DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SİYASİ SİYONİZM DÖNEMİ
"Hiç kuşku yoktur ki, bu büyük Siyonizm hareketi, 'Atchalta D'egeula'
(Mesihi dönemin başlangıcı)dır. Mesih'in gelişi ve bizim günlerimizin doğuşu, çok yakınlaşmış bulunmaktadır." - Haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook'un 1920'li yıllarda Siyonizmhakkında yaptığı bir yorum
Kitabın ilk iki bölümünde, Mesih Planı'nın hangi aşamalardan geçtiğini ve bu aşamaların da Batı toplumlarında ne gibi dönüşümler oluşturduğunu inceledik. Buna göre, Mesih Planı, ilk büyük aşamasını, yani Mesih'in gelişi için gerekli birinci şart olan "Yahudileri dünyanın dört bir yanına dağıtma" projesini, İspanya sürgünü ile uygulamaya koymuştu. Sürgün, hem bu tür bir kehaneti gerçekleştiriyor, hem de Yahudilerin Kuzey Avrupa'ya dağılmasıyla Hollanda, İngiltere gibi ülkelerde kapitalizmin ilk çarklarının dönmesini sağlıyordu. Kabalacılar'ın kehanetlerinde müjdesini verdikleri Protestan akımı ise Katolik Kilisesi'ne büyük bir darbe vurarak Plan'a büyük bir destek veriyordu. Bu arada İngiltere'de ortaya çıkan Püritenler ya da yerinde bir deyimle "yapay Yahudiler" hem Britanya İmparatorluğu'nu, hem de Kabalacı Kolomb'un keşfettiği Yeni Dünya'yı Yahudileştirerek, Plan'ın işlemesine katkıda bulundular.
Avrupa'da önce Protestanlık, ardından da Aydınlanma ile oluşan büyük toplumsal ve politik değişimin de, Kabalacılar ve Tapınakçı geleneği koruyan masonlar arasında kurulmuş olan İttifak tarafından gerçekleştirildiğini 2. bölümde inceledik.
Böylece, Mesih Planı'nın önündeki engellerin çoğu aşılmış oluyordu. Yahudiler, kapitalist ekonomi sayesinde, tefecilikten gelen klasik sermaye birikimlerini çok daha fazla artırarak büyük bir ekonomik güce ulaşmışlardı. Bu ekonomik gücü, politik eşitlik elde ettikleri Batı'da rahatlıkla siyasi güce dönüştürebiliyorlardı. Benjamin Disraeli'nin İngiltere'ye başbakan olması, ülkenin en zengin hanedanı olan Rothschild'ın, "Lord" ünvanı alarak Parlamen- to'ya dahil olması, bunun iki çarpıcı göstergesidir.
Yahudileri "İsa'nın katilleri" sayan 1 ve Vaadedilmiş Topraklar'ın onlara ait olduğu tezine karşı çıkan Katolik Kilise'sinin dize getirilmesi ile birlikte, Mesih Planı'nın önündeki ideolojik engel de ortadan kalkmıştı. Batı'nın büyük güçleri, Plan'ı desteklemeye hazırdılar: Fransa Katolikti ama dinden koparılmış (sekülerleştirilmiş) bir ülkeydi ve Katolik olmasının herhangi bir sakıncası kalmamıştı. İngiltere ve Amerika ise Protestan, hem de Püriten geleneğine sahip birer Protestan ülkeydi. Bunun da ötesinde, Kabalacılarla kurduğu İttifak'a her zaman ve her yerde sadık kalan masonluk, bu ülkelerin yönetiminde büyük söz sahibiydi. (Almanya'nın çok daha ilginç olan misyonuna daha ilerde değineceğiz.)
Kısacası, artık Mesih Planı'nın en can alıcı aşamasına, yani Vaadedilmiş Topraklar'a dönüş projesine geçilebilirdi. Bu, Yahudilerin dağılmış oldukları "dünyanın dört bir yanı"ndan bu kez yeni bir göç dalgasıyla Vaadedilmiş Topraklar'a dönmeleri anlamına geliyordu. Zaten bu nedenle de Vaadedilmiş Topraklar'a dönüş, Kabalacılar'ın dilinde "İsrail'in sürgünlerini toplaması" olarak ifade ediliyordu. Bu "sürgünlerin toplanması" ifadesi de Eski Ahit'in İşaya kitabında geçen bir kehanetten çıkarılmıştı. İsrailoğulları'nın "dünya egemenliği"nden önceki gelişmeleri bildiren ayet şöyle diyordu:
Ve o gün vaki olacak ki, Aşur'dan ve Mısır'dan ve Patros'tan ve Kuş'tan ve Elam'dan ve Şinardan ve Hamattan ve denizin adalarından artakalacak olan kavmin (Yahudilerin) bakiyesini kurtarmak için Rab yine ikinci kere elini uzatacak. Ve milletler için bir bayrak kaldıracak ve İsrail'in sürgünlerini toplayacak ve yerin dört köşesinden Yahudanın dağılmış adamlarını biraraya getirecek.2
Bu kehanete göre, "Yahuda'nın dağılmış adamları", yani dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Yahudiler, biraraya gelip Vaadedilmiş Topraklar'a geri döneceklerdi. Kabalacılar, Mesih Planı'nın önemli bir aşaması olan bu kehaneti gerçekleştirmek için çalışmakta gecikmediler. Ama kuşkusuz, sözkonusu "sürgünleri toplama" projesi de gerçekleştirilmesi oldukça zor bir projeydi. Kabalacılar'ın bu konuda karşılaşacakları pek çok engel vardı. Herşeyden önce, Vaadedilmiş Topraklar İslam egemenliği altındaydı. Bu egemenlikten "kurtarılmalı" ve Yahudilerin ya da orayı Yahudilere gönüllü olarak vermeye hazır bir gücün eline geçmeliydi. Bunun yanında, Yahudi halkının Vaadedilmiş Topraklar'a döndürülmesi gerekiyordu ki, bu da oldukça zorlu bir işti. Belki İspanya sürgününden de zordu; çünkü İspanya'da tek bir merkezden çıkış olmuştu. Şimdi, çok farklı merkezlerden tek bir noktaya yönelen bir göçün organize edilmesi gerekiyordu. Ayrıca bu hareketin uluslararası destek görmesi, büyük güçler tarafından savunulması da zorunluydu.
Ama Mesih Planı "sıfır"dan bu noktaya kadar gelmişti ve Kabalacılar işi sonuna kadar sürdürmeye kararlıydılar. Vaadedilmiş Topraklar'a dönüş projesini, bazı yeni yorum ve yöntemlerle uygulamaya koydular. "Siyasi Siyonizm" böyle doğdu...
'Siyasi Siyonizmin Doğuşu
19. yüzyıl biterken, Yahudi dünyası son derece ilginç bazı gelişmelere sahne oldu. 19 yüzyıldır beklenen "Vaadedilmiş Topraklar'a geri dönüş" hareketi, bu gelişmelerle birlikte yeni bir boyut kazandı. Yahudi dünyasında doğan bu gelişmeler, kısa sürede büyük etkiler doğuracak ve bu etkiler Yahudi dünyasının çok daha dışına çıkan, özellikle de İslam dünyasını derinden ilgilendiren sonuçlar doğuracaktır.
Ortaya çıkan bu yeni gelişme, klasik literatürde "Siyasi Siyonizm" olarak tanımlanan ve Vaadedilmiş Topraklar'a dönüş rüyasına yeni bir yaklaşım getirdiği söylenen akımdı. Liderliğini Avusturyalı Yahudi Theodor Herzl'in yaptığı akımın, asırlardır süren "Siyon'a dönüş" idealini rasyonelize ederek bir politik harekete dönüştürdüğü ve eski dini yapısından uzaklaştırdığı öne sürülür.
Yahudi tarihçilerce öne sürülen bu tez, Theodor Herzl'in başlattığı hareketin, eski Mesih inancının bir devamı veya bir aşaması değil, 19. yüzyıl şartlarında oluşmuş bir milliyetçilik örneği olduğunu söyler. Buna göre, Herzl'in "babalık" yaptığı "Siyasi Siyonizm" hareketi, asırlardır süren Mesih beklentisini ya da Mesih Planı'nı gerçekleştirmek değil, yalnızca bir Yahudi ulus-devleti kurmak amacını gütmüştür. "Siyasi Siyonizm"in ortaya çıkış nedenleri arasında, dini öğretilerin değil, artan antisemitizme karşı çözüm aramak, asırlardır azınlık halinde yaşayan Yahudileri bir ulus-devlet çatısı içinde kurtarmak olduğu da söylenerek, sözkonusu tez desteklenir.
"Siyasi Siyonizm"in, Mesih inancının bir devamı olmadığını öne sürenlerin bu konudaki en önemli dayanakları, Herzl ve ondan sonraki Siyonist liderlerin, tutucu (ortodoks) hahamlarla büyük bir fikir ayrılığına düşmeleridir. Gerçekten de bazı hahamlar, Siyonist liderlerle anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Anlaşmazlığın kaynağı, hahamların, tümüyle kutsal bir şekilde gerçekleşeceğine inandıkları Kutsal Topraklar'a dönüş projesinin insan eliyle yerine getirilemeyeceğini düşünmeleridir. Oysa Siyonistler, "Kutsal Topraklar'a dönüş için mucizevi çözümler beklemeye gerek yok, bu işi biz kendimiz yapabiliriz" mantığıyla harekete geçmişlerdir. Bunun üzerine, kimi tutucu hahamlar, kutsal olduğuna inanmadıkları ve seküler (din dışı) saydıkları bu hareketi desteklememişlerdir.
İşte, "Siyasi Siyonizm, Mesih inancının yerine getirilmesi değil, tümüyle 19. yüzyıl milliyetçiliğine dayanan laik ve modernist bir harekettir" diyenler, tezlerine kanıt olarak Siyonistlerle tutucu hahamlar arasındaki bu ayrılığı gösterirler. Ve eğer konu yeterince incelenmezse, öne sürülen bu tez, kolayca mantıklı bulunup, kabul edilebilir.
Ama bu tezin gerçeği yansıtmadığını gösteren önemli işaretler vardır...
Bunları incelemeden önce, bir noktayı vurgulamakta yarar var. Kitabın başından bu yana, Mesih Planı'nın önderlerinin Kabalacılar olduğu üzerinde duruyoruz. Kendilerini bazı metafizik güçlere ve "tarihin akışını değiştirme" gücüne sahip olduklarına inanan Kabalacıların, Mesih Planı'nın gerektirdiği kehanetleri aşama aşama yerine getirmeye çalıştıklarını inceliyoruz.
Burada sıradan hahamlarla, Kabalacılar'ın arasındaki büyük farkı göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kabalacı hahamlar, tutucu (ortodoks) hahamlardan ayrıdırlar. Tutucu hahamlar ancak Talmud (Yahudi dininin gelenek ve kurallarını içeren kitaplar bütünü) ile ilgilenirken, Kabalacılar, metafizik güçlerle ve hatta büyüyle iştigal ederler.
Dolayısıyla, Siyonist liderlerin bazı tutucu hahamlarla ayrılığa düşmeleri, Kabalacılar'la ve dolayısıyla Mesih Planı'yla da ayrılığa düşmeleri gibi bir anlam taşımıyor.
Ama bundan, hemen Siyonistlerin Kabalacılarla aynı yolu izledikleri anlamını çıkaramayız elbette. Bu konuda bir yargıya varmak için, Siyonistlerin yaptıklarıyla Kabalacılar'ın planları arasında gerçekten doğrudan bir bağlantı olup olmadığını incelemek gerekiyor.
'Siyasi Siyonizm' Teorisini Geliştiren Kabalacılar
Genelde anlatıldığının aksine, Yahudilerin bir devlete sahip olmak için Mesih'i beklemek yerine, bu süreci kendi elleriyle başlatmaları gerektiği düşüncesi, yani Siyasi Siyonizm, ilk kez Herzl'le birlikte ortaya atılmadı. Bu teori, Herzl'den yarım yüzyıl önce, iki Kabalacı tarafından dile getirilmişti. Ve 19. yüzyılın sonunda ortaya çıkan Siyonizm, büyük ölçüde siyasi bir hareket olmakla birlikte, aslında Mesih inancının yeni bir yorumuydu. Encyclopaedia Judaica şöyle yazıyor:
Siyasi Siyonizm'in fikir babası: Kabalacı Haham Judah Alkalay. |
Siyonizm büyük ölçüde eski Mesihi inanışa dayanıyordu. Siyonizmin çoğu ideolojiktir ve duygusal motifi de Mesihi inançtan gelir... Mesih inancı, bütün liberalizm ve rasyonalizasyon sürecine rağmen, Yahudi halkı arasında etkisini yitirmemişti. 1840'larda Balkan ve Doğu Avrupa Yahudileri arasında, Yahudi tarihinde dönüm noktası olacak olan Mesih yılının geldiği söylentisi yayılmıştı. Çoğu Yahudi Mesih'in ortaya çıkışını son derece ajite olmuş bir biçimde beklemeye başlamıştı. Bunların arasında Haham Judah Alkalay (1798-1878) de vardı...
Alkalay, zamanla Mesihi dönemin, yalnızca mucize bekleyerek değil, önde gelen Yahudilerin bu konudaki çabalarıyla başlayacağı düşüncesini kabul etti... Hayatının geri kalan bölümünü de Mesih ile ilgili bu yorumu diğer Yahudi önde gelenlerine anlatmakla geçirdi... Alkalay, geleneksel Yahudi kaynaklarıyla, özellikle de Kabala ile derinden ilgilenmişti...
Siyonizmin bir diğer fikir babası da Haham Zevi Hirsch Kalisher (1795-1874) idi. Kalisher de Alkalay gibi, Mesihi dönemin Yahudilerin kendi çabalarıyla başlayacağını düşünüyordu. Bu doğrultuda, 1836 yılında, Meyer Amschel Rothschild'la görüşerek, ondan İsrail Toprakları'nı (Eretz Israel) ya da en azından Kudüs ve Tapınak bölgesini Mehmed Ali Paşa'dan satın almasını istedi. Böylece Mesihi dönem 'aşağıdan yukarı' bir hareketle başlayacaktı. Daha sonra aynı teklifi Moses Montefiore'a da götürdü... Hem Alkalay, hem de Kalischer geleneksel Yahudi kaynaklarıyla yakından ilgili, Eski Ahit ve Kabala konusunda uzmandılar.3
Evet, "Siyasi Siyonizm", Mesih Planı'nın yeni bir yorumu, yeni bir aşamasıydı. Hareketin öncüleri ise asırlardır Mesih Planı'nı gerçekleştirme hevesindeki Kabalacılardı. Her ikisi de Kabalacı olan Alkalay ve Kalischer, Siyasi Siyonizmin teorisini kurdular. Judaica, Alkalay'ın teorilerini Kabala'ya dayandırışını şöyle anlatıyor: "Alkalay, tüm yazılarında, Midrash ve Kabala'dan alıntılar yapmış ve bu alıntılara kendi yorumlarını eklemiştir. Bu yazdıklarına göre, Kurtuluş (Mesihi dönem) insan eliyle başlayacaktır ve ancak en son aşamada mucizeler gerçekleşecektir." 4
İsrailli tarihçi Moshe Sevilla-Sharon ise Alkalay ve Kalisher'den şöyle söz ediyor:
Alkalay..., Kurtuluş'un (Mesihi dönem) insan eylemiyle gerçekleşeceğine ve Mesihi dönemin gelmiş olduğuna kanaat getirdiğinde, fikirlerini yaymak amacı hissetti... Yazdıklarından (broşür ve kitaplar) zamanla belli bir siyasal program ortaya çıktı. Alkalay'a göre, İsrail Ülkesi'ndeki Yahudi yerleşme faaliyetlerinin finansmanı için vergi toplanmalı, ülkede kurulacak Yahudi yerleşme biriminin dünya devletleri tarafından tanınması için diplomatik çaba harcanmalı, yaşlılardan oluşacak bir Yahudi parlamentosu kurulmalı, İbranice günlük konuşma dili, tarım da Yahudilere özgü bir faaliyet alanı olarak dirilmeliydi.
Alkalay, programına destek aramak için Batı Avrupa ülkelerine geziler yaptı ve her gittiği yerde bir 'İsrail Ülkesine Yerleşme Derneği' kurdu. Bu arada uluslararası bir Yahudi örgütü kurulması için çağrıda bulundu. Herzl, 30 yıl sonra bu önerilerin bazılarının gerçekleştirecek, kısa vadede yapılması olanaksız olanları da 'Yahudi Devleti' adlı kitabında program olarak verecektir.
Alkalay'a paralel olarak öncü siyasal Siyonizm faaliyeti, Doğu Avrupa'da Polonyalı Rabbi Kalischer Hirsch (1795-1874) tarafından başlatıldı. Kalischer'in gençliğinin en büyük olayı, Fransa ve Almanya Yahudilerinin özgürleşmeleriydi (siyasi eşitlik). Bu eğilim ve bazı Yahudilerin duyulmamış servetler edinmeleri Rothschild'ler gibi , yüksek mevkilere erişmeleri, Kalischer'e Kurtuluş'u (Mesihi dönem) müjdeleyen gelişmeler olarak göründü. Öte yandan, Sürgün'ün sona erebilmesi için Yahudilerin İsrail'e dönmeleri gerektiğini düşünen Kalischer, 1836'da devrin zenginlerine başvurdu ve İsrail Ülkesi'nin tümünün ya da bir bölümünün Mısır hükümdarı Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan satın alınmasını istedi. Alkalay'ın da düşündüğü üzere, Kalischer Kurtuluş'un ilk evresi olan özgürlük ve bağımsızlığın insan çabasıyla gerçekleşeceğine inanıyordu...
Alkalay ile Kalischer'in milliyetçiliklerini doğru değerlendirmek için, ileri sürmüş oldukları fikirleri çağdaş gelişmelerin ışığında görmek gerekir. Bu iki Siyonizm öncüsünün düşündükleri, Mesih inancının o dönemde meydana gelen olaylarla ilişkili olarak yeniden yorumlanmasından ibarettir.5
Osmanlı'ya karşı gelişen Sırp isyanını kendine örnek alan Alkalay'ın geliştirdiği programın en ilginç özelliği, Siyonist hareketin tüm detaylarını içermesidir:6
Alkalay, İsrail topraklarına yapılacak göçün finansmanının sağlanması için bir fon kurulmasını, göç için uluslararası destek kazanılmasını ve Yahudilerin ihtiyarlar meclisinin yeniden toplanarak bir parlamento oluşturulmasını savundu.
Ayrıca ulusal dil olarak İbranice'nin yeniden kullanılmasını, İsrail topraklarında tarımın ilerletilmesini ve bir Yahudi ordusu kurulmasını önerdi. Alkalay, tüm bu projeler için İngiltere'nin destek vereceğini umduğunu da yazıyordu... Ayrıca uluslararası bir Yahudi organizasyonunun kurulması gerektiğini de duyurdu.7
Gerçekten de Herzl'le başlayan Siyonist hareket, aynı Kabalacı Alkalay'ın dediği gibi uluslararası bir Yahudi organizasyonu kuracak, kendisine en büyük yardımcı olarak İngiltere'yi kabul edecektir. İsrail'e yerleşimin artmasıyla, özellikle de 1948'de devletin kurulmasıyla birlikte, Alkalay'ın diğer öğütleri yerine getirilecek; İbranice ulusal dil yapılacak, Yahudi ordusu (Haganah) kurulacak ve kutsal bir iş olarak görülen tarıma ağırlık verilecektir. Tarımın kehanetler açısından önemini Kabalacı Kalischer de vurgulamıştır. Kalischer, Derishat Ziyyon adlı kitabında Kurtuluş'un (Mesihi dönem) iki aşamayla geleceğini hatırlatırken şöyle diyordu: "İlk aşamada İsrail topraklarına dönülmeli ve tarım yoluyla toprak değerlendirilmelidir, sonra doğaüstü (Mesihi) süreç başlayacaktır." 8
Görüldüğü gibi Kutsal Topraklar'a dönüşün "insan eliyle" gerçekleşeceği düşüncesi, hiç de Mesih inancından vazgeçilip, seküler (din-dışı) bir milliyetçiliğe dönülmesi anlamına gelmiyordu. Tam tersine, Herzl'in uygulamaya başlayacağı bu program, Kabalacılar tarafından ortaya konmuştu ve Mesih Planı'nın yeni bir aşamasını oluşturuyordu.
Zaten Kabalacılar, şimdiye kadar Mesih'in kehanetlerinin "kendiliğinden" oluşmasını hiç beklememişlerdi ki... İspanya sürgünüyle birlikte, Mesih'in gelişinin "olmazsa olmaz" şartı olan, Yahudilerin dünyanın uçlarına dağılması projesini uygulamaya koymamışlar mıydı? Kabalacı Menasseh Ben Israel, bu projenin bir gereği olarak, "Yahudiler İngiltere'ye ille de girmelidir, yoksa kehanet gerçekleşmez" deyip, soydaşlarını "Keher ha-Aretz"e sokmak için elinden gelen herşeyi yapmamış mıydı? Mesih'in gelişinin aşamaları olarak yorumlanan tüm hareketler Protestanlık, Aydınlanma, Fransız Devrimi, ideolojiler hep Yahudi önde gelenlerinin önemli katkılarıyla gerçekleşmemiş miydi?
Kabalacılar, kehanetlerin "kendiliğinden" oluşmasını bekleyecek kadar saf değildiler. Belki Plan'ın nasıl işlediğinin farkında olmayan Kabala geleneğinden uzak ortodoks hahamlar, kehanetlerin kendi kendine oluştuğunu ve oluşacağını sanıyorlardı ama, Kabalacılar çoktandır "tarihin akışına yön verme" uğraşı içindeydiler...
Laik Siyonistler ve Dindar Siyonistler
Siyasi Siyonizm teorisi Alkalay ve Kalischer gibi iki Kabalacı tarafından geliştirildi. Ancak, bu teoriyi hayata geçirerek İsrail devletinin temellerini atanlar, Kabalacı olmak bir yana, dindar bile değildiler. Siyonist liderler olarak bilinen bu kişiler, yeni bir Yahudi kimliğini, seküler (laik) Yahudileri temsil ediyorlardı.
Bu Yahudi kimliği, Aydınlanma çağının ve ardından gelen Yahudi politik eşitliğinin bir sonucuydu. Kitabın 2. ve 3. bölümlerinde Aydınlanma'nın, onun politik sonucu olan Fransız Devrimi'nin ve devrimi izleyen Yahudi politik eşitliği akımının ardında, Yahudi önde gelenleri ve Tapınakçı geleneği koruyan masonlar arasında kurulmuş olan İttifak'ın büyük rolü olduğunu incelemiştik. Ancak İttifak'ın yönlendirdiği bu süreç içinde Avrupa toplumları dinden uzaklaşırken, bunun kaçınılmaz etkisi Yahudi toplumlarında da görüldü. Aydınlanma, Hıristiyanlarla birlikte pek çok Yahudiyi de dini inanç ve geleneklerinden kopardı. Yahudi politik eşitliği ile birlikte Yahudilerin üzerindeki yasal kısıtlamalar da kalkınca, eskiden beri hıristiyanlara nefret duygusu ile beslenen dini inançlar da iyice zayıfladı.
Acaba Kabalacılar bu dinden uzaklaşma sürecini nasıl değerlendiriyorlardı?
İlk anda, bu sürecin, Mesih Planı gibi dini içerikli bir hedef peşinde koşan Kabalacılar için büyük bir tehlike olduğu düşünülebilir. Ama konuyu biraz daha yakından incelediğimizde, olayın hiç de böyle olmadığını görüyoruz.
Çünkü Kabalacılar için önemli olan, Yahudi toplumunun dini inançlarını koruyup-korumaması, ibadetlerini yerine getirip-getirmemesi değildi. Kabalacılar, Mesih'in gelişini sağlamakla uğraşıyor ve bunun için de belirli kehanetleri yerine getirerek bazı politik sonuçlara ulaşmak gerektiğine inanıyorlardı. Yahudi toplumundan istedikleri de, sözkonusu politik hedeflere uygun davranmalarından başka bir şey değildi. Bu nedenle Yahudi toplumunun üyeleri, "Yahudi olmak" bilincini korumalıydılar; ancak bunun dini ya da laik bir biçimde korunması farketmiyordu. Hatırlarsak 3. bölümde vurguladığımız gibi, hahamlar, Yahudi toplumuna "inançlarınızdan vazgeçin ama kanunları uygulayın" tavsiyesinde bulunmuşlardı.
Bu, şu anlama geliyordu: "Yahudi olmak" için Tanrı'ya inanmak ve dolayısıyla bir "din bilinci"ne sahip olmak gerekmiyordu. "Yahudi olmak", bir "ırk bilinci" sayesinde de elde edilebilirdi. Zaten eskiden beri içiçe geçmiş olan din-ırk birlikteliğinde ağır basan taraf ırk tarafıydı.
Kısacası, Kabalacılar açısından Yahudi toplumunun dindar olup-olmaması bir sorun oluşturmuyordu; yeter ki bu toplum Yahudi olduğunu unutmasın ve günü geldiğinde Kutsal Topraklar'a dönmeye çağrıldığında, bu "ırk bilinci" sayesinde Mesih Planı'nın bu önemli aşamasına seve seve katılsın.
Kabalacıların bu hesabının doğru olduğu, 19. yüzyılın sonunda doğan Siyasi Siyonizm hareketi ile kanıtlandı. Çünkü hareketin liderlerinin hiçbiri
dindar değildi; ama daha önemli bir özelliği, "ırk bilinci"ni taşıyorlardı. Hare-ketin en önemli lideri olan Theodor Herzl tamamen din-dışı bir eğitimden geçmişti ve dinin hiçbir kuralını da uygulamıyordu. İkinci isim olan Max Nordau ünlü bir ateistti. Siyonist örgütün çekirdek kadrosunu oluşturanların çoğu bu yapıdaydılar. Dindar olmayan bu adamların hepsi de ateşli birer Yahudi milliyetçisiydi ve ulusun geleceğini bir "ulusal devlet" kurulmasında görüyorlardı. Bu "ulusal devlet"in yeri olarak da Filistin'i belirliyorlardı. Tevrat'ın emirlerine uydukları için değil, Tevrat'ı Yahudi ırkının en önemli kaynağı olarak kabul ettikleri için...
Siyasi Siyonizm hareketinin; Herzl, Nordau, Mandelstamm gibi liderleri dindar değildiler. Ancak bu, yine de onların M. Tevrat'ın emirlerini uygulamaktan ve "seçilmiş halk", "Kutsal Topraklar" gibi kavramları benimsemekten alıkoymamıştı. Çünkü Tevrat Yahudiler için yalnızca bir "din kitabı" değil, aynı zamanda bir "ırk kitabı"ydı. Ve Tevrat emirlerini uygulamak için dindar olmak gerekmiyordu; "ırk bilinci"ne sahip olmak yeterliydi. Bu "biliinç" Siyonist liderlerde fazlasıyla vardı. Bu nedenle, Siyon'a dönüş projesini, Kabalacı Alkalay ve Kalischer'in açtığı yolda, dindar Siyonistlerle elele yürüttüler. |
Kabalacılar içinse bu yeterliydi. Onlar zaten Kutsal Topraklar'a dönüş projesinin organizasyonunu üstlenecek liderler arıyorlardı. Kabalacı Alkalay ve Kalischer projeyi teorik olarak ortaya koymuşlardı ve bunu pratiğe dökmek için de bu yeni enerjik liderler birebirdi: Bu laik ama milliyetçi Yahudiler, Alkalay ve Kalischer'in çizdiği rotayı izlemeye karar vermişlerdi. Bu işi dine inanarak mı, yoksa inanmadan mı yaptıklarının ne önemi vardı? Ayrıca Kutsal Topraklar'a dönüş projesinin bu tür kişiler tarafından yürütülmesi stratejik açıdan da son derece uygundu; böylece Mesih Planı'nın büyük bir aşaması olan bu proje, sıradan bir milliyetçilik akımıymış gibi uygulanabilirdi.
Siyonist hareket böyle bir ortamda doğdu. Kimileri bunu Tevrat'ta Mesih'in alametlerinden biri olarak sayılan "İsrail'in sürgünleri toplaması" hareketi olarak, kimileri de Herzl, Nordau ve benzerleri gibi bir "Yahudi ulus-devleti"nin kuruluşu olarak değerlendirdiler.
İsrailli politikacı Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited adlı kitabında, Siyonist hareket içinde hem dindar hem de seküler (laik) Yahudilerin yer aldığını ve iki grubun çok verimli bir işbirliği yaptıklarına dikkat çekiyor. Rubinstein, "Siyonist hareketin içinde yer alan farklı grupları birleştiren ortak bir amaç vardı: Filistin'de yeni bir Yahudi toplumu oluşturmak" diyor ve seküler ve dindar Siyonistlerin aralarındaki son derece ilginç ortak noktalara değiniyor.
Bu ortak noktaların ilki, seküler Siyonistlerin hatta Nordau gibi ateistlerin bile aynı dindar Siyonistler gibi Tevrat'a büyük önem vermeleri ve Yahudi halkının değerlerinin Tevrat'a dayalı olduğuna yürekten inanmalarıydı. Bu aslında Tevrat'ın Yahudilerce bir "din kitabı"ndan çok, bir "ırk kitabı" olarak anlaşılmasının doğal bir sonucuydu. Dönemin ünlü Yahudi ideologlarından Ahad Ha'am, konu hakkında şunları yazıyordu:
Hiçbir Yahudi, inkarcı bile olsa, Kutsal Kitapları (Tevrat ve diğer Yahudi kaynakları) yalnızca edebi bir açıdan göremez; onları ulusal bir bilinç içinde değerlendirir. İçinde onu Tevrat'a bağlayan bir his, bir içgüdü vardır. Bu, nesilden nesile, uzak geçmişten geleceğe aktarılır.9
Rubinstein, Ahad Ha'am'ın bu düşüncesinin doğruluğunun en iyi ispatının Siyonist liderlerin tavrı olduğunu söylüyor. Çünkü Herzl, Nordau ve onları izleyen Chaim Weizmann ve David Ben Gurion gibi laik Siyonistlerin hepsi, hiçbir şekilde dindar olmadıkları halde, Tevrat'ın tüm politik hükümlerini dikkate alıyorlardı. Rubinstein'a göre, "bu bakış açısı, Siyonistlere Tevrat'ı İsrail Toprakları'nı ('Eretz Israel') tanımlamak için kullanma olanağını sağladı. Örneğin Ben Gurion, dini kuralları uygulamadığı ve inanç sahibi olmadığı halde, sık sık Tevrat'tan alıntılar yapıyordu." 10
Laik Siyonistlerin bu tavrı, onları kolayca dindar Siyonistlerle işbirliği yapmaya sürüklemiş ve iki taraf arasında ilginç bir ittifak oluşturmuştur. Rubinstein şöyle der:
Dindar Siyonistler açısından, laik hatta dinsiz Siyonistlerle işbirliği yapmak son derece mantıklıydı. Çünkü laikler, her ne kadar inançsız olsalar da, Tevrat'ın emirlerinin iyi birer uygulayıcısı olma yolundaydılar ve Yahudilik'in en köklü inançlarından birini gerçeğe dönüştürmeye çabalıyorlardı: Sürgünlerin Toplanması'nı. Bazı dindarlar daha da ileri giderek, açıkça, Siyon'a dönüşün Mesih'in gelişinin başlangıcı olduğunu ilan ettiler.11
Kısacası Siyonist hareketin inançlı ya da inançsız, dini ya da laik, ulusal ya da ilahi kaynaklı olmasının bir önemi yoktu. Önemli olan, Siyon'a dönüş projesinin gerçekleşiyor olmasıydı. Kabalacılar açısından bu yeterliydi. Zaten Yahudi dininin başlangıç noktası inanç değildi ki... Yahudi dini, "ırk bilinci" üzerine kuruluydu ve dinin kuralları da bu ırk bilincinin korunmasını hedefliyordu. (Bkz. 3. bölüm) Laik Siyonistler bu ırk bilincine dini kuralları uygulamadan da ulaştıklarına göre, ortada hiçbir sorun kalmıyordu.
Siyon'a dönüş projesini yalnızca bir "Yahudi ulus-devleti"nin kuruluşu olarak değil, aynı zamanda Mesih'in gelişinin son kehanetlerinden bir olarak gören "dindar Siyonistler" laik ırkdaşları ile elele verdiler. Yanda, Herzl'in kurduğu Siyonist Organizasyon bünyesinde 1903 yılında Polonya'nın Lida kentinde toplanan Mizrachi Konferansı'na katılan bir grup "dindar Siyonist" yer alıyor. Çoğu haham... |
Dindar ve seküler kanat arasında Siyonist hareketin başlangıcında kurulan bu ittifak daha sonra da devam etti. Büyük çoğunluğu seküler olan İsrail halkı, dinci partilerin Mesih'i getirme ve Büyük İsrail'i kurma hesaplarına "ırk bilinci" nedeniyle destek verdi. Rubinstein, başlıca amacı İsrail topraklarını genişletmek ve Mesih kehanetini yerine getirmek olan (ve Arapların Tevrat emirlerine göre 'soykırım'dan geçirilmesini savunan) dinci/ırkçı Gush Emunim partisinin büyük gücünün de bu ilginç destekten kaynaklandığını söylüyor. İsrailli yazar, bu ilginç tabloyu da şu cümleyle özetliyor: "Bugün pek çok seküler İsrailli Tanrı'ya inanmaz; ancak Kutsal Topraklar'ın kendi ırkına Tanrı tarafından verildiğini sürekli tekrarlar." 12
İsrail'deki bu ilginç ırk bilincini (daha doğrusu saplantısını) 8. bölümde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Ancak şimdilik Herzl dönemini incelemeye devam edelim.
Laik Siyonistler'in, içindeki inancı kabul etmeseler de, Yahudi dini geleneklerini kabul etmeleri ve hareketlerine kaynak olarak kabul etmeleri ilginç bir sonuç doğurdu: Siyonist hareket seküler liderlerce yönetiliyordu ama dini kurallara ve özellikle de Kabalacılar'ın belirlediği çizgiye (yani Mesih Planı'na) uygun olarak gelişiyordu. Herzl, düşüncelerini geliştirirken Kabalacı Kalischer'in yazdıklarından çok etkilenmişti. Herzl'in Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı kitabındaki çoğu düşünce, Kalischer'in 1862'de yayınlanan Drishat Zion adlı kitapçığından alınmıştı.
Herzl'in 29 Ağustos 1897'de Basel'de topladığı I. Siyonist Kongre'de ilginç mesajlar verilmişti. Herzl, Kongre'de, kuracakları Yahudi devletinin sınırlarını şöyle açıklıyordu: "Kuzey sınırlarımız Kapadokya'daki (Orta Anadolu) dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı'na; sloganımız Davud ve Süleyman'ın Filistin'i olacaktır." Kurmayı hedeflediği devletin sınırlarını, tam da Tevrat'ta dendiği gibi, Orta Anadolu'dan Süveyş'e uzatan Herzl'in, kurulacak devletin sloganının "Davud ve Süleyman'ın Filistin'i" olacağını bildirmesi de oldukça anlamlıydı. Çünkü, önceden de incelediğimiz gibi, "ikinci yükseliş"i gerçekleştirmesi beklenen Mesih'in Hz. Süleyman soyundan olacağına inanılıyordu. Belki de böylece Herzl, kurulması için and içtiği devletin Mesih Planı'nın bir aşaması olduğu mesajını veriyordu.
Siyasi Siyonizm, gerçekte, Kabalacı Yahudilerin çizdiği Mesih Planı'nın Kabalacı olmayan Yahudiler tarafından uygulanmasından başka bir şey değildi. Siyonist liderlerin başvurduğu hangi yöntem ve stratejiye göz atarsak atalım, bunların Kabalacılar tarafından Mesih'in gelişinin alametleri olarak geliştirilen kehanetler olduğunu görebiliyoruz.
Siyasi Siyonizmin Batı'nın büyük devletlerinden aldığı büyük destek, bu kehanetlerin en önemlilerinden biriydi.
Hıristiyan Siyonistler ya da
'Mesih'in Gelişine Gönüllü Olarak Yardım Eden Milletler'...
Kabalacı Alkalay ve Kalischer tarafından ortaya atılan Siyasi Siyonizm teorisinde, Mesih Planı'nda var olduğu anlaşılan ilginç bir ayrıntı vardı: "Diğer milletlerin gönüllü olarak bu işe yardım etmeleri." Siyasi Siyonizmle birlikte, Haham Hirsch Kalischer tarafından yorumlanan Mesih Planı, diğer milletlerle ilgili olarak bu kehaneti gündeme getirmişti. The Universal Jewish Encyclopedia şöyle diyor:
Siyasi Siyonizmin ortaya çıkması ile birlikte Haham Hirsch Kalischer tarafından geliştirilen teori diğer hahamlarca da kabul gördü. Buna göre, Mesih'in dönüş süreci, doğal olaylarla başlayacaktı: Yahudilerin Filistin'e yerleşme isteği ve diğer milletlerin gönüllü olarak bu işe yardım etmesi ile.13
Ne ilginç, İsrail Devleti'nin kuruluşu aynı Kalischer'in bildirdiği kehanetteki gibi oldu... Diğer milletler "gönüllü olarak Mesih'in gelişine yardım" ettiler. Herzl ve "laik" arkadaşları da Kabalacılar'ın verdiği dersi iyi çalışmışlar olsa gerek, Siyonizm hareketini "gönüllü olarak destekleyecek" güçler aradılar.
Buldular da... Bu "gönüllü yardım"ın ardında da "Hıristiyan Siyonistler" olarak tanımlanan yeni tür Püritenler geliyordu. Bunlar, Yahudilerin bekledikleri Mesih'lerine kavuşmaları için çırpınıyorlardı. Protestanlık'la başlayan, Püritenlik'le gelişen "Yahudileşme" sürecinin ürünleriydiler.
Kitabın ilk bölümünde incelediğimiz ve "Yahudilerin beklenen Mesih'lerine kavuşmaları için dua eden" William Eugene Blackstone, bu "Hıristiyan Siyonist"lerin yalnızca biriydi. Judaica, "Hıristiyan Siyonistler"le ya da "Mesih'in gelişine gönüllü olarak yardım edenler"le ilgili olarak şu bilgileri veriyor:
Yahudilerle Kutsal Topraklar arasındaki tarihsel ilişki, Yahudi geleneğinde olduğu gibi, hıristiyan geleneğinde de önemli bir yer tutar. Bu nedenle, Yahudilerin eski topraklarına geri dönüş projesi olan Siyonizm, özellikle Püriten devrimi ile birlikte Eski Ahit'e ve Yahudilere büyük ilgi duymuş olan İngiltere'de büyük destek gördü... 'Hıristiyan Siyonizmi' hıristiyanların Siyonizm hareketine verdiği aktif desteğe konulan addır. Bu destek 19. yüzyılın ikinci yarısında güçlü bir şekilde gelişti ama Hıristiyan Siyonizmi, teolojik düşünce ve Mesihi beklentilere dayanan uzun bir tarihi kökene dayanıyordu.
1917'de İngiliz Hükümeti'nce yayınlanan ve Siyonizme tarihi bir destek veren Balfour Deklarasyonu, Hıristiyan Siyonizminin bir örneğidir. Deklarasyonun ardında, politik nedenlerin yanında, Lloyd George ve Balfour gibi isimlerin dini motivasyonları da büyük rol oynamıştı.
Teolojik köken: Reformasyon döneminden bu yana, Kutsal Kitap'taki kehanetlere bağlı olarak Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmelere gerektiği düşüncesi, dindar Protestanlarda ve özellikle İngiliz Püritenlerinde büyük kabul gördü.
Dinde Restorasyon hareketi, 16. yüzyıl İngilteresi'nden diğer Avrupa ülkelerine yayıldı ve özellikle 17. yüzyılın ardından Amerika'da güçlendi. Kimi zaman Restorasyon hareketin önde gelenleri, devlet başkanlarından Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmeleri için politik çaba göstermelerini istediler. Bu girişimleri 19. yüzyıla kadar pratik bir sonuç doğurmadı. Ama bu yüzyılda hareketin yapısında bazı değişiklikler oluştu ve bu hıristiyanların, Yahudilerin İsrail Toprakları'na dönüşleri yönündeki motivasyonları daha da güçlendi.
19. yüzyılda doğan bazı Protestan mezhepleri, Yahudilerin Kutsal Kitap'taki kehanete uygun olarak Kutsal Topraklar'a dönmeleri gerektiği düşüncesini, teolojilerinin temeli haline getirdiler. 1830'da İngiltere'de John N. Darby tarafından kurulan 'Plymouth Brethren' (Plymouth Kardeşliği) mezhebi, tüm Kutsal Kitap kehanetlerinin, Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesi üzerine kurulduğu doktrinini kabul etti. Buna göre, İsa Mesih'in ikinci gelişinin ardından, İsa ve ona bağlanan Yahudiler, Kudüs'ten tüm milletleri yöneteceklerdi. Çoğu Köktenci Protestan kilisesi, bu düşünceyi kabul etti ve bugüne dek korudu.14
İşte Protestanları, "Siyonist" yapan düşünce buydu. Protestanlar, Eski Ahit'e bağlanırken, Mesih inancını ve Yahudilerin dünyayı "yönetme" hakkına sahip olduklarını da kabul etmişlerdi, yalnız bir farkla: İlk bölümde de vurguladığımız gibi Protestanlar, Yahudilerden farklı olarak, beklenen Mesih'in Hz. İsa olduğuna inanıyorlardı. 1. bölümde de incelediğimiz Protestan düşüncesine göre, Yahudiler kehanetteki şartları yerine getirdikten yani, Kutsal Topraklar'da devlet kurup, Kudüs'ü ele geçirip, Tapınak'ı inşa ettikten sonra, Beklenen Mesih Hz. İsa gelecek, Yahudiler onu bu kez kabul edecekler ve diğer milletleri Beklenen Mesih Hz. İsa'nın önderliğinde Kudüs'ten yöneteceklerdi. Protestanlar, dünyayı Yahudilerin yönetmesiyle birlikte, kendilerine de iyi davranacaklarına ve kendilerinin de çok büyük zenginliğe kavuşacaklarına inanmışlardı.
Ama Yahudilerin beklediği Mesih, Hz. İsa değildi. Onlar Hz. İsa'ya inanmıyorlardı. Zaten onu öldürmeye çalışmışlardı, bu hareketlerinin ardından da inançlarında hiçbir değişiklik olmamıştı. Ama Yahudi önde gelenleri, görünen o ki, Protestanların bu "aykırı" düşüncesine pek ses çıkarmadılar. Ve Protestanların, Mesih Planı'na destek olmalarını zevkle seyrettiler.
Judaica'dan "Hıristiyan Siyonistler"i öğrenmeye devam ediyoruz:
'Christadelphians' adıyla yeni bir Protestan mezhebi kuruldu. Mezhep, açıkça Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesi gerektiğini savunuyordu. Daha sonra Yahudilere fiili destek de sağladı, Siyonizmin öncülerinden Hibbat Zion hareketine yardımda bulundu.
Amerika'da Joseph Smith tarafından 1830'da kurulan Mormonlar da, Yahudilerin İsrail topraklarına dönmesini, Mesih'in gelişinin bir şartı olarak savunacaktı. 1841'de Mormon misyoneri Orson Hyde, Kudüs'e yollandı. Hyde, burada 'Siyonist' bir dua etti ve tüm Kutsal Topraklar'ın Yahudilere ait olduğunu Zeytin Dağı'ndan aşağıya bağırarak ilan etti.
1830'da Amerika'da doğan 'Adventist' mezhebi, zamanla çeşitli kollara ayrıldı. Bu fraksiyonların çoğu da, Yahudilerin İsrail topraklarına dönmelerini savundu, bazıları merkezlerini İsrail'e taşıdılar.15
Protestanlık'taki bu "Siyonist" etkinin, yalnızca bazı radikal grupları kapsadığı sanılabilir. Böyle değildir, "Hıristiyan Siyonizmi", çok sayıda Protestan devlet adamını etkilemiştir:
Hıristiyan Siyonizmi, Protestanlar'ın Katolikler'den farklı olarak, M. Tevrat hükümlerini harfi harfine kabul etmelerinin sonucunda doğdu. Bu akımı başlatan Protestanlar, Kutsal Topraklar'ın Yahudilerin mülkü olduğuna yürekten inandılar ve onları döndürmek için çaba gösterdiler. Hıristiyan Siyonistlerin en ünlülerinden bir ise İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour (üstte, ayakta) idi. |
19. yüzyıl boyunca, farklı ülkelerden çok sayıda hıristiyan politikacı, yalnızca politik kararlarının bir sonucu değil, aynı zamanda dini inançlarının bir gereği olarak, Yahudilerin İsrail topraklarına dönmesi için aktif girişimde bulundu. Akla gelen örneklerden biri, Shaftesbury Kontu Lord Anthony Ashley Cooper (1801-1885), Yahudilerin İngilizlerin koruması altında Filistin'e yerleştirilmeleri için detaylı bir proje hazırlamış ve bunu Avrupa ve Amerika'nın tüm Protestan devlet adamlarına sunmuştu.
İngiliz mistiği Laurence Oliphant, Rusya'dan Filistin'e giden ilk Yahudi göçmenlere yardım etmiş ve 'Hibbat Zion' hareketine yardım için Londra'da etkili bir hıristiyan grup kurmuştu.16
Judaica, daha pek çok "Hıristiyan Siyonist" sayıyor. Kitabın ilk bölümünde incelediğimiz Amerikalı William Eugene Blackstone, İngiliz Subayı Colonel George Gawler, İtalyan politikacı Benedetto Musolino, Kızıl Haç'ın kurucusu Jean Henri Dunant, İngiliz sanayici Edward Cazales ve daha pek çok ünlü isim.17
Hıristiyan Siyonizmi'nin Püriten Geleneği
"Hıristiyan Siyonistler", yani Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönüş projesine gönülden destek veren Protestanlar, tarihte başka hiçbir örneği olmayan bir şey yapıyorlardı: Bir dinin bağlıları, büyük bir arzu ve heyecanla bir başka dinin bağlılarının isteklerini yerine getiriyordu... Bu bir çılgınlıktı kuşkusuz ve kaynağını da 17. yüzyılda doğmuş ola bir başka çılgınlıktan, Püriten geleneğinden alıyordu.
Püritenleri kitabın 1. bölümünde incelemiş ve Mesih Planı'nın "Yahudileri dünyanın dört bir yanına dağıtma" projesine büyük destek verdiklerini görmüştük. İngiltere'nin Püriten diktatörü Cromwell, Kabalacı Menasseh Ben Israel'in istekleri üzerine, kehaneti tamamlamış ve "Yahudisiz" tek ülke olan İngiltere'ye (Keher ha-Aretz) Yahudileri kabul etmişti. Püritenlerin daha sonra Amerika'da da büyük bir misyon yüklendiklerini ve "judaizer" (Yahudici/Yahudi sempatizanı) çizgisini ABD'nin temeline yerleştirdiklerini incelemiştik.
Püritenlerin İngiltere'deki misyonları ise Cromwell iktidarının bitmesiyle son bulmadı. Ünlü İngiliz yazar Karen Armstrong, Holy War (Kutsal Savaş) adlı kitabında, Püritenlerin Yahudileri Kutsal Topraklar'a götürme hevesini 1600'lü yıllardan sonra da aynı canlılıkta koruduklarını anlatır. Hatta, Püritenler, Yahudilerin Kutsal Topraklar'a gitmelerine henüz daha 1649'da, yani İngiltere'ye kabul edildikleri yıl aracılık etmek istemişlerdir. Anlaşılan "dünyanın dört bir tarafına yayılma" kehanetinin gerçekleştiğini görür görmez, Mesihi dönemi başlatmak için sabırsızlanan Püritenler, Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönme zamanının geldiğini sanmışlardı. Ancak Kabalacılar bu kadar sabırsız ve saf değillerdi kuşkusuz; zamanın daha gelmediğini ve yapılacak daha çok iş olduğunu biliyorlardı. Armstrong'un ifadesiyle, "Yahudiler eğer o zaman Kutsal Topraklar'a hemen dönmeye kalksalardı, kuşkusuz gerisin geriye oradan kovulurlardı." 18
İşte o tarihten sonra Püritenler, sürekli olarak Yahudilerin Kutsal Topraklar'a döneceği günü beklemeye başladılar ve bu işe de ellerinden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştılar. Öyle ki, 1666 yılında patlak veren Sabetay Sevi olayı bile Püritenler arasında büyük heyecan uyandırdı. Sevi fiyaskosunun ardından Yahudi toplumu Kutsal Topraklar'a dönüş konusunda daha "temkinli" davranmaya başladı, oysa Püritenlerin Yahudileri Kutsal Topraklar'a döndürme heyecanları hiç sönmedi. Armstrong şöyle diyor:19
Bu (Sevi olayı) bile, Yahudilerin Siyon'a dönmesi gerektiğini savunan İngiliz Protestanlarını bu düşüncelerinden alıkoymadı. Çünkü onlar yoğun bir Eski Ahit eğitiminden geçmişlerdi ve Filistin'i Yahudilere ait bir toprak olarak görme istek lerinden vazgeçmiyorlardı... Böylece 18. yüzyılda bir tür 'Yahudi-olmayan Siyonizm (non-Jewish Zionism) İngilizler arasında yerleşik hale geldi... Bu bakış açısı, bugün Ortadoğu'da yaşanan trajedide de büyük rol oynamaktadır.20
İngiltere'de 18. yüzyılda gelişen "Yahudi-olmayan Siyonizm"in en çarpıcı örneklerinden biri, 1704 yılında Nathaniel Crouch tarafından kaleme alınan Two Journeys to Jerusalem (Kudüs'e İki Yolculuk) adlı kitap oldu. Crouch, Robert Burton takma adını kullanarak yazdığı kitapta, Kutsal Topraklar'a yaptığı iki yolculuğundan edindiği izlenimleri aktarıyordu. En çok üzerinde durduğu ve de en çok yankı uyandıran bölüm ise Filistin'in kuru bir çöl haline geldiğinden söz ettiği bölüm oldu. Çünkü yazar, Kutsal Topraklar'ın Eski Ahit'te "süt ve bal diyarı" olarak anlatıldığını hatırlatıyor, ancak o gün içinde bulunduğu durumun, M. Tevrat'ın bu tarifiyle büyük bir zıtlık taşıdığını söylüyordu. Bu çarpık durumun tek nedeni ise bu toprakların, gerçek sahiplerinden, yani Yahudilerden alınmış olmasıydı. Crouch, Kutsal Topraklar'ın yeniden bir "bal ve süt" diyarı olabilmesini, bölgenin yeniden Yahudilerin eline geçmesi şartına bağlıyordu. Crouch'un bu kitabı o dönemde İngiltere'de (defalarca yeniden basılarak) çok popüler oldu ve İngiliz toplumunun Kutsal Topraklar'a bakış açısını da büyük ölçüde etkiledi.21
İşte Püriten gelenekten gelen bu Yahudi sempatizanı etki, 20. yüzyıla gelinirken Hıristiyan Siyonizmi'ni doğurdu. Hıristiyan Siyonistler'in en ünlülerinden biri olan İngiliz milletvekili Josiah Wedgwood'un görüşleri bu ilginç akımın düşünce yapısını anlamak için iyi bir örnek sayılabilir. Püriten bir aileden gelen Wedgwood, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulması için elinden geleni yapmış, bu konuda ünlü ırkçı Siyonist Jabotinsky'le aynı noktalara varan bir radikalizm sergilemiş ve Yahudilerin silahlı mücadelesini savunmuş bir parlamento üyesiydi. Yahudi Devleti'nin kuruluşuna destek bulabilmek için Amerika'ya giderek Başkan Wilson'la görüşmüş ve Amerika'yı Ortadoğu denklemine daha o zamanlarda güçlü bir biçimde sokmaya çalışmıştı. Hıristiyan Siyonizmi'nin mantığını anlamak için kusursuz bir örnek olan Wedgwood, 19. yüzyılda "Yahudileşme" çerçevesinde gelişen Anglo-Sakson ırkçılığını da tamamen benimsiyordu. Wedgwood'un "Tanrı'nın kendi Seçilmiş Halkı ile yaptığı ahitin bir yanında Yahudiler, öteki yanında Anglo-Saksonlar yer alır"22 ya da "Yahudilerin Filistin'i almasıyla Siyon'dan yeni bir ışık doğacak"23 gibi sözleri, Püriten kaynaklı Anglo-Sakson düşüncesinin duygusal ifadeleridir.
İngiliz ve Amerikan geleneğindeki bu Yahudi sempatizanlığı, Siyonizmin bu iki güç tarafından neden bu denli desteklendiğinin cevaplarından biridir.
Bir başka ünlü "Hıristiyan Siyonist" ise Winston Churchill'di. "Ben de bir Siyonistim" diyen Churchill, yeni kurulan İsrail Devleti'ni Britanya'nın koruyucu kanatları altına almak istemişti. Şalom şöyle anlatıyor:
İngiltere'de yeni yayınlanan bir kitaba göre, ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill, İsrail'i 'Britanya Devletler Topluluğu' (British Commonwealth) üyesi yapmak istiyordu. Martin Gilbert imzalı ve Churchill'in yaşamını anlatan kitaba göre, 1955'de Churchill başbakanlık görevinden istifa etmeden önce yeni başbakan Anthony Eden'e yazdığı bir yazıda İsrail'in dünya çapında bir güç olduğunu ayrıca ABD ile köprü görevi yaptığını söylemiş... Daha sonra ise ABD Başkanı Eisenhower'a yazdığı bir mektupta Churchill, Balfour Deklarasyonu'ndan bu yana kendisinin de bir Siyonist olduğunu, İsrail'in dünyanın her yerinde saldırılara uğrayan Yahudiler için vazgeçilmez bir sığınak ülke olduğunu söylemiş. İsrail'in Britanya Devletler Topluluğu'na girme fikri, İsrail Başbakanı David Ben-Gurion tarafından da destek görmesine rağmen İngilizler, Churchill'in önerisini, Arapların tepkisinden çekindikleri için bir daha gündeme getirmediler.24
Bu arada Churchill'in bu "Siyonist"liğinin ardında masonluğunun da rol oynamış olabileceğini hemen hatırlatalım...25
Böylesine Yahudi sempatizanı bir kültürden çıkacak olan sonuç, Siyonizmin desteklenmesinden başka bir şey değildi. Kabalacılar'ın kehaneti doğru çıkmış ve Mesih'in gelişinin ilk aşaması olan Kutsal Topraklar'a dönüş projesi, "bu işe gönüllü olarak yardım eden milletler" aracılığıyla başlatılmıştı. Ancak Kutsal Topraklar "kurtarılmadıkça", Hıristiyan Siyonistlerin desteği fazla bir şey ifade etmezdi.
İlk Engel: Osmanlı Sorunu
Herzl ve arkadaşları, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için kolları sıvadıklarında, karşılarında çözülmesi gereken en önemli problem, Filistin'in Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunuyor olmasıydı. Kutsal Topraklar, Osmanlı'dan "kurtarılmadıkça" bir Yahudi Devleti kurulamazdı.
Bunun için Herzl, bilindiği gibi Osmanlı Sultanı Abdülhamid'le defalarca görüştü ve Kutsal Topraklar'ın Yahudilere bırakılmasını istedi. Bunun karşılığında, başta Rothschild olmak üzere kendisini destekleyen Avrupalı Yahudi finansörlerin yardımıyla, Osmanlı'nın ekonomik açmazını düzeltmeyi vaad etti. Herzl'in anılarında da belirttiğine göre, Abdülhamid tüm bunları reddetti ve Herzl'i son derece sert bir cevapla tersledi. İslam Halifesi, "Ben bir karış bile olsa toprak satamam. Bu vatan bana ait değil milletime aittir. Benim milletim bu imparatorluğu savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onu kanları ile verimli kılmışlardır" dedi.
Abdülhamid'in verdiği bu tutarlı cevap, bir anda verilmiş bir karara dayanmıyordu. Osmanlı Sultanı, uzun bir süredir Siyonist hareketi izliyordu ve hareketin Devlet-i Ali için taşıdığı tehlikenin farkındaydı:
Washington, Berlin, Viyana, Londra, Paris büyükelçilerimiz tayin edildikleri ülkelerde, Padişahın özel emriyle, Siyonizm hakkında bilgi toplarlar ve bu bilgileri raporlar halinde Bab-ı Ali'den önce Mabeyn'e sunarlardı. Sefirler kah bulundukları ülkelerdeki Musevi ileri gelenleriyle görüşme yaparak, kah Siyonist Kongrelerine hafiye yollayarak, Siyonizm gelişmesini izlerlerdi. Bu hususta, bir kopyası saraya diğeri de Babıali'ye olmak üzere Avrupa gazete ve dergilerinde Siyonizm hakkında çıkan yazıların küpürlerini Türkiye'ye yollamaktan kaçınmazlardı. Bu bilgiler İstanbul'da değerlendirilir, ülkenin dış politikasına yön vermek üzere kataloglanırdı. Tahsin Paşa, bu hususta sarayın ne denli düzenli ve hızlı çalıştığını belirtmişti. Belgeler düzenlenip incelendikten sonra İkinci Abdülhamid, Siyonizme karşı tespit edilecek politikanın ana hatlarını bizzat kendisi çizmişti.26
Basel'de toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresine ise gözlemci olarak Ahmet Tevfik Paşa yollanmıştı:
Ahmet Tevfik Paşa Bab-ı Ali'ye yolladığı raporunda Yahudilerin Filistin'de büyük bir devlet kurmayı tasarladıklarını yazmıştı. Filistin'e yerleşen Siyonistlerin yayılma ve genişleme siyaseti güdeceğine, Hariciye Nezaretinin dikkatini çeken Ahmet Tevfik Paşa Kongre'deki Yahudi konuşmacıların sözlerinde temkinli olduklarını, Yahudi milletinin hayati meselelerinden bahsederek ana amaçlarını gizlediklerini kaydediyordu.27
Ama Abdülhamid'in izlediği bu temkinli politikaya rağmen, Herzl'in başını çektiği Siyonist hareket kendisine İstanbul'da ilginç destekler buldu. Osmanlı başkenti "judaizer" insanlarla doluydu. Cavit Bey, Nuri Bey gibi saray görevlileri Herzl için lobi yaptılar. Herzl'e destek olan Abdülhamid'in sekreteri İzzet Bey ise masondu, aynı zamanda Herzl'den rüşvet de almıştı.
Bütün bu lobi çalışmalarına rağmen, Herzl'in Abdülhamid'le ilk doğrudan görüşme çabası başarısızlıkla sonuçlandı. İstanbul'u terketmeye karar verdiği gün kendisine daha önce yardımcı olan Hariciye Nezaretinden Nuri Bey'in baş tercümanı Yahudi dönmesi Davud Bey'le tanıştı. Davud Bey de amiri Nuri Bey gibi Herzl'e Osmanlı'yı kendilerine muhtaç bir hale getirmelerini, ancak imparatorluk yıkılınca Yahudi devletinin tam bağımsızlığını kazanacağını söyledi.28 Herzl bu fikirleri Avrupa'ya döndüğünde düzenlediği toplantılarda Dünya Siyonist Örgütü üyelerine de aktardı. Daha sonraki gelişinde Abdülhamid'le görüşüp terslenen Herzl, günlüğünde saraydan ayrılışını şöyle tarif edecekti: "Son selamlaşmalar ve Ali Baba ve Kırk haramiler mağarasından çıktım..."
1 Hıristiyan geleneğinde Hz. İsa'nın yahudilerin girişimi sonucunda Romalılar tarafından çarmıha gerildiği inancı yer alır. Oysa bu ancak kısmen doğrudur: Kuran'ın bildirdiğine göre, yahudiler Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi için uğraşmışlar, ancak bunu başaramamışlardır. Çarmıha gerilen kişi ise, Hz. İsa'nın bir "benzeri"dir: Nisa Suresi'nin 157. ayetinde şöyle denir: "... Oysa yahudiler onu İsa'yı öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara onun benzeri gösterildi..."
5 Moshe Sevilla Sharon, İsrail Ulusunun Tarihi, Çev. Yahudi Cemaatleri Dairesi, Kudüs: Graph Press, 1981, ss. 248-250.
6 Alkalay, Encyclopaedia Judaica'nın bildirdiğine göre, 1840'da yayınlanan "Shalom Yerushalayim" Selam Kudüs! adlı kitabını yazarken, Sırplar'ın Osmanlı'ya karşı giriştiği ayaklanmanın da etkisinde kalmış, yahudilerin de Sırplar gibi bir "ulusal kurtuluş" hareketi düzenleyebileceğine inanmıştır.
9 Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited: From Herzl to Gush Emunim and Back, 1.b., New York: Schocken Books, 1984, s. 39.
18 Karen Armstrong, Holy War: The Crusades and Their Impact on Today's World, London: Macmillan, 1988, s. 349.
19 Sabetay Sevi İzmir'deki yahudi cemaatinden genç bir Kabalacıydı. Daha sonra onun yolunu izleyen diğer iki Kabalacı gibi Jacop Frank ve Solomon Molcho, Mesih'in gelişini beklemekten sıkılmış ve Plan'ı kendi başına gerçekleştirmeye kalkmıştı. İngiltere'ye de yahudilerin girmesiyle kehanetin tamamlandığını düşünmüştü. Bu yüzden büyük Kabalacıların genel çizgisinden ayrılarak diğer şartların oluşmasını beklememiş ve kendini Mesih ilan ederek Kutsal Topraklar'a dönüşü başlatmak istemişti. Ama büyük Kabalacıların sabrı yerindeydi; henüz tüm şartlar oluşmamıştı. Bu nedenle Sevi'nin, o dönemde çoğu yahudi cemaatinde büyük yankı uyandıran girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
22 Joshua B. Stein, Our Great Solicitor: Josiah C. Wedgwood and the Jews, New Jersey: Associated University Press, 1992, s. 39.