden hiç birinizi zorla yola götürmeye kalkmamamı" emrediyor. Şehîd olmayı isteyen yoluna devam etsin. Ölümden korkan da geri dönsün. Bana gelince ben yoluma devam ediyorum" dedi.
17[7] İbni Hişâm Sîre 3/21, 22; Taberî Tarih 2/14; Beyhakî Delâü 3/12, 13; Müsned 4/263: Tabûkat2/9, 10.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/16-17
18[8] Vakİdî 1/12; İbni Sa'd 2/9; Taberi 2/14; Beyhakî Delâil 3/13; İbni Hişam 3/22; TarihÜ'l Halife s. 57.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/17
19[9] Vakidî 1/12; İbni Hişam 3/22; İbni Sa'd 2/10; Taberî 2/14; Beyhakî Delâİl 3/13; UyûnÜ't* Tarîh 1/108.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/18
Böylece Abdullah b. Cahş da sekiz arkadaşı da yoluna devam ettiler. Bunlar 1- Ebu Huzeyfe b. Utbe, 2- Ukkâşe b. Nu'mân, 3- Utbe b. Ğazvân, 4- Sa'd b. Ebî Vakkas, 5- Âmir b. Rabî'a, 6- Vâkıd b. Abdillah et-Temîmî, 7- Süheyl b. Beydâ el-Fihrî, 8- Hâlid b. el-Bükeyr.
Abdullah arkadaşlarıyla Hicaz üzerinden giden yolu tuttu. Fûrü' mıntıkasından ilerde Bührân denilen Ma'dene (yataklarının olduğu yere) gelince Sa'd b. Ebî Vakkas ile Utbe b. Gazvan develerini kaybettiler. Develerini aramak için yoldan geri kaldılar. Abdullah ile beraberindekiler ise yola devam edip, Nahleye kadar gelip konakladılar.
Amr b. eî-Hadrami ve bir gurup insanın içinde bulunduğu Kureyşe ait, üzüm ve deri taşıyan bir kervan oraya uğradı. Kureyşliler bunları görünce korktular. Ukkâşe (r.a.) onlara doğru geldi. Başım kazımış idi. Kureyşliler onu görünce:
"Bunİar ömreciymiş, bunlardan size bir zarar gelmez" dediler. Abdullah ve arkadaşları bunlara nasıl davranacakları hususunda müşavere ettiler. Vakit Receb ayının sonu idi: "Biz bu gece bunları bırakacak olursak kesinlikle sabaha Harame girecekler ve böylece harame girmekle bizden kendilerini korumuş olacaklar. Eğer bunlarla çarpışırsak Haram aylarda çarpışmış olacağız" diyerek ne yapacakları hususunda tereddüde düştüler.
Daha sonra hepsi birden onlarla savaşıp ticaret mallarına el koymaya karar verdiler. Vakıd b. Abdillah bir ok atarak Amr b. el-Hadramî'yi öldürdü: Osman b. Abdillah ile Hakem b. Keysân'ı esir aldılar. Nevfel b. Abdillah ise kaçıp kurtuldu.
Abdullah b. Cahş ile arkadaşları kervan ve iki esiri alıp geriye dönüp Medine'ye geldiler. Elde ettikleri ganimetin beşte birini ayırıp bunu Nebî (s.a.v.) Efendimize verdiler. Kur'ân'da buna mutabık olarak ayet indi.20[10] Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Amr b. el-Hadramî'nin öldürülmesini iyi karşılamadı. Bunun üzerine de (Bakara Sûresi'nin 217'ci âyeti olan)
"Sana Haram aylar hakkında, bu aylardaki savaşmanın hükmünü soruyorlar. "Bu aylarda savaşmak büyük günahtır" de"
âyeti nazil oldu.
Peygamberimiz (s.a.v.) bu iki esîre karşı fidye almayı kabul edip onları serbest bıraktı. Bunlardan Osman Mekke'de kâfir olarak öldü. Hakem ise Müslüman olup "Bi'ri-Mâûne" faciasında şehit düştü.21[11]
Kıblenin Değişmesi
20[10] İbni Sa'd Tabâkat 2/10, 12; İbni Hişam Sîre 3/22, 23; Beyhakî Delâil 3/17, 21; Vakîdî Meğazî 1/; Taberi Tarih 2/; UyûnÜ'ttarîh 1/108; Uyûnü'i Eser 1/227; Süheylî Ravdu'l Unf 3/28; İbni Hibbân Sîre, El Mııntezam.
21[11] İbni Sa'd Tabâkat 2/10, 12; İbni Hişam Sîre 3/22, 23; Beyhakî Delâil 3/17, 21; Vakidî Meğazî 1/ ; Taberi Tarih 2/ ; Uyûnû'ttarih 1/108; Uyûnü'i Eser 1/227; Süheylî Ravdu'l Unf 3/28; İbni Hibbân Sîre; El-Muntazam.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/18-20
Kıble Receb ayında veya ona yakın bir zamanda tekrar Mekke'ye döndürülmüş oldu.22[12]
3.BÖLÜM
BÜYÜK BEDİR SAVAŞI
Bu bölümdeki bilgiler İbni İshak'ın Meğazî adlı eserinin "el-Bekkâî" tarafından yapılan rivayetinden
nakledilmektedir.23[1] İbni İshak anlatıyor:
Nebî (s.a.v.) Efendimiz, Ebû Süfyan b. Harb'in büyük bir ticaret kervanı ile Şam'dan Mekke'ye doğru
hareket ettiği haberini almıştı. Aralarında Mahrama b. Nevfel ve Amr b, el-As'in da bulunduğu otuz
ya da kırk kişilik bir kafileydi. Nebi (s.a.v.): "İşte bu Kureyşlilerin ticaret mallarını taşıyan kervanı
olsa gerek. Haydi bu kervanı yakalamak için yola çıkın; belki Allah onu size nasib kıldı." buyurdu.
İnsanlar hazırlığa başladı: Kimisi elini çabuk tutarken, kimileri de, Peygamber (s.a.v.) nasıl olsa harb
yapmak istemez, diyerek işi ağırdan aldılar. Müslümanların durumunu farkeden Ebû Süfyân, Münzir
adlı kişiyi teçhiz edip, "Mallarına sahip çıksınlar" demesi için, kureyş'lüere yolladı. Haberi alan
kureyş'liler derhal yola düştüler. Kureyş etrafından geri kalan hiç kimse olmadı. Ancak Ebû Leheb,
kendi yerine Ebû Cehil'in kardeşi olan el-As'i yollamıştı. Adiy b. Ka'b oğulları kabilesinden hiç kimse
bu yolculuğa katılmadı.
Ümeyye b. Halef adlı kişi de yaşlı ve çok şişman bir adam olduğundan, harbe gitmemeye karar verip
oturmayı tercih etmiş idi. Mescid'de (Ka'be de) olduğu bir sırada Ukbe b. Ebî Muayt, yanına "Buhur
ve Micmer" getirerek önüne koydu ve:
- Yâ Ebâ Alî! Sen devam et! Zira sen kadın sayılırsın, dedi. Ona kazan Umeyye'de; "Allah suratını
çirkinleştirsin" diyerek kalkıp harp hazırlığı yaptı ve Kureyşlilerle birlikte yola çıktı.
Peygamberimiz (s.a.v.), Ramazan ayının sekizinci gününde, Medine'ye namazı kıldırması için Amr b.
Ümmi Mektûm'u vekil bırakıp, yola çıktı. "Ravha"2 denen yere geldiklerinde Ebû Lübabe'yi
Medine'ye -kendileri dönünceye kadar- vali olmak üzere geri yolladı. Efendimiz sancağı Mus'ab b.
Umeyr'e (r.a.) teslim etti. Peygamberimiz'in önünde iki tane siyah bayrak vardı. Bunlardan birisi Ali
b. Ebî Tâlib'te (r.a.) bulunuyordu. Diğeri de Ensarı temsîlen, ensarlı Sa'd b. Muâz (r.a.)'da idi.
Müslümanların beraberinde nöbetleşe bindikleri yetmiş tane develeri vardı. Bedir Harbi günü
Müslümanlar'ın sayısı üçyüz ondokuz kişi idi.
22[12] Zehebî bilmiyorum neden bu kadar kısalttı. Biz kaynaklardan bu konuyu uzatmadan nakledelim. Bu konu babire kısmının ikinci cildin sonunda orjinalin ikinci
cildinin 40'cı sayfasında da temas edilmiştir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/20
23[1] Müellifin bunu belirtmesi Bedir harbini en geniş anlatan İki kaynağa dayanmasındandır. Önce îbni îshak'ın ilerde de Mûsâ b. Ukbe'nin rivayetine yer veriyor.
Rasûlüllah (s.a.v.), Ali (r.a.) ve Mersed b. Ebî Mersed nöbetleşerek bir tek deveye biniyorlardı. Ebû Bekir, Ömer ve Abdürrahmân b. Avf da bir deveye nöbetleşerek biniyorlardı. Nebî (s.a.v.) (Hicaz yolu üzerinde bulunan) "Safra" denen yere gelince, Ebû Süfyân'ın hareket tarzım araştırmak üzere iki kişiyi önden yolladı. Bunlar Kureyş müfrezesinin yola çıktığı haberini getirdiler.
Rasûlüllah (s.a.v.) durumu arkadaşlarıyla istişare etti. Arkadaşları ona hayırlı şeyler söylediler. Mikdad b. el-Esved de: "Yâ Rasülellah!
Allah'ın sana gösterdiği yola yürü, biz seninle beraberiz. Vallahi biz İsrail oğullarının Musa'ya (a.s.) karşı söyledikleri "
"Sen, Rabbinle beraber harbe git; biz burada oturuyoruz" sözünü söylemiyeceğim. Ama; "Sen, Rabbinle beraber gidip çarpışın, biz de kesinlikle sizinle beraber çarpışacağız" diyoruz. Seni Hakk ile gönderen Allah'a yemin ederim ki sen bizi (Mekke'den beş gün uzakta bulunan "Berk-i Gimâd" mevkiine kadar götürecek olsan bile sen oraya ulaşıncaya kadar seninle birlikte yiğitlik gösteririz" dedi. Efendimiz (s.a.v.)'de bunun üzerine ona hayırlı sözler söyledi ve ona dûâ etti.
Sa'd b. Muaz (r.a.) ise:
- Yâ Rasülellah! Vallahi, sen bize şu denizi göstersen seninle birlikte oraya dolarız, dedi. Onun bu sözü Rasûlüllah (s.a.v.)'ı son derece sevindirdi de:
"Haydi yola gidin ve birbirinize -müjde verin. Rabbim bana iki taifeden birini; ya kervanı ele geçirmeyi yada Kureyş müfrezesini yeneceğimi va'd etti" buyurdu.
Yola devam ederek Bedir yakınlarına gelip konakladı. Gece kararınca Ali, Zübeyr ve Sa'dı ufak bir müfreze içinde haber alıp getirmek için Bedir'e yolladı. Onlar orada Kureyş ordusuna su taşıyan develerle, Eşlem ve Ebû Yesâr adlı kölelerini yakalayıp onları Nebî (s.a.v.)'e getirdiler. Onları sorguladıklarında bu ikisi, "Biz Kureyş ordusunun sucularıyız" dediler. Ashab bu haberden hoşlanmadılar. Zira onlar, bu heriflerin Mekke'ye giden kervanın sucuları olduğunu umuyorlardı. Bunun üzerine -inanmayıp- bunları dövmeye başladılar. Dayak canlarını yakınca laflarını doğrultup, "Evet, biz Ebû Süfya'nın kervanında-nız" demek mecburiyetinde kaldılar.
Bu sırada Nebi (s.a.v.) namaz kılıyordu. Selam verince: "Bu ikisi doğru söylediğinde dövdünüz, Yalan söylediklerinde ise bırakıver-diniz" buyurdu; sonrada bu iki köleye dönüp; "Kureyşlilerin nerde olduğunu bana haber verin" buyurdu. Onlarda ilerdeki kum tepelerine işaret ederek; "Onlar şu tepenin arkasındalar" dediler. Efendimiz, "Her gün kaç deve kesiyorlar" diye sorunca onlar: "Dokuz yahut on deve" dediler. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.): "Öyleyse Kureyşten gelenler dokuzyüz ilâ bin kişi arasındadır" buyurdu.24[2]
Peygamber (s.a.v.)'in haber almak üzere gönderdiği iki kişiye gelince; bunlar, develerini Bedir suyu yakınında çöktürüp (ıhtırıp) su mataralarını doldurmaya başladılar. Mecdî b. Amr onlara çok yakın
24[2] Beyhaki'nin İbni İshak'tan naklinde şu ilave vardır: "Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bunlara, "Aralarımla Kureyş eşrafından kim vardı?" diye sorunca, "Utbe, Şeybe" diyerek Kureyş ağalarını saydılar. Bundan sonra Allah RasûlÜ arkadaşlarına doğru dönüp:
- İşte Mekke! Size ciğerinin bir bölümünü attı, buyurdu. Bak. Beyhakî Delaîl 3/42, 43.
biryerde bulunuyorsada onlar Mecdî'yi farkedemediler.
Bu arada oraya yakın bir yerleşim yerinden gelen iki cariyeden birinin diğerine: "kervan buraya yarın veya öbür gün ulaşabilir, ben onlara çalışacağım sonra sana öderim." dediklerini duydular. Mecdî onlan geri çevirdi. O, Ebû Süfyan'm casusu idi. O iki kişi geri dönüp Nebî (s.a.v.)',e durumu haber verdiler.
Ebû Süfyan, Bedir kuyusuna kervanla yaklaştığında, tek başına ileri geçip Bedir suyuna kadar geldi. Oradaki casusu Mecdî'ye: "Bu civarda birileri olabileceğini hissettin mi?" deyince; oradaki gördüğü iki binekliden bahsetti. Ebû Süfyan bunu duyar duymaz onların hayvanlarını çöktürdüğü yere gelip develerin dışkılarından alıp onu ufaladı. Birde baktı ki, içinde hurma çekirdeği var! "Vallahi işte bu Medine halkının hayvanlarına verdiği yem" diye bağırıp sür'atle geri döndü ve kervanın yolunu değiştirdi ve sahil yolunu tuttu. Birisini de, "biz kurtulduk, sizde geriye dönün desinler" diye Kureyş'e yolladı. Bunu duyan Ebû Cehil:
"Vallahi, Bedir suyuna uğrayıp, orada su başında üçgün kalmadıkça asla geri dönmeyeceğiz. Böyle yaparsak, ebediyyen Araplar bizden çekinecektir" dedi.
Benî Zühre boylarının hepsi ile anlaşmalı bulunan Ahnes b. Şeriq geri döndü. Ahnes onlar arasında sözü dinlenen ve sayılan biriydi. Sonra Kureyş Bedir vadisinin öbür ucuna konakladı.
Peygamber (s.a.v.) Bedir suyuna onlardan önce varmış oldu. Kureyşlileri suya daha çabuk ulaşmaktan alıkoyan şey, yağan muazzam bir yağmurdu. Bu yağmurdan Müslümanlara sadece toprağın yüzünü ıslatacak kadar bir şey isabet etti. Rasûlüllah (s.a.v.) ve arkadaşları, Bedir kuyularından Medine'ye en yakın olanının yanında konakladı.
Hubâb b. Münzir b. Amr b. Cumuh: "Yâ Rasûlallah! Bu konakladığımız yer hakkında ne dersin? Burası Allah'ın seni konaklatıp bir adım ileri ve geri gitmeye hakkımız olmayan bir yermi?, yoksa bir görüş olup harb ve tuzak yeri mi?" diye sordu. Efendimiz: "Bu bir Allah emri değil, aksine bu bir görüş olup harb ve tuzak kurmaya müsait bir yer" deyince Hubâb:
- O zaman, burası senin konaklayacağın yer değil. Bizi derhal yola çıkar, ta Kureyş'in konakladığı yere en yakın suya kadar götür ve orada konaklayalım da, geride kalan bütün kuyuları toprakla dolduralım. Kalan tek kuyunun etrafına -genişçe- bir havuz yapıp suyunu çekerek oraya dolduralım. Böylece biz suyumuzu içerken onlar su içemesinler, diye teklifte bulundu.
Nebî (s.a.v.) bu teklifi uygun buldu ve Hubâb'ın görüşünü icra etmeye başlayıp, kuyuların kapatılma emrini vererek kapattırdı. Son kuyunun etrafına bir havuz yaptırıp su ile doldurdu. Orada Nebî (s.a.v.)'nin kalabileceği bir çadır çardağı kuruldu. Peygamber (s.a.v.) Harbin olacağı meydana kadar yürüyüp, ashabına Kureyşlilerin çarpışıp öldürüleceği yerleri göstererek, "şurası falanın", "şurası falancanın serileceği yer" buyurdu. Kureyşlilerden -Efendimizin gösterdiği yerin dışında- ölen hiç kimse olmadı.
Sonra kureyşliler adamlarını gönderdiler ve Müslümanların sayısının ne kadar olduğunu tahmin ettiler. Aralarında iki de süvarî'de vardı. Bunlar Mikdad ile Zübeyr idi. Utbe b. Rabî'a ile Hakim b. Hi-zam Kureyşin geri dönmesini arzu ettilerse de diğerleri reddettiler. Onları asıl harbe teşvik edense
Ebû Cehil idi. Sabahleyin suya doğru yola çıktılar. Rasûlüllah (s.a.v.) onların kendilerine doğru geldiğini görünce:
"Allah'ım! İşte Kureyş. Öğünerek kibirlenerek, sana düşmanlık yaparak, Peygamberlerini yalanlayarak geliyor. Allah'ım! Bana va'-dettiğin zaferi nasib et, Allah'ım onları kuşluk vakti kahret" buyurdu.
Nebî (s.a.v.) Efendimiz kızıl bir deve üzerinde Utbe b. Rabîa'yı topluluk içinde görünce: "Eğer bu topluluğun içinde bulunanlardan birinde hayır varsa, bu, kızıl devenin sahibindedir. Onu dinlerlerse doğru yolu bulurlar" buyurdu.
Hufaf b. îmâ b. Rahsa el-Gıfarî, geçerken kendisine uğrayan Kureyşlilere arkalarından hediye olarak birkaç deveyi oğluyla birlikte hediye olarak yollamışlardı. Kureyşliler'e "Eğer arzu ederseniz size silah ve savaşacak adamlarda verebiliriz" teklifinde bulunmuştu. Kureyşliler de ona; "Sen akrabalık bağlarını yerine getirdin, sana yakışanı yaptın, Yemin olsun ki, biz -bu karşımızdaki- insanlarla savaşı-
yor isek, kendimizde herhangi bir zaaf olmadığından savaşıyoruz. Biz, Muhammed'inde iddia ettiği gibi Allaha karşı savaşıyor isek, kimsenin gücü Allah'a yetecek değildir" dediler.
Kureyş ordusu, hayvanlarından inip konaklayınca, kureyş'ten bir gurup insan kalkıp Rasûlüllah (s.a.v.)'m yaptırdığı havuza kadar geidi-ler. Rasûlülah onlara engel olmak isteyen arkadaşlarına "Onlara dokunmayın! Zira, Hakim b. Hizam dışında, bunlardan bu sudan içen her kişi bu gün öldürülecektir" buyurdu. Hakim b. Hizam gerçekten daha sonra İslam'a girdi. Hakim, ciddi bir meselede yemin edecek olsa; "Hayır! Bedir günü beni öldürülmekten kurtaran zata yemin olsun ki...." diyerek yemin ederdi.
Bir müddet sonra Kureyşliler, Müslüman askerinin sayısının ne kadar olduğunu, göz kararı tahminlemek üzere, Umeyr b. Vehb el-Cümehî'yi vazifelendirdiler. Umeyr gidip geri geldikten sonra "Müslümanlar sanıyorum üç yüz civarında, ya biraz fazla, veya biraz eksik olabilir" dedikten sonra, "Ama bana biraz daha müsade edin, ben bunların saklanan adamları veya arkadan gelen yardım kuvvetleri varmı?, bir bakıp geleyim" diyerek Bedir vadisini baştan sona kadar geçti, ama hiçbir şey göremedi. Kureyş'in yanma geri dönüp geldiğinde onlara:
- Hiç birşey görmedim ama, -Ey Kureyş topluluğu- esasta ölüm taşıyıp gelen bir belâ gördüm. Medine'nin su develeri su değil kahredici bir ölüm taşıyor gibi geldi bana. Öyle bir toplum gördümki kılıçlan dışında ne sığmakları ne de engelleri var. Vallahi öyle anlıyorumki onlardan hiç birisi sizden birini Öldürmeden ölmeyecektir. Sizden kendi sayıları kadar adam öldürdükten sonra, hayatın ne tadı vardır? Haydi kanaatlerinizi ortaya koyun, dedi.
Hakîm b. Hizam bunları duyunca insanlarla birlikte yürüyüp Utbe b. Rabî'a'nın yanma geldi ve ona;
- Yâ Ebâ'l-Velîd! Kureyş kabilesinin en yaşlısı, lideri ve sözü en geçeni sensin. Dünyanın sonuna kadar adıyın hayırla anılmasını is-termisin? dedi. Utbe: "O nasıl olacak?" deyince:
"İnsanları geri dönder. Anlaşmalı bulunduğun Âmir b. el-Hadramî'nin işini de sen üstüne al" dedi.
Bunun üzerine Utbe ona:
"Tamam dediğini yapıyorum. Sen bu hususta bana yardımcı ol. Zîraa o dediğin Amîr benimle anlaşması olan birisi olup, onun aklı ile malından elimde bulunan şeylerin sorumluluğu bana ait. Ama sen Hanzaliyye'nin oğluna git. (Ebu Cehlin anasının adı Hanzaliyye idi) Zîra ben, insanların hepsini alakadar eden bu konuda, ondan başkasının fesat yaymasından bir korkum yok (bu işi yapsa sadece o yapar), dedi.
Sonra Utbe kalkıp oradakilere hitaben:
- "Ey Kureyşliler! Vallahi siz Muhammed ve ashabı ile karşılaşıp savaşmakla, gerçekte hiç birşey yapmış olmayacaksınız. Ama, siz onu alt edecek olsanız bile artık bir daha kimse kimsenin yüzüne gülerek bakamayacaktır. Ya amcasının oğlunu ya dayısının oğlunu veya en azından kendi kabilesinden tanıdığı birini öldürmüş bîr insan olacaksınız. Haydi geri dönün ve Muhammed ile diğer Arap topluluklarının arasına girmeyin. Onlar işlerini kendileri halletsin. Eğer Kureyş dışındaki diğer Araplar Muhammedi yenecek olurlarsa ne âlâ. Yok durum bunun aksine olacak olursa, ben sizi müdafaya yeterim ve arzu ettiğiniz şeye onun sebebiyle bulaşmamış olursunuz."
Hakîm devamla şöyle anlattı:
Ben Utbeyi temsilen kalkıp Ebû Cehlin yanına geldim. Baktımki, zırhının cirabını bağlamış, zırhım harbe hazırlamakla meşgul. Ona dedim kî*
"Ya Ebe'l-Hakem.! beni sana Utbe, şu,şu meseleleri anlatmam için gönderdi" dedim. Bunu duyan ebu cehil;
- "Vallahi Muhammed ve arkadaşlarını görünce, onun dalağı korkudan şişmiş. Asla olamaz. Vallahi Allah, Muhammed ile bizim aramızda tam bir hüküm verinceye kadar geriye dönmeyeceğiz. Utbe dediğinin ne olduğunun farkında değil. O, Muhammed ve ashabım deve yerken görmüş, hemde onların arasında Utbenin oğlu da var. O da sizi Muhammed'den korkutmuş" deyip ardından da Amir b. el-Hadramiye bir adamını yollayıp şunları söyledi:
- "Şu senin anlaşmalın Utbe varya, insanları harpten geri çevirmek istiyor. Ben ise kesinlikle senin gözlerinde intikam pırıltıları görüyorum. Kalk da kendini, himayesine alabilecek başka bir isim bul ve kardeşinin ölümünü insanlar arasında ilan et" dedi. Bunu duyan Amir'de kalkıp, başını açtı ve olanca sesiyle:
- Vâ Amrâh, vâ Amrâh! diye bağırdı. Böylece harb ateşi iyice alevlendi, insanların akılları karıştı ve içine düştükleri bu belalı duruma katılmak için sıraya girdiler. Böylece Ebû Cehil, Utbe'nin insanları çağırdığı iyi yola karşı, onların akıllarını karıştırıp işleri berbat etti.
Ebû Cehil'in kendisi hakkında kullandığı "Onun vallahi korkudan dalağı (ciğeri) şişmiş" lafı Utbe'nin kulağına ulaşınca; "Kıçını kimin sıfırlattığını, dalağı şişenin kim olduğunu çok yakında o da görecek" diyerek tepki gösterdi. Sonra Utbe başına giymek üzere bir miğfer istedi. Ama, başının iriliği sebebiyle ordu içinde kendi başına uyacak bir miğfer bulunamadı. Böylece oda yanında bulunan bir bürde'yi sarık gibi başına doladı.
Ahlaksız, serkeş huylu birisi olan El-Esved b. Abdi'1-Esed el-Mahzûmî ortaya çıkıp:
Megâzî
"Allah'a söz veriyorum ki, Ben Muhammed ve arkadaşlarının havuzundan su içeceğim, içemezsem havuzu yıkacağım yahut onun çevresinde çarpışırken öleceğim" dedi ve havuzun yanma geldi.
Ona karşı Hamza b. Abdi'l-Muttalib (r.a.) mübarezeye çıktı. Karşılaşır karşılaşmaz Hz. Hamza onun ayağım bir darbe ile ikiye biçti. O anda havuzun etrafmdalardı. Esved ayağı kan fışkırarak sırtüstü yere düştü. Sonra fırlayıp havuza kadar gelib ve yeminini yerine getirmek için havuza doğru eğildi. Ama Hamza peşini bırakmayıp onu havuzun içinde iken öldürdü.
Sonra Kureyşten Utbe b. Rabiâ, kardeşi olan Şeybe b. Rabî'a ve öz oğlu Velîd b. Utbe ile birlikte çarpışmak için meydana çıkıp müs-lümanları meydana da'vet etti. Onlara karşı çarpışmak için Afra'nın iki oğlu, Avf ile Muavvez ve birde Ensarlı biri ortaya çıktı. Bunlara; "Siz de kim oluyorsunuz?" dediler. Onlarda: "Biz Ensar'danız" deyince, "Bizim sizinle bir hesabımız yok. Bize bizim kendi kavmimiz olan Kureyşten bizim dengimiz olanlar çıkmalı" dediler. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.v.):
- Kalkın ey Ubeyd b. el-Hâris, ey Hamza, ey Ali, buyurdu. Müşriklere yaklaştıklarında, "Siz kimsiniz?" diye sordular. Onlarda adlarını söyleyince Utbe; "Tam bizim dengimiz," dedi. İçlerinde en yaşlısı Ubeyd b. Haris, Utbe ile, Hamza, Şeybe ile, Ali de Velîd b. Utbe ile düelloya başladı.
Hz. Hamza, Şeybeye hiç fırsat vermeden derhal öldürdü. Ali (r.a.)'de Velîd'e hiç aman tanımadan öldürdü. Ubey'de (r.a.) ile utbe arasındaki çarpışmada iki darbe oldu, her ikiside birer kılıç isabet et-tirdiler. Ali ve Hamza (r.a.) Utbe'ye saldırıp yaralı olan Ubeyde (r.a.)'yı alıp arkadaşlarının yanına götürdüler.
Bu ön düellolardan sonra iki ordu birbirine saldırdı. Peygamberimiz (s.a.v.), ashabına kendi bizzat emir vermedikçe saldırıya geçmemelerini emretmiş ve "Onları kendinizden ok atarak uzak tutun" buyurmuştu. Kendileri harb için kurulan çardağında olup Ebû Bekir (r.a.)'de beraberinde idi. Vakit Ramazan ayının onyedinci günü bir Cum'a sabahı idi. Sonra Allah Rasûlü harp saflarını bizzat kendi tanzim etti. Çadırına tekrar geri döndüğünde yanında sadece Ebû Bekir (r.a.) vardı. Rabbine niyazda ve yalvarışlarda bulunarak:
"yâ Rabbi! Eğer bugün şu topluluğun helak olmasına müsade edersen, artık yer yüzünde sana tapınılmayacaktır" diyordu. Ebû Bekir (r.a.) ise "Bu senin Rabbinle olan bir münâşedenmi.. Zira Allah kesinlikle sana verdiği va'dini yerine getirecektir," diyordu. Ardından Allah Rasûlüne bir uyuklama gelir gibi oldu ve birden uyandı, ardında da:
Müjde yâ Ebâ Bekr! Sana zafer geldi. İşte Cebrail, atının yularını tutmuş onu çekip götürüyor.
Ömer (r.a.)'in kölesi Mihcâ (r.a.)'a bir ok isabet etti.25[3] İşte Allah yolunda öldürülen ilk şehid bu, "MİHCÂ" oldu. Ardından havuzdan su içmeye uğraşan Harise b. Sürâka en-Necarî'ye atılan oklardan
25[3] İbni Ebî Şeybe 14/388.
biri isabet ederek öldürdü.
Sonra Allah Rasûlü Çardağından çıkıp, insanların yanma, onları çarpışmaya teşvik etmek üzere geldi. Umeyr b. el-Hümâm öldürü-lünceye kadar çarpıştı. Sonra -onun annesi olan- Avf b. Afrâ'da çarpışa çarpışa öldürüldü.
Sonra Allah Rasûlü bir avuç çakıl alıp müşriklere doğru atarak "şu yüzler çirkinleşsin" buyurup, ashabına da: "Haydi onlara çok şiddetli saldırın" buyurdu. Artık hezimetleri başlamış, Allah küfür liderlerinden çoğunu öldürmüştü. O gün yetmiş kişi öldürül- ' müş, bir o kadarı da esir edilmişti.
Allah Rasûlü yeniden Çardağına dönmüştü. Ensardan bir gurup genç ile Sa'd b. Muâz (r.a.), düşmanlar geri gelirde Rasûlüllah (s.a.v.)'a saldırır korkusuyla, Çardağın kapısında nöbet tutuyorlardı.
Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına:
"Kesinlikle biliyorumki, hem Haşimoğullarından hem de diğer A-rap boylarından bir takım insanlar bizimle asla çarpışma ihtiyaçları olmadığı halde zorla harbe getirildiler. Artık kim Haşimoğullarından birine rastlarsa, herkim Ebû'l Buhterî b. Haşim b. el-Hârisre rastlarsa sakın öldürmesin. Kim Amcam Abbas'a rastlarsa onu öldürmesin, zira o sadece zorlanarak buraya getirilmiştir" buyurdu. Orada bulunan Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabî'a da:
"Biz kendi babalarımızı, öz kardeşlerimizi öldürüpte Abbas'ı bırakacağız ha? Vallahi eğer Abbas'a rastlayacak olursam kılıçla onun etini doğrayacağım" diye arkadaşlarına söyledi. Bu söz Rasûlüllah (s.a.v.)'a ulaşınca yanında bulunan Ömer'e (r.a.):
"Yâ Ömer! Allah Rasûlünün amcasının yüzüne kılıç çalınacak ha?" buyurdu. Bunun üzerine Ömer (r.a,):
"Bana müsâde et de şu münafığın kafasını uçurayım" dedi. Daha sonraları -bu mesele anlatılınca- Ebû Huzeyfe (r.a.):
"Ben o gün, ağzımdan kaçırdığım bu sözden kurtulacağıma emin olmadım, halâ da (münafıkmıyım) korkusunu çekiyorum. Buna keffâ-ret olarak şehid oluncaya kadarda bu korkuyu çekmeye devam edeceğim" diyordu. Gerçekten de, Yemâme harbinde şehit düştü.
Efendimizin "öldürmeyin" dediği Ebû'l Buhterî, Kureyş içinde Rasûlüllah'ı en fazla müdafa eden biriydi. Meşhur anlaşma sayfasını nakletmek üzere kalktığında, Ensarlilarla anlaşması bulunan el-Mücezzir b. Ziyad el-Belevî, ona rastlamış ve; "Allah Rasûlü seni öldürmeyi bize yasakladı" demişti. Bunu duyan Ebû'î Buhterî, "Arkadaşım Cünâde el-Leysî de öldürülmesin" dedi. El-Mücezzir ise:
"Hayır, bu olamaz. Vallahi Rasûlüllah (s.a.v.) bize sadece senin öl-dürülmemeni emretti" deyince Ebu'l Buhterî de:
"Öyleyse ben ve o beraber öleceğiz. Mekke kadınları arkam sıra; "Dünya hayatı hırsına kapılıp da arkadaşını terketti," diyemeyecekler dedi. Böylece çarpışmaya tutuştular. Mücezzir baskın gelip Ebû'l Buhterî'yi öldürdü. Sonra Peygamber (s.a.v.)'e gelerek:
"Seni hak ile gönderen zat'a yemin olsunki, onu esir olarak sana getireyim diye çok uğraştımsa da olmadı, benimle zorla savaştı" diye anlattı.
Abdurrahman b. Avf (r.a.)'da o günlerini şöyle anlatıyor:
- Mekke'de iken Ümeyye b. Halef benim arkadaşımdı. Bedir günü kâfirlerden ele geçirdiğim zırhlarla giderken Ümeyye b. Halef rast geldi. Bana hitaben, "Senin bana ihtiyacın var mı? Ben sana şu zırhlardan daha hayırlıyım sanıyorum?" dedi. Bende; "Evet, haydi gel öyleyse deyip zırhları atıverdim. Onunla oğlunun ellerinden tuttum."
"Böyle bir gün görmedim. Sizin sâde ihtiyacınız var mı?" diyordu. Yani kim beni bu gün esir alıpta öldürmekten kurtarırsa ben ona sütü çok olan bir deve bağışlayacağım, diyordu. Ben onları alıp yürümeye başladım. Ümeyye bana, "Göksünde deve kuşu yeleği (tüyü) alameti bulunan şu adam kim?" dedi. "Hamza"dır, deyince, "bize yapacaklarını yapan odur" dedi. Abdurrahman b. Avf devamla derki:
.- Vallahi ben baba oğulu götürüp gidiyordum ki birde onu Bilal (r.a.) şörmezmi. Mekke'de iken Bilal'e en çok işkence yapan o idi. Bilâl (fa) onu görünce:
-"Küfrün başı Ümeyye b. Halef değil mi bu? Eğer bu herif ölümden kurtulursa ben kurtulmayayım" dedi. Übey bana; "Yâ Abdürrahmân, duyuyyrmusun kara karının oğlu ne diyor!?" dedi. Sonra Bilal olanca sesi ile bağırarak:
"Ey Allah'ın Ensarı! İşte küfrün başı Ümeyye b. Halef burada. E-ğer o kurtulacaksa ben kurtulmayacağım" dedi. Böylece Ensar bizi çevirdi. Ben var gücümle Ümeyye'yi korumaya çalışıyordum. Adamın biri arkadan kılıcı sallayınca oğlunun ayağını kesip yere düşürdü. Bunu gören Ümeyye müthiş şekilde bağırdı. Ben Ona; "Kurtuluş yok, vallahi benim seni koruyacak halim kalmadı, kurtarabilirsen canını kurtarmaya bak" dedim. Ensarlılar onu ve oğlunu kılıçtan geçirdi. Al-lah Bilâl'e rahmet etsin. Onun yüzünden ele geçirdiğim zırhlar gitti, üstelik benim esirime bu faciayı yaptı...
İbni Abbas (r.a.)'da Gifar kabilesinden bir adamın şöyle anlattığım rivayet eder:
- Bedir günü ben ve Amca oğullarımdan biri kalkıp Bedir'i tam kontrol edebileceğimiz bir dağın üzerine çıktık. Biz ikimizde o zaman henüz müşrik olup harbi hangi tarafın kazanacağını gözetliyorduk. Harbden sonra yenen tarafla birlikte -bizde varmışız gibi- harb ganimetini-yağma edecektik. Biz dağda iken birden bire bize yakın bir bulut geçti. Ben bulutun içinde at kişnemelerini işittiğim gibi, "Hücum et Hayzûm" diyen birinin sesini de duydum. Amcam oğlunun ödü patlayıp orada canverdi. Ben de nerdeyse gebereyazdım. Sonra kendime gelebildim.
Bu olayı Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm, kendisine nakleden - adı belli olmayan- biri aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet ediyor.
Yine bu İbni Hazm, Benî Sâide kabilesinden birisi aracılığıyla Ebû Ûseyd Mâlik b. Rabî'a'mn şöyle dediğini anlatır:
-Eğer gözlerim eskisi gibi görür olsaydı, bende Bedir'de olsaydım, Meleklerin çıkıp geldikleri kayağı
size kesinlikle gösterebilirdim....
İbni İshak derki:
Bana babam, bir adam vasıtasıyla Ebû Dâvûd el-Mâzinî'nin şöyle söylediğini rivayet etti:
"Bedir günü müşrikler'den birini kılıçla işini bitireyim diye takib ediyordum. Bir de ne göreyim!, daha benim kılıç onun kafasına bile ulaşmadan, herifin kellesi yere düştü. Anladım ki onu benden başka birisi öldürdü."
ibni Abbas (r.a.), "Melaikeler sadece Bedir harbinde savaşmış, diğer harplerde çarpışmamışlardır" diyor.
Bu sırada Ebû Cehil - sık ağaçlarla çevrili- Koruluk gibi bir yere sığınmıştı. Geride kalan arkadaşları; "Ebu'l-Hakem'e (Ebû Cehil) ulaşılamaz" diye konuşuyorlardı. Muâz b. Amr b. Cumuh derki; "Ben bu lafları duyunca, "Ebu Cehil'i haklama işi benim isimdir" kararını verdim ve onu yakalamak kasdıyla bulunduğu yere doğru yürüdüm. Onu bulup, fırsatı yakalayınca ona öyle bir kılıç darbesi indirdimki, ayağı inciğinin ortasından kesilip koptu. Vallahi ayağı parçalandığında tıpkı dibek taşının altında kırılıp parçalanan hurma çekirdeği gibi parçalanmıştı.
Ebû Cehl'in oğlu ilerime, bu esnada yetişip omuzuma bir kılıç darbesi indirdi ve.elimi kesti. Yanımda bulunan bir deriyle bağladım. Zira harbin acelesi kesilen kolumla uğraşmaya vakit bırakmıyordu. O gün akşama kadar çarpışmaya devam ettim. Kolumu arkam sıra sürüdüm durdum. Artık elim iyice ağrımaya başlayınca elimin üzerine ayağımla bastım ve kopanncaya kadar üzerinden çiğnedim."
İbni Abbas derki:26[4] Bu Muâz (r.a.)'da Hz. Osman'ın halifelik yıllarına kadar yaşadı.
Sonra, yaralı halde bulunan Ebû Cehl'e Muavvez b. Afra rastladı ve kılıcını sallayıp tam isabet ettirdi. Onu Ölüme terkederek yanından ayrıldı.
Muavvez b. Afra (r.a.) o gün şehit olana kadar savaştı. Kardeşi Avf ise, Muavvez'den önce şehid olmuştu. Babalarının adı, El-Hâris b. Rifâ'a b. el-Hâris ez-Zûrakî idi.
Daha sonra Peygamberimizin emri ile Ebû Cehli aramak üzere yola çıkan Abdullah b. Mes'ûd (r.a.), Ebû Cehl'in yanına geldi.
Bana ulaştığına göre Nebî (s.a.v.) (İbni Mes'ûd'a) şöyle demişti: "Eğer ölülerin içinde Ebû Cehl'in hangisi olduğunu seçemiyecek olursanız o zaman, dizinde yara eseri bulunan ölüyü arayın. Çünkü biz henüz sabi iken, Abdullah b. Cûd'ân'ın düğün yemeğinde kalabalıktan ikimiz sıkışmıştık. Ben ondan vücutça az farklıydım. Onu itekledim de diz üstü düşüp diz derisi derince yırtılmıştı."
İbni Mes'ût (r.a.) devamla derki:
- Ben Ebû Cehl'i son dakikalarını yaşarken buldum. Ayağımı boynuna bastım - bu mel'un beni Mekke'de iken yakalayıp çeneme yumruk atarak işkence etmişti.- ve ona; "Söyle lan, Allah düşmanı! Şimdi Allah seni rüsvay etmedimi?" dedim. O da: "Beni ne ile rüsvay ediyorsun,
26[4] Vakidî 1/87.
öldürdüğünüz adamın üstüne çıkarak mı?" dedi. Bana söylermisin bu gün zafer sırası kimde?" dedi. Ben de: "Zafer, Allah ve
Rasûlüne aittir." deyince Ebû Cehl: -Benim, üzerine çıktığımı kasdederek- "Bire koyun çobancığı sen pek çetin bir yere tırmanıp çıktın" diye - hâlâ böbürlenererk- söylendi. Bende başım kılıçla keserek Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirdim ve, "Yâ Rasûlelİahİ İşte şu elimdeki Allah düşmanı Ebû Cehl'in başıdır" dedim. Efendimiz (s.a.v.)'de: "Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah için O mu?" buyurdu. "Evet" diyerek Ebû Cehl'in başım Nebî (s.a.v.) önüne attım.27[5]
Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) öldürülen Müşrik cesetlerinin oradaki kör kuyulardan birine atılmasını emretti. Ümeyye b. Halef dışındaki cesetler o çukura taşındılar. Ürneyye'nin cesedi zırhın içinde şişerek sıkışmıştı. Gidip çıkarmaya uğraştıklarında ceset parçalanıveriyor bir halde olduğu için onu olduğu yerde bırakıp üzerine toprak atarak defnettiler.
Cesetlerin hepsi, aynı kör kuyu çukuruna doldurma işi bitince, Nebî (s.a.v.) onların başucunda dikildi ve:
yudakiler! Sizin ilahınızın size va'dettiğini şimdi gerçek olarak bulabildinizmi. Ben Rabbîmin bana va'dettiği şeyin hakikat olduğunu bulmuş durumdayım" buyurdu.
Bunu ashab; "Yâ Rasûlellah! Sen ölüpte cîfe haline gelen bir topluluğa -dirilere konuştuğun gibi- hitab mı ediyorsun!..? diye sorduklarında onlara: "Benim onlara söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Lâkin bunlar cevap vermeye muktedir değillerdir" buyurdu.28[6]
Bu hadiseyi anlatan bir başka rivayette:
- Nebî (s.a.v.) gece yarısı "Yâ Utbe b. Rabîa, Yâ Şeybe b. Rabî'a, Yâ Ümeyye b. Halef, Yâ Ebû Cehl b. Hişâm, diyerek kuyuda bulunanların adlarım birer birer söyleyerek, yukardaki sözlerini tekrarladığı, geçmektedir.29[7]
İbni îshak burada şu ilaveyi nakleder; Bana ilim ehli birisi Nebî (s.a.v.)'nin: "Siz kendi Peygamberinize karşı ne kötü bir kavm; oldunuz. Siz beni yalanlarken diğer insanlar beni tasdik ediyordu. Siz beni, benim yurdumdan çıkartırken onlar beni barındırdı, siz benimle çarpışırken onlar bana destek oldu" buyurduğunu, anlattı.30[8]
27[5] Buharı Meğazî 64/8; Müslim Cihad ve's Siyer 118; Miisned 1/444; Beyhakî S. Kübra 9/62; Beyhakî Delail 3/86,87; Taberanî M. Kebîr 9/81, 82, 83, 84.
Zehebî kısaltmış olarak naklediyor. Beyhakî, Taberanî, İmam Ahmed ve diğerleri konuyu parça parça olarak daha geniş verimler. Orada şu ilaveler var: - Efendimiz birine yemin verirse böyle söylerdi. Ben evet deyince: "Kuluna yardım eden, sözünü yerine getiren, kafir toplumu perişan eden, Allah'a hamal olsun" deyip, kalkıp Ebû Cehl'in yanına geldi ve "İşte bu Ümmetin Fir'avn'u bu idi" buyurdu.
28[6] Buharî Meğazî 64/8, h. no Müslim Sıfatû ehlilcenneti ven-Nâr 2873; Hakim Müstedrek 3/224; Müsned 2/Î31, 6/276; Urve Meğazî 143; İbni Hişam 3/51; Taberâni Kebîr 10/198; 7/197; Beyh-Delâil 3/92; Nesâî 4/109; Müsned 1/27, 3/104, 145, 182, 222, 263, 4/29; İbni Ebî Şeybe Musannef 14/379; Taberanî Kebir 10/198; T. Sagîr 2/113; İbni Ebî Âsim Es-Sünne 2/427.
29[7] Müsned 3/104, 263, 287, 4/29; Ebû Ya'lâ Müsned 6/h. no 3809, 3857; Enes'ten Müslim
2874; Yine bu Haberi Ömer (r.a.)'de naklederki (Ebû Ya'la l/h. no 140) Enes, hadisi zaten Ömer'den alır. Yine Ebû Ya'la 1431 no ile Ebû Talha'dan da aynısını nakleder; Buharî 64/8'deki Enes hadisinde, Nebî (s.a.v.)'in o zaman 24 tane Kureyş ulusu'nun adlarını vererek "Ya falan oğlu falan, Yâ falan oğlu falan! dediğini nakledip "ölülerin duyup duymadığını" sorun zatın Ömer olduğunu bildirir.
30[8] İbni Hişam (Daru'l beyan baskısı) 2/281; Taberî Tarih 2/37; El-Eğanî 4/202; UyûnÜ'l Eser 1/264.
Enes (r.a.) anlatıyor:
- Rabî'a oğlu Utbe'nin cesedi kuyuya atılmak üzere sürüklenip getirildiğinde, Rasûl'ü-Ekrem (s.a.v.) yanı başında Müslüman olarak bulunan Utbe'nin oğlu Ebû Huzeyfe b. Utbe'nin yüzüne bakınca, onun yüzünün rengi solmuş değişmiş bir halde gördü de ona; "Sanıyorum babayın durumundan sana bir şeyler oldu" buyurdu. Ebû Huzeyfe de: "Hayır Yâ Rasûlellah! içime bir şek girmedi. Vallahi babamın durumu hakkında da, şu atılacağı yeri hak edişi hakkında da hiç bir tereddüdüm yok. Ancak, ben bu babamı akıllı, halîm ve bir takım faziletleri olan bir adam olarak bilir ve bir gün bu hasletlerin onu İslam'a ulaştıracağını ümit ederdim. Bugün onun başına geleni görüpte kâfir olarak öldüğünü hatırlayınca, bu durum beni üzdü" deyince, Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Huzeyfe'ye duâ edip, onun hakkında hayırlı sözler söyledi.31[9]
Hicret öncesi, Kureyş'ten Haris b. Rabî'a b. el-Esved, Ebû Kays b. el-Fâkihe b. el-Muğîre, Ebû Kays b. el-Velîd b. el-Muğîre, Ali b. ümeyye b. Halef ve Âs b. Münebbih b. el-Haccâc Müslüman olmuşlardı. Nebî (s.a.v.) Medine'ye hicret edince, Öz babalan ve yakınları bunları Mekke'de hapsetmişlerdi. Dinlerinden döndürmek için alabildiğine akıl karıştıracak fitneler yaptılar, sonunda bunlar dinlerinden döndüler.- Dinde fitneye kapılmaktan Allah'a sığınırız.- Sonra bunlar Kureyşlilerle birlikte gelip Bedir harbine de katıldılarsa da hepside onlarla birlikte öldürüldü. İşte Nisa Sûresi'nin 97'nci âyeti celilesi olan:
"(Peygamberle birlikte hicret etmeyip de kâfirlerle kalarak, birde onlarla Bedir'e gelmekle) Kendilerine zulmedenler olarak, Meleklerin-Allah'ın izniyle- canlarını aldığı şu kimseler varya; -Melekler onlara- "Siz -dininizdeki bu durumda- nerede bulunuyordunuz?" dediler. (Onlarda):
- Bizler yeryüzünde -güçlüler tarafından- ezilmiş kimselerdik" derler. (Meleklerde onlara:) Allah'ın toprakları gayet geniş değil-
miydi, oraya göçseniz olmazmıydı" derler. İşte onlar durakları Cehennem olan kimselerdir. Cehennem ne kötü bir uğraktır."32[10]
Ubâde b. Es-Sâmit (r.a.) anlatıyor: Enfal Sûresi âyeti indi. Bedir harbine katılan biz Müslümanlar hakkında nazil oldu. Biz orada elde edilen ganimetler hakkında ihtüafa düşmüştük, bu yüzdende ahlakımız bozulmuştu. Allah (c.c.) o ganimetleri bizim elimizden alıp, Peygamberine teslim etti. Nebî (s.a.v.) Efendimiz de bunu müslümanlar arasında eşit olarak bölüştürdü.33[11]
Rasûlüllah (s.a.v.) daha sonra, Abdullah b. Ravâha ile Zeyd b. Harise'yi zafer müjdesini vermek üzere Medine'ye yolladı. Üsâme (r.a.) derki: Biz Bedr'in zafer haberini, tam Allah Rasûlünün kızı, Rukıyye (r.a.) annemizin kabrinin toprağını kazıp düzelttiğimizde almıştık. Peygamberimiz Rukiyye validemizin hastalığı dolayısıyla, Hz. Osman'la birlikte beni de harpten alıkoymuştu.34[12]
31[9] îbni Hişam 2/281; Taberî Tarih 2/37.
32[10] İbni Hişam 2/282; Taberî Tefsir Cüz 5 S. 234.
33[11] İbni Hişam 2/283, Taberî Tarih 2/38, EI-Kâmil fıt-Tarih 2/130 Uyunû'l Eser 1/264; Hakim Müstedrek 2/136.
34[12] Taberi 2/38; tbni Hişâm 2/284. Üsame derki sonra babam Zeyd geldi. Bende yanına Musallâ'da geldiğimde etrafını çevirmişlerdi. Babam Utbe, Şeybe, Ebû Cehl, Zem'a, Ebu'i Buhterî, Ümeyye, Nebîh ve Münebbih'in öldürüldüğünü söyleyince ben "bu dediğin hakikatim babacığım?" dedim. "Evet vallahi böyle" dedi.
Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), İçlerinde Ukbe b. Ebî Muayt ile Nade b. el-Hâris'inde bulunduğu esirleri yanma alarak kafileyi Medineye doğru yola çıkardı. Safra köyüne yakın geçidi çıkınca, ganimetleri dağıttı. Ravha yakınlarına geldiğinde, zaferi kutlamak için Bedr'e doğru gelen Müslümanlarla karşılaştı. Seleme b. Selâme bu kutlamaya gelen topluluğu hitaben: Bizi ne ile kutluyorsunuz ki? Vallahi biz Bedirde bir sürü ihtiyar, dazlak kafalı, bağlı deve gibi adamlara rastlayıp onları boğazladık (sanki bir şeymi yaptık) dedi. Bunu duyan Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz tebessüm ederek:
"Yâ kardeşim oğlu! Onlar o toplumun eşrafı ve lid ların sosyeteleri idi," buyurdu.35[13]
Sonra Safra denen mevkide, Nadr b. el-Haris el-Abderî öldürüldü. Irkı'z-Zubye'ye geldiklerinde de Ukbe b. Ebî Muayf öldürüldü. Peygamberimiz öldürülme emrini verince Ukbe: "Ya bebeklere kim bakacak, Yâ Muhammedi" deyince "Ateş" buyurdu.36[14]
Hammâd b. Seleme'de Atâ b. es-Sâib vasıtasıyla Şa'bî'den bu konuda şu sözlerini rivayet eder:
- Nebî (s.a.v.), Ukbe'nin katledilmesini emrettiğinde Ukbe: "Yâ Muhammedi Kureyş arasında sadece beni mi öldüreceksin?" diye sordu "Evet" buyurup yanındakilere; "Bu herifin bana ne yaptığını biliyormuydunuz? Ben Ka'be'de Makâm-ı ibrahim'in arkasında secdedeyken gelip ayağıyla boynuma basarak tekmeledi. Üzerimden uzun zaman kalkmadı, nerdeyse gözlerim çıkacak zannettim. Bir defasında da yine ben secdede iken bir koyunun karnındaki kuzuluğu getirip başıma geçirdi. Fatımâ gelip o pislikleri yıkayarak başımı temizlemişti" buyurdu.37[15]
Bedirde Şehit Düşen Sahabeler
1- Mihca1,
2- Zû'ş-Şimâleyn,
3- Umeyr b. Abd-i Abdirrahmân el-Huzâî,
4- Âkil b. Bûkeyr,
5- Safvân b. Beydâ,
6- Umeyr b. Ebî Vakkâs (Sa'd (r.a.)'m kardeşi),
7- Utbe'nin ayağını ilk düelloda kestiği Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdi-Menâf el-Muttalibî, Bu zat yaralanışının iki gün sonrası Safra mevkiinde vefat etmişti.
İşte bu şehidler Muhacirîn'i-kiram'dan olanlardır.
35[13] Taberî 2/2/38; tbni Hişam 2/285; El Kâmul 2/130.
36[14] Ebû Dâvud, Cihad 1Î8 hadis no 2686; Beyh. S. Kübrâ 6/323; Abdürrezzak, Musannef 9394; Beydavî Şerhû's-Sünne 13/299; Ebû Dâvûd Merasil h. no 298; Hakim 2/124; İbni Hişam 2/286; Taberî 2/38
37[15] Buharı Meğazî 8; Fazâilüs-Sahabe 61/5; Menakibü'l Ensar 62/2; Tefsir Sure 40/1; Müsned 2/204.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/21-41
8- Umeyr b. el-Hümâm,
9- Muavvez b. Afra,
10- Avf b. Afra,
11- Harise b. Sürâka,
12- Yezîd b. el-Haris Füshum,
13- Râfî b. el-Muallû ez-Zürakî,
14- Sa'd b. Hayseme el-Evsî,
15- Mübeşşir b. Abdi'l-Münzir (Ebû Lübâbe'nin kardeşi). Bunların yekünü, on dört şehid idi.38[16]
Bedirde Rabî'a'nın iki oğlu Utbe ile Şeybe katledildiler. İkisinin toplam yaşı yüz kırk sene olup, Şeybe Utbeden üç yaş daha büyük idi.39[17]
Bedir Hezimetinin Mekke'deki Yankısı
İbni İshak anlatıyor:
Kureyşlilerin uğradığı hezimet haberini Mekke'ye ilk getiren, El-Haysumân b. Abdillah el-Huzâî olmuştu. Mekke'liler onu görünce, "Arkanda ne haber var?" dediler. O da:
- Ukbe, Şeybe, Ebû Cehil, Ümeyye, Zem'a b. el-Esved, Nübeyh, Münebbih, Ebu'l-Buhterî b. Hişâm öldürüldü, dedi.
Haysumân bu şekilde Kureyş ulularının adlarını sayarken, o sırada Kabe'deki Hıcr-ı İsmail'de oturmakta olan Safvan b. Ümeyye: "Ulan bu ne diyor, şu herifin aklı başındaysa ona "Safvân b. Ümeyye "ne yaptı ya!" diye benide sorun" dedi. Onlar da, "Peki safvan ne yaptı?" deyince o, "O işte şurada oturuyor, ama vallahi ben onun babasının ve kardeşinin öldürülüşüne şahit oldum" dedi.40[18]
Rasûlüllah (s.a.v.)'ın azatlısı Ebû Rafı' anlatıyor:
- Ben Abbas b. Abdü'l-Muttalib'in kölesi idim. O sırada İslâm, Rasûlüllah'ın Ehl-i Beyt i arasına girmiş idi. Abbas (r.a.) İslâm'a girince ben de Müslüman oldum. Abbas (r.a.) kavminden çekindiğinden onların hilafına bir şey yapmayı uygun bulmayarak, Müslüman olduğunu gizliyordu. Hem Abbas gayet zengin olup, malları da kendi toplumu arasında çalıştırılmak üzere dağılmış durumdaydı.
Ebû Leheb, Bedir harbine katılamamıştı. Kureyş'in hezimet haberi kendisine gelince, Allah onu diz üstü düşürüp perişan etti. Biz ise kendimizde bir güçlenme ve moral geldiğine kanî olduk. Ben zayıf
38[16] İbni Hişam 2/345, 346; Vakıdî Meğazî 1/145, 147; Urve, Meğazî Sayfa 253; Taberî Tarihi 21/47; Beyhakî Deiail 3/122; İbni Sa'd 2/17, 18.
39[17] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/41-42
40[18] İbni Hişam 2/288; Taberî 2/39; El-Kamil 2/131; Uyânü'l Eğer 1/266.
birisi idim. Zemzemin çadırdan kurulu hücresinde zemzem kadehleri oymacılığı yapardım. Bir gün yanımda Ümm-ü Fazl ile oturmuş bir yandanda taştan kadeh oymakla meşgul iken Müslümanların zafer haberiyle sevindik.
Ebû Leheb kötü bir vaziyette ayaklarım sürüyerek geldi ve benim çalıştığım hücreyi kazığa bağlayan ipin üzerine oturdu. Sırtı benim sırtıma dayanmış idi. O henüz aynı şekilde otururken, birden adamlardan birisi: "İşte Ebû Süfyan b. el-Haris b. Abdi'l Muttalib geldi" dedi. Ebû Leheb ona: "Yanıma gel hele, senin Bedir hakkında bilgin vardır" dedi. Ebû Süfyan'da gelip yanına çöktü, İnsanlar etrafım sardılar. Ebû Leheb:
- Bre kardeşim oğlu! Anlat hele insanların durumu ne? dedi. O da, "Vallahi, biz Müslümanlarla karşılaşınca, onlara kendimizi bağışlayarak bizi diledikleri gibi öldürüp, esir almalarına seyirci kal-
makdan başka birşey yapmadık. Allah'a yemin ederimki ben bu sözümle adamlarımızı kınamak istemiyorum. Zira biz yer ile gök arasında doru renkli atlara binmiş bembeyaz adamlara rastladık. Vallahi hiç bir şey onlara yaklaşamıyor, hiç bir kuvvet onlara mukavemet e-demiyordu" dedi.
Ebû Rafı devamla şöyle anlattı:
- Ben hücrenin ipini elimle kaldırdım ve: "Vallahi işte onlar Melekler idi" dedim. Ebû Leheb de elini kaldırıp suratıma müthiş bir tokat attı. Bende üzerine saldırdım. Beni kaldırıp yere çarptı, üzerime çullanarak vurmaya başladı. Ben zaten zayıf birisiydim. Yanımda bulunan Ümmü-FazI fırlayıp hücreyi dayayan payandalardan birini kaptığı gibi Ebû Leheb'e indirdi ve kafasını derin şekilde yardı.
Ümmü Fazl. Ebû Leheb'e: "Sen onu, efendisi yok diye zayıf mı buluyorsun!" diye bağırdı. Ebû Leheb'de perişan, hakir bir halde kalkıp gitti. Vallahi bu olaydan sonra Ebû Leheb sadece yedi gün yaşayabildi. Allah ona bir cild hastalığı olan "adese" hastalığı belası verip öldürdü.41[19]
Kureyşliler bu "adese" hastalığından, Veba'dan korktukları gibi korkarlardı. Hatta şöyle bir olay bile olmuştu: "Kureyşli bir adam o-ğullarına "ikinize de yazıklar olsun" Babanız evinde koktu da siz onu defnetmemekle utanmıyormusunuz!" dedim. Onlarda "biz bu çıbanın bulaşıcı olabileceğinden korkuyoruz" dediler. Adam onlara "haydi gidin! Ben sizi gözetleyeceğim" diye yolladı.. Vallahi Onu normal yıkamayıp uzaktan üzerine su serptiler, sonra cenazeyi Mekke'nin tâ yukarı taraflarına götürüp orada bir duvara yasladılar. Sonra da adamın üzerine taş örerek gömmüş oldular.42[20]
Bu hadiseyi Muhammed b. İshak'tan, Yunus b. Bükeyr bana Hüseyin b. Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas, -İkrime-îbni Abbas isnadıyla, "Bana Nebî (s.a.v.)'nin azatlısı Ebû Rafı anlattıki" diyerek aynı manada rivayet eder.43[21]
41[19] Müsned 6/9; İbnü'l Cevzi el-Muntazam 3/122; İbni Hişam 2/289; Taberî 2/40; El-Eğanî 4/206; Uyûnü'I Eser 1/267; Beyh. Delail 3/145; Beyhakî "hücre" yerine "sopa" derki, bence daha isabetli.
42[20] Ravdu'l Urf 3/67; Beyhakî Delâil 3/146; Taberî 2/40.
43[21] Bu İmam Ahmed'in yukardaki 6/9 isnadıdır.
Abdullah b. Zübeyr'in oğlu Abbâd babası İbni Zübeyr (r.a.)'den şöyle nakleder:
Kureyşliîer, öldürülen adamları için ağıt yakmaya başlamışlardı. Daha sonra kendi kendilerine, "biz bu ağıt işini yapmayalım. Zira Muhammed ve arkadaşları bunu duyarsa pek sevinir" dediler.44[22]
El-Esved b. Muttalib'de bu harbde kayba uğrayanlardan biri idi. Bedir'de üç oğlunu; Zem'a, Akıl ve Haris'i kaybetmişti. Evlatlarına ağıt yapmayı pek severdi.
"Yine ağladığı bir sırada, geceleyin ağlayan birisinin ağıt seslerini duydu. Kendi gözleri o zaman kör olmuş bulunuyordu. Kölesine, "git de bir bak; artık ağıt serbes mi edildi, Kureyşliler ölülerine ağıdamı başlamışlar? Öyleyse bende (Zem'a'nm lakabını söyleyerek) Hakîme'me ağıt yakacağım. Çünkü içim ateş kaynıyor" dedi. Köle gidip geri geldiğinde, "O, kaybettiği devesine ağlayan bir kadınmış deyince" Esved:
- Demek yiten devesine mi ağlıyor? Uykusuzluk onun uyumasına engelmi.
Sen genç devene (Bekre) değil Bedire ağla zira ululuk pek küçüldü.
- Bedre ağla, Husays oğullarının, Mahzûnı oğullarının, Ebû'l Velîd ordusunun yiğitlerine ağla.
- Ağlayacaksan Akîl'e ağla, aslanlar aslanı Hâris'e ağla.
- Ağla onlara, bıkma onlara ağlamaktan, Acaba Ebû Hakîme'nin bir eşi var mı!
- Baksana onlardan sonra bir takım adamlar lider oldular. Bedir harbi olmasaydı onlar hiçbir zaman lider kesilemezdi." dedi.45[23]
İbni İshak derki:
- Sonra Kureyş, esirlerini kurtarmak için fidyelerini yolladı. Mikraz b. Hafs, Süheyl b. Amr'ı kurtarmak için fidye ile birlikte geldi. Orada bulunan Ömer (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Müsade et de şu Süheyl'in dişlerini sökeyim (dili sarksmda), hiç bir yerde bir daha senin aleyhine laf edemesin" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.):
"Ben ona "müsle" işkence yapamam. Zira Allah'ta bana karşılığını yapar. Kimbilir (Yâ Ömer), Süheyl bir gün senin kınamayacağın bir dereceye gelir" buyurdu.46[24]
Bu zat Peygamberimizin vefatından sonra Mekke'de bulunan insanlara Hz. Ebû Bekr'in hutbesine benzer bir konuşma yapmıştı. Müslüman olduktan sonra çok iyi bir Müslüman olmuştu.
Muttaîib b. Ebî Vedâ'a, Mekke'den gizlice yola çıkıp Medine'ye gelmiş ve esir olan babası Ebû
44[22] İbni Hişam 2/289; Taberî 2/41; İbnü'l Cevzî 3/123; Zehebrnin bunu Abdullah b. Zübeyr'e izafesi bir kalem hatası olsa gerek. Zira İbnİ İshak bu haberi buradaki Abbad'ın oğlu Yah-- ya'dan, o da babası Abbad b. Abdullah b. Zübeyr'den naklediyor. Bu takdirde haber Mürsel olmuş oluyor. Zaten Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'de Bedir'de bulunmadı, ya yeni doğdu idi. O ilk doğan Muhacir çocuğudur.
45[23] Parantez arası Zehebîde yok. Biz aynı rivayet olduğu için İbni Hişam 2/290 ve Taberî 2/41fden ikmal ettik. El Muntazam 3/123.
46[24] İbni Hişam 2/291; Taberî 2/41; Kadı İyaz Şîfa 1/676; İbni Ebî Şeybe 14/386; Taberî Tefsir 2/289.
Vedâ'a'yı dörtbin dirhem fidye vererek kurtarıp, birlikte Mekke'ye döndüler.47[25]
Peygamberimizin Kızı Zeyneb'in Bedir Sonrası Hicreti
Peygamber (s.a.v.)'in kızı Zeynep (r.a.), kocası Ebû'I-Âs b. er-Rabî' b. Abdi-Şems'i kurtarmak üzere
fidye masrafını yolladı. Bu Masraf annesi Hatice (r.a.)'nin onu Ebû'1-Âs'a gelin ederken verdiği
gerdanlık idi. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) gerdanlığı görünce (hatırlayarak) acıdı arkadaşlarına; "uygun
görürseniz Zeyneb'in hatırına esirini serbest bırakın, gerdanlığı da geri verin" buyurunca "tabî Yâ
Rasûlellah" dediler ve Ebû'1-Âs'ı serbest bıraktılar. Fakat Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Ebû'l-As'tan
Zeyneb'i boşanma konusunda serbest bırakma şartını aldı.
Zeynep (r.a.)'da Mekke'de yarı esir gibi Medine'ye bırakılmayan "Müstezâfîn" arasında idi.
Peygamber (s.a.v.) bunu gizlemiş, Zeyd b. Harise ile Ensâr'dan birisini onu kurtarmaya göndererek
"Zeynep yanınıza gelinceye kadar Ye'cec mevkiinde bekleyin. Sonra onunla birlikte bana gelin"
buyurmuş idi. ( )48[26]
Bu hadise Bedir'den bir ay sonra vuku bulmuştu.
Ebû'l-Âs Mekke'ye geldiğinde, Hz. Zeyneb'e Babasının yanına gitmesini söyledi. Hz. Zeynep
hazırlığını tamamladı.49[27] Kocasının kardeşi Kinâne b. Er-Rabî' bir deve getirdi. Zeynep ona bindi.
Kinâne'de oklarını ve yayım alarak gündüz ortası deveyi çekerek, Hz. Zeynep'le birlikte yola
koyuldu. Zeynep (ra) devenin hevdecinde idi, bu durumu farkeden kureyşlilerden bir gurup bu
konuyu tartışıp, sonra Hz. Zeyneb'i aramaya çıktılar.
Zî Tuva denen yerde onlara yetiştiler. Onlara ilk yetişen Hebbân b. el-Esved, Nâfı' b. Abd-i Kays ve
Fihrî olmuştu. Hebban Mızrağını sallayarak hevdecteki Zeyneb'i korkuttu. Söylendiğine göre Zeynep
hamile olup bu korku ile karnındaki cenini düşürmüştür. Kocasının kardeşi Kinâne çöküp okları
önüne yaydı ve "Vallahi! Bana yaklaşan herkese bir ok saplayacağım" diye bağırınca insanlar ondan
uzaklaştılar.
Bir gurup Kureyşliyi yanına alan Ebû Süfyan yanma doğru yaklaşarak; "Bire delikanlı! Şu oklarını
çekte seninle adam gibi konuşalım" dedi. O okunu yere indirince Ebû Süfyan yanma gelerek, "Sen
doğru yapmıyorsun, sen bu kadınla güpegündüz, insanların gözü ortasında yola çıktın. Sen
Muhammed yüzünden başımıza gelen hezimeti felaket ve belaları biliyorsun. Sen Onun kızını alıpta
aleniyeten yola çıkınca, Kureyşliîer bunun bizim başımıza, aşağılandığımızda gelen bir felâket
47[25] İmam Ahmed Müsned 5/9; İbni Hişâm 2/290; Taberî 2/41. Orada şu ilave vardır. Rasûlellah (s.a.v.) "Mekke'de bunun akıllı, tüccar bir oğlu var. Sanırım
babasını kurtaracak bir parayla gelir" buyurdu.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/42-47
48[26] İmam Ahmed Müsned 6/276; Ebû Davud 2692; Beyh. Delâil 3/154; İbni Hişâm 2/294, 295; Taberî Tarih 2/43; El-Kâmii 2/134; Hakim Müstedrek 3/236.
49[27] İbni İshak burada şu bilgiyi nakleder: "Zeynep (r.a.) derki: Ben Mekke'de Babamın yanına gitmek İçin gizlice hazırlık yaparken Utbe kızı Hind bana rastgelmiş
ve "Yâ Muhammed'in kızı! Bana senin babayın yanma gitmek istediğin haberi ulaşmadın» sanıyorsun?" demişti. Ben, "böyle birşey istemiş değilim" dedim. Bu
kere O; "amca kızı! Böyle yapma, senin yolda muhtaç olacağın bir eşya veya babana ulaştıracak bir mala ihtiyacın olursa söyle, zîra sana lazım olan herşey bende
var, sakın benden utanma. Zîra kadınlar arasına, erkekler arasına giren düşmanlık giremez" dedi. Vallahi onun bu söylediğine emindim. Buna rağmen korktum ve
ona böyle.bir arzum olduğunu inkâr edip yol hazırlığımı yaptım."
olacağı zarmına kapıldılar. Bizim böyle bir şeye razı olmamız bizim gevşeyip zayıfladığımızı gösterir. Ömrüme yemin olsunki, bizim Zeyneb'i babasına gitmekten alıkoymaya hiç bir ihtiyacımız yok. Ama sen bu kadını geri götürüp bekle. İnsanlar onu geri çevirdiğimizi konuşup ta sesleri yatışınca, gizlice onu yola koyup babasına ulaştırırsın" dedi.
Kinâne bunu uygun görüp geri döndü. Böylece birkaç gece geçti. İnsanların bu husustaki dedi kodusu kesilince Zeyneb'i bir gece yola koydu ve onu Zeyd ile arkadaşına teslim etti. Onlarda Zeyneb'i Nebî (s.a.v.)'nin yanına getirdiler. Zeynep (r.a.) Peygamberimizin yanında kaldı.50[28]
Ebû’l-Âs'ın İslâma Girişi
Böylece îslam dini sebebiyle ayrıldıktan sonra Ebû'l-Âs Mekke'de, Zeynep (r.a.)'de Medine'de kalmış idi. Mekke fethinden az önce, Ebû'l-Âs ticaret yapmak üzere birazı kendine, birazı Kureyş'e ait büyük bir mal ile Şam'a gitti. Şam dönüşünde kendisine bir İslâm müfrezesi rast gelip yanındaki malların hepsim ele geçirdi ve onları kaçmaya mecbur ettiler. Onlarda elde ettikleri mallan Medine'ye getirdiler. Ebû'l-Âs geceleyin gelip Hz. Zeynep (r.a.)'in yanma girdi ve kendisini korumaya almasını istedi. Zeynep de onu korumaya aldığını ilan etti. Ebû*l-Âs Malını geri istemek için gelmişti.
Peygamber (s.a.v.) sabah namazına gelmiş ve sabah namazı için as-habıyla birlikte tekbir almıştı. İşte bu sırada Zeynep (r.a.) kadınlar saffesinden seslenerek; "Ey insanlar! Ben Ebû'I-Âs'ı himayem altına aldım" diye seslendi "Rasûlüllah (s.a.v.) namazı bitirip selam verince insanlara yüzünü dönüp "Ey insanlar! Benim duyduğum sesi sizde duydumızmu?" diye sordu. "Evet, duyduk" dediler. Efendimizde: "Nefsim elinde olan zata yemin olsunki, bu konuda bu sözleri duyana kadar bende birşey bilmiyordum. Müslümanların en ufağı bile sığınma veriyor." diyerek geri kızma gelip, "Ona ikram et. Ama yanına giremez. Zira sen ona helâl değilsin" buyurdu."51[29]
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Ebû'l-Âs'ın malına el koyan müfrezeye haber göndererek; "Sizinde bildiğiniz gibi bu zat bizden birisidir. Siz onun malına el koymuş durumdasınız. Eğer bir ihsanda bulunur da adama malını geri verirseniz, biz bu duruma seviriniz. Geri vermeyi reddedecek olursanız, bilinizki o mal, Allah'ın size tanımış olduğu bir hak olan ganimet olup, siz ona daha fazla hak sahibi bulunuyorsunuz," buyurdu. Müfrezedekiler bunu işitince, "vermemek ne, tabi geri veri-riz" diyerek Ebû'J-As'a malının hepsini geri verdiler. O da malmıp alıp Mekke'ye götürdü ve mal sahihlerine mallarını geri verdi, sonra onlara: "Ey Kureyş topluluğu! Bende malı olan hiç kimse kaldımı?" diye sordu. Kureyş'de, "Hayır! Allah seni hayırla mükâfatlandırsın, biz malımızın tam ve cömertçe geri ödendiğini görüyoruz" dediler. Bunun üzerine O:
"Öyleyse bende, -Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Rasûlü olduğuna kesinlikle şehadet ediyorum.- Vallahi Muhammed'in yanındayken beni İslâm'a girmekten
50[28] îbni Hisam 2/296; Taberî 2)64; El-Muntazam 3/124,125; Beyhakî Delâil 3/154-156
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/47-49
51[29] İbni Hişam 2/298; Muntazam 3/125; Taberî 2/44; İbni Sa'd Tabakat 8/32, 33; Tarih-i Halîfe S. U9;EI-tstîâb 12/24; Üsdû'l Ğûbe 6/185.
alıkoyan şey sadece sizin benim hakkımda "malınızı yemek arzulamamdan dolayı Medine'de
İslâm'a giriverdi" diye tahmin edeceğiniz idi. Allah bana malınızı size ödemeyi nasib ettiğine göre
artık Müslüman oldum." deyip ardından beklemeden yola çıkıp Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanma
geldi.52[30]
İbni Abbas (r.a.) bu konuda derki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Zeyneb'i eski nikah (akdindeki
şartlar aynen geçerli olmak) üzere Ebû'1-Âs'a geri verdi. Aradan altı yıl geçmesine rağmen nikah
akdine herhangi yeni birşey eklemedi".53[31]
Esirlerden Bazıları
Velîd b. el-Velîd b. el-Muğtre: Bunu Abdullah b. Cahş (r.a.) bir rivayette de Selît el-Mazinî (r.a.) esîr
almıştı.
Bu adamı kurtarmak için kardeşleri Halid b. Velîd ile Hişâm b. Velîd gelmişler ve onu dört bin
dirhem vererek kurtarıp Mekke'ye götürmüşlerdi.
Bu Velîd fidyesi verilip de serbest bırakılınca, Müslüman oldu. Niye böyle yaptığı sorulunca; "Esir
olmak korkusuyla Müslüman olduğumu sanmanızdan korktum" dedi. Mekke'ye varınca onu
hapsettiler. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Kunut dûâsı ederken, onun kurtarılma-sına'da dûa ediyordu.
Hudeybiye sulhundan sonra Mekke'den kaçıp Rasûlüllah (s.a.v.)'a katılmıştı. Fakat eceli çok erken
geldi. Belkide Peygamberimiz hayatta iken ölmüştür. Amcasının kızı Ümmü Seleme onun ölümüne
ağlayıp şu beyitleri söyledi:
-Eygöz! Velidb. el-Veîîdb. el-Muğîre'ye ağla...
- Kıtlık yıllarının yağmuru ve rahmeti aramızda o idi. O bir ekmekti.
- İhsanı bol, cömert, intikamım bırakmayan biriydi.
- Velidb. Velîdgibi, Velid'in babası da kabilesine yeten biriydi.54[32] Esirlerden birisi de, Ebû Azze Âmr
b. Abdillah el-Cumehî idi. Bu adam bir çok kızı olan muhtaç biriydi. Peygamber (s.a.v.)'e: "Sende
pek iyi bilirsinki ben malı mülkü olmayan birisiyim. Üstelik ihtiyaçlar içinde kıvranan çoluk çocuk
sahibi bir insanım. Bana birşeyler bağış-lasan olmaz mı?" deyince Efendimiz (s.a.v.), bir daha savaşa
gelmemek şartıyla ona bağışlarda bulundu.55[33]
52[30] Tabakat 8/33; îbni Hişam 2/299; Taberî 2/44: EI-Muntazam 3/İ25; Zehebî Siyer-i A'lâm'ı-u Nûbelâ 1/332: Hâkim Müstedrek 3/236, 237.
53[31] Ebû Dâvud 2240; Tirmizî 1143; Saîd b. Mansur Sünen 2109; Hâkim 3/38; Darakutnî 3/254: Müsned 1/217; İbni Hişam 2/299; Taberî Tarih 2/44; İbni Mace
2009. Buradaki ravilerden Dâvud b. Huseyn zayıfsada, haberi Katâde-İkrime isnadıyla Şa'bî de Mürsel o-larak destekler. Bu sahih bir mürseldir Bak Taberî ş
Meâni'ü'l âsâr 2/149: Abdürrezzak Musannef 12647; İbni Sa'd Tabakat 8/33.
Bu konuda nakledilen Amr b. Şuay hadisi zayıftır. Orada "Yeni bir nikahla geri verdi" der. Bak. Müsned, hınç 6938; İbni Mace 2010; Darakutnî h. no 396; Beyh. s.
Kübra 7/188: Tirmizî 1142. Lakin bu Haccac b. Ertanın Amr b. Şuayb'den naklidirki Haccac Amr'ı görmemiştir. İmanı Ahmed bunu açıkça belirtir. Tirmizî "İsnadı
dedikoduludur" derken. Darakutnî, "bu haber sabit değildir. Haccac delil olamaz" der.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/49-51
54[32] El-lsabe Fî temyîzi's-Sahabe 3/61; Ûsdii'lĞabe 3/455.
55[33] lbni Hişam 2/301; Ebhu Izze bundan sonra Nebî (s.a.v.)'yi öven şiirler söylemiştir.
Urve b. Zübeyr anlatıyor:
-Bedir hezimetinden sonra müşriklerden Umeyr b. Vehb el-Cümehî, Safvân b. Ümeyye ile Ka'be'deki Hicr-ı İsmail'de oturdular.
Bu Umeyr, Kureyş'in şeytani arından biri olup Müslümanlar'a işkence ederdi. Oğlu Vüheyl de esirler arasında bulunuyordu. Safvân'a Bedir kuyusuna atılan ölülerini ve başlarına gelen bu belayı hatırlattı. SafVân: "Vallahi onlardan sonra yaşamakta bir hayır yok" dedi. Umeyr de, "Doğru söylüyorsun, Vallahi hâlâ yanımda bile bulunmayan, Müslümanlara fidye için ödeyeceğim borcum ile, benden sonra perişan olacaklarından korktuğum çoluk-çocuk olmasa Muhammed'i öldürmeye giderdim. Zira benim onun yanına gitmeye bir gerekçemde var. Oğlum onların elinde esîr" dedi. Safvân bu sözleri ganimet saydı ve "Senin borçlarınla çoluk ve çocuğun bana ait" dedi. Umeyr'de "Bu aramızda kalsın" diyerek kılıcım biledi ve zehir sürdü, sonra Medine'ye doğru yola çıktı.
Ömer (r.a.) ile Müslümanlar'dan bir gurup oturmuş, Bedir gününü konuştukları bir sırada, Ömer (r.a.)'in gözü o esnada kılıcını kuşanmış olarak, Mescid'in kapısında devesini çökertmekte olan Umeyr'e takıldı. "İşte şu köpek, Allah düşmanı Umeyr'dir. Bedir günü sayımızı tahmin eden oydu" diyerek Nebî (s.a.v.)(nin yanma girip: "Umeyr geldi" dedi. Peygamber (s.a.v.) "Yanıma getirin" buyurdu.
Ömer (r.a.) Umeyr'in yanına varıp, onun kılıcını boynuna asan kayışını aldı, elbiselerini boynuna doladı, Ensardan yanında bulunanlara da; "Haydi Rasûlüllah (s.a.v.)'m yanına girip oturun, şu alçağın bir tuzağına karşı Rasûlüllah'ı koruyun" diyerek Umeyr'i, Efendimizin huzuruna soktu. Nebî (s.a.v.) "Ömer, onu salıver, sende yaklaş yâ Umeyr" buyurdu.
Umeyr "İyi sabahlar" dedi. Efendimiz (s.a.v.): "Seni buraya ne getirdi?" buyurdu. "Şu elinizde bulunan esir için geldim" dedi. Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.), "Peki şu boynunda asılı duran kılıcın derdi ne?" deyince O, "Allah kılıçların yüzünü karartsın, sanki bir işemi yarıyorlar"
dedi. Nebî (s.a.v.): "Bana doğruyu söyle sen ne gayeyle geldin?" deyince Umeyr; "Ben sadece söylediğim esir için geldim" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
- "Tabî, sen ve Safvân b. Ümeyye Hıcr-ı İsmail'de oturdunuz" buyurarak oradaki aldıkları kararı kendisine anlattı. Bunu duyan Ümeyye, "Eşhedû ellâ ilahe illallah ve enneke Rasûiühû. Yâ Rasûlellah! Biz senin gökten getirdiğin haberi yalanlıyorduk. Şu durum öyle bir meseleki, orada ben ve Safvân'dan başka kimse yoktu. Vallahi ben kesinlikle inanıyorum ki, bu konuştuklarımızı sana Allah'tan başka kimse haber veremez. Beni İslâm'a ulaştıran Allah'a hamdolsun" dedi. Bunu gören Peygamberimiz (s.a.v.) arkadaşlarına:
"Yeni dinini kardeşinize öğretin, Ona Kur'an okuma ta'Iimi yaptırın ve esirini de ona bağışlayıp serbest bırakın" buyurdu. (Onlar)da bunu derhal yerine getirdiler.
Sonra Umeyri "Yâ Rasûlellah! Ben önceleri Allah'ın nurunu söndürmek için çırpman. Allah'ın dinine girenlere çok ağır işkenceler yapan, birisiydim. Şimdi istiyorumki, bana izin veresin de, Mekke'ye varıp oradakileri Allah'a ve Rasûlüne çağırayım. Belki Allah onlara da hidayet nasîb eder. Yok olmazsa onlara dinleri sebebiyle eziyet edeyim" dedi. Rasûîüllah (s.a.v.) izin verince Umeyr
Mekke'ye gitti.
Umeyr'in gidişi ile bir şeyler uman Safvân, Kureyşlilere; "Size Bedir hezimetini unutturacak bir olayın (s.a.v.'in öldürüleceğinin) müjdesi gelmek üzere" diye va'dlerde bulunuyordu. Safvân Medine tarafından gelen kervanlara Umeyr'i soruyordu. Nihayet Umeyr hayvanına binmiş olarak geldi. Durumu öğrenen Safvân da, "Bir daha
Ümeyye ile konuşmayıp ona va'dettiği yardımı yapmayacağına" yemin etti.
Umeyr sonra Mekke'de ikâmet edip, insanları İslâm'a çağırmaya ve imansızlarla alay etmeye başladı. Onun vasıtasıyla pek çok insan Müslüman oldu.56[34]
Bedir Savaşında Cereyan Eden Diğer Hadiseler
Bu bölüm, daha önce (özet olarak) sunduğumuz kısımlara bir nevi şerh ve izah mahiyetinde bir ektir.
İsrail, Ebû Ishak -Amr b. Meymun isnadıyla Abdullah b. Mes'ût (r.a.)'un şunları anlattığını rivayet eder:
- Sa'd b. Muâz, Ömre yapmak üzere yola çıkıp Mekke'ye varınca Ümeyye b. Halefe misafir oldu. Ümeyye'de Şam'a giderken Medine'ye vardığında Sa'd b. Muâz'da konaklardı.
Bu sefer Ümeyye Sa'd'a: "Şimdi acele etme de geceyansma kadar bekleyip insanlar el etek çekince gidip tavafını yap" diye tenbih etti. O da bu sözü ma'kul buldu. Gece yarısı tavafını yapıyorken Ebû Cehil yanma gelip, "bu vakit Ka'bede tavaf eden de kim ola?" deyince, Sa'd (r.a.); "Ben Sa'd'ım" dedi. Ebû Cehil'de, "Muhammed ve arkadaşlarını aranızda barındırırsınız, birde güvenle Ka'be'de tavaf yaparsın ha!" dedi. Bunun üzerine birbirlerine bağırdılar.
Ümeyye arkadaşı Sa'd'a: "Sesini Ebû'l-Hakem'in sesinden fazla yükseltme! Zîra O bu vadinin lideridir" dedi. Duruma kızan Sa'd da;
"Allah'a yemin ederimki, sen beni tavaftan menedecek olursan bende senin Şam'a giden ticaret yolunu keseceğim" dedi. Bu ara Ümeyye b. Halef, Sa'd'ın daha ileri gitmemesi için onu tutuyor ve bir yandanda "sesini yükseltme!" diyordu. Ona kızan Sa'd, "Sen beni bırakta yanırn-dan uzaklaş. Zîra ben Muhammed (s.a.v.)'den "Seni öldüreceğini iddia ettiğini" duydum, dedi. Telaşla "benimi öldürecek?" dedi. Sa'd "Evet seni" deyince Ümeyye, Vallahi Muhammed bir söz söyledimi asla yalan söylemez" deyip derhal hanımının yanına varıp; "Haberin varmı Medineli kardeşim ne diyor?" dedi. Hanımı, "Ne diyor?" deyince, "O, Muhammed'in beni öldüreceğini söylediğini, duyduğunu iddia ediyor," dedi. Kadın da; "Vallahi Muhammed yalan söylemez" dedi.
Bedir harbine çıkarlarken yardıma çağıran dellal gelince, karısı ona; Medineli kardeşin sana ne dediğini hatırlamıyor musun?" deyince harbe gitmek istemedi isede Ebû Cehil, "Sen bu vadinin
56[34] İbni Hişam 2/302, 303; Taberî 2/45; Ensâbü'i Eşraf 1/304; El-Bed'û Veitârih 4/193: Taberanî Kebîr 17/59.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/51-55
eşrafısın, bir iki gün olsun gel dedi. Oda iki gün yol alınca, Allah canını aldı.57[35] Bu haberi, Buharı
rivayet etmiştir.
Yine Buharî aynı hadiseyi İbrahim b. Yûsuf (b. İshal) b. Ebî İshâk es-Sübey'î - babası aracılığıyla
dedesi Ebû İshak'tan o da Amr b. Meymûn vasıtasıyla İbni Mes'ût (r.a.)'tan nakleder. İşte Buhari'nin
bu rivayetinde şu fazla bilgiler mevcuttur:
Bedir günü olunca, Ebû Cehil insanları harbe da'vet etti ve "Haydi kervanınıza katılıp, onu yalnız
bırakmayın" dedi. Ümeyye yola çıkmak istemedi. Ebû Cehil ona gelerek: "Yâ Ebâ Safvân! Sen bu
vadinin seyyidi olarak çıkmazsan, insanlar senin harbe gitmediğini görünce sana uyar, onlarda
gitmezler."dedi
Ebû Cehil, Ümeyye'nin yakasını bir türlü bırakmayıp sonunda onu ikna için, "Sen bana galip gelecek
olursan vallahi ben sana Mekke'nin en kıymetli devesini alacağım" dedi. Daha fazla dayanamayan
Ümeyye, hanımına, "Yâ Ümm-ü Safvân! Benim yol hazırlığımı tedarik et" dedi. Hanımı da, "Yâ Ebâ
Safvân! Sen Medine'li kardeşiyin sana söylediklerini unuttunmu?" deyince Ümeyye; "Hayır
unutmadım. Ben bunlarla fazla uzağa gitmek istemiyorum." dedi. Ümeyye her konakladığı yerde
ileri gitmemek için - devesini bağladı. Ama o böyle, böyle giderken Allah onun canını Bedir'de
alıverdi.58[36]
Zührî derki:
Peygamber (s.a.v.) ile arkadaşlarından Bedr'e gelenler, Ebû Süfyan'ın Şam'dan getirmekte olduğu
kervanın yolunu kesmek için yola çıkmışlardı. Ama Allah c.c, her iki tarafı, harb için bir kararları ve
anlaşma tarihleri olmadan biraraya getirdi. Nitekim Allah c.c. Enfal 42'nci âyetinde:
"Hani (O Bedir günü) siz vadinin (Medine'ye) yakın tarafında, onlarda uzak tarafında idiler. Kervan
da sizin daha aşağınızda bulunuyordu. Eğer -buluşmak ve karşılaşmak için önceden- karşılıklı anlaşma
yapmış olsaydınız -bile- kesinlikle buluşma yerinde -şurası yada burası diye- ihtilaf edecektiniz.
Lâkin Allah(cc) (daha önce size "Mü'minlere yardım etmek bizim üzerimize bir hak olmuştur." Ayetiyle
söz verdiği) kesinleşmiş işini yerine getirmek için sizi ansızın karşılaştırdı. Taki helak olan kimse
açık bir delille helak olsun. Yaşayanda açık bir delil ile yaşasın Allah c.c. kesinlikle işitici ve bilicidir"
buyuruyor.59[37]
Âtike (R.A.)'nin Rüyası
Yunus b. Bükeyr İbni îshak'tan naklediyor: "Bana Hüseyin b. Abdillah b. Ubeydillah b. Abbâs, İkrime
aracılığıyla İbni Abbas'tan nakletti:
57[35] Buharî Cilt 4 Sayfa 184, 185; Kitab 61/25; Müsned 1/400; Beyhakî Delâil 3/25, 26.
58[36] Buharî Meğazî 64/2; Beyhakî Delaif 3/26.
59[37] Buharı Tefsîr 65/18; Hadisna 4677.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/55-58
Yine îbni İshâk, Yezîd b. Roman yoluyla Urve'den şöyle nakletti:
- Damdam b. Amr'ın Mekke'de Kureyşlilerin yanına gelişinden üç gün önce, Abdü'Imuttalib'in kızı (Efendimiz (a.s.)'in halası) Atike, -herkesin uykuda gördüğü gibi- bir rüya görmüştü. Atike bu rüyadan çok etkilenerek onu büyütmüş ve kardeşi Abbas'a, "Kardeşciğim! Ben dün gece bir rüya gördüm ki, bu rüyadan senin kavmin Kureyş'e bir şer ve bela isabet edecek" diye haber salmıştı. Abbas gelip "Bu gördüğün nasıl bir rüya idi" diye sorunca şöylece anlattı:
"Uyuyan insanların gördüğü gibi bende rüyamda, devesi üzerinde bir adamın gelip (Mekke'deki) Ebtah (Mekke Mina arasındaki bu günkü Muhassab) denen yerde durduğunu ve insanlara şöyle dediğini gördüm. "Ey hain çocukları! Topluca öldürüleceğiniz yere üç gün i-çinde çıkın." İnsanlar bu adamın etrafına toplandı. Sonra devesine gösterildi de onu Ka'beye soktu. İnsanlarda peşindeydi. İnsanlar onun etrafından dağılmadan devesi yine onu götürdü, birden bu zat Ka'benin üstünde göründü. Yine "Ey hainler gurûlıu öldürülüp yere serileceğiniz meydana üç gün içinde gidin!" diyordu. Sonra devesi onu (Ka'be'nin hemen yanıbaşında, doğu tarafındaki) Ebû Kubey dağının başına götürdü. Yine O zat: "Ey hainler gurûhu! Üç gün içinde serileceğiniz yere..." diyordu. Sonra bir kaya parçası alıp onu dağın başından attı. Taş uçarak yere doğru inmeye başladı, dağın dibine doğru indiğinde taş parçalandı ve bu taşın Mekke'de girmediği ne ev ne
hane kaldı."
Bunu duyan Abbas, "bu gerçekten müthiş bir rüya, bunu kimseye söyleme!" dedi. Atike de Ona, "Sende gizle, Eğer bu haber Kureyşin kulağına geçerse bize kesinlikle işkence ederler" dedi.
Abbas bacısının yanından çıkarak yürüdü. Yolda arkadaşı Velîd b. Utbe'ye rastlayıp bu rüya meselesini ona açıp gizlemesini tenbih etti. Velîd'de bunu Babası Utbe'ye anlattı. O da bunu başka bir yerde nakletti. Böylece bu sır yayıldı gitti. Abbâs (r.a.) derki: Vallahi ben Mekke'ye tavaf için gelmiştim. Birde baktım Ebû Cehl, meğer Âtike'nin rüyasından bahsediyormuş. Beni görünce, "Yâ Ebe'l Fazl yanıma gel," dedi. Varıp yanına oturdum. Bana: "Şu sizdeki kadın peygamber, ne zaman bu rüya olayından bahsetti.? Bana bakın Abdü'l Muttalib oğulları!!! Erkeklerinizin peygamberlik iddiası neyse de kadınlarınızın peygamberlik iddia etmesine de mi rıza gösteriyorsunuz!.? Şimdi biz Âtike'nin ortaya attığı o üç günü bekleyeceğiz. Söylediği gerçek ise zaten o olacaktır. Yok dediği olmazsa işte o zaman sizlerin Arablar arasında Beytullah halkının en yalancısı olduğunuzu ilan eden aleyhinize bir yazı yazacağız." dedi.
Abbas (r.a.) derki: Vallahi ben Ebû Cehil'i büyük kabul eden birisi değildim. Buna rağmen ben Âtike'nin söylediği sözleri inkâr ederek, "Âtike ne böyle bir rüya gördü, ne de bu lafları duydu" dedim. Akşam olunca Abdü'l Muttalib oğulları hanımlarından yanıma gelmeyen kalmamıştı. Hepside, "Şu alçak herifin bizim adamlara sövüp saymasına sabredip ses çıkarmadınız, o da sen duya duya kadınlarımıza da mı dil uzattı.? Senin bundan dolayı rengin de mi kızarmadı" dediler. Bende:
- Vallahi siz doğru söylüyorsunuz. Bu hususta bende bir değişme olmadı. Ancak ben bu rüya meselesini inkâr ettim. Eğer bir daha tekrarlanacak olursa ona taarruz edeceğim" dedim.
Üçüncü gün olunca Ebû Cehil'e bir şeyler söyleyip çatmak için gittim. Vallahi ona doğru yönelmiştim ki birden bire geri dönüp Mescid'in kapısına doğru hızla yürümeye başladı. Halbuki Ebû Cehil, sert suratlı, keskin bakışlı, sert sözlü bir adamdı. Onun bu kaçar gibi gidişini görünce, "Allah'ım ona la'net et! Bu gidişi kendine sataşacağım korkusundan olsa gerek" diye düşündüm.
Sonra anladımki, meğer Ebû Cehil benim duymadığım bir -ilan-sesi duymuş. Damdanı b. Amr el-Ğıfârî El-Ebtah'ta devesinin üzerine binip, devenin palanını ters çevirmiş, gömleğini yırtmış, bineğinin burnunu kesmiş şöyle bağırıyordu:
- "Ey Kureyş topluluğu!!! Kervan'a, kervan'a, Mallarınız Ebû Süfyan ile beraber Muhammed'in taarruzuna uğramıştır. Haydi yardıma gelin yardıma..!"
Abbas devamla derki: İşte bu herifin böyle bağırması beni ondan, onu benden ayırmış oldu. Öyle olduki, sadece hazırlanıp alelacele yola çıkmaktan başka meşgul olabileceğimiz bir şey yoktu. İşte Kureyş'e Bedir günü olan oldu.
Âtike bu konuda -durum böyle olunca- şu şiiri okudu:
"Rüyam gerçek değilmiymiş, Onun doğruluğunu isbaî için işte o kavimden bir hezimet ve kaçış olarak önümüze geldi.
Yalan söylemediğim halde "yalan söyledin" dediniz. Bizim doğru sözümüzü ancak yalancı olanlar yalanlar."60[38]
Ebû İshâk eş-Şîrâzî, Berâe (r.a.)'yi şöyle derken duyduğunu anlatır:
Abdullah b. Ömer ile ikimiz Bedir harbine küçük sayıldığımız için katılmadık. Biz, Muhammed (a.s.)'in ashabı olarak, "Bedir harbine katılanların sayısının üçyüz on kadar olduğunu konuşur idik. Tıpkı (Kur'an'da geçen) Calut ordusunun, Nehri Calutla beraber içenlerin sayısı kadardı. O nehri ancak Mü'min olanlar geçmişti.
Bu hadisi Buharı naklediyor.61[39] Yine Ebu İshak, "Berâe'yi Bedir günü Muhacirler seksen küsur kişiydi," derken duydu diyor. Haberi yine Buharî anlatıyor.62[40]
- Bana Yezîd b. Ebî Habîb, haber verdiki, Eşlem Ebû Imrân kendisinin Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.)'yi şöyle derken işittiğini haber verdi: Biz Medine'de iken Rasûlüllah (s.a.v.) bize şöyle söylemişti:
- "Nedersiniz, Yola çıkıp şu (Şam'dan gelen) Kervanla karşılaşalım istermisiniz. Belki Allah (c.c.) Onu bize ganimet olarak verir?" Biz de, "evet" deyince yola çıktık. Bir iki gün gidince sayılmamız emroldu. Sayıldık ki tam üçyüz on üç kişiyiz. Sayımız haber verince (s.a.v.) buna sevinip Allah'a
60[38] Ibni Hişâm 2/250, 252; Urve Meğazî S. 133, 134; Beyh. Delail 3/30-31; Vakıdî Meğazî 1/28, 33; Hâkim Müstedrek 3/19, 20; Taberî Tarih 2/23, 24; İbnü'l Cevzi el-Muntazam 3/98, 99.
Hadisin Medarı İbni İshak'tır. Birinci rivayetteki Abdullah İbni Abbas'ın torunu olan Hüseyin b. Abdillah zayıftır. Zehebî burada ona İlişmezsede Hâkim'İn Müstedreki üzerine yaptığı Telhis'inde "bu Hüseyin zayıftır" der. Zehebî Mizânü'l İtidal 1/537'dc 2012 nolu tercemede bu zata zayıf diyenleri de sayar. Burada bu rivayete ilişmemesi İbni İshak'ın ikinci bir rivayetle Urve'den de aynı haberi nakletmesindendir.
61[39] Buharî Meğazî 64/6; Beyh. Delâil 3/36; Taberî 2/25; İbni Ebî Şeybe 14/377, 383; Taberî Tarih 2/24.
62[40] Buharî 64/6 Delâil 3/37. Buharî'de "Muhacirler 60 küsur Ensar'da iki yüz kırk küsur idi" şeklindedir.
hamdedip "Tâlût'un ashabının sayısı," buyurdu.63[41]
İbni Vehb naklediyor: Bana Huyey b. Abdillah, Ebû Abdirrahman el-Hubulî, Abdullah b. Ömer
(r.a.)'tan şunları haber verdi:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Bedir günü üçyüz oııbeş kişilik Talût ordusu kadar bir mücahit gurub ile yola
çıktı. Rasûîüllah (s.a.v.) onlara yola çıkarken şöyle dûa etti:
"Allah'ım! Onlar yaya harbe gidiyor onları bindir, Allah'ım onlar çıplaktır giydir. Allah'ım! Onlar açtır
onları doyur".
Allah onlara zafer nasîb etti. Geri döndüklerinde onlardan bir yada iki devesi olmayan hiç kimse
yoktu. Hepsi giyinmiş ve -mala- doymuştu.64[42]
Ebû İshâk eş-Şîrazî, Berâz (r.a.)'ın: "Bedir günü Mikdâd (r.a.)'m dışında (bineği bulunan) süvari
yoktu" dediğini nakleder.65[43]
Yine Ebû İshak eş-Şîrazî, Harise b. Mudarrib'in şöyle dediğini anlatır:
-AH (r.a.) şöyle demişti: "Bedir gecesi baktım ki Rasûlüllah (s.a.v.)'ın dışında herkes uyumuş idi.
Rasûlüilah (s.a.v.) bir ağaca doğru durmuş namaz kılıp dûa ederek sabahladı. Yine o gün gördüm ki
bizde Mikdad dışında süvari olan kimse yoktu. Bu haberi Ebû İshaktan nakleden Şu'be'dir.66[44]
Hz. Ali'den yapılan bir başka rivayette de: "Bizim o gün sadece biri Zübeyr'in diğeri Mikdad b. el-
Esved'i:ı olmak üzere iki atımız vardı" dediği nakledilir.67[45]
İsmail b. Ebî Halid de el-Behîy'der. ;ıBedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) ile iki süvari vardı; sağ cenahın
başında Zübcyr, sol cenahın başında da Mikdâd vardı," dediğini nakleder.68[46]
Urve derki: Bedir harbi günü Zübeyr b. el-Avvâm'ın başında sarı bir sarık vardı. Cebrail'de o gün
Zübeyr'in şekline bürünerek gelmişti.69
Hammâd b. Seleme, Asım b. Behdele Zirr isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un şöyle dediğini
nakleder:
-Bedir harbine giderken bir deveye üç kişi nevbetleşerek binerdik. Ali b. Ebî Talib ile Ebû Lübâbe
Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yoldaşı idiler. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın nevbeti bitmeye yaklaşınca onlar: "Yâ
Rasûlellah! Sen bin de biz yürüyelim" diyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) de:
63[41] Taberânî 4/209; Beyhakî Delâil 3/37. İbni Lehî'a zayıftır.
64[42] Ebû Dâvud Cilıad h. no, 2747; Beyhakî Delâil 3/38; Bey. Sünen-i Kiibra 6/57, 9/57: Makim 2/132. 145; İbni Sa'd Tabakat 2/12; Vakıdî Meğazî 1/26.
65[43] Müsned 1/125; Hâkim Miistedrek 3/20'de Hz. İbni Abbas'tan iki al biri Ali'nin, birisi Mikdâd'ın idi, der. Beyhakî Delâil 2/39.
66[44] Beyhakî Delâil 3/39.
67[45] Hâkim 3/20: Bey. Delâil 3/39.
68[46] Bu rivayeti bulamadım. Buradaki "El-Behiy" Peygamber Efendimizin kölesi Ebû Rafi'in oğlu Ubeydullah'tır. Buharı Tarih'i kebirinde tmunda oğlu olan Ojınan
b. Ubeydullah'ı anlatırken Bclıi/den de bahseder.
"Benim sevaba sizden daha az ihtiyacım yok. Üstelik yürüyüş hususunda benden daha güçlü
değilsiniz" buyurdu.69[47]
Fakat bu hususta Meğazî yazarlarına göre meşhur olan isim Ebû Lübâbe değil, Mersed b. Mersed
el-Ğanevî'dir. Zîra Ebû Lübâbe'yi Peygamberimiz yoldan geri çevinniş ve Onu Medine'nin başına vali
tayin etmiş idi.70[48]
Ma'mer de, ben Zühri'yi "Bedir'e katılanlar sadece Kureyşli, Ensarlı ya da bunlarla anlaşmalı
olanlardı" derken duydum demektedir.71[49]
Hasen-i Basrî de, "Bedir'e üçyüz on küsur mücahit katıldı. İki yüz yetmiş kadarı Ensar, diğerleri
Muhacir idi. Bunlardan on ikisi de kölelerdendi" der.72[50]
Amrel-Ankızî anlatıyor:
- Bize İsrail, Ebû Ishâk eş-Şirazi -Harise b. Mudarib- isnadıyîa Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini haber verdi:
"Bedir günü iki kişi yakalamıştık, biri Arab diğeri köle idi. Arab olanı kurtulup kaçtı, köle elimizde
kaldı. Bu herif Ukbe b. Ebî Muayt'ın kölesiydi. Biz ona "Müşrikler kaç kişi" diye sorduk, "sayıları çok,
vuruşları pek" diye onları abartınca herifi dövmeye başladık. Adamı Rasûlüllah'ın huzuruna getirdik
ama adam sayılarım söylememekte direniyordu. Bunun üzerine Rasûlüllah ona "Günde kaç deve
kesiyorlar" diye sorunca "her gün on deve kesiyorlar" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Öyleyse bunlar
bin kişi, her yüze bir deve yeter" buyurdu.73[51]
Yunus b. Bükeyr -İbni İshâk isnadıyîa- Abdullah b. Ebî Bekr'den nakleder: "Sa'd b. Muâz (r.a.),
Peygamber (s.a.v.)'e, "Yâ Rasûîellah senin (harbde kullanacağın) bir harb çadırcığı kuralım mı? Sen
onun içinde olursun. Senin deve'ni de yanıbaşma ıhtıralım (çöktürelim). Biz düşmanla çarpışmaya
gidelim. Allah düşmanlara karşı bize zafer nasib ederse ne a'lâ. Yok, aksi olacak olursa, devene
biner ve bizim kardeşlerimizden bu gün buraya katılamayanların yanma gidersin. Bu gün seninle
burada bulunmak şerefinden geri kalan bir takım insanlar varki, gerçekte biz seni onlardan daha
fazla sevdiğimizi söyleyemeyiz. Onlar senin bu harple karşılaşacağını bilselerdi asla geri kalmazlar,
dostluklarını gösterip senin yardımında olurlardı" dedi.
Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz onu övüp, hayırlı sözler söyleyerek, ona dûa etti.
Böylece Efendimizin harp çadırı (bir nevi Otağı) kurulmuş oldu.
Efendimizle birlikte çadırda Ebû Bekir (r.a.) kaldı. İkisinin yanında bir başkası yoktu.74[52]
Buharî derki: Bize Ebû Nûaym, İsrail -Muharig- İsnadıyîa İbni Mes'ûd'u (r.a.) şöyle derken işiten
69[47] Hâkim Müstedrek 2/91, 3/20; Beyhakî Delâil 3/39; İmam Ahmed Müsned 1/4M h. no 3900; Ebû Davûd Cihad 34; EbûNûaym Hılye 6/224; İbni Hibban Sahih
(Mevarid) 1688; Beğavî Sünne 11/36; Ebû Ya'lâ Müsned 9/ h. no 5359; Bezzâr 2/310. h. no 1759.
70[48] Geriye dönene kadar Ebû Lübâbe'nin olmasında bir mahzur yok. İbni Hişanı 2/255.
71[49] Beyhakî Delâil 3/40.
72[50] Beyh. Delâil 3/40.
73[51] İbni Ebî Şeybe 14/363; Müsned 1/117; Beyhakî Delâil 3/62, 43. Bu haber öncede geçmişti.
74[52] Bu haberde önce geçmişti. Bak. Beyhakî Delâil 3/44; İbni Hişam 2/263; Taberî 2/22; El-Kâmil 2/122; Uyûnü'l Eser 1/252.
Tarık b. Şihab'dan şöyle haber verdi: Ben Mikdâd (r.a.)'dan öyle bir meclis gördüm ki, ona sahib olmam; ona denk sayılan her şeyden bana daha sevimli gelir. Peygamberimiz Müşriklere beddûâ ediyorken Mikdad kendisini gelmiş ve: "Yâ Rasûîellah! Biz Mûsâ (a.s.)'nın kavminin Mûsâ (a.s.)'ya;
"Sen Rabbinle beraber gidip savaşın, biz işte şurada oturacağız (Maide 24)" dediği gibi demiyeceğiz. Lâkin biz senin sağında solunda, önünde ve arkanda bulunup kafirlerle çarpışacağız," demişti. Ben bu sözler üzerine, Rasûlüllah (s.a.v.) yüzünün parlayıp, son derece mesrur olduğunu görmüştüm.75[53]
Müslim ve Ebû Davud'un nakline göre Hammad, b. Seleme, Sabita aracılığıyla Eries (r.a.)'ten şöyle nakleder:
- Rasûlüllah (s.a.v.) ashabını teşvik edip Bedir'e doğru hareket etti. Orada bir de bakülarki, Kureyş'in sucuları su almaya gelmiş. İçlerinde Haccâc oğullarının kölesi olan bir siyahı vardı. Peygamberin ashabı onu yakalayıp; "Ebû Süfyan nerde?" diye soruya tuttular. Köle, "Vallahi ona dair hiçbir bilgim yok. Ama işte Kureyşliler şuraya kadar geldiler. İçlerinde Ebû Cehil, Utb:- b. Rabîa, Şeybe b. Rabia vo Ümeyye b. Halefte var." dedi. Bunu söyleyince ashab ona iyice bir sopa attı. Dayağı gören köle, "bırakın da doğruyu söyleyeyim, bırakın!" dedi. Bıraktıklarında, "Vallahi Ebû Sütyan'a dair bir bilgim yok. Lakin işte kureyş kavmi, içlerinde Ebû Cehil, Utbe, Şeybe ve Ümeyye'de olduğu halde buraya geldi" dedi. Bu sırada Nebî (s.a.v.) namaz kılmakta olup bunların konuşmalarını duyuyordu. Namazın} bitirince,
"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederini ki, adam size doğruyu söyleyince dövüyor, şizj yalan söyleyince adamı bırakıyorsunuz, îşte gerçekten Kureyş buraya Ebû Süfyan (ve kervanı) korumaya gelmişler" buyurdu. Enes (r.a.) devamla derki: Rasûlüllah (s.a.v.), elini bir yere koyup "falanca'nın yere serileceği yer burasıdır", bir yere koyup yine, "burada falanın yere serileceği yerdir", bir başka yere elini koyarak; "burası da falancağızm öldürüleceği yerdir," buyurdu.
Nefsim elinde olan zat'a yemin olsun ki, onların hiç birisi Rasûlüllah'ın eliyle işaret ettiği yerden öte geçmemişti. Sonra Allah Rasûlü emir verdi, ayaklarından çekilerek Bedir'deki kör bir kuyuya atıldılar.
Bu sahih bir haberdir.76[54]
Yine Hammad b. Seleme, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Süfyan'ın gelişini haber alınca arkadaşlarıyla istişare etti. Ebû Bekir (r.a.) görüşünü sesledi, ona yüzünü döndü, Ömer konuştu, yine yüzünü öte dönderdi. Sa'd b. Ubâde ayağa kalkıp, "Yâ Rasûlellah, bizim kararımızimi öğrenmek arzu ediyorsunuz?. Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki, sen bize bineklerimizle denize dalmamızı emretsen dalarız. Tâ Berk-i Ğımâd mevkiine kadar gitmemizi söylesen hemen gideriz." dedi. (Tarihçiler katında bilinen Sa'd b. Muaz'dır)
Rasûlüllah'da insanları teşvik edip, yola çıktılar ve Bedre geldiler. Hammad gerisini ayrıca üst
75[53] Buharî Meğazî 64/4 ve Tefsir Maide Sûresi; Beyhakî Deiâil 3/46, 47,
76[54] Müslim Cihâd ve Siyer h. no 1779; Ebû Dâvûd Cihâd h. no 2681; Beyh, Delâil 3/46.
rivayetteki gibi anlattı. Bu Müslim'in haberidir.77[55]
Yine Müslim bu hadiseyi Süleyman b. Muğîre'nin naklettiği bir hadis olarak daha kısa olmak üzere
Sabit yoluyla Enes (r.a.)'ten şöyle nakleder:
"Biz Mekke ile Medine arasında bir yerde Ömer (r.a.) ile hilali gözetlemeye çıkmıştık. Ben gözleri
keskin biriydim, benden başka hilali gördüğünü iddia eden de olmamıştı. Ben Ömer'e, "Yâ Emira'l
Mü'minîn, hilali göremiyor musun?" diyerek olduğu yeri tarife başladım. Ömer baktığı halde
göremiyordu. Bakmaktan yorulunca, "Biraz sonra göreceğim" dedi. Ben yatağıma uzanmış idim.
Sonra Ömer (r.a.) bize Bedir gününü anlatmaya başladı, dediki: Allah Rasûlü: "İnşaallah yarın şurası
falanın öldüğü yer, inşaallah şurası da falanın öldüğü yer olacaktır" buyurdu. Onu hak ile gönderen
zata yemin olsun ki, o gösterdiği hududta hiç bir yanılma olmamış onlar tam işaret ettiği yerde
serilip kalmışlardı. Sonra bir kuyuya üst üste dolduruldular.
Sonra Nebi (s.a.v.) gelip bu kuyunun başında durdu ve: "Ey falanca oğlu falan! Ey falanca oğlu falan!
Rabbinizin size va'd ettiği şeyi gerçek olarak bulabüdinizmi; ben Rabbimin bana va'd ettiği şeyi hakk
olarak buldum," buyurdu. Ben de, "Yâ Rasûlellah! Ruhu olmayan şu cesetlere nasıl konuşuyorsun?"
diye sordum da, "Nefsim elinde olan zata yemin olsunki onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi
duymuyorsunuz. Lâkin onlar bana cevap vermeye güçleri yetmiyor" buyurdu.78[56]
Şu'be, Ebû İshâk eş-Şîrâzî-Hârise isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini anlatır:
-Bedir günü bizde, Mikdâd'ın "dor" atı dışında hiç at yoktu. O gece bizde bulunan herkesin
uyuduğunu gördüm. Uyumayarak, Semüra ağacı altında sabaha kadar namaz kılıp ağlayan sadece
Rasûlüllah (s.a.v.) vardı.79[57]
Ebû Ali Ubeydullah b. Abdilmecîd el-Hanefî, Ubeydullah b. Abdirrahman b. Mevhib -İsmail b. Avn b.
Ali b. Ubeydillah b. Ebî Rafı- Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Talib -babası Muhammed
b. Ömer,- dedesi Ömer b. Ali isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet eder:
- Bedir günü bir müddet savaşıp sonra "Rasûlüllah (s.a.v.) ne yaptı" diye bakmaya geldim. Yanına
geldiğimde Efendimiz secdeye kapanmış; "Yâ hayyû yâ kayyûm, yâ hayyû yâ kayyûm" diye sadece
bunları tekrar edip başka birşey eklemiyordu. Dönüp çarpışmaya gittim. Daha sonra tekrar geri
yanına geldiğimde yine aynı şeyleri söylüyordu. Bu hadis "ğarîb" bir haberdir.80[58]
77[55] Müslim Cihad ve Siyer 1779; Beyhakî Delâil 3/47; tbni Ebî Şeybe Meğazî 14/378; Müsned 3/220.
Rasûlü-Ekrem (s.a.v.)'in buradaki istişaresi yola çıktıklarında harb için çıkilmamiş olduğundandır. Çünkü o vakte kadar Medim Ensan Peygamber (s.a.v.)'İ sadece
Medim içinde korumak üzre biat etmişlerdi. Harbe çıkmak için verilmiş sözleri yoktu. İşte bu ani durum meydana gelince Nebî (s.a.v.) Ensar'ın gönlünü ve fikrini
almak için istişare etti ve onlarda en güzel cevabı vererek Efendimizi memnun ettiler.
78[56] İbni Ebî Şeybe Musannef: 14/378, 379. h. no 18556; Müslim Kitabüfl Cenneti ve naîmihâ 51/17. h. no 76; Beyhakî Delâil 3/48.
79[57] Beyhakî Delâil 3/49; Hafız Mizzî el-Etraf 7/357. ta bunu Nesaî'nin süneni kübrasına azv eder.
80[58] İbni Sa'd Tabakat 2/17; Hâkim 1/222; Beyhakî Delâil 3/49; Nesaî Sünen-i Kübra 6/155. h. no 10442. Lakin bu senet munkati'dır. Zîra Muhammed b. Ömer
dedesi Hz. Ali'ye yetişmemiştir. Zehebî Mizanda 8001 no ile ondan bahsedip "hadiste kötü tarafını bilmiyorum. Hakkında kötü söyleyen görmedim Sünen-i Erba
sahihleri ondan hadis naklederler ve Münker saydıkları bir hadis yoktur" der ve Yahya b. Kattân'ın "Onun hadisleri sahih dereceye varmasa bile Hasen sayılır"
dediğini bildirir. İbni Hibban onu sika kabul eder. Hâkim bu hadisi sahih sayarasa da Zehebî Telhisinde "ravî Muhammed b. Sinan el-Kazzâz'ı Ebû Davud yalancı
sayıyor. Abdürrahman b. Vehb'de dedikodulu biridir. İsmail b. Avn'da bilinmeyen biridir diyor

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...