06 Şubat 2015

DUA VE KADER İLİŞKİSİ “Dua Edin Kaderiniz Değişsin”





DUA VE KADER İLİŞKİSİ

“Dua Edin Kaderiniz Değişsin”
 
َ عن سلمان قال قال : رَسُولُ اللهِ صلىالله عليه و سلم : لا يَرُد ُّ القَضَاءَ إلاَّ الدُّعَاءُ ، وَلا يَزِيدُ فِي العُمْرِ إلاَّ البِرُّ . "
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Kazayı (kaderi) ancak dua değiştirebilir, ömrü ancak iyilik artırır.”(Tirmizi, Kader, 6, T2139)
عن عمر بن أبي سلمة عن أبيه قال: قال  رسول الله صلى الله عليه و سلم : لينظرن احدكم ما الذي يتمنى فانه لا يدري ما يكتب له من امنيته.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Sizden biri arzu ettiği şeyin ne olduğuna baksın (iyice düşünsün); çünkü kişi (kaderine ) hangi arzu yazılmış bilmez.” (Tirmizi, Da’avat, 132).
 
Abdullah b. Abbas’ın rivayetine göre bir gün Hz. Ömer Şam halkının durumlarını ve ihtiyaçlarını yerinde görmek amacıyla beraberinde Ensar ve Muhacirlerin iler gelenleri ve Kureyş kabilesinin tecrübeli simalarından oluşan büyük bir heyetle Şam’a doğru yola çıktı. Tebuk vadisi yakınlarındaki Serğ köyüne ulaştığında başta Ebu Ubeyde b. Cerrah olmak üzere ordu komutanları onu karşıladılar. Bunlar Hz.Ömer’e Şam bölgesinde bulaşıcı tâ’ûn (vebâ) hastalığının çıktığını haber verdiler. Muhtemelen kendileri de bu hastalığın bulaşıcı olduğunu bildikleri için Halife Ömer’i Şam bölgesine girmeden uyarmak istemişlerdi. Bunun üzerine Hz.Ömer meselenin ciddiyetini kavrayıp bu konuda nasıl bir tavır takınılması gerektiği konusunda istişareler yapmaya karar verdi. Öncelikle Muhacirlerin önde gelenlerini çağırdı ve bulaşıcı hastalığın kol gezdiği Şam bölgesine girip girmeme konusunda istişare etti. Onlar bu konuda iki farklı görüş sergilediler. Bir kısmı Ömer’e “Sen insanların problemlerini ve sıkıntılarını yerinde görmek ve incelemek amacıyla bu yola çıktın. Dolayısıyla geri dönmeni uygun bulmuyoruz. Allah’ın yazdığı dışında bize herhangi bir şey isabet etmez” dediler. Zira onlar kaderi ve tevekkülü bu şekilde algılıyorlardı. Diğer muhacir grubu ise bu görüşe karşı çıkarak Hz.Ömer’e “Seninle beraber insanların en faziletlisi olan Rasulullah’ın ashabı vardır. Bulaşıcı hastalığın bulunduğu bu bölgeye bu insanların sokulmasını doğru bulmuyoruz” dediler. Onlar, insanların canlarının tehlikeye atılmamasına ve veba hastalığının onlara bulaşma tehlikesine işaret etmektedirler. Hz. Ömer daha sonra Ensar’ı çağırdı ve onların bu konudaki görüşlerini sordu. Onlarda muhacirler gibi farklı görüşlere yer verdiler. Hz. Ömer son olarak Kureyş’ın yaşlı ve tecrübeli simalarını çağırdı ve konuyu onlarla istişare etti. Onlar hep bir ağızdan insanların taun hastalığının bulunduğu Şam bölgesine sokulmaması görüşünü belirttiler. Hz.Ömer de bu görüşün isabetli olduğuna kanaat getirdi ve bu kararı uygulamaya soktu. Tam bu sırada orada bulunan ordu komutanı Ebu Ubeyde ileri atıldı ve Hz.Ömer’in hastalığın bulunduğu bölgeden ayrılmasını hoş görmeyerek “Ey Mü’minlerin Emiri! Allah’ın kaderinden mi kaçıyoruz?” dedi. Aslında o da kaderci bir anlayışla Allah’ın isabet etmesini takdir ettiğinin dışında bir şeyin isabet etmeyeceğini düşünüyordu. Fakat Hz.Ömer Ebu Ubeyde’nin bu farklı çıkışına hayret etmiş olacak ki “Keşke bu soruyu sen değil de başkası sormuş olsaydı Ey Ebu Ubeyde! dedi ve sözüne şöyle devam etti: “Evet Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz! Senin biri yemyeşil ve bereketli, diğeri kurak ve bereketsiz iki arazin olsaydı, yemyeşil ve bolluk içinde olanı muhafaza etmez miydin? İşte onu Allah’ın takdiri ile koruyup kollardın.” (Malik b. Enes, el-Muvatta’, V, 365) Bu konuşmalar esnasında oraya gelen sahabî Abdurrahman b. Avf, bu konuda Hz.Peygamber’den işittiği bir bilgi olduğunu ifade ederek şu hadisi nakletti: “Bir yerde bulaşıcı bir hastalık olduğunu işittiğiniz zaman oraya girmeyin. Sizin bulunduğunuz bir yerde aynı hastalık olduğunda ise oradan çıkmayın.” Bu bilgi üzerine Hz.Ömer doğru bir karar verdiği için Allah’a hamdetti. (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XVI, 251)
Hz. Ömer ve bir kısım sahabîlerin bu olay karşısındaki takındıkları bu tavır gösteriyor ki Allah, bu kainat için sağlam bir nizam, genel yasalar ve Allah’ın sebepleri müsebbiplere bağladığı (sebep-sonuç ilişkisi kanunu) kanunları tesis etmiştir. Bu kainattaki varlıklar bu kanun, kural ve nizama göre cereyan etmektedirler. (H.Musa Bağcı, Hadislere Göre Kader Problemi, s. 10-11) Buna göre açlık beslenme ile, susuzluk içme ile, hastalık da tedavi olma ve şifa için ilaç kullanma ile önlenir. Hz.Peygamber bizim için bu konuda en mükemmel ilkeler ve prensipleri koymuştur. Kendisi uyulması gereken örnek modeldir. Zira o dünyadaki Allah’ın koyduğu sebeplere sarılmış ve bu sebeplere uygun olarak da gerekli tedbirleri elden bırakmamıştır. Bir gün Rasulullah’a: “Ey Allah’ın Rasulü! Tedavi için kullandığımız ilaçlar, şifa isteğiyle okunan dualar ve (düşmanlardan) korunmak için kullandığımız koruyucu aletler hakkında ne buyurursunuz; bunlar Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi? diye soruldu. Hz.Peygamber, “Bunlar da Allah’ın kaderindendir, buyurdu.”(Tirmizi, Tıb, 21) Hadis kitaplarında bu rivayetin izini sürdüğümüz de Hz.Peygamber döneminde tedavi amacıyla ilaç kullanmanın, şifa isteğiyle dua okumanın ve korunmak için kullanılan bir takım tedbirlerin gerekli olmadığını düşünen insanların olduğu görülmektedir. Bu insanlara göre her şey kaza ve kaderledir ve tedaviye ve alınacak hiç bir tedbire ihtiyaç yoktur. Nitekim Arap yarım adasının çeşitli yerlerinden gelen bazı Araplar Hz.Peygamber’e tedavi olmayalım mı ey Allah’ın Rasulü diye sorduklarında Peygamberimiz “Evet, Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz” diye cevap vermiştir. (el-Mubarekfurî, Tuhfet’l-Ahvezî, V, 303) Tedaviyi reddeden bu insanların kim oldukları belli olmamakla birlikte, bu rivayet, o dönemde taassup derecesinde her türlü tedbiri reddeden ve fatalist (kaderci) bir anlayışa sahip olan insanların varlığını göstermektedir.  
Oysa ki nebevî sünnet, dindar insanların bile hastalığı için şifa aramak yerine, “belalara sabretmek ve Allah’ın takdirine razı olmak gerek” şeklinde yanlış bir düşünceyle tedavi olmanın yollarını aramaksızın hastalık için ilaç vs. kullanmamalarının doğru olmadığını belirtmektedir. Aksine o, bu tür tedbirlerin Allah’ın bu kainat için koymuş olduğu nizamın bir parçası olduğunu vurgulamaktadır.
O halde yukarıdaki değerlendirmelere göre her şey sebep sonuç ilişkisi içinde cereyan etmekte ve gerek Peygamberimiz gerekse onun eğitiminden geçmiş olan sahabîler tarafından şifayı bulmak için ilaç vs. kullanmak ve okunan dualar ve korunmak için kullandığımız eşyalar sebeplere yapışmanın gereği olarak gösterilmektedir. Bunlar içinde dua da insan hayatının akışını değiştirmede önemli bir fonksiyona sahip görünmektedir. Serlevhada işaret ettiğimiz “kaderi ancak dua değiştirebilir, ömrü ancak iyilik artırır” ifadesi bu gerçeği vurgulamaktadır. Dolayısıyla dua ve sadaka insanın geleceğini belirlemede önemli tesir icra etmektedir. Peki duanın insan hayatına tesiri nasıl olmaktadır?
"Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamlarına gelen dua, Kuran'a göre "insanın içten bir kalp ile Allah'a yönelmesi, O'na muhtaç bir varlık olduğunun bilinci ile sonsuz güç sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah'tan yardım dilemesi"dir.Peygamberî bir ifadeyle “dua, ibadetin özü ve esasıdır” (Tirmizi, Dua, 1)  Dua başka bir deyişle bilinmek ve işitilmek talebidir. İsteklerinin yerine getirilmesi veya sıkıntılarının giderilmesi için yüksek bir iradeye başvurudur. Dini anlamı içinde dua, talep/istek kadar şükran ve sevgi ifadesi olan insanın Allah’a doğru her hareketi demektir. Böylece Allah ile insan arasında din yolu ile kurulan ilişkinin özü, duada kendini ortaya koymaktadır. (Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ank, 1998, s. 213-214).
Dua, insanın duygularını, algılarını, davranışlarını, ruhi ve bedeni sağlığını, hatta maddi olayları değişikliğe uğratan etkiler yapabilmektedir. Ancak, dua eden kimsenin elde edeceği psikolojik değerlerin, bütünüyle o kişinin inancına bağlı bulunmakta olduğu da bir gerçektir. Samimi inanç sürdüğü sürece duanın etkisi kesin ve mutlaktır. (Hökelekli, a.g.e, s. 227-8). Dua, genel olarak insanın bütün ruhî faaliyetlerine bir güç ve canlılık sağlamaktadır. Bazı bilim adamları bunu, kişinin ister içinde, isterse dışında olsun gizli bir enerjinin faaliyete geçmesi olarak yorumlamaktadır. Yani dua vasıtasıyla Allah’la kurulan ilişki ve iletişim sayesinde ilahi enerjinin etkisi, ruhun ihtiyaçlarını karşılamaya, korkularını yatıştırmaya ve bu yolla dış dünyayı değiştirmeye koyulmaktadır. Böylece dua, normal bir durumda kişinin gücünü artırmakta, şuur düzeyinin yükselmesine ve idrak kapasitesinin keskinleşmesine imkan vermekte, olağanüstü işler başaracak güç ve kuvvet kazandırmaktadır. (Hökelekli, a.g.e, s. 228)
Görüldüğü gibi Allah’ı anmak ve ona sığınmak kulun iç dünyasında çeşitli etkiler meydana getirdiği gibi dua vesilesiyle hayatının akışında da önemli tesirler icra etmektedir. Bu hakikati Kur’an çok veciz ifadelerle açıklamaktadır. Zira Kur’an’a göre göklerde ve yerde bulunan herkes Allah’tan ister. Çünkü O, her an yaratma halindedir. (55, Rahman, 29) Allah kulun yaptığı duayı duyar ve ona icabet eder. (40, Gafir, 60). Yine Kur’an’a göre Allah’a dua edene Allah karşılık verir.(40, Mu’min, 60), Allah’ı anan kimseyi Allah da anar (2, Bakar, 152).  Allah kullarına çok yakındır, dua ettikleri vakit dua edenin dileğine karşılık verir. (2, Bakara, 186) Bir hadisi kutsiye göre dua ve ibadetle meydana gelen Allah ile kul arasındaki yakınlaşma Allah’ın sevgisine, bu sevgide kulda duyarlı bir vicdan ve sağduyunun doğmasına yol açmaktadır. (Buhari, Rikak, 38).Bunun gerçekleşebilmesi için hadiste belirtildiği gibi insanın mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hali içinde dua etmesi gerekir, aksi takdirde gafil bir kalpten gelen dua kabule şayan olmayacaktır. (Tirmizi, Da’avât, 66). Bir hadisi kutsî de kulun Rabbine gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bulacağı anlatılmıştır. (Muslim, Tevbe, 1).
Demek oluyor ki varlıklar dilleri ve halleriyle ibadet, rızık, affedilme ve benzeri konularda Allah’tan yardım isterler. Allah diriltmek, öldürmek, isteyene vermek ve benzeri işlerde her an kainatta tasarrufta bulunmaktadır. Hz.Peygamber’in açıklamasına göre duanın Allah tarafından kabulü halinde O’nun karşılık vermesi birkaç şekilde ortaya çıkmaktadır. Dua edene istediği şey ya bu dünyada hemen verilir veya âhirete saklanır yahut üzerinden istediği iyilik kadar kötülük giderilir. (Ahmed, el-Musned, III, 18). Görüldüğü gibi dua sayesinde insan, hayat çizgisini farklı mecralara kanalize edebilmektedir.
Büyük İslam düşünürü Gazali olayların belli sebeplere bağlanmış olduğunu, mesela kalkanın oktan korunma, suyun bitkilerin büyümesi için bir sebep olması gibi duanın da sıkıntı ve belayı defetmek ve Allah’ın rahmetini çekmek için bir sebep olduğunu belirtmiştir. Ancak dua sonucunda meydana gelecek bir değişiklik, Gazali’nin izahına göre yine tabii sebep sonuç ilişkisine göre ortaya çıkar. Allah: “savaş için gereken hazırlığı yapın” (Nisa, 4/71) derken silah kuşanmamak ve ‘Allah takdir ettiyse çıkar etmediyse çıkmaz’ diyerek tohumu saçtıktan sonra toprağı sulamamak Allah’ın takdirine uymak değildir.( İhya, I, 328-9; Haşiyetu’s-Sindî alâ İbn Mace, I, 81; Karş: Selahattin Parladır, Dua, DİA, IX, 533). Bir hadiste “deveyi bağla, sonra Allah’a tevekkül et” anlayışı tam da bu hakikati vurgulamaktadır. (Tirmizi, Kıyamet, 60).
Allah’ın takdiri değişmeyeceğine göre duanın faydası nedir? Dua takdiri değiştirebilir mi? Olaylar önceden sebep-sonuç ilişkisiyle bir birine bağlanmıştır. Sebeplerin sonuçları doğurması zaman içinde meydana gelir. İyilik veya kötülüğü takdir eden bunlar için de bir sebep takdir etmiştir. Dua kötülüğün giderilmesi veya iyiliğin sağlanması için bir sebeptir. Duanın bir faydası da kalpte Allah inancının kökleşmesini sağlamasıdır ki bu da ibadetin hedefidir. (İhya, I, 328-9).
Dua, insan hayatının akışını değiştirmesi bağlamında insanın iç dünyasını her türlü günah ve hata kirinden arındıran önemli bir ibadettir. Başka bir deyişle insanın ahlak ve karakteri üzerinde olumlu etkileri de bilinmektedir. Hz.Peygamber “Allah’ım, hatalarımı kar ve dolu suyu ile temizle; beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi günahlardan arındır” (İbn Mace, Dua, 3) ifadesiyle duanın insanın iç dünyasını temizleyip ruhi arınmaya vesile olduğunu ve insanın ruhunu arındırma konusundaki tesirine dikkat çekmiştir. Bugün de sık sık yapılan ve bir alışkanlık haline gelen duanın karaktere etki ederek onun temizlenip olgunlaşmasına yol açtığı kabul edilmektedir. (A. Carrel, Dua, s. 32) Böylece dua, kişide zihnî, manevî ve ahlaki güçlerin daha iyi kullanılmasına, yücelip güçlenmesine, ümit ve inancın canlanmasına, endişe, sıkıntı ve korkunun yatışmasına ve kişiliğin en üst derecede bütünleşmesine imkan sağlayan bir etki gücüne sahip bulunmaktadır. (Hökelekli, a.g.e, s. 231)
Duanın insanın iç dünyasını arındırma ve hayatının akışını değiştirme fonksiyonu olduğu gibi gerek uzvî, gerekse ruhî bir takım hastalıkları tedavi edici özelliği olduğu çok eski dönemlerden beri bilinmektedir. Sahabî Enes b. Malik (r.a) anlatıyor: Hz.Peygamber çok zayıf ve çelimsiz bir zatla karşılaştı ve ona “Allah’a dua ediyor ve ondan bir şey istiyor musun?” diye sordu. O zat : Allah’ım bana ahirette ne ceza vereceksen, onu bana dünyada ver,” diyorum,” dedi. Bunun üzerine Hz.Peygamber (sinirlenerek): “Subhanallah! Sen buna takat getiremezsin, senin buna gücün yetmez, “Allah’ım bize bu dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennemden koru!” deseydin ya! buyurdu. Daha sonra Allah’a onun için dua etti de Allah da şifasını verdi.” (Muslim, Zikir, 23).
Bu olay bize duanın nasıl yapılması gerektiğini ve Peygamberin halis bir kalple yaptığı duanın semeresini verdiğini göstermektedir. Hasta olan insanlara dua etmesi Hz.Peygamber’in genelde yaptığı davranışlar arasındadır. Zira o, duanın mükemmel bir tedavi vasıtası olduğunu çok iyi bilmektedir. O dönemde Hz.Peygamber başta olmak üzere bir çok kimsenin başvurduğu bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz.Peygamber ilaç vb. maddi yöntemlere önem verdiği gibi zaman zaman dua ile tedavi yöntemine de başvurmuştur. Saib b. Yezid’in teyzesi Saib’i Hz.Peygamber’in yanına götürüp “Ey Allah’ın Rasulü! Kız kardeşimin oğlu rahatsızdır, bir dua ediverseniz” demesi üzerine o, çocuğun başını eliyle sıvazlamış ve ona bereket duası etmiştir. (Buhari, Vudû 40) Saib b. Yezid doksan-dört yaşında bünyesi sağlam, çevik, boyu posu dimdik ve o yaşta gözünün görmesini ve kulağının işitmesini Hz.Peygamber’in bu duasının bereketi ile olduğunu ifade etmektedir. (Buhari, Menakıb 21, 22) Yine bir başka kadın Hz.Peygamber’e oğlunu getirerek “Ey Allah’ın Rasulü! Bu çocuk rahatsızdır. Ben onun (ölmesinden) korkuyorum. Bu hastalık sebebiyle gerçekten (toprağa) üç çocuk gömdüm” demiştir. Hz.Peygamber muhtemelen bu çocuğa duasını esirgememiş ve kadına moral verecek şu ifadeyi sarf etmiştir: “Muhakkak cehennemden kuvvetli bir mâni ile korundun.” (Muslim, Birr ve Sıla 156 ) Yine o, kim eceli yakın olmayan bir hastayı ziyaret eder de “Büyükler büyüğü arşın sahibi Allah’tan şifa vermesini isterim” şeklinde yedi defa söylerse hastanın şifa bulacağını ifade etmiştir. (Tirmizi, Tıb 32)
Uzvî rahatsızlıkların tedavisinde de duanın şifa ile sonuçlanan olumlu etkiler meydana getirdiği bugün bilimsel gözlemlere dayalı olarak kabul edilmektedir. Esasen, her türlü hastalığın tedavisinde, gerek hasta gerekse hekim açısından önem taşıyan hususların başında şüphesiz ki “hastanın maneviyatını güçlendirme ve moralini yükseltme” gelmektedir. Bir çok ağır vak’ada inançlı ya da tecrübeli hekimler, hastalarına öncelikle dua etmelerini tavsiye etmektedir. Özellikle her türlü tedavinin imkansız ve başarısız olduğu hallerde duanın sonuçları kesin olarak belirlenebilmektedir. Bilimsel araştırmalar özellikle başkası için yapılan duanın, kişinin kendi kendisi için yaptığı duadan daha etkili ve verimli olduğunu göstermiştir. Hasta insanlar için şifa dileme, okuyup üfleme, bazı kutsal mekanları ziyaret etme gibi uygulamaların tarihten günümüze en yaygın şekilde kullanıldığı göz önüne alınırsa, insanların dini inanç ve dua yoluyla bazı uzvî ve ruhî sorunlarına pratik çözümler bulduklarını ya da bulacaklarına olan güven umutlarını sürdürdüklerini söyleyebiliriz. (Hökelekli, a.g.e, s. 232-233) Öyle ki elinden gelen her şeyi yapan ve çaresiz kalan kimsenin Allah’a olan samimi yönelişi bazen ona mucizevi bir şifa, kurtuluş ve aydınlık sağlar. Nitekim çaresiz kalmış bazı hastalarda duanın şifa verici tesirine şahit olunduğu bilinmektedir.(A. Carrel, Dua, 12-13, Krş: Parladır, Dua, DİA, IX, 533).
 Nitekim Hz.Peygamber de başkalarına yapılan duanın daha etkili ve verimli olduğu bağlamında dua ile tedaviyi türlü şekillerde uygulamıştır.Gözleri kör veya çok az gören bir adam Hz.Peygamber’e gelip “Benim için Allah’a dua et, bana afiyet versin” diye istekte bulunmuş, Hz.Peygamber de adama güzelce abdest almasını iki rekat namaz kılmasını ve “Allah’ım! Şüphesiz ben senden isterim ve rahmet Peygamberi olan Muhamamed ile sana yönelirim.” şeklinde dua etmesini önermiştir. (İbn Mace, İkamtu’s-Salat, 189) Hz.Aişe de Hz.Peygamber’in insanlardan her hangi birine kendi bereketli eliyle meshedip sıvazlayarak şu sözlerle Allah’a sığındırma duası yapmıştır: “Ey İnsanların Rabbi! Şu hastalılığı giderip şifa ihsan et. Şifa verici ancak sensin. Sen’in şifandan başka hiç bir şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki, hasta üzerinde hiçbir hastalık izi bırakmasın!” (Buhari, Tıb, 40) Yine Hz.Aişe’nin rivayetine göre Hz.Peygamber ruhunun kabzolunduğu hastalığı sırasında Muavvizat (Felak ve Nâs) sürelerini okuyarak kendisi üzerine üfler, nefes ederdi. Hastalığı ağırlaşınca, bu süreleri kendisine ben okur, üfler ve elinin bereketinden dolayı kendi eliyle ona meshettirirdim.” (Buhari, Tıb, 41).
Hz.Peygamber sözlü duanın yanında kişinin fiili dua olarak da çaba sarf etmesini önemle vurgulamıştır. Fiili dua, kişinin herhangi bir isteğine ulaşmak için elinden gelen her şeyi yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişinin sözlü duanın yanı sıra mutlaka uzman bir doktora başvurması, kendisi için faydalı ilaçları kullanması, gerekli ise hastanede tedavi görmesi, hassas bir bakım altında olması da gerekebilir. Bundan dolayı Hz.Peygamber tedavi olmuş, ailesi ve ashabından da hastalığa yakalananlara ilaç vb. şeylerle tedavi olmalarını emretmiştir. Nitekim Hz.Peygamber Ubeyy b. Ka’b’a bir doktor göndermiş ve bu doktor onun bir damarını kesmiş, sonra da üzerini dağlamıştır. (Muslim, Selam, 73). Çünkü Allah dünyada meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki her şey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Dolayısıyla kişinin de bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri alması, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, tevekkül, teslimiyet ve sabırla sonucunu Allah'tan beklemesi gerekir.
Netice itibariyle ortaya çıkan bu veriler, Hz.Peygamber’e isnad edilen “kaderi ancak dua değiştirebilir, ömrü ancak iyilik artırır” ifadesindeki hakikati destekler mahiyettedir. Bütün koşullarını yerine getirerek ve samimi bir inançla yapılan duanın tesiri kuvvetle muhtemeldir. Zira insan kendi eliyle yaptıklarının karşılığını görecektir. İnsan için çalışmasının dışında başka bir şey yoktur. Bu sebepledir ki insan ne yapabiliyorsa elinden ne geliyorsa onu yapmalıdır. Dua edebilen dua etmeli, bir çalışma imkanına sahip olan vakit geçirmeden yapmalı, çeşitli hastalıklardan, bela ve musibetlerden korunmak için gerekli tedbirleri alarak korunmalıdır. Peygamberî bir ifadeyle kişi arzu ettiği şeyin ne olduğuna bir bakmalı ve iyice düşünmelidir. Çünkü kişi hakkındaki takdirin ne olduğunu bilmez. (Tirmizî, Da’avât, 132)Bu yüzden İnsan oğlu ne olduğunu bilmediği Allah’ın takdirini yine O’nun takdiri çerçevesinde değiştirmek için elinden geleni yapmalıdır. Zira Allah’ın takdiri insanın yapıp-etmelerine ve aldığı tedbirlere engel değildir. Aksine dua kaderi geri çevirebilir, insanın samimi yakarışı ve fiili çabası Allah’ın rahmetine ve ona icabet etmesine yol açabilir. Dolayısıyla insana musibetin isabet etmemesi, o hususta güçlü bir inançla dua etmesine bağlıdır. Dua ederse kaza ve hoşlanmadığı musibet ona isabet etmez. Ya da ümit ettiği veya olmasını istediği olay o dua vesilesiyle gerçekleşir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...