Tarih : 1/12/2015
İslâm'a Sürülen Leke: Din Maskeli Terör
Günümüzde eylem ve faaliyetleriyle bütün dünyayı ciddi şekilde huzursuz eden terör belâsı, daha çok İslam olmak üzere, din maskesini de kullanmaktadır. Bu aldatıcı metodu kullanan örgütler hem daha kolay militan devşirmekte, hem de maddî ve lojistik destek bulma hususunda herhangi bir zorluk yaşamamaktadırlar.
Hassas konuların başında gelen din, aslında bütün insanları kucaklayan ve huzur içinde bir hayat sürmelerini sağlayacak ahlakî prensipler üzerine bina edilmiştir. Ancak tarih boyunca zaman zaman yanlış yorumlanarak bu yüksek gayenin tersi bir durumun vukûuna sebepmiş gibi gösterildiği de olmuştur.
Günümüzde de benzeri bir durum yaşanmakta ve ulaşım araçlarının yaygınlık kazanmasından ötürü, küresel ölçekte din adeta terörün kaynağı ya da en azından kaynaklık edecek unsurlar taşıyan bir keyfiyette gösterilmektedir. Bunu haklı çıkarmak için de şeriat, cihad, ülke kavramı, şehitlik, hükmün Allah'a ait olması, iyiliği emretme, tekfir vb. kavramların anlamları ters yüz edilerek kitleler etki altında bırakılmaktadır. Bu yanlış yorum ve uygulamalara karşı çıkma ihtimalinden ötürü de yetişmiş din âlimleri hedefe konarak yıpratılmakta; yanlış yorumlarını anlamaya yardımcı olacak usûl ilmi tanınmamakta, sadece zahirî ve parçacı bir yorum yapılmakta; seviyeli din eğitiminin verilmesi engellenmekte ve muhalifleri sindirmek için, kelimenin tam anlamıyla terör estirilmektedir. Yazımızda din maskesini kullanan terör örgütlerinin bazı düşünceleri tahlil edilmekte, yanlışlarına işaret edilmekte ve dinin terörün bir kaynağı gibi kullanılmaması için bazı öneriler sunulmaktadır.
Neden Din Maskesi
Maske kelimesi sözlüklerde, gerçek duyguları veya bir şeyin gerçek görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş ve davranış şeklinde tarif edilmektedir. Din adına hareket ettiklerini söyleyen terör örgütleri de gerçek düşünce ve hedeflerini gizlemekte ve din maskesini kullanmaktadırlar. Zira terör estirmek ne Allah'ın emridir, ne bu yolla O'nun rızası kazanılabilir, ne de cennete layık bir kemalat elde edilebilir. Dolayısıyla din adına terör olmayacağına göre burada din bir maskedir.
Din, insanın mayasına konulmuş bir keyfiyettir. Fıtrata uygun olan bu keyfiyet ilk insanla birlikte yaşanmaya başlanmış ve bu durum kesintisiz olarak günümüze kadar devam etmiştir. Günümüzde de kitleler üzerinde en etkili hususlardan birisi dindir. Bu özelliğinden ötürü din manipüle edilmek istenen konuların başında gelir.
İşte dinin bu özelliğinden ötürü bazen dini tahrip etmek bazen de karanlık emellerine ulaşmak için değişik çevreler dini maalesef bir maske olarak kullanmaktadırlar. Geçmişte de değişik maksatlar için din bir meşruiyet zemini olarak kullanılmıştır. Bazı durumlarda bu gerekli iken veya din bu durumu emretmekte iken birçok durumda maalesef din bu yolla sömürü ve aldatma aracı olarak kullanılmıştır. İşte söz konusu örgütlerin beyin takımlarının yaptıkları ikinci kısma girer.
Din Nasıl Tahrip Ediliyor
Terör örgütlerinin tamamı birçok yönden insanlığa zarar vermektedirler. Ancak din maskeli terör örgütleri daha çok, görünüşte kendisine hizmet ettiklerini zannettikleri veya söyledikleri dine zarar vermektedirler. Bu zararın iki konuda yoğunlaştığını söylemek mümkündür. İslam imajını lekeleme ve bazı İslamî konuları yanlış yorumlama.
A-İslam İmajını Lekeleme
İslam dini ve onun Mümtaz Peygamberi (sallallâhu aleyhi vesellem) tarih boyunca birçok talihsizlikler yaşamışlardır. İslam âleminin dışında kalan büyük bir kitle onları kadr u kıymetlerine uygun bir şekilde tanıyamadı. Bunda müslümanların yetersiz kalan temsilleri kadar farklı çevrelerin aleyhteki propagandaları da pay sahibidir. Yirminci asrın ikinci yarısından itibaren bu durum nisbeten değişmeye başlamıştı. Zira İslam ülkelerindeki bağımsızlık ve uyanışın yanı sıra, birçok müslüman, eğitim ve ticaret için dünyanın değişik yerlerine gitmeye başladı; yazılan bazı güzel eserler farklı dünya dillerine tercüme edildi; başta batı ülkeleri olmak üzere değişik ülkelerden İslam'ı gereğine uygun anlatan ilim adamlarının eserleri yayınlandı; ticaret, spor, medya vb. alanlarda adını duyuran müslümanlar oldu; eğitim sahasında atılımlar yapıldı ve bazı müslüman ilim adamları meşhur üniversitelerde görev almaya başladı; birçok ülkede müslümanlar eğitim kurumları açtı ve ciddi başarılar elde edildi. Bu arada televizyon ve internet gibi iletişim araçlarının yaygınlık kazanmasıyla halklar birbirlerini daha yakından tanımaya ve gerçekleri öğrenmeye başladı.
İşte menfaat/şer şebekelerinin güzel giden bu gidişata nasıl dur diyeceklerine karar veremedikleri bir sırada, din maskeli terör örgütleri eylemleriyle bir can simidi gibi imdatlarına yetişti ve düzelmeye başlayan İslam imajı kısa bir sürede eskisinden daha kötü bir hale büründü.1 Birçok kişide İslamofobiya denilen paranoya ortaya çıktı. Yapılan yayınlarda ve yazılan bazı eserlerde İslam terör dini olarak gösterildi. Özellikle bazı âyetleri referans vererek İslam'ın şiddet telkin ettiği iddia edildi.
İşte bu işe zemin hazırlamada katkısı olan din maskeli terör bu yönüyle dine büyük zarar vermiş bulunmaktadır. Açılan bu yarayı sarmak uzun zaman alacak gibi görünüyor.
B-Dinî Kavramları Yanlış Yorumlama
Din maskeli terör, bazı dinî meseleleri yanlış yorumlayarak da dine zarar vermektedir. Şeriat, cihad, ülke kavramı, şehitlik, hükmün Allah'a ait olması, iyiliği emretme, tekfir vb. kavramların anlamlarını keyfî bir şekilde ve maksatlarına uygun yorumlamaları buna misaldir. Sayılan konulardan iki tanesini tahlil etmek istiyoruz.
1. Hüküm Allah'ındır
Din motifli terör örgütlerinin dillerine doladıkları ve siyak-sibakından (bağlam) kopararak yanlış yorumladıkları konulardan biri 'hükmün' sadece Allah'a ait olduğunu belirten âyettir. (Yusuf, 12/40) Bu konudaki ilk yanlışlığı da Hariciler yapmışlardır. Hz. Ali'yi, Sıffin Savaşı öncesinde, anlaşmazlığı çözmesi için önce hakemi kabul etmeye zorlayan, sonra da başkaldırarak isyan eden Hariciler, "Hakemi kabul etmiyoruz, hüküm sadece Allah'ındır." deyince Hz. Ali'nin cevabı şu oldu: "Bu söz, kendisi ile batıl kast olunan hak bir sözdür. Evet, hüküm sadece Allah'ındır, fakat bunlar (Hariciler) bu sözlerle, "Emirlik ancak Allah'ındır." demek istiyorlar. Hâlbuki insanlar için, muttaki olsun, günahkâr olsun mutlaka bir emir gerekir ki, müminler onun emrinde çalışsın, kâfirler hayatlarını devam ettirsin, Allah onunla vaatleri tamamlasın, onun vasıtasıyla vergiler toplansın, düşmanlarla savaşılsın, yollar emniyete kavuşturulsun, zayıfın hakkı güçlüden alınsın, böylece iyi insanlar huzura kavuşsun, kötü insanlardan kurtulmuş olsun."2
Dikkat edilirse Hz. Ali, başında bir insanın veya insanların bulunduğu, otoriteyi kendinde toplayan bir devletin şart olduğunu dile getirmektedir. Zira etkisiz kabile reisi ve kabile asabiyeti anarşizme sebeptir. Günümüz Haricileri ise şöyle derler: "İslâm'a göre kanun koyma yani teşrî (yasama) yetkisi, yalnız Allah'ın elinde ve inisiyatifindedir. Teşri hakkı ne bir hükümdara, ne bir aileye, ne bir partiye, ne de bir meclise verilemez. Yasama, sadece Allah'ın hakkıdır." Bu ifadelere göre Kur'an başta olmak üzere ilahi kitaplar birer anayasa, hatta detaylar da dâhil birer yasa ve tüzük kitabıdırlar. Hâlbuki durum bu şekilde değildir. Kur'an'da insanlığın ortak değerlerini ifade eden ana prensipler bulunmaktadır. Ama Kur'an aynı zamanda bir zikir, bir fikir, bir ibret, bir dua ve bir ibadet kitabıdır. Onun için İslam, devlet şekli ile ilgili kesin sınırlar koymamıştır. Tarihî süreç içinde değişik devlet şekilleri deneyerek insanlık bu gün demokrasiyi benimser bir konuma gelmiştir.
Demokrasi, halk hâkimiyetine dayalı bir sistemdir. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." cümlesiyle vurgulanmak istenen husus demokrasidir. Bu söz, hâkimiyetin -hâşâ- Allah'tan alınarak insanlara verilmesi demek değildir; aksine, hâkimiyetin, Allah tarafından, kaba kuvvet temsilcilerinin elinden alınıp millete verilmiş olduğunu belirtmektedir. Demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin korunmasını halkın temsilcilerine tevdi eden, milletin görüş ve kanaatlerinin ülke yönetiminde tesirli olması gerektiği esasına dayanan bir idare şeklidir.
Ontolojik olarak Allah elbette her şeyin hâkimidir ve hüküm sadece O'na aittir. Kâinattaki düzen, yaratılış ve olup biten her şey O'nun iradesi ve kudreti ile olmaktadır. Buna rağmen bizzat Allah'ın ifadesiyle, onda tasarruf etme yetkisi dâhil, bütün kâinat insanlığın hizmetine verilmiş ve insan Allah'ın yeryüzünde halifesi kılınmıştır. Peki, bu halifelik ne demektir ve tasarruf yetkisi nasıl kullanılacaktır?
Devlet yönetimi için de peygamberleri aracılığıyla adalet, müşavere vb. prensipler koymuştur. Ancak devletin yönetim şekli, insanlığın ortak kabulleri olan bu temel prensiplerin uygulanma şekli gibi hususlar, Hz. Ali'nin dediği gibi, elbette insanlar tarafından konacak ve işletilecektir. İslam fıkıh bilginleri arasında bazı görüş farklılıklarının çıkması, zamanla bazı görüşlerini değiştirmeleri, hatta "Zamanın değişmesiyle ahkâmın (hükümlerin) değişmesi inkâr edilemez." prensibini koymaları bu gerçeğin tezahürleridir. Öyle ise, "Hüküm Allah'ındır." ifadesi yanlış anlaşılmakta veya anlatılmaktadır. Aslında bu ifade sadece bir slogan gibi kullanılmaktadır.
2. İyiliği Emretme
Konumuzla ilişkisi olan diğer bir mesele de, emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker (iyiliği emretme kötülükten men etme) şeklinde meşhur olmuş ve yerini Kur'an ve Hadislerde bulan bir keyfiyettir. Konu ile ilgili âyet ve hadislere yüzeysel bakan kişi ve örgütler, şu görüşe sahiptirler: Her Müslüman, hiçbir engel tanımadan, nerde olursa olsun her türlü kötülüğe engel olmalı ve her ortamda iyilikleri emretmelidir. Böyle davranmak kadın erkek her Müslüman'a vaciptir. Şu hadis-i şerife dayanarak da bunun üç şekilde olabileceğini belirtirler: "Sizden birisi bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer gücü yetemezse diliyle, şayet buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Bu (sonuncusu) imanın en zayıf halidir3.
Yüzeysel ve parçacı bakarak bu hadisten şu anlamları çıkartırlar:
a. Her türlü iyiliği emir ve her türlü kötülükten nehiy herkese vaciptir, çünkü hadiste istisna yoktur.
b. Kötülük yapan kişi uyarıldığı halde vazgeçmezse her türlü şiddet uygulanabilir.
c. Güç yetmez ya da daha büyük bir tehlike veya fitne çıkma ihtimali varsa şiddetten vazgeçilerek dille uyarı yapılır.
d. Dille uyarı da mümkün olmuyorsa o kişinin yaptığı fiilden nefret edilir.
Ancak bu yorumlar bile yanlış ve aşırı iken, terör örgütleri bununla da yetinmeyerek, fertlerin bu işi yapmasının yeterli olamayacağı düşüncesiyle gizli silahlı birlikler kurmuşlar ve bilinen taktiklerle güya iyiliği emretmekte ve kötülükten sakındırmaktadırlar! Bu arada sadece kendi görüşlerinin doğru olduğu kanaatiyle kendilerine katılmayan her insanı kâfir sayarak onlara savaş açmışlardır. Oysa, ister vacip ister farz olsun, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma işini yapmayan asla kâfir olmaz, olsa olsa günahkâr sayılır. Zira şirk hariç büyük günahlar kişiyi küfre götürmez.
Başta Hanefi mezhebi olmak üzere, İslam âlimlerinin konuyla ilgili görüşleri kısaca şu maddeler halinde özetlenebilir:
İslam devlete çok değer verir ve ona önemli görevler yükler.
Anarşi ve düzensizliğin olmaması için kişilerin kendilerini devlet yerine koyarak hak aramaları kabul edilemez. Yüzde yüz haklı olunan konuda bile meşru yolları takip etmek gerekir.
Toplumda iş bölümü vazgeçilmez bir esastır. Hâkimin, polisin, âlimin, memurun, amirin vs. ayrı görevi vardır ve yekdiğerinin yerine iş yapmaya kalkışamaz.
Fitne çıkarmak, kişi ve kurumları lekelemek, kesinleşmeyen bir şeyle kişileri suçlamak, ihtilaflı konuları uluorta gündeme getirmek, şahsî çıkarlar için toplumu (kamuyu) zarara uğratmak vb. hususlar sıradan günahların ötesinde suçlar olarak telakki edilir ve şiddetle yasaklanır.
İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma meselesi ve ona temel oluşturan hadis-i şerif, yukarıdaki temel prensipler ışığında değerlendirildiğinde şu sonuç ortaya çıkar: Kötülükleri güç kullanarak engellemek kolluk kuvvetlerinin, dolayısıyla devletin sorumluluğundadır. Devlet bu işi koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde yürütür. İhmal etmesi durumunda, devlete hangi yolla sorumlulukları hatırlatılıyorsa (seçim, taşkınlığı olmayan demokratik eylemler, ilmi toplantılar, basın, kitap-makale vs.) o meşru yollarla bu iş yapılır. Zira devlet halktan oluşmaktadır.
Kötülükleri elle engellemek konusunda fertler ise, ailesinden ve yakın çevresinden sorumludur. Ölçüsü içerisinde yapılan kötülüklere elle karşı koyar. Gerektiği yerde hiç çekinmeden yapılan kötülüğü ve işlenen suçu ilgili yerlere şikâyet etmek de elle yapılan bir girişime benzer. Batı ülkelerinde bu duyarlılık üst seviyede görülmektedir. Kısacası kanuni takibat ve ceza gerektiren hususlarda mutlaka devlet devreye girmelidir.
Sözlü uyarılar ise ilim ehlinin işidir. Çünkü neyin münker neyin de maruf olduğunu, bu konularda var olan diğer görüşleri, konunun hangi metotla anlatılacağını, konuyla ilgili dayanakları ve çağa uygun yorumlarını vs. ancak âlimler yani konunun uzmanları bilebilir. Öyle ise bırakın halktan bir kişinin, ilgili konunun uzmanı olmayan âlimlerin bile müdahalesi bazen yerinde olmaz. Nitekim ülkemizde her konuyu bildiklerini varsayarak basında boy gösteren bazı kişilerin nasıl gülünç hale geldikleri bilinmektedir. Zira din ciddi bir uzmanlık ister. Terör örgütlerinin âlimleri saf dışı etmek için ne çabalar gösterdikleri, hatta bunun her terör örgütünün temel hedeflerinden biri olduğu bu mesele ile daha iyi anlaşılmaktadır. Kısacası her fert için, dar bir çerçevede ve sınırlı konularda sözlü olarak kötülükten sakındırmak ahlakî-dinî bir prensiptir, ancak asıl sorumluluk işin ehli olan âlimlere aittir. Bu iş için günümüzde en güzel araç ise basın-yayındır.
Halka gelince ki biz bununla hem güvenlik görevlisi hem de ilim ehli olmayan sıradan vatandaşı kastediyoruz, ona düşen kalben buğz etmektir. Yani yapılan işi onaylamamak, hoşlanmamak, alkışlamamak, yeri geldiğinde yasal çerçevede tepkisini göstermek, beddua etmek, seçimle tepkisini göstermek, suçun- günahın işlendiği mekânı terk etmek, bunu yapan akraba ve arkadaş ise dostluğu kesmek, şikâyet etmek vs. Anlaşılıyor ki hiç kimsenin kötülükler karşısında tepkisiz kalması, halk tabiri ile kalabalığa uyması hoş karşılanmamıştır. Çünkü aksi durum, toplumun tamamen yozlaştığının ve başkaları tarafından köleleştirmeye hazır hale geldiğinin bir göstergesidir.
Son olarak şu noktaya da işaret etmek isteriz: Fertlerin Allah'ın emir ve yasaklarını gözeterek yaşamaları, aile içerisinde, çarşı pazarda, işyerinde, yolda, memuriyette, amirlikte vs. kul ve kamu hakkından sakınması, sorumluluğunu yerine getirmesi, kısacası güzellikleri bizzat yaşayarak temsil etmesi en güzel tebliğ yani en güzel 'iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmadır.'
Evet, ne âyetler, ne hadisler ne de bu iki kaynağı yorumlayan din âlimleri terör örgütlerinin anladığı ve uyguladığı anlamda bir 'iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma' prensibini öngörmektedirler. Yapılanlarla din adına hiçbir yararın elde edilememiş olması da bu iddianın en açık göstergesidir. Oysa başta peygamberler olmak üzere, tarih boyunca bu prensibi gereğine uygun işleten kişi ve toplumlar insanlığa büyük bir medeniyet ve huzur götürmüşlerdir.
Netice
Terör örgütlerinin tamamı birçok yönden insanlığa zarar vermektedirler. Ancak din maskeli terör örgütleri daha çok, görünüşte kendisine hizmet ettiklerini söyledikleri dine zarar vermektedirler. Bu zararın iki konuda yoğunlaştığını söylemek mümkündür: İslam İmajını lekelemek ve bazı İslamî konuları yanlış yorumlamak.
Dine verilen bu zararların önüne geçmek, dolayısıyla din maskeli terörle etkili bir mücadele için, öncelikle bu örgütlerin çıkış nedenlerinin ciddi şekilde araştırılması ve bu sebeplerin ortadan kaldırılmasına yönelik çaba harcanması büyük önem kazanmaktadır. Terörün sebepleri arasında dinin yanlış anlaşılması, yanlış yorumlanması, devletler tarafından baskı altına alınması, siyasete alet edilmesi, üvey evlat muamelesi görmesi, din adamlarının yeterince yetişememesi, var olanların horlanması gibi birtakım yanlışlıklar ve eksiklikler de bulunmaktadır. Durum böyle olunca yapılacak işlerden biri de, insanlığın hayatından çıkarılması mümkün olmayan, ama manipüle edilmesi de her zaman söz konusu olabilen din gerçeğine, gereğine uygun ve pazarlıksız bir şekilde yaklaşmak olmalıdır. Bu arada bütün dünya, terörün dini olmadığı noktasında birleşmeli, bunların hiçbir din adına hareket etmediklerini insanlığa deklare etmeli ve dinleri temize çıkarmalı; masum dindarları farklı değerlendirmeli ve teröristle de gereğine uygun metotlarla mücadele etmelidir.
Günümüze varıncaya kadar itikadî ve ameli ehl-i sünnet mezhepler, hem dinî pratikler noktasında Müslümanların birliğini sağlama, hem de dinde bozulma ve yozlaşmanın engellenmesi adına ciddi görevler ifa ettiler, etmektedirler. Bu durumu iyi tesbit eden din reformcuları, oryantalistler ve tabii ki terör örgütleri, mezhepleri ve âlimlerini sürekli hedef tahtasına koydular. Çoğu zaman demagoji yaparak, 'İmam Azam ve İmam Şafi de bizim gibi birer insan idiler, asırlar sonra onların görüşleri niye takip edilsin veya tenkit edilmesin' gibi sözlerle bu alimleri halkın gözünde lekelemeye çalıştılar. Ancak asıl hedef, hedeflerine uygun, her hangi bir metodolojiye uymadan dini yorumlamak, toplumun birliğini bozmak, böylece daha kolay bir şekilde terör estirmektir. Şu anda dört mezhep var ama söz konusu kişilere uyulursa, mezhepleri tenkit edenler sayınca mezhep ortaya çıkmış olur ki, artık dinden söz etmek pek kolay olmaz.
Bu arada söz konusu örgütlerin ana hedeflerinden biri din âlimleri, diğeri de hukuk, tefsir, hadis ve kelam gibi ilimlerin usûlü yani metodolojisidir. Yanlış yorum ve uygulamalarına karşı çıktıkları için yetişmiş din âlimlerini lekelemekte, sindirmekte, tekfir etmekte ve maalesef bazılarını da öldürmektedirler. Diğer taraftan yanlış yorumlarının anlaşılmasına yardımcı olacak usûl ilmini tanımamakta, böylece kolaylıkla zahirî, keyfî ve parçacı yorumlar yapmaktadırlar. Bu iki hedeflerini kolaylıkla gerçekleştirmek için de seviyeli bir din eğitiminin verilmesini engellemektedirler.
Sözü edilen örgütlerin maksatları anlatılırken "Asr-ı Saadet benzeri bir İslam modelini kurmak suretiyle yeryüzünde şeriatı yani Allah'ın hükmünü ihya etmek" deniliyor. Bu değerlendirme birçok yönden yanlıştır ve zararlıdır. Mesela bu tarz yorumlar şeriat, cihad, şehitlik, gazilik, İslam devleti, asr-ı saadet gibi İslamî kavramların yanlış anlaşılmasına sebep olduğu gibi, bu örgütlerin eylemlerini meşrulaştırmaya da yaramaktadır. Böylece kolay eleman bulabilmekte ve halktan destek almaktadırlar. Hiçbir müslümandan cihat kavramını, şeriat kavramını veya şehitlik kavramını kötülemesi ve karşı çıkması beklenemez. Zira bunlar her müslümanın hayatında değer verdiği dinin kavramları arasında bulunmaktadırlar. Ama anlamları terör örgütlerinin açıkladığı ve uyguladığı şekilde değildir. Örgütün iç yüzünü ve işin uluslararası ilişkiler boyutunu bilmeyen ve yeterli din eğitimi almamış, kırsal kesimde yetişmiş, bazı haksızlıklara uğramış, akrabaları devlet veya bilinmeyen kişiler tarafından işkenceye uğramış fakir bir müslüman gencinden, yukarıda yapılan değerlendirmelere karşı çıkmasını veya sempati duymamasını beklemek kolay değildir.
İstifade Edilen Kaynaklar
Atilla, A. Kıyamet Komplosu, Küresel Kaosun Kriptoları, İst. 2002
Bilmen, Ö. N. Istılâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İst. 1968.
el-Heytemî, İ. Tuhfetü'l-Muhtac, Kahire, 1315.
el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Kahire, 1327.
Alemgirî, Fetâvâ'l-Hindiyye, Bulak, 1310.
İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr Bulak, 1272.
İbn Kudâme, M. El-Muğnî, Riyad, 1981.
İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, Beyrut, 1955.
Özel, A. İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İst. 1982.
Tahtâvî, M. Hâşiyetü ale'd-Dürri'l Muhtâr, Bulak, 1254.
Yılmaz, İ. Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim Ve Din, İst. 1998.
Aydıner. F. İslam'ın Batıdaki İmaj Savaşı, Zaman Gazetesi, 09.02.2008.
DİPNOTLAR
1. Başta, menfaat/şer şebekelerinin söz konusu örgütleri bu iş için kurduklarını daha sonra da onların da kontrolden çıktığını söyleyen analistler de az değildir. Mesela Bkz: Akar, Atilla, Kıyamet Komplosu, Küresel Kaosun Kriptoları, İst. 2002.
2. Özel, A. İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İst. 1982, 45.
3. Müslim, İman, 70.