FİZİLALİL KURAN TEFSİRİ
LEYL SURESİ
92-Ley
1- Örttüğü zaman geceye andolsun,
2- Ortaya çıkıp göründüğü zaman gündüze andolsun,
3- Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun.
Yüce Allah, bu iki mucizenin, yani gece ve gündüz delilinin üstüne yemin etmektedir. Hem de bunların her ikisini tabloyu canlandıran niteliği ile anlatarak yemin etmekte ve and içmektedir. "Örttüğü zaman geceye andolsun." ... "Ortaya çıkıp göründüğü zaman gündüze andolsun." Yeryüzünü bürüyüp örttüğü ve görünmez hale getirdiği zaman geceye, aydınlanıp ortaya çıktığı zaman gündüze andolsun. Gündüzün aydınlanması ile herşey ortaya çıkar ve görülür. Gece ve gündüz yer yuvarlağının yörüngesinde dönmesi ile ortaya çıkan birbirine karşıt iki mucizedir. Hem biçim açısından, hem özellik bakımından ve hem de sonuçları açısından karşılıklı iki mucizedirler.
Yine yüce Allah, surenin atmosferindeki ve tümü ile içindeki gerçeklerdeki "birbirine karşılıklı olma" görüntüsünü tamamlamak için, canlı türleri karşılıklı iki cins olarak yaratmasına yemin ediyor. "Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun."
Gece ile gündüz kapsamlı iki olaydır. Her ikisinin insan kalbine ilham ettiği özel anlamları vardır. Yine gece ile gündüzün, kendileri ve barındırdığı gizli gerçekler düşünüldüğünde ve detaylıca incelendiğinde özel etkileri vardır. insan ruhu gece ile gündüzün ard arda gelerek değişmesi ile doğrudan doğruya etkilenir. Herşeyi kaplayıp bürüdüğü zaman gece aydınlanıp açıldığı zaman gündüz. Bu değişimin hem açık bir sözü ve hem de dolaylı bir imajı vardır. Sırları bilinmez şu kainattan ve insanlığın, oluşumuna asla müdahale edemediği şu olaylardan söz eder. Bu değişim, Kainatta zamanı tıpkı basit bir çarkın döndürülmesi gibi, döndürülen bir gücün varlığını, ve kainatta sürekli bir değişim ve bir durumdan diğerine geçiş olduğunu, kainatın asla Aynı durumda değişmez olarak kalmadığı mesajını verir.
Üzerlerinde inceden inceye düşünüldüğünde ve araştırıldığında gece ile gündüz yeryuvarlağını döndüren ve gece ile gündüzü bu düzenlilikte, bu ahenkte ve bu hassasiyette peşi peşine getiren başka bir elin olduğunu kesin bir dil ile ifade ederler. Yeryuvarlağını bu biçimde idare eden gücün insanlığın hayatını idare ettiğini, onları boşuna yaratmadığı gibi başıboş da bırakmayacağını kuşkuya yer bırakmayan bir dil ile ifade ederler.
İnkarcılar ve saptırıcılar bu gerçeği ne kadar çürütmeye çalışırlarsa çalışsınlar, dikkatleri bundan çevirmek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, insan kalbi her zaman bu kainata bağlı kalacak ve onun mesajlarını almaya devam edecek, kainatta olan değişiklikleri görecek, düşünüp araştırdıktan ve iyice inceledikten sonra anlaşılacağı gibi doğrudan doğruya herşeyi idare eden çekip çeviren bir yaratıcının olduğunu kavrayacaktır. insanoğlunu bu yaratıcıyı hissetmekten ve bunca boş sözlere, yakışıksız varsayımlara, bunca inkar ve kabul etmemelere rağmen yaratıcının varlığını itiraf etmekten Alıkoyacak hiçbir güç yoktur.
Erkeğin ve dişinin yaratılışı da böyledir... Bu yaratılış insanlarda ve memeli hayvanlarda rahime yerleşen bir sperm aracılığı ile başlar. Spermdeki hücreler yumurtacıkla birleşir, ve canlı oluşur. Peki sonuç ta bu ayrılık nereden çıkmaktadır? Şu hücreye erkek ol, şuna da dişi ol diyen kimdir? Bu bir damla spermi erkek veya dişi kılan genetik faktörlerin bilimsel olarak açığa çıkarılması, bu konunun esrarından hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü o zaman da şu soru gündeme gelir. Neden şu genetik faktörler burada bulunup erkeği oluştururken, öbür faktörler de orada bir araya gelerek dişiyi oluşturmaktadır? Nasıl oluyor da şu dişinin rahmindeki hücre erkeğe, öteki dişinin rahmindeki hücre dişiye dönüşmektedir? Bütün hayatın akış çizgisi ile uyumlu olan ve yaşamın doğum olayı ile bir kez daha sürmesini sağlayan bu olay nasıl meydana gelmektedir?
Tesadüf ile mi? Ama rastlantının da bir kanunu vardır. Bu kanuna göre, o canlının oluşması için gerekli bunca elementlerin tesadüf kabilinden bir arada bulunması olanaksızdır. Bu durumda geriye sadece, erkeği ve dişiyi planlanmış bir hikmete ve belli bir hedefe göre yaratan bir idare edicinin (yaratıcının) varlığını kabul etmek kalır. Bu varlık aleminin sisteminde ve düzeninde kör tesadüfün ve kendi kendine oluşun asla yeri yoktur.
Bundan da öte erkeklik ve dişilik memelilerin dışındaki tüm canlı türler için de geçerlidir. Bu durum bitkiler dahil olmak üzere tüm canlılarda, yaratma konusunda değişmez, istisnası olmayan bir kuraldır. Bu kuraldan ancak ve ancak kendisine hiçbir şeyin benzemediği yüce Allah müstesnadır.
Bunlar, anlamlarındaki kuşatıcılık ve etkilerindeki derinlik yüzünden yüce Allah'ın üstüne yemin ettiği şu evren manzaralarının ve insan gerçeğinin vermiş olduğu ilhamlardır. Zaten Kur'an ifadeleri evren manzaralarını ve insan gerçeğini davranışlar ile bunun dünya ve ahiretteki karşılığını gözler önüne sermek için anlatmaktadır.
Yüce Allah kainattaki ve insanlardaki bu karşılıklı simetrik gerçeklerin ve durumun üstüne yemin ederek insanların çalışmasının ve gittikleri yolların çeşitli olduğunu belirtmektedir. Dolayısı ile alacakları karşılığın da çeşitli olacağını ifade etmektedir. Buna göre, iyilik ile kötülük, doğruluk ile sapıklık, dürüstlük ile kaypaklık bir olmayacaktır. Allah'tan korkup verenle şımarık cimri bir değildir. Tasdik edip iman edenle, yalanlayıp itaat. etmekten yüz çeviren Aynı değildir. Her birinin bir yolu, bir akıbeti ve kendine uygun bir cezası vardır.
4- Sizin işiniz çeşit çeşittir,
5- Kim verir korunursa,
6- ve en güzel sözü doğrularsa,
7- Onu en kolay başarıya ulaştırırız.
8- Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa,
9- Ve en güzel sözü de yalanlarsa,
10- Biz de onu en zora yöneltiriz.
11- Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz.
12- Doğru yola iletmek bize aittir.
13- Şüphesiz ahiret de dünya da bize aittir.
14- Ben sizi alev saçan bir ateşe karşı uyardım.
15- Ona ancak bedbaht kimse girer.
16- O ki yalanladı ve döndü.
17- En çok korkan ondan uzak tutulur.
18- O ki malını Allah rızası için vererek arınır, yücelir.
19- O yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için yapmaz.
20- Ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapar.
21- Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.
Gerçekten sizin uğraşılarınız değişik değişiktir. Gerçek yapısı açısından birbirinden ayrıdır. Nedenleri değişik, yönleri değişiktir. Ve sonuçları da değişiktir... Yeryüzünde insanların karakterleri ve huyları değişik değişiktir. Eğilim ve arzuları, düşünce yapıları, değer verdikleri şeyler hep ayrı ayrıdır. Hatta insanların herbiri özel bir gezegen de yaşayan apayrı bir alemdir sanki...
Bu bir gerçektir. Ama bir başka gerçek daha vardır. Bütün insan topluluklarını kuşatan, birbirinden farklı dünyalara sahip şu insanların tümünü kucaklayan, onları iki demette toplayan ve iki genel sancak altında, karşıt iki safta bir araya getiren kısa bir gerçek daha vardır. Bunlar, "Kim verir korunursa, ve en güzel sözü doğrularsa." ... "Kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa ve en güzel sözü de yalanlarsa." dır.
Kim de malını ve canını vermez cimrilik ederse, yüce Allah'tan ve O'nun getirmiş olduğu doğru yoldan yüz çevirir kabul etmezse ve bu "en güzel"i yalanlarsa...
İşte çeşit çeşit insanların, değişik değişik eğilimlerin, çeşit çeşit sistemlerin birbirine benzemeyen hedeflerin buluştuğu iki ayrı dizidir bunlar. Bu dizilerden her birinin bu dünya hayatında izlediği bir yol vardır. Herbirinin gittiği yolda kendine ait başarısı vardır. "Kim verir korunursa, ve en güzel sözü doğrularsa onu en kolay başarıya ulaştırırız."
Veren, korkup sakınan, en güzeli doğrulayan kimse ruhunu temizlemek ve onu doğru yola iletmek için yapabileceğini sonuna kadar yapmış demektir. İşte bu kişi o zaman yüce Allah'ın yardımını kendi iradesi ve dilemesi ile üstüne almış olduğu ve nasib edeceği başarısını hak eder. Bu başarı olmazsa insan bir hiçtir ve hiçbir şeyi yapamaz.
Yüce Allah'ın en kolayı elde etmeye başarılı kıldığı kimse, hedefe ulaşmış demektir. Kolaylıkla, yumuşaklıkla ve sükunetle ulaşmış demektir... Henüz şu yeryüzünde iken ve kolaylık içinde yaşarken ulaşmış demektir. Kolaylık bu kişinin içinden kaynar çevresinde neler varsa, kimler varsa tümünün üzerine seller gibi boşalır. Adımlarını kolay atar, yolunda kolay yürür, tüm işleri ele almasında bir kolaylık vardır. Gerek toplu gerek parça parça tüm işlerin de sakin ve güvenli bir başarı vardır. Bu içinde herşeyi bulunduran bir derecedir. Çünkü bunu elde eden kişi, Rabbinin Resulüne verdiği söze onunla birlikte katılır. "Ve seni kolay olana başarılı kılarız." (A`la 8)
"Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa ve en güzel sözü de yalanlarsa, biz de onu en zora yöneltiriz. Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz."
Canını ve malını vermeyip cimrilik eden, Rabbinden ve onun doğru yolundan yüz çeviren, Rabbinin çağrısını ve öğretisini yalanlayan kimse kendini sapıklığa atma konusunda yapabileceğini en sonuna kadar yapmış demektir. Böyle birisi yüce Allah'ın her şeyi kendisine zorlaştırmasını hak etmiştir, dolayısı ile yüce Allah onu en zora yöneltir. Ona güçsüzlük ve eksiklik verir, her türlü kolaylıktan mahrum eder. Attığı her adımı zorluk ve sıkıntı kaynağı kılar. Bu yüzden her ne kadar kurtuluş yolunda yürüdüğünü zannetse de o doğru yoldan sapmış ve bedbahtlık yolunu tutmuş demektir. Ayağı sürçer, bu sürçmeden kendisini yüce Allah'ın yolundan ve O'nun hoşnutluğundan uzaklaştıran başka bir sürçme ile korunmaya çalışır. Sürçmelerin ve sapmaların sonunda ayağı kayıp düştüğü ve yere yıkıldığı zaman cimrilik edip vermediği, kendisini Allah'tan ve O'nun doğru yolundan uzaklaştırdığı malı ona bir yarar sağlamayacaktır. "Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." Kötülüğün ve günahın kolayca işleyebilmesi, bu kişinin dünyada kurtuluşa erse de başarı sağlasa da, ona zorluğun sağlanması anlamına gelir... Cehennemden daha zor bir şey olur mu hiç? Cehennem, zorluğun ta kendisidir.
Böylece surenin birinci bölümü son buluyor. Bu bölümde her yerdeki ve her çağdaki insan topluluklarına iki yol ve iki sistem gösterilmiştir. insanların renkleri ve biçimleri ne kadar çeşitli ve ne kadar çok olursa olsun, aslında onların iki grup ve iki sancak oldukları belli olmuştur. Herkesin yapmak istediği şeye ulaştığını ve yüce Allah'ın da herkese ister kolaylık ister zorluk olsun seçtiği yolu kolaylaştırdığı anlaşılmıştır.
İkinci bölümde ise yüce Allah, her iki grubun akıbetinden söz etmektedir. Kolaylığın ve zorluğun verildiği her iki zümrenin, sonunda akıbetlerini gözler önüne sermektedir. Her şeyden önce de bu gruplardan her birinin karşılaştığı ödül ve cezanın kesin ve kaçınılmaz olduğu ve bunun ayrıca adalet ve hak ölçüleri içinde olduğunu belirtmektedir. Çünkü yüce Allah insanlara doğru yolu açıklamış ve onları yakıp kavuran ateşle korkutmuştur.
Yüce Allah -kullarına bir ihsan ve rahmet olarak- doğru yolu insanların fıtratına ve bilinçlerine açıklamayı kendi üzerine almıştır. Ve yine doğru yolu insanlara peygamberlerle peygamberlerin mesajları ile ve deliller aracılığı ile açıklamayı kendisi üstlenmiştir. Böylece kimsenin elinde sığınacağı bahane kalmasın ve hiç kimseye zulmedilmesin diye bizzat kendisi üstlenmiştir. "Doğru yola iletmek bize aittir."
Değinilen ikinci nokta ise, insanları kuşatan hakimiyet gerçeğinin kesin bir dil ile açıklanmasıdır. İnsanların bu hakimiyetten kurtulacak bir sığınağı bulamayacaklarının belirtilmesidir. "Şüphesiz ahiret de dünya da bize aittir." Yüce Allah'tan uzaklara gitmek isteyenler nereye gidebilirler?
Yüce Allah, kullarına doğru yolu göstermesinin, ahiretin, ceza ve amel yurdu olan dünyanın sahibi olmasının bir uzantısı olarak, onları korkuttuğunu ve sakındırdığını hatırlatıyor ve açıklıyor: "Ben sizi alev saçan bir ateşe karşı uyardım." Tutuşturulmuş bir ateşe karşı uyardım. Tutuşturulmuş bu ateşe "ancak bedbaht kimseler girer." Tüm kulların en bedbahtı girer ona. Ateşe girmekten öte bir bahtsızlık olur mu? Sonra da yüce Allah o en bahtsız kimsenin kim olduğunu açıklıyor. Bu en bedbaht kişi "Yalanlayan ve dönen kişidir." islam davasını yalanlayan ve ondan yüz çeviren kimsedir. Evet bu zavallı insan, doğru yoldan ve yüce Allah'ın tıpkı kendisine istekle gelenlere vaadde bulunduğu gibi insanlara, doğru yola ersinler diye yaptığı çağrıdan yüz çeviren kimsedir.
"En çok korkan ondan uzak tutulur." Bu kişi en bahtsız insana karşılık en mutlu olan kişidir. Sonra yüce Allah en çok sakınan kimsenin de kim olduğunu açıklıyor. Bu kimse "malını Allah rızası için vererek arınan yücelendir." Malını, harcamaları ile temizlenmek için veren kimsedir. Yoksa gösteriş yapmak ve üstünlük taslamak için veren değildir. Bu kişi, malını gönüllü olarak harcar ne yapılan iyiliklere karşılık vermek için ve ne de kimseden teşekkür almak için harcar. Yalnız ve yalnız Rabbinin bağışını, O'nun eşsiz hoşnutluğunu elde etmek için harcar.
"O yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için yapmaz. Ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapar."
Sonra ne olacak? Temizlenmek ve yüce Rabbinin rızasını kazanmak için malını veren, şu çok sakınan kişiyi neler beklemektedir? Burada Kur'an'ın mü'min ruhlara bildirdiği mükafat Hayret verici, hiç beklenmeyen ve alışılmamış bir mükafattır.
"Elbette kendisi de hoşnut olacaktır."
Bu çok korkan mü'minin kalbine dolan hoşnutluktur. Ruhunu bürüyen hoşnutluktur. Bütün benliğine seller gibi boşalan hoşnutluktur. Tüm benliğini dolduran hoşnutluktur. Hayatında meltem gibi esen de hoşnutluktur.
Bu ne büyük bir mükafat ve ne büyük bir nimet! "Elbette kendisi de hoşnut olacaktır."
Dininden hoşnut olacak, Rabbinden hoşnut olacak... Kaderinden hoşnut olacak... Nasibinden hoşnut olacak... Sıkıntıda ve rahatlıkta bulduğu şeylerden hoşnut olacak. Zenginlikten ve fakirlikten, kolaylıktan ve zorluktan, bolluktan ve darlıktan hoşnut olacaktır. Hoşnut olacak endişeye kapılmayacaktır, sıkılmayacak acele etmeyecek, omuzladığı yükü ağır görmeyecek, hedefi uzak görmeyecektir. Kuşkusuz bu hoşnutluk her mükafattan daha büyük olan en büyük mükafattır. Bu hoşnutluk canını ve malını verenlerin, temizlenmek için verenlerin, çok yüce Rabblerinin hoşnutluğunu elde etmek için harcayanların, hak ettikleri bir mükafattır. Bu mükafatı ancak Allah verir. Kendisine candan ve samimi olan, kendisinden başka hiçbir kimseyi görmeyen kalplere oluk oluk akıttığı bir mükafattır bu. "Elbette kendisi de hoşnut olacaktır." Hoşnut olacaktır, çünkü bedelini vermiştir. Vereceğini vermiştir.
Bu, tam anlamı ile yerinde bir sürprizdir. Ancak bu mükafat, temizlenmek için malını veren ve gördüğü iyiliğe diyet borcunu ödemek âmâcı ile yanında mal bulundurmayan ama sadece Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için çalışan en çok korkan kimselerin ulaştıkları dereceye ulaşan kimseler için beklenen ve onlara sürpriz olmayan bir sonuçtur. Ve "Elbette kendisi de hoşnut olacaktır."