24 Eylül 2014

PATASANA BÖLÜM 4 AHMET ÜMİT (Hititlerde ; yazıcı,yazan,yazman anlamına gelen kelime.)


PATASANA BÖLÜM 4
AHMET ÜMİT
 (Hititlerde ; yazıcı,yazan,yazman anlamına gelen kelime.)
  • "Başka kim öldürebilir ki? İnsan canından bezmeden Türkoğlu aşiretine dokunamaz. İnsanıcanından bezdiren174en önemli mesele de namustur burada. Reşat Ağa kimin namusuna dokunmuştur, Abid Hocanın.Hem eski husumetleri de var onların. Demek ki...""Hani Abid Hoca korkak diyordun?""Sadece ben değil bütün ahali bu herifin gözü yassı, diyordu. Ama değilmiş. Zaten suyun yavaşakanından, adamın yere bakanından korkacaksın. Sifli sifli dolaşırken meğerse bu işi nasılhalledeceğini kurarmış. Helal olsun adama.""Bir katili övdüğünün farkında mısın?""Reşat Ağa daha büyük katildir," dedi Halaf kararlı bir tavırla. "Sayısız kişinin canını yakmıştır,toprağına, avradına el koymuştur. Öldürdükleri adamları bir araya toplasanız bir mezarlık şenlenir.Beş yıl önce örgüt üyesi diye on sekiz yaşında iki genci köpeklerine parçalattırdı bu deyyus. Bir yılsonra da Allahın garibi bir Mardinliyi pa-tos makinesine attırarak kıyma gibi çektirdi. Ölenlerinhiçbir şeyle ilgisi yoktu. Ben terörist öldürdüm diyebilmek, devletten koruculuk alabilmek içinkesti masumları."Esra duyduklarına inanmak istemiyordu, konuyu değiştirmek için,"Peki tutuklamışlar mı Abid Hocayı?" diye sordu. "Bilmiyorum, ben olsam tutuklardım. İstersensöyleyelim Yüzbaşıya...""Bir kere söyledik, boş çıktı."Halaf in tadı kaçtı."Niye öyle diyorsunuz Esra Hanım?" dedi kırgın bir sesle. "Şehmuzla Bekir tutuklanmadı mı?""Tutuklandı ama cinayetten değil, tarihi eser çalmaktan.""Hacı Settarı onlar öldürdü. Reşat Ağayı ise Abid Hoca," dedi Halaf inatla. "Göreceksiniz,söylediklerim bir bir çıkacak."Yanından ayrılmadan onu şöyle bir süzdü Esra.175"Umarım haklı çıkarsın. Soran olursa ben Timin yanındayım. Bir şeyler konuşacağız.""Yemek neredeyse hazır. Alinazik ile firik pilavı yaptım. Yanında sumak ekşili, sulu domatessalatası var. Üstüne de Gâvur Nadidenin ballı tutları."Gülümseyerek başını salladı Esra. Fıratın bu yakasında neler olup bitiyor, haberli olan bu işgüzarBarak genciyle her konuştuğunda morali düzeliyor, neşesi yerine geliyordu. Aklı kazının geleceğiile ilgili belirsiz düşüncelerle doluyken bile ne yapıp etmiş Halaf onu güldürmeyi başarmıştı.Endişesi azalıp, yüreği yeğnileşerek Timothynin odasına yöneldi.Odaya vardığında Gâvur Nadidenin gitmek üzere olduğunu gördü. Timothy, Elif, Hanefi ve yaşlıkadın ayaktaydı. Kadın başına çiçekli, siyah bir yazma bağlamıştı. Yazmanın altından kınalı saçlarıgörünüyordu. Üzerinde uçuk mavi, basmadan bir elbise vardı. İri ayakları, kaba siyahayakkabasından taşacak gibiydi. Beli hafifçe bükülmüştü ama sağlıklı görünüyordu. Yüzü HattuçNinenin-kinden daha esmer, daha kırışıktı ama gözleri tıpkı Mu-. ratın söylediği gibi dipdiribakıyordu insana. Esranın odaya girdiğini ilk o fark etti, ama göz göze gelince bakışlarını kaçırarakmahcupça gülümsedi."Hoş geldiniz," dedi Esra uzaktan."Hoş bulduk kızım," dedi. "İyicesin inşallah.""Sağ olun, iyi olmaya çalışıyoruz işte.""Allah iyilik versin," dedi sonra Amerikalıya dönerek ekledi. "Ben artık gideyim. Bir kaç günsonra haber var mı, diye uğrarım."Elif, yaşlı kadınla torununu geçirirken Esra Ti» mothynin çalışma masası olarak kullandığı sırayayaklaştı."Nasıl bulabilecek misin kardeşini?"
  • "Ağabeyini," diye düzeltti Timothy. Elinde eskilikten lime lime olmuş bir mektup tutuyordu. "Bumektup elli176yıl önce New Yorktan atılmış. Adresteki ev belki çoktan yıkılmıştır. Ama kadıncağız çok istiyor.Orada yakın arkadaşlarım var. Onlara ulaşıp, adresi araştırmalarını söyleyeceğim. Sanmıyorumama belki bir iz bulurlar."Esra uzatılan mektuba baktı, dörde katlamaktan, kat yerleri yırtılmış, siyah mürekkeple yazılanyazılar solukla-şıp, kahverengiye yakın bir renk almıştı. Parçalanmasından korkarak mektubu elinealdı."Elli yıllık ha," dedi hayretini gizleyemeden. "Nasıl korumuş bunu?""Kuranm arasında sakladım, diyor. Bana kalırsa İncilin arasında saklamıştır.""Öyle olsaydı söylerdi canım. Senin Hıristiyan olduğunu tahmin ediyordur.""Sanmıyorum. Sizin yanınızda olduğum için kuşkulanıp söylememiş olabilir."Mektubu Amerikalıya uzatan Esra,"Irakta da böyle iyilikler yapar miydin?" diye sordu kıskançlıkla, hayranlık karışımı bir yüzifadesiyle."Irakta yakını Amerikada olan kimseyle karşılaşmadım," dedi Timothy. Mektubu kutsal biremanetmiş gibi dikkatle alıp, sıranın üzerindeki defterin arasına yerleştirdi.Özenini abartılı bulmuştu Esra ama üzerinde durmadı."Ben buraya kazıyı konuşmak için geldim," diyerek asıl konuya girdi. "Haberi duydun mu?""Korucubaşının öldürülmesini mi?""Evet... Bir gün arayla bu ikinci cinayet," dedi Esra. "Ne yapacağız Tim? Ben ciddi ciddi korkmayabaşladım."Amerikalı yüzünde dingin bir ifadeyle dinledi kazı başkanını, sonra boş iskemleyi göstererek,"Gel," dedi, "şöyle otur da konuşalım."Esra iskemleye yerleşirken kaygılarını dile getirmeyi sürdürüyordu.."Gerçekten de ne yapacağımı bilemiyorum. Ekipten177birinin zarar görmesinden korkuyorum. Katil ya da katiller çevremizde dolanıp duruyor. Acabakazıyı durdursakmı:"Korkunç şeyler oluyor," dedi Timothy. Önemli bir konuda konuşmaya başladığı zamanlardayaptığı gibi sağ eliyle bakır rengi sakallarını karıştırmaya başlamıştı. "Olayı duyunca ben de çokendişelendim. Ama sonra bu cinayetlerin bizimle ilgisi olmadığını düşündüm. Hatta iki cinayetinbirbiriyle ilgisi olduğu bile belli değil. Halaf namus meselesi diyor, olabilir de olmayabilir de."Timothynin olayı önemsemez görünmesi Esranın yüreğine su serpmişti ama sormadan edemedi:"Ya söylentiler? Halkın bu işten bizi sorumlu tutması.""Bence bu söylenti işini biraz abartıyoruz. Bir iki softayla, bir iki eski mezar soyguncusunundışında kimse lanetten söz etmiyor kasabada. Neden kazıyı durduralım ki?""Söyledim ya, ekiptekilere zarar gelir diye korkuyo-rum."Kimse bize saldırmaya cesaret edemez. Yüzbaşının yanımızda olduğunu biliyorlar.""Ama örgüt Yüzbaşıyı takmaz," dedi Esra tedirginlik içinde. "Öğretmenleri öldürdüler,mühendisleri kaçırdılar.""Bu bölgede örgütün faaliyetleri yok ki!""Yüzbaşı örgütün gizli çalıştığını, özellikle de Genceli Aşiretinden destek gördüğünü söylüyor.Gencelilerin küçük oğlu Mahmut da dağdaymış. Yüzbaşı, aşiretin başı Müslimin de örgüte sempatibeslediğini, en azından yataklık yapmaya hazır olduğunu söylüyor." «••Timothy oturduğu iskemlede geriye yaslanarak, başını salladı.
  • "Yüzbaşı olaylara objektif bakamıyor. İnsan uzun yıllar savaşınca böyle olur. Onun görüşlerinifazla ciddiye alma-san iyi olur."178"Biraz haksızlık etmiyor musun?" dedi Esra alıngan bir tavırla. "Yüzbaşı bize çok yardım etti. Belkio olmasaydı şu anda kazıyı sürdüremezdik bile.""Yanlış anladın," diye açıklamaya başladı. "Yüzbaşıyı ben de severim. Onun dürüst bir askerolduğundan kuşkum yok. Ama bir tür rahatsızlık geçiriyor. Bunun adı savaş sendromu. Bu duyguinsanı çıldırtır, paranoyak yapar.""Sanki savaşa katılmış biri gibi konuşuyorsun." dedi Esra. Manidar bir gülümseyiş belirmiştidudaklarında."Katıldım," dedi Amerikalı. "Vietnamdaki denizcilerden biri de bendim."Esranın gülümsemesi dudaklarında dondu."Şaka yapıyorsun?""Neden? Savaşa katılacak birine benzemiyor muyum?"Esranın bakışları onun kaslı, atletik bedenine kaydı."Yoo, yoo," dedi başını sallayarak, "onu demek istemedim. Yani senin gibi birinin savaşta, üstelikülkesinden binlerce kilometre uzaktaki bir savaşta ne işi var?""Söylediğim doğru, ben de Vietnamdaydım. Hem de savaşın tam ortasında. Birleşik Devletleryenilinceye kadar da orada kaldım."Esranın bakışlarındaki şaşkınlığın yerini kuşku almıştı. Timothynin derin bilgisinin, engindeneyimlerinin, olgun kişiliğinin ardında gizlenen eksik, yanlış bir şeyler olduğunu düşünürdü arasıra. Bir insanın bu kadar iyi olması, kusursuza yakın davranışlar sergilemesi pek olağan gelmezdi.Ama ondan kuşkulanması için de bir neden yoktu. Oysa şimdi, en güvendiği meslektaşının savaşakatıldığını öğreniyordu."CIA ajanı değilsin, değil mi Tim?" dedi şakayla karışık.Kahkahalarla gülmeye başladı Amerikalı."Üzerine bastın," dedi gülmesi durulunca, "CIA Ortadoğu Uzmanı Timothy Hurleylekonuşuyorsunuz şu anda.179Operatif faaliyetlerimiz için istihbarat çalışmaları yapıyorum. Arkeolojiyi de paravan olarakkullanıyorum.""Söylediklerimi yabana atma," dedi Esra. Kuşkularını şakacı tavrıyla gizlemeye çalışıyordu."Unutma ki bu bölgede ilk kazıyı yapanlardan biri ünlü İngiliz casusu Law-rencetı.""Tabii tabii haklısın, ben de Lawrencei örnek aldım kendime." diyerek işi iyice alaya vurduTimothy. "Onun hayranıyım. Hatta CIAdeki kod adım da Lawrence. Ama benimki Arabistanlıdeğil Baraklı Lawrence."Esra da gülmeye başlamıştı."Paranoya bulaşıcıdır," dedi sakinleşen Timothy. "Yüzbaşıyla geze geze bak sen de kapmışsınhastalığı.""Sahi, savaşa katıldın mı?""Katıldım dedim ya.""Neden katıldın?"Artık gülmüyordu, merakla meslektaşına bakıyordu."Yalede ordu bursuyla okudum. Babam bir televizyon fabrikasında ustabaşıydı. Beni Yale deokutacak kadar parası yoktu anlayacağın. Bursu kazanınca okula başlayabildim. Ordu bursuylaokuyanlar, askerlik yaparak öderler borçlarını.""İsteyerek gitmedin yani?"Dalgınlaşmıştı Timothy, bir süre düşündükten sonra yanıtladı."Aslına bakarsan savaşa gitmeyi ben de istiyordum. Çok gençtim. Pek girişken bir çocuk dadeğildim. Henüz bir amacım yoktu. Kendimi göstermek istiyordum. O sıralar Vietnam Savaşına
  • karşı protesto hareketleri yeni başlamıştı. Onların arasında yer almadım, belki çekingenliğimyüzünden, belki protestocuların başındaki çocukları sevmediğimden. Onların esrar çekip, toplu sekspartilerine katılan uzun saçlı, sorumsuz serseriler olduklarını düşünüyordum. Biraz da onlara tepkiolsun diye Amerikan yurtseverliğini kanıtlamak için isteyerek gittim savaşa.180Cahilce, hatta aptalca gelebilir sana, kendine kimlik bulmaya çalışan ve seçenekleri fazla olmayangenç bir adamın arayışı diye düşünürsen, beni daha iyi anlarsın. Sonuçları iyi olmadı tabi..."Timothynin gözlerindeki dalgınlık derinleşmişti."Kimseyi öldürmek zorunda kalmadın, değil mi?" diye sordu Esra. Timothynin nelerlekarşılaştığını, neler hisse-tiğini anlamaya çalışıyordu. Ama hepsinden önemlisi meslektaşınındışarıdan mükemmelmiş gibi görünen kişiliğinin altında gerçekte neler yattığını öğrenmekistiyordu.Timothy sanki soruyu duymamış gibiydi; ne yüzündeki ağırlık kaybolmuş, ne gözlerindeki anlamdeğişmişti."Korkunç şeyler yaşamış olmalısın," diye üsteledi Esra.Timothy onu onaylarcasına başını salladı,"Ama bir sürü şey de öğrendim. Savaş, bedeli çok ağır ödense de dünyanın en iyi okullardanbiridir.""Keşke böyle bir okul hiç olmasaydı.""Bu imkânsız," dedi dalgınlığından sıyrılan Timothy. "Savaşsız bir tarih düşünebilir misin?Sosyoloji, ekonomi, psikoloji? Tıbbın en çok ilerlediği evre bile Nazilerin Yahudi kobaylarüzerinde çalışmalar yaptığı dönem. Savaş insanoğlunun varoluş biçimlerinden biri. Hem toplumsal,hem de bireysel olarak böyle bu. Ruhumuzdaki kötülüğü en iyi biçimde açığa çıkaran başka biroyun yok. İnsanoğlu bu oyundan hiç vazgeçmedi, bundan sonra da vazgeçer mi bilmiyorum."Meslektaşını yadırgayan gözlerle süzdü Esra."Sanki savaşı savunur gibisin.""Hayır! Kesinlikle hayır, ben savaşı savunmuyorum. İnsan denen yaratığı anlatmaya çalışıyorum.""İnsan mı?" diye duraksadı Esra. "Ama savaşların nedeni, devletlerin, ülkelerin, sınıflarınçıkarlarıdır. Bunun için sıradan insanı suçlamak ne kadar doğru?""İlk söylediğinde haklısın. Savaşlar sınıfların, devletlerin çıkarları için yapılmıştır ve yapılmaktadır.Ama181sonuçta süngüyü saplayan, tetiği çeken, bombayı atan, tankı kullanan sıradan insanlardır. Yaniüniforma giymiş halktır. Bugüne kadar çok az asker buna karşı durmuştur. Savaşan iki ordununaskerlerinin birleşip, artık yeter, biz savaşmak istemiyoruz deyip silahlarını attıkları kaç olay vardırtarihte? Oysa öldürmekten zevk alan, bunu meslek haline getiren insanların yer aldığı binlerceörnek gösterebilirim sana.""İyi de," diye itiraz etti Esra, "silahlarını bırakırlarsa suç işlemiş olurlar. Belki de vatan haini diyekurşuna dizilirler.""Savaşta zaten ölmeyecekler mi? Daha doğru bir amaç uğruna, barış için ölmeleri daha anlamlıolmaz mıydı?""Bu bir bilinçlenme sorunu," dedi kaçacak yeri kalmayan Esra. "Güçlü bir barış kültürü oluşursa...""Anlatmak istediğim de bu. Barış insanın içinden gelmiyor. İnsan, öldürmek için gösterdiği çabayı,özveriyi, öldürmemek için göstermiyor. Barışı sağlamak için dışarıdan bir bilinç akışı gerek.""Savaş için de öyle değil mi?" diye atıldı Esra. "Hükümetler halkı hazırlamadan savaşa girmeyigöze alamazlar.""Belki, ama savaşın kötü, korkunç bir şey olduğu defalarca kanıtlandı. Sonuçları bu kadar ağır olanbir yıkıma insan nasıl bu kadar kolay sürüklenebilir. Sürükleniyorsa bunun nedenlerini devletlerinkatı politikalarında, açgözlü sınıfların çıkarında olduğu kadar insanın yapısında da aramak gerek."Meslektaşının görüşlerine katılmasa da,
  • "İlginç," demekten kendini alamadı Esra. Bunu laf olsun diye söylememişti, Timothy onu gerçektende şaşwt"-mıştı. Onun yaşama iyimser gözlerle bakan biri olduğunu düşünürdü. Yalnızca Esradeğil, kazıdaki herkes böyle düşünürdü. Çünkü davranışları bunu gösteriyordu. Oysa şu andasöyledikleri bunun tam tersiydi. Emin olmak için sordu. "Sen insanın iyi olduğuna inanmıyorsun."182"Sen inanıyor musun?" diye soruya soruyla karşılık verdi Timothy. "Beş bin yıllık tarihe bir bak.Yıkımlar, katliamlar, savaşlarla dolu.""Ama aynı zamanda görkemli kentler, bilimsel buluşlar, ölümsüz sanat yapıtlarıyla da dolu butarih. Evet, belki insan tümüyle iyi değil, ama tümüyle kötü de değil. İki duygudan da aynı orandavar bence.""Bence kötülük biraz daha fazla. Kötülük her zaman iyilikten daha caziptir."Timothynin bunlar benim değişmez doğrularım, der-cesine kesin bir ifadeyle söylediği bu sözlerEsraya tartışmayı noktalama anının geldiğini hissetirdi."Her neyse," dedi. "Nerden başladık nereye geldik. Biz işimize bakalım. Ne diyorsun Yüzbaşıylakonuşalım mı bu kazı meselesini?"İç geçirdi Timothy, elleri yeniden sakallarına gitmişti."Bana sorarsan, kazı meselesini hiç açmayalım. Güvenliğimizi sağlamalarını isteyelim, yeter.""Yüzbaşı kazıyı durdurun, sizi koruyamam derse?"Timothynin kara gözlerinde çapkın bir parıltı belirdi."Bunu yapacağını sanmıyorum. O daha çok senin ne diyeceğine bakıyor."Esranın yüzü kızardı, demek yakınlaşmalarını o da se-zinlemişti."Başımıza bir iş gelmesinden kaygı duyuyor," diyerek geçiştirdi. "Çok haksız da değil.""Bence abartıyor. Eğer söyledikleri doğruysa bile, bizi koruması lazım."Esra hâlâ emin değildi."Yani sen ne olursa olsun kazıyı sürdürelim, diyorsun."Tuhaf bir şey duymuş gibi baktı Amerikalı."Seni anlamıyorum," diye söylendi. Sesi isyankar, âdeta öfkeliydi. "Senin bu her an kaçacakmışgibi hareket etmen beni cinayetlerden daha çok şaşırtıyor.""Ama benim ekiptekilere karşı da sorumluluğum var."183"Ekiptekiler kazının durdurulmasını isteyecekler mi sanıyorsun?""Murat istiyor.""O daha çocuk. Bernd, Kemal, Elif hatta Teoman böyle bir kazıda bulunmaktan gurur duyuyorlar.Her tablet çıktığında yüzlerindeki heyecanı görmüyor musun?""Haklısın aslında. Bugün üç tablet daha bulduk. Kırık olanları da var ama okunmayacak durumdadeğiller.""İşte duymak istediğim haber buydu. Şans yardım ederse, yakında Patasananm bütün yazdıklarınaulaşmış oluruz." Duraksadı, gülümseyerek Esraya baktı. "Sen de tutmuş, bizi ilgilendirmeyensorunlarla uğraşıyorsun. Bu sorunlar, biz buraya gelmeden önce de vardı, gittikten sonra da olacak.Oysa Patasananın Tabletleri her yerde yok. Onu gün ışığına çıkarırsak, bütün insanlık Patasa-nayıtanıyacak, yeryüzünün resmi olmayan tarihinin ilk belgelerini okuma olanağını bulacak. Sen kazıbaşkanı olarak, bu olağanüstü arkeolojik olayı dünyaya nasıl duyuracağını düşüneceğine,cinayetlerle ilgileniyor, jandarmanın sorumluluğundaki konulara kafa yoruyorsun. Aklını tümüyleişine vermenin vakti gelmedi mi artık?"184on ikinci tabletTapınaktaki odada Aşmunikalı gördüğümde vaktin geldiğini sanmıştım. Artık, ruhumu o deliırmakta yıkayacak, tenimi, o tanrısal aşevinde doyuracak, susuzluğumu o kutsal şaraplagiderecektim. Yanılmışım. Aşk; kanıtmış, sırmış, nedenmiş. Tapınaktaki odada, tanrıçanın kutsalyatağında uyanıp yanımda Aşmunikalı göremeyince anladım bunu.
  • Annesini yitiren ürkek bir kuzu gibi tedirgin gözlerle odada Aşmunikalı aradım; yoktu. Kalktım,cılız bedenime süslü giysilerimi giydim. Sanki buna hakkım varmış gibi, belki koridorda bulurumumuduyla dışarı çıktım, yoktu. Müzik susmuştu, uzun koridoru aydınlatan kandillerde yananalevler titrekleşmiş, sönmek üzereydi. Utanmadan, koridora açılan kapıların önünde durup içerileridinledim, hiçbir ses duyulmuyordu. Sanki herkes çekip gitmişti, sanki bu koca tapınakta ben veutancımdan başka kimse kalmamıştı. Bir de tanrılar vardı kuşkusuz, her şeyi görüp bilen, bizi çekipçeviren. Korku içinde salona yöneldim. Koridorun ucuna yaklaştığımda fısıltılar çalındı kulağıma.Bu sesler beni biraz rahatlattı. Pencerelerinden süzülen yorgun akşamüstü güneşi ile aydınlanansalona girince genç bir rahiple onu azarlayan Walvazitiden başka kimseyi göremedim.Aşmunikalı, Walvazitiye sorsam, diye geçirdim aklımdan. Ama beni fark eden başra-hibinbakışlarını üzerimde hissedince korktum. Onu selamlayarak çıkışa yürüdüm. Birkaç adım atmıştımki,"Bekle genç Patasana," diyen Walvazitinin gür sesi beni durdurdu.Olduğum yerde kaldım. Walvaziti yanıma geldi. Neler185söyleyeceğini merakla, utançla, kafam karmakarışık bir halde bekliyordum. Yoksa Aşmunikal olanıbiteni herkese anlatmış mıydı? Hayır, o böyle bir şey yapmayacak kadar soylu birine benziyordu.Ya yaptıysa? Odadan çıkar çıkmaz öteki tapınak fahişelerine benim beceriksizliğimi, erkeksayılamayacağımı söylediyse? Eğer böyle yaptıysa onu hiç affetmeyecektim. Başrahip gelip tamkarşımda durdu."Tanrıları gücendirdin," dedi.Bu sözler üzerine yıkıldım. Aşık olduğum, .anrıçalar yerine koyduğum kız, demek benimleacımasızca alay etmiş, başarısızlığımı başkalarına anlatmaktan çekinmemişti. Kafamdan bunlargeçerken Walvaziti sözlerini sürdürdü:"Tapmak fahişeleriyle, o kutsal kadınlarla sevişmeye gelirken utanç duydun. Şimdi rahatlamışgörünüyorsun. Anlaşılan yapılan ibadet seni mutlu kılmış. Bu, tanrıların seni bağışladığı anlamınagelmez. Yarın Tanrıça Kupa-baya adak getirecek ve yakaracaksın. Kendini ancak böylebağışlatabilirsin."Aşmunikalın günahını boş yere aldığımı anladım. O hiç kimseye, hiçbir şey anlatmamıştı. Başrahipde öteki tapınak fahişeleri de odada işlerin yolunda gittiğini sanıyorlardı. Walvazitiye yarın ilkişimin tanrıçamıza adaklar getirmek olduğunu söylerken, içimden Aşmunikala teşekkürler ediyor,onu sevmekle yanılmadığımı düşünüyordum. Sonunda ben de kalbimin sevgilisini bulmuştum.Ama gerçekte kimdi Aşmunikal? Bir an yine kendimi kaybedip bunları Başrahibe sormak isteğiuyandı içimde. Tam sormaya hazırlanıyordum ki, genç rahip yanımıza yakİHşa-rak, Walvazitiyetapınak bekçilerinin geldiğini haber verdi. Ben de Aşmunikalı sormayı erteleyerek izin istedim.Nasıl olsa yarın tapınağa değerli adaklar getirecektim. Böylece Başrahip bana karşı daha hoşgörülüolabilirdi. Eğer Başrahip Aşmunikalın kim olduğunu söylemese, ne186yapıp edecek, onu bulacak, onunla evlenecektim. Kralın en yakınındaki adamın oğluna, gelecektekisaray yazmanına değil de kime vereceklerdi kızlarını? Böyle düşünerek tapınağın kapısınaçıkmıştım ki, birden ufuktaki koyu bulutlar gibi kötü bir düşünce çöktü yüreğime. Ya Aşmu-nikalla evlendiğim zaman da onunla sevişemezsem? Ya erkekliğimi tümüyle yitirdiysem?Merdivenleri inerken bu uğursuz düşünceyle boğuşup durdum. Öyle olsa, odamda, yatağımdaerkekliğim uyanmazdı, diye yatıştırdım kendimi. İçimden kötü düşünceleri atmalıydım, çokheyecanlanmıştım, bu yüzden erkekliğim bağlanmıştı. Hepsi buydu. Aklım böyle olduğunusöylüyordu ama içimdeki kaygıyı atamıyordum. Ya yine başarısız olursam? Hayır, hayır, başarısızolmayacaktım. Onunla yalnız kalabileceğimiz, bize ait bir odada her şey farklı olacak, benerkekliğimi ispat edecektim. Yarın, evet yarın Aşmunikalın kim olduğunu, nerede oturduğunu,hangi soya mensup olduğunu öğrenecektim. Öğreneceklerimin benim felaketim olacağını neredenbilebilirdim. Bu sevdanın büyük bir yıkıma, bu kentteki halkın yok edilmesine neden olacağını o
  • gün kestirebilseydim, onunla sevişemememin tanrıların bir işareti olduğunu anlayabilseydim, belkide Aşmunikalı hiç aramazdım... Aramaz mıydım? Gerçekten aramaz mıydım? Bilmiyorum. Onaduyduğum istek öyle yakıcı, öyle güçlüydü ki bütün bu felaketlerin olacağını bile bile, belki yine deonu arar, onu bulurdum. Onunla tanrıların gücüne gidecek büyük günahlara girmekten çekinmez,yine kendi ellerimle ay yüzlü bebelerden, alımlı kadınlara, beli tutulmuş ihtiyarlardan, gözü peksavaşçılara kadar bu kentteki herkesi ateşe atar, ölümle kol kola yaşardım.187on üçüncü bölümGünler ölüm haberleriyle kararmışken, insan kaza-nımlarmın sevincini nasıl yaşayabilirdi? Yanıbaşında bir gün arayla iki insan öldürülürken bundan etkilenmemeyi nasıl başarabilirdi? Esrayemekten sonra çekildiği odasında, yatağına uzanmış bunları düşünüyordu. Pencereyi ardına kadaraçmıştı, ılık bir yel güneşte kavrulan çiçeklerin, kuru otların baygın kokularını odasına kadartaşıyordu. Ama Esra bu kokuyu duyacak halde değildi. Alnında biriken ter damlalarını elinintersiyle silerek sıkıntıyla yan döndü. Bir parça uyuyabilse ne kadar iyi olurdu ama hayır, aklı yinecinayetlere takılıp kalmıştı. Oysa Timothy ile yemekten önce yaptığı konuşma, Reşat Ağanmöldürüldüğünü duyan ekip üyelerinin buna aşırı bir tepki vermeyişi, Muratla Kemal dışındakilerinbu olayı kazıyla ilgili olarak bile görmeyişi yüreğine su serpmiş, onu rahatlatmıştı. Hatta panikleyipkazıyı durdurmayı düşündüğü için utanarak, kendini suçlamaya başlamıştı. Ne ki odasına çekilipyalnız başına kalınca, kuşku hastalığı yeniden depreşmiş, peş peşe işlenen bu cinayetlerin biranlamı olması gerek diye düşünerek yeniden kendi kendini yemeye başlamıştı.Evet, belki cinayetlerin kazıyla ilgisi yoktu ama birbirleriyle ilişkileri olmalıydı. Aslına bakarsanıziki cinayetin189ortak yönü neredeyse yok denecek kadar azdı. Hacı Set-tarla, Reşat Ağanın yolları hiçbir zamankesişmemişti. Bu iki adam arasında en ufak bir benzerlik bile yoktu. Hacı Settar ne kadar barışçı,güvenilir, saygıdeğer bir insansa, Reşat Ağa da bir o kadar kıyıcı, güven vermeyen, nobran biriydi.Öldürülme biçimleri de birbirine hiç benzemiyordu. İki ölümün tek ortak yönü vardı, o da buyörelerde işlenen cinayetlerde pek görülmeyen bir gizlilik içermeleriydi.Binlerce yıldır bu topraklarda işlenen cinayetlerin büyük çoğunluğu kısasa kısas ya da öçmantığıyla herkesin gözleri önünde gerçekleştirilmişti. Cinayet bir tür namusunu temizleme ya dapotansiyel düşmana verilen bir ders olarak değerlendirildiğinden, öldürülme olayını ne kadar çokinsan öğrenirse, hatta ne kadar çok insan bizzat gözleriyle görürse o kadar iyiydi. Olay ne kadaryaygınlık kazanırsa cinayeti işleyen aşiret ya da aile bir o kadar saygınlık kazanıyor, bir o kadarkorkulur hale geliyordu. Çünkü ayaklar altına alman onurlarını, yiğitlikle yeniden kazanmışoluyorlardı. Cinayeti işleyen kişinin ağır hapis cezalarına çarptırılması ya da düşmanı tarafındanöldürülebile-cek olması kazanılacak toplumsal saygının yanında önemsiz kalıyordu. Oysa gerekHacı Settarin, gerekse Reşat Ağanın ölümü bir giz içeriyordu. Katil, onları şu nedenlerleöldürdüm, diyeceği yerde ortalıkta görünmüyordu. İşte Esranın kafasını karıştıran, cinayetlerinaltında kazıyla ilgili bir nedenin bulunduğu kuşkusuna kapılmasına yol açan etken de buydu."Belki de sorun bende," diye söylendi nemli yatağında sıkıntıyla yeniden dönerken, belki de bucinayetlerin birbirleriyle ve kazıyla hiçbir ilgisi yoktu. Belki de boş yere evhamlanıp duruyordu.Ama bu tedirginlik, durup dururken ortaya çıkmamıştı ki. Son zamanlarda arkası kesilse de KaraKabirden uzak durması için tehdit telefonları almıştı, kazı yeri soyulmuştu, Yüzbaşı Eşref, örgütün190saldırı için fırsat kolladığını söyleyip duruyordu; en önemlisi de iki insan öldürülmüştü. Kazınınsorumlusu olarak, tedirgin olmasından, arkadaşlarının güvenliği için kaygı duymasından daha doğalne olabilirdi? Bütün bunlar olmasaydı o da kafasını bu işlere yormaz, aklını tümüyle PatasananınTabletlerine verirdi herhalde. Öyle mi olurdu? Bu soruyu sanki karşısında güvenmediği biri varmışgibi sormuştu kendi kendine? "Gerçekten hiç kaygı duymaz miydin?" diye mırıldandı yeniden.Daha İstanbuldayken, kazı başkanı olacağı müjdesini aldığında duyduğu korkuyu anımsamıştı.
  • Oysa yıllardır bunu bekliyordu. Çünkü daha önce katıldığı kazılarda sorumluluk altına girmektençekinmez, herkesin yerine düşünmekten kendini alamazdı. İşte beklediği fırsatı sonunda eldeetmişti. Ama korkuyordu. Başarısızlık olasılığı herhangi bir kazı başkanından daha fazla değildi.Bilgiliydi, daha önemlisi yeteri kadar deneyimliydi ama yine de kendi başkanlığında yürütülecekbu ilk kazıdan korkuyordu. Babasını da bu yüzden aramıştı. Telefonda kızının çekingen sesiniduyan Salim Bey, önce kötü bir şey olduğunu sanıp ürkmüş, güzel haberi öğrenince sevinceboğulmuştu. "İşte benim kızım," diyordu Salim Bey. "Her zaman güçlü, her zaman ne istediğinibilen, her zaman kararlı. Beni hiçbir zaman utandırmayan. Bunu kutlamalıyız. Yarın yemeğeçıkıyoruz. Boğaza, balık yemeğe." Esra bu sözleri duymak için aramamıştı onu. Korktuğunu,yardımına ihtiyacı olduğunu söylemek istiyordu. O kadar övgü dolu sözün üzerine sorununuanlatmaya utanmış, babasına teşekkür etmekle yetinmişti. Ama telefonu kapattıktan sonra ağlamayabaşlamıştı.Aynı duyguyu babası, Nilgüne aşık olduğunda da ya- -şamıştı. Salim Bey evden ayrılmakistiyordu. Yıllardır birlikte yaşadığı adamdan ayrılmayı göze alamayan annesi, açıkça senibırakmam demese de sorunlar çıkarıyor, işi uzatıyordu. Esra da en az annesi kadar, belki de daha191fazla babasının gitmesini istememesine karşın, bu isteğini içine attı, belli etmemeye çalıştı. Hattaannesini eleştirerek, babasını destekledi.Çocukluğundan beri babasıyla arası çok iyiydi, hele genç kızlık çağına gelince arkadaş gibiolmuşlardı. Babası yakışıklıydı, bilgiliydi, hoşgörülüydü, espriliydi. Annesinin kuruntularının,sıkıntılarının, dertlerinin kırıntısı yoktu babasında. Annesi zaman zaman sorumsuzlukla suçlasada, Esra babasının yaşama daha yukarıdan baktığının farkındaydı. Onun gözünde babası bir yaşamustasıydı. Saatlerce felsefe konuşurlardı, sonra sarı kırmızılı atkılarını takıp Galatasaray maçınagiderlerdi ya da sinemaya. Hayır, ona bir erkek çocuk gibi davranmamıştı ama bir kız gibi deyaklaşmamıştı. Bir kız çocuğu gibi yetişmesini isteyen annesiydi. Esra babasıyla birlikteyken ötekiinsanlardan daha yetkin, daha gelişkin olduğunu hissediyor, bu farklılık onu mutlu kılıyordu. Bunedenle de, babasının bir başkasına aşık olduğunu, evden ayrılacağını duyduğunda çok üzülmüşolmasına karşın, onu desteklemeyi seçmişti. Çünkü o, öteki arkadaşları gibi sıradan bir kız değildi,içinden babasına çok kızdığı halde, annesine daha makul olmasını, güçlük çıkarmamasınısöylemişti. Olgun davranmak adına, aslında babasını aldığı için delice kıskandığı, kendinden toputopu yedi yaş büyük Nil-günle tanışmış, ona iyi davranmıştı. Bu olgun davranışı karşısında, babasıda her zamanki övgü dolu sözcükleri sıralamış, kızının bir tane olduğunu yinelemişti. "Esra birbaşkaydı. Zekiydi, mantıklıydı, olgundu, becerikliydi, girişkendi, kendine güveni tamdı.""Kendime güvenim tam mıydı? Belki de başındajn beri güvensiz biriydim ben," diye söylendi."Babam istediği için öyle görünüyordum. Öyle olmaya çalışıyordum. Sırf babam beni sevsin, benibeğensin, bana değer versin diye. Peki, babam bunu fark etmedi mi? Kendini dünyanın merkezinekoyuyorsun derken yoksa bu eksikliğimi mi192göstermek istiyordu? Sahiden öyle mi? Girişkenliğimin, olaylara müdahale etmemin altında,kendime duyduğum güvensizlik mi yatıyor? Belki de dünyaya duyduğum güvensizlik... Öyle ya, ençok güvendiğim insan, beni başka bir kadın için bırakıp gitmedi mi? Belki de her şeye kuşkuluyaklaşmamın, olayları kontrol altına almaya çalışmamın altında babamın bizi terk etmesi vardır.Kendimi ancak böyle güvende hissedebiliyordum. Yok canım, o kadar da değil, kendime haksızlıkediyorum. Kazıda karşılaştığımız sorunlar kaygı duyulmayacak gibi değil. Benim yerimde kim olsatedirgin olur, kaygılanır... Belki Bernd kaygılanmazdı. Onun insanın kanını donduran çelik mavisisoğuk bakışlarını hiçbir olumsuzluk heyecanlandıra-maz. Hadi canım, karısı Vartuhi kazıdaolsaydı, görürdüm onun soğukkanlılığını...Sıkıntıyla yatakta doğruldu. Aklını böyle anlamsız düşüncelerle yormanın pek yararı yoktu.Yapması gereken işler vardı, onlarla ilgilenmeliydi. Bakışları yatağın başu-cunda sigara paketininyanında duran cep telefonuna kaydı. Telefonu alıp jandarma karakolunun numarasını tuşladı.
  • Telefonu açan asker, hemen tanıdı sesini. Tanıyınca da heyecanlandı. Yoksa onlar da aralarında birşeyler olduğunu sezinliyorlar mıydı? Sezinlemeseler bile bu kadınsız erkek topluluğu anındayakıştırmıştır bizi birbirimize diye geçirdi aklından, utanarak."Bana Yüzbaşıyı bağlar mısın" dedi telefondaki ere."Hemen bağlıyorum komutanım."Askerin yanlışlıkla komutanım demesi hoşuna gitmişti. Kısa bir bekleyişten sonra Yüzbaşının sesiduyuldu."Alo Esra...""Merhaba Eşref. Nasılsın?""iyiyim," dedi Yüzbaşı. Sesi Esrayı şaşırtacak kadar canlıydı. "Sen nasılsın?""Biraz kaygılıyım. Reşat Türkoğlunu öldürmüşler. Güvende olmadığımızı düşünüyorum"193"Merak etme, her şey yolunda." Yüzbaşı o kadar kendinden emindi ki Esranın şaşkınlığı daha daarttı."Nasıl yolunda, bir gün arayla bu ikinci cinayet!" "Bana inan, durum kontrolümüz altında." Esranınşaşkınlığı meraka dönüştü. "Anlaşılan yeni gelişmeler var," dedi belki Yüzbaşı bir açıklama yaparumuduyla. "Evet, biraz sabır.""Sabretmek kolay ama başımıza bir iş gelmesin." "Bana güven. Artık kimse size zararveremeyecek." "Yoksa katili yakaladınız mı?""Ne olur bana soru sorma," dedi tedirginleşerek. "Ama sana söz, yarın sıkıntılarından kurtulmuşolacaksın." Yüzbaşının daha fazla konuşmayacağını anlamıştı, "Umarım dediğin gibi olur," dediinansa mı, inanmasa mı, karar verememiş bir sesle."Öyle olacak. Hoşça kal, yarın konuşuruz." "Hoşça kal," dedi Esra, kapatmadan eklemeyiunutmadı. "Kendine dikkat et.""Merak etme, acı patlıcanı kırağı çalmaz." Ne demek istedi, diye düşündü Esra. Kendine dikkat et,derken öylesine söylemişti. O ise bunu ciddiye almıştı. Sanki bir çatışmaya gider gibi konuşmuştu.Katili gerçekten de buldular galiba, diye geçirdi içinden sevinçle. Bu bütün sıkıntıların sonu olurdu.Haberi arkadaşlarına vermek için dayanılmaz bir istek duydu içinde. Ama biraz düşününcevazgeçti. Ya yanılıyorsa, ya bu iş de Şeh-muzun yakalanması gibi bir sonuca ulaşmazsa. En iyisikimseye bir şey söylememekti. Yüzbaşı haklıysa, yarın herkese açıklardı zaten, değilse kimseyiboşa umutlandırmamış olurdu.O anda kapısı vuruldu. Hemen toparlanarak ayağa kalktı. Açılan kapıda uzun boyu, cılız bedeniyleKemal"Biraz vaktin var mı?""Gel," dedi. Onu görür görmez ne için geldiğini anlamıştı. "İçeri girsene."İçeri girdi Kemal, omuzları çökmüştü, ayaklarını sürükleyerek odanın ortasındaki masaya yöneldi.Boş iskemlelerden birine otururken,"Ben bu kızla ne yapacağım?" dedi."Hangi kızla?"Kınayan gözlerle baktı arkadaşına Kemal."Dinlemek istemiyorsan, gidebilirim.""Özür dilerim," dedi arkadaşına yaklaşarak. "Seni incitmek istememiştim. Ama bu işi fazlaönemsiyorsun.""Fazla mı? Ben ona âşığım. O benim her şeyim..."Bunun gözü dönmüş, diye geçirdi Esra, arkadaşının yanındaki iskemleye yerleşirken."O halde ona karşı daha anlayışlı olmalısın," dedi Esra biraz sertleşerek. "Onu boğarak eldeedemezsin.""Onu boğduğumu mu düşünüyorsun?""Gözün onun üzerinde. Sürekli müdahale ediyorsun.""Çünkü onu seviyorum."
  • "Fazla sevgi de insanı boğar. Elifin de herkes gibi kendi istekleri, kendi duyguları var. Seninistediğin gibi yaşayamaz ki. Kendi haline bırak. Kendini tanımasına izin ver. Onun isteklerine saygıgöster."Düş kırıklığı içinde başını salladı Kemal."Ona benim kadar kimse saygı göstermemiştir. Ama o hiçbir zaman bana saygı göstermedi, benidikkate alma-di.""Bunun sorumlusu biraz da sensin," dedi Esra. Kendine acıma noktasına gelmiş aşk kırgınlarıylayapılan konuşmalarda onları desteklemek yerine hırpalamanın daha çok işe yaradığınıdeneyimleriyle biliyordu. "Hep sen özveride bulundun, hep sen verdin."Lafın nereye geleceğini kestiremeyen Kemal,"Evet," diye atıldı, "hep ben verdim, ben özveride bulundum. O ise hep bencilce davrandı."15ıgöründü195194"Bana kalırsa bencilce davranan asıl sendin. Ne kadar mükemmel olduğunu göstermek için hepondan önce davrandın. Onun alanına girdin. Onun sana sevgi göstermesine abartılmış çabalarınlaengel oldun."Arkadaşının suçlamalarıyla karşılaşacağını düşünmeyen Kemal,"Bu çok saçma," diye söylendi. "O bundan memnundu. Hiçbir zaman itiraz etmedi. ""Hoşuna gitmiştir. İlgi görmek, sevilmek kimin hoşuna gitmez? Hele biz kadınlar bayılırız buna.Ama yine de sevdiğimiz insanlar için kaygı duymak, özveride bulunmak, onlar için acı çekmekisteriz. Onun aşkı için neler yapabileceğimizi göstermek isteriz, işte sen, Elifin bunları yapmasınaizin vermedin. Şimdi de verdiklerini başına kakıyorsun."Kemal ne demek istediğini tam anlamamıştı. "Hayır, verdiklerimi başına kakmıyorum. Şimdi bileonun için her şeyi göze alabilirim. Ama o artık beni istemiyor. Aklı fikri Timde..." Bir süre başınıöne eğerek sustu, sonra ağlamaklı bir sesle sürdürdü sözlerini. "Babası yaşındaki o adamda nebuluyor bilmem ki?""Time ilgi duyduğunu bilmiyoruz," dedi Esra. Söylediğine kendisi de inanmıyordu. "Belki de senabartıyorsun." "Keşke öyle olsa. Adama bakışlarını görmedin mi? Bana bir kere bile öylebakmadı... Herif de genç kızı buldu ya, sonuna kadar yararlanmak istiyor. Orient Adventure...Anılarına renk katacak bir serüven."Esra arkadaşı için üzülmeye başlamıştı, uzanıp şefkatle eline dokundu."Önce sakinleş, olaya böyle öfkeyle yaklaşırsan seja zararlı çıkarsın.""Nasıl sakinleşeyim? Neredeyse gözümün önünde sevişecekler.""Hadi canım sen de. Timde hiç öyle bir eğilim görmedim ben."196"Farkında değil misin? Elif vaktinin tamamını onunla geçirmeye çalışıyor.""Tamam Elifin kafası karışmış olabilir. Ne de olsa çok genç. Tim de ilginç bir adam. Belki bir aniçin adam ilgisini çekti. Biraz düşününce, bu işin imkânsız olduğunu anlayacak, kendinitoparlayacaktır. Ama sen bu kıskançlık gösterilerine devam edersen, kızı bütünüyle kendindenuzaklaştıracaksın."Kemalin açık kahverengi gözleri kıskançlıkla parladı."Ne yani, sevgilim başka biriyle kırıştırırken ona hoşgörü mü gösterecektim?""Kırıştırıp kırıştırmadığını bilmiyoruz. Timin Elifle ilgilendiğini sanmıyorum. Öyle olsaydıanlardım. İnan bana kadınlar bunu erkeklerden daha çabuk fark ederler."Kemal duraksadı, düşüncelerim yanlış olabilir mi diye geçiriyordu aklından. Aslında düşüncelerimkeşke yanlış olsa, diye umutlanıyor demek daha doğru olurdu."Ama," diye cılız bir itiraz çıktı ağzından.
  • "Aması maması yok Kemal," dedi Esra. Kendinden emin, adeta buyurgan bir tavırla. "Seninle açıkkonuşacağım. Eğer kızı kaybetmek istemiyorsan daha hoşgörülü olmalısın. Onun üzerinde baskıkurarak seni sevmesini sağlayamazsın. Bugün Tim var, yarın âşık olabileceği başka birine derastlayabilir. Eğer onu gerçekten de seviyorsan, tercih anı geldiğinde seni seçmesi için emekharcamalı-sın. Yani onu özgür bırakmalısın. Bu işin başka çaresi yok. Bunu yapamam diyorsan,kızı şimdiden unutsan iyi olur.""Allah kahretsin," dedi Kemal eliyle masaya vurarak. "Denemediğimi mi sanıyorsun?Unutabilseydim, kendimi böyle rezil eder miydim?"Bunları söylerken genç adam başını öne eğmişti. Esra onun ağladığını düşünerek korkuya kapıldı.Erkeklerin ağlamasına hiç dayanamazdı."O nasıl söz. Kendini niye rezil edesin ki. İki arkadaş oturmuş sohbet ediyoruz. Biz sanadertlerimizi anlatmıyor muyuz sanki?"197Kemal başını kaldırdı, Esra onun ağlamadığını görünce rahatladı."Sen çok iyi bir dostsun," dedi minnettarlıkla. "Aynı zamanda çok da güçlü bir insansın. Keşkesenin gibi ola-bilsem."Esranın dudaklarında acı bir gülümseyiş belirdi."Yanılıyorsun, göründüğüm kadar güçlü biri değilim. Senin başına gelenleri ben de yaşasaydım,tökezlerdim.""Tökezlesen de hemen ayağa kalkmaya çalışırdın. Ben senin gibi değilim."İnsanlar beni yanlış tanıyor diye düşündü Esra. Böyle cesur, kararlı, her şeyi bilen biriymiş gibidavranıp onları kandırıyordu. O sandıkları kişi değildi. Peki kimdi? Korkak, kendine güvensiz birimi? Aklı karışmıştı. Başını kaldırınca arkadaşının açık kahverengi gözleriyle karşılaştı yeniden.Eliyle Kemalin kumral saçlarını dostça karıştırdı."Canını sıkma. Bunların hepsi geçecek."Umutsuzca başını salladı Kemal."Sanmıyorum. İçime doğuyor; bu olay kötü sonuçlanacak, ben Elifi kaybedeceğim. Belki de çoktankaybettim.""Şu an böyle düşünüyorsun. Kötü günler geçiriyoruz. Bunlar da ruh halini olumsuz etkiliyor."Duraksadı, yarın katilin yakalanmış olacağını umarak umutla ekledi. "İnan bana yakında daha güzelşeyler düşüneceksin."198on üçüncü tabletTapınaktan eve dönerken karamsarlığımı bastırıp umutlu, güzel şeyler düşünmeye çalışıyordum.Yarın tapınağa sunaklar götürüp, Aşmunikalın izini bulacaktım.Babamın eve dönmesini sabırsızlıkla bekledim. Eve gelir gelmez karşısına dikildim. DüşümdeTanrıça Kupa-bayı gördüğümü, beni tapmağa çağırdığını söyledim. Babam Araras beni tepedentırnağa süzdükten sonra"Tanrılar armağan istiyor," diye mırıldandı.Fırtına Tanrısına şükürler olsun babam bana inanmıştı."Tanrıça Kupaba armağan istiyorsa, ona en değerli armağanlarımızı götürmemiz gerek," diyeekledi..Ertesi sabah kalktığımda, bir küp en iyi şarap, iyi pişmiş beyaz ekmekler, bir çanak bal, besili birdana beni bekliyordu. Babam gördüğümü söylediğim rüyayı yazgımla ilgili bir işaret olarakdeğerlendirmişti. Tanrıları kızdırıp, hiddetlerini üzerime çekmekten korkuyordu. Bu yüzden çokcömert davranmıştı. Yani yalanım işe yaramıştı. Bu sunaklarla Walvazitinin gönlünü kazanmamamçok zordu. Tanrılara sunacağım armağanları bir öküz arabasına yükleyip, yanıma kölelerimizdenikisini alarak tapınağın yolunu tuttum. Tapınağa varınca adakların kabul edildiği geniş odayagirdim. Kayıtların tutulduğu tabletlere adımı yazdırıp, armağanları görevlilere teslim ettim.199
  • Öküz arabasıyla köleleri eve yollayıp, yukarıya, Walvazi-tinin yanına çıktım. Salona girip tanrılarasaygımı sunduktan sonra Başrahipin kutsal odasına girdim. Beni gören Walvaziti tatlı tatlıgülümseyerek şöyle dedi:"Bilge Mitannuvanın torunu, soylu Ararasm oğlu genç Patasana, sabah ilk iş olarak tapınağagelmekle doğru yaptın. Böylece tanrıların sevgisini, güvenini kazandın. Böylece tanrılardankorktuğunu, onları saydığını kanıtladın. Umarım Tanrıça Kupabaya armağan getirmeyi deunutmamışsındır."Bunun üzerine ben görevlilerden aldığım tabletleri, ona uzatarak dedim ki:"Unutmadım yüce Başrahip."Walvaziti, önemsemez gibi görünerek, getirdiğim armağanların listesinin bulunduğu tabletlere gözattıktan sonra şöyle dedi:"Tanrılar seni bağışlayacak Patasana. Ama sakın bir daha aynı yanlışı yapma, aynı günahı işleme."Ben de bunun üzerine şöyle dedim: "Tanrılar yücedir, bağışlayıcıdır. Onlar bizim efendi-mizdir.Ben genç, toy, cahil bir adamım. Bir daha günah işlemeyeceğime söz veriyorum yüce Walvaziti."Konuşmam Başrahipi mutlu etmişti. Yaklaşıp eliyle başıma dokunarak dedi ki:"Aferin genç Patasana. Tanrıların önünde böyle diz çökersen, böyle yakarırsan, onları değerliarmağanlarla sevindirirsen, onlar da seni korur, sevindirir."Walvazitinin bu güzel sözleri beni cesaretlendirdi. Aş-munikalı sormak için daha uygun bir zamanolamazdı."Efendim," dedim, ayaklarına kapanarak, "yüoe efendim ne olur bağışlayın beni, sizden bir ricamolacak. Efendim, ben dün bu tapınakta kutsal ibadet görevini yaparken yaşamımı birleştireceğimkadını buldum. Onunla beni, tanrıların yeryüzündeki görevlisi olan siz yüce efendimkarşılaştırdınız. Biz tanrılar için birleştik. Tanrıların ve200sizin izniniz olursa ben o kadını tanımak ve kendime eş olarak almak istiyorum."Walvaziti elimden tutarak beni kaldırdı. İşte o zaman yaşlı rahibin yüzünün gölgelendiğini farkettim."Ah zavallı evladım, sen bana bu soruyu hiç sormamış ol. Biz bu konuşmayı hiç yapmamış olalım."O böyle söyleyince ben ısrar ettim. "Ne olur yüce efendim beni bu halde göndermeyin. Ne olur,olanı biteni bana anlatın."Walvaziti yeniden yanıma yaklaştı, omuzumdan tutarak beni kaldırdı."Ah genç Patasana, sen en olmayacak kıza sevdalanmışsın. O artık Kral Pisirise ait."Walvazitinin bu sözleri üzerine, yüreğim geçen yıl Fıratın sularına kapılıp giden genç çobanınkigibi korkuyla çarpmaya başladı. O çoban nasıl çalıya çırpıya tutunarak akıntıya karşı koymayaçalıştıysa ben de son bir çabayla, "Ama Pisirisin kraliçesi var," diye söylendim. Walvazitiumutsuzca başını salladı. "Pişiriş, Aşmunikalı kraliçe olarak almadı. Onu her türlü hizmetindekullanacak, haremine katacak." Olanları anlamakta güçlük çekiyordum. "İyi ama Aşmunikal dünkütörende neden Tapmak Fahişesi oldu?" diye sordum."Çünkü Aşmunikal, Pisirisi istemiyordu. Ama kral buyruğuna karşı gelemeyeceğini de iyibiliyordu. Bu yüzden zavallı kızcağız tanrılara sığındı. Bekâretini istemediği bir krala değil detanrıların seçtiği birine sunmak istedi. İşte siz böyle karşılaştınız. Bu sabah saraya girdi. Artıkkralın hareminden biri o."Duyduğum her sözcük sanki yıkımımı hızlandıran ağır birer darbe gibiydi. Zavallı Aşmunikal,benim gibi heyecanına gem vuramayan bir beceriksize düşerek, bekâretini tanrılara sunamamıştı.Ben bunları düşünürken, suskunluğumu fırsat bilen Walvaziti uyarılarını sürdürdü.201"Bak Patasana, seni kendi evladım gibi severim. Büyükbaban Mitannuwa delidoluydu ama enyakın dostum-du, baban Ararasa gelince şu yaşıma geldim onun kadar erdemli bir devlet adamıgörmedim. Sen onların soyundan, onların kanmdanstn. Aşmunikalın yaktığı ateşi sön-dürmeli, sana
  • çizilen yazgıya boyun eğmelisin. Unutma ki kralımız tanrıların yeryüzündeki temsilcisi, gözdesidir.Krala karşı gelmek, tanrılara isyan etmek anlamına ge-lir..."Walvaziti haklıydı. Madem ki Aşmunikalı kralımız istemişti, bu benim için buyruk sayılırdı.Buyruğa uymalı, ilk aşkımı, bir tanrıça kadar soylu, bir tanrıça kadar güzel, bir tanrıça kadar safolan Aşmunikalı unutmak, aşkımı kimseye söylemeden, bu acıyı tek başıma çekmeliydim.202ti. HALK Vdon dördüncü bölümYanında kimse yoktu. Bir an nerede olduğunu anımsa-yamadı Esra; kendini boşluğa düşmüş gibihissetti. Orhandan ayrıldığı ilk günlerde de böyle olmuştu. Günlerce yatakta yalnız uyanmayaalışamamıştı. Oysa ayrılmayı isteyen kendisiydi. Ama boşanmasının ardından yıllar geçmişti,bunca zamandan sonra ona ne oluyordu böyle? Sıkıntıyla doğruldu yatakta. Kemallekonuşmalarını, arkadaşı gittikten sonra yeniden yatağa girdiğini anımsadı. Pencereye baktı; İkindigüneşinin yumuşak ışığı, perdenin ucuz kumaşından içeri süzülüyordu. Uzun bir süre uyumuşolmalıydı. Kimse de gelip kaldırmamıştı onu. Canı sıkıldı, kazıda tutulan notları gözden geçirmekistiyordu. Esneyerek kalktı yataktan. Duvara asılı küçük aynada yüzünü seyretti; Yorgungörünüyordu, terden alnına yapışan bukleleri onu iyice dağınık gösteriyordu. Aynadaki görüntüsühoşuna gitmedi. Ama dert etmedi, eliyle saçlarını toparladıktan sonra dışarı çıktı.Akşam yemeğinin hazırlıklarına girişen Halaf in mutfak olarak kullandığı odadan pişenkarnıyarığın nefis kokusu geliyordu. Genel istek üzerine bu gece yöre yemeği değil karnıyarıkla,pilav yapıyordu Halaf. Yanında da bol nane serpiştirilmiş az sarımsaklı cacık.Halaf in çenesine tutulmaktan korkan Esra genç aşçıya,203"Kolay gelsin," demekle yetinerek Teomanların kaldı-¦ ğı dersliğe yöneldi. Okulun kapısındangirerken Berndle karşılaştı. Alman gülümseyerek,"Ben de size geliyordum," dedi. "Az önce Herr Krenc-ker aradı. Basın toplantısını önümüzdekihafta çarşamba günü yapmak istiyorlarmış. Sizce de uygun mu diye soruyor."Esra telaşlanmıştı."Çarşamba mı? Bu kadar çabuk mu?" "Çarşambaya daha dört gün var," diyerek bu tarihiolumladığını belirtti Alman."Bilemiyorum," dedi Esra. Hazırlıksız yakalanmaktan korkuyordu. "Arkadaşlarla bir konuşalım.""Tamam konuşalım ama bilmeniz gereken bir şey var." Esra yeni bir sorun mu, diye kaygılanarakBerndin yüzüne baktı. "Neymiş o?""Zamanınız varsa yürüyelim, biraz sohbet ederiz." "Bilgisayar odasına bakacaktım. Öğleden sonrauğra-madım.""Onlar yüzmeye gittiler. Yalnızca Tim kaldı. Size söz vermiş. Odasında tablet çözüyor.""Elifle Kemal de onlarla birlikte miydi?" "Evet, evet hepsi gitti."Bu habere sevinmişti Esra, kendiliğinden bir gülümseme yayıldı dudaklarına."Yoksa siz de mi yüzmek isterdiniz?" diye sordu Berndkibarca.Bir an neden olmasın diye geçti aklından Esranın amasonra vazgeçti."Boş verin, hiç suya girecek halim yok. Time bir merhaba diyeyim, sonra çıkarız."Amerikalının odasına birlikte girdiler. Tim tablet çevirilerini temize çekiyordu. Onları görünceayağa kalktı,"Gelin, gelin" dedi, sonra Esraya dönerek ekledi. "Söz verdiğim gibi tabletleri yetiştirmeyeçalışıyorum."204"Yeni bilgiler var mı?"
  • "Yeni bir şey yok ama bu tabletlerin resmi olmayan ilk tarih yazımı olduğu kesinlikle doğru.Çözdüğüm her sözcük, her satır bunu kanıtlıyor.""Mükemmel," diye mırıldandı Esra."Neden oturmuyorsunuz?""Seni meşgul etmeyelim. Öylesine uğradık. Alman Arkeoloji Enstitüsünden Profesör Krenckeraramış. Basın toplantısını çarşamba günü yapalım diyorlar."Berndin yüzü asılır gibi oldu. Söyleyeceklerini dinlemeden olayı Timothy ye anlatmasınabozulmuştu."Bence uygun," dedi Timothy.Amerikalının tarihi erken bulacağını sanan Esra şaşırmıştı."Bana biraz erken gibi geldi.""Önümüzde daha dört koca gün var," diyerek bu görüşe katılmadığını açıkça belirtti Timothy."Zaten önümüzdeki hafta yaparız diye konuşmamış mıydık?""Öyle konuşmuştuk,"diyerek atıldı Bernd, duydukları onu mutlu etmişti. "Asıl yük, enstitününüzerinde onlar da hazır olduklarını söylüyorlar.""Neyse," dedi Esra kapıya yönelirken, "akşam toplantıda konuşuruz. Seni bırakalım da rahat rahatçalış.""Tamam, yemekte görüşürüz," diyerek uğurladı onları Timothy.Okuldan çıkınca çardağa gitmediler, kavak ağaçlarının yanı sıra ilerideki köye uzanan yoluizlediler. Sıcak kırılmaya akşam hafiften de olsa kendini hissetirmeye başlamıştı."Biliyorsunuz," diye söze girdi Bernd. "Enstitünün İstanbul şubesi kazı için para bulmakta epeycezorlandı. Al-manyadakiler birkaç kez kazılmış bu kentte önemli buluntular elde edilebileceğindenpek umutlu değillerdi. Bu yüzden daha önemli kazılara yönelmek eğilimindeydiler." Konuşmanınseyrinden Almanin kendine pay çıkaracağını zanneden Esra,205"Ama sonuçta yardım ettiler," diyerek sözünü kesti. "Ettiler ama Herr Krenckerin sayesinde. Eğeronun ikna edici çabaları olmasaydı bir fenik bile alamazdık." Esra başını sallayarak Almanıonayladı. "Haklısınız. Profesör Krenckere çok şey borçluyuz." "O bize yardım etti. Biz de onaetmeliyiz." Esra bir an duraksayarak kendisinden en az on beş santim daha uzun olan Almanmeslektaşına baktı."Enstitünün merkezinde tartışmalar sürüyormuş." diye açıkladı Bernd, " Bize ayrılan fonu fazlabulanlar varmış. On beş gün sonraki toplantıda bu sorunu yeniden gündeme getirmeyidüşünüyorlarmış."Konuşmanın sandığı gibi bir seyir izlememesi Esrayı sevindirmişti."Anladım, profesör bu yüzden basın toplantısını bir an önce yapalım diyor. Böylece muhaliflerinağzını kapatacak.""Evet, söylemek istediğim buydu işte." "Bu durumda basın toplantısının çarşamba günü yapmaktanbaşka çaremiz yok." "Doğru, başka çaremiz yok.""O halde anlaştık. Ödeneğimizin kesilmesini kimse istemez.""Ama," diye çekingen bakışlarla Esraya baktı Bernd, "ekipteki arkadaşların enstitüdeki bukamplaşmadan haberleri olmasa iyi olur.""Hiç merak etmeyin," dedi Esra göz kırparak, "kimsenin haberi olmayacak. Ama basın toplantısıiçin çalışmalara hemen başlamak lazım. ""Bunların çok zaman alacağını sanmıyorum. Timotky bu işi çok iyi biliyor. Bize yol gösterecektir.""Haklısınız Time çok iş düşecek. Akşam toplantıda bu konuyu da ele alalım.."Kavakların gölgelendirdiği yolda köyün camisi görünene kadar yürümüşlerdi. Köye yaklaştıklarınıgören Esra,206"İsterseniz dönelim, belki çocuklar da gelmişlerdir," dedi.
  • Bernd karşı çıkmadı, döndüler. Yine bir suskunluk oluşmuştu aralarında. Alman aldırmazgörünüyordu, ayak parmaklarının ucunda yaylanarak sakince yürüyordu ama sessizlik Esrayırahatsız etmişti."Size bir şey sormak istiyorum," dedi. Dün Berndin mektup yazdığını gördüğünden beri merakediyordu bu konuyu. Aslında soruyu sormadan önce özel yaşamına müdahale mi ediyorum, diye biran duraksamış, ama Berndin karısıyla ilgili konuşmaktan hoşlandığını bildiğinden, böyleküskünmüş gibi sessizce yürümek yerine konuyu açmanın daha doğru olacağını düşünmüştü."Karınızla telefonla konuşabilecekken neden mektup yazıyorsunuz?"Berndin yüzüne belli belirsiz bir kızıllık yayıldı. Bu, Esranın gözünden kaçmamıştı."Özür dilerim," dedi kibarca. "İsterseniz yanıtlamayabilirsiniz. Benimki yalnızca merak.""Neden yanıtlamayayım ki," dedi Bernd. Yüzünde alındığını gösteren hiçbir belirti yoktu."Aslındatelefonla da konuşuyoruz, ama anlatmak istediklerimi mektupla daha iyi anlatabiliyorum. Vartuhide böylesini seviyor.""O da size yazıyor mu?""Ne yazık ki hayır. O yazı yazmaktan nefret eder. Bu yüzden mektubumu alınca beni telefonlaarıyor."Esra gülmeye başladı."Telefonla o zaman konuşuyorsunuz."Bernd de gülmeye başlamıştı."Ya, o aradığı zaman telefonla konuşuyoruz. Ama telefondaki konuşma şey oluyor, nasıl derler...""Soğuk mu?""Evet, soğuk... İstediklerimi söyleyemiyorum... Belki de kusur bende, insanlar çok güzel konuşuyortelefonla.""Bunun bir kusur olduğunu sanmıyorum. Ben de207sevdiğim adamın mektup yazmasını isterdim. Ama sizin gibi âşıklar çok az. Karınız şanslıymış."Berndin yüzündeki kızıllık iyice belirginleşti."Karım da böyle söylüyor. Ama şanslı olan kişi be-nim.Dönüp meslektaşının yüzüne baktı, sanki inanmamasından korkuyormuş gibi heyecanla konuşmayısürdürdü."Onu Heidelberg Üniversitesinin bahçesinde ilk gördüğümde güzelliğiyle dikkatimi çekmişti.Kıvırcık siyah saçları, esmer teni, ışıl ışıl kara gözleriyle gerçekten de çok güzeldi ama onun benimaradığım insan olduğunu bilmiyordum.""Aradığınız insan mı?""Hani insan bir benzerini arar derler ya. Yani birçok konuda anlaşabileceğiniz, yanında huzurbulabileceğiniz, sevginizin hiç eksilmeyeceği biri."Böyle biri var mı, diye geçirdi içinden Esra."İşte Vartuhi öyle biri," diye sürdürdü sözlerini Alman. "Yani benim öteki yarım.""Karınız da arkeolog mu?""Evet, söyledim ya aynı okulda okuduk. O, Fransadan gelmişti. Dediğim gibi önce esmer güzeli birkız olarak ilgimi çekti. Tanıyınca onsuz yaşayamayacağımı anladım."İnanmamış gözlerle Berndi süzen Esra,"Kaç yıldır tanışıyorsunuz?" diye sordu. Bunu laf olsun diye sormamıştı, gerçekten merakediyordu."Yedi yıl," dedi Alman. Tatlı bir anıyı anımsamış gibi gözlerinin içi parıldamıştı. "Üç yıldır daevliyiz.""Cüretimi affedin ama yedi yıl uzun bir süre, ondan sıkıldığınızı hissetmediniz mi hiç?"•*
  • "Hayır, kesinlikle hayır," diye başını salladı Bernd. "Onun yanında benim sıkılmam mümkündeğil.""Belki kazılar nedeniyle sık sık uzak kaldığınız içindir.""Yalnızca bu yıl uzak kaldık. Kazılara birlikte gideriz."208Esra meslektaşını hayranlıkla süzdü."Siz gerçekten de türü tükenmiş âşıkların soyundansı-nız. Ben evliliğimin ikinci yılında sıkılmayabaşlamıştım.""Uygun kişiyi bulamamışsınız.""Doğruyu söylemek gerekirse öyle biri olduğunu da pek sanmıyorum. Orhana, yani eski kocamaâşık olmuştum. Ama zaman, aşkın büyüsünü bozuyor."Duraksadı, belki de ben evliliğe hazır biri değildim diyecekti, vazgeçti. Boşanmak istediğindeOrhan, onu sorumsuzlukla, yeterince olgun olmamakla suçlamıştı. Bunun nedeni de kendisinebabasını örnek almasıydı. Orhan, babasını suçlayınca yine sıkı bir kavga çıkmıştı aralarında.Günlerce konuşmamışlardı ama iyi de olmuştu, böylece kocası boşanma fikrine alışmıştı. Orhan daBernd gibiydi. Senin yanında kendimi tamamlanmış gibi hissediyorum, derdi. Sen olmadan yarıminsan gibiyim. Babasından bu düşüncenin kökenlerini öğrenmişti. Platon, Şölen adlı yapıtında,Aristophanesin bir konuşmasına dayanarak, insanın bir türünün dört kollu, dört ayaklı, iki başlıAndrogynos adlı varlık olarak yaratıldığını, ama bu mükemmel yaratığı kıskanan Zeusun onlarıayırdığını, bu yüzden insanın ömrü boyunca hep öteki yarısını aradığını anlatıyormuş. İsterSokrates ve Platon gibi önemli düşü-nürlerce, isterse Orhan ve Bernd gibi sadık âşıklarca dilegetirilsin Esra bunu anlayamıyordu. Bir insan nasıl olur da başka birinde kendini bulurdu? Ya dakendini bulmayı bir insanla sınırlardı. Peki yaşamın öteki etkinlik alanları, arkeoloji, arkadaşlar,aileler... dünyanın ilişki olanakları, insanın kendini var etmesi için sunulan zengin çeşitlilik.Bütünleşmekten, kusursuz uyumdan söz ediyorlardı. Evet, kimi anlarda bu olabilirdi; sevişirken,düşünürken, tartışırken, iş yaparken, müzik dinlerken, sessizce otururken birlikte olduğun kişiylebir an aynı duyguları hissedebilir, aynı sevinci, aynı kederi, aynı heyecanı, aynı dinginliğiyüreğinde duyabilirdi ama bunun süreklilik kazanması209ancak bir mucizeyle gerçekleşebilirdi ya da her iki insanın da kendini başarılı bir biçimdekandırmasıyla. Sürekli uyum içinde olmak, uyumdaki güzelliği bozmak, içeriğini boşaltmaktanbaşka bir anlama gelmiyordu. Berndin ya da Orhanın uzun süreli uyum dedikleri şey, Esra içinbirlikte yaşanan sıkıcı dakikalar, tekrarlanan olaylar, birbirinin aynı davranış ve düşünce biçimleridemekti.Orhanın sandığının tersine bu konuda babasıyla da aynı düşünceleri paylaşmıyordu. BabasıNilgüne aşık olduğunu söylüyordu ama bir zamanlar annesine de aynı duygulan beslemişti.Annesine duyduğu tutku nasıl zamanla yok olduysa, Nilgüne duyduğu aşk da yok olacaktı. Böylegeçici bir duygu için belki artık âşık olmadığı ama hâlâ saygısını yitirmediği, üstelik hâlâanlaşabildiği karısından, çok sevdiğini söylediği kızından ayrılmasına gerek var mıydı? Nitekimdüşündüklerinin doğru çıktığını görmüştü Esra. Babası, tanıştığı yıllarda yere göğe koyamadığısevgilisini son yıllarda çekiştirip duruyordu. Bunun böyle sonuçlanacağını bilmesine karşın oyıllarda babasına söylememişti. Şimdi de söylemiyordu."Dalgınlaştınız," dedi Bernd, "ne düşünüyorsunuz?""Eksik bir insan olduğumu," dedi Esra. Dudaklarına alaycı bir gülümseyiş yayılmıştı. "Galibabende uzun süreli sevme yeteneği yok. Birine bağlanamıyorum."Bunu söylerken meslektaşının kibarlık göstermesini, yok canım öyle olur mu hiç, demesinibekliyordu ama Bernd ne düşünüyorsa sakınmadan söyleyiverdi."Eksik bir insan mısınız bilmiyorum ama gerçek aşkı bulamadığınız için şanssız olduğunuz kesin."Neden şanssız sayılırmışım, diye geçirdi içinden Esra. Belki de asıl şanssız olan onlardı.Daraltılmış, bir tür kendi kendine koyulan yasaklamalarla dolu, gerçek mutluluktan uzak bir
  • seçimdi onlarınki. Yaşamlarının merkezine bir sevgiliyi yerleştirmenin, o gidince günlerinizehretmenin, hatta Kemalin Elife yaptığı gibi öteki insana da210yaşamı zindan etmenin neresi güzeldi? Bu düşüncelerini Bernde söylemedi."Ne yapalım Allah bizi de böyle yaratmış," demekle yetindi."Uygun kişiyi bulduğunuzda siz de değişeceksiniz."Herif bir de tesselli ediyordu."Peki," dedi Esra konuşmayı bir oyuna döndürerek, "karınızı ne kadar seviyorsunuz?""Çok, onun için her şeyi yapacak kadar."Berndin bu çocuksu savındaki kararlılık Esrayı güldürdü."Bu söylediğiniz içi boş, belirsiz bir şey. Mesela mesleğinizden vazgeç dese.""Öyle bir şey demez.""Dediğini varsayalım.""Demez ama istese vazgeçerim. Onun için yapmayacağım şey yoktur.""Gerçekten mi?""Tabii bir kere onun için Ermeni soykırımını protesto gösterisine katıldım. Benim polislerden ödümkopar. Ama polisler Vartuhinin de aralarında bulunduğu üç kıza saldırınca üstlerine atıldım. Sıkıbir sopa yedim, karakola götürüldüm, az kalsın okuldan atılacaktım. Ama hiç pişman olmadım.Çünkü Vartuhinin gözünde bir kahraman olmuştum. O gösteriden sonra daha çok sevmeye başladıbeni."Bunları anlatan Berndin mavi gözlerindeki kararlılığı gören Esra onun doğru söylediğini anlamıştı.Ama çekincesini dile getirmeden edemedi."Böyle sevilmek güzel bir şey, aynı zamanda da korkutucu.""Neden korkutucu olsun?""Yarın Vartuhi sizi bırakmaya kalkarsa?""Kalkmaz. Ben onu sevdiğim sürece o da beni sever.""Yapmayın. Siyam ikizleri bile bu kadar senkronik değildir."211"Bunun biyolojik uyumla ilgisi yok, bu ruhla ilgili bir şey.""Herhalde," dedi Esra boş gözlerle bakarak, "ama itiraf etmeliyim ki benim anlayamadığım birşey."Bernd merakla süzdü meslektaşını."Aslında bu çok şaşırtıcı. Kadınlar genellikle sizin gibi düşünmez. Onların yaşamlarındaki birkaçbüyülü sözcükten biridir aşk.""Haklısınız, aşk kadınlar için çok önemlidir. Kimileri gerçekten inanır. Onun sefasını sürmektençok cefasını çeker, kimileriyse aşkı kullanarak erkekleri istedikleri gibi yönetir... Neyse bu konubaşka... Aslında ben de sizin davranışınıza şaşırdığımı söylemeliyim.""Neden?"Esra işi iyice şakaya vurdu."Almanlardan böyle gözü kara âşıkların çıkacağını pek sanmazdım. Büyükbabalarınızdan biriFransız olmasın. Ya da Latin filan. Brezilyaya giden Almanların arasında akrabanız yok değil mi?"Bernd de gülmeye başlamıştı."Goethenin Genç Wertherin Acılarını okumadığınız anlaşılıyor," diye serzenişte bulundu."Goethe de onulmaz bir âşıktır. Onun için ruhun yıkanıp arındığı deli bir ırmaktır aşk."212on dördüncü tabletİlk aşkımı, Aşmunikalı bulduğum an yitirmiş amaçsızca yürüyordum. Tapınak geride kalmıştı,Walvazitinin söyledikleri geride kalmıştı, Aşmunikal da geride kalmalıydı. Onun görüntüsünü,kokusunu, tadını, sesini zihnimden silmeli, onu unutmalıydım.
  • Pazaryerine girdim, satıcıların, kölelerin, alışveriş yapanların arasından bir ruh gibi geçerekHaberciler Duva-rına yürüdüm, oradan Su Kapısına indim. Kapıdan çıkıp Fırata ulaştım. Yaşlınehrin suyu çamurlaşmış, adeta kan renginde akıyordu. Nehir boyunca ilerledim. Sanki adımlarımkendiliğinden hareket ediyor, bedenimi, nehrin yanı sıra sürükleyip götürüyordu. BüyükbabamMitannu-wanin ilk karısı Tunnawi öldüğünde üç gün üç gece saklandığı adacığın karşısınagelinceye kadar böylece sürüklendim. Sonra adacığın karşısında yere diz çöküp ağlamayabaşladım. Erkeklerin ağlamasının yakışık almayacağını öğretmişlerdi bana. Ama acım ve öfkemöyle büyüktü ki aldırmadan hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Tanrılara kızıyordum, krala kızıyordum,hiçbir suçu olmadığı halde Aşmu-nikala kızıyordum, hepsinden çok da kendime kızıyordum. İçimaçılıncaya, öfkem boşalıncaya, yüreğimdeki koyu keder dağılıncaya kadar ağladım. Bir aragözlerim karşıdaki adacığa takıldı. Nehrin ortasında öylece durmuş, Büyük Tufanda bütün canlılarölürken Sümerli Ur-Napiştiyi ailesi ve hayvanlarıyla birlikte boğulmaktan kurtaran büyük gemigibi beni kendi yazgımdan uzaklaşmaya çağırıyordu. Belki ben de Büyükbabam gibi adaya kaçıpbirkaç gün orada yaşamalıydım. Ama bu, gizli aşkımın öğrenilmesine yol açardı. Acımasız KralPişiriş, onun213genç gözdesi Aşmunikala sevdalandığımı öğrenince akıbetimin ne olacağını ancak Tanrı Teşupbilirdi. Bir yandan yitirdiğim sevgili için üzülürken, bir yandan kralın bu olayı öğrenip bendenintikam almaya kalkışacağından korkuyordum. O anda Büyükbabam Mitannuwanin yanımdaolmasını ne kadar çok isterdim. Mutlaka ne yapmam gerektiğini söyler, beni cesaretlendirirdi. Oysaben, toy, korkak, zavallı âşık Patasana, böyle sessizce ağlamaktan, yüreğimdeki fırtınayıgözyaşlarımla yatıştırmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu. Bu tehlikeli aşk, Başra-hiplebenim aramda bir sır olarak kalacaktı. Ona güvenirdim, bu konuyu asla krala açmazdı. Törenlerdesaygıda kusur etmiyordu ama kraldan hoşlandığını sanmıyordum, Aşmunikala gelince, benim gibibeceriksiz bir erkeği çoktan unuttuğuna emindim. Hava kararıncaya, kurtlar, kuşlar yuvalarınadönene kadar Fıratın kıyısında oturdum, sonra gözyaşlarımı silerek kentin yolunu tuttum.Kandillerin yetersiz ışığı ağlamaktan şişmiş gözlerimi gizliyordu, annem hiçbir şeyin farkınavarmadı. Babama gelince, başında öyle bir kara bulut dolanıyordu ki, değil küçük oğlunun kederini,burnunun ucunu bile görecek hali yoktu.214on beşinci bölümHava çoktan kararmıştı, kazı ekibi cırcır böceklerinin tekdüze müziğinin eşliğinde akşam yemeğiniyiyordu."İşte günlerdir beklediğim yemek."dedi Teoman. Bir yandan konuşuyor bir yandan kıymalıpatlıcanı iştahla çiğniyordu. "Bayılırım karnıyarığa."Teomana ilk sataşma, sabah Esradan yediği sıkı fırçanın etkilerini unutmaya başlayan Murattangeldi."Yapma Teoman abi geçen gün en sevdiğim yemek çılbır, diyordun.""Onu karıştırma ülen," diye çıkıştı aslen İzmirli olan Teoman. Nerede duracağını bilemeyenMuratın takılmaları bazen sinirini bozuyordu. "Çılbırı da severim ama bunun yeri başka. Hayattaen korktuğum şey nedir biliyor musun? Yaşlanınca, doktorların bana patlıcan perhizi vermeleri.""Amerikada patlıcanları atlara veriyorlar," diyerek bu defa Timothy bulaştı obur arkeologa.Teoman yerine elinde pilav tenceresiyle masaya yaklaşan Halaf yanıtladı Amerikalıyı."Yapma Tim," dedi, "patlıcan sebzelerin kralıdır. Onu küçük görmeyi sana yakıştıramadım. Bizdepatlıcanın on beş çeşit yemeği yapılır."Murat, aşçıya inanmamıştı.215 "Amma attın be Halaf! On beş çeşit patlıcan yemeği mi olurmuş.""Niye atayım..." diyerek pilav tenceresini masaya koydu. Ellerini beline dayayarak Muratabaktı/İnanmıyorsan, ben adlarını söyleyeyim, sen de say: Patlıcan kızartma, karnıyarık, patlıcan
  • kebap, kazan kebabı, patlıcan dolması, patlıcan doğrama, Alinazik, baba hannuç, mıcı-rık aşı, türlü,imambayıldı, sakız kebabı, patlıcan turşusu, patlıcan reçeli ve Yahudi misafir. On beş etti mi?""Etti de, şu Yahudi Misafiri pek anlayamadım.""Anlayamayacak ne var. Bir yemek işte."Teoman da inanmamış gözlerle baktı aşçıya."Darılma Halaf ama," dedi. "Bu Yahudi misafiri bana da pek inandırıcı gelmedi.""Madem inanmıyorsunuz tarifini vereyim," diyerek başladı anlatmaya. "Patlıcanları dört köşedoğrar bir tarafta tutarsın. Tencerede soğanı kıymayla kavurursun, salçasını da ekledikten sonraiçine patlıcanları koyarsın. Biraz pişirdikten sonra bulgur ekler pilav gibi pişirirsin. İşte sanaYahudi misafir."Murat söyleyecek söz bulamamıştı. Ama ağzındaki lokmayı keyifle yutan Teoman."Yahudi misafiri bilmem ama karnıyarık ilk tattığım günden beri vazgeçemediğim yemeklerarasında yer almıştır. Annem de bir pişirir, parmaklarını yersin.""Ne yani," diye atıldı Halaf, "bizimki kötü mü?""Yok canım," dedi Teoman çatalıyla kopardığı iri bir parçayı daha ağzına götürmeden önce, "öylesöyleyen mi var? Seninki de nefis olmuş.""Gerçekten de güzel olmuş," diye atıldı yıldızı hiçbk zaman aşçıyla barışık olmayan Kemal. "Elinesağlık Halaf."Kazı boyunca ondan ilk övücü sözü işiten Halaf, duyduklarına inanamamış gibi baktı genç adama.Ama, "Afiyet olsun," demeyi unutmadı.216Kemalin davranışı Esranın gözünden de kaçmamıştı. Konuşması işe yaramış mıydı ne? Böyledüşünen yalnızca o değildi, Elif de bu öğleden sonra Kemalin artık kendisine ters davranmadığınıfark etmişti. Oysa Fırata yüzmeye giderken tedirgindi. Yine kınayan gözlerle o mayoyu niye giydindiye bakacağını düşünüyordu. Ama Kemal hiç oralı olmamış Murat ve Teomanla şakalaşarak,Elifle hiç ilgilenmemişti. "Umarım artık beni rahat bırakır, diye geçirdi içinden genç kız göz ucuylaTimothyye bakarak. Elifin Amerikalıya baktığını fark etmişti Kemal ama bunu da görmezdengeldi."Su nasıldı?" diye sordu Timothy"Harikaydı," diye atıldı Murat. "Gerçi Teoman Abi çüt depik yüzmeyi hâlâ başaramadı ama."Çüt depik dedikleri yöntemi onlara Halaf öğretmişti. Yöredeki köylü çocukları böyle yüzüyordu;suyu iki elleriyle karınlarının altına çekerken ayaklarını hızla indiriyorlardı ırmağın yüzeyine.Böylece arkalarında çarklı vapurların çıkardığına benzer köpükler oluşuyordu. Ama ekiptekilerHalaf in gayretlerine karşın çüt depik yüzmeyi öğrenememişlerdi."Siz kendinize bakın," dedi pilav tenceresine uzanan Teoman. "Ben birkaç metre gidiyorum yine.Kemalle sen suyun yüzünde bile duramıyorsunuz.""Sen denemedin mi?" diyerek Elife döndü Bernd."Yok," dedi genç kız, "zaten iyi yüzemiyorum. Çüt depik filan derken boğulup giderim.""Bence de denemeyin," diye onu destekledi ayakta dikilmekte olan Halaf, "kızlar çüt depikyüzemez."Ekibin eski neşesine kavuşması Esrayı sevindirmişti."Ben yüzüyorum ya," diye o da lafa karıştı."Kusura bakmayın ama sizin de Teoman Beyden farkınız yok. Bir metre ya gidiyor, yagitmiyorsunuz sonra bildiğiniz gibi yüzmeye devam ediyorsunuz.""Siz işin şakasındasınız ama Hattuç Nine, Esrayla217Elifin yüzdüğünü görmüş. Oğlum Teoman, günah değil mi bu kızlar çıplak suya giriyorlar, filangibilerden serzenişte bulundu dün bana.""Hadi ya," dedi Esra. Neşesi kaçmıştı."Daha dikkatli olmalıyız."Halaf her zamanki gibi onları rahatlatmaya çalıştı.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...