PATASANA BÖLÜM 5
AHMET ÜMİT
(Hititlerde ; yazıcı,yazan,yazman anlamına gelen kelime.)
- "O kadar da değil. Bence Hattuç Nine yoklamak için öyle söylemiştir. Evinde televizyonu var. Hergün Brezilya dizisi izliyor.""Yine de yüzerken görünmemekte fayda var," diye yineledi Esra. O ciddileşince masadakiler desuskunlaşmış-tı. Bir süre tabaklara çarpan çatal seslerinden başka ses duyulmadı. Halaf boşalankarnı yarık tenceresini mutfağa götürürken yeniden söze başladı Esra."Bu akşam konuşmamız gereken iki konu var." Sesindeki ciddiyet sürüyordu. Bu, toplantınınbaşladığını da gösteren bir işaretti. Tatil günleri dışındaki her akşam, yemek sırasında ya da dahasonra o günün değerlendirilmesi yapılır, yarınki çalışma üzerine kısaca konuşulurdu."İlki oldukça önemli bir konu," diyerek devam etti, artık yemeklerini bitirmek üzere olanarkadaşlarını tek tek süzerek. "Bildiğiniz gibi Alman Arkeloji Enstitüsünün PatasananınTabletlerini uluslararası bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurma talebi vardı. Bu talep gereküniversite, gerekse bu kazıda görev alan bizler tarafından olumlu karşılanmıştı. Basın toplantısıçarşamba günü yapılacak.""Çok erken değil mi?"İtiraz Kemalden gelmişti."Bence erken değil," dedi Bernd. "Nasıl olsa bulduğumuz bütün tabletleri anlatacak halimiz yok.Gazetecilere birkaç tablet gösterir, neden önemli olduklarını anlatı-rız.Esra da onu destekledi."Tarihi ertelemek mümkün değil. Çarşambaya kadar hazırlanmaktan başka çaremiz yok."218Masadaki suskunluk onay anlamına geliyordu."Basın toplantısında ben, Tim ve Bernd konuşacak," diye sürdürdü sözlerini. "Timle Berndinkatılmasını özellikle istiyorum. Çünkü uluslararası basın gelecek. Böylece hem kazımızınuluslararası niteliğini vurgulamış, hem de ingilizce ve Almanca konuşan gazetecilerin sorularınıkendi dillerinde yanıtlamış oluruz.""Yerinde bir karar," dedi Teoman, "basın toplantısını nerede yapacağız?"Her zamanki ivecenliğiyle atıldı Murat."Antik kentte yapalım, tapınağın ortasında."Murata bakan Timothy anlayışla gülümsedi."Onları etkilemek istediğini biliyorum. Ama korkarım bunu yapamayız. Yaşadığım deneyimleraçık havada yapılan basın toplantılarında gazetecilerin dikkatinin çabuk dağıldığını, konuşmacıyladeğil kalıntılarla ilgilendiklerini gösterdi bana. Bu yüzden basın toplantısını kapalı bir yerdeyapmalıyız.""Toplantı yeri belli," dedi Bernd, "Antepteki beş yıldızlı ... otelin salonu. Havalandırması filan var.Bu sıcakta gazetecileri salonda başka türlü tutamayız.""Haklısın ama gazeteciler antik kenti gezmek istemeyecekler mi?""O da düşünüldü. Basın toplantısından sonra kiralanan otobüslerle buraya gelinecek. Antik kentgezilecek. Gazeteciler görüntü alacaklar, film çekecekler.""Onları iyi ağırlamalıyız," dedi Esra düşünceli bir tavırla. "Belediye başkanı yardım eder miacaba?""Eder," diye atıldı, mutfaktan dönen Halaf. "Siz isterseniz Belediye Başkanı Edip Beymemnuniyetle yardım eder.""Emin misin? İlk geldiğimizde olanaklarının sınırlı olduğunu, bize yardım edemeyeceğinisöylemişti.""O bütün işleri belediyeye yıkarsınız diye korkmasından. Sizin böyle bir niyetiniz olmadığınıanlayınca219rahatladı. Herkese Atatürkçü, çağdaş Türk kadını, diye sizi örnek veriyor. Hem basın geliyor,kaçırır mı Edip Bey böyle fırsatı?"
- Şaşkınlıkla başını salladı Esra."Allah allah! İyi o zaman ben Edip Beyle konuşurum.""Sahi bu Edip hangi partidendi yahu?" diye sordu Teoman sanki konuyla alakası varmış gibi.Halaf m yayvan yüzüne hınzır bir gülümseme yayıldı. "Onun partisi yoktur. Kim iktidara gelirseondan yana görünür," dedi. "Yağmur nereye yağarsa çadırı oraya kurar.""Bize ne adamın hangi partiden olduğundan," diyerek anlamsız bulduğu bu konuşmayı yarıda kestiEsra. "Gelelim ikinci konuya bugün tapınakta sunak odası olduğunu tahmin ettiğimiz bir mekânbulduk. Hırsızlar heykelleri oradan çıkarmışlar. Kazıyı bir süreliğine oraya yönlendirmekistiyoruz.""Çok mantıklı," dedi Bernd, "belki oradan ilginç buluntular çıkar."Patasananın Tabletleri çıktığından beri tapınak kazısına ilgi gösterilmediğini düşünen Teoman buişe bozulmuştu."Bence tapınağın içini kazmayı sürdürmeliyiz,"dedi. "Bir iki buluntu için kazı yerinideğiştirmeyelim."Arkadaşının ısrarını anlayamamıştı Kemal."Madem ki hırsızlar önemli buluntular elde etmişler, oraya yönelmemizde ne sakınca olabilir ki?"diye sordu."Sanki hiç kazıya katılmamış biri gibi konuşuyorsun," dedi Teoman. "Sunak evindeki kazıyabaşlarsak kaç gün süreceğini Allah bilir.""Ama," dedi Murat son derece doğal bir tavırla, "tapınaktaki kazı da aylarca sürebilir."Öğrencinin sözleri bardağı taşıran son damla oldu."Bir sen eksiktin," diye patladı Teoman, "daha dün kazıya katıldın şimdi başımıza usta kesildin."220Bunları başka biri söylese Murat bu kadar bozulmazdı ama Teoman kazıda en iyi anlaştığıkişilerden biriydi. Ne söyleyeceğini bilemeden dolu gözlerle önüne baktı, sonra aniden masadankalktı, hızla uzaklaşmaya başladı."Ne yaptın Teoman?" diyen Elif de Muratın peşi sıraMasada buz gibi bir rüzgâr esiyordu. Murat için en fazla üzülen Esraydı. Sabah çok sertkonuşmuştu, daha bunun etkisi geçmeden şimdi de Teoman herkesin içinde gururunu kırmıştıçocuğun. Bir günde bu kadar azar işitmeyi kimse kaldıramazdı. Teomana dönerek Murata çok sertçıktığını söylemek üzereydi ki Elifin çığlığı duyuldu."Ay, ayağımı bir şey soktu."Masadakiler henüz birkaç metre uzaklaşmış olan genç kıza şaşkınlıkla baktılar. Neler olduğunu tamolarak göre-miyorlardı. İlk harekete geçen Kemal oldu."Ne oldu?" diyerek fırladı masadan.Elif sağ ayağını tutarak zıplıyordu."Başparmağımda bir yanma var, bir sıcaklık..."Kemalin arkasından ötekiler de yetiştiler."Ne soktuğunu gördün mü?""Bilmiyorum," dedi genç kız, "bir şey göremedim."Arkadaşları etrafını sararken Elif, Kemale yaslanmış,"Ayağım yanıyor," diye inlemeye başlamıştı. Kalabalığa en son katılan Halaf oldu. Bir el feneriylepatika yolu taramaya başlayınca Elifi sokan şey bulundu. Bu, yandaki çimenlerin arasına kaçmakiçin hızlı hızlı haraket eden sarı bir akrepti."İşte!" diye bağırdı, "eyvah sarı! Bu çok zehirlidir!"Meraklılar fenerin ışığında tedirginlik içinde geri çekilmeye çalışan akrebe yaklaşırken, Halaf in irisağ ayağı hayvanın üzerine inmişti bile. Kundurasının altında akrebin iyice ezildiğinden eminolduktan sonra ayağını kaldırdı. Akrebin gövdesi toprakta parçalanmış olarak yatıyordu.221
- "Bak bak kuyruğu hâlâ oynuyor," diyen Halaf yeniden ezmeye başladı akrebi. İnfaz işini başarıylayerine getirdikten sonra el feneriyle Elife yaklaştı. Başparmaktaki kızarıklık fener ışığında bileseçilebiliyordu.Sanki kırk yıllık hekimmiş gibi yapılması gerekeni hemen açıkladı Halaf."Akrebin soktuğu yeri bıçakla açıp, zehiri emmek lazım.""Saçmalama," diyerek onun bütün havasını bozdu Esra. "Hemen hastaneye yetiştirmemiz lazım.""Halaf doğru söylüyor," diyecek oldu Tim."Hayır, onu hastaneye götürüyoruz," diye tersledi Kemal. Eski düşmanlığı yeniden depreşmişti."Cipi alıp hemen gidelim." Sonra genç kıza dönerek sordu: "Yürüyebilecek misin, yoksa seni cipekadar taşıyayım mı?"Başını sallayarak yürüyebileceğini belirtti Elif. Ama Timothynin içi rahat değildi."Ben de sizinle geleyim mi?" diye sordu. "Gerek yok," diyerek kestirip attı Kemal. "Onu bengötürürüm.""Amerikan Hastanesinin başhekimi arkadaşım," diyeüsteledi Timothy."Sana gerek yok dedim," diye bağırdı Kemal."Bağırma," diyerek iki eliyle Kemalin yakasına yapıştı Timothy. Güçlü elleriyle genç adamıyukarıya doğru kaldırdı. Böyle bir davranış beklemeyen Kemal hazırlıksız yakalanmıştı. Hazırlıksızyakalanan yalnızca o değildi. Herkes, hatta Elif bile acısını unutmuş, Timothyye bakıyordu.Arkadaşlarının baktığını fark eden Timothy, elini ateşe sürmüş gibi Kemalin yakasını bıraktı."Çok özür dilerim," diye mırıldandı, "bir an kendimikaybettim.""Elifi hastaneye götürmek zorunda olmasam ben sana gösterirdim," dedi Kemal öfkeyle."Özür dilerim," diye yineledi Timothy, "istemeyerek oldu."222Timothynin tavrı Esrayı da şaşırtmıştı. O her davranışı ölçülü adama ne olmuştu böyle? Neyse,şimdi bunu düşünecek zaman değildi. Kızı bir an önce hastaneye ulaştırmak gerekiyordu. Eliflebirlikte cipe yönelen Kemale yaklaştı."Ben de sizinle geliyorum. Tek başına altından kalkamazsın."Kemalin buna itirazı yoktu. Cipe ilerlerken Timothy, Esraya yaklaştı."Amerikan Hastanesine götürün," dedi utangaç bir sesle. "Başhekim David tanıdığımdır. Benimadımı verin size yardımcı olur."Pişman olduğu her halinden belliydi. Bir an kendini kaybetmişti herhalde. Esra minnetarlıkladokundu Timothynin eline ."Sağ ol."Önce Elifi soktular cipe. Esranın yardımıyla güç bela arka koltuğa uzandı. Yüzü acıyla çarpılmıştı,iki eliyle, incinmesinden korkuyormuş gibi sağ ayağını tutuyor,"Çok acıyor," diye dövünüp duruyordu.Kemal motoru çalıştırırken, Esra arkadaşlarına cipin penceresinden seslendi."En kısa zamanda size haber veririz."Geride kalanlar kaygıya arkalarından bakarken cip karanlığın içine dalmıştı bile."Ayağım ateş gibi yanıyor," diye söylendi elif, "pencereden dışarı çıkarsak belki serinler.""Bunun doğru olduğunu sanmıyorum," dedi Esra,"Ne olur, canım çok yanıyor."Kemal dayanamadı."Pencereden biraz çıkarın. Belki rahatlar.""Tamam, gel bakalım, uzat ayağını şöyle. Ama çok çıkarmayalım, Allah göstermesin bir şeyetakılır."Genç kız sanki acısı sona erecekmiş gibi hevesle uzattı ayağını dışarı.223
- "Şimdi daha iyi," diye mırıldandı rüzgârı hissedince.Esra ayağı acımasın diye altına yumuşak bir destek bulmaya çalışıyordu ki gecenin sessizliği ardıardına patlayan silah sesleriyle bozuldu."Bu da ne?" diye söylendi Kemal."Silah atıyorlar," diye yanıtladı Esra, Elifin bacağına kendi kolunu destek vererek. "Düğün filanolmasın.""Pek düğüne benzemiyor," dedi Kemal. "Sanki birileri çatışıyor."Yüzbaşıyla konuşmaları aklına geldi Esranın. Merak etme acı patlıcanı kırağı çalmaz, demiştiEşref. Yoksa katili mi kıstırmışlardı?"Haklısın, birileri çatışıyor" diye mırıldandı Esra. "Aralarına düşmeyelim!"."Sanmam," dedi Kemal. "Öyle olsa bile yolu kesmişlerdir. Farkına varırız."Böyle söylemesine karşın cipin hızını artırmaktan kendini alamadı. Yükselmekte olan dolunayınaydınlığında asfalt altlarından hızla akıyor, ağaçlar, boş tarlalar arada bir görünüp kaybolan nehiryanlarından devrilip gidiyordu. Silah sesleri şimdi daha yakından geliyordu. Anlaşılan çatışma,yanından geçmekte oldukları Göven Köyünde çıkmıştı. "Reşat Ağanm öldürüldüğü köy," diyedüşündü Esra. Asfalttan beş yüz metre kadar içerdeydi köy. Köyden uzaklaşırken silah sesleri dehafiflemeye başlamıştı.Demek ki Yüzbaşı yarın her şey açığa çıkacak derken, bu akşamki baskından söz ediyordu. Belli kibaskında katili yakalayacaklarını umuyordu. Belki katilin direneceğini bile düşünmemişti. Oysasilah sesleri hâlâ duyuluyordu. İçini bir tedirginlik kapladı. Ya Eşref çatışmada vurulursa? Yokcanım, deneyimli bir askerdi o.Silah sesleri Elife de acılarını unutturmuştu sanki. Şoka uğramış bir insanın şaşkınlığı içinde,dışarıda akmakta olan manzaraya bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama şaşkınlığınetkisi geçer geçmez ayağından224başlayıp bedenine yayılan o kavurucu sıcaklığı yeniden hissetti. Esra bir yandan onu yatıştırmayaçalışırken, bir yandan da ya Eşref ölürse, diye düşünüyordu. Niye ölsün-dü canım, kim bilir kaçoperasyona katılmıştır böyle? Hem adamları kıstırmışlardı, önlem almadan saldırıya kalkacaklarınısanmıyordu. Böyle düşünmesine karşın bir türlü rahatlayamıyor, gözleri inlemekte olan genç kızda,aklı Eşrefte silah seslerinin sona ermesini bekliyordu. Ama sesler sona ermiyor, içindeki kaygı onuterk etmiyordu.I225on beşinci tabletKral Pişiriş, babamı kaygılandırıyordu. O kendinden önceki krallara hiç benzemiyordu. Ne Astarusgibi güvensiz ve korkak ne de Kamanas gibi cesur ve bilgeydi. Pisi-ris hırslıydı, kurnazdı, kabaydı.Bu nitelikleriyle kısa sürede kentin tartışmasız tek hükümranı olmuştu. Ama bu kent, bu küçükkrallık Pisirise yetmiyordu. Kentte sayıları giderek artan ve tıpkı Asurlular gibi Sami soyundangelen Aramiler, onların, günlük yaşamdaki etkinlikleri Pisi-risi rahatsız ediyordu. Bir günAsurluların, bu kentin anahtarını Aramilere vereceğini düşünerek için için kendini yiyordu. Onundüşlerinde büyük Hitit krallığını yeniden kurmak vardı. Parçalanmış, küçük kentler halinde yaşayanHitit Krallıklarını bir araya toplamanın zorluğu bir yana, egemenliği altında yaşadığımız Asurİmparator-luğunun buna göz yumacağını sanmak aptallık olurdu. Ama gözünü hırs bürüyen Pişiriş,bu gerçekleri görmekten çok uzaktı. Kendini yeryüzündeki bütün bilgilerin sahibi olarak gördüğüiçin de babamın uyarılarını hiç dikkate almıyordu. Bu genç kralın hırsıyla başa çıkamayan zavallıbabam, yaklaşmakta olan felaketi sezinliyor ama çaresizlik içinde kıvranmaktan başka elinden birşey gelmiyordu.Pişiriş, tarihi, atalarımızın Mısırlılardan öğrendiği dama oyunu kadar basit sanıyordu. Bu yüzden deküçük kurnazlıklarla büyük imparatorluğunu yeniden kuracağı yanılgısını taşıyordu. Damada taşlar
- hareketsizdi, hangi kareye itersen oraya giderdi, oysa çevremizdeki krallar en az bizim genç Pişirişkadar akıllı, kendi çıkarlarını gözetecek kadar kararlı ve deneyimli kişilerdi.226IPişiriş, Gökyüzünün Fırtına Tanrısı Teşupun, Karısı Güneş Tanrıçası Hepatın, oğullarıŞarrumanın ve Tanrıça Kupabanın yanımızda olduğuna inanıyordu. Çünkü gördüğü düşler,baktırdığı fallar böyle söylüyordu. Oysa Asurluların da Assur, Enlil, Şamaş ve Yerin GöğünTanrıçası İştar gibi güçlü tanrıları vardı. Ama kendi düşlerinin coşkusuyla sarhoş olan Pişiriş bugerçekleri unutuyor, kafasındaktleri adım adım uyguluyordu.Büyük bir gizlilik içinde mektuplar, anlaşma metinleri yazılıyordu. İlk mektuplar eski Hattina, yeniAmq Kralı Unqi, Samal Kralı Panammu, Gurgum Kralı Tarhulara, Milidia Kralı Allumari,Kummuh Kralı Kuştaşpi, Que Kralı Urikki, Tabal Kralı Waşşurme gibi küçük Hitit Krallarınayollandı. Hemen tümü Asurluların baskısı altında yaşayan bu krallıkların tepkileri ölçülmeyeçalışıldı. Ama gelen yanıtlar son derece temkinliydi. Savaşçıları Asurlular tarafından koyun gibikesilen, yaşlı, genç demeden derileri yüzülen, kazıklara oturtulan, kentleri yakılan bu kralların,durup dururken kendilerini ateşin içine atmaya hiç niyetleri yoktu.Pişiriş ise bu yanıtlardaki çekimserliği göremiyor, büyük düşünü gerçekleştirmek için gözü kara birinatla uğraşıyordu. Frigya Kralı Midas ile Urartu Kralı Sardura da mektuplar yazıldı. Ancak bumektuplar ulaklar aracılığıyla değil, bizzat Babam Araras eliyle Asurluların can düşmanı olan buiki ülkenin kralına ulaştırıldı. Pisirisin emriyle, yanında altından yapılma nakışlı iki altın kupa,altından bir güneş kursu, Fırtına Tanrısını simgeleyen altından bir boğa, koruyucu tanrımızınsimgesi olan gümüşten bir geyik, üzerinde Dağ Tanrısının, iki başlı aslanın, cinlerin bulunduğutunçtan bir tören baltasıyla, değerli armağanlar götüren babam, bu iki kralın niyetlerini desezinlemeye çalışacaktı.Bu arada Asur İmparatorluğu da unutulmadı. Krallığımızda durumun sakin olduğu görüntüsünüvermek,227acımasız Tiglatpileserin kuşkuya kapılıp zamansız bir saldırıya kalkmasını önlemek için, vergilerdüzenli olarak ödendi, değerli armağanlar gönderildi. Ama bunlar yeterli olmayacak, küçükkentimiz, genç kralımızın hırsı yüzünden, zalim Tiglatpileserin hışmına uğramaktankurtulamayacaktı.O sıralar Aşmunikalın aşkıyla sersemlemiş olan ben, çok sonra öğrenecektim olanları.228on altıncı bölümNeler olup bittiğini öğrenemeyen Esranın aklı köyde, silah seslerinde kalmıştı. Telefon açıpkarakola sorsa, oradakiler ne bilsin? Hem Elif böyle kıvranırken. Cip An-tepin gün görmüş, darsokaklarından geçerek, bir tepenin üzerine kurulmuş olan Azariah Smith adını taşıyan AmerikanHastanesinin taş binasına ulaştığında Elifin kasılmaları iyice artmıştı. Bereket Timothy akıl edipBaşhekim Davidi aramıştı. Onları kapıda karşılayıp hemen acile aldılar. Saat gecenin onu olmasınakarşın Başhekim üşenmemiş, kalkıp hastaneye kadar gelmişti. İlk müdahaleyi o yaptı. Esra ileKemalin kirece kesmiş bembeyaz yüzlerini görünce, umut dolu bir gülümsemeyle yanlarınayaklaştı."Korkulacak bir şey yok. Türkiyedeki akreplerin zehirleri genellikle öldürücü değildir. Ancakhastanın bünyesi alerjikse tehlikeli olabilir. Serum bağlamadan önce anti-alerjik bir iğne yaptım.Yani sizin anlayacağınız işler yolunda."Davidin yatıştırıcı konuşmasına karşın Elif,"Kendimi kötü hissediyorum," diye inliyordu.Arkadaşları çare bekleyen gözlerle Davide baktılar.
- "Geç bir alerjik reaksiyon olabilir mi?" diye söylendi doktor kendi kendine. Hasta yakınlarınıngözlerindeki tedirginliği fark edince gülümsedi. "Paniklemeyin hemen, hastanın hayati tehlikesiyok. Ama biraz gözetim altında229tutmakta fayda var. Geceyi burada geçirsin, belki yarın gece de onu burada tutarız.""Ne gerekiyorsa yapın doktor," dedi Esra. "Hiçbir şeyden kaçınmayın.""Meraklanmayın her şeyi yaptık. Zehrin etkisinin geçmesini beklememiz gerekiyor. Bu da birkaçsaat sürer. Siz de burada kalacaksınız değil mi?""Evet, onu yalnız bırakamayız," dedi Kemal. "O halde üç yataklı bir odaya alalım hastamızı, siz deona refakat edin."Minnettar bir ifade belirdi Esranın bakışlarında. "Çok iyi olur. İlginize teşekkür ederiz." "Ricaederim, bizim görevimiz." Davidin mavi gözleri Berndinkileri çağrıştırıyordu ama bakışlarındaondaki soğukluk yoktu. Timothyle aynı yaşta olmasına karşın saçları erken dökülmüş, geniş alnıiyice açığa çıkmıştı. Kemikli yüzüne yakışan ince sakalı, altın çerçeveli gözlüğü ve aydınlıkbakışlarıyla bütünleşerek adama entelektüel bir hava veriyordu."Kusura bakmayın telaştan kendimizi tanıtamadık," diyen Esra elini uzattı, "ben..." Sözünü doktortamamladı."Esra olmalısınız. Ben de David. Tim sizden bahsetmişti. Ama ne yalan söyleyeyim bu kadar güzelbir hanımla karşılaşacağımı sanmıyordum." Hafifçe kızarmıştı Esra."Teşekkür ederim. Bana da sizden bahsetmişti." "Ben de Kemal," dedi genç arkeolog saygılı birtavırla. Ama içinden Timin arkadaşı değil mi, hayvan herif anında sulanmaya başladı Esraya diyegeçiriyordu. ••*"Memnun oldum," dedi David bütün içtenliğiyle. "Buyrun ofisime geçelim. Size bir şeyler ikramedeyim." Bu öneri Kemalin hiç hoşuna gitmemişti. "Ben kalayım, Elifin belki bir şeye ihtiyacıolur." Üstelemedi doktor,230"Delikanlı hastamızdan ayrılmak istemiyor anlaşılan," demekle yetindi yalnızca. "O halde buyrunbiz gidelim."Koridor sakindi, iki hasta kapıda sohbet ediyordu, bir hemşire elinde ilaç tepsisiyle odalarıdolaşıyordu."Tim ne yapıyor?" diye sordu doktor. "Doğru dürüst konuşamadık telefonda. Paniklemişti, hemenhastaneye gitmem için rica edip durdu... Ne zamandır görüşemiyoruz, o iyi değil mi?""İyi, iyi" diye yanıtladı Esra. Aklından ekiptekileri aramam gerek diye geçiriyordu. Ama doktoraaçıklama yapmaktan da geri durmadı. "Şu sıralar çok meşgul, çıkardığımız Hitit tabletleriniçözüyor.""Öyle olmalı. Yoksa arayı açmazdı. Aslında size kızma-lıyım, arkadaşımı elimden aldınız.""Çarşambadan sonra görüşebilirsiniz, işlerimiz hafifleyecek."Taş merdivenlerden ikinci kata çıktılar. Merdivenin yanındaki gösterişsiz ama geniş odaydıDavidin ofisi.Amerikalı masaya oturmadan önce,"Buyrun, şöyle geçin," dedi.Esra, adamın gösterdiği koltuğa yerleşirken cep telefonu çalmaya başladı. Hemen açtı telefonuEsra."Alo... Tim sen misin? Hastaneye geldik. Sağ olsun Mr. David çok yardımcı oldu. Elif mi? Şimdidaha iyi, ama bu gece hastanede yatacak, belki yarın da. Yok yok, korkacak bir şey yok. Biz bugece Elifin yanında kalacağız. Şey diyecektim, biz gelirken silah sesleri duyduk... Evet... Neymiş,anlayabildiniz mi? Öyle mi? Ben de çok merak ettim. Biraz zaman geçsin de Yüzbaşıyı arayayımbari. Belki o bize neler olduğunu anlatır... Rica etsem, yarın kazıya sen gider misin? Herkes neyapacağını biliyor aslında ama yanlarında sen olsan daha iyi olur. Teşekkür ederim. Yarın yinetelefonlaşırız. Hoşçakal, arkadaşlara selam. Olur söylerim."
- Telefonu çantasına yerleştirirken, "Size çok selam söylüyor," dedi.231Davidin yüzünde meraklı bir ifade belirmişti,"Ne oldu, çatışma mı var?""Gelirken silah sesleri duyduk. Anlayamadık.""Bir gün arayla iki cinayet işlenmiş. Haberlerde izledik. Kim işliyor bu cinayetleri?"Biz de bilmiyoruz," dedi Esra."Babam benzer cinayetlerin yetmiş sekiz yıl önce de işlendiğini söyledi."Esranın bıkkın gözbebekleri canlanmıştı."Nasıl?""Babam, yıllar önce aynı yörede aynı biçimde insanların öldürüldüğünü söyledi.""Yetmiş sekiz yıl önceden bahsettiğine göre babanız çok yaşlı olmalı.""Babam Nicholas doksan beş yaşındadır. Ama belleği yerindedir. Benden önce hastaneninbaşhekimi oydu.""Peki yetmiş sekiz yıl önce kimmiş cinayetleri işleyen?""Ne yazık ki benim acilen hastaneye gelmem gerekiyordu ayrıntıya giremedik.""Ama bu çok önemli olabilir.""Yani," dedi David anlamaya çalışarak, "yetmiş sekiz yıl önce işlenen cinayetlerle bir bağlantıolabilir mi diyorsunuz?""Belki, babanızla konuşabilir miyim?"Tabii. Buna çok sevinir. Geçenlerde sizin ekipten Bernd," emin olamadı. "Bernddi değil mi? şuAlman...""Evet, adı Bernd," dedi Esra. Gözlerini merakla doktora dikmişti."İşte o geldi. Timden duymuş babamı. Yüzyılın başındaki Ermeni olaylarıyla ilgili sorular sordu..."Bu Bernd de Ermeni olaylarıyla bozmuş aklını, diye düşündü Esra. Orada burada konuşup duruyor.Bir gün başını belaya sokacak salak."Babam da bildiklerini söyledi ona," diyerek anlatmayı232sürdürdü David. "Ve bir hafta gülümseyerek gezdi bizim ihtiyar. Yaşlılıkta işe yaradığınızı görmekönemli bir moral kaynağı oluyor. Sorun çıkarırsa bile ben onu ikna ederim. Ama hiç sanmıyorum,sizin gibi güzel bir hanımla sohbet etmek babamın çok hoşuna gidecek.""Teşekkür ederim," dedi Esra. Bunu doktorun yaptığı iltifat için mi, yoksa babasıyla buluşmaolanağı yaratacağı için mi söylediği belli olmadı."Görüyor musunuz? Konuşmaya daldık, daha size ne içeceğinizi bile sormadım. Antepte bu çokayıptır. Konuk her zaman baş tacı edilmelidir.""Teşekkür ederim, soğuk bir şey...""Buzlu çaya ne dersiniz? Buradakiler pek kullanmaz ama bence en iyi serinletici.""Olur," dedi Esra. David çayları söyledikten sonra suçunun hoş görülmesini isteyen bir çocuk gibimırıldandı. "Belki kızacaksınız ama sigara içebilir miyim?""Koridorda olmaz ama burada içebilirsiniz. Sıkılmayın canım, ben de yemeklerden sonra puroiçiyorum, insan öyle kolay kolay kurtulamıyor bu Kızılderili lanetinden."Esra boş gözlerle bakınca,"Efsaneyi duymadınız mı?"diye sordu doktor. "Yerlilerin topraklarını alınca, onlar da bizi tütünlelanetlemişler. O gün bugündür lanet sürüyor."Gülerek sigarasını yaktı Esra. Bir nefes çektikten sonra,"Burada sıkılmıyor musunuz?" dedi."Neden sıkılayım ki. Ben burada doğdum. Beni yaşama bu kent hazırladı. Buradaki çocuklar gibisokaklarda topaç çevirdim, uzun eşek oynadım, babamdan gizli Alle-ben Deresinde çimdim,sapanımı belime takıp bostanlarda kuş avladım, antik kalenin dehlizlerinde, kenti çevreleyen yeraltı
- mağaralarında dolaştım, cesaretimi denedim, serüven peşinde koştum. Sonra büyüdüm tıp eğitimiiçin Amerikaya Houstona gittim. Avrupada, Asyada233metropoller gördüm, küçük kentleri gezdim, farklı kültürlerle tanıştım. Ama Antepin yüreğimdekiyeri, ilk aşkın bir daha hiç yaşanmayacak o saf, o utangaç heyecanı gibi hiç doldurulmadan kaldı.Gördüğünüz gibi sonunda yine buraya döndüm."Davidin şairane konuşmasını komik bulmuştu Esra. Ama adamın yüzüne vurmadı."Ya babanız, o Amerikayı hiç özlemiyor mu?""Babam da burada doğmuş. Benden önce hastanenin başhekimi babamdı, ondan önce debüyükbabam Christian. Tam üç kuşaktır ailemiz bu kentte yaşıyor. Babaannemin, annemin,kardeşimin mezarları burada."Sigarasının külünü küçük sehpanın üzerindeki mermer tablaya silkeleyen Esra,"Hastanenin bu kadar eski olduğunu bilmiyordum," dedi şaşkınlıkla."Sizin uzmanlık alanınıza girecek kadar olmasa bile çok eskidir," diye açıkladı David. "1878yılında kente gelen Amerikalı misyonerler tarafından kurulmuş.""Hastanenin kapısındaki isim...""Azariah Smith mi? Yalei bitirdikten sonra Antepe, o günkü adıyla Ayıntapa ilk gelendoktorlardan.""Yaleden mi? Yani bizim Timin okulundan.""Öyle ama Azariah Smith sanırım 1847de gelmiş. Ne yazık ki kısa bir süre sonra tifo ya da zatürregibi ağtr bir hastalığa yakalanarak ölmüş. Onun anısını yaşatmak için hastanemize bu adıkoymuşlar."Esra yeni bir soru sormak üzereydi ki kapı vuruldu. Hastabakıcı buzlu çaylarla içeri girdi. Sonderece terbiyeli bir tavırla çayları verdikten sonra, •"Başka bir arzunuz var mı efendim?" diye sordu."Yedi numaralı odadaki hastaya refakat eden bir konuğumuz var. Bak bakalım, istediği bir şey varmıymış."Hastabakıcı çıkınca,"Cehaletimi bağışlayın ama Amerikalılar neden burada234bir hastane açma gereğini duymuşlar?" diyerek konuya geri döndü Esra.Buzlu çayından bir yudum alan David,"Protestanlığı yaymak için," diye açıkladı. "Geçen yüzyılın başında Amerikada kimi din adamlarıBüyük Uyanış adı altında Protestanlık dinini dünya ölçüsünde yaygınlaştırmak için hareketegeçmişler. Amaçları gittikleri ülkelerde yardım kurumları, eğitim ve sağlık merkezleri açarakhalkla ilişki kurmak, böylece dinlerini yay-makmış. İşte bizim hastanenin kuruluş amacı dabuymuş.""Hâlâ misyonerlik yapmıyorsunuz değil mi?""Hayır, hayır," diyerek başını salladı Doktor. "Şimdi yalnızca sağlık hizmeti veren bir kuruluşuz.Laf aramızda benim de dinle aram pek iyi değildir zaten. Tim gibi bir ateist olmasam da İncil debahsedilen türden bir tanrının varlığı konusunda ciddi kuşkularım var.""Timin dini inançları yok mu?""Yok tabii. Size söylemedi mi? Hititlerin tanrılarını tartışmaktan kendinizinkini konuşmaya fırsatbulamamışsınız anlaşılan."Esra elindeki sigarayı mermer küllükte ezerken,"Öyle olmuş," dedi. Sonra başını sallayarak ekledi. "Ama Timin ateist olduğuna şaşırdım doğrusu.""Neden şaşırdınız, dindar biri gibi mi göründü size?""Yoo, öyle de görünmedi ama ne bileyim yine de tuhaf geldi bana.""Haklısınız, tuhaftır ama dünyanın en dürüst dinsizidir o. Dindarlar arasında da onun kadar dürüst,onun kadar iyi insanlar vardır belki. Benim büyükbabam Christian da öyleydi. Zaten Timi bir parça
- büyükbabama benzetirim. Ama büyükbabamın iyi olmasında, dürüstlüğünde öteki dünyayı hesabakatan çıkarcı bir taraf vardı. Arada bir de olsa tanrının cezalandırıcı yanını söylemeden duramazdı.Kimseye itiraf etmese de Protestan olmayanlara karşı da içten içe bir kuşku duyardı. Timde böylebirI235önyargı görmedim. Ne tanrıya, ne de öteki dünyaya inanmadığı halde dürüstlüğü seçmiş olmasıonun davranışını daha değerli kılıyor.""Babam da sizin gibi düşünürdü," dedi Esra buzlu çayından küçük bir yudum aldıktan sonra."İnsanlar cehennem azabından korkmadan, iyi olabildiklerinde daha üst düzeyde bir uygarlığın ilkadımı atılmış olacaktır derdi.""Ne güzel söylemiş. İşte Tim o uygarlığı yaratacak ilk insanlardan biri bence."Söylediklerini abartılı bulsa da karşı çıkmadı,"Anlaşılan çok seviyorsunuz onu," diye mırıldandı."Belki inanmayacaksınız ama onun gibi birini tanımadım. Oysa dünyayı az çok dolaştım.Amerikada yaşadım, Pariste iki yıl kaldım. Bir ara Katmanduya bile gittim. Anlayacağınız çokinsanla düşüp kalktım. Ama Tim ayarında biriyle karşılaşmadım. Hem sıkı bir bilim adamı, hem deköy kahvesindeki ırgatla bile oturup saatlerce konuşabilecek kadar sosyal biri."Gâvur Nadideyi anımsadı Esra. Seksen küsur yaşındaki kadınla bile dostluk kurabilmişti adam."Onda hayret ettiğim yan budur zaten," diye sürdürdü sözlerini David. "Her konuda söyleyeceksözü var ama ukala değil.""Her konuda söyleyecek sözü olmak o kadar da iyi bir şey değil," dedi Esra. Adamın Timiövmesinden sıkılmıştı. Belki de kendi kendine itiraf etmemesine karşın meslektaşını içten içekıskanıyordu. "Her şeyi bilen insan hiçbir şeyi derinlemesine öğrenemez.""İşte şaşırtıcı olan da bu ya. Tim öyle değil. Çok gezmesinden midir, çok okumasından mıdır,bilmiyorum ama konuştuğu konular hakkında derin bilgisi varthr. Çok soyutmuş gibi görünenakademik konuları bile basitçe anlatabilir. Ama bu basitlik yüzeyselliğe düşürmez onu.Anlattıklarında hep derin bir yan bulmuşumdur. Bütün bunların ötesinde gerçek bir dost. Sonzamanlarda yokluğunu en çok hissetiğim, en çok aradığım dost."236Timin yetenekli bir arkeolog, inatçı bir araştırmacı, iyi bir insan olduğunu Esra da biliyordu amaDavidin onu yere göğe koyamamasını, onu adeta bir yeni zaman peygamberi gibi sunmasını,doktorun bu güneydoğu kentindeki yalnızlığına bağladı. Konuşacak adam bulamadığı için Timothyonun gözüne olağanüstü bir insan gibi görünmüş olmalıydı."Belki de sizin dostluğunuz yüzünden takılıp kalmıştır buralara," dedi şaka yollu."Hiç sanmıyorum. Bir kitap üzerine çalışıyormuş. O yüzden burada. Ama buraları sevdi.Sevmekten öte, buralara bağlandı. Geçen yıl Osmaniyede teröristler yolu kesip bir asteğmenlebirlikte Timothyyi kaçırdılar."Esranın gözleri iri iri açıldı."Ciddi misiniz? Hiç duymadım.""Kötü olayları anlatmayı sevmez Tim.""Peki sonra?""Asteğmeni kurşuna dizmişler, Timi bıraktılar. Ama günlerce kendine gelemedi. Onu çocuk gibiağlarken gördüm. Bir psikologa gitmesini önerdim, kabul etmedi."Timothynin ağladığını gözlerinin önünde canlandıra-madı Esra. David konuşmasını sürdürüyordu."Bu ülkeyi, insanları öyle sevmişti ki, onların birbirlerini öldürmelerine belki de hepimizden fazlaüzülüyordu.""Yöredeki köylüler de onu çok seviyor," dedi şaşkınlığından kurtulan Esra. "Kazı yaptığımızbölgede insanlar bizden çok onu tanıyor."
- "Severler tabii. Yalnızca araştırma yapmıyor mister, onlar için çalışıyor. İki yıl önce köylerdesağlık taraması yapılmasını sağladı. Bizim personel bir ay boyunca bu iş için seferber oldu.""Sesiniz manidar çıktı, pek memnun olmamış gibisiniz bu faaliyetten.""Bedava yapılan bir iş, üstelik köy köy dolaş. İnsan nasıl memnun olur," dedi David, sonra gülmeyebaşladı.237"Bakmayın böyle konuştuğuma. Çok iyi oldu. Başkalarına yardım etmenin keyfini yaşadık.""Üstelik onları Protestanlaştırmaya çalışmadan.""Evet, yalnızca iyilik olsun diye."Esranın bakışları saatine kaydı, David fark etmişti."Uykunuz geldiyse sizi daha fazla tutmayayım.""Elifin yanına gitsem iyi olacak."Esranın asıl.niyeti yalnız kalıp Eşrefe telefon etmekti. Konuşmaları boyunca Yüzbaşı için duyduğukaygı, bir diş ağrısı gibi kafasının içinde zonkluyordu."Güzel sohbetiniz için teşekkür ederim," diyerek kalktı."Benim için zevkti."Kapıya gitmeden önce,"Babanızla konuşma işini unutmazsınız değil mi?" diye anımsattı."Hiç merak etmeyin, eve gider gitmez ilk işim babama bunu söylemek olacak."Koridora çıktıklarında,"Odayı bulabilir misiniz?" diye sordu David, "sizinle geleyim mi?""Lütfen zahmet etmeyin, bulurum. İyi akşamlar."Doktordan ayrılıp merdivenlerden inen Esra, hızla koridorun sonundaki açık pencereye yürüdü, ceptelefonunu çıkararak heyecanla karakolun numarasını tuşladı. Telefonu öğleden sonra konuştuğuasker açtı yine. Hemen tanıdı Esrayı. Komutanı yoktu, ne zaman geleceği belli değildi. Bilgivermek istemiyor, diye düşündü Esra. Ama peşini bırakmadı."Silah sesleri duyduk," dedi. "Neler oluyor?"Bilmiyordu. O anda başka biri konuşmaya karıştı, asker biraz beklettikten sonra çavuşunabağlayacağını söyledi."Alo Esra Hanım buyrun, ben İhsan Çavuş."Adamın sesi tok ve neşeliydi. Yaralı ya da ölü olsa böyle konuşamazdı, diye düşündü Esra.238"Merhaba İhsan Çavuş. Silah seslerini merak ettik..." "Korkacak bir durum yok," diye kestirip attıçavuş. "Sizden yaralanan filan yok değil mi?" "Allaha şükür yok," dedi İhsan Çavuş. "Herkes sapa-sağlammış. Yüzbaşım yarın açıklama yapacak." "Yüzbaşı nasıl?""Çok iyi, çok iyi, hepsi çok iyi." "Onunla konuşamaz mıyım?" "Karakol dışında, ne zamangeleceğini de bilmiyo-rum.Çavuşun söyledikleri inandırıcıydı. Uzatmanın anlamı yoktu."Peki, aradığımı söyler misiniz?"Telefon kapanınca içinde büyük bir rahatlama duydu. Demek Yüzbaşıya bir şey olmamıştı. Amabu fazla sürmedi. Çatışmanın sona erip ermediğini sormamıştı. Ya devam ediyorsa, diye geçirdiiçinden kahrolarak. Gerçi çavuş bitmiş bir olaydan bahsediyor gibiydi. Yine de belli olmazdı.Futbol maçı değil ki bu, silahlı çatışma! Üstelik etraf karanlık. Ama bu onun ilk çatışması değil,aylarca dağlarda kalmış. Bütün bunları benden daha iyi hesap eder, önlemini alır, diye avutmayaçalıştı kendini. Boşuna, çok iyi tanıdığı o tedirginlik, bir kez kemirmeye başlamıştı zihnini, artık neyapsa onu durduramazdı. Bu ruh karmaşası içinde Elifin odasına girip, Kemalle konuşmayıkaldıramazdı, loş koridor boyunca amaçsızca yürümeye başladı.239on altıncı tablet
- Aşmunikala tutulduktan sonra değil saraya gitmek, onunla karşılaşmamak için geçebileceğiyollarda bile yürümüyordum. Ama Babam Ararasın Frigya ile Urartu ülkesine yapacağı yolculuk,sarayda bulunmamı zorunlu hale getirdi. Babam benden, kendisi burada yokken saraya gitmemi,yardımcısı Laimasın yanında olmamı istedi. La-imas iyi bir adamdı ama biraz saftı. Babam benimgibi eline çabuk, becerikli bir gencin onu tamamlayacağına inanırdı. Fakat babamın Aşmunikallaolan ilişkimden haberi yoktu ve ben, babamın isteğini yerine getirmek zorundaydım.Her gün karmakarışık duygularla gidiyordum saraya. Bir yandan Aşmunikalı görmek için yanıptutuşuyor, öte yandan karanlıkta cinlerle karşılaşmaktan ödü kopan bir çocuk gibi onu görmektenkorkuyordum. İyi yürekli, beceriksiz Laimasa yardım ediyordum ama aklım sarayın Pi-sirisinkadınlarının bulunduğu özel bölümündeydi. Taş merdivenlerle çıkılan bu bölüm, sarayın en üstkatında, Fırata bakan iki büyük odadan oluşmaktaydı. Bir kere bile o bölüme çıkan merdivenleredönüp bakmasam da Aşmunikalın orada olduğunu hissediyor, onunla karşılaşacağımız anıkorkuyla, sabırsızlıkla, sevinçle bekliyordum.Babamın Urartu topraklarına gittiğinin yedinci gününde, saray kütüphanesinde çalışırken Pisirisinmuha- * fızlarından biri yanıma geldi. Kralın beni görmek istediğini söyledi. Muhafızın sözleriniduyunca tedirgin oldum, acaba kral beni neden görmek istemişti? Yoksa Aşmunikalla tapınaktasevişen adamın ben olduğumu öğrenmiş miydi? Bu imkânsızdı. Ya tapınakta casusları varsa?Hayır,240tapınağa casus yerleştirmeye cesaret edemezdi. O bir kraldı ama tanrılar için yapılan bir ibadetinmahremiyetini çiğneyemezdi. Kafamda bu sorularla çıktım kralımızın huzuruna.Pişiriş pencere kenarındaki divanın üzerinde oturuyordu. Yanında yüzü pencereye dönük bir kadınvardı. Saygıyla krala yaklaştım. Kral beni görmüştü, başım önde, yere diz çöktüm."Kalk genç Patasana," dedi Pişiriş, sesinde bugüne kadar hiç tanık olmadığım bir sevecenlik vardı."Sana bir işimiz düştü. Duyduk ki Baban Araras buyruğumuzla Urar-tuya gittiğinden bu yanakütüphaneye sen bakarmışsın."Ayağa kalkmıştım ama bakışlarım hâlâ yerdeydi."Evet, yüce Kralımız," dedim,"sayenizde saray kütüphanesine yazman yardımcısı Laimasla benbakıyoruz.""Bana o beceriksiz Laimastan söz etme!" diye gürledi. "Hem benimle konuşurken yüzüme bak."O böyle deyince ben de başımı kaldırdım ve Pisirisin çirkin suratının yanında, kalbimin sevgilisiAşmunikalın tanrıçalara özgü o ışıklı yüzünü gördüm. Hemen bakışlarımı kaçırarak, başımıyeniden öne eğdim."Anlaşılan Laimasın yanında kala kala sen de sersem gibi olmuşsun," diye alaycı bir sesle söylendiPişiriş. "Başını kaldırıp bana baksana."Çaresiz başımı kaldırıp onlara baktım. Ama mümkün oldukça bakışlarımın Aşmunikala kaymasınıönlemeye çalışıyordum. Bütün dikkatimi Pisirisin üzerinde toplamıştım."Buyrun yüce efendimiz, buyruğunuzu bekliyorum," diye mırıldandım, titrek bir sesle.Gülümsedi Pişiriş. Biçimsiz dudakları yayvanlaştı, seyrek, küçük dişleri ortaya çıktı."İşte böyle," dedi kendinden emin bir ses tonuyla. "Baban gibi zeki, baban gibi bir dediğimizi ikietmeyen, anlayışlı ve becerikli bir yazman ol."241"Sağ olun yüce efendimiz, sayenizde, dilediğiniz gibi bir yazman olacağım," diyerek Pisirise birgüzel yaltaklandım. O anda ne kadar utanç duyduğumu anlatamam. Sevdiğim kadının önünde rezilolmuştum, hem de bunu kendi kendime yapmıştım. Ama bu utancımı hemen bastırdım. Ben kralınhuzurundaydım. Onun istekleri için ölüm dahil her türlü özveriyi göze almalıydım. O tanrılarınyeryüzündeki temsilcisi, halkımızın koruyucusuydu. Bunların yanında henüz saray yazmanı bileolamamış genç bir adamın aşkının ne önemi olabilirdi. Kendimi toparlayarak yineledim."Buyrun efendim, isteğinizi yerine getirmek için hazırım."
- Pisirisin köşeli yüzünü, derin bir şefkat bürüdü. Kanlı gözlerini tatlı bir ifade kapladı. Kalın sesininolabileceği en yumuşak tonda benden istediği şeyi söyledi."Aşmunikal benim gözdemdir. Ama bu saraydaki öteki kadınlara benzemez. Onun babası biröğretmendi. O efsaneler, destanlar, şiirler, şarkılarla büyümüş. Yanımızda sıkılmasını istemeyiz. Buyüzden kütüphanede ne kadar efsane, destan, şiir, şarkı varsa hepsinin listesini ona göstermelisin,istediği tableti, istediği zaman almasını sağlamalısın. Bu işle seni görevlendiriyorum. SakınLaiması bulaştırma."Şaşkınlık, heyecan, sevinç, korku duygularıyla allak bullak olmuş kafamı güçlükle toparlayarak,"Emredersiniz Yüce Pişiriş," dedim boynumu bükerek. "Dileğiniz eksiksiz yerine getirilecektir.Saygıdeğer Aşmunikal, kütüphanemizdeki tabletlerden istediği gibi yararlanacaktır."«,"Aferin genç Patasana," dedi Pişiriş. "Senin hakkında çok iyi şeyler duydum, eğer duyduklarımdoğruysa, eğer söylenenleri kusursuz biçimde yaparsan, gelecekte çok iyi bir yerin olacak."Böyle dedikten sonra aşktan mahmurlaşmış gözlerini242Aşmunikala çevirerek ekledi. "Gelecekte hepimizin çok iyi bir yeri olacak. Gelecek bize eskiçağlardaki bolluğu, mutluluğu, gücü geri verecek."Pişiriş konuşurken, bir an onun yağlı, kütüz bedenini Aşmunikalın bacakları arasında görür gibioldum. Yüzüm kendiğilinden buruştu, bereket Pişiriş bu durumun farkına varmadan yenidenkendimi toparlayarak, saygılı, uysal, yumuşak yüz ifademi takındım. Çekilmek için izin istemeküzereydim ki Aşmunikalın sesi odayı şenlendirdi."Yarın erkenden kütüphaneye gelip, eserlere bakmak istiyorum, sabah orada olur musunuz?""Yarın sabah mı?" diye şaşkınlıkla duraksadıktan son-ra,"Elbette, siz ne zaman istersenizsaygıdeğer hanımım," diyerek toparladım."Duydun," dedi Pişiriş emreder bir tonda. "Yarın sabahtan itibaren kütüphanede Aşmunikalıbekle.""Bekleyeceğim efendim," diyerek başımı öne eğdim. Ama gelecekteki felaketi sezinleyen yüreğimkorkuyla çarpmaya başlamıştı bile. Yüreğimdeki çarpıntının, bedenime geçmesinden önce izinisteyerek, kendimi odanın dışına zor attım. Merdivenlerden inerken yüreğime amansız bir sıkıntıgelip oturmuştu.243on yedinci bölümSıkıntıyla uyandı Esra. Yarı uyur yarı uyanık, kötü bir gece geçirmişti. Doğrulup yatağın üzerineoturdu. Gece boyunca inleyip duran Elif sonunda dalabilmişti, onunla birlikte gözlerini kırpmayanKemal de sabaha karşı uykuya yenik düşmüştü. Arkadaşlarını uyandırmamak için sessizce kalktı,lavaboya girdi, yüzünü yıkadı, kuruladı, telefonunu alıp koridora yöneldi.Koridor gece olduğu gibi sakin değildi, ortalığı kahvaltı telaşı sarmıştı. Hastabakıcılar yemektepsileriyle ağır ağır ilerliyor, hastalar ya da refakatçiler kahvaltılarını alıyorlardı. Rahatçakonuşabilmek için hastanenin bahçesine çıkması gerekti. Kapının arkasında kuytu bir köşe bularakkarakolun numarasını tuşladı. Santraldaki erin sesi çınladı kulaklarında. Karşısındakini tanıyınca,uzatmadı."Hemen bağlıyorum Yüzbaşımı," dedi.Demek ki korkacak bir şey yoktu."Alo, Esra."Eşrefin sesini duyunca içine bir rahatlama yayıldı."Evet benim. Nasılsın, iyi misin?""İyiyim, iyim. Çok iyiyim," dedi Yüzbaşı. Sesi yorgun ama kendinden emindi. "Allaha şükür neşehidimiz, ne de yaralımız var... Gece de aramışsın.""Aradım ya. Sen niye aramadın?"245
- "Karakola döndüğümde gecenin üçüydü. Rahatsız etmek istemedim."Keşke arasaydın, aklım sende kaldı, diyecekti vazgeçti,"Silah seslerini duyunca merak ettim.""Sabah kazıya uğrayıp anlatmayı düşünüyordum.""Ben kazıda değilim ki, Antepte hastanedeyim.""Hastanede mi?"Yüzbaşının kaygılanmasından gizli bir sevinç duydu."Bende bir şey yok. Elifin ayağını akrep soktu.""Umarım kötü değildir.""Durumu iyiye gidiyor. Sen şu olanları anlatır mısın? Çok merak ediyorum.""Telefonda zor. Şu kadarını söyleyeyim ki olay çözüldü. Artık güven içinde kazınızıyapabileceksiniz.""Yani katilleri yakaladınız mı?" diye sordu."Evet, artık size zarar veremeyecekler.""Suçlarını itiraf ettiler mi?""Onları ölü ele geçirdik."Bir an suskunluk oldu."Onların katil olduğundan emin misin?"Yine suskunluk. Ardından Yüzbaşının sıkıntılı sesi."Böyle konuşmak zor. Ne zaman döneceksin?""Bilmiyorum ama sanırım öğleden sonra.""Geçerken bana uğra, ayrıntılı konuşuruz."Her şeyi hemen şimdi öğrenmek isterdi Esra ama diretmenin anlamı yoktu."Tamam. Öğleden sonra görüşürüz."Boş yere kaygılanmıştı. Yüzbaşı sağ salimdi işte. Ama içi rahat değildi. Duydukları onu iknaetmemişti. Cinayetleri örgütün işlediği varsayımı üzerinde defalarca«dü-şünmüş ama pek mantıklıbulmamıştı. Hadi Korucubaşı Reşat neyse, ama örgütün Hacı Settarı öldürmesi için hiçbir nedenyoktu. Hem cinayetleri örgüt işlemiş olsa kamuoyuna duyururdu, gizlemelerinin hiçbir anlamıyoktu. Gerçi Reşat daha dün öldürülmüştü ama önceki246cinayeti çoktan medyaya duyurmuş olmaları gerekmez miydi? Kafasında bu sorularla yenidenhastaneye girmişti ki, koridorda Davidle burun buruna geldi."Günaydın," dedi doktor neşeyle. "Ben de sizi arıyordum. Kahvaltı yapmadınız değil mi?""Yapmadım, neden?""Bize gidiyoruz. Babam sizi kahvaltıya davet etti.""İyi ama arkadaşlarım uyuyor.""Uyandıklarında onlara nerede olduğunuzu söylerler."Esra kararsızdı. Davidin babasıyla konuşmayı çok istiyordu ama Elif tümüyle iyileşmemişti, onubırakıp gitmeyi içine sindiremiyordu."Elif..." diyecek oldu."Korkacak bir şey yok. Her geçen dakika zehrin etkisi azalıyor.""İyi o zaman gidelim," dedi Esra. "Arkadaşlarıma nerede olduğumu bildirirler değil mi?"David güven veren gülümsemesini takındı yine."Hiç merak etmeyin. Ben başhemşireye söyleyip geliyorum."Doktor uzaklaşırken Esranın cep telefonu çalmaya başladı. Arayan Teomandı. Elifi merakediyorlardı. Anlattı Esra. Kazıda da işler yolundaydı. Tim de onlarla birlikte gelmişti. İşçilerinkahvaltı yapması için kuşluk vakti arası vermişlerdi de fırsattan yararlanarak aramıştı. İşçiler deiyiydi. Şıhlı dışında hepsi gelmişti. Onun niye gelmediği bilinmiyordu ama ötekiler hevesleçalışıyorlardı. Yalnız bugün biraz erken bırakmak istiyorlardı çünkü Hacı Settarın cenazesi vardı.İşçileri kasabaya Teomanla Murat götürecekti. Ekip adına cenazeye de ikisi katılacaklardı. Bu
- arada Muratla da barışmışlardı. Akşam kendisine neler olduğunu bilmiyordu. Özür diliyordu. Bukonuda konuşmak istemedi Esra. Herkese selam söyleyerek kapattı telefonu.Teomanın biraz kaygılanmasında yarar vardı. Arkadaşlarına karşı daha dikkatli olmayıöğrenmeliydi.247Aslında Teomanın dün geceki davranışı Esrayı da şaşırtmıştı. Çünkü rahat bir insandı Teoman.Öyle ince eleyip sık dokumazdı. Yaşamda olduğu gibi mesleğinde de büyük iddiaları yoktu. Mimarolmak istemişti, ama lisede de şimdiki gibi rahatına düşkün olduğundan pek çalışmamış, bu yüzdende mimarlığı kazanamamıştı. Yeniden sınava girmeyi de gözünde büyüttüğünden arkeolojiyleyetinmişti. Yemekten, içkiden, uyumaktan, sohbetten hoşlanırdı. Kalender bir insandı. Ama düngece ne olduysa birden çıldırmıştı. Belki de Murat çok üstüne gitmişti. Ne olursa olsun öyledavranmaya hakkı yoktu, diye düşünüyordu Esra. Bu nedenle telefonda onu bağışladığınıgösterecek bir konuşma yapmayı erken bulmuştu.Davidin Golf Volkswageni, kentin eski dokusunu oluşturan, görkemli müstakil evlerin taşduvarlarıyla, çinko kaplı kapıları arasında uzanan kara taşlarla döşeli, dar sokakların arasındangeçerek geniş bir caddeye çıktı. Yan yana sıralanan dükkânları, kaldırımda bir yerlere koşuşturaninsanları, araçların motor, düdük sesleriyle İstanbulda ya da Türkiyenin herhangi bir kentindekarşılaşabileceği çirkin caddelerden biriydi bu. Bereket fazla uzun sürmedi. Volkswagen, iki yanıdut ağaçlarıyla kaplı geniş kaldırımlar boyunca uzanan başka bir caddeye girdi. Esra bu caddeyi,kente ilk geldiğinde gördüğünü anımsadı. Bu yüzden de Antep hakkındaki ilk izlenimi olumluolmuştu. Sonra bu cadde de bitti, ağaçsız kaldırımlar, sıkış tepiş inşa edilmiş apartmanlar başladı.Neyse ki bu da uzun sürmedi. Yeniden yeşilliklere kavuştular. Artık evler daha seyrekti, gümrahağaçların arasında şöyle bir görünüp kayboluyorlardı. *¦*Esranın içinde küçük bir endişe kıpırdandı."Şehir dışına mı çıkıyoruz?"David masumca güldü."Merak etmeyin sizi kaçırmıyorum. Babam Sarıgül-lükteki yazlığımızda. Oraya gidiyoruz."248"Neredeymiş bakalım bu Sarıgüllük?" diyerek Esra da işi şakaya vurdu. "Beni kaçamadığınızdanemin misiniz?""Eminim," dedikten sonra eliyle ilerisini gösterdi, "İşte Sarıgüllük. Şurası da bizim ev."Yeşillikler içindeki taş binayı gören Esra,"Güzelmiş," dedi, "eskiye benziyor.""Çok eskidir. Bu ev yapılırken kimsecikler yokmuş ama son yıllarda hızlı bir yapılaşma başladı."İki katlı taş bina, çitlerle çevrili ağaçlıklı arazinin tam ortasına yapılmıştı. Kahvaltı masası evinönüne, rengârenk güllerin arasında gökyüzüne uzanan devasa bir ceviz ağacının altına kurulmuştu.Esra, masada oturmakta olan iki yaşlı adamla, elinde kahvaltı tepsisi taşıyan orta yaşlı bir kadınınkendilerine bakmakta olduğunu gördü."Gözlüklü olan babam,"diye açıkladı David."Yalnız mı yaşıyor burada?""Ayakta dikilen Gülsüm Bacı bakıyor ona. Eşim, çocuklarım da gelir zaman zaman." Duraksadı,Esraya bakarak çapkınca gülümsedi. "Ama şimdi onlar tatilde. Anlayacağınız yaz bekârıyım.""Öteki kim?" diye sordu Esra bekârhğıyla ilgilenmediğini belirtmek için."Sakıp Amca. Babamın arkadaşı. Antep eşrafından, Kurtuluş Savaşı gazisi ve emekli öğretmen..."Volkswagen eve yaklaşmıştı. Sol taraftaki akasya ağacının altındaki gölgelikte durdu. Motoru stopeden David, "Onun geleceğini bilmiyordum," diye sürdürdü sözlerini. "Keçi gibi inatlaşacaklaryine.""Geçinemiyorlar mı?"
- "Geçinemezler, birinin ak dediğine, öteki kara der. Eskiden babam pek uymazdı Sakıp Amcaya,yaşlandıkça daha çok takılmaya başladı. Ne zaman karşılaşsalar mutlaka bir tartışma çıkararalarında ama yine de birbirinden vazgeçmezler. Çok eski ahbaplar, Amerikan Kolej inde249birlikte okumuşlar. Yaşayan başka arkadaşları da yok. Biri ölse öteki çok yalnız kalacak... Yine deSakıp Amca bugün gelmese iyi olurdu.""Belki de arkadaşının evde tek başına sıkıldığını düşünmüştür."Karşılık yerine sessizce başını salladı David.Bahçeden geçerek gül kokularının sindiği koyu gölgelikte, mükellef bir kahvaltıyla donatılmışmasaya yaklaşınca iki yaşlı erkek saygıyla ayağa kalktılar. Saçları tümüyle dökülmüş, yüzü kırışkırış olmasına karşın mavi gözleri cin gibi parlayan Nicholas bir adım öne çıkarak, elini Esrayauzattı."Merhaba, ben emekli doktor Nicholas."Esra yaşlı adamın mor damarları iyice belirginleşen elini sıkarken kendini tanıtmayı unutmadı."Bu bey de yaşlı arkadaşım Sakıp," dedi düzgün takma dişlerini ortaya çıkaran muzip birgülümsemeyle.Sakıpın bir bastona dayanarak durduğunu ilk o zaman fark etti Esra. Yaşlı adam titreyen elini gençkadına uzatarak arkadaşının eksiğini tamamlarcasma,"Emekli tarih öğretmeni Sakıp," dedi sözcüklerin üzerine basa basa.Tümüyle beyazlamış saçları delikanlılık günlerindeki gibi sıktı ama yer yer küçük koyu lekelerlebezenmiş esmer yüzündeki kahverengi gözleri sanki önüne bir perde çekilmişcesine grileşmişti.Yaşlı adamın kendisine fazla sokulduğunu hisseden Esra biraz geriledi."Bu kadar yaklaştığım için kusura bakmayın kızım," diye açıkladı yaşlı adam. Çökmüş bedeninintersine sesi hâlâ gür ve toktu."Bizim torunun oğlu gözlüğümü kırdı. Yaklaşmadan göremiyorum.İnşallah sizi rahatsız etmem." Başıyla Nicholası işaret ederek ekledi. "Biz bu adamla pekgeçinemeyiz ama telefonda Esra Hanımla eskilerden konuşacağız deyince, dayanamadım, geldim.""İyi yapmışsın Sakıp Amca," dedi araya giren David.1i sn"Babamın unuttukları varsa sen tamamlarsın."Nicholas titreyen elleriyle konuğuna karşısındaki iskemleyi gösterdi."Buyrun şöyle oturun."Otururken Gülsüm Bacıyla göz göze geldi Esra."Hoş geldiniz," dedi kadın utangaç bir tavırla.Gülsümün de ısrarlarıyla hemen kahvaltıya geçildi. Baldan, ev yapımı kayısı reçeline, katı Anteppeynirinden, tuluma, zeytin piyazından, semizotu salatasına kadar birbirinden nefis yiyeceklerlesüslenmişti masa. Tabakta-kilere özlemle bakan ama pek bir şey yiyemeyen iki yaşlı kafadar çokgeçmeden ahiret sorularına başladılar. İstanbulun hangi semtinde oturuyordu? Hangi okulubitirmişti? Kaç yıldır arkeologluk yapıyordu? Fırat kenarındaki kazı ne kadar sürecekti? Esra biryandan karnını doyururken bir yandan da sorulara kısa ama net yanıtlar yetiştirdi. Kahvaltı boyuncaböyle sürdü bu.Gülsüm Bacının kahvaltı masasını toplamasından, yaşlılara birer bardak limonlu ıhlamur, konuk ileDavide ise birer fincan sade kahve getirmesinden sonra konuya geçilebildi."Son iki cinayetin benzerlerinin yetmiş sekiz yıl önce işlendiğini söylemişsiniz Mr. Davide," dediEsra. Bakışları yaşlı doktorun üzerinde kenetlenmişti. "Bundan emin misiniz?""Eminim tabii," dedi Nicholas. "Olanları Sakıp da hatırlar, bundan yetmiş sekiz sene evveldi.Aklım beni yanıltmıyorsa 1921 senesi olmalı.""1339 senesi mi?" diye sordu gözlerini kısarak arkadaşına bakan Sakıp."Yok canım Hicri Takvime göre 1340.""Hatırladım. Antep kuşatma altındaydı. Allah bir daha göstermesin. Ne günlerdi onlar!"
- "Kuşatmadan sonrasını söylüyorum," diye uyardı arkadaşını.fa. HALK KÜTÜPHANESİ251"Tamam tamam. Direnişin kırıldığı, Antep Kuvvetler Komutanı Özdemir Beyin Fransız çemberiniyarıp kent dışına çıktığı günler...""Yok yok ondan da sonrasını," diyerek yeniden düzeltti Nicholas. "Londra KonferansındaAntepten Fransızların çekilme kararının alınmasından sonrasını söylüyorum."Sakıp sinirlenmeye başlamıştı."Anladım canım. Ermenilerin kaçmaya başladığı dönemi anlatıyorsun.""Şimdi bildin... İşte o günlerdi. Ermenilerin çoğu 1915tekine benzer bir sürgünden korkup, malınımülkünü elden çıkarmış, Suriyenin yolunu tutmuştu.""Tutar tabii," diye söylendi Sakıp. "Fransızlar Antepe girerken millete nispet eder gibi onlarımarşlarla, bayraklarla karşılarken, onların üniformalarını giyip çalım satarken düşüneceklerdisonunu.""Ne bilsinler, kurtarıcılarının geldiğini sanıyorlardı... Neyse neyse, geçelim bunları," dedi Nicholasboğazını temizleyerek. "Nerede kalmıştık. Evet, Ermeniler çekilmeye başlamışlardı ancak sizinkazı yaptığınız kasaba ve çevresinde kaçmayanlar da vardı. 1915teki tehcirde kendilerinedokunulmadığını gören beş altı aile bu defa da başlarına bir şey gelmeyeceğini sanarak bölgeyi terketmemişlerdi. Kilisenin Papazı Kirkor, şimdiki Göven Köyü civarında geniş toprakları olanOhannes Ağayla, bakırcı ustası Garo da onlardandı. İşte bu üç adam Fransızların çekilmesinden birhafta sonra hunharca öldürüldü. Papaz Kirkor, şimdi cami olan kilisenin çan kulesinden aşağıyaatıldı, Ohannes Ağa, Göven Köyü yolunda öldürülerek1, kesik başı kucağına bırakıldı, Garo Ustaise dükkanının içindeki kirişe asıldı.""Çok tuhaf," diye mırıldandı Esra. "İlk iki cinayet Tıpkı Hacı Settarla, Reşat Ağanın ölümünebenziyor. Peki cinayeti işleyenler tutuklanmadı mı?"252"Tutuklanmak mı? O günler savaş günleri. Ermeniler düşman olarak görülüyor. Kimitutuklayacaklar?""O hengamede kim suçlu, kim suçsuz nereden bileceksin?" diye lafa karıştı Sakıp yine."Bırak şimdi Sakıp. Kimlerin suçlu olduğu belli. Galeyana gelen bir grubun herkesin gözleriönünde onları katlettiği halkın arasında söylenip duruyordu. Özellikle de dün öldürülen ReşatTürkoğlunun dedesi Kürt İsfendi-yarın başı çektiğini herkes görmüştü. Nitekim sonra da Kürtİsfendiyar, Ohannes Ağanın toprağına el koyup kendisi ağa olmadı mı?""Ben onu bunu bilmem," diye çark etti yaşlı adam, "etme, bulma dünyası. Çalma kapımı çalarlarkapını. Ermeniler rahat dursaydı bunlar olmazdı."Sakıpın söyledikleriyle fazla ilgilenmedi Esra."Öldürülen kişilerin ailelerine ne oldu?" diye sordu."Ohannes Ağa ile Bakırcı Ustası Garonun ailesini bilmiyorum ama Papaz Kirkorun ailesi Beyrutakaçmış. Adamın genç bir oğlu varmış bir de küçük kızları. Delikanlı, çocuğun kendilerine ayakbağı olacağını anlayınca kız kardeşini iyi bir komşusuna bırakıp annesiyle Beyruta kaçmış. Oradanda Fransaya geçmişler..." diye konuşmasını sürdürürken,"Aileleri niye sordunuz?" diye atıldı David. "Cinayetleri onlardan birinin işlediğini midüşünüyorsunuz?""Hiç kendinizi yormayın," dedi Sakıp ona sorulmuş gibi, "bu işi yapan teröristlerdir. O soysuzlar damemleketi bölmeye çalışıyorlar. Her gün pusu, her gün şehit. Alçak herifler, sanki Ermenilerden azçekti bu millet.""Ermeniler de sizden az çekmedi ama," dedi altta kalmaya niyeti olmayan Nicholas. "Bir onlar, birsiz karşılıklı boğazladınız birbirinizi."
- Babasının bu sözleri Davidi de rahatsız etmiş gibiydi, Esranın tepkisini anlamak için dönüp baktı.Ama genç kadının aklı yetmiş sekiz yıl önce işlenen cinayetlerle bugünküler arasındaki benzerliğetakılmıştı.253"Duyan da söylediklerini gerçek sanacak," dedi bastonuna sımsıkı sarılan Sakıp. "Dostluğu,kardeşliği önce onlar bozdular. Onları kabul etmiştik. Yan yana kardeşçe yaşıyorduk. Ne dinlerinekarışırdık, ne dillerine. Antepteki en büyük ibadet yeri onların Meryem Ana kilisesiydi. Yalan mı?""Ama sonra acımasızca sürdünüz onları.""Sizin yüzünüzden," diye köpürdü Sakıp, "kışkırttınız, kendi devletinizi kurun, dediniz. Oavanaklar da kanıp bizim arkamızdan oyun çevirmeye kalktılar.""Amerikalıları karıştırma," dedi Nicholas. Futbol maçında kendi takımını savunan bir taraftarın tatlısaldırganlığını vardı tavırlarında. "O işi yapan ingilizler, Ruslar bir de Fransızlar. Biz kimseyikışkırtmadık."Sakıp öfkeyle bastonunu yere vurdu."Yalan! Siz de işin içindeydiniz." Esraya dönerek devam etti "Yalan söylüyor kızım. BunlarınAmerikadan binlerce kilometre uzakta ne işleri var?"Bunu Esra da merak ediyordu."Kusura bakma," dedi yaşlı adam Davide. "Sözüm sana değil. Artık sen bizden sayılırsın,diyeceklerimi sakın üstüne alma." Yeniden Esraya döndü. "Geçen asrın başında ProtestanlarAmerican Board dedikleri bir teşkilat kurdular.""American Board of Commissioners For Foreign Missions," diye uzun ismini söyledi Nicholas,arkadaşını kızdırmanın keyfini çıkararak."Tamam tamam sözümü kesme," diye payladı Sakıp. "Senin anlayacağın, bunlar, bizim gibiyabancı ülkelerde kendi dinlerini yayacaklar. Sanki bize sormuşlar gibi B©-" ardu kurar kurmaz daprogramlarına Antepi almışlar.""Kurulur kurulmaz değil," diye yine araya girdi Nicholas belleğinin hâlâ sağlam olduğunukanıtlamak istercesine. "Board 1810da kuruldu Antep ise 1819da programa alındı."254"Anladık anladık sus artık... Her neyse kızım, senin anlayacağın adamlar ince hesap yapmışlar.Mehmet Akif in tek dişi kalmış canavar dediği müstemlekecilerin, o sağlam dişi işte bu Amerika.Hıyanet içinde olan bizim Osmanlı da Amerikayı En ziyade müsadeyi mazhar ülke kabul edincebunlar istedikleri gibi at oynatmaya başladılar memleketimizde.""At oynattık da ne kötülük ettik size. Okul açtık, hastane kurduk, hayır işleri yaptık.""Doğru, ama niye açtınız? Ülkeyi bölmek, Osmanlının topraklarına el koymak için.""Sakıp, sen gerçekten de çok yaşlanmışsın," dedi Nicholas."Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. Haydi haydi, çekinme, bunamışsın de. Ama yağma yok. Sizinfoyanızı ortaya çıkarmamı engelleyemezsin."Gerçekten de öfkelenmiş gibiydi Sakıp. İki arkadaş arasında böyle bir tartışmaya neden olduğu içinkendini suçlamaya başlamıştı Esra. Nasıl olsa öğreneceklerini öğrenmişti bir fırsatını bulsak dakalksak, diye geçirdi aklından. Ama Sakıp Beyin anlatacakları bitmemişti daha."Hanım kızım, sen hiç Müslümanların toplu halde Hıristiyan olduğunu duydun mu?" diye sordu."Bilmem, duymadım herhalde?""Duymamışsındır, duyamazsın. Ama bir Katolikin Protestan, Protestanın Katolik, GregoryeninProtestan olduğu görülmemiş iş değildir. Birbirleriyle ne kadar di-dişseler de hepsi Hıristiyanlıkbayrağı altında toplanırlar. Yani bunların niyeti Müslümanları Hıristiyan yapmak değil, Gregoryenmezhebindeki Ermenileri Protestan yapmak. Bunun için de Ermenilerin bağımsız devlet kurmadavalarını destekliyorlar.""Hadi hadi uydurma," diye söylendi Nicholas."Ne uyduracağım. Antepte, Maraşta Ermenileri eğitmek için Amerikan Kolejleri açmadınız mı?"255
- "Ermenileri değil Esra Hanım, herkesi eğitmek için açılmıştı okullar," diye açıkladı Nicholas. "Buyaşlandığı için unutmuş. Kendisi de okumuştu o kolejde.""Unutmadım, doğru ben de okudum kolejde ama kaç Müslüman çocuğu vardı okulda? ÇoğuErmeniydi.""Müslümanlar çocuklarını kaydettirmezse okul yönetimi ne yapsın?""Okul yönetimi ne yapacak, memnun oldu. Neden, çünkü Müslümanları kandırmanız daha zor.Ermenileri kandırmanız daha kolay. Ne de olsa Hıristiyanlar. Ama onu da beceremediniz. Oncapara harcamaya, onca eğitime karşın ancak Ermenilerin dörtte birini Protestan yapabildiniz. Yalanmı? Bizim kolejde Masis adında Ermeni bir arkadaşımız vardı. Masis Gregoryendi, Protestan olurdiye aldılar çocuğu okula. Ama olmadı. Ermenilerin çoğu Masis gibi uyanık çıktı, mezhebinideğiştirmedi. Masis..."Yaşlı adam birden duraksadı, Esra bir şey anımsamaya çalışıyor diye düşündü ama Sakıp sankitartıştıklarını unutmuş gibi arkadaşına döndü."Yahu Nicholas, aradan onca sene geçti, bazı geceler hâlâ rüyalarıma giriyor Masis. Ne oldu buçocuğa, sen de bir haber alamadın değil mi?"Masis adını duyan Nicholasın gözlerindeki neşeli pırıltılar anında sönüvermişti. Bunun farkındaolmayan Sakıp konuğa çevirdi bakışlarını."Keşke Ermenilerin hepsi Masis gibi olsaydı," diye yazıklandı. "Gül gibi geçinir giderdik onlarla.""Arkadaşınız mıydı Masis?""Arkadaş da laf mı, kan kardeşiydik. Canciğer kuzu sarmasıydık. İçtiğimiz su ayrı gitmezdi. Bu,Masis veben kolejin üç silahşörleri gibiydik. Bir Dartanyanımız yoktu sadece."Sakıp, bu, diye başıyla Nicholası gösterdiğinde Esranın bakışları karşısındaki adama kaymıştı.Nicholasın neşesinin kaçtığını ilk o zaman fark etti. Aynı derecede256olmasa da Davidin yüzünü de tatsız bir ifade kaplamıştı. Durumdan habersiz olan Sakıp anlatmayısürdürüyordu:"Bizden birkaç yaş daha büyüktü Masis. Abimiz gibiydi, bizi daha büyük çocuklardan korurdu. Neyalan söyleyeyim çok iyi dövüşürdü, çok da zekiydi.""Öldü mü?""Kayboldu," dedi Sakıp. "Ne ölüsü bulundu ne dirisi? Antep işgal edilince ayrı kamplaradüşmüştük. Masis Fransızların desteklediği Ermeni kuvvetlerine katılmıştı, Nicholas babasınınhastanesine çekilmiş, savaşı oradan izliyordu. Bense direniş kuvvetlerine katılmıştım. Ayağımaçabuk bir delikanlı olduğum için Antep Kuvvetler Komutanı Özdemir Beyin özel postalığınıyapıyordum. Kenti kuşatan Fransız kuvvetlerinin arasından sızarak 2. Kolordu KomutanıSelahaddin Adil Beye şifreli mektuplar götürüp, getiriyordum. Düşman silah ve sayı bakımındanbizden çok üstündü, kentte halk aylardır açtı. Halk kayısı çekirdeğinden ekmek, kuru ottan çorbayapıyor, at leşleri için birbirine giriyordu. Özdemir Beyle Selahaddin Bey sık sıkmektuplaşıyorlardı. Beşinci kez kentten çıkarken Fransız ordusunda görev yapan Ermeniler beniyakaladılar. Üzerimde sivil giysiler var. Onlara asker olmadığımı anlatmaya çalıştım. Beni aradılar,şifreli mektubu bulamadılar. Ama yine de benden kuşkulandılar. Konuşmam için iki askerkasaturanın tersiyle dövmeye başladı beni. Acımasızca âşık kemiklerime, diz kapaklarıma,dirseğime vuruyorlardı. Yere yığıldım. Artık sonumun geldiğini düşünüyordum ki birden durundiye bir ses duydum. Masisti. Bırakın onu, dedi. Ben ona kefilim. Halbuki benim direnişgüçlerine katıldığımı biliyordu ama arkadaşlık düşmanlıktan daha ağır basmıştı. Kalkıp onasarıldım. Buralarda fazla dolaşma, diye beni uyardı. Bir süre yanında dinlendikten sonra 2.Kolordu Karargâhının yolunu tuttum. Masis hem canımı kurtarmış hem de vazifemi yerinegetirmeme yardım etmişti."257
- Esra bir yandan Sakıp Amcanın anlattıklarını dinlerken bir yandan da Nicholasa bakıyordu.Arkadaşı Masisi öve öve bitiremezken yaşlı adamın yüzü biraz daha asılıyor, mavi gözleridonuklaşıyordu. Sakıpın ara vermesini fırsat bilen Esra,"Kahvaltı ve bu güzel sohbet için teşekkür ederim," dedi. "ama artık gitmeliyim.""Erken değil mi?" dedi Nicholas ama fazla da ısrar etmedi.Sakıp düş kırıklığına uğramış gibiydi."Daha anlatacaklarım vardı...""Başka zaman," dedi tatlı bir gülümsemeyle Esra."Konuğumuzu zorlamayalım Sakıp Amca" diye destekledi David. "Söz, daha sonra yine getirim."Esra giderken Sakıpla birlikte Nicholas da saygıyla ayağa kalktı ama ilk geldiğinde onu neşeylekarşılayan, konuşmaya istekli adama hiç benzemiyordu.258on yedinci tabletHiç değişmemişti Aşmunikal. Onu Pisirisin yanında gördüğümde ilk düşündüğüm bu oldu. Tıpkıtapınakta gördüğüm gibiydi; insanı büyüleyecek kadar güzel, insanı ürkütecek kadar kendinegüvenli.Kadın dudağının lezzetini ilk onda tattığım, bir kadın bedenin güzelliğine ilk onda dokunduğum,adını kendime bile söylemekten korktuğum Aşmunikalı sabah saray kütüphanesinde bir tahtasıranın üzerinde beklemeye başladım. Korkum mu daha büyüktü, sevincim mi kestiremi-yordum.Bildiğim, onu görmenin beni mutlu kıldığıydı, bildiğim, onu görmenin beni ürküttüğüydü. Ötesinibilmiyordum. Bilmek de istemiyordum. Dün yanlarından ayrılır ayrılmaz kütüphaneye inmişdestanları gözden geçirmiş, sıraya dizmiş, bir tablete başlıklarını yazmıştım. Aşmunikal geldiğindebu tablete bakarak elimizdeki edebi metinleri kolayca öğrenebilecekti.Onu beklerken, acaba yalnız mı, yoksa bir görevliyle mi gelecek diye düşünmekten de kendimialamıyordum. Umarım bir görevli ya da Pisirisin gözdelerinden biriyle gelirdi. Böylece onunladaha rahat konuşabilir, görevimi Kralımın istediği gibi eksiksiz bir halde yerine getirebilirdim. Busorunun yanıtını fazla beklemeden öğrenecektim, çünkü Aşmunikal, sabah yıldızı gibi erkendengörünecekti kütüphanenin kapısında.Kapıda onu gördüğümde, tıpkı tapınakta olduğu gibi aklımı ve yüreğimi amansız bir heyecan sardı.Üzerine çiçeklerle bezeli bal rengi bir elbise giymişti, uzun boynunu gümüşten bir gerdanlıksüslüyordu. Buğday rengi tenini daha da koyu gösteren kahverengi gözleri tatlı bir ifadeyle259bana bakıyordu. Onunla göz göze gelmemek için başımı öne eğerek,"Hoş geldiniz değerli hanımım, hoş geldiniz saygıdeğer Aşmunikal," dedim, soğuk, içten olmayanbir ses tonuyla. O da bunun üzerine sıcak, içten, sevgi dolu bir sesle bana şöyle dedi:"Hoş bulduk Patasana, aylar sonra yeniden baş başa kalmak ne güzel."Boş bulunup başımı kaldırdım, işte o an kahverengi gözlerindeki ateşe yakalandım. Tapınaktakiutangaç kız gitmiş, onun yerini gözlerinde farklı anlamlar taşıyan bir kadın almıştı. O anda karşıçıkmanın boşuna olduğunu anladım; Aşmunikal benim yazgımdı, ondan kaçmam imkânsızdı. Amayine de direnmeyi sürdürdüm, hayranlığımı gizleyip, elimle dün yazdığım tableti göstererek şöylededim:"Size bir liste çıkardım. Kütüphanemizde bulunan destanların, efsanelerin, şarkıların, şiirlerintümünün başlıkları burada yazılı. Bu tabletten istediğinizi seçebilirsiniz." Aşmunikal söylediklerimiduymamış gibi bana yaklaştı."Neden beni tanımıyormuş gibi davranıyorsun Patasana?" diye sordu.Tapınakta uyanıp da yatakta bulamayınca deliye döndüğüm kız karşımdaydı, kim olduğunu,soyunu sopunu öğrenmek için Başrahip Walvazitiye yalvardığını sevgili bana gelmiş, yarıdabıraktığımız o kutsal sevişmeyi tamamlamamıza yol açacak yakınlaşmanın fırsatını arıyordu. Balrengi giysisinin altındaki çıplak bedeni canlandı gözlerimin önünde ama bu görüntüyü hemenkafamdan kovarak,
- "Sizi tanıyorum," diye yanıtladım onu. "Siz, yüce Kralımız Pisirisin gözdelerinden saygıdeğerAşmunikalsınız. Ben kralımızın ve sizin emirlerinizi yerine getirmekle görevli bir hizmetkârım."260"Sen benim hizmetkârım değilsin," dedi. "Sen, Pisi-risten önce yatağına girdiğim ilk erkeksinbenim için."Gözucuyla çevreye baktıktan, konuştuklarımızı duyan kimse olmadığını gördükten sonra,"Lütfen böyle konuşmayın tanrıların gazabını üzerimize çekeceksiniz," dedim fısıldayarak."Hayır, tanrılar bizi birbirimize yazmışlar. Tanrıların buyruğunu çiğneyen Pisirisin kendisi. Odoymak bilmez biri, yeryüzündeki her şeyin tek sahibi olmak istiyor. Bunu yaptığı için de asıl otanrıların lanetine uğrayacak.""Kralımız hakkında böyle konuşmamalısınız," diyerek onu uyardım. "O sizi seviyor.""O, kendini seviyor. O, benim gibi on kadını daha seviyor," dedi. "Yakında benden daha gencini,daha güzelini bulunca onu haremine alıp, yeni gözdesi yapacak. Hem o, beni sevse de, ben onusevmiyorum. O güçlü ama çirkin, soylu ama kaba. Bakışları seninki gibi hoş değil, senin gibi güzelgülümsemiyor, sesinde seninki gibi tatlı bir müzik yok."Aşmunikalın söylediklerini renkten renge girerek dinlerken kapıda Laimas göründü. Hemenkonuyu değiştirerek Laimasın duyabileceği bir sesle şöyle dedim:"Saygıdeğer Aşmunikal, isterseniz bu tableti size vereyim, yanınızda götürüp, rahatça düşünerek birseçim yapın."Laiması Aşmunikal da görmüştü."Sümerli ozan Ludingirranın annesi için yazdığı şiiri istiyorum," dedi."Olur," dedim, Ludingirranın şiirinin yazılı olduğu tableti koyduğumuz rafa uzanırken aklımageldi, yeniden Aşmunikala dönerek şöyle söyledim:"Affınıza sığınarak soruyorum. Bu şiir Akadçadır. Acaba siz bu dili biliyor musunuz?"Gözlerinden tuhaf bir parıltı geçti, yüzünde yapmacık bir ifade belirdi.261"Biraz bilirim," dedi."O zaman ne yazık ki okuyamazsınız," dedim boynumu bükerek. "Ludingirrayı anlamak içinAkadçayı iyi bilmek gerek."Ben böyle söyleyince, yanımıza yaklaşmış bulunan La-imas sanki üzerine vazifeymiş gibi sözekarıştı."Düşündüğün şeye bak Patasana, Saygıdeğer Aşmuni-kal için bu şiiri çevirirsin olur biter. Zatenşiiri ezbere bilmiyor musun?""Yapamam," diye bağırdım, sanki elim ateşe değmiş gibi. "Başka işlerim var."Aşmunikal güzel gözlerini kısarak şöyle dedi."Ben de kralımıza söylerim, şiiri çevirecek başka birini bulur."Çeviriyi yapmamak Pisirisin buyruğuna karşı gelmek demekti."Hayır hayır, buna gerek yok," diyerek durumu kurtarmaya çalıştım. "Birkaç gün içinde bençeviririm."Aşmunikal kendinden emin gözlerini yüzüme dikerek,"Çeviri sırasında ben de yanında olmak istiyorum," dedi. "Sayende Akadçamt da geliştirebilirim.""Bu bizim için ne büyük onur," diyerek yine lafa karıştı işgüzar Laimas.İçimden, beceriksiz yazmana lanetler yağdırırken, Aş-munikala dönerek,"Kral Pisirisin izin vermesi halinde size hizmet etmek benim için zevk olacaktır," dedim.Yüzünü dünyanın en güzel gülümseyişiyle taçlandıran Aşmunikal şöyle dedi:"Hiç merak etme yazman Patasana, izni hemen alaca»-ğım. Çeviri için yarın hazır ol."Sonra listenin yazılı olduğu tableti alarak kütüphaneden ayrıldı. O giderken arkasından baka kalanyaşlı Laimas,"Bu benzersiz bir kız," dedi. "Kayayı delen filiz, buzu262
- eriten ateş, suyu yönlendiren rüzgâr gibi. Ne mutlu kralımıza. Bu kıza bakan, Fıratın kıyılarındandaha bereketli bahçeleri görür, bu kızın sesini duyan, tanrısal bir müzik duymuş gibi huzuru içindebulur, en sıkıcı zamanlar bile bu kızın yanında göz açıp kapayıncaya kadar geçen tatlı anlaradönüşür."Laimas hayranlıkla Aşmunikalın çıktığı kapıya bakarken, ben aramızda olanları öğrense yine böylesöyler miydi acaba diye düşünmekten kendimi alamadım.263on sekizinci bölüm"Çok sonra öğrendim olanları," diye sürdürdü sözlerini David. Bahçeden ayrılan Volkswagen ikiyanı dutlarla kaplı yolda ilerlemeyi sürdürüyordu. Hızlan iyice düşmüştü. Onları dışarıdan görenlergezinti yaptıklarını sanırdı. Oysa doktor, az önce babasının kederlenmesine yol açan, çok eskilerdeyaşanmış o acı olayı anlatıyordu konuğuna.Araçları bahçeden çıkar çıkmaz, Nicholasın neden neşesinin kaçtığını sormuştu Esra."Üzücü bir hikâye," demişti David. Yüzü babası gibi kederle ağırlaşmıştı. "Babam bunun ailemiziçin utanç verici bir olay olduğunu düşünüyor, bu yüzden Sakıp Amcadan hep gizledi."Konunun nazik olduğunu fark eden Esra, merakı iyice artmasına karşın,"İsterseniz bunu sorduğumu unutalım," demek gereğini hissetmişti. Ama bir süre suskun kalanDavid,"Dün gece Timle büyükbabam arasındaki farktan söz etmiştim," diye kendiliğinden anlatmayabaşlamıştı. "Açıkça söyleyemesem de kafamdaki örnek Masisin başından geçenlerdi. SakıpAmcanın da söylediği gibi savaş çıkmadan önce üçü çok iyi arkadaşlarmış. Sakıpla Masisbüyükbabamların evinden çıkmazlarmış. Bunda büyükannemin yaptığı enfes üzümlü keklerin depayı varmış ama265Amerikadan gelen dergilerin, yeni dünyanın izlerini taşıyan eşyaların etkisi daha çokmuş. Masis ileSakıpın aileleri de bu arkadaşlığa karşı çıkmamışlar, çünkü onlar da her gün çarşıda, pazardagörüşüyor, dostça yan yana yaşı-yorlarmış. Ama Birinci Dünya Savaşının çıkmasından sonragünlük yaşam zehirlenmiş, peş peşe yenilgiler alan İttihat ve Terakki Partisinin yöneticileri,Ruslarla işbirliğine giren, cephe gerisinde ayaklanmalar çıkartan, Müslüman halka saldıran,katliamlar düzenleyen silahlı Taş-nak gruplarını bahane ederek tehcir kararı almışlar, Ermenileribulundukları bölgelerden toplu olarak sürgüne gönderilmeleri için emir vermişler. Bu emiruygulanırken toplu katliamlar, infazlar gerçekleştirilmiş, erkek, kadın, çocuk yüz binlerce Ermeniyaşamını yitirmiş, 600 yıldır kardeşçe bir arada yaşayan halkların arasına kan girmiş.Masis ve ailesi, o günlerde Antepin bağlı bulunduğu Halepin Valisi Celalin yardımıyla kenttekalmayı başarmışlar. Ancak savaş Osmanlının yenilgisiyle sonuçlanıp Antep yöresi önce İngilizler,ardından Fransızlar tarafından işgal edilince, Halepe ya da imparatorluğun değişik bölgelerine göçettirilen Ermeniler geri dönmüşler, döner dönmez de intikam tutkusuyla, işgal kuvvetleriyle birlikteyerel halka zulüm uygulamaya koyulmuşlar. İşgal kuvvetlerini bir yere kadar kabul eden halk,Ermenilerin de onların yanında yer almalarını içine sindirememiş, silaha sarılarak direnmeyebaşlamış. Antepte bu direniş tam on bir ay sürmüş, kuşatılan kent, halk açlıktan ölme noktasınagelinceye kadar teslim olmamış. Dışarıdan ciddi hiçbir yardım almadan süren bu direniş,Fransızların önemli kuvvetlerini kentte tutmalarını zorunlu kılmış, bu durum işgale karşı dövüşenulusal kurtuluş ordusunu rahatlatmış. Fransız topçusuna değil ama açlığa yenilen halk sonundakenti boşaltmak zorunda kalmış, buna en çok Ermeni nüfus sevinmiş, Rusların, İngilizlerin,Fransızların vaat ettikleri gibi artık kendi devletlerini kuracaklarını sanmışlar.266Ama işler umdukları gibi gitmemiş. Antepin düşmesinin üzerinden on ay geçmeden LondraKonferansı gereği Fransızlar işgale son vererek, kuvvetlerini çekmişler, onlara güvenen Ermeniler
- bir kez daha büyük bir düş kırıklığına uğramışlar, tıpkı 1915te olduğu gibi yine çoluk çocuk yollaradüşmüşler.Masis de savaş sırasında Sakıp Amcanın söylediği gibi Ermenilerin namlı savaşçılarından biriolmuş, kentin kuşatmasında büyük yararlılıklar göstermiş, Çınarlı Cami bölgesinde yaşanan zorluçatışmalarda en ön saflarda yer almış, yenilgiden sonra da gitme şansı varken kaçmamış, göç işinidüzenleyen komitede görev istemiş. Ancak göç eylemini düzenleyen komite planlarını uygulamadagecikince, Halepe gidecekleri yol kapanmış, böylece Masis ve arkadaşları kentte gizlenmekzorunda kalmışlar. Arkadaşları tek tek yakalanan Masisin kaçacak yeri kalmayınca bir geceçaresizlik içinde babamın kapısını çalmış, kendisini gizlemesini istemiş. Babam da onu alıp evinaltında kiler olarak kullandıkları büyük mağarada saklamış, akşam hastaneden dönen büyükbabamadurumu anlatmış. Büyükbabam önce arkadaşını eve aldığı için babama kızmış, bir süredüşündükten sonra Masisle konuşmaya inmiş. Yarım saat kadar aşağıda kalan Büyükbabam sinirlibir halde geri dönmüş.O adam hemen bu evden gidecek, demiş.Babam, neler olduğunu sorunca,O yolunu şaşırmış bir gafil. Protestan ol, seni kurtaralım, dedim. Ölürüm daha iyi, diye cevap verdibana, demiş.Babam yalvarmaya başlamış, Masisin zamanla doğru yolu bulacağını, Protestan olacağınısöylemiş, babaannem de ricalar etmiş ama büyükbabam Nuh diyor, peygamber demiyormuş. Onlartartışırken aşağıdan bir silah sesi duyulmuş.Eyvah! diyerek mağaraya koşturmuş babam. Masisi267şakağından vurulmuş olarak, kanlar içinde yatarken bulmuş. Yanında hâlâ namlusundan dumansüzülen tabancası duruyormuş. Babamın peşinden aşağıya inen büyükbabam, oğlunu paniklemiş birhalde ayakta dikilirken bulunca kendine gelmesi için ona sıkı iki tokat aşk etmiş.Hadi toparlan, demiş, onun ölüsünü burada bulurlarsa başımız belaya girer. Onu bizim mezarlığagömelim.Geceyarısma doğru Masisin ölüsünü Amerikalıların yattığı mezarlığa götürüp gömmüşler.Büyükbabam belli olmasın diye üzerine taş filan da koydurtmamış. Büyükbabamın ölümünden çoksonra babam mezarın üzerine mermer bir taş yerleştirmiş. Ama babasının neden olduğu bu trajikolaydan utanç duyduğu için taşın üzerine orada kimin yattığını yazdırmamış. Bu sırrı enyakınlarından bile yıllarca saklamış. Ben büyümeye başlayınca mezarlıkta, üzerinde yazısız taşbulunan o mezar dikkatimi çekmeye başladı. Bir gün bu mezarda kimin yattığını sordum. Amcan,dedi babam. Bildiğim kadarıyla benim amcam yoktu. Büyükanneme gittim, mezardan bahsettim, oda yarım yamalak laflarla geçiştirdi. Büyüyüp aklım ermeye başlayınca, yeniden o mezarı sordum.Bunun üzerine babam beni karşısına alıp olanları anlattı. İşte Masis, o üzerinde yazı olmayanmezarda yatıyor.""Çok acı," dedi Esra, "babanızın neden birdenbire kederlendiğini şimdi daha iyi anlıyorum.""Bu olayda beni en çok düşündüren büyükbabamın tavrı olmuştur. O öldüğünde ben yediyaşındaydım. Emekli olmuştu, evimizin bahçesinde zamanının bir bölümünü benimle geçirir, sankiküçük bir çocuk gibi benimle düşer kalkardı. Körebe oynardık, o bir zamanlar Masisin kendinivurduğu mağaraya iner saklanırdı. Onu bulmam için sesler çıkarırdı. Gider onu ebelerdim. Dünyatatlısı bir adam olarak hatırlıyorum büyükbabamı. Çevresindekiler de onu çok severmiş. Bugün bilebahsi açılsa tanıyan herkes ondan övgüyle söz eder. Ama oğlu268sayılabilecek bir delikanlıyı, yalnızca inancı farklı diye ölüme itmekten çekinmemişti."Derinden bir iç geçirdi David. İki su damlası gibi du-rulaşan mavi gözlerini konuğuna çevirereksordu."Bu kadar iyi bir insan, böyle bir kötülüğü nasıl yapabilir, anlayamıyorum."
- "İnanç," dedi Esra duygusal ama ne söylediğinden emin bir sesle, "bazen insanların gözlerini körediyor. Farklı olana hoşgörü gösterilmesini engelliyor. Kendinden olmayanların ölümünü, yokedilmesini doğal, hatta gerekli bir olaymış gibi gösteriyor."Çaresizlik içinde başını sallayarak bakışlarını yeniden yola çevirdi David."Sanırım haklısınız," diyerek anlatmayı sürdürdü. "Bedeli ne olursa olsun insanoğlu öldürme, yoketme tutkusundan kendini kurtaramıyor. Masisin ölümü de bizim aileye oldukça ağır bir bedele malolmuş. Evdeki eski neşe kalmamış, babayla oğul arasında, nedenini ikisinin de bildiği ama üzerindehiç konuşmadıkları bir gerginlik yaşanmaya başlamış. Bu durumdan en çok rahatsızlık duyanbüyükannemdi. Zavallı kadın kocasıyla oğlu arasında kalmış, babama geçmişi unutmasını telkinedip durmuştu. Ama sizin de tanık olduğunuz gibi babam arkadaşının ölümünü unutamadı."Adamın sesinin titrediğini fark etti Esra. Bahçeye giderlerken şakalar yapan, çapkınca gülümseyenadam gitmiş, yerine sorumluluğunun altında ezilen bir adam gelmişti sanki."Kusura bakmayın," dedi Esra, "böyle olduğunu bilseydim ne bu konuyu açardım, ne de size osoruyu sorardım.""İçimden geldiği için anlattım," dedi David. Gözleri yolda ama aklı başka yerdeydi. "Ailemizindışında bunu ilk siz öğrendiniz. Neden anlattığımı bilmiyorum. Galiba sırların da bir ağırlığı var,insan o ağırlığı uzun süre taşı-yamıyor."269Bakışlarını yeniden konuğuna çevirerek rica etti."Yine de kimseye anlatmazsanız sevinirim.""İçiniz rahat olsun, kesinlikle başka biri öğrenmeyecek.""Teşekkür ederim," diye mırıldandı David.İkisi de susmuştu. Esranın aklından birçok düşünce geçiyordu. Bunların içinde en belirgini yetmişsekiz yıl önce bölgede işlenen cinayetlerle, Hacı Settarla, Koru-cubaşı Reşatın öldürülmebiçimlerinin benzerliğiydi. Sakıp Amcanın söylediği gibi örgütün işi miydi? Eğer böyleyse, yanicinayetleri örgüt işlediyse, sorun kalmamış demekti, çünkü Yüzbaşının söylediğine göre katillerölü olarak ele geçirilmişti. Ama ya Sakıp Amca yanılıyorsa, cinayeti örgüt değil de yetmiş sekiz yılönceki olayların intikamını almak isteyen biri işlediyse? İyi de kim? O cinayetlerde akrabasıöldürülen biri ya da Bernd gibi onların yakını olan biri.. Bir meslektaşı hakkında böyledüşünmemeliydi. Ama daha David, "Babam olaylar hakkında Berndle konuştu," dediğindedüşünmeye başlamıştı Alman meslektaşını. Nicholas, kiliseden atılarak öldürülen Papaz Kirkorungenç oğlundan, çocuğun annesini alarak Beyruta kaçtığından söz etmemiş miydi? Berndinkayınpederi de Türkiyeden Fransaya kaçmamış mıydı? Bu bir raslantı mıydı? Düşüncelerininulaştığı sonuçtan korkan Esra, hayır hayır, diye geçirdi içinden. Bernd kimseyi öldüremezdi. Amameslektaşıyla dün yaptıkları konuşmayı anımsayınca, bu kanısından emin olamadı. "Karım için herşeyi yaparım, gerekirse mesleğimden bile vazgeçerim," dememiş miydi? Mesleğinden vazgeçmekbaşka, iki suçsuz insanı öldürmek başka... Ama kendi tfteselesi olmadığı halde Vartuhi içinpolislerle kavga etmeyi bile göze almamış mıydı? Almanın bazen insanın içine işleyen çelik mavisigözlerini anımsadı. Yok yok, diyerek yeniden uzaklaştırmaya çalıştı bu varsayımı kalasından. HemBernd bunları yapabilecek kadar gözü kara bir âşık270olsa bile karısı Vartuhi bu işi onaylar mıydı bakalım? Kocasının katil olmasını ister miydi?Kuşkusuz istemezdi ama ya Bernd aşkının büyüklüğünü kanıtlamak için karısının haberi olmadanişliyorsa cinayetleri? Almanyaya dönünce de büyükbaban Kirkorun intikamını aldım, di-yecekse...Böyle şey olur mu? Neden olmasın, aşkın bizim Kemali ne hale getirdiğini görmedik mi? Zatentuhaf bir adam olan Bernd neden daha kaçıkça işler yapmasın? Sahi, cinayetler işlenirken neyapıyordu bu adam? Ne yapacak, ekipteki herkes gibi yatağında uyuyordu. Uyuyor muydu?Cinayetlerin işlendiği gece olanları anımsamaya çalıştı. Hacı Settar öldürüldüğü sabah Berndodasında bulunamamıştı. Hatta onu bekledikleri için toplantıya geç başlamışlardı. Timothy ileküçük bir tartışma bile geçmişti aralarında. Galiba Fırat kenarında yürüyüşe çıktığını söylemişti. Ya
- Korucubaşı Reşatın öldürüldüğü gece? Zihnini zorladı, Berndin sabah Teomanla yaptığı küçükkonuşma canlandı gözlerinin önünde. Teoman, Almanın her zaman bindiği bisikletinin tekerlerinininmiş olduğunu söylüyordu. Berndin yüzünde tuhaf bir anlam belirmiş ve "Ben gece bisikletebinmedim ki," diyerek hemen savunmaya geçmişti. Neden heyecanlanmıştı ki? Yoksa gecebisikletine atlayıp Göven Köyüne Korucubaşı Reşatı öldürmeye mi gitmişti? Cesedi bulan çobanınsöylediklerini anımsayınca tüyleri diken diken oldu. Çoban, gökyüzünde uçan bir adam gördüğünüsöylememiş miydi? Ay ışığında bisikleti fark edemeyen çoban, yalnızca sürücünün iri karaltısınıseçerek, onu gökyüzünde uçan adam sanmasındı...Neler saçmalıyorum ben, diye düşünerek kendini toparlamaya çalıştı. Ortada somut hiçbir kanıtyokken, üstelik katiller ele geçirilmişken bir meslektaşını suçluyordu. Belki de bu, bilinç altındaondan nefret ettiği içindi. Kazı başkanı olamadığı için az çektirmemişti Bernd ona. Hayır, hayır,böyle düşünmesi onunla ilgili değildi.271Zaman zaman paranoyaya yaklaşan bu kuşkuculuk hep vardı onda. Bir keresinde OrhanıBerlindeki bir sempozyuma birlikte gittiği Sevimle yatmakla suçlamamış mıydı? Oysa Sevim enyakın arkadaşıydı, üstelik Orhandan günahı kadar hoşlanmazdı. Ama nefretin insanları birbirineçektiğini de bilirdi Esra. Üstelik yabancı bir ülkede yedi gün boyunca birlikte kalmışlardı, hem deaynı otelde. Bir gece içki ve müziğin de etkisiyle, neden aynı odada sabahlamasınlardı? Öncelerişaka olsun, diye kendi kendine söylediği bu düşünceye inanmaya, daha da ileri giderek olayıkurgulamaya başlamıştı. Yedinci günün sonunda artık kocasının Sevimle yattığından emindi.Orhan dönünce burnundan getirmişti, sonunda iş büyümüş, olayı Sevim de duymuş, Esrayı birgüzel azarlamıştı. Esra sevdiği iki insanın kalbini kırdıktan sonradır ki yanıldığını anlamış, kendiniaffetirmek için yapmadığı şey kalmamıştı. Ya Bernd konusunda da aynı yanılgıyı taşıyorsa? "Hayırhayır," diye korkuyla mırıldandı. Onu David de duymuştu. "Efendim, bir şey mi söylediniz?" "Özürdilerim, galiba sesli düşünüyordum." Hastaneye kadar başka bir şey konuşmadılar. Binaya girinceDavid, konuğunu ofisinde çay içmeye davet etti ama Esra özür dileyerek, artık kazıya dönmesigerektiğini söyledi. Eğer Elif iyileşmişse onu da götürmek istiyordu. Doktor, kızın bu geceyi dehastanede geçirmesinden yanaydı. Esra ısrar etmedi. Ayrılmadan önce dostça sıktı Davidin elini."Her şey için teşekkür ederim. Bir gün kazıya gelin. Daha uzun boylu konuşuruz."„ *Zoraki de olsa neşeli bir tavır takınan doktor, "Ben teşekkür ederim," dedi, "bu davetinizikaçırmayacağım."Esra, doktordan ayrılıp arkadaşlarının kaldığı odaya girdiğinde Kemal ile Antep Arkeoloji MüzesiMüdürü272Rüstemi fısır fısır konuşurken buldu. Elif yatağında hâlâ uyuyordu. Esrayı görünce ikisi deayaklandılar. Rüstemin elini sıktı Esra. Aslında adamdan pek hoşlanmazdı. Rüs-tem de bununfarkındaydı. O yüzden fazla uzatmadı, kısa bir hoş beşten sonra izin isteyip ayrıldı yanlarından.Ama Kemalin iyi arkadaşıydı. Daha önce Yesemek Açık Hava Müzesi Projesinde birlikteçalışmışlardı. Rüstem gidince Kemal yeniden Elifin başucuna oturdu, sanki bakmazsa göğsü inipkalkmayacakmış gibi kaygıyla kızın soluk alıp verişini izlemeye başladı."iyi görünmüyor," diye söylendi. "Onun için korkuyorum."Yakından bakan Esra, kızın yüzündeki solgunluğun geçmiş olduğunu gördü."O iyi," dedi. "bence sen kendine dikkat et. Senin rengin daha solgun.""Bana bir şey olmaz. Önemli olan onun iyileşmesi.""Doktor, dinlenmesi gerek, diyor. Elifi bu gece de hastanede tutmak istiyor. Ama ben kazıyadönmeliyim. Sen ne yapacaksın?"Kemal kendi durumundan memnun değilmiş gibi başını öne eğdi.
- "Kazının en ilginç dönemleri..." diye söylendi kahredercesine. "Bir arkeolog yaşamı boyunca kaçkez Patasa-nanın Tabletleri gibi olağanüstü buluntulara rastlayabilir. Belki bir kez, belki de hiçbirzaman. Ama Elifi bırakamam. O istemese bile yanında olmak beni mutlu ediyor."273on sekizinci tabletAşmunikal beni mutlu kılıyordu. Bütün korkularıma, tedirginliklerime, çekincelerime karşındeğişmeyen tek gerçek buydu, o, kimsenin yapamadığını yapıyordu bana. Yüreğimi nedensiz birmutlulukla dolduruyordu. Karşılaştığımızda yeniden anlamıştım bu yadsınamaz gerçeği. Biryangın, beklenmedik bir fırtına gibi yeniden girmişti yaşamıma Aşmunikal. Ben uzak durmayaçalışırken, o zamanını benimle geçirmek için kafa yormuş, yollar bulmuş, sonunda istediğini eldeetmişti. Bir kere daha kanıtlamıştı ki, yalnızca tanrıçaların güzelliğine değil aklına ve cesaretine desahipti. Büyükbabam Mitannuwa yaşıyor olsa, böyle bir kızı sevdiğim için beni kutlar, kralaaldırmadan bu sevdayı yaşamamı isterdi. Ama Babam Araras, kralımızın kadınına göz diktiğim içinherhalde beni ayıplar, uyarır, Aşmunikalı sevmeyi sürdürürsem lanetler yağdırmaktan bileçekinmez, belki de beni kendi elleriyle Pi-sirise teslim ederdi.Bense ne yapacağımı bilemiyordum. Kanadı kırılmış bir serçe gibi Aşmunikalın avucunadüşüvermiştim. Kendime yasaklar koymam boşunaydı. O çoktan beni ele geçirmiş, damarlarımdadolaşan kan gibi bedenimin vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Kral Pisiristen ne kadar kor-karsamkorkayım, aldığım eğitim beni ne kadar sorumlu davranmaya zorlarsa zorlasın onsuzyapamayacağımı, onar direnemeyeceğimi biliyordum. Artık her yerde, her zaman onudüşünüyordum. Yemek yerken, yürürken, durup Fıratı seyrederken, annemle konuşurken, şarkısöylerken, tablet okurken, tablet yazarken, uyurken, düş görürken, uyanıkken, hayal kurarkenkafamda hep o vardı.274Aşmunikal, söylediği gibi ertesi sabah yine kütüphaneye geldi. Artık ona bakmaktançekinmiyordum, daha doğrusu gözlerimi ondan alamıyordum. Bunu hemen fark etti. O fark edincebana yine bir ürkeklik geldi bakışlarımı kaçırdım. Kendinden emin bir gülümseyişle yaklaştıyanıma!"Günün aydın olsun Yazman Patasana."Yanıma yaklaşınca baharda Fırat kıyısında açan yabani çiçeklerin hoş kokusu çalındı burnuma.Onun kokusunu içime doldurarak,"Sizin de saygıdeğer Aşmunikal," dedim."Kralla konuştum, Ludingirranın annesi için yazdığı şiiri birlikte çevirebileceğimizi söyledi."Biraz duraksadığımı görünce,"Yoksa, izin verdiğini gösteren mühürlü bir tablet mi almalıydım?" diye sordu, alaycı bir tavırla.Bunun üzerine ben de şöyle dedim:"Böyle konuşmayın, sizin sözünüz benim için en büyük güvencedir."Aşmunika güzel gözlerini kütüphanede gezdirerek konuyu değiştirdi."Nerede çalışacağız?"Hemen toparlandım. Ludingirranın şiirinin bulunduğu masayı göstererek,"Buyrun saygıdeğer Aşmunikal, şöyle geçelim," dedim.Birlikte masaya yürüdük. O benim birkaç adım önüm-deydi. Korkmadan, çekinmeden ona doyadoya baktım. Masaya karşılıklı oturunca Aşmunikal tablete bakarak şöyle dedi:"Laimas, senin bu şiiri ezbere bildiğini söyledi. Çeviriye başlamadan önce bana okur musun?"Tapınaktaki yatakta yan yana duruşumuzdan sonra ilk kez bu kadar yakın olmuştuk birbirimize."Nasıl isterseniz saygıdeğer Aşmunikal," dedim."Dinliyorum o zaman saygıdeğer Patasana," dedi saygıdeğer sözcüğünün üstüne basarak. İncealayını anlamazlığa275geldim. Sümerli üstadın benim de çok sevdiğim şiirini ezbere okumaya başladım.
- "Sevgili Anneme,Yola çıkan kralın habercisi,Seni Nippura göndereceğim, bu haberi götür.Uzun bir yolculuk yaptım,Annem üzüntüde, uyuyamıyor,Odasına sıkıntılı bir tek söz bile giremeyen oBütün yolculara sağlığımı soruyor.Benim selam mektubumu ver eline!Eğer annemi bilmiyorsan, onu sana tanıtayım.Onun adı Şatiştardır.Pırıl pırılBir tanrıça hoşluğuyla, tatlı bir gelindir o.Gençliğinden beri kutsanmıştır o.Kaynatasının evini gayretle yöneten,Kocasının Tanrısına hizmet eden,Tanrıça lnannanın yerine bakmayı bilen,Kralın sözünü yabana atmayan,Sevilen, sevgi ile yaşayan,Kuzu, taze kaymak, tatlı bal,kalpten akan tereyağıdır o.Annemin ikinci tanımını vereyim sana.Annem ufukta parlayan bir ışık, bir dağ maralı,bir sabah yıldızıdır.değerli bir akik, Marhaşiden bir topaz,Görkemli bir prens mücevheri,Neşe yaratan bir akik, *^Kalaylanmış bir yüzük, demirden bilezik,Bir altın çubuk, ışıldayan bir gümüş,göz alan bir fildişi heykelcik,Mavi taştan bir zemin üzerinde yükselenalabastar bir melektir o.276Annemin üçüncü tanımını vereyim sana.Annem mevsiminde yağmur,ilk tohum için gereken su,Bereketli bir bahçedir, lezzetli meyvelerle dolu,Kozalaklarla süslü bir köknar ağacı,yeni yılda ilk ayın ürünü,Tarlalara bereket getiren bir su kanalı,Aranan en tatlı Dilmun hurmasıdır o.Annemin dördüncü tanımını vereyim sana. Annem bir bayram, neşe dolu bir kurban, Prenseslerinolgusu, bir bolluk şarkısı, Neşesi tükenmeyen, seven, sevilen bir yürek, Annesine dönen bir esirinmüjdesidir o.Annemin beşinci tanımını vereyim sana. Annem çam ağacından bir araba, şimşirden bir tahtırevan,Parfüm kokan, güzel bir giysi, çiçekten bir taçtır o.Sana verdiğim bu tariflere göre annemitanıyacaksın,... o hoş kadın işte benim annemdir.Benden haber için kulak kesilenona haberi neşe ile götür,
- "Sevgili oğlun Ludingirradan selam" de ona!*Şiiri bitince Aşmunikalın yüzüne baktım. Ağlıyordu. Onu ağlarken görmemiştim, yüreğim acıyladoldu. "Ne oldu, neden ağlıyorsunuz?" diye sordum. Soruma yanıt vermeden içini çeke çekeağlamayı* Şiir, Muazzez İlmiye Çığın Sümerli Ludingrrra (Kaynak Yayınları) s. 95-97 adlı kitabındanalınmıştır.277sürdürdü. Kral Pisirisi, kim olduğumu, bizi gördüklerinde başımıza neler gelebileceğini unutarak,eline dokunmak istedim. Elini çekti. Bunu beklemiyordum, karşısında çaresizlik içinde kalakaldım.Aşmunikal biraz daha ağladıktan sonra sakinleşti. Ağlamanın bile güzelliğini lekeleye-mediğisürmeli gözlerini yüzüme dikerek şöyle dedi:"Kusura bakma annemi hatırladım.""Anneniz nerede?" diye sordum."Uzakta, çok uzakta. Fırat kenarındaki verimli bir tarla ve üç köle karşılığı beni Pisirise vermektençekinmeyen babamın yanında.""Sizi Pisirise babanız mı sattı?" diye sordum şaşkınlıkla."Onu kınamıyorum," dedi Aşmunikal. "Yaşlanmıştı, artık kimseye bir şey öğretemiyordu. Songünlerini rahat içinde geçirmek istiyordu. Kralın sarayında benim de bolluk içinde yaşayacağımıdüşündü. Ama annemi çok özlüyorum."Uzanıp elimi tuttarak sözlerini şöyle sürdürdü."Sen de şiiri çok güzel okudun. Duygulandım. Yoksa her zaman ağlamam."Elimi tutunca içim bir tuhaf olmuştu."Her zaman ağlamayacağınızı biliyorum," dedim. "Siz çok cesur bir kızsınız."Aşmunikal dikkatle yüzüme baktı."Bana sevdalısın değil mi Patasana?" diye sordukKorkuyla elimi çektim."Kraldan mı korkuyorsun?" diye yeniden sordu."Hem korkuyor, hem de saygı duyuyorum," dedim.Aşmunikal yeniden ellerime uzandı, bu defa^ çekmedim. Gözlerini gözlerime dikerek,"Kralına duyduğun saygı, bana duyduğun aşktan daha mı büyük?" diye sordu.Elimi yeniden çekmek istedim ama bırakmadı."Söyle bana Patasana, eğer öyleyse elini bırakacağım ve bir daha gelmemek üzere çekipgideceğim."278Hiçbir şey söyleyemedim, söyleyemeyeceğimi zaten biliyordu. Kalkıp yanıma geldi. Tıpkıtapınaktaki gibi elleriyle saçlarıma usulcacık dokundu. Tedirginlik içinde kütüphanenin kapısınabakarak mırıldandım."Biri görecek...""O zaman babanın çalıştığı odaya gidelim," dedi.Her şeyi biliyordu. Gerçekten de kütüphanenin arkasında babamın çalıştığı küçük bir oda vardı.Oraya girip kapıyı arkasından sürgülersek kimse içeri giremezdi."Ya Kral Pişiriş," diyecek oldum."O saygı duyulacak biri değil," dedi. "O iyi bir adam değil, o iyi bir kral değil.""Ya kütüphaneye gelirse?" dedim kaygıyla."Gelemez," dedi. "Bu sabah geyik avına çıktı."Aşmunikalın beni heyecanlandıran büyülü görüntüsüne, sözlerindeki çekiciliğe daha fazla karşıkoyamadım. Babamın gizli tabletlerini yazdığı küçük odaya yürüdük. Odada yan yana oturduk.Tapınaktaki başarısız sevişmeden sonra ona dokunmaya korkuyor, uzak durmaya çalışıyordum.Gerginliğimi anladı, iri, sürmeli gözlerini yüzüme dikerek şöyle dedi:
- "Yalnızca konuşacağız. Birbirimizden korkmamayı öğrenene kadar, bıkıp usanmadan konuşacağız.Bedenimden korkmamanı öğrenene kadar sana tabletlerden şiirler okuyacağım, hikâyeler, destanlaranlatacağım. Anlatmanın bir tür sevişmek olduğunu anlayana kadar, anlatmanın yetmediğinikanıtlayacak olan açlık teninde uyanana kadar, bıkıp usanmadan anlatacağım."279on dokuzuncu bölümNicholasın anlattıkları Esranın zaten karışık olan kafasını iyice allak bulak etmiş, olayları iyiceiçinden çıkılmaz bir hale getirmişti. Kırmızı topraklı fıstık bahçelerinin arasından geçen asfaltyolda ciple ilerlerken hâlâ ne yapacağını, neye karar vereceğini bilemiyordu. Bir yandan Berndtenkuşkulanıyor, öte yandan bunu yaptığı için kendinden utanıyordu. Elinde arkadaşını suçlayacak birtek somut kanıt bile yoktu ama onu zanlı sayabilecek o kadar çok olay vardı ki. Olayların üst üstegelmesi yalnızca bir raslantı mıydı, yoksa gerçek katili ortaya çıkaracak işaretler bütünü müydü?Emin olamıyordu, emin olamadığı için de düşünceleri dönüp dolaşıp aynı yere geliyordu.Kuşkularını Yüzbaşıya anlatsa... İnanmazdı. Üstelik ona göre katiller yakalanmış, olay çözülmüştü.Ama Esra bu cinayetleri örgütün işlediği fikrini pek akla yakın bulmuyordu. Belki de yanılıyordu,belki de Alman meslektaşından boş yere kuşku duyuyordu. Belki de Yüzbaşının elinde, cinayetleri,örgüt üyelerinin işlediğini kanıtlayan belgeler vardı. Keşke, diye mırıldandı ama buna hiçinanmıyordu. Yine de acele etmemekte, olayın ayrıntılarını öğrenmekte fayda var, diye geçirdiaklından. Ne de olsa Yüzbaşı bu konuda ondan daha deneyimliydi, yıllarca281dağlarda savaşmıştı, örgütü ondan daha iyi tanıyordu. Aynı zamanda önyargılıydı, bütünolumsuzlukların arkasında örgüt arıyordu. Sanki kendisi önyargılı değil miydi? Daha ne olupbittiğini anlamadan, cinayetleri aşırı dincilerin işlediğini söyleyip, Hacı Settarın yeğeni Fayattankuşkulanmamış mıydı?Cipten inip karakola yürürken hâlâ bunlar vardı kafasında. Kapıdaki iki erden Ankaralı olanıyüzünde mahcup bir ifadeyle karşıladı Esrayı- Daha bir şey sormadan,"Yüzbaşım sizi bekliyor," diyerek eliyle aşağıda, karakolla nehrin arasına inşa edilmiş lojmanbinasını gösterdi. "Uyuyor mu yoksa, rahatsız etmeyeyim." "Yüzbaşım uyumuyor. Esra Hanımgelince lojmana buyursun, dedi. Bahçesi daha serin oluyormuş."Serin lafını duymak bile hoşuna gitti Esranın; Bu cehennemi sıcakta serin bir köşe bulmak büyükayrıcalıktı. Ankaralı er, Esranın önüne düşerek, Fırat kenarından toplanan iri taşlarla döşenmiş, elyapımı sevimli basamaklara yöneldi.Lojmanın bahçesi de tıpkı karakolunki gibi düzenli ve bakımlıydı. Demir kapının girişindekarakolda olduğu gibi iki nöbetçi bekliyordu. Soldaki nöbetçi kulübesinin hemen arkasında, bütünbahçeyi gölgeye boğan devasa bir ıhlamur ağacı vardı, öteki ağaçlar; erik, nar, dut, akasya ve birdüzine kadar kavak onun gölgesinde kalıyordu. Ama bahçeyi bu sıcaklarda çekici kılan yalnızcaağaçların gölgeleri değildi, yirmi metre kadar aşağıdan süzülerek akan Fırattan yayılan nemliserinlik de sıcağı kırıyor, bu-rasını çöl ortasında bir vahaya çeviriyordu.Yüzbaşı, erik ağacının altındaki masada, gözlerini Ff-ratın yeşil sularına dikmiş, sessizceoturuyordu. Ben^bek-liyor, diye düşündü Esra. Bu düşünce bile bedeninin tatlı bir heyecanlaürpermesine neden oldu. Demir kapıdan içeri girerken, Esrayı tanıyan nöbetçinin,"Hoş geldiniz," demesi üzerine başını çeviren Yüzbaşı282onları gördü. Görür görmez de dudaklarında yorgun bir gülümsemeyle doğruldu."Merhaba."Yüzbaşının selamını alan Esra, uzattığı eli sıktı."Gel, şöyle otur," dedi Eşref.Karşısındaki iskemleye oturan Esranın gözleri ağaçların arasındaki lojman binasına takılmıştı"Pek büyük değilmiş. Kaç aile kalıyor burada?"Binayı şöyle bir süzen Eşref,
- "Bizimkiler gelseydi onlar kalacaktı," diye ağzından kaçırdı. Sonra canı sıkılarak konuyu kapatmakistedi. "Şimdi benden başka kimse yok."Ama Esra peşini bırakmadı."Karın gelmek istemedi mi buraya?"Yüzbaşı gerginleşti, soruyu yanıtlamak yerine masanın önünde dikilen Ankaralı ere döndü."Tamam, sen gidebilirsin."Asker selam çakıp, kapıya yöneldi."Ne içersin?" diye yeniden Esraya döndü Eşref."Kendinden bahsetmek çok mu zor?" diye sordu Esra. "Ne zaman senden söz edecek olsak konuyukapatıyorsun."Böyle bir çıkış beklemeyen Yüzbaşı şaşırmıştı. Kısa bir bocalamadan sonra,"Sanki sen kendinden çok söz ediyorsun da," diyerek üste çıkmaya çalıştı. Ama Esra kararlıydı."Sorduğun hangi soruyu yanıtsız bıraktım?"Eşrefin bakışları Esranın cüretkâr gözleriyle karşılaştı."Haklısın belki ben sormamışımdır. İnsanların özel hayatına karışmayı pek sevmem.""insanlar mı?" dedi Esra. Ela gözleri sitemle bakıyordu adama. "İkimizin dost olduğunusanıyordum."Yüzbaşı sıkıntıyla başını salladı."Kusura bakma," dedi. "Saçmalıyorum. Yorucu bir gece geçirdim."283"Yorucu bir gece geçirdiğini biliyorum," dedi Esra. "Ama sen dün geceden önce de böyleydin."Yüzbaşı iç geçirerek, başını öne eğdi. Esra fazla mı ileri gittim diye düşünmeye başlamıştı ki Eşrefbaşını kaldırarak,"Evet, bir kızım var," dedi. "Adı Gülin, ilkokula gidiyor. İstanbulda annesinin yanında kalıyor.""Onu görmeye gitmiyor musun?""Pek sık gidemiyorum. Karımla ayrı gibiyiz. Henüz bo-şanmadık ama nasıl derler, koptuk.İstanbula gidip o eve girmek bana zor geliyor.""Ama kızını ihmal etmemelisin," dedi Esra. Sonra ne kadar anlamsız bir şey söylediğini fark ederekcanı sıkıldı. Adamı zorlamış, konuşturmuştu. Karısıyla arasının kötü olduğunu da öğrenmişti. Neolacaktı şimdi? O da kocasından boşanmış olduğunu mu anımsatacaktı? Böylece iki özgür, yetişkinkişi olarak bir ilişkiye girebileceklerini ima mı etmiş olacaktı? Orhan gibi aynı meslekten gelme,yumuşak başlı bir insanla geçinememişken, Yüzbaşı Eşref gibi henüz yeterince tanımadığı amatanıdığı kadarıyla da uyuşamayacaklarını çok iyi bildiği biriyle nasıl geçinecekti?"Telefonla konuşuyoruz," diye anlatmayı sürdürdü Eşref. "Her bayram bana kart atar. Kendi çizdiğiresimler, Boğaz, Kız Kulesi, Galata Köprüsü, Sarayburnu, Kuleli Askeri Lisesi... her karttaİstanbulun ayrı bir köşesi."Esra, karşısındaki erkeğin yorgunluktan süzgünleşen koyu renk gözlerine ilgiyle bakıyordu."Yetenekli desene.""Yetenekli," dedi. Mahcup bir tavırla ekledi, ^je elim de yatkındı resme.""Belki de asker olmasaydın iyi bir ressam olurdun.""Belki ama ben asker olduğum için mutluyum."Esranın ela gözleri iri iri açılmıştı."Gerçekten mi?"284"Kesinlikle. Neden o kadar şaşırdın?""Hiiç," dedi Esra. Konuyu değiştirmek için sordu: "Ne ikram ediyorsun bana?" ..*"Kola, soda, çay, zahter...""Zahter mi? O da ne?""Duymadın mı, bu yörede herkes bilir. Kekik türünden hoş kokulu bir bitki.""İlginç, madem öneriyorsun ondan içelim."
- Yüzbaşı kapıdaki nöbetçi erlerden birini çağırarak, isteklerini bildirdi. Er uzaklaşırken,"Eee artık şu akşam olanları anlatsan," dedi Esra."İhbarı dün sabah almıştık," diye başladı Yüzbaşı. "Te-lefonda adını vermek istemeyen biri,Genceli Aşiretinin küçük oğlu Mahmudun beş gündür bir arkadaşıyla Göve-li Köyünde, amcakızının evinde kaldığını söyledi. Dün-den itibaren söylenen evi izlemeye başladık. Ama hiçbir şeyanlaşılmıyordu. Baskından başka çare yoktu. Gece baskın yaptık. Silahla karşılık verdiler, çatışmaçıktı. Mahmudla arkadaşını ölü ele geçirdik. Önceden de söy-lediğim gibi bizde zayiat yok.""Allah korumuş," dedi Esra, ama gözlerindeki soru yüklü anlam kaybolmamıştı. "Onların HacıSettarla Reşat cinayetlerinin failleri olduğunu nereden anladınız?""Evde bulduğumuz dokümanlardan," dedi Yüzbaşı. "Bunlar kitle çalışması yapmak için gelmişleryöreye. Bil diğiniz gibi dağda yenildikten sonra artık kentlere, yerleşim yerlerine kaydırdılarçalışmalarını. Öncelikle halkın dikkatini örgütün eylemlerine çekmek, devletin güçsüz olduğunukanıtlamak amacındalar. Bulduğumuz broşürlerde açıkça yazıyor bunlar. Hacı Settarla, KorucubaşıReşatı halkın dikkatini çekmek için öldürdüler.""Bulduğunuz belgelerde Hacı Settarla Korucubaşı Reşatı bu yüzden öldürdük, diye mi yazıyor?""Bu kadar açıkça yazmıyor tabii," dedi Yüzbaşı. Yorgun gözlerinde gergin bir anlam belirdi. "Amabunu kestirmek için müneccim olmaya gerek yok."285Tam düşündüğüm gibi, diye geçirdi aklından Esra. Elinde somut hiçbir kanıt yok. Yine deyanılmadığından emin olmak istedi."Hacı Settarla, Korucubaşı Reşatın üzerinden çıkan parmak izleriyle, teröristlerin parmak izleribirbirini tutuyor mu?"Ne ilgisi var, dercesine tuhaf tuhaf baktı Yüzbaşı ama yanıtlamaktan da geri durmadı."Hacı Settarın cesedinden parmak izi çıkmadı. Otopsi raporunda gırtlağında morartılar bulunduğuyazıyor ama ölüm nedeni kafatasının parçalanması. Bunun da minareden düşme sonucugerçekleştiği sanılıyor. Reşata bugün otopsi yapılacak."Yüzbaşının sesi gerginleşmeye başlamıştı, ama Esra çok önemsemedi."Bilemiyorum, ele geçirdiğiniz kişiler başka amaçla da gelmiş olabilirler buraya" "Nasıl?""Yörede örgütsel çalışma yapmak için geldiklerini söyledin. Örgütsel çalışma için illa da HacıSettarla Reşatı öldürmeleri gerekmiyor.""Sen niye savcı olmadın," dedi Yüzbaşı. "Eminim karanlıkta hiçbir olay bırakmaz, hepsiniçözerdin. Böylece bizim gibi salaklar da katilleri nasıl yakalayacaklarını öğrenmiş olurdu."Eşrefin koyu renk gözlerdeki kıvılcımları fark edince, ileri gittiğini anladı Esra."Özür dilerim," dedi yumuşak bir sesle, "yaptığın işi küçümsemek aklımın ucundan bile geçmez.Dün gece senin ve askerlerinin ölümle burun buruna geldiğini biliyorum."Yüzbaşı yatışacak gibi değildi."Bunların ne önemi var. Önemli olan senin güvenli odanda oturup bizim eksiklerimizi çıkarman.""Biraz haksızlık ediyorsun. Tamam, belki çatışma286yerinde değildim ama dün gece senin için çok kaygılandım. Saatlerce senden gelecek telefonubekledim..." Yüzbaşının gözlerindeki kıvılcımlar gölgelendi. "Ama ne yapayım," diyegülümseyerek sürdürdü sözlerini Esra. "Ben böyleyim işte. Kafamda sürekli sorular soran biri var.Yanıt bulana kadar susmuyor.""Boş kuruntularla hiçbir yere varamazsın," diye söylendi Eşref. Ders veren bir öğretmen gibikendinden emindi. "Olanlar senin kafanda kurguladıklarından daha basit.""Haklı olabilirsin," diyerek gülümsedi, "ama bu sabah öyle bir şey öğrendim ki duysan senin dekafan karışır." "Ne öğrenmişsin bakalım?""Amerikan Hastanesinin eski başhekimi Nicholas, Hacı Settar ve Reşat cinayetlerinin benzerlerininyetmiş sekiz yıl önce de işlenmiş olduğunu söyledi. O zamanlar bir de bakırcı ustası öldürülmüş."İşittiklerini tam olarak anlayamamıştı Yüzbaşı. "Kim, kimi, neden öldürmüş?"
- "Yetmiş sekiz yıl önce tam bu yörede Papaz Kirkor, tıpkı Hacı Settar gibi o zamanlar kilise olanşimdiki caminin çan kulesinden aşağı atılmış ve Göven Köyündeki toprakların büyük bölümününsahibi olan Ohannes Ağa, tıpkı Korucubaşı Reşat gibi kafası kesilerek kucağına konulmuş bir haldebulunmuş. Tek fazlalık o zamanlar Bakırcı Ustası Garonun da öldürülmesi." "Kim anlattı sanabunları?""Söyledim ya Amerikan Hastanesinin eski başhekimi Nicholas. Bu cinayetler işlenirkenAntepteymiş." "Kaç yaşında bu adam?" "Doksanın üzerinde." "Bunamış olmasın?""Yok canım, cin gibi. Yetmiş yıl önce olanları tarihleriyle birlikte dün olmuş gibi hatırlıyor."Biraz düşündü Yüzbaşı. Esra yanıldığını anladı galiba diye tahmin yürütmek üzereydi ki,287"Nicholasın söyledikleri de benim görüşlerimi destekliyor," diye başladı yeniden kendi tezinisavunmaya. "Biliyorsun, örgüt bu yörede hiçbir zaman güçlü olamadı. Tutunmak için elinden gelenher fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Gencelilerin oğlu Mahmud da bu politikanın bir gereği olarakörgüte kazandırıldı. Amaç Genceli Aşi-retine sızmak, onlar aracılığıyla yörede yuvalanmaktı. Amabaşaramadılar. Nicholasın anlattığı bilgiler örgütün bu defa yeni bir strateji denediğini gösteriyor.Reşatın öldürüldüğü Göven ile Mucur, Ermeni köyleri. Onlar kendilerini Ermeni saymıyorlar amakökenleri öyle. 1915 yılında toplu halde Müslümanlığı seçip eski inançlarını reddetmişler. Kimsede onlara karışmamış. Onlar da bu ülkenin saygın vatandaşları olarak yaşamışlar. Örgüt o ikiköydeki vatandaşları kışkırtmak için yetmiş sekiz yıl önce işlenen cinayetlerin aynılarınıgerçekleştirerek, unutulmuş bir olayın intikamını aldığını göstermek istiyor. Böylece ovatandaşlarımızın arasından yandaş bulmak, onlar aracılığıyla da yeni alanlar kazanmak istiyor."Yüzbaşı sözünü bitirirken az önceki asker elinde bir tepsiyle çıkageldi. Tepsinin üstünde küçük birşeker kava-nozuyla, dumanı tütmekte olan açık sarı renkte bir sıvının konulduğu iki çay bardağıduruyordu.Askerin yaklaştığını görmesine karşın devam etti Yüzbaşı."Adamlardaki kurnazlığı düşünebiliyor musun? Bölgeye yerleşebilmek için yetmiş sekiz yıl öncekiolaydan bile yararlanmaktan çekinmiyorlar..."Asker masaya yaklaşınca durdu. Komutanının konuşmasını kesmeye cesaret edemeyerekbeklemeye başladı. Esranın gözleri de beklemekte olan askere kaymıştı, sonunda Yüzbaşı,"Getirdin mi, koysana masaya," diyebildi. Asker terbiyeli bir tavırla yaklaştı, bardaklardan birinialarak konuğun önüne koyacakken ayağı kaydı, dengesini288kaybederek elindeki sıcak zahteri olduğu gibi Esranın üzerine döktü. Genç kadın can havliyle,"Ay," diye bağırarak ayağa fırladı. Açık yeşil gömleğinin bir bölümü, bej renkli ketenpantolonunun sağ üst kışımı koyu bir lekeyle kaplanmıştı. Esrayla birlikte fırlayan Yüzbaşı,"Ne yaptın, dikkat etsene!" diye çıkıştı ere.Genç asker hazırol vaziyeti almıştı, çıt çıkarmadan dinledi komutanının azarlamasını. Yüzbaşıkonuğuna yaklaşarak"Canın çok yandı mı?" diye kaygıyla sordu.Esra gömleğini ve pantolonunu parmaklarıyla çekiştirerek tenine değmesine engellemeyeçalışıyordu. Yeniden ere döndü Yüzbaşı,"Su yetiştir," diye bağırdı, "çabuk ol." Esraya baktı, birden kararını değiştirdi, "En iyisi evegidelim.""Bir şeyim yok, ben iyiyim,"dedi Esra, ama acıyla kasılan yüzü öyle olmadığını söylüyordu."Eve gidelim, soğuk suya tutarsın. Acın azalır."Direnmedi Esra, lojmanın girişine yürüdüler. Ne yapacağını bilemeyen asker korkuyla arkalarındanbakakal-mıştı.Yüzbaşının dairesi giriş katındaydı. içerisi oldukça düzenliydi ama canı yanan Esranın bunu farkedecek hali yoktu.Eliyle yarı aralık kapıyı gösteren Eşref,
- "Banyo orada," dedi aceleyle, " sen gir, ben temiz havlu getireyim."Banyoya girer girmez pantolonunu, gömleğini çıkardı Esra. Duş bölmesine geçerek suyu açtı.Karnının sağ tarafıyla, bacağının üzerindeki kızarıklığa doğru akıtmaya başladı suları. Önceleri ılıkolan su giderek serinlemeye başladı. Su serinledikçe Esranın acısı azaldı. Birden banyonun kapısınıaralık bıraktığını anımsadı, suyu kapatıp hızla geriye döndü. Yüzbaşı ortalarda yoktu. Üzerinden289suları aka aka kapıya yaklaştı. Kapıyı iterken Yüzbaşının sesi duyuldu."Havluyla birlikte, giyecek bir şeyler getirdim. Kapının yanına bırakıyorum. Alırsın."Dışarıdaki seslerden Yüzbaşının elindekileri kapının kulpuna astığını anladı. Bir süre bekledi,sonra kapıyı aralayarak havluyla giysileri içeri aldı. Çamaşırlarını da çıkararak yeniden duşun altınagirdi, saçlarını ıslatmamaya özen göstererek, acısı hafifleyinceye kadar orada kaldı.Duştan çıktığında yanan yerleri hâlâ sızlıyordu ama acısı biraz hafiflemişti. Havluyu alıp lavabonunönünde kurulanmaya başladı. İyice kurulandıktan sonra sağ bacağıyla karnını yeniden gözdengeçirdi, kızarmışlardı ama kabarma yoktu. Ucuz atlattık, diye düşündü. Çamaşır ma-kinasınınüzerine attığı pantolonuyla gömleğine baktı. Yı-kasa mıydı? Zahterin döküldüğü yerleri suylaıslattı. Balkona asar asmaz kururdu. Çamaşırlarını giydi, Eşrefin getirdiği ince pamuklu pijamayıayağına, gül kurusu rengindeki tişörtü de sırtına geçirdi. Belli belirsiz, tanıdık, hoş bir koku çalındıburnuna, tişörtten mi geliyordu, belki de pijamadan. Hayır deterjan kokusu değildi, tıraş losyonugibi. Birden anımsadı, bu, Orhanın kullandığı parfümdü. Demek Eşref de aynı kokuyukullanıyordu. Aynada yüzüne bakarken kendini bir tuhaf hissetti. Hoşlandığı erkeğinbanyosundaydı, onun giysilerinin içindeydi. Sevişme sonraları Orhanın pijamasının üstünügiydiğini anımsadı. Kocasının, düğmeleri açık pijamanın arasından görünen göğüslerine,bacaklarına hayran gözlerle bakmasını, gururla izlerdi. Sahi bir erkekle sevişmeydi ne kadarolmuştu? Bakışları yeniden aynadaki yüzüne kaydı. Yanaklârın-daki kızarıklığı, gözlerindeki tuhafışıltıyı sevmemiş olacak ki, "Saçmalama Esra," diye söylendi. İşleri daha da karıştıracakdavranışlara girmemeliydi. Ama içinde, derinlerde uyanan o gizli istekten kurtulması kolay değildi.Üzerine bol gelen tişörtün yumuşak kumaşına dokundu.290Yüzbaşının uzun parmaklı, esmer ellerini düşündü. Ya-naklarındaki sıcaklık bütün bedenineyayılmaya başlamıştı. Birden kendini toparladı. Neler düşünüyordu. Böyle bir şey yapmamalıydı."Hayır, hayır " diye çıkıştı kendi kendine. Daha Eşrefi doğru dürüst tanımıyordu bile. Üstelikbaşlarında bu kadar sorun varken... Sanki içinde uyanan isteği alıp götürecekmiş gibi musluğuaçarak yüzünü yıkamaya başladı. Kurulandıktan sonra hiçbir şey dü-şünmemeye çalışarak ıslakgiysilerini alıp dışarı çıktı. Salona ilerledi, tam köşeyi dönerken Yüzbaşıyla burun buruna geldi. Okadar yakınlardı ki, birbirlerinin soluklarını hissedebiliyorlardı. O koyu renkli gözlerle defalarcakarşılaşmış olmasına karşın, ilk kez Eşrefin bakışlarında hiç tanımadığı bir ifade gördü.Elindekilerini bırakarak adama sarıldı. Kısa bir duraksamadan sonra Yüzbaşı da onu kucakladı.Sanki bedenlerini birbirine yaslanarak tanıya-caklarmış gibi bir süre öylece kaldılar. Yüzbaşınınhafif terle karışık parfümünü yeniden duydu JEsra. Kalbi genç bir kız gibi heyecanla çarpmayabaşlamıştı. Yüzbaşı bunu hissetmiş gibi usulca kıpırdandı, genç kadının yüzünü görünceye kadargeri çekildi sonra omuzlarından yakalayarak, dudaklarına uzandı.291on dokuzuncu tabletElini şefkatle okşadım, yüzüne, gözlerine sevgiyle baktım ama bedenimi ondan uzak tutmayaçalıştım. Çünkü onu öpmekten, giysilerimi çıkarmaktan, onunla sevişmekten, yeniden başarısızolmaktan korkuyordum. Bütün bunları biliyordu Aşmunikal. Tatlı sözlerle, cesaret verici bakışlarla,küçük dokunuşlarla beni rahatlatmaya çalışıyordu. Ama bu hiç de kolay değildi. Durmadankonuşuyorduk, birbirimize masallarla, destanlarla, şiirlerle dokunuyorduk. Bedenlerimizle değilsözcüklerle sevişiyorduk. Şu anda tabletleri yazdığım kütüphanedeki bu küçük oda tuhaf aşkımızıntek tanığıydı.
- Bu odaya ilk kez büyükbabam Mitannuwa götürmüştü beni. O zaman saray başyazmanı olanMitannuwa ilk kez orada göstermişti bana kil karmayı, tabletlere çivi yazısı yazmayı.Mitannuwanin yazmanlıktan uzaklaştırılmasından sonra Babam Ararasla girmiştim oraya. Kaç kezgüneş batana kadar tablet yazarak babama yardım etmiştim. Bu küçük odada krallara gizli metinleryazılmış, anlaşmalar düzenlenmişti ama gizli bir aşka mekân olabileceğini ne büyükbabamMitannuwa, ne babam Araras ne de ben Patasana düşünmüştük. İnsan tanrı değil ki her şeyidüşünsün, önceden bilsin. Düşünmediğimiz, önceden bilemediğimiz olmuş, bu küçük odaAşmunikal ile benim aşk odamıza dönüşmüştü. w>*Aşmunikal hemen her gün kütüphaneye geliyordu, Laimastan kurtulduğumuz her fırsatta küçükodaya atıyorduk kendimizi. Böyle sürseydi çok geçmeden Kral Pisi-ris aşkımızı öğrenirdi. Ama birgün dinsel bir metin almak için kütüphaneye gelen Başrahip Walvaziti bizi gördü.292Geçmişimizi bilen Walvaziti bizi görür görmez durumu anladı. Ve o gece üşenmeyerek bizim evekadar geldi. Aş-munikalla aramızda bir ilişki olup olmadığını sordu. Olmadığını söyledim.İnanmadı ama yüzüme de vurmadı. Yalnızca beni şu sözlerle uyardı:"Ararasm oğlu, kralımızın ailesinden olan o kızla ilişkim yok diyorsun bana, oysa gördüklerim tamtersini söylüyor. Yine de sana inanmak istiyorum. Çünkü sen gelecekte bu ülkenin yazgısınıbelirleyecek kişilerden biri olacaksın. Aklın, görgün, bilgin, kralın emrinde olacak, halkınmutluluğu için kullanılacak. Aşkın nasıl yakıcı, nasıl vazgeçilmez, insanı mutluluktan çıldırtan birduygu olduğunu bilmez değilim. Ama aşk kışın açan bir güneşe benzer ya da yazın sıcağındaansızın dökülüveren tatlı sağanağa. Ne kadar delice bir güzelliğe, yaşamı soluk soluğa yaşatan birtutkuya sahip olsa da geçicidir. Nasıl ki kışın açan güneşin ömrü kısacıksa, nasıl ki yazın yağansağanak toprağı bile doğru dürüst ıslatmadan kesiliverirse, aşk da birdenbire bitiverir. Böylesinegeçici bir duygu için tanrılarını, kralını gücendirmenin anlamı yoktur. Sen sen ol, bu hastalıklıduygudan uzak dur. Genç bir kadının seni kışkırtmasına izin verme. Güzel bir kısrak gördüğündeazgınlaşan vahşi bir aygırdan farklı olduğunu göster. Soyuna, baban Ararasın onuruna gölgedüşürme."Walvazitinin sözleri bir an için yüreğime korku saldı ama Aşmunikalı düşününce tedirginliklerimkırağı gibi uçup gitti. Yaşlı rahibin gözlerine bakarak yalan söylemeyi sürdürdüm. Böylece onuatlattığımı düşünüyordum. Ama deneyimli Walvaziti bana inanmamıştı. Bir ay sonra babam Ararasseyahatten dönünce olanı biteni ona anlatmış. Zaten devlet işleri nedeniyle yeterince sıkıntılı olanzavallı babam yaralı bir domuz gibi burnundan soluyarak, beni karşısına alıp, sorguya çekti. Nesorarsa yalan söyledim, Aşmunikala duyduğum aşkı, yaşadıklarımızı inkâr ettim. Babam inansınmı, inanmasın mı bilemedi.293Ama ülkenin bu zor durumunda bir de benim gönül işlerimin başına bela olmaması için işi şansabırakmadı. Benim saraya girişimi yasakladı. Bundan sonra Aşmunikala bizzat kendisi Akadçaöğretecekti. Böylece biricik aşkım, kalbimin sevgilisi, bu toprakların en güzel ve en akıllı kızınıgörmek benim için imkânsız hale geldi. Öz babama lanetler okuyarak Aşmunikala ulaşmanınyollarını düşündüm, yeniden görüşmemiz için çareler aramaya başladım. Ama bulamadım. Babamaşkımızı hoyratça yolup atmıştı. Kralının onuruna gölge düşürecek en ufak bir söylentiye biledayanacak hali yoktu. Üstelik ülke, komşu krallarla tehlikeli bir oyuna girmişken...Ama babam Ararasın çabası boşunaydı, sonsuza kadar ayrılmamız için tanrılar bedenlerimizikütüphanedeki küçük odada yeniden buluşturacaklardı.294yirminci bölümEşrefin ne zamandır yalnız yattığı iki kişilik yatağında çıplak bedenleri yan yana uzanmıştı. Hızlısolumalar, derin iç çekişler, bedenlerini sarsan kasılmalar sona ermiş, tenlerindeki ter tanecikleri,perdenin arasında süzülen ılık rüzgârın yumuşak dokunuşuyla kurumaya başlamıştı.
- Tuhaftır hiç yabancılık hissetmiyordu Esra. Oysa bir erkekle ilk yattığında rahatsız edici birduyguyla kalkardı yataktan; bir tür kirlenmişlik, bir tür yabancılık. Şimdi yanında çırılçıplak birerkek varken, tedirginlik ya da utanç değil, gevşeme, rahatlık ve mutluluk duyuyordu. Seviminsöylediği bu olsa gerek, diye düşündü. "Bir kadına doyurucu bir sevişme kadar iyi gelen bir şeyyoktur." Başını çevirince Eşrefin uzun kirpiklerinin arasından kendisini izlediğini gördü. Uzanıpkısa saçlarını sevgiyle okşadı."Ne kadar rahatsın?" dedi Eşref. "Sanki kırk yıllık sevgilim gibisin."Esra hızla geriye çekildi. Gözlerinde öfke kıvılcımları belirmişti"Ne demek istiyorsun?"Yüzbaşı uzanıp onu belinden yakaladı."Dur hemen kızma. Rahat olman hoşuma gidiyor.""Kızmadım," dedi yeniden uysallaşan Esra. "Ama beni yanlış değerlendirmeni istemem."295Yüzbaşı hiçbir şey söylemeden onu kendine çekti. Öpmeye başladı. Esra yeniden sevişmeyebaşlayacaklarını sandı ama Yüzbaşı kollarını gevşeterek gözlerine baktı."Neden ben?"Esra, gevşeyen kolların arasından sıyrıldı."Ne biçim soru şimdi bu böyle?""Merak ediyorum işte," dedi. Başını genç kadının karnına yaslamıştı. "Ne var bunda?"Esranın dudaklarında muzur bir gülümseme belirdi:"Belki Memduh Abinin etkisidir," diye uydurdu."Memduh Ahi de kim?" diye söylendi."Memduh Abi benim çocukluk aşkım," diye yalanını sürdürdü. "Yedi sekiz yaşlarındaydım, o yirmibir filan. Heybeliadadaki Deniz Harp Okulunda okuyordu. Yan komşumuzun oğlu. Üniformasınahayrandım.""Ama onlarınki beyaz.""Biliyorum. Ne fark eder, beyaz ya da yeşil hepsi üniforma değil mi?"Eşref bozulur gibi olmuştu."Yani başka birini anımsattığım için mi?""Şaka şaka..." diyerek dudaklarına şefkatli bir öpücük kondurdu. "Neden sen, bilmiyorum. Sendebeni çeken bir şey var ama, nedir anlayamadım."Yanıt hoşuna gitmişti Eşrefin, uzanıp göğüslerini öpmeye çalıştı. Esra eliyle göğüslerini kapatarakengel oldu."Yapma!"Yüzbaşı uysalca geri çekildi ama bakışları üzerindeydi."Farkında mısın," dedi. "Sen de kendinle ilgili hiçbir şey anlatmadın bana.""Neyi merak ediyorsun?""Kocanı? Ondan neden ayrıldın?""Samimi değildi," dedi Esra. Adeta hiç düşünmeden söylemişti bunu. "Durmadan beni sevdiğinisöylüyordu. Güya üzerime titreyip duruyordu." Sustu. Gözleri karşıdaki duvarda sabitlenipkalmıştı.296"Ama," dedi Yüzbaşı, sözlerini sürdürmesi için eliyle Esranın omzuna dokunarak."Ama aslında beni sevmiyordu," dedi dalgınlığından sıyrılan Esra. "Sever gibi yapıyordu.""Bunu nasıl anladın?""Hamile kalmıştım," dedi Esra. Eşref onun gözlerinin dolduğunu gördü. Ama Esranın ses tonu hiçdeğişmemişti. "İkimiz de istiyorduk çocuğu. Orhan her zaman olduğu gibi benden daha hevesliydi,sanki çocuğu benden daha çok istiyor gibiydi. Üzerime titriyordu. Birazcık ağır bir şey kaldıracakolsam, yapma yapma diye atılıyordu. Beslenmeme dikkat ediyor, yiyeceklerimi kendi eliyle
- hazırlıyor, sigara içmemem için bana yalvarıyordu. Onun bu tavrından zaman zaman bunalsam dane yalan söyleyeyim genellikle hoşuma gidiyordu.Bazen onun duygularından kuşkulandığım, davranışlarını yapmacık bulduğum olurdu. Amakuşkum uzun sürmezdi. Orhan böyleydi, benimle ilgilenmekten, beni şımartmaktan büyükmutluluk duyardı. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Hamileliğimin beşinci ayında Orhanınuluslararası bir konferans için Ankaraya gitmesi gerekti. Onun kariyeri için önemli bir adımdı bu.Dünyanın tanınmış arkeologları katılacaktı toplantıya. Aylardır bu konferansta yapacağıkonuşmaya hazırlanıyordu. Konferans üç gün sürecekti. Orhanın konuşması ilk gündü. Ben deonun kadar heyecanlanıyor, konuşmasının alacağı tepkiyi merakla bekliyordum. O gün akşam üzeriaradı. Sevinç içindeydi. Konuşması büyük alkış almış, ilgi toplamıştı. Onun adına çok sevindim.Yerimde duramıyordum, bu güzel haberi vermek için bir alt sokağımızda oturan Be-hice Hocayagitmeye karar verdim. O coşkuyla apartmanın merdivenlerini hızla inerken ayağım kaydı. Alttakisahanlığa kadar yuvarlandım. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Başucumda annem vardı. Neolduğunu sordum. İyi olduğumu söyledi. Ama gözleri yaş içindeydi.297Hemen bebek geldi aklıma. Bebeğimi düşürmüştüm. İçimde bir boşluk hissettim. Sanki benden birparça koparılmış, içimden bir şeyler çalınmıştı. Ağlamak istiyordum ama kendimi tuttum. Orhanısordum.Ona haber verdik, dedi annem. Bizzat kendi konuşmuştu damadıyla. O da çok üzülmüştü. Nezaman geliyor, diye sordum. Konferansı çok önemliymiş, dedi annem. Senin iyi olduğunuduyunca, sonuna kadar kalmaya karar verdi. İki gün sonra dönecekmiş.Gülmeye başladım. Kahkahalarla gülüyordum. Aklımı kaçırdığımı zanneden annem hemendoktorlara koşturdu. Ama ben normaldim. Yalnızca sinirlerim boşanmıştı. Annem doktorlarlabirlikte geri döndüğünde ağlamaya başlamıştım. Doktorlar yatıştırıcı bir iğne yaptılar, anneme detepkimin normal olduğunu söylediler. Çocuğunu yitiren anne adaylarında bu tür depresyonlarolurmuş. Akşam telefonla aradı Orhan. Anneme uyuduğumu söylemesini rica ettim. Ankaradandönünceye kadar onunla hiç konuşmadım. Bozulduğumu anlamıştı. Döner dönmez, haya-tırtılı,canımlı cümleleriyle af dilemeye başladı. O ne kadar gönlümü almaya çalışırsa ben o kadaruzaklaşıyordum ondan. Her sözcüğü, her davranışı batar olmuştu. O hastanede çocuğumla birlikteona duyduğum sevgiyi de yitirmiştim. Altı ay sonra da ayrıldım zaten."Bir süre suskun kaldıktan sonra başını kaldırıp Yüzba-şıya baktı."İşte böyle," dedi dudaklarında acı bir gülümsemeyle."Ona bir şans daha vermeyi düşünmedin mi hiç?" diye sordu Yüzbaşı."Düşünmedim. Yaşadıklarımız çok sahteydi. İşirTkötü yanı Orhanın kendini de kandırıyorolmasıydı. Adam beni sevmiyordu ama nedense bunu kabul etmek istemiyordu. Sanki bunu kabulederse dünyanın sonu gelecekti.""Belki de seni gerçekten de seviyordu. Ama o an mesleği, görevi ağır basmıştı."298"Çok sevdiği karısı hastanedeyken mi? Daha doğmadan üzerine titremeye başladığı çocuğunuyitirmişken mi?"Yüzbaşı yanıtlamadı. Bir süre ikisi de sustular."Belki de," dedi Esra, "üzerime o kadar düşmemiş olsaydı, onu affedebilirdim. İnsan bazen büyükyanlışlar yapabilir. Ama Orhan samimi değildi. Ne bana, ne de kendisine gerçek duygularını itirafetmiyordu. Bunun yerine iyi koca rolünü oynamayı benimsemişti. Onun için hiçbir şeyyapamazdım. Ayrılarak hem ona hem de kendime iyilik yaptım.""Anlıyorum," dedi Yüzbaşı, "sanırım doğrusunu yapmışsın.""Doğrusunu yaptığımı biliyorum."Yüzbaşı hayranlıkla bakıyordu ona."Kendinden bu kadar emin olman ne güzel.""Bu doğru değil," dedi Esra. Yanağını Yüzbaşının avu-cuna bastırmıştı. "Ben aslında..."
- "Hayır," diye sözünü kesti Yüzbaşı. "Sen tanıdığım kadınların en güçlüsü, en kendinegüvenenisin."Esra yutkundu, gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Yüz-başıya sarılarak ağlamaya başladı. Esranınağlaması geçene kadar Eşref onun asi kumral saçlarını sevgiyle okşadı. Sonra başını kendineçevirip, gözlerinin ucuna küçük öpücükler kondurmaya başladı. Dudakları Esranın ateş gibi yananyüzünden aşağıya inerek genç kadının hafifçe aralanmış ağzını buldu. Tutkuyla kenetlendiler.Kendilerine geldiklerinde hava iyice kararmıştı. Bakışları pencereye kayan Esra,"Ooo vakit geç olmuş," dedi uykulu bir sesle, "artık gitmeliyim."Eşref düş kırıklığına uğramış gibiydi."Gidecek misin? Yemeği birlikte yiyeceğimizi sanıyordum.""Gitsem iyi olur," dedi Esra. Aslında gitmeyi istemiyordu.299"Kazıdakiler seni mi bekliyor?""Beklemiyorlar ama...""Aması?""Bütün gün ortalıkta yoktum.""Birkaç saat geç gitsen..."Birkaç saat geç gitse kıyamet kopmazdı ama nedenini kendi de bilmeden çıktı yataktan.Yüzbaşıyabeni anla dercesine bakarak, giysilerini aramaya başladı. Bahçedeki lambaların ışığı içeri vuruyor,Esranın dik omuzlarını, küçük ama biçimli memelerini, gergin karnını, kadınlık organınınüzerindeki tüyleri, uzun bacaklarını aydınlatıyordu. Yüzbaşı ona dokunmak için dayanılmaz biristek duydu. Ama kendini tuttu, yüzünü asarak yatakta oturmayı sürdürdü. Esra odadan çıktı,salonda bıraktığı giysilerini aldı. Neredeyse kurumuşlar, daha önemlisi zahterin lekesi çıkmıştı.Giyinerek yeniden yatak odasına döndü. Yüz-başıyı bıraktığı gibi yatakta somurtarak otururgörünce gidemeyeceğini anladı. Ama kararını açıklamak için acele etmedi. Gülümseyerek yaklaştı.Yatağa oturarak yüzüne dokundu."Ne oldu?""Ne olacak," dedi Eşref, "çekip gidiyorsun.""Bunun içim mi kızdın?""Evet, sen olsan kızmaz miydin?""Kızardım," dedi Esra. Uzanıp Yüzbaşının alt dudağına kocaman bir öpücük kondurdu. "Tamamkalıyorum. Ama odandaki genç kadını, kapıdaki nöbetçilere nasıl açıklayacaksın?"Hevesle Esraya sarılmaya çalıştı Yüzbaşı."Onlar çoktan nöbet değiştirdiler. Şimdi yenile"ri gelmiş olmalı."Esra ustalıkla sıyrıldı erkeğin kollarından."Kalıyorum, ama bu zamanı yatakta geçirmeye hiç niyetim yok. Açlıktan ölüyorum, sabahtan beribir şey yemedim."300HA 7 -r wHemen toparlandı Yüzbaşı."Kasabadan yiyecek bir şeyler getirteyim.""Hayır hayır istemem. Asker karavanası çok mu kötüdür?""Kötü değildir ama daha iyi bir şey...""Tamam o zaman karavana yiyoruz," diyerek kesti sözünü Esra. "Ne zaman gelir?"Yüzbaşı saatine baktı; beşi yirmi geçiyordu."Yemeği hazırlamışlardır. Telefon edip isteyelim."Yarım saat sonra ıhlamur ağacının yapraklarıyla gölgelenen Eşrefin balkonuna kurulan masadadalyan köfte, salata ve erik hoşafından oluşan karavanayı yiyorlardı. Ev sahibinin tüm ısrarlarınakarşın Esra içki içmek istememişti."Bayılırım dalyan köfteye," dedi. "Ne zamandır yemi-yordum."
- Eşref yüzünde mutlu ama dalgın bir ifadeyle onu izliyordu. Esranın bakışlarıyla karşılaşınca,durdu, gülümsedi. Uzanıp eline dokundu Esranın."Senin burada olmana inanamıyorum," dedi. "Belki sana komik gelecek ama içimde nedeninibilmediğim bir tedirginlik var."Yüzbaşının tavrı Esrayı yadırgatmıştı."Ne tedirginliği?"Nasıl anlatacağını bilemedi, hastanede yattığı günlerde duyduğu, ruhunu alt üst eden o korkuyabenzer bir duyguydu bu. Psikologuna nasıl açıklayamamışsa çok istemesine karşın Esraya daaçıklayamıyordu. Yine de anlatmak için çaba göstermekten geri durmadı."Sanki bir çatışma olacak, bir haber gelecek birbirimize yabancılaşacağız..."Ama açıklamaları Esranın aklını karıştırmaktan başka bir işe yaramadı."Bu yüzden gitmeni istemedim," diye sürdürdü Yüzbaşı. "Belki bir daha görüşemeyiz, diye."301"Niye görüşmeyelim ki? İkimiz de buradayız."Yüzbaşı elini bıraktı."Bilmiyorum, hayat tuzaklarla dolu, insanın başına her gün bir şey geliyor, her gün bir olayoluyor."Gözlerini kaçırmıştı. Bir süre dalgın dalgın masadaki ekmeği seyretti. Esra da yemeyi bırakmıştı.Kafası karışmıştı. Yoksa Yüzbaşı cinayetlerle ilgili gelişmeleri ondan saklıyor muydu? Bahçedesinirlenerek, adeta azarlar gibi konuşması da açığını kapatmak için yaptığı planlı bir davranışmıydı?"Gerçekten de çok kötü günler yaşıyoruz. Ama işin sonuna geldik değil mi?" diye sordu; Aslında,yoksa benden gizlediğin bir şeyler mi var, demek istiyordu."Haklısın," dedi Yüzbaşı. Sanki uzun bir uykudan uyanmış gibiydi, "işin sonuna geldik."Esra hiçbir şey söylemeden dikkatle baktı ona."Yesene," dedi Eşref, "hani çok seviyordun dalyan köfteyi?""Yiyorum," dedi Esra, ama Yüzbaşının konuyu geçiştirmeye çalıştığını düşünüyordu. Sonundagerilime dayanamayarak açıkça sordu: "Benden bir şey gizlemiyorsun değil mi?""Yoo, senden niye bir şey gizleyeyim ki.""Birden tuhaflaştın.""Haklısın biraz durgunlaştım ama sandığın gibi değil. Bunun son olaylarla ilgisi yok."İnanmadı Esra, ama karşı da çıkmadı, sessizce yemeyi sürdürdü. Eşref de susuyordu. Suskunluğunusuçlu olmasına yordu Esra. Birden çatalını bırakarak,"Sana bir şey itiraf edeyim mi," dedi. Gözlerini öfkeyle kısmış, yüzü kavgaya hazırım dercesinegerilmîş"ti. "Ben, cinayetleri örgütün işlediğine inanmıyorum."Eşref hiçbir şey söylemedi, dudaklarında acı bir gülümsemeyle baktı yalnızca.Her davranıştan, her mimikten alınmaya başlamıştı Esra.302"Ne gülüyorsun?" diye çıkıştı."Korktuğum buydu işte! Bak, o lanet olası cinayetler yine aramıza girdi.""Konu ilişkimizden daha önemli," dedi Esra. "insanların hayatı söz konusu. Eğer katil ya da katilleryakalanma-dıysa hepimizin canı tehlikede demektir.""Ama katiller yakalandı," diyerek onu inandırmaya çalıştı Yüzbaşı. "Artık kimseye zararveremezler." "Bu söylediklerine inanıyor musun?" "İnanıyorum," dedi. "Çünkü gerçek bu." "Bencedeğil. Örgüt bu türden cinayetler işlemez." "Örgütü tanısaydın işleyeceğine inanırdın." "Bununörgütü tanımakla ne ilgisi var?" "Çok ilgisi var," dedi Yüzbaşı. "Sen örgütü küçümsü-yorsun.Onlar, senin için yenilmeye mahkûm bir davanın aldatılmış, yarı cahil insanları. Ve bu insanlar,benim söylediğim gibi Ermeni köylerini yanma almak için böyle inceden inceye tasarlayarak birdizi cinayet işleyecek kadar zeki değildir."
- Esranın güvensiz gözlerle kendisine bakmaya devam ettiğini görünce, "Onların arkasında büyükülkeler var," diye sürdürdü sözlerini. "Almanlar, İngilizler, Yunanlılar, Suriyeliler, İranlılar var.Dostumuz görünen Amerika bile alttan alta onları destekliyor. Çok iyi yetiştirilmiş kadroları var.""Nasıl kadroları var bilmiyorum ama onların bu tür cinayetler işlemediklerini düşünüyorum," dediEsra hiç çekinmeden. "Ben de gazete okuyorum, haberleri izliyorum. Örgütün bu türden cinayetlerişlediğini de hiç duymadım."Çaresizlikle baktı Yüzbaşı. Tartışmak istemiyordu, buna gücü yoktu ama artık bu konuyukonuşmaktan kaçamayacağını da biliyordu. Boğazının kuruduğunu hissetti. Önündeki bardağauzandı. Gözleri titreyen ellerine kaydı. Engel olmak için sımsıkı sarıldı bardağa. Sudan kocamanbir yudum aldıktan sonra,303"Gazete haberlerine fazla inanma," dedi içten bir tavırla. "Sana bir olay anlatacağım. Haber değil,gerçek bir olay. Hani geçen gece anlatmaktan kaçındığım olay.""O gece neden anlatmadın?""Bende çok kötü anıları var. Onları yeniden yaşamak istemiyordum.""Şimdi yaşamayacak mısın?""Ne yapayım seni ikna etmenin başka yolu yok."Eşrefin boynunu bükerek söylediği bu sözler Esrayı etkiledi, öfkesi geçer gibi oldu ama bellietmedi. Seni dinliyorum, dercesine bakmakla yetindi. Çok farklı olduklarını, olaya zıt açılardanbaktıklarını, birlikte yaşayamayacaklarını biliyordu. Yine de bu adamın varlığı alışık olmadığı birrahatlık veriyor, onu mutlu kılıyordu.304yirminci tabletBabam, Pisirisi mutlu edecek haberlerle dönmüştü gezisinden. Urartu Kralı Sardur ile Frigya KralıMidas, ezeli düşmanları Asurlulara karşı Pisirise yardım etmeye hazır olduklarını bildiriyorlardı.Babam, iki kralın bu desteğini açıklarken yine dikkatli olmayı seçmiş, bu kralların söylediklerinitemkinli karşılamak gerekir demişti. Ama Pişiriş aldığı bu haberle sevinçten çılgına dönmüş,babamın, yaşlı soyluların uyanlarına aldırmadan küçük Hitit Krallıklarına ulaklar göndererek, Asurzulmünden kurtuluş gününün yakın olduğunu müjdelemeye başlamıştı.Oysa Asurların zalim kralı Tiglatpileser, ağabeyini sarayda öldürerek iç karışıklıkları bastırmış,ülke içinde düzeni sağlayarak, Asur tarihinin en güçlü, en acımasız ordusunu kurmuş, rüzgâr yeleliüç atın çektiği savaş arabasına binerek kendisine başkaldıran krallıkları yola getirmek için sefereçıkmıştı bile.Tiglatpileserin sefere çıktığı haberi bile Pisirisi korkutamadı. Pişiriş, Frigya Kralı Midas ile UrartuKralı Sar-dura güveniyordu. Asur kralının savaşa başladığını öğrenen öteki krallıklar, aslanınkokusunu alan geyik sürüsü gibi bir araya toplanmaya başladılar. Küçük krallıklar Urartu KralıSardurun çevresinde toplandılar. Böylece Tiglatpileseri durduracaklarını sanıyorlardı. Bu krallarınbaşında da Pişiriş geliyor, Urartu Kralı Sarduru canla başla destekliyordu.Sonunda kaçınılmaz an geldi; Urartu ordusuyla Asur ordusu savaşa tutuştular. Asur ArslanıUrartuları perişan etti. Sardur ordusundan kalanları da yanma alarak kaçmaya başladı. BöylecePisirisin güvendiği dağlardan biri305çökmüş oldu. Frigya kralı Midas ise bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek bu savaşı uzaktanizlemeyi seçmişti.Pişiriş ilk kez yaptığı yanlışın farkına varmıştı. Asur Kralı Tiglatpileser, ülkemizin Urartuyladayanışma içinde olduğunu öğrenmişti. Pişiriş, geniş suratında kapkara bir korkuyla sarayınakapanıp, ne yapacağını düşünmeye başlamıştı.Urartu ordusunun yenilgi haberi, uğursuz bir felaket gibi çökmüştü kentin üzerine. Arpada yürüyenTiglatpi-leserin geçtiği bölgelerden, Fırat kıyılarından ölüm haberleri geliyordu. Asur ordusu elegeçirdiği bölgeleri yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor, insanların gözlerini oyup, ellerini kesiyor,
- evlerinden, köylerinden, kentlerinden sürüyordu. Asur ordusunun kentimizin kapısına dayanmasıgün meselesiydi. Halk korku içinde titreyerek, Kral Pisi-risin ortaya çıkıp, rahatlatıcı sözlersöylemesini bekliyordu. Ama günler geçiyor, kral sarayından dışarı çıkmıyordu.Bu durumu garipseyenlerin başında babam Araras geliyordu. Gerçi Pişiriş tahta oturduğu andanberi yalnız başına iş yapmayı bir gelenek haline getirmişti ama halkın, kentin yazgısını ilgilendirenböyle zor bir durumda soylular meclisini toplaması, bunu yapmıyorsa bile en yakınındaki adama,yani danışmanına, başyazmanına başvurması gerekmez miydi? Ama Pişiriş bunu yapmadı. Kendibaşına düşündü kendi başına karar verdi.Günler sonra babamı yanına çağırdı. Tiglatpilesere ulaştırılmak üzere gizli bir anlaşma metniyazdırdığını söyledi. Eskisinden iki kat daha fazla vergi vermeyi önerdiğini açıkladı. Ancak buanlaşmayı Tiglatpilesere en güvendiği adamının yani babamın götürmesi gerekiyordu.İki gün sonra babam, yanında on iki saray muhafızıyla birlikte Arpadtaki kuşatmayı sürdüren Asurordusunun başındaki Tiglatpilesere anlaşma metninin yazıldığı iki306tableti ve değerli armağanları vermek üzere yola çıktı. Nedendir bilinmez, Pişiriş, babama tabletiokumamasını söylemişti. Zaten bunu yapmasına da imkân yoktu; çünkü tabletler Pisirise bağlı oniki saray muhafızının koruması altındaydı.Babam yola çıkmadan önce bir daha karşılaşamaya-cakmışız gibi bizimle vedalaştı. Onun bu halibeni ürküttü. Neler olduğunu sordum. Babamın gözleri yaşla doldu. Şöyle dedi:"Fırat topraklara bereket akıtır, başaklar buğday verir, kayısı ağacında kayısı yetişir, koyunlar bizeet, süt sağlar, kral bu ülkeyi yönetir, askerler savaşır, yazmanlar anlaşmalar yazar, krala akıl verir.Herkesin bir görevi vardır. Ama zaman olur Fırat taşar, bereket yerine ölüm akıtır, kuraklık olurbaşaklar buğday vermez, kayısı ağacında kayısı yetişmez, hastalık olur koyunlar ölür, sütleriiçilmez, etleri yenilmez, zaman olur bir kral ülkeyi yönetemez, askerler savaşamaz. Bunlar olur,fakat ülkesine bağlı bir yazman bunları bahane ederek görevine yüz çeviremez. Çünkü yazmantanrıların kalemidir. Ona bu görevi kral değil, Gökyüzünün Fırtına Tanrısı Teşup vermiştir. Ucundaölüm de olsa, ihanet de olsa gerekeni yapmalıdır. Bu onun tanrılara olan borcudur. Borcunugerektiği gibi ödemelidir."Babam Ararasın neden bahsettiğini o gün anlayamamıştım. Anlamam için çok uzun bir zamanıngeçmesi, vicdan azabı içinde kıvranan Laimasın ölüm döşeğinde gerçeği bana anlatmasıgerekecekti.Tiglatpilesere anlaşma metinlerini götüren babam kendinden emin bir tavırla kafileye katıldı. Başıher zamankinden daha dikti, bakışları her zamankinden daha vakur.Bir ay sonra Pişiriş beni sarayına çağırdı. Geniş yüzünde kederli bir ifade vardı. Beni dostçakarşıladı. Elimi avucunun içine alarak şöyle dedi:307"Genç Patasana, sana acı bir haberim var. Ne yazık ki Asurların zalim kralı Tiglatpileser, benimdanışmanımı, başyazmanımı, senin baban Ararası hunharca öldürdü. Onun canını kentimizedokunmamanın bedeli olarak aldığını söyleyen bir de mesaj yolladı bana. En yakın adamımıncanını alarak, bana gözdağı vermek istedi. Babanın ölümü büyük kayıp, ancak canını verirken bilekrallığımıza yararı dokundu. Ölürken bile ülkemizi Asurlu barbarların yağma ve acımasızlığındankorudu. Tanrıların huzurunda, bu soylu adamın anısına büyük saygı duyuyor, senin de ona layık birevlat olarak babanın bıraktığı yazmanlık görevini devralmanı emrediyorum."Babamın bu beklenmedik ölüm haberi beni sarsmıştı. Aklım şaşkın, yüreğim acı doluydu, bedenimtepeden tırnağa öfkeyle titriyordu. Babamın yanımızdan ayrılırken yüzündeki ifade geliyordugözlerimin önüne, söylediği sözler kulaklarımda çınlıyordu ama olayları nasıl yorumlayacağımıbilemiyordum. Gözyaşlarımı tutarak dinledim Pisirisi. Sonra izin isteyip eve koştum, haberianneme ben vermeliydim. Yine gözyaşlarımı tutarak olanları anneme anlattım. Annem yere yığıldı,bir ağıt tutturarak, yüzünü gözünü tırmalamaya başladı. Onu durdurdum, bu ölümü olgunluklakarşılaması gerektiğini söyledim. Çünkü o soylu devlet adamı, büyük kral Pisirisin danışmanı,