EY SEVGİLİ NEBİ
Sen alemin özüsün, kalbisin; varlığın gözbebeği, nurusun.
Alem senin özetin , senin izin ve aydınlığındır.
Seninle doğdu alem.
Seninle başladı bizim hikayemiz.
Senin aşkınla yandı gönüller, senin nurunla doldu yürekler.
Sen hem övülen, hem öven, hem de övgüsün.
Sen Hak’tan bize en büyük armağansın.
Varlığımız senin gülşeninde buldu kokusunu, rengini.
Sen marifetin rengiydin, kırmızı güldün, gül kokusuydun.
Sen çorak topraklarımıza inen rahmettin.
Seninle başladı ve sürüyor maceramız.
Senin varlığın hakkı için sürüyor dünya.
Sen varlığın omuzlarında yükseldiği sütunsun.
Adımlarının izi var kab-ı kavseyn’de.
Soluğun tutuyor hâlâ sidretü’l-müntehâ
Yetimdin, gariptin, muştulayıcıydın,
kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin sığınağıydın.
Bilal acemdi, ezan okurken “eshedu” diyor s’yi teleffuz edemiyordu.
Bir gün bir yoldaşın şikayet edince, Bilal’in sin’i Allah katında şin’dir dedin.
Bu inilti hâlâ inliyor yüreklerimizde.
EY SEVGİLİ NEBİ
Ey Ahlakı Kur’an olan elçiler elçisi!
Ey Rahmetin tâ kendisi, ey mutlak adaletin gölgesi!
Seninle başladı ve sürüyor umudumuz.
Sensiz varlık senin gibi yetimdir, gariptir.
Getirdiğin ilahi haber, her an yeniden nüzul ediyor yüreklerimize seni andıkça.
Seni sevmek varlığı korumaktır, bunu biliyor ve bunu söylüyoruz hâlâ.
O sevgide senin adımlarının nurdan halelerine bakmanın bir yolu bulunduğu için ölümü de seviyoruz.
Sen olmasaydın belki alem olmayacaktı, sen alemin kalbisin.
Gözlerimiz hâlâ senin kalbindeki o yerdedir.
Senin kalbinin gölgesine girmenin derdindeyiz hâlâ.
Bu dertlerle ney gibi inliyoruz.
Bu acıyla, “Yıllar var ki ya Muhammed/ Aylar bize Muharrem oldu” diyoruz.
Estir soluğunu iklimimize.
Estir ki dağılsın Muharrem acısı.
Çağımızın gözyaşları dinsin.
Çölümüz gülşene dönsün.
Ey Sevgili Nebî!
Sadık Yalsızuçanlar
======================
BİR GECE
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî:
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kerre de, ma’mûre-i dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin,
Salgındı, bugün şark’ı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sûm,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer’i mübîni,
şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma’suma bütün bir beşeriyyet…
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
M. Akif Ersoy