24 Şubat 2015

İSRAİL'İN AFRİKA STRATEJİSİNE GENEL BİR BAKIŞ




İSRAİL'İN AFRİKA STRATEJİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
Önceki sayfalarda incelediğimiz bilgiler, İsrail'in kara kıtada onyıllardır olağanüstü bir aktivite içinde olduğunu ve pek çok Afrika ülkesinin politikasına doğrudan karıştığını, liderler devirip, yeni liderler başa getirdiğini gözler önüne sermektedir.
Bu arada İsrail'in Afrikalı liderlere yanaşmak için kullandığı yöntem ilginçtir. İsrail, Afrikalı liderlerin kafasına, kendisinin gelişmekte olan Asya-Afrika dünyasının tarihi, coğrafi ve siyasi bakımdan kopmaz bir parçası olduğunu yerleştirmeyi hedefler. Bu nedenle İsrailli devlet adamları, çeşitli Afrika ülkelerinin devlet başkanları, bakanlar ve iş adamları gibi nüfuzlu kişilerini ülkelerine davet ederler. Bu kişilerle yapılan resmi veya gayri resmi görüşmelerde, İsrail'in üzerindeki Arap baskısına rağmen yürütülen siyaset, terörle mücadele, üretim ve teknoloji alanlarında gösterdiği büyük başarı dile getirilir. Görüşmede, genel olarak gelişmekte olan ülkeler, özel olarak da Afrika devletleri için İsrail'in vazgeçilmez parlak tecrübeleri sayesinde oynayacağı faydalı rolü ayrıntılarıyla anlatılır. Arada, İsrail'in Afrika ile olan ilişkilerinde siyasal tutkulardan uzak olduğu özellikle vurgulanır.
İsrailliler Araplarla savaşarak bağımsız bir Yahudi devleti kurmalarını, Afrika ülkelerinin sömürgeci güçlere karşı verdiği savaşa benzeterek paralellik kurarlar. Onlara göre İsrail ile yapılan işbirliği kendileriyle ilişki kuran Afrika ülkesini özgürlük kahramanı haline getirebilir. Yani İsrail Afrika ülkelerine "ben de sizin gibi sömürgecilikle savaştım" mesajı vermektedir. Oysa bu büyük bir aldatmacıdır: Çünkü İsrail'in kendisi sömürgeci bir güçtür. Eski Mossad şeflerinden Isser Harel Afrika ile ilgili olarak şöyle der:
Siyahlarla nasıl konuşulması gerektiğini biz çok iyi biliyoruz. Avrupalılar Afrika'yı terkettiler ve kıtanın kapısı açıldı. Ve bizim dışımızda o kapıdan hiçbir beyaz giremedi. Biz bunu başardık, çünkü siyahlar bizim emperyalist olabileceğimizi hiç düşünmediler. Burada kök salabilen tek güç biz olduk.50
Gerçekten de Avrupalı güçlerin dekolonizasyon dalgası ile kıtayı terketmesinin ardından bölgeye İsrail girmiş ve kıtada yeni bir kolonizasyon (sömürgecilik) dönemi başlamıştır. Ancak İsrail'in başlattığı kolonizasyon, yalnızca ekonomik sömürgecilik değildir. Aksine, İsraillilerin asıl hedefi, çoğu kez, Afrika ülkeleri üzerinde politik denetim sağlamak, kıtayı radikalleşmekten uzak tutmak ve halk hareketlerini bastırmaktır. Bu nedenle İsrail'in koloniciliği, kıtaya en başta faşizm getirmiştir.
İsrail'in Afrika faaliyetleri bugün de aynı hızla sürmektedir. En son olarak 1994 yılının başında Kongo'dan gelen bir haber, Yahudi Devleti'nin Ortadoğu'daki sözde barış sürecine rağmen Afrika'daki militarist düzenin büyük bir ortağı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu. "İsrail'i Davet Eden Darbeciler" başlığıyla basına yansıyan habere göre, Kongo Devlet Başkanı Pascal Lissouba'nın muhalifleri, darbe yapmak için İsrail'den paralı asker ve askeri teçhizat istemişlerdi. Kendilerini Kongo Liberal Partisi olarak tanıtan muhalifler, İsrailli yetkililer ve işadamlarıyla görüşerek darbenin hazırlanması için destek aramışlar ve bu yardım karşılığında iktidarı ele geçirmeleri halinde petrol ve maden sektörlerinde İsrail'e büyük imtiyazlar vereceklerini söylemişlerdi.51
Peki İsrail'in böylesine dev bir aktivite içine girmesi, böylesine geniş bir strateji izlemesi ne ile açıklanabilir? Çoğu "normal" ülke, örneğin Türkiye için, Afrika'nın uzak bir köşesinde kimin iktidara geldiği pek fazla önem taşımaz. Hiçbir "normal" ülke, kendisinden onbinlerce kilometre uzaklıktaki Üçüncü Dünya ülkelerinde rejimleri yıkmaya ya da ayakta tutmaya çalışmaz. Demek ki, İsrail "normal" bir ülke değildir. Dünyanın uzak köşelerinde olup bitenler, Yahudi Devletini çok yakından ilgilendirmektedir.
Bunun bize gösterdiği sonuç ise daha önemlidir: İsrail, tüm dünyayı kapsayan bir hedef peşindedir ve tüm dünya üzerinde hesapları vardır. Hallahmi buna "İsrail'in global stratejisi" diyor. Dünyadaki hemen her politik mücadelede İsrail bir taraftır. (İsrail'in Amerika'daki uzantısı olan Yahudi lobisi de aynı kuralı uygulamaktadır. Yahudi lobisinin hedefi haline gelen ve bu nedenle Başkan Clinton'ın isteğine rağmen Savunma Bakanı olamayan Amiral Inman, bu konuda "eğer onlarla (Yahudilerle) birlikte değilseniz, onların düşmanısınızdır" demişti.)
Bu ise ancak, İsraillerin bir "dünya egemenliği" peşinde oldukları ile açıklanabilir. İsrail, dünya için belirli bir sistemi, belirli bir modeli, yani Düzen'i uygun görmektedir ve tüm dünyanın da bu Düzen'e boyun eğmesine çalışmaktadır. Bu boyun eğdirme stratejisi içinde İsrail'in en büyük düşmanı da, Düzen'e tepki duyan halklardır. İşte bu nedenle İsrail dünyanın dört bir yanındaki faşist rejimlere destek olmakta, onlara işkence yöntemleri öğretmekte, onları silahlandırmakta ve gizli polislerini eğitmektedir. Çünkü faşizm, halkların güç kullanılarak baskı ve kontrol altına alınmasına yaramaktadır.
İsrail'in dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı Düzen ise önceki bölümlerde de incelediğimiz gibi Kuran'da haber verilen "İsrailoğullarının ikinci yükseliş ve bozgunculuğu"na karşılık gelmektedir. İsrail'in Üçüncü Dünya'nın öteki bölgelerindeki faaliyetleri de bunu doğrulamaktadır. Örneğin Orta ve Latin Amerika, "İsrailoğullarının bozgunculuğu"nu çok yakından hisseden bir başka Üçüncü Dünya parçasıdır.
Orta ve Latin Amerika:
İsrail'in Uzaktaki Gölgesi
Orta ve Latin Amerika, on yıllardır en karmaşık, en istikrarsız bölgelerin başında gelir. Bölgede egemenliğini sürdüren faşist rejimler, askeri cuntalar, iç savaşlar, uyuşturucu kartelleri, gerilla grupları (ya da kontrgerilla grupları) bölgeyi bir terör ve kaos atmosferine sokmaktadır. Kıtayı kendi "arka bahçesi" olarak kabul eden ve kendinden bağımsız herhangi bir rejimin yaşamasına izin vermeyen ABD'nin yüzyılın başından bu yana süren askeri müdahaleleri ya da CIA operasyonları ise bölgedeki durumu çok daha kötüleştirmiştir. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, ülkesinin bölgeye olan yaklaşımını şöyle ifade etmişti: "Herhangi bir Orta Amerika hükümetinde 1-4 milyon dolara bir devrim yaratabiliriz. Başka bir deyişle, bu yalnızca bir fiyat sorunudur." 52
Noam Chomsky, kitaplarının büyük kısmında ABD'nin Orta ve Latin Amerika'da uyguladığı politikaları sert biçimde eleştirir ve ülkesinin bölgeye ancak ve ancak terör ihrac ettiğini ortaya koyar. "Amerika'nın en parlak eleştirel beyini" sayılan yazar, Amerika'nın Orta ve Latin Amerika halklarına çektirdiği acıları, ülkesinin sahip olduğu "Culture of Terrorism" (Terörizm Kültürü)ne bağlar. Chomsky'nin çalışmalarında, demokrasi ve insan hakları havarisi kesilen ABD'nin, bölge halkının çektiği acılarda, yaşadığı işkencelerde, hedef olduğu kurşun ve bombalarda ne denli büyük bir payı olduğunu açıkça görebilirsiniz.
Amerika'nın bölgedeki stratejisi, kendi stratejik ve ekonomik çıkarlarını koruyacak liderleri ayakta tutmak ve ötekileri iktidardan düşürmektir. Bu arada kıta halkının başına nelerin geldiği ise hiç sorun değildir. Amerika'nın desteklediği ve hepsi de faşist sayılabilecek olan liderlerin en belirgin politikası ise özellikle Soğuk Savaş dönemi boyunca, halka karşı acımasız bir devlet terörü uygulamak ve böylece itaati sağlamak olmuştur. Örneğin bir zamanlar Amerika'nın en yakın dostu olan Nikaragua diktatörü Somoza'nın kanlı rejiminin icraatları arasında; yedi yaşındaki bir çocuğun gerilla muamelesi görerek 12-30 yaşlarındaki erkek ve kadınların yanında kurşuna dizilmesi, erkeklerin cinsel organlarının kesilerek ağızlarına sokturulması ya da kadınların sokak ortasında ırzlarına geçilerek öldürülmesine kadar varan işkenceler yer alır.
Bölgeyi kendi arka bahçesi olarak gören Amerika'nın uyguladığı ve uygulattığı terör az-çok bilinen bir şeydir. Ama bu kan gölünün arkasında pek fazla bilinmeyen, pek fazla dikkat çekmeyen çok önemli bir ülke daha vardır. Bu ülkenin bölgeyi "arka bahçe" olarak görmesi mümkün değildir; kıtadan çok uzaklardadır. Ayrıca bölgede Amerika kadar ekonomik çıkarı da yoktur; bölge ülkelerine uzanan dev uluslararası şirketlere sahip değildir. Ama yine de bu ülke, Latin ve Orta Amerika'daki terörü var gücüyle desteklemektedir. Hem de Amerika'dan çok daha keskin, çok daha sınır tanımaz bir biçimde.

Latin Amerika'daki diktatörlerin tümü, arkalarındaki İsrail desteği ile iktidarda kalabilmiştir. Üstte, bu diktatörlerden ikisi: İsrail'in bölgeye bol miktarda sattığı Kfir bombardıman uçağının altında, Arjantinli faşist cunta lideri General Viola (üstte solda) ve Nikaragua diktatör Anastasio Somoza...
Bu ülke, elbette, İsrail'dir. Yahudi Devleti, tüm Üçüncü Dünya halklarının kontrol altında tutulması amacına yönelik olan "global strateji"si gereği, bölgeye büyük ilgi göstermektedir. Orta ve Latin Amerika'nın en kuytu köşele- rinde Mossad ajanlarına, İsrailli askeri uzmanlara, işkence timlerine ya da ölüm mangalarına rastlayabilirsiniz. Faşist rejimlerin ya da faşist eğilimli gerilla gruplarının hemen hepsinin elinde İsrail yapımı Uzi ve Galil marka otomatik silahları görebilirsiniz. İsrail, en az Afrika'da olduğu kadar, Orta ve Latin Amerika'da da faaldir. Benjamin Beit-Hallahmi, Latin ve Orta Amerika'yı "İsrail'in uzaktaki gölgesi" olarak tanımlar ve şöyle der:
İsrail Latin Amerika'da sadece dostlar değil, aynı zamanda hayranlar da kazanmıştır. Şili'den General Augusto Pinochet, Guatemala'dan General Romeo Lucas Garcia, El Salvador'dan Roberto D'Aubisson ve Paraguay'dan General Alfredo Stroessner İsrail hayranlarından birkaçıdır. Nikaragua'daki Anastasio Somoza Debayle de onlar gibidir. Latin Amerika askeriyesinin tümü, İsrail'in sertliğine, vahşiliğine, acımasızlığına ve etkinliğine hayrandır.53
İsrail'in Orta Amerika faaliyetlerinin merkezi, Guatemala'nın başkenti Tegucigalpa'da kurulu olan Mossad istasyonudur. Son derece gelişmiş olan istasyon Mossad şef yardımcısı tarafından yönetilir ki, bu da önemli ve etkili bir Mossad üssü olduğunun göstergesidir. Mossad, bu istasyon ve ülkelere dağılan ajanları sayesinde, bölgedeki pek çok "müttefik" gerilla grubuna eğitim vermektedir...
1975'de İsrail bölgeye büyük bir silah satıcısı olarak girmişti. Bölgeye İsrail tarafından sadece 1984'de 22 milyon dolarlık silah satışı yapılmıştır.54 Küçük askeri güçlerin yer aldığı Orta Amerika'da bu çok büyük bir rakamdır. (Karşılaştırmak gerekirse, Ortadoğu'daki 10.000 tanka karşılık Orta Amerika'nın tümünde 200 tanktan az vardır. Bölge öylesine az gelişmiştir ki askeri teknolojide 500 silaha, bir ulaşım uçağına ve birkaç jete sahip olmak ölüm ve baskı teknolojisinde yaptığı fark açısından büyük önem taşır).
İsrail'in Orta Amerika'ya sattığı askeri malzemenin önemli bir kısmı da İsrail yapımı değildir. Almanya'da üretilen Mauser-98 tüfekleri piyasadan kalktıktan sonra, İsrail tarafından Guatemala'ya satılmıştır. Ayrıca İsrail bölgeye çok sayıda Sovyet yapımı silah da satmıştır. Böylece İsrailliler, sattıkları bu silahların kendileriyle bir ilgisi olmadığını öne sürebilmektedirler.
Ancak İsrail'in silah satışında neden bölgede bir numara olduğu ve neden İsraillilerin Orta Amerika'da bu denli popüler ve etkili oldukları sorusu akla gelmektedir. Çünkü Amerika İsrail'den de büyük bir silah kaynağıdır, bölgeye daha yakındır ve sonuçta da bölgeyi "arka bahçe" olarak görmektedir. Amerikalıların bu özelliklerine karşın İsrail nasıl olup da bölgede bir numaralı silah ve ilham kaynağı olabilmektedir?
Hallahmi, bu soruya cevap verirken, Yahudi Devleti'nin Orta Amerika'da bu denli popüler olmasının sırrını, "İsrail farkı"nı, şöyle anlatıyor:
Orta Amerikalı generaller genelde İsrail'e hayran olduklarını belirtirler, çünkü gördükleri İsraillileri pratik, etkili ve sert olarak tanımlarlar. İsrail'e hayran oluşlarının en büyük nedeni de, İsrail'i 'insan hakları saçmalığını umursamayan bir ülke' olarak görmeleridir. Önde gelen aşırı sağcı bir Guatemalalı politikacı bir röportajında 'İsrailliler şu insan hakları meselelerinin işlerini engellemesine izin vermiyorlar' demiştir, 'sen parayı ödüyorsun, onlar (silahları) getiriyorlar. Hiçbir soru sorulmuyor, oysa gringolar hiç de öyle değil'.55
Evet, Orta ve Latin Amerika faşistlerinin İsrail'i bu denli tutmalarının nedeni, Yahudi Devleti'nin kesinlikle "insan hakları" gibi bir endişesi olmamasıdır. İsrail, dünyanın en baskıcı, en katil rejimlerine seve seve silah satar ve bundan dolayı da hiçbir sorunla karşılaşmaz. Buna karşılık, Amerikalılar ("gringolar"), bu denli rahat davranamazlar. Çünkü Amerikan Kongresi insan haklarını öne sürerek sık sık Beyaz Saray'ın kirli işlerini engellemektedir. Aynı şekilde Amerikan toplumu da ülkelerinin faşist rejimlere destek olmasına eğer bu destekten haberdar olursa tepki gösterir. Vietnam savaşına, daha doğrusu ABD'nin Vietnam işgaline, gösterilen tepkiler bunun örneğidir.
Oysa İsraillilerin böyle bir sorunu yoktur. Onlar istedikleri rejimi desteklerler ve bu konuda ne siyasi kurumlardan, toplumdan tepki görmezler. İşgal altında yaşattığı insanların hiçbir hakkını tanımayan İsrailliler, doğal olarak "insan hakları" gibi bir kavramdan yoksundurlar ve Üçüncü Dünya'daki en rezil rejimleri büyük bir zevkle destekleyebilmektedirler.
Bu nedenle İsrail, Amerikan yönetiminin sıcak baktığı ancak desteklemekten çekindiği rejimlerin en büyük dostudur. Knesset (İsrail parlamentosu) üyesi Matityahu Peled, bu yüzden "İsrail, Amerika yönetiminin Orta Amerika'daki 'kirli iş' organizatörüdür" demektedir.56İsrail, Amerika'nın direk müdahale edemediği durumlarda da müdahale etme serbestisine sahiptir. Tıpkı Rodezya, Güney Afrika ve İran'da olduğu gibi.
Son 20-30 yılda Orta ve Latin Amerika'daki İsrail aktivitelerine baktığımızda standart bir tablo ile karşılaşırız. Bölge devletlerinin hemen hepsinde faşist rejimler ile halk arasında büyük bir gerginlik yaşanmıştır. Halkın büyük bir bölümü rejime tepki duyuyor, bunu bilen rejim tarafından da "düşman" olarak görülüyor ve baskı altına alınıyordu. Faşist rejimler ve onlara destek olan Amerika ve İsrail, çoğu kez bu halkları "komünist" olmakla suçluyor ve komünizmle mücadele ettiklerini söylüyorlardı. Oysa bu bir aldatmacaydı. Faşist rejimlere karşı gelişen halk hareketleri "komünist" değildi, aksine bu halk hareketlerinin ardındaki en önemli güç, Kilise'ydi. Büyük bölümü Katolik olan kıtada, Kilise insan haklarını, eşitliği, adaleti savunan örgütlü bir güç olarak faşist rejimlerin ve onların destekçilerinin en büyük boy hedefi oldu. Bu nedenle de bölgedeki devlet terörü, en başta Katolik din adamlarını hedef aldı. (Bu tablo, yüzyıllar boyu Düzen'le çatışmış olan Katolik Kilise'sinin "direnişçi" mirasının, Vatikan'da olmasa da, Latin Amerika'da hala sürmekte olduğunu gösteriyor.)
Şimdi, bu bilgilerin ardından, Yahudi Devleti'nin Orta ve Latin Amerika'da akıttığı kanları ülke ülke incelemeye başlayabiliriz.
Guatemala'da Akan Kanlar ve İsrailli İşkence Uzmanları
Orta Amerika'nın en kanlı ülkelerinden biri Guatemala'dır. Meksika'nın güneyindeki bu küçük ülke, 1950'lerin ortasından bu yana, halkı "düşman" olarak gören faşist rejimler tarafından yönetildi. 1954'de ülkenin ilk ve tek seçilmiş başkanı olan Jacobo Arbenz, aşırı sağcı bir askeri cunta tarafından devrilmişti. Bu cuntanın baskıcı rejimine karşı halk arasında örgütlenen bir gerilla hareketi doğdu.
Bu, rejimin halkın tümünü düşman olarak görmesi için yeterliydi. 1960'larda sistemli bir devlet terörü başlatıldı. Amnesty International, yalnızca Ekim 1966 ve Mart 1968 tarihleri arasında aralarında çok sayıda din adamının da yer aldığı 8 bin Guatemala yurttaşının rejimin kurduğu "ölüm mangaları" tarafından infaz edildiğini bildirmişti. 1972'de bu ölüm mangalarının kurbanlarının sayısı 12 bine, dört yıl sonra da 20 bine çıktı. Roma Katolik Piskoposlar Konferansı, hükümetin izlediği politikayı tek kelimeyle "soykırım" olarak nitelemişti. Amerikalı yazar William Blum, The CIA: A Forgotten History adlı kitabında Guatemala rejiminin işkence yöntemlerini şöyle anlatır:

Orta Amerika'daki faşist rejimler, iktidarlarını korumak için daima halkın ezilmesi yoluna gitmişlerdir.Bu nedenle, her faşist rejim gibi bu rejimler de özel eğitilmiş "güvenlik güçleri" kullanırlar. Bu "güvenlik güçleri",üstte, Guatemala ormanlarında "rejim muhalifi" arayan kontragerilla askerleri gibi çoğu kez özel eğitilmiş "ölüm timleri"dir. Söz konusu ölüm timlerinin arkasındaki en büyük destekçi ise İsrail'dir.
Rejim hakkında eleştiri yaptığı duyulan ya da gerilla grubuna üye olduğu düşünülen insanlar, gizli polis tarafından evlerinden zorla alınarak bilinmeyen yerlere götürülürler. Çoğunluğunun işkence edilmiş ya da yakılmış cesetleri bir kaç gün sonra bir yol kenarında elleri arkadan bağlı olarak ya da bir nehir kıyısında plastik bir torba içinde bulunur. Bazıları toplu mezarlara gömülmüştür. Bazı cesetlerde uçaklarla Pasifik okyanusuna atılmıştır. Gualan bölgesinde artık kimsenin balık avlamadığı söylenir; çünkü sular ceset doludur. Sudan çıkan cesetlerin arasında gözlerine iğne saplanmış olanlar vardır...
Bir köyün gerillalarla ilgisi olduğu sanılırsa köye baskın düzenlenir ve tüm erkekler bir daha hiç görünmemek üzere götürülürler.Ya da köydeki herkes öldürülür ve evler de buldozerle yıkılır. Ancak bu kurbanların hemen hemen hiçbiri, gerilla grubunun üyesi değildir... En çok kullanılan işkence yöntemi, içine böcek ilacı doldurulmuş bir torbanın kurbanın kafasına geçirilmesi ve başta cinsel organlar olmak üzere vücuda elektrik verilmesidir.57
William Blum, kitabında Guatemala yerlisi bir kadının ifadelerini aktarmaktadır. Ailesiyle birlikte "rejim muhalifi" olma suçundan sorgulanmaya götürülen Rigoberta Menchu Tum adlı kadın, 9 Aralık 1979 günü başına gelen olayları şöyle anlatmaktadır:
16 yaşındaki erkek kardeşim Patrocino ile beni Chajul'deki merkeze götürdüler ve günlerce işkence yaptılar. Başkan Lucas Garcia'nın ordusundan bir subay erkekleri bir kenara ayırdı... bir süre sonra Patrocino'yu gördüm; dili kesilmiş ve tırnakları sökülmüştü, korkunçtu! Bu arada subay bir konuşma yapmaya başladı. Her durduğunda, askerler, kardeşimin ve diğer erkeklerin kanlı vücutlarını sopalarla dövüyorlardı. Daha sonra tanınmaz haldeki vücutları dışarı çıkararak toprağın üstüne fırlattılar ve üzerlerine gaz döktüler. Daha sonra onları ateşe verdiler ve canlı canlı yaktılar. Bu arada etraftaki insanları da bunu seyretmeye zorluyorlardı.58
Bunlar yalnızca bir iki küçük örnektir. Guatemala'da önce General Romeo Lucas Garcia sonra da General Efrain Rios Montt tarafından yönetilen faşist cunta rejimi, benzeri şekillerde yüzbinden fazla insanı öldürmüştür. William Blum, rejimin güvenlik kuvvetleri tarafından "gözleri oyulan, testisleri kesilerek ağızlarına sokulan, elleri ve kolları koparılan" kurbanlardan, "göğüsleri kesilen" kadınlardan da söz etmektedir.
Peki böylesine kanlı, böylesine acımasız bir rejim kimin sayesinde ayakta durmaktadır? Noam Chomsky, bu konuda şöyle der:
Guatemala'da İsrailli danışmanlar görev yapmaktadır. Korkunç katliamlardan sorumlu olan Guatemala'daki rejim, başarısını, çok sayıda İsrailli danışmanın sağladığı güce borçludur. Guatemala'nın kanlı Lucas Garcia rejimi, İsrail'e model olarak duyduğu hayranlığı açıkça dile getirmiştir.59
Hallahmi, İsrail-Guatemala ilişkisi hakkında detaylı bilgiler vermektedir. "Guatemala'da sonu gelmeyen katliam politikaları izleyenlerin hepsinin ortak noktası, İsrail'e sadece askeri malzeme kaynağı olarak değil, ilham kaynağı olarak da borçlu olduklarını pervasızca belirtmeleridir" diyen İsrailli yazar, ülkesinin, Guatemala askeri rejimlerinin "ana desteği" olduğunu ve hem General Romeo Lucas Garcia'ya hem de General Efrain Rios Montt'a kayıtsız şartsız yardım ettiğini bildirir.60
1970'lerin ortalarında İsrail Guatemala'nın en büyük silah tedarikçisi olmuş ve 1977'den sonra da neredeyse bu ülkeye silah satan tek ülke haline gelmiştir. Kasım 1977'de Guatemala ordusu, orduyu tamamen İsrail silahlarıyla donandırma programının bir parçası olarak Amerika yapımı eski Grand M-1 tüfeklerini İsrail yapımı Galil tüfekleriyle değiştirmiştir. 1983'de İsrail Savunma Bakanlığı, İsrail'in 1948 savaşında kullanmış olduğu eski Mauser 98'i Guatemala'ya satmıştır.61
İsrail, Guatemala'ya silahın yanında "know-how" da satmaktadır! Guatemala'da çok sayıda İsrailli ordu ve istihbarat uzmanı vardır ve bunlar, Guatemala'daki "iç güvenlik birimleri"nin gerilla örgütüne ve sivil halka karşı giriştiği operasyonlara (yani az önce değindiğimiz işkencelere) yardım etmiştir. İsrail danışmanları aynı zamanda acımasız Guatemala gizli polisiyle birlikte çalışmışlardır. İsrailli uzmanların Guatemala gizli polisine öğrettiklerinin başında, "halkın fişlenmesi" gelir. İsraillilerin yardımıyla, Guatemala nüfusunun %80'i isimleri ve diğer detaylarla birlikte bilgisayara kaydedilmiştir. Gerilla kaynaklarının iddialarına göre bu bilgisayar sistemi, faşist ölüm mangalarının isim listelerini temin etmekte kullanılmıştır. Güvenilir kaynaklara göre, ülkede faaliyet göstermiş İsrailli uzmanların sayısı 40'ı bulmaktadır ve bunların çoğu Guatemala istihbarat servisinde çalışmıştır.62
İsrail, bunların yanında bir de Guatemala rejimi lehinde ABD'de lobi yapmıştır. Guatemala rejiminin yaptığı "insan hakları ihlalleri" (yani katliamlar) hakkında Amerikan Kongresi'nde yükselen sesler, İsrail lobisinin Guatemala rejimine büyük destek vermesi sayesinde susturulmuştur.63
Guatemala'daki vahşetin ardındaki bu İsrail faktörüyle, bölgedeki diğer ülkelere baktığımızda da karşılaşmak mümkündür. El Salvador bir diğer ilginç örnektir.
El Salvador'un Ölüm Mangaları
ve İsrail'in Askeri Danışmanları
El Salvador'u yakıp-yıkan devlet terörü Oliver Stone'un ünlü Salvador filmine konu olmuştu. Filmde yer alan korkunç görüntüler, gerçeklerin yanında az bile kalır. Trakya kadar büyüklüğe sahip olan ülkedeki terör, Chomsky'nin verdiği bilgilere göre "150 bin adet ceset, açlıktan kırılan milyonlar, ırzına geçilmiş sayısız kadın ve işkence görmüş sayısız insan"ı kurban etmiştir.
 
El Salvador'daki faşist ölüm mangaları da diğer benzerleri gibi İsrail tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmıştı. Solda, El Salvador ordusunun rutin icraatlarından biri; "rejim muhalifi" olma suçundan dolayı "infaz" edilen siviller. Sağda, ülkedeki "aşırı sağcı ölüm timleri"nin bir başka "infaz" resmi
Darbe ile iktidarı ele geçiren faşist rejim ile ona karşı direnen gerilla grupları arasında mücadelede, kıtanın diğer ülkelerinde olduğu gibi halk kurban edilmişti. Nokta dergisi, ülkedeki durumu tasvir ederken şöyle yazıyordu: "Hükümet güçleri gerillalar ile diğer halk kesimi arasında ayırım gözetmeden tetiğe basıyor. Bir başkentli şöyle diyor: Ordu gelir ve sadece öldürür!" 64
Amerika tarafından desteklenen faşist El Salvador rejimi, 1960'lardan bu yana sistemli olarak rejim muhaliflerini ortadan kaldırdı. En çok hedef alınan gruplar; sendika liderleri, köylü organizasyonları ve Kilise'ydi. Hükümetin yönetimindeki aşırı sağcı "ölüm mangaları"nın en sık kullandığı sloganların başında "Vatansever ol, bir rahip öldür" sloganı geliyordu; çünkü rahipler, "rejime karşı itaatsizliği yaymakla" suçlanmaktaydılar. "Güvenlik güçleri" tarafından kullanılan işkence yöntemleri Guatemala'dakinden farklı değildi.
Ve tahmin edilebileceği gibi İsrail, El Salvador'daki faşist rejimin başta gelen destekçisiydi. El Salvador'la ilk büyük askeri anlaşma 1973'de yapıldı ve İsrail, Salvador hava gücünü Orta Amerika'daki en iyi hava gücü yapmayı taahhüt etti. İsrail, El Salvador'a 49 uçak satmayı kabul etti. Hava Kuvvetleri Albayı Rafael Bustillo'nun belirttiğine göre "sadece gelen ve öldüren" El Salvador ordusu, 1970'lerden sonra İsrail yapımı napalm bombaları kullanmaya başladı.65
  
Orta Amerika'nın hemen her ülkesinde temelde iki taraf vardır: İsrail ve onun Amerikalı uzantıları tarafından desteklenen faşist rejimler ve temelde Katolik Kilisesi tarafından desteklenen halk. Bu nedenle, İsrail destekli faşistlerin hedefleri arasında Kilise ve din adamları önemli bir yer tutar. Üstte, bir Kilise'yi düzenlenen baskın sonrasında El Salvador hükümet askerleri ve yine El Salvador'da işkence ile öldürülen 6 Cizvit rahibi.
1980'lerde ise El Salvador İsrail'le "anti-gerilla (kontrgerilla) güvenlik yardımı" hakkında gizli anlaşmalar yaptı. Salvador Demokratik Devrimci Cephesi temsilcisi Arnaldo Romas, İsrail'in El Salvador'da 50 askeri danışman bulundurduğunu söylemişti. Diğer bazı raporlara göre ise bu sayı 100'dü. İsrail askeri uzmanları, Salvador ordusunun gerillalara karşı uyguladığı stratejinin değişmesine ve daha saldırgan ve baskıcı taktikler kullanılmasına öncülük ettiler. İsrailli akıl hocalarından esinlenen Albay Sigifredo Ochoa, saldırgan bir taktik ustası olarak ün kazandı. İsrail, ülkedeki devlet terörünün en büyük sorumlusu olan ve "ölüm mangaları" adıyla da anılan karşı-istihbarat ekiplerini eğitiyordu. İçişleri Bakanı yardımcısı Fransisco Guemay Guerra, 1979'da yapılan bir röportajda vahşetleriyle ünlü ANSESAL adlı ölüm mangalarıyla çalışmak üzere İsrailli ajanların Salvador'da istasyon kurduklarını belirtmişti.66 ANSESAL birliklerinde İsrailliler tarafından eğitilen Roberto D'Aubisson, daha sonra aşırı sağcı ARENA partisini kurdu. D'Aubisson, bu arada ülkedeki devlet terörünü ve fail-i meçhulleri organize etmeye devam etti.67
İsrailli uzmanlar ayrıca aynı Guatemala'da yaptıkları gibi Salvador gizli polisine bilgisayar teknolojisi kazandırarak "halkı fişlemeyi" öğretmişlerdi. İsrail'in faşist rejime olan desteği o denli belirgindi ki, direnişçi gerillalar 1979'da İsrail Büyükelçisini kaçırmış ve onun faşist rejime silah satışını organize etmesi nedeniyle "savaş suçlusu" olduğunu ilan etmişlerdi. 2 Ağustos 1982'de El Salvador'un geçici başkanının oğlu Ernesto Magana tarafından başkanlık edilen ve iki bakandan oluşan bir yüksek düzey delegasyon, El Salvador'dan gizlice İsrail'e geldi. Delegasyon, başbakan Begin'le görüşerek ekonomik ve askeri yardım hakkında görüştü.68
Amerikan US News and World Report dergisi şöyle yazmıştı: "İsrail'in önemli müşterileri arasında Napoleon Duarte tarafından yönetilen El Salvador iktidar cuntası var ki, bu cuntanın silahlı kuvvetleri bu sene ayda ortalama 2000 insan öldürdüler. Cuntanın askeri malzemelerinin % 85'i İsrail'den geliyor..." 69
Ayrıca İsrail, her faşist rejimin olduğu gibi El Salvador'un da ilham kaynağıdır. Benjamin Beit-Hallahmi şöyle diyor: "Salvador ordu subayları İsrail'e olan hayranlıklarını sık sık belirtmişlerdir. El Salvador'daki Ochoa ve D'Aubisson gibi aşırı sağcılar, kendilerine model olarak genelde İsrail'i kabul ederler." 70
Nikaragua; Somoza Diktasını Yaşatabilme Çabası
Orta Amerika'nın belki de en karışık ülkesi Nikaragua'dır. Aslında Nikaragua'nın da tarihi El Salvador ya da Guatemala tarihine benzetilebilir. Her üç ülkede de halkı ezerek iktidarda oturan faşist diktatörlükler kurulmuştu. Ancak Nikaragua, diğer iki ülkeden farklı olarak, 1979 yılında diktatörünü devirmiş ve yeni bir rejim kurmaya çalışmıştı. Buna ise elbette izin verilmedi.
Nikaragua, 1912 ve 1913 yılları arasında Amerikan güçleri tarafından işgal edilmişti. Amerikan deniz kuvvetinin yerini almak üzere askeri bir kuvvet oluşturuldu ve 1936'dan sonra Somoza ailesi bu askeri kuvveti yönetmeye başlayarak ülkenin büyük bir kısmına sahip oldu. Böylece 1979'a dek sürecek olan Somoza diktatörlüğü başlamış oldu. Rejim, ülkenin Somoza ailesi tarafından inanılmaz bir biçimde sömürülmesine dayanıyordu. Amerikalı gazeteci Shirley Christian bu durumu "1936'dan 17 Temmuz 1979'a dek Nikaragua, Anastasio Somoza Garcia'ya ve onun ailesi ve yakın çevresine ait olmuştur" diyerek özetliyor.71
Somoza rejiminin bir başka özelliği de, Orta Amerika'nın geneline uygun olarak, kanlı bir rejim oluşuydu. 43 yıllık Somoza iktidarı sırasında "rejim muhalifi" olduğu düşünülen onbinlerce insan acımasızca öldürüldü. William Blum, Somoza'nın sürekli sıkıyönetim halindeki "güvenlik güçleri"nin, zamanlarını "kadınlara tecavüz ederek, rejim muhaliflerine işkence yaparak, köylüleri katliamdan geçirerek, insanları yağmalayarak" geçirdiklerini yazar.72 Başka kaynaklarda, Somoza rejiminin baskıları anlatılırken; "yedi yaşındaki bir çocuğun gerilla muamelesi görerek 12-30 yaşlarındaki erkek ve kadınların yanında kurşuna dizilmesi, erkeklerin cinsel organlarının kesilerek ağızlarına sokturulmasına kadar varan işkencelerden, kadınların sokak ortasında ırzlarına geçilerek öldürülmeleri"nden söz edilir.73

Nikaragua'nın kanlı diktatörü Anastasio Somoza Debayle. Kendisi gibi diktatör olan babasıyla birlikte, bu ülkedeki Somoza iktidarını tam 46 yıl sürdürdü. Bu süre içinde askerleri İsrailli subaylarca eğitildi. Ordusu İsrail yapımı uçaklar, botlar, Uzi ve Galil tüfekleriyle donatıldı.
İsrail, henüz daha 1950'li yılların başında bu "hırsız" ve eli kanlı diktatörün stratejik önemini keşfetmişti. Somoza'ya 1950'lerin başında İsrail askeri yardımı teklif edildi. O zamanın Savunma Bakanlığı sekreteri olan Şimon Peres, 1957'de Anastasio Somoza Debayle'ye bir mektup yazarak ihtiyacı olan her türlü yardımı verebileceklerini bildirmişti.74
İlişkiler kısa sürede ve hızla gelişti. 1961'de Somoza'nın emri altındaki Ulusal Ordu, İsrail'den üç adet tank ve 40 zırhlı araba satın aldı. Bu arada Somoza İsrail silahlarına merak sarmış ve onun görebilmesi için başkent Managua'ya tüm İsrail silahlarından örnekler getirilmişti. 1975'te Galil tüfeklerini tasarlayan Israel Galili, Nikaragua'ya gitti ve Somoza ile çok samimi bir görüşme yaptı. Aynı yıl Dışişleri Bakanı Yigal Allon, diğer bazı Yahudi misafirlerle birlikte Somoza'nın Managua gemisindeki kahvaltıya katıldı.75
1970'li yıllar boyunca İsrail'in Somoza rejimine silah satışı sürdü. Ancak asıl büyük ticaret, Amerika'nın 1978'de Somoza'ya yaptığı yardımı kesmesiyle başladı. Amerika Somoza'nın rejim muhalifi olan Sandinista gerillalarına ve halka karşı yaptığı katliamların ayyuka çıkması nedeniyle artık diktatörü destekleyemez olmuştu. Oysa böyle şeyler İsrail için hiç sorun değildi. Yahudi Devleti, Somoza'nın en son ve kanlı günlerinde, ona en büyük desteği verdi. Eylül 1978'de İsrail'den Somoza'ya 5 bin Galil, 5 yüz Uzi tüfeği, artı cephane, el bombaları ve dört devriye gemisi yollandı. 1979 baharı boyunca Somoza'nın hava birlikleri İsrail yapımı Arava uçakları ile Managua'nın fakir varoşlarını bombaladı. Somoza ile Sandinistalar arasında arabuluculuk yapan diplomatlara göre, Somoza'nın Sandinistalara teslim olmakta direnmesinin nedenlerinden biri, İsrail'in öyle ya da böyle milli muhafız kuvvetinin ihtiyacını gidereceğinden emin olmasıydı.76
Ancak İsrail'in tüm bu yardımları Nikaragua diktatörünü kurtaramadı. Sandinistalar 17 Temmuz 1979'da iktidarı ele geçirdiler. Somoza ise Miami'ye kaçtı. Ülkede yaptığı "hırsızlık" ise hayret vericiydi: Somoza ailesi, 1979 başında, tüm ülkedeki ekilebilir toprakların 1/5'ini, en büyük 26 sınai kuruluşunu, 8 şeker kamışı plantasyonunu, bir çok rafineriyi vb. elinde tutuyordu. Ayrıca alkol tekeli, çeşitli besin endüstrilerinin denetimi, Avrupa otomobil firmalarının acenteliği, ülkenin tek ulusal havayolu şirketi, çeşitli deniz nakliyat şirketleri, tekstil ve çimento sanayinde önemli miktarda hisse, bir banka, bir tasarruf ve kredi sandığı ve çeşitli ABD firmalarıyla ortaklıklar da servetinin unsurları arasındaydı. Miami'ye kaçtığında diktatörün serveti 900 milyon doları buluyordu. Halkın üçte ikisi ise yılda 300 dolardan daha az kazanıyordu.
Somoza iktidarı düşerken, diktatörün İsrail'le olan yakın bağlantısı da ortaya çıktı. Sandinista askerleri o yaz Somoza birliklerini yenerek başkent Managua'ya doğru ilerlerken henüz kutuları açılmamış çok sayıda İsrail silahı elegeçirdiler. Zaten savaştıkları Somoza askerleri, özellikle son dönemde, ellerindeki Uzi ve Galil'ler ya da başlarındaki İsrail yapımı miğferlerle birer İsrail askerine benziyorlardı.
Daha sonra araştırılan Somoza arşivleri, diktatörün daha henüz İsrail'in kuruluş döneminde, 1948 savaşında Yahudi Devleti'ne yardım ettiğini, İsraillilerin de bu yardımın karşılığı olarak Somoza'nın New York bankalarındaki hesabına 200 bin dolar yatırdığını ortaya çıkardı.77
Nikaragua'da Vahşetin Adı: Kontralar

Kilise tarafından desteklenen sol eğilimli Sandinista gerillaları, İsrail'in desteklediği Somoza diktasını devirebilmek için uzun bir mücadele vermişlerdi. Devrim sonrasında ise İsrail ülkeyi faşist yapma sevdasından vazgeçmedi. CIA tarafından ögütlenen faşist kontra gerillaları, Nikaragua'daki iç savaşı İsrail'in silahları ve askeri uzmanları sayesinde sürdürdüler.
Solcu Sandinista gerillaları belki ABD ve özellikle de İsrail'e rağmen Somoza'yı devirmişlerdi, ancak kendi başlarına bırakılmayacaklardı. Halkın desteğini alan Daniel Ortega yönetimindeki Sandinist hükümet, önce ülkedeki büyük bütün bankaları devletleştirdiğini açıkladı. Ayrıca madenler ve balıkçılık endüstrileri devletleştirildi. Ardından bir dizi ekonomik ve sosyal reform planı hazırlandı. Ortega, yaşanan iç savaştan sonra, dışardan alacağı kredileri, harap haldeki ülkesini imar etme amacını taşıyan planın gerçekleşmesi için kaynak olarak kullanacaktı.
Ancak CIA kısa bir süre sonra, Somoza rejimini özleyen faşist eğilimli Nikaragualıları eğitmeye başladı. "Kontra" adı verilen bu gerilla grupları bir süre sonra Sandinist rejime karşı bir tür iç savaş başlattılar. Kontraların hedeflerinin başında da, Sandinist rejimi destekleyen halk yığınları geliyordu; halk, terör ve vahşet yoluyla hizaya getirilmeliydi.
Burada bir nokta ilginçti: ABD, Sandinistleri "Sovyet uydusu" ve "komünist" olmakla suçluyor ve bu "kızıl"lara karşı da antikomünist kontra gerillalarını desteklediğini söylüyordu. Oysa bu bir aldatmacaydı. Sandinistalar "Sovyet uydusu" değildiler, yalnızca kendi ülkelerinde sosyalist bir ekonomik düzen kurmak isteyen bir "bağımsız sol" harekettiler. Ancak "bağımsız sol", Sovyetlerle gizli bir uzlaşma içinde olan ABD'nin hiç hoşuna gitmeyen bir kavramdı (bkz.6. bölüm). Sandinistaların ilginç bir başka yönü de Katolik Kilisesi tarafından desteklenmeleriydi; bu da Amerika için olumlu bir şey değildi. Bu nedenle ABD yalnızca Sandinistaları "Sovyet uydusu" olarak göstermekle kalmadı, bir yandan da onları gerçekten de "Sovyet uydusu" yapmaya çalıştı. Noam Chomsky, bu konuda şöyle diyor:

Nikaragua ormanlarında bir kontra birliği, yıl 1987.
Reagan yönetimi işbaşına geldiği günden itibaren, Nikaragua'nın eninde sonunda bir Sovyet uydusu olmasını kaçınılmaz kılacak bir politika izledi. Nikaragua'nın gelişmesi ve yeniden yapılanmasına engel olmak için ne mümkünse yapıldı. İlişkileri geliştirmek için sergilediği her türlü teşebbüs reddedildi. Bu, ABD'nin yutmayı kararlaştırdığı her ülkeye karşı uygulaya geldiği ve artık standartlaşmış bir politikasıdır.78
Bu antikomünist yaygara içinde Amerika Nikaragua'nın bütün çapulcularını "vatansever"lik görüntüsü altında topladı, eğitti, silahlandırdı ve Nikaragua'da yıllar süren iç savaşı başlattı.
Ancak Amerika bu işte yalnız değildi. İsrail de kontraların eğitilmesi ve silahlandırılması işinde Amerika'nın yanındaydı. İsrail daha önce de Somoza rejimine destek olduğu için, kontralara destek vermesi pek de şaşırtıcı değildi aslında. CIA 1981'de kontraları organize ederken, Mossad komandoları da bölgeye gelmiş ve kontra birliklerine eğitim vermeye başlamıştı. Hatta Kosta Rika'da üstlenmiş olan kontra, CIA yardımını reddederken, İsrail'in desteğini severek kabul etmişti.79 Bu, İsrail'in Latin Amerika faşistleri tarafından sertliği ve acımasızlığı nedeniyle "gringolar"a tercih edilmesinin örneklerinden biriydi.
Aralık 1982'de İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron Honduras'a bir ziyaret yaptı ve bu ziyareti sırasında kontra grubu FDN'nin (Nikaragua Demokratik Gücü) lideriyle görüştü. O günden beri Nikaragua'da Sandinist rejim de sık sık İsrail'in kontralara desteğini duyurdu. Nikaragua Başbakanı Daniel Ortega, İsrailli danışmanların açık ve gizli olarak kontraları eğittiğini belirtti.
ABD'li yetkililer ilk olarak 1983'de "İsrail desteğini" rapor ettiler. Reagan hükümetinin yetkilileri Haziran 1983'deki New York Times'a verdikleri demeçte; İsrail'in ABD'nin ricasıyla FKÖ'den ele geçirdiği silahları, Nikaragualı direnişçilere gönderdiğini söylediler. CIA kaynaklarına göre, İsrail yardım merkezi olarak Honduras'ı kullanıyor ve CIA tarafından finanse ediliyordu. ABD'lilere göre İsrail'in yardımı milyonlarca dolar tutarındaydı ve Güney Amerika'daki kontralara doğrudan iletiliyordu.

Kosta Rika'da üstlenen kontra liderlerinden Eden Pastora, CIA yardımını redderken, İsrail'in Latin Amerika faşistleri tarafından sertliği ve acımasızlığı nedeniyle "gringolar"a tercih edilmesinin örneklerinden biriydi.
İsrail ilk olarak Temmuz 1983'de kontralara silah sağladı. ABD hükümetinin hem içinden hem de dışından bilinen kaynaklara göre, Amerikan Kongresi askeri yardımı kesse bile, İsrail Orta Amerika'daki ABD dostlarına yardım edecekti. Yani silah kaynağı olarak da İsrail, kontralar için "gringolar"dan daha güvenilirdi. Reagan hükümetinin yetkilileri İsrail'in kontralara para yardımı yaptığını vurguladılar. Mart 1985'de hazırlanan rapora göre İsrail, kontralara para yardımını son aylarda arttırmıştı. İsrail, Honduras ve El Salvador kontralara doğrudan askeri destek sağlayan ülkelerdi. Öyle veya böyle İsrail herkesin listesindeydi.80
Kontra liderlerinin kendileri de İsrail desteğiyle ilgili en iyi haber kaynaklarıydılar. Kosta Rika'dan gelen raporlar, Eden Pastora ve grubunun arasında İsrailli danışmanlar ve ellerinde İsrail silahları olduğunu bildiriyorlardı. Kontralar, Honduras'da merkez kurmuştu. Lideri Adolfo Calero, Nikaragua'daki Coca-Cola'nın eski patronuydu. Grubun adı belirtilmeyen liderlerinden biri şöyle diyordu: "Bir hükümete ihtiyacımız var. İsrail'in en iyi fikir olduğunu düşündük; çünkü onların teknik deneyimleri var." Bir başka kontra lideri Enrique Bermudez 23 Nisan 1984'de NBC televizyonuna verdiği demeçte; İsrail'den silah aldıklarını söylüyordu. Bir başka FDN lideri Edgar Chamoro ise Time'a şöyle diyordu: "İsrail'li istihbarat uzmanları CIA'e kontraları eğitmesi için yardım etti. Emekli olmuş İsrail ordusu komutanları gölge firmalar tarafından işe alınarak direnişçilere yardım ettiler." 81
Ancak İsrail'in olaydaki tüm bu rolüne rağmen, dünya kamuoyu kontra-İsrail bağlantısını fazla duymadı. Çünkü İsrail her zamanki taktiğini kullanıyor ve "ikili politika" izliyordu. Resmi olarak İsrail, kontralarla herhangi bir bağlantısı olduğunu reddediyordu. Batı medyası da İsrail'in olaydaki rolünü küçük göstermek eğilimindeydi. ABD'li bir istihbarat uzmanı bu konuda şöyle demişti: "İsrailliler gizli bir operasyonun nasıl yönetileceğini çok iyi biliyorlar."82 İsrail'in kontra operasyonunu gizli tutmak için kullandıkları bir yöntem de, bu faşist birliklerin eline Sovyet yapımı silah verilmesiydi. Böylece silahların kaynağı ortaya çıkmıyordu.
Kontraların aldıkları İsrail eğitimi, en çarpıcı sonucunu Nikaragua halkına karşı uygulanan inanılmaz vahşetlerde ortaya çıkardı. İşkence ve katliam konusunda "uzman" olan ve bu bilgilerini de dünyanın dört bir yanındaki müttefiklerine aktaran, "know-how" ihracatı yapan İsrailliler, Orta Amerika'da akan kanların başta gelen sorumlusu oldular.
Mossad, kontraları, "gerilla savaşındaki psikolojik operasyonlar" üzerinde eğitti ve düzenli olarak şiddete devam edildi. Bu arada halka, kendilerinin Rus emperyalistlerden kurtarılmaya çalışıldığı söyleniyordu. Önemli isimlere suikast önerileri ve girişimleri yapıldı. Kontraların saldırıları sadece stratejik hedeflerle kısıtlı değildi. Kasıtlı olarak sivil köylüleri de öldürüyorlardı. Bu cinayetleri işlerken de halkı mümkün olduğunca çok yılgınlığa uğratabilmek için en acımasız metotları kullanmaktan çekinmiyorlardı. Bunlardan bir örnek İngiliz basınında şöyle anlatılıyordu: "Rosa'nın göğüsleri kesilmişti. Sonra göğsü yarılıp kalbi çıkarılmıştı. Erkeklerin kollarını kırıp, testislerini kesiyorlar ve gözlerini oyuyorlardı. Boğazlarını kesip, bu yarıklarından dillerini dışarı çıkararak öldürmüşlerdi." 83
Irangate Dosyası: İsrail İran'a Neden Silah Sattı?
1986 Kasım'ında Lübnan'da Aş-Sıra isimli dergide çıkan bir haber, çok kısa bir sürede gerek dünya, gerekse Amerikan kamuoyunu en çok meşgul eden konu haline geldi. Haberde ABD'nin 1985 Ağustosu'ndan başlayarak, bir süre, İran'a gizlice silah ve askeri malzeme satması konu ediliyordu. Amerika o sıralarda Irak'la savaş halinde olan İran'a gizlice silah satmış ve bu satıştan gelen parayı da Nikaragua'daki kontraların eğitimi ve silahlandırılması için harcamıştı. Ancak ABD silahları doğrudan İran'a gitmemişti. Olayda İsrail aracılık etmişti. Silahlar İsrail stoklarından İran'a yollanmış, buna karşılık da Amerika İsrail'in stoklarını yeniden doldurmuştu.
Olay iki açıdan ilginçti: Birincisi, Amerikan yönetiminden bir grubun, kontraları Kongre'nin kararlarına rağmen desteklemek için bu denli gizli ve garip bir yol kullanmasıydı. İkinci ve asıl ilginç yön ise Amerika'nın, kendisini "Büyük Şeytan" olarak gören İran yönetimine neden ve nasıl silah sattığıydı.
Bir süre sonra ortaya çıkan bilgiler durumu daha da garip hale getirdi: Irangate, asıl olarak bir İsrail operasyonuydu. İran'a silah satıp bu parayla kontraları destekleme fikrini İsrailliler vermişti. Bu konuyla ilgili haberler Türk basınına da yansımıştı. "Irangate önerisi İsrail'in" başlığıyla verilen bir haberde şöyle deniyordu: "ABD'nin İran'a gizli silah satışını İsrail'in önerdiği ortaya çıktı. ABD'yi sarsan, Ortadoğu'yu karıştıran Irangate Skandalı'nın İsrail'in önerisi üzerine gerçekleştiği anlaşıldı." 84
Peki İsrail neden İran'a silah satmak istemiş olabilirdi? İran rejimi, Amerika'ya duyduğu antipatinin belki daha da şiddetlisini İsrail'e karşı da duyu-yordu. Bunu fiiliyata dökmekten de kaçınmıyordu. Güney Lübnan'da üstlenen ve 1983'den sonra buradan İsrail hedeflerine büyük misillemeler düzenleyen Hizbullah örgütü de en büyük desteğini İran'dan alıyordu. İsrail'in İran rejimine karşı olduğu bu nedenle son derece açıktı. Hatta bu yüzden Şah'ın devrilmek üzere olduğu sıralarda, Ariel Şaron İsrail komandolarını Şah'ı kurtarmak için devreye sokmaya çalışmıştı.
Peki neden İsrail, Amerika'yı devreye sokarak başdüşmanına silah satıyordu?

Irangate'in önemli isimlerinden Mossad ajanı Yaakov Nimrodi.
Benjamin Beit-Hallahmi bu soruya ikna edici bir cevap veriyor. İsrailli yazarın bildirdiğine göre, İsrail, İran ordusuna silah satarak, İran rejimine fazla sıcak bakmayan bazı ordu güçleriyle bir bağlantı kurmak niyetindeydi. Nitekim İsrail'in Amerika Büyükelçisi Moşe Arens 1982 yılında bu yönde bir açıklama yapmış ve İsrail'in İran ordusuna uzanan kanalları açık tutmak için onlara silah sattığını, ancak nihai hedefinin Humeyni rejimini yıkmak olduğunu söylemişti. İsrail, İran içindeki "radikal olmayan" unsurları destekleyerek, radikal rejimi uzun vadede çökertebileceğini hesaplıyordu. Nitekim İsrail'in İran'daki rejimi devirmek için darbe planları yaptığına dair açık işaretler vardı. 8 Şubat 1982 tarihinde İsrail televizyonunda yayınlanan bir programda Dışişleri üst düzey görevlisi ve Mossad'ın eski Afrika şefi David Kimche, İran eski büyükelçisi Uri Lubrani ve eski Tahran askeri ateşesi General Yaakov Nimrodi ile yapılan röportajlar yayınlandı. Lubrani, bu programda Humeyni hükümetine karşı askeri bir darbenin mümkün olduğunu ve Tahran'ın yüz tank ve "yalnızca" onbin ölü ile ele geçirilebileceğini söylemişti.85 Programa katılan diğer iki kişinin, Mossad ajanı David Kimche ve Kürt Yahudisi Yaakov Nimrodi'nin, İran'a silah satışını organize eden en önemli iki isim olduğu yıllar sonra ortaya çıkacaktı.
İsrail'in İran ordusu içindeki rejim muhalifleri ile ilişki kurma planı, doğrusunu söylemek gerekirse, mantıklıydı. Çünkü o dönemde gerçekten de özellikle askeri kesimde Şah dönemine özlem duyanlar vardı. Bunlar bir de kendi aralarında önemli bir örgütlenme kurmuşlardı: Bir mason locası!... Nokta dergisi bu konuyla ilgili ilginç bir haber yapmış ve İran'ın silah alımında Hocatiye Locası adıyla bilinen gizli bir mason locasının üyelerinin önemli rolü olduğunu yazmıştı.86 İsrail'in silah satışı aracılığıyla bağlantı kurmak ve kendilerine darbe yaptırmak istediği "ordu içindeki rejim muhalifleri", büyük ihtimalle bu Hocatiye Locası'nın üyeleriydiler. Yahudi Devleti'nin masonlarla işbirliği yapmasından daha doğal ne olabilirdi ki?
Sonuçta İsrail "yüz tank ve onbin ölü ile" Tahran rejimini düşüremedi, istediği darbeyi yapamadı. Ancak Yahudi Devleti yine de Irangate'ten oldukça karlı çıktı.
Herşeyden önce İsrail, İran'a bozuk ve kalitesiz silahlar yollamış, onların yerine ise Amerika'dan son derece kaliteli silahlar almıştı. İsrailliler, Amerikalıların doğrudan İran'a gönderilmesi için kendilerine verdikleri silahları da yine ellerindeki bozuk silahlarla değiştirip İran'a yollamışlardı. Nikaragualı kontralara verildiği ileri sürülen 30 milyon doların da İsrail'in elinde olduğu da ortaya çıkmıştı. "Beyaz Saray'a yakın kaynaklar", İsrail'in değerleri 10 milyon dolar olan silahları İran'a 40 milyon dolara sattığını bunun 10 milyonunu Amerikan yönetimine teslim ettikten sonra, kalan 30 milyonu bir İsviçre bankasına yatırdığını söylemişlerdi.87 Bir başka habere göre ise İsrail, Amerika'dan gelen bir kısım Hawk roketlerini kendi elindeki bozuk Hawklarla değiştirip İran'a yollamıştı.88
İsrail, İran'a silah satışından farklı bir kar daha elde etmişti. Yahudi Devleti, İran'a silah satma teklifi götürürken İran Yahudilerinin İsrail'e göç etmesi için izin verilmesi şartını koşmuştu. Londra, Paris ve Cidde'de yayınlanan El Şark El Avsat gazetesinin "İran falaşaları" başlığı ile verdiği haberde, silah pazarlığına İran'da yaşayan binlerce Yahudinin de dahil edildiğini bildirilmişti. Gazete, İran hükümetinin verdiği izin üzerine, bir kaç ay içinde 800 kadar Yahudinin İsrail'e gitmek üzere Amerika'ya geldiklerini ve haftada ortalama 70 İranlı Yahudinin ülkeyi terkettiğini yazmıştı.
Kısacası Irangate, İsrail için kısa günün karı olmuştu: İran'a bozuk silahlar yollanırken, İsrail stokları yenilenmiş, "İran Falaşaları"na kapı açılmış ve Amerikan-İsrail ikilisi tarafından kontralara para ve silah aktarılmıştı.
Irangate'le ilgili bu bilgilerin ardından, şimdi yeniden kontralara ve Orta Amerika'ya dönebiliriz.
Honduras'taki Fail-i Meçhuller
ve Mesleği 'Adam Öldürmek' Olan İsrailliler
Honduras da diğer Orta Amerika ülkelerinden pek farklı değildir. Dünyanın en fakir bir kaç ülkesinden biri olan Honduras'ta, yıllar yılı Guatemala ve El Salvador'dakine benzer faşist rejimler hüküm sürdü. Amerika ile sıkı işbirliği içinde olan faşist yönetim, 1980'den sonra Amerika'nın komşu ülke Nikaragua'ya karşı eğittiği kontralara da yataklık etmeye başlamıştı. Ülke, tam bir "kontra cumhuriyeti" görünümüne girdi. Sivil halk, kontraların ve Honduras devlet güçlerinin hedeflerinin başında geliyordu. Noam Chomsky, ülkedeki terörden şöyle söz ediyor:
Honduras'a bir göz atalım. İnsan Haklarını Savunma Komisyonu bir rapor hazırlamış, yüzlerce Honduraslı köylünün yerlerinden-yurtlarından edildiğini, toplama kamplarında toplandığını, zulmün kontralarla Honduras ordusunun altıncı taburunun eseri olduğunu duyurmuştur. Sandinistalarla işbirliği yaptığı sanılan köylülerin mallarına el konulmakta, kimi öldürülmekte, kimi de sürülmektedir. 16 bin civarında köylü topraklarından sürülmüştür. Arazileri zengin tütün çiftlik sahipleri tarafından pay edilmiştir. Bunlar, muhtelif güvenilir kaynaklar tarafından da doğrulanan acı gerçeklerdir. Honduras Kongresi'nin muhalefet lideri Nicolas Cruz Torres, 35 köyün kontralar tarafından zor kullanılarak boşaltıldığını, bu sonucun Honduras hükümetinin değil, bu hükümete delicesine arka çıkan ABD hükümetinin bir eseri olduğunu ifade etmektedir.89
Kuşkusuz bu faşist "kontra cumhuriyeti"nin en büyük dostu yine İsrail'di. Honduras Kara Kuvvetleri İsrail Galilleri ve Uzileriyle donatıldı, hem hava kuvvetlerinin hem de kara kuvvetlerinin İsrailli danışmanları vardı. İsrail, Honduraslı pilotları eğitmiş, onlara Fransız Super-Mystere B2 jetlerini satmış ve Honduras'ın Orta Amerika'nın en güçlü hava kuvvetine sahip olmasını sağlamıştı.90 1982'de İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron'un ülkeyi ziyaretiyle, Honduras ile İsrail arasında öteden beri var olan bu ilişkiler daha da genişletildi. Noam Chomsky, Şaron'un Honduras ziyareti ile ilgili şunları yazar:
Honduras'ta bulunan 'üst düzey bir askeri kaynak', yeni İsrail-Honduras anlaşmasının, sofistike savaş uçakları, tanklar, Galil saldırı tüfekleri (Orta Amerika'daki devlet teröristlerinin gözde silahı) subayların, askerlerin, pilotların eğitimi ve belki de füzeleri kapsadığını belirtti. Şaron'un bu gezideki maiyetinde İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı ve Savunma Bakanlığı Müsteşarı da bulunmaktaydı. Hepsi de devlet başkanlarının ziyaretlerinde uygulanan protokole göre karşılandılar. Bir hükümet yetkilisi Şaron'un ziyaretinin Reagan'ın kısa bir süre önceki ziyaretinden 'daha olumlu' olduğunu söyledi.91
İsrail Savunma Bakanı (ve "Lübnan kasabı") Ariel Şaron, 1982'deki Honduras ziyareti sırasında Honduras Ordu Komutanı General Gustavo Alvarez Martinez'le de görüştü. Martinez kendine iki büyük kişiyi örnek aldığını söylüyordu; biri ünlü Nazi generali Irwin Rommel, diğeri, Ariel Şaron'du. Alvarez Martinez, "örnek aldığı" Şaron'un Honduras ziyaretine aynı yılın Temmuzunda İsrail'e yaptığı gizli ziyaretle karşılık verdi. Şaron'un yardımcıları bu ziyaret sırasında Martinez'e 200 milyon dolarlık bir silahlanma programı önerdiler. Ancak fakir Honduras'ın kabul edebildiği rakam yalnızca 1 milyon dolardı. 1985'de bu kez Honduras Dışişleri Bakanı Edgardo Paz Barnica İsrail'i ziyaret etti ve iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesi gerektiğini söyledi.92
Amerikalı yazarlar Andrew ve Leslie Cockburn, Honduras faşistlerinin İsrail'le olan yakın bağlantılarına değiniyorlar. Yazdıkları Dangerous Liason: The Inside Story of the US-Israeli Covert Relationship adlı kitapta, Pesakh Ben Or ve Emil Sa'ada isimli Mossad ajanlarının Honduras faşistleri ile olan bağlantıları anlatılıyor. Bu iki Mossad ajanı da işkence ve devlet terörü konusunda uzmanlar. Emil Sa'ada bir keresinde kendisine sorulan "ne iş yaparsınız" sorusuna "adam öldürürüm" diye cevap veriyor. Sa'ada, Mossad'ın Honduras başkenti Tegucigalpa'daki istasyonunda görevli ve Honduras gizli polisinin ve ölüm mangalarının eğitilmesi işini üzerine alıyor. Özellikle rejim muhaliflerine karşı "fail-i meçhul"ler gerçekleştiren "Birlik 316" adlı ünlü ölüm mangası İsrailliler tarafından eğitiliyor. Bu manganın 1984 yılından bu yana tam ikibinelli kişiyi "infaz" ettiği biliniyor. İsraillilerin eğittiği ölüm mangaları pek çok din adamı da öldürüyorlar, bunların başında San Salvador Başrahibi Romero var.93
Haiti, Duvalier Diktası, İsrail Bağlantısı
ve Amerika'nın Cunta Tercihleri
Batı yarımküresinin en fakir ülkesi olan Haiti'nin tarihi sefalet ve acı doludur. Son yüzyıl boyunca Haiti, perişan bir Amerikan kolonisi oldu. Ülke, 1915 ve 1934 yılları arasında Amerikan işgali altında kaldı. Daha sonra Amerikalıların yazdığı bir anayasa ile ve yine tamamen Amerikan egemenliğinde sözde bağımsız Haiti devleti kuruldu. 1957 ve 1986 yılları arasındaki Haiti hükümeti ise babadan oğula geçen bir diktatörlüktü. Bu dönemde ülke önce Baba Duvalier sonra da iktidarı ondan devralan oğul Jean-Claude Duvalier tarafından elde tutuldu.
Duvalier rejimi, bölgedeki geleneğe uygun olarak, baskıcı bir dikta rejimiydi. Hallahmi, Duvalier rejimi ile İsrail arasındaki ilişkilerden şöyle söz ediyor:
Dünyadaki pek az ülke Haiti'yle bir anlaşma imzalamıştır ve İsrail haricinde hiçbir ülke Haiti'yle kültür alanında bir anlaşma imzalamamıştır. Bu anlaşmanın gerçekte ne olduğu merak uyandırabilir ama detayları gizli tutulmaktadır. Ancak arada yakın bir ilişki olduğu kesindir. Duvalier yönetimindeki Haiti'yi 1986 Ocağı'nda ziyaret eden son yetkili de, İsrail Başbakan Vekili David Levy'dir.94

Jean Claude Duvaliler, zaten fakir olan halkını sömürerek zenginleşen diktatörlerdendi. Ve o da diğer pek çok diktatör gibi sırtını İsrail'i dayamıştı.
Hallahmi iki ülke arasındaki askeri ilişkiyi de anlatıyor. Buna göre, Haiti'nin askeri ihtiyaçları oldukça sınırlıydı ve İsrail bunların tümünü karşılayabiliyordu. Başkent Port-au Prince'de İsrail askeri danışmanları bulunuyordu. Jean-Claude Duvalier'in güvenliğini sağlayan muhafızların ellerinde Uziler vardı. İsrail danışmanları Haiti hükümetine özellikle "iç güvenlik" sağlama konusunda yardım ediyorlardı. Bazı Haitili subaylar eğitim için İsrail'e bile gitmişlerdi. Jean-Claude Duvalier tarafından oluşturulan "Leopar" adlı karşı istihbarat birimi, İsrail tarafından eğitilmişti. Duvalier rejiminde halkın korkulu rüyası olan gizli polis "Tontons Macoutes" de İsraillilerin eğitiminden geçti.95
Duvalier döneminde İsrailli işadamları da Haiti'de oldukça faaldi. Bu işadamlarının hepsi Duvalier ailesi ve arkadaşlarıyla iş yapıyordu. Çünkü Duvalier ve yakın çevresi dışında, ülkedeki insanların sahip olduğu hiçbir şey yoktu.
Ocak 1986'da Duvalier rejimi yıkıldı. Ardından gelen hükümetler istikrarlı bir iktidar kuramadılar. Bu dönem Amerika'nın 1994'teki Haiti müdahalesine kadar sürdü. Amerikan yönetimi, ülkede askeri bir diktanın işbaşında olduğunu öne sürerek "demokrasiyi yerleştirmek" (!) için Haiti'ye asker çıkardı.
Oysa işin içyüzü çok farklıydı. Amerikan müdahalesi sırasında Haiti'de iktidarı elinde tutan askeri cunta, daha önce Amerikalılar'ın yardımı ile, ülkenin 1990 yılında seçimle işbaşına gelen Başkanı Jean B. Aristide'i devirmişti. Çünkü gerçekte bir rahip olan Aristide Amerikalıların fazla hoşuna gitmiyordu. Hatta CIA, onun yolunu kesebilmek için hakkında "deli" raporu bile üretmişti. Cunta Amerikan yardımı ile Aristide'i devirdikten bir süre sonra Amerika'ya ters düşen bazı tavırlar göstermeye başladı. Bunun ardından da Amerikan askeri müdahalesi geldi.
Amerika'nın askeri müdahale ile devirdiği cuntayı kısa bir süre öncesine kadar desteklemiş olduğu dünya basınında da yer almıştı. Hatta New York Times bile, CIA'nın, o sıralarda Haiti'de işbaşında olan askeri rejimin liderlerine 80'li yılların ortasından itibaren kaynak aktardığını yazdı. İsminin açıklanmasını istemeyen hükümet görevlilerinin açıklamaları doğrultusunda hazırlanan haberde, teşkilatın bilgi karşılığında Haitili general ve politikacılara düzenli olarak para gönderdiği yazılıydı. Bu bilgiler kokain sevkiyatları ve politik karışıklığı da içeren ilginç konular hakkındaydı.96
Amerika'nın Üçüncü Dünya Bağlantısındaki Yeri
Önceki sayfalarda İsrail'in dünyadaki baskıcı ve faşist rejimlere verdiği desteği ayrıntılı olarak inceledik. İlerleyen sayfalarda İsrail'in bu politikasının başka örneklerine de değineceğiz. Ancak bu noktada açıklık getirilmesi gereken önemli bir konu, Amerika'nın konumudur. Bu konuda sıkça öne sürülen bir iddia, Üçüncü Dünya'daki kargaşanın asıl olarak bir Amerikan ürünü olduğu, İsrail'in Üçüncü Dünya'daki aktivitelerinin ise Amerikan politikasının bir yansıması olduğu yönündedir. Buna göre, Üçüncü Dünya, Amerika'nın hesaplarına göre yönetilmektedir, İsrail ise Amerika'nın isteği ve izni dahilinde bu dev coğrafyaya dahil olmaktadır.

Üçüncü Dünya faşistlerini destekleme konusunda, ABD ve İsrail ortak hareket ederler. Bazıları bunu, İsrail'in ABD'nin peşinden gittiği şeklindeki yorumlar. Oysa durum daha çok bunun tersidir. Çünkü Amerika'daki faşist bağlantısının mimarları, asıl olarak Yahudi lobisindendir. Örneğin El Salvador'un eski faşist lideri Ernesto Magana, Yahudi lobisinden güç bulanlardan biridir. Yanda, Magana ve Kissinger samimi bir sohbet sırasında.
Ancak bu iddiada önemli bir yanlışlık vardır: İsrail'in Amerika'ya endeksli olduğu düşüncesi...
Oysa gerçek bundan biraz farklıdır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Bizim buradaki araştırmamıza temel olan İsra Suresi'nin başındaki ayetler, "İsrailoğulları"nın "yeryüzünde bozgunculuk" çıkaracağını haber vermektedir. Ve bugün İsrailoğulları, yani Yahudiler, yalnızca İsrail Devleti sınırları içinde yaşamıyorlar. Aksine, İsrail dışındaki Yahudilerin oranı daha fazla ve dünyadaki en büyük Yahudi toplumu da Amerika'da yer alıyor. Dolayısıyla Yahudilerin yeryüzünde çıkaracakları bir "bozgunculuk"tan söz edeceksek, Amerika'daki Yahudileri de en az İsrail kadar hesaba katmak durumundayız.
Bu durumda Üçüncü Dünya'daki "bozgunculuğun" Amerika ve İsrail'in ortak ürünü olduğu gerçeği daha bir önem kazanmaktadır. Çünkü Amerikan kaynaklı "bozgunculuğu" büyüteç altında incelediğimizde bu bozgunculuğun da asıl olarak "Amerikalı İsrailoğulları"ndan geldiğini görebiliriz. Kitabın 6. bölümünde incelediğimiz bilgiler, bu konuda bize ışık tutmaktadır. Orada incelediğimize göre, 19. yüzyıl boyunca içe dönük (izolasyonist) olan Amerikan politikasını, 20. yüzyılın başında yayılmacı bir çizgiye oturtanlar, Yahudilerdir. (Amerika'nın emperyalist politika izlemesine karşı çıkanların, yani izolasyoncuların, sık sık "Yahudi aleyhtarı" olarak tanımlanmış olmaları ilginçtir). Yahudi önde gelenleri tarafından oluşturulan CFR, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Amerikan politikasını belirleyen en önemli güçtür. Yahudi sermayedarlar diğer think-tank'ler üzerinde de etkin konumdadırlar. Bunun yanısıra İsrail lobisinin Amerikan yönetimi üzerindeki efsanevi gücü ve Amerikan toplumunun Püriten geleneği, Yahudi önde gelenlerinin Amerikan dış politikasını pek çok alanda ipotek altına almasını sağlamaktadır.
Dolayısıyla Amerikan dış politikası üzerinde büyük bir Yahudi güdümü vardır. Amerika'nın Üçüncü Dünya'da İsrail'le ortak çalışmasının nedeni de budur. Yani İsrail Amerika'ya endeksli değil; Yahudi lobisi aracılığıyla Amerika İsrail'e endekslidir. Nitekim Amerika'nın Üçüncü Dünya'da İsrail kadar sert ve acımasız olamayışının da nedeni burada yatmaktadır. Benjamin Beit-Hallahmi, İsrail'in Amerika'yı Üçüncü Dünya'da "yumuşak" davranmakla suçladığına dikkat çeker. İsrailli yazar, ayrıca, Amerika'da "Üçüncü Dünyanın canı cehenneme" şeklinde ifade edilen söylemin asıl olarak Yahudi çevrelerin etkisinin sonucu olduğunu, Daniel Patrick Moynihan ve Jeane Kirkpatrik gibi İsrail bağlantılı isimlerin bu düşüncenin propagandasını yaptığını vurgulamaktadır. İlerleyen sayfalarda bu konuya yeniden değineceğiz.
Sonuç olarak, Üçüncü Dünya'yı kasıp kavuran "bozgunculuğun" İsrail'in ve onun Amerika'daki uzantılarının ortak bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
Şili, bunun bir örneğidir.
Şili ya da Kissinger'ın Darbe Oyunları
Eylül 1970'te Şili'de devlet başkanlığı seçimi yapıldı ve seçimi solcu aday Salvador Allende Gossens kazandı. ABD'nin beklentisi ülkede kendi çıkarlarını zedelemeyecek bir sağ iktidardı. Ancak sandıktan çıkan sonuç, Washington için halledilmesi gereken bir problem oldu.
Yeni Başkan Allende'nin ilk işi Şili'de devletleştirme yapmak oldu. Amerika'nın korktuğu başına geliyordu. Allende, seçimden sonraki bir yıl içinde hükümetine, aralarında Amerikan şirketlerinin işlettiği bakır madenlerinin de bulunduğu maden işletmelerini, endüstri, banka ve büyük çiftliklerini devletleştirme görevini verdi. Yahudi hanedanı Rockefellerlar'ın sahibi olduğu Anaconda, Kennecott ve ITT de bu devletleştirme operasyonuna dahil şirketlerdi.
Allende hükümetinin icraatlarından rahatsız olan Yahudi sermayesi eyleme geçmekte gecikmedi. Nelson Rockefeller, yanına soydaşı David Bronheim'ı da alarak bir "Güney Amerika turu"na çıktı. Bu turun sonunda bir rapor hazırladılar. Armando Uribe'nin Şili'de Amerikan Darbesi adlı kitabında dediği gibi, "Bu raporda geleceğin perspektifi olarak bütün kıtada askeri rejimlerin kurulması açıkça övülüyordu." 97 Bu raporun hazırlanmasında Dışişleri Bakanı Kissinger da rol oynamıştı. Kısacası Latin Amerika'da tıkanan ABD çıkarları için önerilen "Askeri Rejimler Çözümü" bir Yahudi çözümüydü. (Nitekim önerilen askeri rejimlerin en büyük destekçisi de İsrail oldu).
Pentagon, Şili'de yapılması öngörülen darbenin planını yapmakla uğraşırken, tüm bu olanları ayarlayan kişi Henry Kissinger'dı. Bir süre sonra da tam olarak devreye girecek, Başkan'ı planın uygulanması için ikna edecek ve hatta, Şili'nin bir 'Büyük Alan' haline getirilmesiyle bizzat ilgilenecekti.

Şili'de seçimle iktidara gelen Salvador Allende, Rockefeller ve benzeri Yahudi finans imparatorluklarının çıkarlarını rahatsız etmişti. Bunun üzerine ülkede Henry Kissinger'in planladığı bir askeri darbe gerçekleşti. Üstte, Allende, faşist darbeciler tarafından öldürülmeden kısa bir süre önce korumaları eşliğinde Başkanlık sarayından çıkarken.
Amerika'nın Şili'deki piyonu da belli olmuştu; ismi Augusto Pinochet'ydi. 1956 yılını Washington'daki Şili elçiliğinde askeri ateşe olarak geçiren Pinochet, Amerika'nın Şili ordusunda en güvendiği isimlerden biriydi. Geçen zaman içinde ABD ile daha sıkı bağlar kuran Pinochet, bu ülkenin Panama'daki 'Kontrgerilla Eğitim Kampları'nda yetiştirilecekti.
11 Eylül 1973 günü sabahın erken saatlerinde darbe harekatı başladı. Allende'nin Başkanlık Sarayı tank ve jetler tarafından harabeye çevrildi ve içeri askerler girdi. Pinochet'in yanındakiler, yıllardır faşist darbe girişimini birlikte gerçekleştirmek için çalışan, ABD'de eğitim görmüş subaylardı: Amiral Merino, General Mendoza General Leigh...
Cunta ABD'ye olan borcunu Amerikan şirketlerinin Şili'yi yeniden kontrol altına almasına izin vererek ödüyordu. 24 Eylül 1973'te yani darbeden yaklaşık iki hafta sonra, ABD yönetimi Şili'deki cuntayı tanıdığını açıkladı. İzleyen aylarda cunta, 40 Amerikan holdinginin bulunduğu 300 şirkete maden ve diğer iş kollarındaki şirketlerini geri verdi.
Ancak bir süre sonra halk yığınları cuntaya karşı tavır koymaya başladı. Pinochet, bu muhalefete giderek artan bir sindirme politikası ile cevap verdi. Halka karşı Amerika'nın kontrgerilla okullarında öğrendiği yöntemleri uyguluyordu. Santiago Stadyumu rejim muhaliflerince dolduruluyor, insanlar ağır işkencelere maruz kalıyor hatta bazan toplu infazlar yapılıyordu:
Tarih 28 Kasım 1984'tü ve Pinochet'ye karşı bütün ülke ayaklanmaya kalkışıyordu. Polis ev ve işyerlerini basıyor, şüpheli gördüğü her kişiyi sorguya çekiyor, sonuçta resmi rakamlara göre 26 kişiyi tutukluyordu. Gerçekte, yüzlerce tutuklu vardı. Santiago Stadyumu, darbe günlerindeki gibi 'full-capacity' idi. ABD Büyükelçiliği bile yaşanan vahşet karşısında dehşete düşmüştü. Stadyum, morglar ve hastaneler 'full-capacity'idi.98
Pinochet, Yahudilerin çıkarına uygun olarak Üçüncü Dünya halklarını baskı altına alan onlarca diktatörden biri olmuştu. Ancak halkı baskı altında tutmak belirli bir "tecrübe" gerektirirdi. Bu tecrübenin kaynağı ise her zaman olduğu gibi İsrail'di...
İsrail'den Pinochet Rejimine Destek

Şili'de seçimle iktidara gelen Salvador Allende, Rockefeller ve benzeri Yahudi finans imparatorluklarının çıkarlarını rahatsız etmişti. Bunun üzerine ülkede Henry Kissinger'in planladığı bir askeri darbe gerçekleşti. Yanda, Allende, faşist darbeciler tarafından öldürülmeden kısa bir süre önce korumaları eşliğinde Başkanlık sarayından çıkarken.
Noam Chomsky, yakın dostu Edward S. Herman'la birlikte yazdığı The Washington Connection adlı kitapta şöyle der: "Şili'de 1973'teki askeri ihtilalden sonra birçok kişi sürekli kırbaçlanmaktan, yumruklanmaktan, tekmelenmekten, silah dipçiğiyle dövülmekten, işkenceyle öldürülmüştür. Tutsakların vücutlarının hemen her parçası, özellikle kafaları ve cinsel organları saldırıya uğramıştır."
Gerçekten Pinochet, yakın tarihin en kanlı rejimlerinden birini kurdu. Generalin özellikle işkence timleri ünlüydü. Hatta içinde işkence yapılması için tüm bir gemi, Esmeralda gemisi "özel donanım"a alınmıştı. Ayrıca sivil halka karşı devlet terörü de son derece sık kullanılıyordu. Rejim aleyhtarı herhangi bir gösteri, en sert yöntemlerle bastırıldı, pek çok insan bu olaylar sırasında öldü, çok daha fazlası ciddi şekilde yaralandı.
Ve Şili halkını baskı altında tutan bu diktatör, en büyük yardımı, Üçüncü Dünya halklarının tümünün baskı altında tutulması gerektiğine inanan İsrail'den gördü. İsrail Pinochet rejiminin en önemli silah kaynağı olmuştu. 1977'de Carter yönetimi, ülkedeki "insan hakları işgalleri" nedeniyle Şili'ye silah ambargosu uygulamak zorunda kalmış, ancak "insan hakları denen saçmalığı" umursamayan İsrail, Pinochet'ye silah yağdırmaya devam etmişti. Carter yönetimi, daha önceden söz verdiği Sidewinder füzelerini Pinochet'ye vermeyi reddedince, İsrail 1977'de Şili'ye 150 adet İsrail yapımı Shafrir hava füzesi yollamıştı.99
Üçüncü Dünya'nın en baskıcı diktatörlerinden biri olan Pinochet, iktidarda kaldığı dönem boyunca İsrail'den büyük destek aldı. Şili diktatörünün kullandığı silahlar, hatta "toplum kontrol araçları" İsrail'den geliyordu. Pinochet'nin ölüm timleri de, diğer benzerleri gibi İsraili askeri uzmanların eğitiminden geçmişti.
Bu arada General Pinochet ve meslekdaşları ile İsrail liderleri ve generalleri arasında yakın bir dostluk da kurulmuştu. Ocak 1979'da İsrail Savunma Bakanı Vekili Mordecai Zippori, Şili'yi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında, halen Şili deniz kuvvetlerinin belkemiği olan altı adet Reshef devriye botunun satışını da kapsayan bir silah anlaşması yapıldı. İsrail Şili ordusuna antitank silahları ve bunlarla ilgili eğitim de vermişti. Ayrıca elektronik radar sistemleri, hafif silahlar ve teçhizat içeren çok büyük miktarda silah da İsrail tarafından Şili rejimine satılıyordu. Bir İsrail şirketi de Pinochet hükümeti için üzerinde 4 ayrı "su topu" taşıyan özel bir toplum-kontrol aracı, bir tür panzer geliştirmişti.100 Pinochet rejimi sırasında bu araçlara Santiago sokaklarında sıkça rastlanırdı.
İki ülkenin özellikle hava kuvvetleri arasında yakın ilişkiler vardı. 1985 Ocağında İsrail'i ziyaret eden Şili Hava Kuvvetleri Akademisi heyeti gibi çeşitli delegasyonlar, karşılıklı olarak birbirlerine düzenli ziyaretlerde bulunuyorlardı. Bu arada dostça birçok gizli ziyaret de yapıldı. Dahası, İsrail, Şili'ye misket bombası yapımı için gerekli olan teknolojiyi de aktardı.101 (Misket bombası, havada patladıktan sonra yüzlerce küçük parçaya ayrılan ve büyük bir alanı yokeden son derece etkili bir bombadır).
Benjamin Beit-Hallahmi, "İsrail Pinochet rejimine özellikle istihbarat, karşı istihbarat ve gizli polis konularında yardımcı olmuştur" diyor.102 "Gizli polis" konusundaki bu yardım, kuşkusuz işkence yöntemlerini de içeriyordu. 1982'de İsrail Başbakan vekili David Levy ve General Pinochet arasında gizli bir toplantı yapılmış ve iki ülke arasındaki istihbarat işbirliğinin daha da geliştirilmesi konuşulmuştu. Şili istihbaratı DINA'nın ve özellikle de bu örgütün şefi Manuel Contreras'ın İsrail gizli servisi ile yakın ilişkileri vardı. Mossad, "kelle avcılarıyla kontrgerilla uzmanlarını eğitmek için" Şili'ye uzman ajan göndermişti.103
Pinochet, kendisine örnek olarak İspanya'nın faşist diktatörü Francisco Franco'yu aldığını söylüyordu. İyi bir seçim yapmıştı. İsrail'le bu kadar iyi ilişkiler içinde olan bir faşist için, bir Sefarad Yahudisi olan Franco'dan daha iyi örnek bulunamazdı elbette. (Franco için bkz. 5. bölüm)
Pinochet rejimi halktan ve uluslararası topluluktan gelen baskılar sonucunda 1990 yılında sona erdi. Ülke, o yıl yapılan serbest seçimler sonucunda Patricio Aylwin'in yönetimine girdi. Pinochet ise hala ordunun başında.
50 Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 109.
51 Hürriyet, 5 Şubat 1994. 
52 W. LaFeber, Inevitable Revolutions: The United States and Central America, New York: Norton, 1983, s. 106. 
53 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 76. 
54 Time, 7 Mayıs 1984. 
55 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 78. 
56 Ibid. 
57 William Blum, The CIA; A Forgotten History: US Global Interventions Since World War II, 4.b., London: Zed Books, 1991, s. 264.
58 Ibid., s. 269.
59 Noam Chomsky, Kader Üçgeni: ABD, İsrail ve Filistinliler, Çev. Bahadır Sina Şener, 1.b., İstanbul: İletişim Yayınları, Ocak 1993, s. 559.
60 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 79.
61 Ibid., s. 80.
62 Ibid., ss. 81-82.
63 Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 218. 
64 Nokta, 26 Kasım 1989. 
65 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 85. 
66 Ibid., s. 86.
67 Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 238. 
68 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 87. 
69 US News and World Report, 21 Mart 1988.
70 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 88. 
71 Shirley Christian, Nicaragua: Revolution in the Family, New York: Random House, 1985, s. 23.
72 William Blum, The CIA; A Forgotten History, s. 331. 
73 Çağdaş Liderler Ansiklopedisi. 
74 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 90. 
75 Ibid., s. 90.
76 Ibid., s. 91.
77 Ibid., s. 92. 
78 Noam Chomsky, Towards a New Cold War, s. 51.
79 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 92.
80 Ibid., s. 93.
81 Ibid., s. 94.
82 "An Israeli Connection ?", Time, 7 Mayıs 1984.
83 The Guardian, 15 Kasım 1984. 
84 Güneş, 11 Ocak 1987. 
85 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 13. 
86 Nokta, 10 Kasım 1985.
87 Washington Post, 1 Aralık 1986.
88 The Middle East, Nisan 1987.
89 Noam Chomsky, ABD Terörü: Terrörizm Kültürü, Çev. Taha Cevdet, 1.b., İstanbul: Pınar Yayınları, Mart 1991, s. 273. 
90 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 88.
91 Noam Chomsky, Kader Üçgeni, s. 53.
92 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 89.
93 Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, ss. 223-226.
94 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 96.
95 Ibid., s. 97. 
96 Sabah, 2 Ekim 1994. 
97 Armando Uribe, Şili'de Amerikan Darbesi, Çev. Nabi Dinçer, 1.b., Ankara: Bilgi Yayınevi, Nisan 1975, s. 41. 
98 Çağdaş Liderler Ansiklopedisi. 
99 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 99. 
100 Ibid., s. 99. 
101 Ibid. 
102 Ibid., s. 100. 
103 2000'e Doğru, 22 Eylül 1991.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...