23 Eylül 2014

Aşk Köpekliktir Ahmet Ümit DOĞAN KİTAP


Aşk Köpekliktir
Ahmet Ümit
DOĞAN KİTAP
  • Serpile, Serdara ve Goncaya, en derin sevgilerimleAşkı olan, arı namusu neyler Yunus EmreÖnsöz yerineYadaAşk Rüzgârın Söylediği Bir ŞarkıdırRüzgâr, sonbaharda hep aynı şarkıyı söyler.Pencerenin camlarında gezinen titreyiş,kasımpatıların gövdelerini okşayan fısıltı, karanlıktagümüşî yaralar açan çığlık, yağmuru hızlandıran deliıslık, yüzümüzde patlayan haykırış, denizi ürpertenmırıltı, kaç renk, kaç çeşit, kaç ton sesi varsa, rüzgârsonbaharda hep aynı şarkıyı söyler.Buna şarkı demek de doğru değildir; çoğu zaman birağıttır. Güzelin kısacık ömrüne, gidenin çekiciliğine,sevgilinin hayaline yakılmış bir ağıt. Her yıltekrarlanmasına rağmen yıpranmamış, dipdiri kalmış,hüznünü zerrece yitirmemiş bir ağıt...
  • Aslında hikâyenin başlangıcı sonbahar değil,bahardır. Bulutlar yükselip, güneş cömertleşince,tomurcuklar belirginleşip, yapraklar seçilince rüzgârâşık olur. Birden değil, sanki çok eski, çok derin, hepvar olan bir şeyi anımsar gibi ağır ağır âşık olur,usulca, sindire sindire. Tanıdık, bildik, hep gözününönünde olanın kadim güzelliğini yeniden keşfeder gibi.Hayır, rüzgâr hemen şarkıya başlamaz, sadece âşıkolur. Belki size şaşırtıcı gelecek, rüzgâr çiçekleredeğil, yapraklara âşık olur. Evet, ağaçları güzel kılan,kuru dallan yeşile çevirip, güneşte gümüşbalıkları gibikımıl kımıl kıpırdanan yapraklara... Çiçekler mi?Nedendir bilinmez, rüzgâr, çiçekleri yaşamı boğacakkadar süslü ve züppe bulur. Biz insanların hayranlıklabaktığımız, kokladığınız, sevdiklerimize en değerliarmağanlar olarak götürdüğümüz çiçekler onuçekmez, cezbetmez. Onlara dokunmayı, onlarlasevişmeyi doyurucu bulmaz. Rüzgâr olmanın verdiğibilgelikle kavramıştır bunu. Belki de yaprakların engingönüllülüğü çeker onu... Neyse işte, rüzgâr yapraklansever. Dünya kurulalı beri bu sevdadanvazgeçmediğine göre de çektikleri ona yetmemiş, buaşk onu doyurmamıştır. Bu her zaman dile getirilmesede böyle bilinir, böyle kabul edilir.Gelmiş geçmiş bahar yağmurları, yaz sıcakları busevdanın tanığıdır. Rüzgârın sevgisini göstermesi içinyapraklara ihtiyacı vardır... Sadece sevgisinigöstermek için mi? Şiddetini, acımasızlığını, öfkesinigöstermek için de... Zavallı yapraklar bu delişmen
  • âşığın her halini, hiç seslerini çıkarmadan, vefakâr birsevgili gibi çeker.Hayır, rüzgârın dilinde her mevsim aynı şarkı yoktur.Baharda umutlu bir âşık gibi bağıra çağıra dolaşır,yaza doğru uzun sevişmelerin yorgunluğu belirmeyebaşlar, büyülü bir doygunluk sarar bedenini; tatlı birsarhoş mırıltısıyla sürüklenir kentlerin sokaklarında,bozkırın ıssızlığında, dağların koyaklarında, denizlerinmaviliğinde... Derken bir sabah soğuğu hisseder.Gerçek, sulusepken bir yağmurla büyülü rüyasındanuyandırır onu. Birden olacakları anlar; eli ayağıtutulur, ne yapacağını bilemez...Olan olmuştur işte; güneş çekilmiş, karnı kara bulutlarkötü olayların habercisi gibi çökmüştür toprağınüzerine. Her sonbahar yaşanan yeniden yaşanacaktır.Rüzgâr, belki de farkına varmadan başlar hüzünlüezgisine. Önce belli belirsiz, adeta fısıldar gibi, sonraiç çekerek, sonra öfkelenerek, en son da haykıraraksöyler şarkısını.Yapraklar, rüzgârın ezgisini duymadan dökülmezler;hava ne kadar soğuk olursa olsun, yağmur ne kadarşiddetli yağarsa yağsın, onların tutundukları dallardankopmaları için rüzgârın şarkısını duymaları gerekir.Tuhaf bir paradokstur yaşanan. Rüzgâr, yapraklarındöküleceğini bildiği için şarkısına başlamıştır.Yapraklarsa döküleceklerinden habersiz, rüzgârınağıda benzer şarkısını duyunca, dayanamayıpbırakmışlardır kendilerim aşağıya.Rüzgâr elinden gelse, tükürüp atacaktır dilinden buacı şarkıyı, çekip gidecektir buralardan. Ama bunu,
  • bugüne kadar başaramamıştır. Bundan sonrabaşaracağı da kuşkuludur.Bir an, sadece bir an umutlanır rüzgâr. Ağıdı bırakır,damarlarında gizlenen çürümeye rağmen güzelliğinikoruyan yerdeki yaprakları canlandırmak ister. Bütünbedeniyle dokunur onlara; bu dokunuş öyle yumuşak,öyle kırık dökük, öyle çaresizdir ki, ağaçlarda kalanyaprakların da aklını çeler, onlar da kaldırıp atarlarkendilerini rüzgârın kollarına. Artık nemli toprağınüzerinde ölümcül bir dans başlamıştır. Tandoğumundan öğle ortasına, ikindiden akşamalacasına, gece karanlığına, son yaprak dökülünceyekadar sürecek bir dans.Düşen mutlu düşer, ne de olsa son nefesini sevdiğininkollarında vermiştir. Yaşayana ise çıldırmak kalır.Yapraklarını koruyamadıkları için ağaçlan kökündensöker, duyarsız sokaklarda naralar atarak devbinalara saldırır. Takati tükeninceye kadar kendinigranit dağlara, buzdan denizlere, sisli ovalara, deringöllere çarpar. Sonra... Sonra birden rüzgârın içiboşalır, soluğu kesilir, gökyüzü ile toprağın arasındaöylece durur. Ne yapraklara dokunacak gücü kalır, neşarkısını sürdürecek inadı. Rüzgâr, tıpkı bir insan gibianiden oluverir.Aşk Bir MucizedirO hep akşamüstü gelirdi. Güneş batmamışken,sokaklar kül rengi bir ışıkla yıkanmamış, odamınışıkları henüz yanmamışken. Büromun önündeki, ikiyanı fundalıklı dar yoldan geçerek aşağıdaki işlekcaddeye yürürdü. Ben, pencerenin önünde durur,
  • perdenin arasından, soluğumu tutarak izlerdimyürüyüşünü. Her akşamüstü... Gerekirse en önemligörüşmelerimi bile iptal ederek...Bu halime bakıp romantik biri olduğumu sanmayın.Đlgisi yok, son derece mantıklı, duygularından çokdüşünceleriyle hareket eden bir adamım. Hatta liseyıllarında birçok arkadaşım, kendilerini aşkın hülyalıdünyasına kaptırıp, sevgilileriyle buluşmak için okulukırarken, ben bir gün bile devamsızlık etmeden,sayfası sayfasına derslerimi takip ederdim. O dönemplatonik aşklar yaşadığımı inkâr edecek değilim, amakendimi hiçbir zaman bu türden havaîliklerekaptırmadım, sorumluluklarımı hiç aksatmadım.Kazandığım ne varsa kendi aklımla, kendi emeğimleoluşturduğumu söyleyebilirim. Şirketimin başarısını,evliliğimin bunca yıldır sürüyor olmasını da akılcıdavranışlarıma borçluyum. Evliliğimizin, karşılıklısaygı ve sevgiye dayalı, dengeli bir ilişki olmasında,kuşkusuz eşimin rolü de var. Onun anlayışlı bir insanolmasını, bana karşı ilgisini hiç yitirmeyişini,çocuğumuza karşı sorumluluklarını büyük bir istekleyerine getirmesini takdir etmiyor değilim. Ancakbirlikteliğimizin bu denli uzun ömürlü olmasında dahaçok benim inceden inceye mantık süzgecindengeçirilmiş davranışlarımın belirleyici olduğunu dasöylemeden geçemeyeceğim. Böbürleniyormuşumgibi gelebilir, ama inanın öyle. Daha doğrusu öyleydi.Bir zamanlar böyle davranmış olmakla gururduyardım... Bir zamanlar... Şimdi o günleri özlüyorum.Aklımın gündüzleri işimle, geceleri eşim ve oğlumla
  • dolu olduğu sıradan, basit, huzurlu günleri. Ne yazıkki o huzur dolu, sakin günler çok gerilerde kaldı. Onugördüğüm andan itibaren yaşamım altüst oldu. Hemde ne altüst oluş. Bu öyle bir şey ki... Nasıl anlatsam!..Bu, birbirine benzeyen günlerin içinden ansızınçıkıveren bir rüzgârın her şeyi değiştireceğineinanmak gibi; bu, yağmurun yumuşak yeşilini,çiçeklerin kırılganlığını, baharın kışkırtıcılığını yenidenhissetmek gibi... Yani anlatmak zor, ama yenidengençleşmek, bir daha yaşayamam diye düşündüğünduygulanıl birdenbire uyanıp, seni ayağa kaldırmasıgibi... Bakın, şiir yazar gibi anlatıyorum. Bir mantıkabidesi olan ben, bu yaşımdan sonraromantikleşmeye çalışıyorum. Biliyorum, komikoluyorum ama içimden böyle yapmak geliyor.Oysa onu ilk fark ettiğim gün, aklım oğlumun yabancıdil öğrenme işiyle meşguldü. Bir baba olarak oğlumunen iyi eğitimi almasını istiyordum. Çok zengin birisayılmam ama halimiz vaktimiz yerinde çok şükür.Galiba en iyisi özel okullardan birine yazdırmaktıçocuğu. Gerçi bazı arkadaşlarım, bu okulların birerpara tuzağı olduğunu, kaliteli eğitim veren Anadoluliselerinden birini tercih etmemin daha doğru olacağınısöylüyorlardı ama... Başka seçenek de yok gibiydi.Bunları düşünerek ofisimde geziniyordum ki, canımsıkıldı, perdeyi aralayıp dışarıya bakmak istedim.Baktığım anda da onu gördüm. Sırtında bej rengi birpardösü vardı, omuzlarına düşen açık kumral saçlarırüzgârda belli belirsiz kıpırdanıyordu. Önümden hızlaakıp gitti. Onu görür görmez bir yerlerden daha önce
  • tanıştığımızı anladım. Oysa kısa bir süreliğine, üsteliksadece arkadan görmüştüm. Hatırlamaya çalışaraköylece baktım...Yine de ilk görüşümde onu çok önemsediğimisöyleyemem. Ama iki gün sonra aynı saatlerde yinepenceremin önünden geçince, ertesi gün de bunutekrarlayınca, onu daha yakından izlemeye başladım.Omuzlarının hafifçe sarsılışı, saçlarının yumuşakkumrallığı, pardösüsünün altında belli belirsiz devinenkalçaları... Evet, onu daha önce görmüştüm, bundanemindim. Ama ne zaman, nerede, çıkaramıyordum.Dördüncü görüşümde anımsadım; inanılmaz şey, onudüşümde görmüştüm.Evet, onu yıllar önce düşümde görmüştüm.Evleneceğim günden bir önceki geceydi. Belki de buyüzden hiç unutamamışım. Düşümde, dalgalı birdenize bakan bir gül bahçesindeydim. Bahçedediğime bakıp da, içinde tek katlı evlerin yükseldiğibirkaç gül fidesiyle süslenen kıytırık yeşilliklergelmesin gözünüzün önüne. Düşümde gördüğüm yeradeta Babilin Asma Bahçeleri gibiydi. Evet, evetyanlış duymadınız, asma bahçe dedim. Rüyasınıgördüğüm o muhteşem arazi tam on iki asmabahçeden oluşuyordu. Her bahçede farklı renktegüller ekilmişti; beyaz, san, açık san, turuncu,yavruağzı, pembe, kırmızı, mor, hatta siyah güller...O, mor güllerin arasındaydı; ayakta durmuş, denizebakıyordu. Uzun boyluydu, sırtında tıpkı ofisiminönünden geçen kadınınki gibi bej rengi bir pardösüvardı, açık kumral saçları omzuna dökülüyordu.
  • Sessizce ona yürüdüm. Yürümek değil de sankiuçtum. Çünkü ayaklarım yere basmıyor gibiydi. Yinede beni hissetmiş olmalı ki döndü. Yüzü ilgiduyduğum, sevdiğim, âşık olduğum ve ömrümün gerikalanında da ilgi duyacağım, seveceğim, âşıkolacağım kadınların yüzlerine benziyordu. Bubenzerlik beni hiç şaşırtmadı. Biliyorum, gerçekyaşamda böyle bir yüz göremezsiniz ama düşte herşey olanaklıydı. Uğruna acı çektiğim, yalansöylediğim, ihanet ettiğim, sırlarımı paylaştığım bütünkadınların birleşiminden oluşan bir varlık duruyordukarşımda. Yeşil, kahverengi, mavi, siyah, bal rengigözler şefkatle, kıskançlıkla, sevgiyle, düşmanlıkla,aşkla bakıyordu bana. Tatlı bir baş dönmesi hissettim;gözlerine biraz daha baksam düşecektim. Düşmemekiçin bedenine futundum, dudakları dudaklarımınhizasındaydı. Yan aralıktı, arasında durduğu güllergibi mor renkli bir rujla boyanmıştı. Uzandım, gülyapraklan gibi narin dudaklarına dudaklarımladokundum. Amansız bir gül kokusuyla sarmalandım.Öpüşmenin tadını bilecek kadar çok kadınlatanışmıştım; ince, dolgun dudaklılar, çilek ya da karaüzüm renginde olanlar, ağzınızın içinde hoş bir kokubırakanlar; sanki acıtmaktan korkarmışçasınadokunanlar ve aklıma gelmeyen daha niceleri, amahiç duraksamadan söyleyebilirim ki, bu öpüşme o anakadar yaşadıklarımın hiçbirine benzemiyordu. Hemenhınzırca gülümsemeyin; sözünü ettiğim baştançıkancı bir cinsel duygu değil. Bilinen anlamdakicinsellikten çok uzak bir şey. Dolgun, mor dudakları
  • ağzımın içinde yabanî bir dut gibi erimeye başlayıp dabu sıvı kanıma kanşınca, ruhumun annmaya,bedenimin yenilenmeye başladığını hissettim.Yüklerimden kurtulmuş gibiydim. Aşağıda çılgıncadalgalanan denizle, bu dingin bahçeyle, rengârenkgüllerle, kollanmın arasındaki kadınlaözdeşleşiyordum. Mutlak mutluluk, kesin huzur, safmasumiyet, hem zevk, hem dinginlik hepsini aynıanda hissedebiliyordum, inanın abartmıyorum,yaşadığım, tanrılann insanlara vaat ettikleri türden birzevkti; bedenin doyumu ile ruhun doyumununbuluştuğu an...Ama düşlerin de yaşam gibi bir sonu vardı. En güzelyerinde annemin sesiyle uyandım. Annemin sesi hiçbu kadar çirkin gelmemişti bana. Ne diyorum farkındamısınız ? Sevgili annemin sesini çirkin bulduğumusöylüyorum. Yalnızca o gerçek olmayan, biryanılsamadan ibaret olan rüyamı böldüğü için.Neyse... Annemin sesiyle uyandım. Şaşkınlıklagözlerimi açtım. Neler yitirdiğimin ayrımına varırvarmaz, yeniden kapadım. Boşuna... gözka-paklanmın altında simsiyah boşluktan başka birgörüntü yoktu. Başımı yastığın altına gömdüm, neçare ki o büyülü rüya geri dönmüyordu. Zaten başucumda dikilen annemin de yeniden uyumama fırsatvereceği yoktu.Daha sonra sık sık bu düşü anımsadığım oldu; gülbahçesindeki o kumral kadın gözümün önüne hergeldiğinde içimde taptaze, umut dolu bir şeylerkıpırdıyordu. Ama yaşam belleğimizdeki anıları
  • silmekte çok ustaydı, giderek izler zayıflamayabaşladı, bu düşü daha az anımsar oldum. Ta kipenceremin önünden geçen bu kadını görünceyekadar.Bu kadın, düşümdeki kadın mıydı? Olamayacağınıbiliyordum, düşünmek bile saçmaydı, ama inanmakgüzeldi. Üstelik böyle düşünmeye ihtiyacım vardı.Çünkü onu fark ettiğim andan beri yaşamım anlamkazanmaya başlamıştı. Günlerim onu beklemeninheyecanıyla geçiyordu. Onun geleceği saatlerdesekreterime telefon bağlamamasını söylüyor, hattaçoğu zaman, onu erkenden evine yolluyordum. Sonrahazırlıklarımı yapıp, nefesimi tutarak onungörünmesini bekliyordum. O fundalıklı yolda belirincede, omuzlarına dökülen saçlarını, bedeninin hafifçesarsılışım, kendinden emin yürüyüşünü keyifleizliyordum. Bir dakika bile sürmüyordu bu. Ama osaniyelerin her biri benim için nasıl büyük birmutluluktu, nasıl büyük bir heyecandı anlatamam.Ama gitgide bu saniyeler yetmemeye başladı. Onuböyle uzaktan, üstelik yüzünü bile görmeden izlemekartık acı veriyordu.Onun yüzüne bakmalı, kokusunu duymalı, sesiniişitmeliydim. Bütün benliğimle bunu istiyordum, öteyandan içimde bir korku taşımıyor da değildim. Yayüzünü gördüğümde, sesini duyduğumda, kokusunuhissettiğimde onun düşlerimdeki kadın olmadığınıanlarsam!.. Bu korkunç bir yıkım olurdu benim için.Şimdi, bir yanılsama da olsa, onu uzaktan izlemekbeni mutlu ediyordu. Ya gerçek bunu bozarsa? Ama
  • onu bu pencerenin arkasından seyretmek deyetmiyordu işte. Kendi kendimle didişmelerle geçenuzun günlerin ardından sonunda onunla konuşmayakarar verdim. O gün sekreterimi, mesai bitiminden çokönce yolladım. Kendime çekidüzen verdim.Yapacağım konuşmayı defalarca aklımdan geçirdim.Sonra pencerenin önüne geçerek heyecanlabeklemeye başladım. Sonunda fundalıklı yoldagöründü. Onu görür görmez elim ayağım titremeyebaşladı. O gün her zamankinden daha çokheyecanlanmıştım. Bir an vazgeçmeyi bile düşündüm.Ama sonra bunun doğru olmadığına karar vererekdışarı çıktım. Heyecanımı denetlemeye çalışarakyaklaştım. Birkaç adım sonra omuzlarımız aynı hizayagelmişti. Biraz daha yan yana yürürsek onu ürkütebi-lirdim. Sesimi olabildiğince yumuşatarak,"Affedersiniz" dedim.O bana doğru dönerken boğazım kurumuş, bedenimrüzgâra tutulmuş bir yaprak gibi sallanıyordu.Gerçekten de düşümdeki kadın mı çıkacaktı karşıma?Döndü. Hayır, düşümdeki gibi değildi, bu kadının biryüzü vardı. Hem de çok güzel bir yüzü. Ela gözlerituhaf bir ışıltıyla yanıyor, insana cesaret veren ılık birgülümseyiş dudaklarını süslüyordu. "Affedersiniz" diyetekrarladım."Buyurun" dedi. Etrafa şöyle bir baktıktan sonra banadöndü. "Bana mı seslendiniz ?" Gözleri soru doluydu."Evet... Şey... "Bir türlü konuşmaya başlayamıyordum. "Buyrun, sizidinliyorum."
  • "Lütfen beni yanlış anlamayın... Sizi rahatsız etmekistemiyorum..." Yine sustum, lafın arkasını nasılgetireceğimi bilemiyordum. "Eee, rahatsız etmekistemiyorsunuz... " diye cesaretlendirdi beni... "Yaniyanlış anlamanızdan korkuyorum... ""Yanlış anlamamdan... " diye yineledi. Halim çokkomik olmalı ki, yüzünde neşeli bir ifade belirmişti."Yani böyle sokak ortasında sizi durdurup... ""Bakın beyefendi" dedi sakin bir tavırla. "Biraz sakinolun... Gören de sizi büyük bir suç işliyor sanacak... ""Suç mu ? Yok yok, aklınıza kötü şeyler getirmeyin.Size zarar verecek değilim."Tepeden tırnağa süzdü beni."Öyle düşünmüyorum zaten.""Yani yanınıza böyle birden gelince... "Gözlerinde kendinden emin bir ifade belirdi."Rahat olun beyefendi, hangi çağda yaşıyoruz.Tanışmıyor olabiliriz, ama bir söyleyeceğiniz varsa,sizi dinlerim.""Ne kadar anlayışlısınız" dedim. "Evet, size bir şeylersöylemek istiyorum. Mümkünse tabiî... " "Nedenolmasın ?" Duraksadı. "Ama ne konuşacağız ?""Biraz uzun bir hikâye... Böyle ayaküstü olmaz."Elimle ofisimi gösterdim. "Ben şurada çalışıyorum, birsakıncası yoksa, buyrun orada konuşalım."Gösterdiğim yere baktı."Büronuzda ha! " Yüzünde tuhaf bir ifade belirmişti.Kabul etmeyecek diye korktum, ama kibarca başınısalladı. "Hay hay..." Birlikte yürümeye başladık.
  • "Bu kadar heyecanlı olduğunuza göre anlatacaklarınızçok ilginç olmalı..." diyerek ağzımı yokladı."Gerçekten de çok ilginç. Duyunca siz de bana hakvereceksiniz.""Çok merak ettim şimdi. Benim hakkımda mı?""Sizin hakkınızda" dedim. Utana sıkıla ekledim. "Tabiîbenim de."Dudaklarında çapkın bir ifade belirdi."Haliyle, siz olmadan olmaz."Sesi manidardı. Benimle alay edecek diye korkmayabaşladım ama ok yaydan çıkmıştı bir kere, gittiği yerekadar sürdürecektim. Ancak büroya gidinceye kadarsoru sormadı. Ben de cesaret edip onunlakonuşamadım. Büronun kapısına gelince, yine obozdu sessizüği, "Tamdık geliyorsunuz" dedi. "Dahaönce karşılaşmış mıydık?"Az kalsın düşümde diyecektim, "Ben de sizinle bunukonuşmak istiyordum" dedim. Kadının yüzünde şaşkınbir ifade belirdi. Yeni bir soru sormasına olanaktanımayarak, kapıyı açıp onu içeri buyur ettim.Güvenli adımlarla girdi dairenin kapısından, hiçyabancılık çekmeden antreden geçerek, çalışmaodama yürüdü. Sanki buraya daha önce gelmişgibiydi. Odama girince, teklif etmemi bile beklemedenpardösüsünü çıkardı. Üzerinde uçuk pembe, küçükama diri göğüslerinin yarısını açıkta bırakan, derindekolteli bir elbise vardı. Uçuk pembe elbiseninüzerine dökülen kumral saçlarının rengi sarıyayakındı. Elbisenin boyu pek uzun değildi, kadınıngüneş yanığı dizlerinin on santim kadar üzerinde son
  • buluyordu. Onu böyle görünce ne yalan söyleyeyim,heyecanım bir kat daha arttı. O ise rahat tavrınısürdürerek, sanki onu daha iyi görmemi istiyormuşgibi, tam karşıma geçip oturdu. Koltuğa oturunca,elbisenin etekleri iyice yukarı çekildi, bacakları bütüngüzelliğiyle ortaya çıktı. Bacaklarına bakmamayaçalışarak, "Sizene ikram edebilirim ?" diye sordum. "Soğuk bir şey... ""Meyveli gazoz?.. ""Beyaz şarabı tercih ederdim" dedi."Şarap" dedim şaşkınlıkla. Allahtan buzdolabındaaylardır bekleyen küçük bir şişe şarabım vardı. "Tabiî,hemen."Şarabı açıp, yanında iki bardakla getirdim.Elimdekileri ortadaki sehpanın üzerine koyduktansonra karşısındaki koltuğa geçip oturdum. Đkimizinkadehini de şarapla doldurdum, bu süre içinde hiçbirşey sormadı. Dudaklarında içten bir gülümsemeylebeni izlemekle yetindi. Sonra uzanıp kadehini aldı,usulca benimkine dokundurdu."Sağlığınıza... ""Sağlığınıza" dedim.Kadehini önündeki sehpanın üzerine koyduktan sonrasordu:"Eee anlatın bakalım, neymiş benimle konuşacağınızkonu? Çok merak ediyorum."Ben kadehimi hâlâ elimde tutuyordum."Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum" dedim. "Belkide bana inanmayacaksınız, belki sizinle konuşma
  • fırsatı yaratmak için yalan söylediğimi sanacaksınız."Ela gözlerinden çapkm bir ifade geçti."Benimle konuşma fırsatı yaratmak için yalan söylermisiniz ?" diye sordu."Aslına bakarsanız, ne yalan söyleyebilirim ne desokakta kadınları çevirip konuşmaya çalışırım. Bunlar,pek benim yapabileceğim türden işler değil." Kadehimimasanın üzerine koyduktan sonra sürdürdümsözlerimi. "Biraz çekingenimdir aslında... " "Ama banakarşı pek çekingen davranmadınız.""Davranmadım. Ama sizinle konuşmak için günlercekendimle mücadele ettiğimi bilmenizi isterim. Sizi ilkgördüğüm günden beri, yanınıza gelmek konusundakendimle didişip duruyorum." "Beni ilk neredegördünüz ?""Burada" dedim elimle pencerenin dışını göstererek,"ofisimin önünde, siz fundalıklı yoldan geçerken... "Dalgm mırıldandı."Evet, bu yolda yürümeyi seviyorum." Dalgınlığındankurtulup bana döndü. Sanki kızacakmış gibi kaşlarınıçatmıştı, ama bakışlarında hiç öfke yoktu."Yani günlerce beni izlediniz... " diye söylendi. "Özürdilerim, izlemek değil de... Gayriihtiyarî gördüm,pencereden bakarken... Görünce de... " "Görünce deizlemeye başladınız." "Evet ama düşündüğünüz gibideğil." Anlamamıştı, soru dolu bakışlarını yüzümedikti. "Aslında, bu sizi ilk görüşüm değildi. Sizi dahaönce de görmüştüm... ""Öyle mi? Nerede?"
  • Sorusunu yanıtlamadan önce derin bir nefes aldım."Düşümde." "Ne?" "Lütfen beni delinin biri sanmayın.Sizi gerçekten de düşümde gördüm."Şaşkınlığını sandığımdan daha çabuk atlattı.Vişneçürüğü rujla boyanmış dudaklarında muzip birgülümseme belirdi."Peki ne yapıyordum düşünüzde ?" diye sordu. Sesiçapkınca çınladı ofisimin ağırbaşlı duvarlarında. Olanıbiteni büyük bir istekle, bütün ayrıntılarıyla anlattım.Hiç sesini çıkarmadan, tek bir soru bile sormadandinledi beni. Sözlerim bitince gülümsedi: "Boşunadeğilmiş size aşina olmam. Demek ki ben de sizi odüşten hatırlıyorum."Şaşkınlık sırası bana gelmişti. "Nasıl yani? Siz de miaynı düşü gördünüz?" "Neden olmasın ?" Ağzım açıkkalmıştı. "Ama... Ama bu bir mucize." "Mucizelereinanmaz mısınız ?" "Bilmem... Hiç düşünmedim. Dahaönce başıma hiç böyle bir mucize gelmemişti.""Normal" dedi. "Çünkü daha önce banarastlamadınız." "Anlayamadım" diye mırıldandım."Anlayamayacak ne var canım. Görmüyor musunuzbenim işim mucizeleri gerçekleştirmek." Alık alıkbaktığımı görünce, yapmacık bir düş kırıklığı içindedudak büktü. "Yoksa bana inanmıyor musunuz ?""Bilmiyorum" dedim çaresizlik içinde. "Size inanmayıçok istiyorum. Ama benimle alay ediyorsunuz diyekorkuyorum." Cesur bir ifade belirdi yüzünde. "Bunuanlamanızın bir tek yolu var.""Nedir?" dedim.
  • "Öpüşmemiz" dedi. Duyduğuma inanamadım."Anlamadım!""Oysa çok basit. Düşünüzde öpüşmüyor muyduk?Yeniden öpüştüğümüzde düşlerinizdeki kadının sizdebıraktığı o muhteşem etkiyi hissederseniz, o kadınolduğumu anlarsınız." "Đyi ama, nasıl olur?" diyecekoldum.Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı, bana yaklaştı.Ellerimden tutup beni de ayağa kaldırdı. Diliyledudaklarını ıslattığını gördüm. Gözlerindeki arzu öylegüçlüydü ki, böyle bir öpüşmeye hazır olmadığımhalde hayır diyemedim. Đyice yaklaştı, parfümününkokusunu duyuyordum, gül kokusu değil diyedüşünürken, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Çokheyecanlanmıştım, bu öpüşmenin düşümdekinebenzeyip benzemediğine bile karar veremi-yordum.Zaten bunun pek önemi de kalmamıştı. Kadınbedenini bedenime iyice yasladı. Đş öpüşmeden çıkıpön sevişme halini almıştı. Elini cinsel organımakaydırdığını hissettim. Đrkilir gibi oldum, kendimi geriçekmeyi düşündüm. Ama kurtuluş yoktu. Sağ elimiyakalayıp elbisesinin altına soktu. Elim çıplak teninedokundu. Sıcacıktı, diriydi, istek doluydu. Artık busevişmenin sonuna kadar gideceğini anlamıştım.Olacakları kabullenip, kendimi sevişmenin uyumunabıraktım.Müthişti. Bedeninde gezinen ellerimin yerdeğiştirmesinden soluk alıp verişime kadar en küçükbir hareketimin bile dilinden anlıyor, istediklerimianında yerine getiriyordu. Ben biraz hızlanınca,
  • "Henüz değil, biraz bekle" diyerek oyunu uzatıyordu.Ya da beni hırslandırmak için, "Evet evet, daha sert,daha derine" diye soluyordu.Bu kadar kısa sürede, böyle mahrem bir alanda, benibu kadar iyi anlaması, yönlendirmesi gerçektenmucizeydi. Sonunda yaşamımı değiştirecek kadınıbulmuştum. Peki şimdi ne yapacaktım? Mutlu birevliliğim, daha doğrusu mutlu olduğunu sandığım birevliliğim vardı. Boşansam, o kadar kolay değildi. Hembakalım, bu mucize sevgili benimle evlenmeyiisteyecek miydi ? Sevişme sonrasında bütün bunlarhızla kafamdan geçti.Elbiselerini giymiş, doygun ama tatlı gözlerle banabakıyordu."Mucizenizi gerçekleştirdim mi ?" diye sordu."Evet" dedim. "Haklıymışsınız. Siz gerçekten dedüşlerimdeki kadınmışsınız." "Söylemiştim."Yavaşça kalktı, pardösüsüne baktı. "Gidiyormusunuz?" dedim korkuyla."Biraz daha kalırsam mucize bozulabilir" diyerekpardösüsünü geçirdi sırtına. "Sizi bir dahagöremeyecek miyim?""Neden göremeyecekmişsiniz ?" dedi pardösüsünündüğmelerini iliklerken. "Yakında buradan taşınıyorum,ama yine Sadriyi arayarak bana ulaşabilirsiniz."Kafam karışmıştı; bahsettiği adamı tanımıyordum."Sadrimi?Odakim?"Kadmın gözlerindeki masum ifade birden değişti."Sadriii" dedi, "bizim Sadri."
  • "Bizim Sadri mi? Bir yanlışlık olmalı... " Gözlerinikısarak, meydan okurcasına baktı."Bakın düşlerdeki kadm fantezisini filan anlıyorum.Ama işi tadında bırakalım. Artık gerçeğe dönmezamanı.""Ne... Ne diyorsunuz gerçekten anlamıyorum." Hiçbeklemediğim bir davranışta bulundu."Bana bak lan" diye gürledi. "Senin kim olduğunubilmiyorum ama eğer paramın üzerine yatacağınısanıyorsan, aldanıyorsun." "Ne parası?" diyekekeledim şaşkınlıkla.Bir panter gibi hırsla üzerime atladı. Yakamdan tutupsarsmaya başladı."Ağzına sıçarım ulan senin! Sikerken hevesliydin de,iş parayı vermeye gelince mi çekingen oldun.""Lütfen... Lütfen... " diye mırıldandım."Ne lütfeni lan? Bomontili Neşenin parasını kimseyiyemez.""Lütfen yakamı bırakın öyle konuşalım" dedim, "inanınne demek istediğinizi anlamıyorum." Yakamıbırakmadı, ama meramını kendi üslubuyla açıkladı:"Anlamayacak bir şey yok. Vizite ücretimi istiyorum.Yani 100 doları. 100 dolardan bir kuruş aşağı olmaz."Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu.Sonunda gerçeği anlamıştım. Bir an ne yapacağımıbilemedim. Gülsem mi, ağ-lasam mı ? Ama kadınartık sabrının sonuna gelmişti."Hadi" dedi yakamı çekiştirerek, "geceyansına kadarbekleyecek halim yok. Sökül paralan."
  • "Tamam tamam" dedim. "Özür dilerim, hemenveriyorum."Böyle söyleyince bıraktı yakamı. Ama bırakırkenuyarmayı da ihmal etmedi."Bir katakulli filan yaparsan...""Yok yok, o dediğinden yapmayacağım" diyerekkasayı açtım. 100 dolar tutarındaki parayı onauzattım. Birdenbire yumuşamam kadını şaşırtmıştı.Parayı alırken düşünceli bir ifadeyle yüzüme baktı."Yoksa doğru mu söylüyorsun ? Sen, Sadrininbulduğu müşteri değil misin ?" Artık diretmenin biranlamı yoktu."Tabiî ki o müşteriyim" dedim bozuntuya vermeden."Sadece biraz şaka yapmak istemiştim." "Yapma,para konusunda kimseyle şaka yapma. Ters birinedüşersin, hacamat eder adamı." "Olur yapmam"dedim.Kapıdan çıkmadan önce döndü. Dudaklanndakiçapkın gülümseme yeniden belirmişti. "Yine desevdim seni" dedi. "Matrak adamsın. Ne zaman canınisterse Sadriyi ara." "Ararım" dedim.Çıktı. Ben de odama döndüm, pencereden baktım;düşlerimde-ki kadın caddeye doğru yürüyordu.Gözden yitene kadar onu izledim. Kâfi Delildir Aşk!Ankaradan ayrılırken yanımdaki koltuk hâlâ boştu. Budurumdan memnun olmadığımı söyleyemeyeceğim.Siz de hak verirsiniz ki tanımadığınız biriyle yan yanaoturarak saatlerce yolculuk yapmak pek hoş bir durumdeğildir. Ancak keyfim uzun sürmedi. OtobüsümüzGölbaşına gelince durdu. Bizim boş koltuğun sahibi
  • de ortaya çıkıverdi. Oldukça yaşlı biriydi. Otobüsebinerken gençten bir adam ona yardım ediyordu.Koridorda ilerleyerek bana yaklaştı. Yanındaki adamınişaretiyle, yaşlı adama yol verdim, o da pencerekenarındaki koltuğuna kendini bırakıverdi. Gençadam, "Hoşça kal dede" dedi. Sonra kulağımaeğilerek, "Biraz rahatsız, ona yardımcı olur musunuz?" diye rica etti.Yanıma oturup keyfimi kaçırması bir yana, bir deadama dadılık edecektik demek. Ama genç adam okadar nazik bir tavırla konuşmuştu ki, onu kıramadım."Tamam, merak etmeyin, ben ona göz kulak olurum"demek zorunda kaldım.Otobüsümüz yeniden yola koyulunca, yaşlı adambana bir selam bile vermeden, dışarıda akıp gidenbozkırı izlemeye başladı. Artık benimle hiç konuşmazdiye içten içe sevinirken, sanki varlığımı yeni farketmiş gibi dönüp yüzüme baktı. Dudaklarıma zorakibir gülümseme yerleştirip, "Merhaba" dedim."Merhaba" dedi titrek bir sesle. Gözleri yüzüme takılıpkalmıştı, artık susmak olmazdı."Yolculuk nereye dede ?" dedim."Antepe."Đlgimi çeken ilk şey yüzündeki keder oldu. Ağarmışsaçları, alnındaki derin çizgiler, feri kaçmış kül rengigözleri, sanki yaşlanmanın doğal bir sonucu değil de,yaşadığı korkunç bir olayın silinmeyen izleri gibiyerleşmişti yüzüne. "Antepli misiniz ?" diye sordum."Evet, ya sen?"
  • "Ben de Antepliyim. Ama dışarıda üniversitedeokuyorum." "Talebesin yani... " "Evet, öğrenciyim... ""Niye gidiyorsun Antepe ?"Savcı gibi böyle sorular sorması canımı sıkmayabaşlamıştı, ama ayıp olmasın diye yanıtladım."Yeğenimin düğünü var da."Kül rengi gözleri canlanır gibi oldu."Düğün ha!" diye mırıldandı. "Düğün yaptığınıza görehaliniz vaktiniz yerinde olmalı." "Abimin durumu fenadeğildir" diye kestirip attım. Artık şu ahi-ret sorularınıkesse de, yolda okumayı planladığım romanımadönsem diye düşünüyordum. Ama nerede, ihtiyarhemen ikinci soruyu yetiştirdi. "Görücü usulü mü,yoksa sevda mı?" "Görücü usulü" diyerek kestiripattım.Konuşmak yerine, başını sallayarak, kendi kendinegülümsedi. Galiba artık kurtuluyorum, diyedüşünürken, "Görücü usulüyle evlenmek iyidir" dedi."Sevda kötüdür. Arada sevda olsaydı üzülürdümyeğenine."Yaşlı adamın, bıktıran sorularından sonra şimdi deKazanova misali kendinden emin bir tavırla, aşküzerine atıp tutması beni sinirlendirmeye başladı. "Bukonuları çok iyi biliyorsunuz galiba?" diye alaycı birtavırla sordum. Alay ettiğimi anlamadı, gözlerine tatlıbir özlem çöktü."Eh, biraz bilirim.""Başınızdan epeyce macera geçmiş anlaşılan" dedimalaycılığımı sürdürerek.
  • Yüzü ciddileşti. Alay ettiğimi anladı, şimdi banakızacak, diye düşündüm ama sandığım gibi olmadı."Bu işin macerası olmaz" dedi yaralı bir ses tonuyla."Hakiki sevda tektir. Sonuna kadar da tek kalır.""Yapma be dede, insanın gönlü o kadar dar mı?""Đnsanın gönlü geniştir geniş olmasına ama sevdakuşu da nazlıdır, öyle her önüne çıkan dala konmaz.Her önüne çıkan dala konana bizde başka adverirler." Sürdürecek diye bekledim. Hayır, soncümlesini söyleyip, başını çevirdi, yeniden dışarısınıizlemeye başladı. Az önce beni kendi halimebırakması için neredeyse yalvaracakken, şimdikonuşsun diye sabırsızlıkla bekliyordum. Öyle ya,yeryüzünde kaç kişi çıkar da sevda kötüdür, derdi.Sadece bu cümle bile merakımı uyandırmayayetmişti. Buna bir de, yüzündeki keder, sesindekieziklik eklenince bu ihtiyarın sıkı bir hikâyesi olduğunainanmaya başlamıştım. Ama gelin görün ki, bizimihtiyar sanki hiç konuşmamışız gibi beni unutmuş,yanı başımızda akan dünyaya dalıp gitmişti.Dayanamayıp sordum: "Dede bakar mısın ?"Döndü, yorgun gözlerinde masum bir ifade vardı."Aklım takıldı, sevda kötüdür dedin. Neden öylesöyledin ?""Öyle olduğu için... "Anlamadığımı fark edince gülümsedi."Sen hiç mapusa düştün mü?""Yoo düşmedim.""Düşsen bilirdin... ""Neyi bilirdim?"
  • "Đçerdeki gariplerin çoğunun bu sevda belasınayattığım... " "Yapmayın, hiç öyle şey olur mu ?"diyecek oldum."Olur ya. Bu memlekette kocası karısını kıskanır,öldürür; oğlan sever, kızı başkasma verirler, öldürür;baba, sevdiğine kaçan kızını orospu oldu diye öldürür;kadın, başkasına dadandı diye kocasmı öldürür; abisierkeklerle konuşuyor diye kız kardeşini öldürür...Daha söyleyeyim mi? Hepsinin sebebi sevda denen oillettir."Đnsanlar cahilse, kötüyse, bunda sevdanın ne suçuvar diyecektim, vazgeçtim. Niyetim onunla tartışmakdeğil, öyküsünü öğrenmekti."Sevda hakkında çok kötü konuştun, herhalde sen hiçsevdalanmadın?" diye sordum.Tuhaf tuhaf yüzüme baktı, sonra derinden bir içgeçirerek, "Olur mu evladım?" dedi. "Sevdalanmayanadam, adam mıdır?"Evet, işte çözülmeye başlamıştı."Ama az önce sevda kötüdür diyordun, şimdi desevdaya düşmemiş adam, adam mıdır, diyorsun. Bunasıl iş, kusura bakma ama ben anlayamadım."Haklılığından emin bir tavırla yanıtladı:"Anlamayacak bir şey yok. Đkisi de doğru. Yaşın genç,bilmiyorsun, insanoğlu yanlış işlerden keyif alır. Dörtkitabın dördünde birden niye cehennem varzannediyorsun?""Niye?""Niye olacak? Đnsan denen yaratığı dizginlemek için.Eğer Allah cehennemi yaratmamış olsaydı, vay
  • dünyanın haline... " Konudan uzaklaşmayabaşlamıştı. "Tamam doğru da, bunların sevdayla ilgisine?""Đlgisi, insanoğlunun musibetliği. Đnsanoğlu o kadarhabis bir mahluktur ki o güzelim sevdayı da mundaretmiştir... "Sustu, gözlerinde koyu bir acı belirmişti. Belli kigeçmişi anım-samıştı."Çok ağır konuştun be dede! Senin başından da epeyiş geçmiş anlaşılan."Gözlerindeki acı yerini puslu bir parıltıya bıraktı."Geçmez mi? Yaş nerdeyse bir asra yaklaşıyor...""Eee anlatsan da dinlesek. Tabiî sakıncası yoksa... ""Sakıncası yok da, anlattıklarıma inanmazsın... "Merakım iyice depreşmişti."O ne biçim söz dede" dedim yaşlı adamı konuşmayaikna etmek için. "Đnanmayacak olsam, anlat der miyim? Bizi o kadar ham biri zannetme... ""Yok, estağfurullah, onu demek istemedim. Aileterbiyesi almış bir çocuğa benziyorsun. Saygısızlıketmezsin. Amma velakin benim anlatacaklarım öyleherkesin başına gelen işlerden değil. Đnanmazsın, tersbir laf eder, canımı sıkarsın. Yolumuz uzun An-tepekadar küs oturmayalım."Gözlerimin içine baka baka söylemişti kaygılarım."Bak şimdi ayıp ettin dede, niye canını sıkayım?Yaşımız genç ama bizim de başımızdan az macerageçmedi. Sana inanmayıp da kime inanacağım ?"Israrım işe yaramış görünüyordu. Gözlerindeki kuşkubulutları dağıldı, hatta gülümser gibi bile oldu.
  • "Madem öyle diyorsun, dinle o zaman" diyerek başladıöyküsüne."Đki çocuklu bir ailenin büyük oğluydum. Babam,Antepteki tarihî bedestende kuyumculuk yapardı. Bende yanında çalışırdım. Bu dediğim seksen seneevveli. O zamanlar Antep bir kasaba gibi. Kasaba gibidediysem aklına küçük bir yer gelmesin, şimdiki gibiolmasa da büyükçe bir yer. Ahalisi ise bir hayli karışık,bir hayli renkli. Ermenisi, Rumu, Musevîsi, Türkü,Kürtü hepsi bir arada... Aynı mahallede, duvar aşırıkomşu olarak yaşıyorlar. Kilisesi, camisi, sinagogu birkuş ucumu kadar yakın birbirine. Çarşı pazar dersenorası da aynı, üç dinin, bilmem kaç mezhebininananları bir arada pazar yapar, bir arada geçinirgiderlerdi.Bizim yan komşumuz Musevî bir aileydi. ZahireciĐshak Efendi. Đshak Amcayla babam çocuklukarkadaşıydı. Đshak Amcanın Floris adında bir de kızıvardı. Çocukluğum Florisle birlikte geçti. Bazenonların bahçelerinde, bazen bizim evin damındaoynardık. Floris küçükken de çok güzeldi; kınalı, kıvırkıvır saçları, ışık saçan gözleri vardı. Arada birsaçlarını çekip canını yaksam da aslında onu çokseverdim, onunla oynamak hoşuma giderdi. O da beniseverdi, yanımdan hiç ayrılmazdı. Ama Floris birazserpilince, annesi, birlikte oynamamıza izinvermemeye başladı. Artık onu yalnızca pencerekafeslerinin arkasından görebiliyordum. Birliktebüyüdüğüm, birlikte oyunlar oynadığımız arkadaşımbana yasaklanınca, ona duyduğum sevgi giderek bir
  • tutkuya dönüşmeye başladı. Ama elden ne gelir.Aramızda duvarlar, pencereler hepsinden de önemlisikomşuluk hatırı vardı. Eğer babam, Đshak Amcanınkızına böyle duygular beslediğimi bilse kemiklerimikırardı. Đşin daha ciddi olduğunu söylesem, onunlaevlenmek istediğimi açıklasam, bu kez de dinlerimizfarklı, zinhar bu iş olmaz deyip kestirip atardı. Đlkgençlik çağlarımız, böyle kaç göçle geçti. Florisigörmek için fırsatlar kollamakla, arada derede biri ikigülüş koparmakla, birkaç laflık kaçamakkonuşmalarla...Derken bizim askerlik de geldi çattı. Askerde Florisinyokluğunu daha çok hissetmeye başladım. Ozamanlar askerlik uzun, yıllarca sürüyor. Đnsanındüşünmeye daha çok fırsatı oluyor. Düşündükçe,Florise duyduğum sevdanın öyle kolay kolay bitecektürden bir sevda olmadığım anladım. Anlamasınaanladım da o bir Musevîydi, ben ise Müslüman.Bırakın evlenmeyi, birlikte görülmemiz bile normalkarşılanmazdı. Sadece bizimkiler değil, Đshak Amcada bu işe asla olur vermezdi. Ben askerde böyle tasaiçinde kıvranırken kötü haber geldi. Floris kendisindenyaşlı, kumaş tüccarı Yasefle nikâhlanmıştı. ĐshakAmcanın işleri kötü gitmiş, iflasın eşiğine gelmişti.Florisin yüklü bir drahoması yoktu. Yasef yaşlıydı,ama zengindi. Florisin nazını çeker, kıymetini bilirdi.Haberi duyunca çok üzüldüm. Ama elden ne gelir.Zaten Florisle evlenmem bir hayaldi. Askerde onuunutmaya karar verdim. Ama bunun boşuna olduğunu
  • da biliyordum. Fakat bu yalana ihtiyacım vardı. Yoksadeli olacaktım.Askerden dönüşümün üçüncü ayında babamıkaybettim. Babam ölünce kuyumcu dükkânının basmaben geçtim. Allah seni inandırsın evladım, eşek gibiçalışıyorum. Evden işe, işten eve. Böyle böyle ikincidükkânı da açtım. Aslında paragöz biri değilimdir, bukadar çok çalışmamın asıl sebebi, tahminedebileceğin gibi Florisi kafamdan atmaktı. Amakader bizim niyetlerimizi ne kadar umursar ki. Tersinetekerleğimize çomak sokmak için çabalar durur. Ozaman da öyle oldu işte. Tam ben artık Florisiunutuyorum derken, bir gün sokakta yüz yüze geldik.Sıcacık gülümsedi bana. Yüreğimi bir çarpıntıdır aldı.Florise hiçbir şey söyleyemedim, gülümseyemedimbile. Floris yağmur sonrası çıkan tatlı bir esinti gibigeçti gitti yanımdan. Eski yaram yeniden depreşmişti.Kederle girdim eve. Canım ne yemek istiyor ne içmek.Ertesi gün zor kalktım yataktan, elim işe gücevarmıyor. Ama dükkâna gitmemek olmaz. Zorla daolsa kalktım, bedestene gittim, dükkânı açtım,çalışmaya başladım. Çalışıyorum ya, nasıl çalıştığımıbir de bana sor. Ne yaptığımın, ne ettiğimin farkındabile değilim. Öğleye doğru dükkânın kapısı açıldı. Hiçmüşteri çekecek halim yok. Memnuniyetsiz bir suratlabaşımı kaldırdım. Baktım ki Floris karşımda. Menevişibol, ela gözleriyle beni süzmekte. Önce hayal sandım,gözlerimi kırptım... Yok valla karşımdaki Floristi.Elimdeki Sultan Reşat altınını masanın üzerinebırakıp doğruldum. Hoş geldin dedim. Dükkânın en
  • güzel, en rahat yerini gösterdim. Buyur, otur. Sağoldedi. Bir bilezik yaptırmak istiyorum.Bilezik yaptıracağım diyor ama gözler başka bir şeyanlatıyor. Ben de seni hiç unutmadım, diyor. Sensizolmuyor, diyor. Bizi ayırdılar, bu zulme daha ne kadarkatlanacağız diyor. Gözler anlaşırsa, dil susar derler.Ben de ne diyeceğimi bilemedim. Bir sevinç yalımıkapladı yüreğimi. Floris bileziklere baktı, bir modelseçti.Bu güzelmiş dedi.Büeziğin bahane olduğunu biliyordum. Ben bundandaha güzelini yaparım sana dedim. Biliyorum,yaparsın dedi. Ne zaman hazır olur? Bir hafta sonradedim.Birer altm damlasını andıran gözlerini yüzümdenalmadan, Bir hafta sonra bileziği bizim eve getir dedi.Soluğum kesilir gibi oldu. Olur, getiririm dedim.Son bir kez baktı yüzüme; bir parça mahcup amaözlemle. An-tep küçük yer, millet bu işi duyarsa neolur diye hiç umursamadan, gözlerimin önündeFlorisin yüzü, kulaklarımda evime getir lafı, gecegündüz çalışarak beş günde bitirdim bileziği. Beşgündebeş bin yıldır bu bölgede kuyumculuk adına neleryapılmışsa, neler öğretilmişse hepsini kattımişçiliğime. Đşinin erbabı bir kadın nakışçı, nasıl ipliğiilmik ilmik dokuyarak çiçekler, güneşler, yıldızlar, aylaryaratırsa ben de altını bir ipek gibi inceltip, bir ipekgibi yumuşatıp, yeryüzünün en güzel bileziğini yaptım,sevdiğim kadına. Bileziği tamamlayıp elime
  • aldığımda, güzelliğinden benim bile ağzım bir karışaçık kaldı. Bileziği gören kuyumcu esnafı başımatoplandı.Böylesi Seba Melikesi Belkısın hazinesinde bileyoktur diyerek gıpta ettiler.Neyse evlat uzatmayalım, bileziği sedef bir kutuyakoyup, vardım kumaş tüccarı Yasefin evine. Bilezikgötürüyoruz ama yine de çekiniyor insan. Evegirmeden, mahalleyi bir kolaçan ettim, baktım kimseyok, çaldım kapıyı. Floris açtı. Yüzündeçocukluğundan beri değişmeyen o tatlı gülümseyiş.Đçeri aldı beni. Geniş taş bir bahçeden geçtik. Vakitiğde zamanı, her yer mis gibi kokuyor. Arada kankırmızısı iri güller. Evde de başka kimse yok...Sonra... Sonrasını tahmin edersin. Ateş bacayısarınca insan nerede duracağını bilemiyor. Başladıkmı biz Florisle buluşmaya. Neredeyse haftada bir benFloristeyim. Kocası kumaş tüccarı Ya-sef gündoğarken evden çıkıyor, ardından haydi, bendalıyorum içeri. Güya kimseye görünmeden. Amanasıl görünmezsin, Museviler çalışkan millet, tıpkıYasef gibi sabah gün doğmadan herkes işinin başınageçiyor. Đşe giden komşulardan biri görmüş bizi.Dediğim gibi Antep küçük yer. Dedikodu da baldantatlı. Kısa sürede Yasefin kulağına gitmiş bizim sevda.Yasef olgun adam. Karısı genç, güzel, kendisi yaşlı,üstelik karısını sevmekte ki, deliler gibi. Bize bulaşsa,bu memlekette azınlık. Ayıptır söylemesi biz dedelikanlılığımızın burcundayız. Burma bıyık, genişomuz, yürüdük mü sokaklar titriyor. Ne yapsın Yasef?
  • Oturup düşünmüş günler, geceler boyu. Anlamış ki,en iyisi bu kentten kaçıp gitmek. Akşam Florise, Benbu kentten bıktım. Halepte akrabalarım var, onlarınyanına taşınalım. Hem Halepte daha çok parakazanırız. Sana daha güzel bir ev alırım demiş.Ertesi gün Floris telaş içinde benim dükkâna geldi.Olanı biteni anlattı. Güzel gözlerini yalvarırcasınayüzüme dikerek, Benimle evlen dedi. Ben seniseviyorum. Yasef i bırakıp burada kalayım. Bırakırımher şeyi. Đstersen Müslüman da olurum... Evet demem için neredeyse elimi ayağımı öpecek. Nediyeceğimi bilemedim. Florisle evlenmeye kalksam,millet beni kınayacak. Müslüman olsa büe, kadın dul.Anam başımın etini yer. Öteyandan bıraksam Floris gidecek... Bir süre onunlagörüşmemeye karar verdim. Bir hafta sonra Florisyine dükkâna geldi. Evlenme bahsini hiç açmadı,sadece, Biz yakında gidiyoruz dedi. Görüşe-mezsekhakkınıhelal et.Helal olsun dedim gözlerimi kaçırarak. Hayatımda hiçbu kadar utanmamıştım. Delikanlı adamız, taşı sıksaksuyunu çıkarırız... Yumruksa yumruk, bıçaksa bıçak,mahalle kavgalarında nam salmışız. Ama o günFlorisin önünde başımız eğik kaldık. Çünkü neyapacağımı bilemiyordum. Kendimden emin değildim,duygularımdan emin değildim. Ama hayatın benibeklemeye hiç niyeti yoktu. Yasef bir ay geçmeden,karısını aldığı gibi tuttu Halepin yolunu.
  • Đlişkimizi bilenler, Kurtuldun dedi. Önce ben de böyledüşündüm. Kurtuldum dedim kendi kendime. Anam,bana bir Türk kızı bulurdu, evlenir giderdim.Yaşıtlarım nasıl ev, yuva kurdularsa, ben de öyleyapardım. Kendimi işime, gücüme verdim, ilk iki haftaböyle geçti. Đki haftanın sonunda bir gün ĐshakAmcanın evinin önünden geçerken, pencereden biribana bakıyormuş gibi geldi. Floris diye mırıldandım.Yoksa Floris, kocasını bırakıp An-tepe mi gelmişti ?Kapıyı çalıp soramıyorum da. Akşamı zor ettim. EğerFloris baba evine geldiyse mutlaka anam bilirdi.Güneş batar batmaz tuttum evin yolunu. Anammutfakta yemek pişiriyor. Hemen yanaştım yanına,Ya ana, bugün îshak Amcalardan çıkan bir kadıngördüm. Floris sandım diyecek oldum.Anam ters ters baktı bana.Floris kocasının yanında dedi. Artık el âleminnamusuyla uğraşma... Anladım ki anam da öğrenmiş bizim meseleyi. Amaumurumda değildi, demek Floris değilmiş diyegeçirdim içimden. Bunu söyler söylemez de bir ateşdüştü içime. O akşam bir meyhaneye gittim. Đçmeyebaşladım. Hem içiyor hem de Ben ne bok yedim deFlorisi bıraktım diye dövünüyorum. Ama olanolmuştu. Floris artık yoktu. Bana düşen de fikrimden,yüreğimden onu çıkarmaktı. Söylemesi kolay, gel deyap. Gün günden daha zor geliyor. Aklımıkaçıracağım, her köşe basında, her kapının önündeonu görüyorum, kulaklarımda hep onun sesi çınlıyor.Anam durumun farkına varmış, beni bu kara
  • sevdadan kurtarmak için falcılara, cinci hocalara,büyücülere gidiyor. Evin her köşesi; pencereninpervazı, kapınm arkası, yatağın altı muska doldu.Tabiî hiçbir işe yaramıyor. Hocaların yazdıklarıolmayınca, bu kez de, Ben seni evlendireceğim diyetutturdu anam. Sanki kendi başımızı yaktığımızyetmezmiş gibi bir de el kızının başını yakacağız.Sonunda anamı karşıma alıp ciddi bir konuşmayaptım. Ben kimseyle evlenmem, bu işi aklındançıkar dedim.Ağladı, sızladı ama bana kız aramayı da bıraktı. Banagelince, Florissiz yaşamaya ancak altı aydayanabildim. Anamın yalvarıp yakarmalarınaaldırmadan, iki dükkânı da küçük kardeşime teslimedip, yanıma yüklüce bir para alarak düştüm Halepinyoluna.Halepte Yasef in dükkânını bulmak zor olmadı. Pazaryerindeki en büyük dükkânlardan biri. Becerikli adamYasef, hemen tanınmış, esnafa sevdirmişti kendini.Yasefi gizlice izleyerek evini öğrendim. Ertesi gün,tıpkı bir zamanlar Antepte yaptığım gibi sabaherkenden evin önünde beklemeye başladım. Yasefevden çıkınca, bir süre izledim onu. Evden iyiceuzaklaşınca, geri döndüm. Sokağı kolaçan ederekkapıya yaklaşmaya başladım. Yirmi-otuz metre kala,birden esmer bir delikanlı gördüm. Allah için kaş göz,boy pos yakışıklı çocuk. O da benim gibi temkinligözlerle çevresini süzüyordu. Önce bir şeyanlamadım. Geçip gitmesi için yavaşladım. Amadelikanlı gitmedi, Florisin kapısına yöneldi. Belki de
  • Yasef in bir akrabasıydı. Bir şey söylemeye gelmişti,kapıdan söyleyip gidecekti. Hemen soldaki arasokağa daldım, kendimi gizleyerek izlemeyebaşladım. Delikanlı tıpkı, bir zamanlar benim AntepteFlorise giderken yaptığım gibi, etrafı kolaçan ettiktensonra kapıyı çaldı. Çok beklemedi, kapı açıldı.Florisin başı görünüp kayboldu. Delikanlı aralanankapıdan hızla içeriye süzüldü. Gözlerimeinanamadım. Bu delikanlı onun sevdalısı mıydı ?Öylece kalakaldım. Sonra kendimi kandırmayaçalıştım. Belki bir satıcıdır, mal satmaya gelmiştir,diye düşündüm. Eğer öyleyse, hemen çıkardı. Amaçıkmadı, tam iki saat içerde kaldı. Evden çıkıncayakadar orada bekledim.O gidince bu kez ben yaklaştım eve. Çaldım kapıyı.Floris açtı. Beni görünce şaşırdı, ama hiç sevinmişebenzemiyordu. Niye geldin ? diye sordu soğuk birtavırla. Biliyorsun neden geldiğimi dedim üzüntüyle.Bilmiyorum, nereden bileyim dedi.Seni unutamadım dedim. Gelirsen Antepegötüreceğim. Seninle evleneceğim. Çok geç dediumursamaz bir tavırla, ben seni unuttum. Sankibaşımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Konuşalımdedim. Konuşacak bir şey yok dedi.Baktım ısrar etmek faydasız, baktım Floris çıkarmışbeni gönlünden, kaldığım hana geri döndüm. Sabahakadar düşündüm. Ona hak verdim. Ben çok geçkalmıştım. Ortalık ışıyınca çıktım handan. Halepte nekadar çiçekçi varsa hepsini dolaşıp, cebimdekiparanın tümüyle çiçek aldım... Kırmızı güller,
  • karanfiller, laleler, aklına ne kadar kırmızı çiçekgeliyorsa... Yanımda çok para olduğunu söylemiştim.Aldığım çiçekler, o kadar fazlaydı ki taşımak için üç atarabası gerekti. Üç at arabası kırmızı çiçeği Florisinevinin önüne götürdüm. Çiçeklerin hepsini Florisinkapısına yıktım. Sokak kıpkırmızı oldu... Sokağınkırmızısı duvarlara, pencerelerin camlarına, gelipgeçen insanların yüzüne vurdu... Sonra sevdiğimkadım Halepte öylece bırakıp Antepe döndüm."Öyküsünü bitiren yaşlı adamın gözleri dolmuştu.Başını salladı. "Đşte böyle evlat" dedi. "Sevda kötüdürdiyorsak, boşuna değil." Sadece yaşlı adamın gözleridolmamıştı, neredeyse ben de ağlayacaktım. Kendimitoparladıktan sonra."Bravo dede" dedim heyecanla. "Çok güzel bir şeyyapmışsın... Aşk zaten bir yere kadar. Sonuna kadarsürmüyor. Ama sen çok güzel bitirmişsin... "Yaşlı adam bana yanıt vermedi. Anlattığı hikâyedenyorulmuş gibiydi, bakışları dışarıda akmakta olantarlalara takılmıştı yine. Ben ise yol arkadaşıma başkagözlerle bakıyordum artık. Yolculuğun başında keşkeyanıma hiç oturmasa dediğim adam, benim için bir türAnadolu bilgesi olup çıkmıştı. Ama kendi dünyasınaöyle dalıp gitmişti ki, cesaret edip yeni sorularsoramıyor-dum. Otobüsümüz ilk molasını vermeküzere bir dinlenme tesisinin önünde duruncaya kadarikimiz de sessiz kaldık. Aşağı inerken ona yardımettim. O tuvaletteyken, bizim otobüsümüzün muaviniyaklaştı yanıma. Dudaklarında pis bir gülümsemeylesordu: "Gene ne anlatıyor Vakkas Dede ?"
  • "Adı Vakkas mı ?" diye sorusuna soruyla karşılıkverdim. "Onu tanıyor musun ?""Tanımaz mıyım abi, onu Antepteki bütün otobüsşoförleri, muavinler tanır.""Öyle mi ? Nereden tanıyorsunuz ?""Vakkas Dede biraz sıkıntılıdır. Takıntılı adam yani.Memlekette en fazla bir ay kalabilir, sonra kendiniyolculuklara vurur." "Tuhaf diye mırıldandım. "Nedenböyle yapıyor?" "Abi, adamın başından çok işgeçmiş..." Biliyorum diyecektim ki muavin fırsatvermeden anlatmayı sürdürdü:"Vakkas Dede, gençken bir Yahudi karısını sevmiş.Kadın evliy-miş. Kocası durumu çakınca, Vakkastankurtulmak için evini Ha-lepe taşımış. Bizimki bırakırmı peşlerini. Hadi, o da Halepe. Ama kadın yüzvermemiş bizimkine. Vakkas Dedenin gururu kırılmıştabiî. Basmış kadının evini. Çektiği gibi kasaturasını,kapının önünde hem kadını, hem kocasını delik deşiketmiş. Vebali yalanı söyleyenin boynuna, sokak kızılakesmiş. Günlerce kandan annamamış sokak."Öylece kalakalmıştım..."Ya sonra?" dedim."Sonrası, kendi de iflah olmamış. Kadını gerçektenseviyor-muş. Kafayı yemiş. Antepte duramaz olmuş.Kendinden mi, öldürdüğü kadının hayaletinden mibilinmez kaçmaya başlamış."Muavine başka bir şey soramadım. Ne diyeceğimibilemiyordum. Az sonra dermansız ayaklarınısürüyerek Vakkas Dede geldi yanıma. Ona da hiçbir
  • şey sormadım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmayaçalıştım. Açık bir çay ısmarladım."Sağolasın evlat" dedi.Çayını içerken onu izledim. Bu yaşlı adamın hiç dekatile benzer bir yanı yoktu, ancak çok dikkatlibaktığınızda, sevdiği kadını öldürdükten sonra,ellerinin kanını gözyaşlarıyla yıkamaya çalışançaresiz bir adamın ezikliğini görebilirdiniz onunyıpranmış yüzünde.Aşk Çözümsüz Bir ProblemdirSalona girdiğimde yemeğe başlamışlardı. Elliliyaşlarını çoktan geride bırakmış arkadaşlarımırahatsız etmemek için herkesi kibarca selamlayıp,uzun masada, sessizce yer aramaya başladım. Amayine de onların, "Geç kaldınız Raif Bey... Hanımdanizin almak zor mu oluyor?.. " diyen sataşmalarındankendimi kurtaramadım. Ben de onlara şaka yollutakılıp çevreye bakınırken sonunda masadaki tek boşiskemleyi gördüm. Konaktan bozma salonun ahşapzeminini gıcırdatarak iskemleye yürüdüm. Gözlerimbir an boş iskemlenin yanında oturan kişiye takıldı.Duraksadım, yanılıyor muydum ? Yoo, bu gerçektende bizim Numandı. Yanında oturan, eski sıraarkadaşı Erolla keyifli bir sohbete tutuşmuştu.Dikkatle inceledim, hayır yüzündeki neşe yapmacıkdeğildi. Gerçi sağ yanına inen felcin etkisi tümüylegeçmiş değildi; gülerken yüzü biraz çarpılıyor, elinirahatça kullanamıyordu, ama iki yıl önceye göre çokdaha iyi görünüyordu.
  • "Allah Allah ne olmuş bu adama" diye sevinçlesöylenmekten kendimi alamadım.Karısı Müge, genç asistanıyla kaçtığından bu yana,yani iki yıldır Numan bu yemekli toplantıların hiçbirinekatılmamıştı. Oysa on yıl önce, lisedeki sınıfımızıntümü erkek olan mevcudunun bir araya toplanmasıfikri ilk ondan gelmişti. Üstelik bu, düşüncedekalmamış, Numanın o bitmek bilmez enerjisisayesinde üç ayda bir tekrarlanan yemekli toplantılaradönüşmüştü.Müthiş bir adamdı Numan. En basit olayları bilesıradışı kılmasını bilir, gündelik yaşamın sıkıntılarınıkolayca birer keyif anına çevirirdi. Mesela çoğumuziçin geçiştirilmesi zorunlu olan yemek meselesi onuniçin yaşamın en önemli etkinliğiydi. Şahane yemekpişirirdi, hem de sadece Türk yemeklerini değil,Endonezyadan, Guatemalaya kadar farklı kültürlerinfarklı yemeklerini yapar, sofrasma konuk olan herkesehiç tatmadığı lezzetler sunardı. Đtiraf etmeliyim ki,masa adabını çoğumuz ondan öğrenmi-şizdir.Đstanbuldaki ünlü lokantaların, meyhanelerin hepsinidolaşmıştı. Hangi mevsimde nerede, ne yeneceğini,ne içileceğini ayrıntılarıyla bilirdi. Balık kadar, şarapkonusunda da uzmandı. Uzmanlığı sadece yemeiçmeyle sınırlı değildi. Çiçek konusunda da birbotanikçi kadar olmasa da epeyce bilgi sahibiydi.Evinin geniş salonu adeta bir kışlık bahçeyiandırıyordu. Ama asıl uzmanlık alanı hiç kuşkusuzkadınlardı. Yerli yabancı, benim diyen çapkını sulugötürür, susuz getirirdi. Oysa hiç de yakışıklı bir erkek
  • sayılmazdı; kısa boyluydu, kiloluydu. Ama kendisineçok iyi bakardı. Đyice kırlaşmış düz saçlarını herzaman normalden biraz daha uzun bırakır, küçükçenesini süsleyen kırçıl sakalına büyük özengösterirdi. Hafif ama etkili bir koku kullanırdı. Onunaynı elbiseyi üst üste iki gün giydiğini hiç görmedim.Ama bunlar, çoğu genç ve güzel olan pek çok kadınıcezbetmek için yeterli miydi ? Bilemiyorum; bildiğimtek şey Numanın kadınlardan yana hep şanslıolduğu, hiç sevgilisiz kalmadığıydı.Bizler meslek yaşamına atıldıktan sonra birer ikişerdünyaevi-ne girerken o evlenmedi, neredeyse yıldabir sevgili değiştirerek uçan yaşamını sürdürdü. Onaimrenmesem de kadınları nasıl etkilediğini meraketmekten kendimi alamazdım. Yemeklitoplantılarımızın birinde dayanamayıp, "Yahu Numankadınları kendine nasıl bağlıyorsun?" diye sordum.Keçi sakalının kırçıl tüylerini keyifle okşayarak, "Benmatematikçiyim oğlum" dedi. "Kadınları çözülmesigereken birer problem olarak ele alırım. Her problemfarklı bir yaklaşım gerektirir. Ben onlara farklıyaklaşırım. Mesleğimi kötü yaptığım da söylenemez.Yani senin anlayacağın, yeryüzünde Numankardeşinin çözemeyeceği kadın yoktur."Kadınlar üzerindeki etkisinden o kadar emindi kisözlerinde en küçük bir kararsızlık yoktu.Söylediklerine tamamen inanıyordu, sadece o mu,ben de inanıyordum. Çünkü onca yıllık yaşamında birkere bile kadınlar tarafından reddedildiğini
  • görmemiştim. Bundan sonra da göreceğimisanmıyordum.Ama yanılıyordum, Numan da yanılıyordu. Onun daçözemeyeceği biri vardı. Adı Mügeydi; bizimkiningözde öğrencilerinden biriydi. Daha görür görmezkızın güzelliğinden etkilenmişti Numan. Hemenharekete geçmiş, her zaman yaptığı gibi önceproblemi doğru tanımlamaya çalışmıştı. Kız ona sonderece karmaşıkbir kişilik, olağanüstü biri gibi görünmüştü; oysayalnızca güzeldi. Belki tek özelliği, oğlanlarla erkenyaşlarda çıkmaya başladığından tüm masumgörünüşüne karşın gönül işlerinde bizimkininsandığından daha usta olmasıydı. Sanırım Numanınkafasını da kızın bu niteliği karıştırmıştı: o safgörüntünün altında, aslında deneyimli bir kadınınyatıyor oluşu. Yani Numan problemi doğruanlayamamıştı, böyle olunca da doğru sonuca birtürlü ulaşamıyordu. Doğru sonuca ulaşamayınca dahırslanıyor, kendini tümüyle bu işleme adıyordu. Sizinanlayacağınız olaylar çok bilinmeyenli bir denklemgibi birbirine bağlanıyor ve bizim Numan daha öncehiç davranmadığı gibi hareket etmeye başlıyordu.Önce kendine duyduğu o büyük güveni kaybetti,sonra kadınlarla arasına mesafe koydu, tabiî Mügeiçin. Çünkü artık öteki sevgilileriyle ilişkisini kesmeyebaşlamıştı. Bunu yapmasının nedeni tümüyle meslekîbir alışkanlıktı. Kendisinin de söylediği gibi Numan içinher kadın bir problem demekti. Müge ise çözülmemişbir problem. Yani onu çözmeden yaşamına devam
  • edemezdi. Onu aklında, yüreğinde taşımaya, buprobleme gerektiğinden fazla yaklaşmaya başladı.Yaklaşınca da sayıların gerçek anlamını okuyamaz,işaretleri göremez oldu. Problem gitgide daha daçözümsüz bir hale geliyordu. Profesyonel birmatematikçi, eğer çözümü yoksa problem de yokturdeyip işin içinden sıyrılırdı. Ama bizimki bunu kendineyediremedi. Onun çözemeyeceği problem, eldeedemeyeceği kadın yoktu. Bu nedenle yaşamının enbüyük hatasını yaptı. Probleme sahip olmak istedi.Evet, evliliğin ateşli düşmanı, yılların müzmin bekârıNuman kendisinden yirmi yaş genç öğrencisi Mügeyeevlenme teklif etti. Kızın ailesi bu evliliğe karşı çıksada, şımarık büyütülmüş evin tek kızı Müge teklifi kabuletti.Numan, düğüne çağırmak için yanıma geldiğinde, birarkadaş olarak onu uyarmak istedim. Ne yalansöyleyeyim, ben daha çok Numanın bu evliliğibozabileceğinden kuşku duyuyordum. O nedenle deNumana öğüt vermeye kalktım."Bak Numan evlilik ciddi iştir. Artık uçarı davranışlarıbırak" dedim. "Karın çok genç, bu senin üzerine dahafazla sorumluluk yükler. Eğer sorumluluklarını yerinegetirmezsen evlilik yürümez." Hayret, ilgiyle dinledibeni."Hiç merak etme" dedi. "Mügeyi o kadar çokseviyorum ki, başka hiçbir kadını gözüm görmüyor.Artıksadece onun için yaşayacağım... " Böyledüşünmesine sevindim. Artık orta yaşını geçmiş
  • arkadaşımın sonunda makul bir adama döndüğüne,genç karısıyla sorunlar olsa bile evliliğiyürütebileceğineinandım.Evliliklerinin ilk ayları bu inancımı pekiştirir gibiydi.Bizimki mutluluktan uçuyordu. Yepyeni bir enerjiyledonatılmış, birkaç yaş gençleşmiş görünüyordu. Açıkkonuşmak gerekirse, biraz da kıskanarak izliyordumonu. Benim karım daha şimdiden yaşlanmayabaşlamışken, onun böyle kızı olacak yaşta biriyleevlenmesi içimde bir hasetlik uyandırmıştı. Ancak nebenim hasetliğim ne de Numanın mutluluğu uzunsürmedi. Daha üçüncü ayın sonunda genç karısıylaaralarında tatsız olaylar başladı. Müge o kadargeçimsiz biri olmuştu ki, bizim yanımızda bileNumanla tartışmaktan, her fırsatta onu iğnelemektençekinmiyordu. Đlginç olan, Numanın tüm bunlarkarşısında fazla tepki göstermemesi, adeta sessizkalmayı kabul etmesiydi. Bu durumu biz erkekarkadaşları içimize sindiremesek de, eşlerimiz farklıdeğerlendirmeler yapıyorlardı. Benim karım sesiniuyarı tonuna getirerek, "Kendinden genç kadınlaevlenirsen işte böyle olur" diyordu. Güya eleştirilenNumandı, ama mesajın sahibi bendim. Bakarkadaşını gör de genç kızlara aklını takma demeyegetiriyordu.Ama bazı arkadaşlarımızın eşleri ise Numanaimreniyor. "Bakın da biraz kibarlık öğrenin, adamkarısının üzerine titriyor" diyorlardı.
  • Biz arkadaşları ise bir yandan Numana kızıyor, biryandan da ona gıptayla bakmayı sürdürüyorduk.Ancak Numanın o eski neşeli, havaî hali giderekyerini düşünceli, kederli bir tavra bırakıyordu. Onuböyle görünce bizim de içimizde karmaşık duygularoluşuyordu. Gözünü kıskançlık bürüyen kimiarkadaşlarımız, "Oh, iyi oldu Numana" diyorlardı."Onun yüzünden az mı laf yedik karılarımızdan."Aralarında benim de bulunduğum birkaç arkadaş iseNuman için kaygılanıyorduk. Birkaç kez onunlayeniden konuşmayı denedik, ancak ne benim ne debaşka bir arkadaşının yanında konuyu açmayayanaşmadı."Senin bir sorunun var" dediğimizde inkâra kalkıştı."Sadece yorgunum, iyi bir tatile ihtiyacım var" deyipgeçiştirdi. Öteki arkadaşlarımı bilmem ama benyorgunluktan daha önemli bir mesele olduğunuseziyordum. Olanı biteni öğrenmek için ne yazık kiçok beklemeyecektik.Kötü haberi aldığımızda Numan bir haftadırhastanede yatıyordu. Sağ tarafına inme inmişti.Hemen hastaneye koşturdum. Yatakta onu öylegörünce, içim parçalandı. Konuşmaya, onurahatlatmaya çalıştım. Konuşmak istemedi, bomboşgözlerle yüzü- ! me bakmakla yetindi. Sankiçevresinde neler olup bittiğini gör- jmüyor gibiydi. Kız kardeşi gözleri dolarak anlattıolanları. Karısı, Numanın oğlu gibi sevdiği, gençasistanına âşık olmuştu. Numan bunu duyduğundaçıldırmış, karısıyla sıkı bir kavga etmişlerdi. Ancak
  • sonra geri adım atmış, karısından ayrılmayadayanamadı-ğı için olanları sineye çekmiş, bu yasakilişkiye göz yummayı seçmişti. Ama genç âşıklar onunkadar hoşgörülü değillerdi. Kız bir gün gelmiş Numanıonursuzlukla suçlayarak artık onunla bir jarada oturamayacağını söylemişti. Numan yalvarmışyakarmış, kız dinlemeyerek genç sevgilisinin evinekoşmuştu. Numan, asistanının evine gitmiş, ama onuiçeri almamışlardı. Dairenin önünden ayrılmayanNumanı sonunda apartmanın kapıcısı zorla atmıştıdışarı. Yıkılmış halde evine dönen Numan bir iki günortalıkta görünmeyince meraklanan yakınları evinegitmişlerdi. Zili çalmışlar, içeriden ses gelmeyince, birçilingire açtırmışlardı kapıyı. Ve benim sevgiliarkadaşımı her zaman oturduğu berjer koltuğayığılmış bir halde bulmuşlardı.Hastaneden çıktıktan sonra da bizimle görüşmemeyisürdürdü Numan. Telefonlarımıza çıkmadı,davetlerimizi geri çevirdi. Sadece bize değil, bütündünyaya küsmüş gibiydi. Belki de kendisineküsmüştü.Bizimle görüşmeyerek kendisini cezalandırıyordu.Onun için çok üzülüyordum, karım da çok üzülüyorduama arada bir, "Kendinden yirmi yaş küçük bir kızlaevlenirsen olacağı budur" diye iğnelemekten devazgeçmiyordu.Numan artık hiç kimseyle görüşmez diyerek, onun budepresif halini kabullenmeye başlamıştık. AmaNuman sürprizleri severdi. Đşte bakın, tam da ondanumudu kestiğimiz anda, bizimki üstelik eskisi kadar
  • neşeli olarak yeniden dönmüştü aramıza. Mutluluklagülümseyerek ona yaklaştım. Beni fark edince ayağakalktı."Şükür kavuşturana" diye sarıldım aşk gazisiarkadaşıma."Şükür şükür" diyerek, o da eski günlerdeki gibidostça sarıldı bana. Sonra, sağ elini güçlüklekaldırarak boş iskemleyi gösterdi. "Kimseyioturtmadım, burası senin." "Sağol" dedim, iskemleyegeçerken. "Çok iyi görünüyorsun." "Đyiyim iyiyim. Birazzor oldu ama sonunda problemi çözdüm." Yavaşhareketlerle iskemlesine yerleşirken söylemiştibunları. jBir delikanlı gibi çapkınca göz kırpmayı daunutmayarak.Bana kalsa bu konuyu açmakta zorlanırdım, amamademki o açmıştı, artık ben de görüşümüsöyleyebilirdim. j"Çok sevindim. Aslında o bir problem bile değildi. Senabarttın... ""Olabilir" dedi. "Ama unutma neyin problem olduğunaher matematikçi kendisi karar verir."Onun yine böyle kendinden emin konuşmasma nasılsevindiğimi anlatamam. Biraz da bu yüzdentakılmakta hiç sakınca görmedim. "Seninki pek doğrubir karar olmamıştı" diyecek oldum. "Belki değildi,ama çözdüm işte" dedi. Yüzüne rahat bir gülümsemeyayılmıştı. "Biraz uzun sürdü ama sonunda çözdüm.Üstelik izlediğim yol da, bulduğum sonuç da en
  • doğrusu." "Bilimde en doğru yoktur" diye takıldım."Haklısın ama aşkta var" dedi.Đşte şimdi kızmaya başlamıştım. Adam aşk yüzündenfelç geçirmiş, ölümlerden dönmüş, hâlâ ondanbahsediyordu."Bırak artık şu aşkı meşki" dedim. "Başına gelenlerigörmüyor musun? Sana uygun birini bulalım, evlen."Yüzüme anlayışla bakarak, tatlı tatlı gülümsemeyisürdürdü. Onu etkilediğimi düşünerek sözlerimedevam ettim."Deli dolu sevdalar bizim gibi insanlar için değil. Bizleriçin en doğru yol makul birini bulup evlenmek, bir yuvakurmak, çoluk çocuğa karışmak.""Yanılıyorsun" dedi, yüzündeki gülümsemeyideğiştirmeden. "Başka bir yol daha var." Meraklasordum: "Neymiş o yol?""Yemden âşık olmak." Gözlerinde bir parıltının yanıpsöndüğünü gördüm. Tam karşı çıkmayahazırlanıyordum ki, işaretparma-ğını hafifçesallayarak ekledi. "Ama doğru kişiye." Nelersöylüyordu bu herif? Hiç mi ders almamıştıyaşadıklarından."Yeniden âşık olduğunu söylemeyeceksin değil mi?"dedim. Sesim azarlarcasına sert çıkmıştı. AmaNuman hiç aldırmadı."Evet" dedi, doğal bir tavırla. "Yeniden âşık oldum.Yirmi yaşında dünyalar güzeli bir kıza." Kendimi dahafazla tutamadım:"Yahu Numan sen deli misin? Başına gelenleri neçabuk unuttun ?" Dinginliğini hiç bozmadı.
  • "Unutmadım ama bu seferki başka. O bildiğinkızlardan değil." "Değilmiş" dedim sıkıntıyla başımısallayarak. "Seni bırakıp giden eski karın Müge için deaynı şeyi söylemiştin."Bir an gözleri acıyla dolar gibi oldu, ama kendimçabuk toparladı."Hayır, inan bana Esra çok farklı biri. Öyle tatlı bir kızki. Görsen sen de seversin."Bu adam eceline susamıştı. Yalvaran gözlerlebakarak, "Nu-mancığım artık yaşlandın... Bırak buişleri... " dedim."Gerçek aşkı bulmuşken, nasıl bırakırım ?" dedihayretle. "Đnsan hayatında kaç kere âşık olabilir?""Seni anlamıyorum" dedim."Anlayacaksın" dedi, titreyen sağ elini bileğiminüzerine koyarak. "Yarın seni Esrayla tanıştıracağım.Onu görünce beni anlayacaksın."Hayretler içinde yüzüne baktım. Herhalde felçtensonra, damarlarında arıza kalmış, beynine kangitmemeye başlamıştı. Bırakın aynı yanlışıtekrarlamasını, bir de sanki marifetmiş gibi kızıbenimle tanıştıracaktı.Kesin bir tavırla başımı salladım:"Teklif ettiğin için sağol ama istemem.""Gelmelisin" dedi. "Sen benim en yalan arkadaşımsın.Onunla mutlaka tanışmaksın."Adam ciddiydi, ama benim böyle anlamsız işlereayıracak vaktim yoktu. Onun ölümcül hatasınıtekrarlaması bir yana, yirmi yaşında bir kızla ben nekonuşacaktım ?
  • "En yakın arkadaşını yıllarca aramadın. Şimdi küçükbir kızla tanıştırmak için yanında mı taşıyacaksın ?"diyerek sıyırmaya çalıştım."Haklısın. Ne desen haklısın. Büyük eşeklik yaptım.Aramadığım için çok özür dilerim. Ama biliyorsun çokkötü durumdaydım. O yüzden... "Bunları söylerken boynunu bükmüştü. Tıpkı liseyıllarında olduğu gibi yine o çocuksu, masum ifadeoturmuştu yaşlı yüzüne. Direncim kırılmaya başladı.Belki de durumumu sezdiğinden, "Ne olur, yarınbenimle gel" diye yalvarmaya başladı. "Onunlatanışmaksın. Sandığın gibi biri değil. En az seninbenim kadar olgun bir insan."Yirmi yaşında bir kız nasıl olgun olabilir, diyedüşündüm, ama o kadar inanıyordu ki söylediklerine,onu kıramadım. "Yanında çok kalmayacağız ama.""Tamam" dedi, sesindeki sevinç hissedilmeyecek gibideğildi. "Đstediğin an kalkarız." Ertesi gün ikindi vaktiBeşiktaşta buluştuk. Kucağında yedi adet bordo gülledurakta beni bekliyordu. Geldiğimi görünce yüzüaydınlandı. "Çok teşekkür ederim geldiğin için. Sonanda vazgeçip gelmezsin diye korktum." "Doğruyuyaptığımdan hâlâ emin değilim" dedim sıkıntıyla."Haber verdin mi bari kıza?" "Gerek yok. Ne zamangidersem gideyim, o memnuniyetle karşılar beni."Yok bu felcin etkisiydi. Kesin felcin etkisiydi. ÇünküNuman o kadar nazik bir adamdı ki, önceden habervermeden, randevu almadan kimsenin yanınagitmezdi.
  • "Tamam anladık seni memnuniyetle karşılar da,ömründe hiç görmediği bir adamı da memnuniyetlekarşılamaz herhalde.""Merak etme, o kadar çok bahsettim ki, seni tanıyorsayılır." Sonra sır veriyormuş gibi kulağıma fısıldadı."Onu kızdıracak tek şey... " Çenesiyle, kucağındakigülleri gösterdi: "şu güller var ya onlan unutmamdır.Ona çiçeksiz gidersem vay halime! Bunun dışında,benden gelen her mihneti mutlulukla kabul eder.""Umarım öyledir" dedim.Beni dinlemedi bile, bir delikanlının ivecenliğiyledönüp yoldan geçen taksiyi durdurdu.Bindiğimiz taksi Boğaza ilerlemeye başladı. Trafiksakin sayılırdı. Yol boyunca hiçbir şey konuşmadık.Numan hülyalı gözlerle denizi seyrediyordu. Anlaşılansevgilisiyle buluşacak olmanın heyecanım yaşıyordubeyefendi. Ben ise aklımı Esraya takmıştım. Bu nasılbir kızdı ki, babası, hatta dedesi yaşında, üstelik felçlibir adamı kendine sevgili seçiyordu. Numanın eskikarısı Mügeyi anlamak kolaydı. Kariyer peşinde olanbir öğrencinin, yaşlı da olsa üniversitede hatın sayılanbir profesörle evlenmesi ahlakî açıdan doğrusayılmasa bile makul karşılanabilirdi, ama yirmiyaşında bir kızın, şu haliyle bizim Numanı sevmesi,işte bu akıl alır şey değildi.On dakika sonra Numanın işaretiyle taksi Aşiyanakıvrıldı. Anlaşılan Esra da önceki eşi Müge gibi zenginbir ailenin kızıydı. Belki bizim Numan gibi yaşlı biradama takılarak değişik bir fantezi yaşamak istiyordu.
  • Aklımdan bunlar geçerken, Numan taksicinin omzunadokundu. "Biz burada inelim."Đndik. Numan, dudaklarında mutlu bir gülümsemeyle,"Beni izle" diyerek yandaki mezarlığa yöneldi.Bir an mezarlıkta ne işimiz var, diye şaşırdım. Amasonra burada karmaşık bir yapılaşma olduğunu gözönüne alarak, herhalde kızın evine mezarlığın içindenkestirme bir yol vardır, oradan geçeceğiz diyedüşündüm.Numan benden birkaç adım önde, felçli bacağınısürüyerek hevesle ilerliyordu. Onun bu hali hoşumagitmiyor da değildi doğrusu. Aylar sonra onu böylemutlu, böyle coşku içinde görmek ne güzeldi. Öteyandan kuşkulu düşünceler, sevincimi gölgelemeyi desürdürüyordu. Ya bu kızdan da bir darbe yerse? Yabu da, tıpkı eski kansı gibi, yaşlı arkadaşımdan bıkıpkendine uygun birine giderse? Neyse, şu anda kötüihtimalleri düşünmenin bir anlamı yoktu. Numanıizleyerek, uzun boylu servilerin, gümrah kestaneağaçlarının, hoş kokulu manolyaların serinlettiğimezarlığın huzur verici sessizliğine bıraktım kendimi.Beyazlı kahverengi mermerlerden, özel taşlardanyapılmış mezarların arasından geçerek ilerledik.Numan iri gövdeli bir kestane ağacının altında, birmezarın önünde durdu. Soluklanmak için durduğunusandım. Ama elindeki çiçek buketini mezarın üzerinekoydu. Mezarın üzeri kuru güllerle kaplıydı. Anlaşılanson zamanlarda birileri sık sık gül getiriyordu bumezann ölüsüne. Şaşkınlıkla olanları anlamaya
  • çalışırken, yoksa, diye geçirdim aklımdan, yoksa...Hayır canım bu olamazdı.Numan ise yaşadığım şaşkınlıktan habersiz, sankiçok yakın biriyle dertleşir gibi, yumuşak, fısıltılı birsesle mezardaki ölüyle konuşuyordu."Sana en yakın arkadaşımı getirdim Esra" diyordu."Hani hep bahsederdim ya, bizim Raif... "Sanki bir genç kızın saçlarını okşar gibi elleri şefkatlemermer mezar taşının üzerinde dolaşıyordu.Gözlerim merakla, Numanın okşadığı mermerinüzerine kazınmış harflere kaydı. Tüylerim ürpererek,Esra Çınar, 1978-1998 yazısını okudum. Mezartaşının ortalarına konulmuş porselen bir resimdenesmer güzeli genç bir kız hüzünlü gözlerle banabakıyordu. Açıklama bekleyen bir yüzle Numanadöndüm. Gözpınar-lanndaki ıslak parıltıları o zamangördüm."Sakın beni deli sanma" dedi, boynunu bükerek, "neyapayım, aşksız olmuyor."Aşk Bir CinayettirBaşı kucağımdaydı, gözleri bana, yalnızca banabakıyordu. Ben sırtımı duvara vermiş, ayaklarımıaçarak yere oturmuştum; onun dizleri usulcabükülmüş, parmaklan gömleğime sımsıkı yapışmıştı.Bej rengi bluzunun sol göğsünde kırmızı bir lekevardı, anbean açan bir çiçek gibi gitgidekoyulaşıyordu. Kumral saçlarından birkaç tel birleşip,perçem halinde geniş alnına düşmüştü. Kadifeperdenin aralığından sızan gün ışığı bu küçükperçemi kendi suyunda süzüp saman şansına
  • boyuyordu. Bu küçük perçeme dokundum, sanki onunyüreğine, gülümseyişine, bakışına dokunur gibi. Nebaşını öfkeyle geriye çekti ne de küçümseyen birgülümseyiş belirdi henüz rengini yitirmeyendudaklannda. Tıpkı güzel başı, ince bedeni gibi küçükperçemini de uysalca bana bıraktı, istediğim gibisevebileyim diye. Şaşırdım; çünkü bu ilk kez oluyordu.Kahverengi gözbebekleri her zamankinden daha iri,daha derin, daha anlamlıydı. O koyu kahverengilikte,kirpiklerinin gölgeleri arasında gizlenen birini görürgibi oldum. Hayal görüyor olmalıydım. Şaşkınlıklayeniden baktım. Hayır, hayal filan görmüyordum; yeryer san beneklerin belirdiği o tatlı kahverengiliktegerçekten de bir adam vardı. Dehşetten çarpılmış biryüzle sevgilimin gözbe-beklerinden bana bakıyordu.Đrkildim. Adamın orada oluşu değil, yüzündeki dehşettibeni irkilten. Panik içinde elimi yüzüme götürdüm,alnımı, kaşlarımı, burnumu yokladım, hepsi sağlamdı,yerli yerindeydi. Kalkıp aynaya baksam... Bakışlarımkucağımda yatan sevgiliye kaydı. Hayır hayır, onubırakamazdım. Hem de gözleri ardına kadar bana,yalnızca bana bakarken, hem de ona dokunuşumakarşı çıkmazken. Bu büyülü anı bozup, aynayakoşamazdım. Yüzüm çarpılmış, rengim kaçmış, tenimal kanla yıkanmış olsunifark etmezdi, sevgilimi böyle bırakamazdım.Belki de adamın yüzündeki ifadeyi yanlışokumuşumdur, diyerek o canım kahverengiliğeyeniden daldım. Dikkatle bakınca yanıldığımı anladım.
  • Adamın yüzündeki ifade dehşet değil, acıydı. Yoğunbir pus gibi, elimle dokunabilecekmişim gibi katı biracı. Anlayamadığım onun da bana büyük bir dikkatlebakmasıydı. O anda gözlerindeki yaşları fark ettim.Ağlamıyormuş gibi sessizce akıyordu yaşlar."Niye ağlıyorsun?" diye sordum. Yüzündeki acıya birde şaşkınlık eklenmişti şimdi. "Bir de soruyor musun?" Şaşkınlık sırası bana gelmişti. "Neden sormayayımki ?" dedim. "Farkında değil misin ?" dedi öfkeli birsesle. "Neyin farkında değil miyim ?" dedim, başımısallayarak. "Onu öldürdün!"Bir an adam kayboldu, sevdiğim kadınındudaklarmdaki gülümseyiş olanca tatlılığıyla serildigözlerimin önüne. Bedenin ağırlığını hissettimbedenimde. Ellerimle ipeksi saçlarına dokundum."Saçmalıyorsun" diye mırıldandım kendinden emin birtavırla, sevgilimin gözlerindeki yabancıya. "Onuöldürmedim."Bakmaktan hiç bıkmayacağım o saydamkahverengilikte, adamın acıyla kıvranan yüzü yenidenbelirmişti."Kendini böyle kandıramazsın" dedi. Sesi çokderinlerden geliyormuş gibi boğuk çıkıyordu."Ne kandırması ? Sen neden söz ediyorsun ?" diyesöylendim. "Böyle yaparak bu işten sıynlamazsm.""Bir şeyden sıyrılmaya çalıştığım filan yok" dedim."Şurada sakin sakin sevgilimle oturuyordum ki sençıkıverdin ortaya." "Sakin sakin mi oturuyordun?" diyeacı bir alayla söylendi adam. "Evet, işte gördüğün gibi
  • o da kucağımda." "O halde sevgilinin kalbinidinlesene" dedi. Gülümsedim."Gerek yok ki dinlemeden de ben onun kalbininvuruşunu duyabiliyorum.""Korkuyorsun değil mi ?""Neden korkayım canım ?""Neden olacak, gerçekle yüzleşmekten korkuyorsun.""Hayır, korkmuyorum" diye bağırdım. "O zaman eliniatardamarının üzerine koy" dedi. Adamın böyleemreder gibi konuşması canımı sıkmıştı."Bana ne yapacağımı söyleyemezsin" dedim sert birsesle. Ama o benden daha çok öfkelenmişti."Allah kahretsin" diye bağırdı, "aslında her şeyinfarkmdasın değil mi?""Bulmaca gibi konuşmayı bırak" dedim ben de onaçıkışarak, "neyin farkındaymışım ?""Bir katil olduğunun. Onu öldürdüğünün... "Elim sevdiğim kadının saçlarına dokunmuştu yeniden.Yüzünde gümüşî bir parlaklık oluşmuştu. Bu beyazlıko kadar yakışmış-tı ki, onu hiç bu kadar güzelgörmemiştim. Gözlerim aşağıya kaydı, bluzundakileke giderek koyulaşıyordu."Beni anlamıyorsun" diye mırıldandım. "Anlamanı dabeklemiyorum zaten."Adam yeniden belirdi gözlerimin önünde."Asıl sen beni anlamıyorsun. Sadece beni değil içindebulunduğun durumu da anlamıyorsun. Az önce birini,birini değil yaşamda en çok sevdiğin insanı öldürdün.""Beni anlamadığını söylemiştim" dedim, başımısallayarak. Başımı sallayınca sevdiğim kadının bedeni
  • de benimle birlikte sarsıldı. Sakinleştim, sarsıntınınsevgilimin canını yakmasından korkuyordum. Sağelimle usulca yanağına dokundum."O çok mutsuzdu" diye mırıldandım. "O yaşamınınsınırına gelmişti. Hiçbir şeyden tat alamaz olmuştu.Onun mutsuzluğuna dayanamazdım.""Yalan!" diye haykırdı adam gizlendiği bakıştan."Onun kendine göre bir dünyası vardı.""Nasıl bir dünyaymış bu ?" diye sordum. Alaycı birgülümseme dudaklarımı yakmaya başlamıştı. "Kimlervardı o dünyada?""Ailesi" diyecek oldu."Nefret ederdi" dedim, lafını ağzma tıkayarak. "O sıksık sözünü ettiği abisini bile sevmezdi.""Arkadaşları" diye atıldı.Boş versene dercesine elimi salladım."Hepsini kıskanırdı." Adam duraksayınca ardı ardınasıralamayı sürdürdüm. "Đşi yoktu, amacı yoktu,yaşamdan ne beklediğini bilmiyordu. Bu yüzdensıkılıp dururdu.""Ama aşkları vardı" dedi adam, üzüntüsünü aşan canlıbir sesle. "Aşka önem verirdi."Gözlerim sevdiğim kadının belki yüzlerce kezöptüğüm, ama öpmekten yorulmadığım, bıkmadığım,her tadışımda farklı duygularla kıvrandığım, henüzpembeliğini yitirmemiş yarı aralık dudaklarına kaydı.Eğilip yeniden öpecektim ki gömleğindeki büyüyenleke gözüme çarptı."Haklısın" dedim bakışlarımı büyüyen koyu renklilekeden alarak, "aşk, onun için her şeydi."
  • "Onun kocaman bir yüreği vardı" dedi adam,düşüncesini benimsemiş olmamdan cesaret almıştı."Aynı anda seni, onu ve ötekini sevecek kadar büyükbir yürek.""îşte bunda yanılıyorsun ahbap" dedim. "Belki birkaçkişiyi yüreğine sığdırabilirdi, ama o kimseyiderinlemesine sevemezdi. Yüreği o kadarolgunlaşmamıştı henüz.""Kıskandığın için böyle söylüyorsun" dedi adam.Meydan okurcasına, gizlendiği kirpiklerin gölgesindenaçığa çıkmıştı."Kıskandığım doğru ama söylediklerimin bununla ilgisiyok" diye açıkladım; ellerim hâlâ sevdiğim kadınınsaçlarındaydı, uzaktan uzağa parfümünün kokusugeliyordu burnuma. Bedenini bedenimde hissederekkonuşmayı sürdürdüm."Aşkları var derken haklıydın, çünkü yaşamdatutunacağı başka hiçbir şeyi yoktu. Ama işin acı tarafıaşkı yaşayacak cesareti yoktu. Bir insanabağlanmanın tehlikelerini göze alamayacak kadarkorkaktı, bencildi. Bu yüzden hep yedekte birilerinitutardı. Đlişkilerini hep üçüncü kişiler üzerindensağlama bağlardı. O aşkın peşinde değildi,eğlencenin peşindeydi. Oysa aşk ve eğlence aynıdeğildir. Hatta eğlence, hafiflik aşkı öldürür.""Yani o aşkı öldürmesin diye, sen onu öldürdün" dedi.Gergin sesindeki alaycı tını hissedilmeyecek gibideğildi."Taktın şu öldürmeye" dedim, yüzü bana hiç deyabancı gelmeyen adamı bıkkın bir tavırla süzerek.
  • "Anla artık, bu sözcük durumu açıklamıyor. Ben onuöldürmedim. Ona bir yaşam armağan ettim." "Aşklasınırlanmış bir yaşam" diye mırıldandı adam alaycı birtavırla."Aynen öyle" dedim buruk gülümseyişine aldırmadan."Neredeyse iyilik ettim diyeceksin" dedi adam,hayretle gözlerini açarak."Evet iyilik ettim" dedim, soğukkanlı bir tavırla."Böylece sevgilim, en çok önem verdiğini söylediğiduygu için öldü."Gözlerim yine sevdiğim kadınm yüzüne kaymıştı,pencereden yansıyan ışık şimdi sağ kulağınıaydınlatıyordu. Henüz benden bıkmadığı günlerde,uzun uzun seviştiğimiz öğle sonlarında, şakayladişlerimin arasına aldığım minik kulakmemesininucundaki gümüş küpe güneşte parıl parıl yanıyordu."Peki neden ötekiler değil de sen ?" diyen adamınsesiyle geldim kendime. "Neden ötekiler değil de senöldürdün onu ? Seni bırakıp gittiği için mi ?""Beni bırakıp gitmedi" diye düzelttim, sevdiğim kadınıincitmekten korkarcasına gözlerimle okşarken. Sonragözlerimi kaçırarak ekledim: "Beni ötekilerle birlikteistiyordu.""Ya sen?" diye sordu. Yüzünde düşünceli bir ifadebelirmişti, beni anlamaya çalışır gibi bir hali vardı."Yalnızca benim olmasını istiyordum" diye itiraf ettim."Bencilce değil mi ?" diye suçladı, ama kızgınlığıgeçmişti, yüzünde aptallığa yaklaşan bir masumiyetvardı.
  • "Aşktan daha büyük bir bencillik yoktur" diyemırıldandım bilgiç bir dalgınlıkla. "Ve bencilliğimizolmasa yaşam çok tatsız olurdu." Gözlerinde ona hiçde yakışmayan kurnaz bir ışık yandı söndü. "Amayalnızca bencillik de yaşamı tatsız hale getirebilir"dedi. "Haklısın, ama bu aşk için geçerli değil.""Neden, öteki sevgilileri senin kadar bencil olmamayıbaşarabilmişler" diyerek beni kışkırtmayı denediadam."Çünkü benim kadar sevmiyorlardı onu" dedim.Haklılığımdan hiç bu kadar emin olmamıştım."Sen delisin" dedi, kendime güvenim onu zıvanadançıkarmıştı. Ama birden sesi güçsüzleşti, neredeyseağlamaklı bir hal aldı. "Ama ben acı çekiyorum. Hemde senin işlediğin bir cinayet yüzünden. Dayanılır gibideğil bu. Hiç değilse çek git artık buradan."Onun korkudan sararmış benzine, ürkek gözlerineacıyarak baktım."Birazdan gideceğiz" dedim. Bakışlarım kucağımdakisevgiliye kaymıştı, usulca eğilip soğuk alnına sıcacıkbir öpücük kondurdum. "Az sonra üçümüz birdengideceğiz buradan." "Ne demek istiyorsun ?" diyekekeledi adam."Bekle" diye mınldandım, sağ elimi sevgiliminüzerinden aşırarak, bacaklarımın arasında bütünağırbaşlılığıyla beklemekte olan tabancaya uzanırken."Az sonra ikimizin de acısına bir son vereceğim.""Ne yani" diye mırıldandı, dudaklarındatamamlanmamış aptal bir gülümsemeyle, "kendine demi anlamlı bir yaşam armağan edeceksin?"
  • Onun kaygı verici gülümsemesini ben tamamladım."Benim anlamlı bir yaşamım vardı zaten" dedim.Sevgilimin alnı kadar soğuk olan tabancanınnamlusunu şakağıma dayarken, tartışmanın sonaerdiğini ilan eden sözlerimi mırıldandım. "Amayıkıldı. Yerine daha güzelini koyabilirim sanmıştım,olmadı. Artık kendime yeni bir yaşam armağanedebileceğimi sanmıyorum. Ben sadece kendimiöldüreceğim."Kadife perdeden sızan gün ışığı kaybolmuş, odakararmaya başlamıştı. Tetiğe uzanan eliminağırlaştığını hissettim. Ama umurumda değildi, çünküsevgilim gözlerini dikmiş bana, yalnızca banabakıyordu.Aşk Bir DüellodurGüneş nihayet döndü. Turuncu bir uçurtma gibiusulca binaların çatışma doğru alçalmaya başladı.Ama hâlâ parlaktı, hâlâ parıltılar oluşturarakdelikanlının siyah saçlarında gezinmeyi sürdürüyordu.Delikanlı, lisenin arka bahçesini çevreleyen alçakduvarın üzerine oturmuştu. Orta boyluydu, zayıftı,henüz on altısın-daydı. Esmerdi, kahverengi gözlerivardı. Saçlarını kulaklarını örtecek kadar uzatmıştı.Oysa uzun saç ona hiç yakışmıyordu. Ancakgençlerin hepsi uzun saç bırakıyordu ve bizimdelikanlı uzun saçın kendisine yakışmadığınınfarkında bile değildi. Tıpkı, şu anda günün akşamadöndüğünün farkında olmadığı gibi.Delikanh başını kaldırıp, okulun beton ve camdanoluşan hantal binasına baktı. Bakışları, üçüncü kattaki
  • bir pencereye kilitlendi. Burası kendi sınıfıydı,arkadaşları dersteydi. Bir an onların yanında olmayıdüşledi. Matematik dersi olmalıydı. Matematikhocasının otoriter ama içten sesi kulaklarında çınladı.Otoriter sesin ne kadar güven verici olduğunudüşündü. Bir an yüreğindeki ağırlık, damarlarındakigerilim azalır gibi oldu. Kalkıp gitmek istedi. Kalkıpokula girmek, sınıfa çıkıp, "Geç kaldım, derse girebilirmiyim hocam?" demek istedi. "Derse girebilir miyimhocam?" demenin rahatlığını hissetti. Ama bu çoksürmedi. Aklına üşüşen düşünceleri, dedesininekinlerine dadanan güvercinler gibi hoyratça kovdu,matematik hocasının güven veren sesini evdeki yaşlıradyonun düğmesini çevirir gibi kıstı, arkadaşlarınıngörüntülerini sınıftaki karatahtayı temizler gibi sildizihninden. Eğilip kemerinin arasına sıkıştırdığı bıçağabaktı. Đçi ürperdi. Đçinin ürpermesini bastırmak içinolsa gerek, elini uzatıp bıçağın sapına dokundu.Bıçağın sapı ıslaktı, şaşırdı. Elini bedenine sürdü,terden sırılsıklam olduğunu fark edince rahatladı.Bakışlarını yeniden okula çevirdi. Bu kez kendisınıfına bakmadı. Đkinci kattaki başka bir pencereyeyöneldi. Bu sevdiği kızın sınıfıydı. Sevdiği kızla aynısokakta oturuyorlardı. Onu okula başlamadan çokönce görmüştü. Ne zaman sevmeye başladığını isebilmiyordu. Sevmek ne demek diye sorsalar, belkibunun yanıtını da veremezdi. Ama o kızı sevdiğinibiliyordu. Belki çok çok önceden, doğduğundan beribu kızı seviyordu. Söze gereksinim duymayan birsevgiydi onunkisi. Böyle düşünüyordu. Belki
  • düşünmüyordu da böyle yaşıyordu. Başka türlüsünüöğretmemişlerdi. Tek bir imada bulunmadan, tek birsöz etmeden, açıklamaya gerek duymadan... O kızzaten yaşamının bir parçasıydı. Şu binaların çatılarınainen güneş gibi, sokağı gibi, arkadaşları gibi, okulugibi. Güneşe, evinin bulunduğu sokağa,arkadaşlarına, bu okula sevgisini açıklamış mıydı ki,ona da açıklasın. Delikanlı kendini bildi bileli böyledüşünmüştü, kendi haline bıraksalar böyledüşünmeye devam edecekti. Sabahları erkendenkalkacak, kızın evden çıkmasını bekleyecek, sonratek söz etmeden peşi sıra yürüyecekti. Uzaktan, farkedilmeden, bakışlarının ağırlığını kıza hissettirmeden.Bir çiçeğe bakar gibi uzaktan uzağa sevecekti kızı.Ama bırakmadılar. Kendi yaşlarında biri çıkıverdikarşısına... Başka okuldan gelmişti çocuk, başka birşehirden. Sarışındı, saçları büklüm büklümdü. Gözleriaçık renkti, mavi mi, yeşil mi bir türlü anlayamamıştı.Sevdiği kızla aynı sınıftandı çocuk. Olsun, kendisi dekızla aynı sokaktan değil miydi ? Böyle düşündü kızlaoğlanı ilk kez birlikte gördüğünde. Đkinci kezgördüğünde ise büyük bir haksızlığa uğramış gibihissetti. Birileri ona ait bir şeyi ça-lıyormuş gibi. Đşintuhafı kendisine ait olduğunu düşündüğü şey,durumundan hiç de rahatsız görünmüyordu. Aksinesarışın çocuğun yanında pek bir mutlu yürüyor, yüzüal al yanıyor, dudaklarından gülümseme eksikolmuyordu. Bunu anladığında en kötü duyguyuhissetti: kıskançlık. Yemeden içmeden kesildi, gözüdersleri görmez, eli kalem tutmaz oldu.
  • Öğretmenlerinden önce sıra arkadaşı fark ettidurumu. Böylece gizi açığa çıktı. Sıra arkadaşı gözükara bir çocuktu, daha önemlisi kan kardeşiydi.Sansın çocuğu bir kenara çekip dövmeyi önerdi. Birneden bulurdu nasıl olsa. Bizimki yediremedi kendine."Yok, onunla ben hesaplaşacağım. Mademki bana aitolanı aldı, hesabı bana ödemeli. Erkekçe olmalı herşey; yüz yüze, eşitçe. Kavgayı bileği, yüreği sağlamolan kazanmalı." Sevindi arkadaşı bizimkinin böyledüşündüğüne. Ertesi gün okul çıkışında bekledilersarışın çocuğu. Yanlarınaçağırdıklarında şaşırmadı çocuk. Demek ki o da farketmişti bizimkini. Niye çağrıldığını biliyordu.Korkmadan, eğilmeden bükülmeden, dimdik geldiçocuk bizim iki kafadarın yanına. Bizimki, "Sen... "dedi oğlanın yeşil mi, mavi mi olduğunu hâlâkestireme-diği gözlerine bakarken. "Sen... " Gözlerinikaçırarak sürdürdü sözlerini. "Benim sevdiğim kızanasıl sarkıntılık edersin ?"Çocuk, bizimkinin gözlerinin içine bakarak konuştu:"Ben kimseye sarkıntılık etmem. O kız benimarkadaşım. Eğer bir meselen varsa onunlakonuşmalısın." Bizimkinin kaşlan çatıldı."Ben seninle konuşuyorum. O kızın peşinibırakacaksın."Sarışın çocuğun da kaşları çatıldı, alnının ortasındakalın bir damar belirdi."Bırakmayacağım."Bizimki sarışın çocuğun üzerine yürüdü. "O zamandövüşürüz."
  • Geri adım atmadı sarışın çocuk. Yazgısınıkabullenmiş birinin dinginliği içinde karşıladı rakibininsözlerini. "O zaman dövüşelim."Đki gün önce olmuştu bu konuşma. Đki gün önceüçüncü dersin teneffüsünde kantinde konuşmuşlardı.Kimseye fark ettirmeden, iki arkadaş gibi kendiaralarında. Bugün okulun çıkışında buluşmak üzeresözleşmişlerdi. Zil çaldıktan sonra okulun arkasındakibostanlara gidilecekti. Sadece ikisi, kimsegelmeyecekti yanlarında... En yakın arkadaşları bilekarışmayacaklardı kavgaya. Güçlü olan kazanacaktı,cesur olan...Yeniden bıçağın kabzasına dokundu. Aslında bıçakdememişlerdi, silah yoktu konuşmalarında. Açıkçasöylenmese de belli ki yumruk yumruğa bir kavgaolacaktı. Yine de almıştı bıçağı yanına. Bu yüzdenöğleden sonra okula bile gitmemişti. Evden çıkarkenağabeyinin av çantasından gizlice almıştı bıçağı. Đyide yapmıştı. O gök gözlü oğlana nasıl güvenebilirdi ?Bakarsın, toplayıp gelmiş arkadaşlarını... Gerçi çocuköyle kalleş birine benzemiyordu. Ama bundan eminolamazdı. Yok yok, tedbirli olmakta yarar vardı.Bıçağın yanında olması iyiydi. Birden düşünceleri yöndeğiştirdi. Yoksa... Yoksa, kendine mi güvenemiyordu? Hadi canım, olur muydu öyle şey ? Böyle kaçkavgaya katılmıştı. O san saçlı, kız bakışlı hanımevladından mı korkacaktı ? Bunlar aklından geçerkençaldı okulun zili. Bizimki toparlandı. Bıçağı belininarka taraflanna doğru kaydırdı, montunun önünü
  • kapayarak rakibini beklemeye başladı. Aradan birkaçdakika geçince, belkidekorkar gelmez, diye geçirdi içinden. Gelmezsesevineceğini hissetti. Keşke gelmese diye düşündü.Sonra böyle düşündüğü için kendine kızdı. Gelmezse,onu okulda bulur herkesin içinde rezil ederdi. Tambunları düşünürken gördü onu. Sanki bir arkadaşıylabuluşmaya geliyormuş gibi rahat, güvenli adımlarlaona doğru yürüyordu. Yaklaşınca içten, sıcacık baktıçocuk. Bizimki hemen astı suratını; korkuyor daondan diye düşündü. Onu böyle görünce çocuk daciddileşti."Geldin mi?" dedi bizimki."Geldim" dedi çocuk, "nereye gideceğiz ?"Başıyla arkadaki bostanları gösterdi bizimki."Kimsenin göremeyeceği bir yere.""Tamam" dedi çocuk. "Gidelim."Yürümeye başladılar. Okulun arka bahçesindençıktılar, evleri uzaktaki gecekondu bölgesinde olanbirkaç çocuk da onlarla birlikte atladı okulun arkaduvarından. Ancak elli metre kadar sonra çocuklarkendi yollarına gittiler. Bizim iki düellocu yalnızkalmıştı. Sadece ikisinin sığabileceği dar bir patikadanbostanlara vurdular. Yan yana gidiyorlardı. Dahaşimdiden birbirlerini kollamaya başlamışlardı. Azsonra patikanın yanında küçük bir dere belirdi. Dereyer yer taşmış, patikanın toprağını sürükleyipgötürmüştü. Gözucuyla sarışın çocuğa baktığındanolsa gerek, ayağı kaydı bizimkinin. Neredeyse dereye
  • düşecekti. Sanki düşmanı değil de yakın birarkadaşıymış gibi, ani bir hareketle yakaladı onusarışın çocuk. Bizimki önce saldırıya uğradığmı sandı,ancak çocuk elinden tutup yukarı çekince, utandı.Sakarlığından, düşmanının yardımına muhtaç halegelmesinden. O anda daha kötü bir şey oldu. Ayağıkaydığında kemerin baskısından kurtulan bıçak patdiye ayaklarının arasına düşüverdi. Sansın çocuk atikdavranarak, eğilip bıçağı aldı. Bizimkinin yüreğiağzına geldi. Kendini korumak için toparlandı. Ancakçocuk masum bir ifadeyle bıçağı ona uzattı."Bıçakla mı dövüşecektik ?"Bizimkinin yüzü kıpkırmızı oldu. Yer varılsa da içinegirsem diye düşündü."Yok... Yok" diyerek aldı bıçağı. "Bıçak bizim içindeğil. Bıçakla dövüşmeyeceğiz."Çocuğun açık renk gözlerindeki kuşku kaybolmadı.Bizimki bıçağı elinde şöyle bir tarttı. Bıçağı tartarkenkendi düşüncelerini de tartmış olmalıydı ki, birdenelindeki silahı kaldırıp boz bulanık akan dereye attı.Sarışın çocuk önce şaşırdı, sonra memnungülümsedi. Bizimki açıklama yapmaya gerekduymadı. Kendinden emin bir tavırla rakibine bakıp,"Yürüyelim" dedi sadece.Marul ekili bir bostanın hemen kenarındaki yaşlı dutağacının altına geldiklerinde durdu bizimki. Yeterincesakin mi diye çevresine bakındı. O durunca sarışın dadurmuştu. "Burası mı ?"Bizimki sabah evden çıkarken yanına aldığı kitaplarıağacın dibine koymadan önce, "Burası" dedi.
  • Sarışın da çantasını, dut ağacının dibine, bizimkininkitaplarının yanına bıraktı. Şimdi ikisi de ayakta, ikiside karşı karşıyaydı. Bir süre amaçsızca birbirlerinisüzdüler. îlk sahneye çıkan tiyatro oyuncuları gibiellerini, kollarını nereye koyacaklarını, bedenlerininasıl kullanacaklarım bilemiyor gibiydiler. Đlk adımbizimkinden geldi."Başlayalım.""Başlayalım" dedi sarışın.Bizimki yumruklarını sıktı, ama tuhaftır içinde öfkeyoktu. Haftalardır bu çocuğa karşı beslediği kinusuldan esmeye başlayan akşam rüzgârının önündesavrulup gitmişti sanki. Ne var ki bazı şeylerin dönüşüyoktu. Madem buraya kadar gelmişlerdi, madem buçocuk onun sevdiği kıza asılıyordu bu kavga olacaktı.Ayaklannm üzerinde yaylanarak çocuğa yaklaştı.Çocuk da onun gibiydi gözlerinde öfkenin, nefretinkınntısı yoktu. Sanki boks maçına hazırlanan birboksör gibi sakindi. Bizimki rakibini kızıştırmak içinolsa gerek, "O kızı bırakacaksın" dedi."Bırakmayacağım" dedi çocuk.Bizimki, "Bırakacaksın" diyerek üzerine atladıçocuğun. Sansın çocuk yana çekildi, ama kendinikurtaramadı. Đkisi birlikte yere düştüler. Birbirlerinevuramıyorlardı, ama üste çıkmaya çalışıyorlardı.Böylece marul ekili bostanın içine yuvarlandılar.Bostan yeni sulanmıştı, giysileri, elleri, yüzleri, saçlançamura bulandı. Çamur biraz kızdırdı onlan. Bizimkiüstte olduğu bir anda, tokat yumruk kanşımı bir darbeindirdi çocuğun yanağına. Çocuk da hemen verdi
  • yanıtım. Üstelik sağlam bir sağ yumrukla. Bizimkigeriye doğru savrulur gibi oldu, ama kendini çabuktoparladı. Karşılık vermek istedi, ancak o kadaryakındılar ki doğru dürüst vuramadı. Yenidenbirbirlerine sanlıp bostanın içinde yuvarlanmayabaşladılar. Neredeyse bostanın ortalarına gelmişlerdiki, kulaklannda ramazan topu gibi gümbürdeyen odavudi sesi duydular."Ne yapıyorsunuz lan burada?"Daha ne oluyor demelerine bile fırsat kalmadan, ayıpençesi gibi iki el, kulaklarından yakaladı onları.Başlarını kaldırdıklarında dev gibi bir adamın, öfkedenateş gibi yanan gözleriyle karşılaştılar."Mahvettiniz lan bostanımı!" diye uludu adam.Bostanına daha fazla zarar gelmesin diye olacak, "Nelan bu bostanın hali?" diye bağırarak, bizim iki âşığıkulaklarından çekiştirerek yaşlı dut ağacının altınakadar sürükledi."Kimsiniz siz lan?" diye sordu dev. Daha onlaryanıtlamadan, ağacın altındaki kitapları gördü."Demek liselisiniz."Daha çok çekti kulaklarını. Bizimkilerin canı daha çokyandı."Utanın lan, bir de tahsil görüyorsunuz. Đnsan birazemeğe saygılı olur."Bizimkilerin çıtı çıkmıyordu. Adam dikkatle baktısuratlarına. Kulaklarını bırakıp, bir bizimkinin, bir deçocuğun suratına okkalı iki tokat yerleştirdi."Siktirin gidin!"
  • Bizimkiler kulaklarını tutarak uzaklaştılar adamınyanından. Ama fazla gidemediler, kitapları ağacınaltında kalmıştı. Adam daha ne duruyorsunuzdercesine öfkeyle baktı onlara. Sarışın çocuk başıylakitapları gösterdi."Kitap mitap yok, gidin babanız yenisini alsın. Şumarulların haline bakm, cezasını çekeceksiniz."Sarışın çocuğun gözleri doldu. "Abi yapma, babambeni öldürür."Bizimki yalvarmıyordu. Yalvardığı için kötü kötü baktıçocuğa, sonra dönüp yürümeye başladı. Sarışınçocuğun korkaklığı ortaya çıkmıştı işte, arkadaşınaanlatabileceği bir hikâyesi vardı artık. Belki bir günsevdiği kıza da anlatırdı bunu. Yüz metre kadargittikten sonra aklı başına geldi. Akşam eve kitapsızgittiğinde babasına ne cevap verecekti ? Üstelik hertarafı çamur içindeydi. Kulağı ateş gibi yanıyordu. Kimbilir nasıl kızarmıştır. Kızarıklık geçerdi de kitaplarınasıl açıklayacaktı ? Durdu, geriye baktı. Sansınçocuğun adama yalvarmayı sürdürdüğünü gördü.Adam hâlâ sert sert bakıyordu çocuğa. Ama birdeneliyle, gel al işareti yaptığını gördü. Đçten miydi, yoksaçocuğu yakalamak için mi yapıyordu emin olamadı."Gitme!" diye seslendi içinden, "gitme !" Sarışın çocukonu duymadı tabiî, duysa da dinler miydi, orası bellideğildi. Çocuk, yaşlı ağaca yaklaştı, eğildi çantasınıaldı. Hayret, adam ona hiç dokunmadı. "Ben dedönüp alsam" diye geçirdi bizimki. Ama kendineyediremedi. "Yavaşça yürüyeyim" dedi. "Şu oğlangittikten sonra dönüp alırım." Yavaşça yürüdü, sansın
  • çocuk hızlı yürümüş olmalıydı. Kısa zamanda geldiyanına. Adam yerine koymadığını belli etmek içindönüp bakmadı bile çocuğa. Ama çocuk soluk soluğayanına gelince, "Dursana" dedi.Bizimki başını çevirdi. Çocuğun onun ders kitaplannıda almış olduğunu gördü. Şimdi de ona uzatıyorduişte. Kafası kanştı. Bir an almasam diye geçirdi, amababasının çatılmış kaşlannı, ateş püsküren gözlerinianımsayınca aldı kitaplannı."Sağol" dedi. "Sağol ama bu iş bitmedi."Gülümsedi sanşm çocuk."Evet" dedi, "biliyorum bitmedi."Aşk Bir YanılsamadırArabanın içinde iki kişiydiler: Ceren ile Cihan. ArabayıCihan kullanıyordu, Cerenin gözleri delikanlınınüzerindeydi. Topu topu birkaç saat kadar ayrı kalacakolmalarına rağmen, sanki günlerce uzakkalacaklarmış gibi özlemle bakıyordu sevgilisine. Ci-hanın bakışları apartmanların arasında uzanan, yeryer yamalarla onarılmaya çalışılmış asfalt yoldaydı,ama genç kızın kendisine baktığını biliyordu. O daarada bir dönüp Cerene bakıyordu; taptaze birsevgiyle, henüz örselenmemiş bir heyecanla.Sonunda geldiler. Araba hastanenin önünde durunca,Ceren daha fazla dayanamayıp sımsıkı sarıldıCihana. Genç adam, bütün bedeniyle kucakladıCereni, bir süre öylece kaldılar. Sonra Cihan birazçekildi, Cerenin alnına bir öpücük kondurdu. Genç kızbununla yetinmedi, sabırsızlıkla dudaklarını Cihanauzattı. Cihan, genç kızı geri çevirmedi; incitmekten
  • korkarcasına usulca öptü kendisine sunulandudakları. Ama Ceren, sanki incitilmek istiyor gibiydi,Cihanın altdudağını ağzına alarak tutkuyla öptü.Cihan bu istekli öpüşe yanıt vermekte gecikmedi.Kendilerini kaybedip birbirlerinin ağzında kayboldular,arkalarında duran aracın sürücüsü sertçe kornasınabasmasaydı, belki daha da sürdüreceklerdi. Kornasesi iki sevgiliyi irkiltti. Ayrıldılar. Cihan dönüparkalarındaki aracın sürücüsüne, "Tamam tamam,patlamadın ya!" dedi. Ama arabasını da kenaraçekmekten geri durmadı. Arkadaki arabanın sürücüsüöfkeyle başım sallayarak hızla geçti yanlarından.Adamın kendilerine küfrettiğini düşünen Cihan da elinisallayarak, "Eş-şoğlu eşek" diye bağırdı uzaklaşanarabanın arkasından."Boş ver hayatım" diyerek yatıştırmaya çalıştı onuCeren. Genç adamın hâlâ havada duran eliniyakaladı. Avuçlarının araşma alarak şefkatle öptü."Canını sıktığına değer mi ?""Birazcık beklese kıyamet kopar sanki" diye söylendiCihan, ama sakinleşmeye başlamıştı. Genç kız, hâlâavuçlarının arasında duran sevgilisinin ellerine baktı.Cihanm en beğendiği yeri elleriydi. Evet, kapalıyerlerde ela, açık havada yeşil olan gözlerini debeğeniyordu, durgun bir deniz gibi uzanan kumralsaçlarını da... Ama elleri başkaydı. Hiç düşünmedenkendini bu uzun parmaklı, bu güçlü, bu biçimli ellereteslim edebilirdi. Etmişti de hem de defalarca, hem dehiç pişmanlık duymadan, hem de zevk içindekıvranarak. Bir an bu ellerin yeniden bedeninde
  • dolaştığını hayal etti. Gözleri hülyalandı, bedenini birateş bastı, kalbi heyecanla atmaya başladı, ancak buçok sürmedi; gündüz gözüyle gördüğü düş sevgilisininsesiyle dağıldı:"Gitmen gerek psikolog hanım, yoksa Tamer Hocaçok kızacak." Cihan haklıydı, gitmeliydi. Ama öncegenç adamın dudağına bir öpücük kondurmayı ihmaletmedi. Bakışları yeniden Cihanın sağ eline kaydı, buşahane eli bir kez daha öptü. Sonra biraz dahabeklerse hiç inemeyecekmiş gibi hızla kapıyı açıpçıktı. Arabadan inince hemen uzaklaşamadı. Kapınındışında durup bir anlığına sevgilisine baktı, sevgiliside ona bakıyordu. Aynı özlemle, aynı istekle, aynısevgiyle... Sonra Cihan, o güzel, o güçlü eliylehoşçakal diyerek aracı hareket ettirdi. Araç gittiktensonra da hemen ayrılmadı Ceren. Bir süre öylecebaktı uzaklaşan sevgilisinin ardından. Sonra geçkaldığını hatırlayarak apar topar hastaneye koşturdu.Đçerde Profesör Tamerin asık suratı karşıladı onu."Nerede kaldın ?" Cerenin açıklamasına fırsatvermeden bir güzel payladı. "Arkadaşların hepsiodalara dağıldılar, bir tek sen kaldın.""Tamam hocam, hemen giriyorum, hangi oda... ""Yedi numara, adamcağız seni bekliyor olmalı." "Özürdilerim" diyerek aceleyle yedi numaralı odanın yolunututtu Ceren.Yedi numaralı odayı bulmak zor olmadı, birinci kattakiilaç kokan koridorun hemen sonundaydı. Yüzündemahcup bir ifade, kapısını açıp içeri girdi. Amamahcubiyeti boşunaydı; çünkü odada kimsecikler
  • yoktu. Bir an ne yapacağını bilemeden odanın telörgüyle kaplanmış tek penceresine, önünde vearkasında iki iskemle bulunan eski püskü masaya,masanın üzerindeki içi su dolu sürahiye, iki boşbardağa baktı. Geçip otursa mıydı? Ya yanlış odayageldiyse ? Hayır canım yedi numaralı oda dememişmiydi Tamer Hoca? Belki de hoca yanılıyordu?Hocaya sormak üzere dışarıya çıkmaya niyetlenirkenkapı açıldı. îçeri bir adam girdi,arkasından da bayan hastabakıcı."Geldiniz mi ?" dedi hastabakıcı. "Kusura bakmayın,ben koğuşları gezmek zorundaydım da o yüzdengeciktik... ""Önemli değil" dedi Ceren, hâlâ ayakta dikiliyordu.Birden kendisini ev sahibi gibi hissetti. "Buyurun... "dedi.Hastabakıcı kadın üzerine alınmadı, adama döndü:"Geçsene" dedi. "Şu iskemleye otur."Adamın iri kestane rengi gözleri kederli, meraklı amadaha çok utangaç bir ifadeyle bakıyordu. Mevsimilkbahar olmasına rağmen başına ucuz, mavi bir beregeçirmiş, bere geniş alnını yarı yanya kaplamıştı.Adamın elleri önünde kenetlenmişti, çekingenadımlarla gösterilen iskemleye yanaştı. Cerenin sıkıpsıkmayacağından emin olmasa gerek elini uzatmakistemedi. Ama Ceren bunu yapması gerektiğinidüşündüğü için adama elini uzattı. Tamer Hoca,iletişim önemlidir, demişti çünkü. Cerenin kendisineuzanan elini gören adamın gözlerinden keder deutangaçlık da kalktı, dudaklarına çocuksu bir
  • gülümseme yayıldı. Cerenin uzanan elini aceleyle,biraz da acemice sıktı. "Buyurun, şöyle oturun" dediCeren.Adam iskemleye oturdu, ellerini dizlerinin üzerinekoyup, başını hafifçe yana eğdi. Hastabakıcı Cerenedönerek, "Ben çıkıyorum" dedi. "Đhtiyaç duyarsanızkoridorun başındaki odadayım." "Tamam, teşekkürederim" dedi Ceren.Hastabakıcı odadan çıkarken, Ceren de masanınarkasındaki iskemleye yerleşti. Not defterini, kaleminiçıkararak önündeki rapor kâğıdına gerekli bilgileriyazdı. Başım kaldırdığında, adamla göz göze geldi.Adam hemen kaçırdı bakışlannı."Evet" dedi Ceren gülümsemeye çalışarak. "BenCeren Narman-h."Adam ezik bir ifadeyle baktı Cerene, ama kendi admısöylemedi. Ceren açıkça sormak zorunda kaldı:"Adınızı, soyadınızı söyler misiniz ?" "Muhsin" dediadam. "Muhsin Uysal."Đsmi yazdıktan sonra adama baktı Ceren. Adamgülümsemek istedi, beceremedi. Ceren degülümsemedi. Yanlış anlaşılmaktan korkuyordu.Tamer Hoca hastayla aranızdaki iüşkinin sınırlannınet çizmelisiniz derdi. "Evet Muhsin Bey" dedi Ceren."Kısaca hayatınızı anlatır mısınız?""Anlatınm" dedi Muhsin ama, söze bir türlübaşlayamadı. Kahverengi gözleri sıkıntıyla kısılmıştı."Evet" dedi Ceren. Adam daha da sıkıldı. Soğuksoğuk terlemeye başladı... Ceren adamı
  • sıkıştırmamak için sabırla bekliyordu, ama adamsonunda cesaret edip söyleyebildi."Şey, şu arkadaki pencere... Pencereyi açabilirmisiniz?" Ceren dikkatle baktı adama... "Siz iyi misiniz?""Đyiyim iyiyim... Biraz havaya ihtiyacım var." "Hemenaçıyorum" diyerek kalktı Ceren. Arkasındakipencerenin kanadını ardına kadar açtı. Serin, taze birrüzgâr hemen dolu-verdi içeriye.Muhsin dakikalardır su altında oksijensiz kalmış gibiderin derin içine çekti serin havayı. Kendini iyihissedince de, "Sağolun" dedi."Rica ederim, benim için de iyi oldu. Đçerisihavasızmış." Yeniden önündeki kâğıda baktı."Kendinizden bahsetmenizi istemiştim... " Adamınyüzü yine sıkıntıyla kararmaya başlamıştı. "Đsterseniz"diye yardımcı olmaya çalıştı Ceren. "Ben tek teksorayım, belki böyle daha rahat yanıtlarsınız."Adamın sıkıntısı tümüyle kaybolmadı, ama gözlerindeumut dolu ışıltılar belirdi. "Yanıtlarım... " dedi."Peki Muhsin Bey, ne zaman, nerede doğdunuz ?""1969 yılında, Keşanda." "Đlkokulu nerede okudunuz?""Keşanda okudum. Cumhuriyet Đlkokulu. Bizim evinhemen arka sokağındaydı. Yürüyerek gider gelirdim.Đlk gün babam götürmüştü beni. Çok korkmuştum.Okulun bahçesi kocamandı, çocuklar siyahönlüklüydü, öğretmenler asık suratlıydı. Babamlabirlikte geri dönmek istedim. Ama babam hemenkulağımdan yakaladı beni. Eğer okula gitmezsem
  • kemiklerimi kıracağını söyledi. Babam beni küçükkençok döverdi. Ben babamdan çok korkardım. O okuldakalacaksın deyince, kaldım. Ağlaya ağlaya bahçeninbir köşesinde kaldım. Sonra alıştım... Sonraarkadaşlarım oldu... Sonra öğretmen beni çok sevdi.Benim yazım çok güzeldi. Matematik dersinde zayıfalırdım, ama yazım çok güzeldi..." "Đlkokuldansonra?..""Đlkokuldan sonra öğretmenim, babamı yanına çağırdı.Bu çocuk, güzel resim çiziyor, onu sanat okulunayolla dedi. Bu çocuktan çok iyi teknik ressam olurdedi. Öğretmen daha bir sürü şey dedi. Babam,öğretmenin söylediklerini dinledi, dinledi. Başınısalladı. Tamam yollarız dedi, ama yoUamadı. BeniFikret Ustanm yanma çırak verdi." "Fikret Usta kim?""Fikret Usta... " diye tekrarladı Muhsin. Cerenin FikretUstayı tanımamasına şaşırmış gibiydi. Şaşkınlığıuzun sürmedi, soruyu hemen yanıtladı. "Fikret Usta,Keşanın en iyi terzisiydi. Bir gün babamla yoldagiderken onunla karşılaştık. Daha ben ilkokuldördüncü sınıftayım. Fikret Usta benim ellerime baktı.Bu çocuktan iyi terzi olur. Sen bunu benim yanımayolla dedi. Babam, Fikret Ustanın söylediklerinidinledi. Başmı salladı. Tamam yollarım dedi. Đlkokulbitince de beni Fikret Ustanm yanına yolladı... "Muhsin bunları anlatırken Cerenin bakışları adamınellerine kaymıştı. Birden irkildi. Sanki karşısındasevgilisinin elleri vardı. Adamın elleri tıpkısevgilisininkiler gibi muhteşem bir güzelliğe sahipti.Şamdanlardaki mumlar gibi pürüzsüz, ince uzun
  • parmaklar, güçlü ama kaba olmayan avuçlar, ne kalınne ince, elin öteki parçalarıyla kusursuz bir uyumsağlayan bilekler... Bıraksalar dakikalarca bu elleriseyredebilirdi. Ama Muhsinin sesiyle dalgınlığındankurtuldu."Su, biraz su içebilir miyim? Verdikleri ilaç susuzlukyapıyor da.""Tabiî" dedi Ceren, "buyurun."Muhsin ayağa kalktı, beceriksiz hareketlerle sürahiyikaldırıp bardağı suyla doldurdu. Kadehteki suyugürültüyle kana kana içti. O suyunu içerken Cerenhâlâ Muhsinin ellerine bakıyordu. Muhsin elindekibardağı yeniden masanın üzerine koyup, iskemlesineoturuncaya kadar ellerine bakmayı sürdürdü Ceren.Muhsin iskemlesine oturunca, Ceren de bakışlarınıadamın ellerinden kaçırarak sordu."Sonra" dedi Ceren, "Fikret Ustanın yanında ne oldu?""Bir şey olmadı! Ben terziliği öğrendim. Elimyatkınmış, önce kalfa oldum, sonra usta... "Cerenin bakışları yine Muhsinin ellerine kayacak gibioldu, belki de kendine engel olmak için sordu:"Usta olunca kendi dükkânınızı açmak istemediniz mi?""Yok" dedi, "askere gitmeden kendi dükkânını açmakolur mu? Hem Fikret Usta ne der bu işe ? Dükkânaçmadım, ama yaşımız geldi, askere gittim..."Duraksadı. Neyi anlatacağım kestiremiyor-du. Sağelini sol avucunun içine almış ha bire sıkıyordu.
  • "Tamam askere gittiniz" dedi Ceren, "peki askerliknasıl geçti?..""Askerlik iyiydi... Arkadaşlarım arada bir te be kapçıkağızlı diye bana takılırlardı ama askerlik iyiydi. Oradada milletin söküğünü, yırtığını dikerdim. Arkadaşlarımbeni severlerdi. Bir tek çavuş... Kara Çavuş... îşte o,beni hiç sevmezdi. Niye bilmem hiç sevmezdi. Birkeresinde öteki çavuşları da toplayıp, çok kötü dövdübeni. Hem de koğuşun ortasında, herkesin gözününönünde... Ben düşüp bayılmışım. Gözümü revirdeaçtım. Çok iyi bir doktor üsteğmenim vardı.Sana ne oldu ? dedi.Ranzadan düştüm dedim.Yalan söyleme, seni dövmüşler dedi.Yok komutanım dedim, ben ranzadan düştüm.Korkma şikâyetçi ol. Ben senin arkandayım dedi.Ben kimseden şikâyetçi değilim dedim. Çünkü doktorüsteğmen gidecekti. Ben şikâyetçi olursam, KaraÇavuş beni yine koğuşun ortasında dövecekti. Benşikâyetçi olmadım. Doktor üsteğmenim iyi adamdı.Bana hap verdi, merhem verdi. Yaralarım iyileşti, amakafama bir ağırlık geldi. Doktor üsteğmenim, Kara Ça-vuşu çağırdı, konuştu. Kara Çavuş da bir dahadokunmadı bana... Ama benim kafamdaki ağırlıkgitmedi. Doktor üsteğmenim, komutanımla konuştu.Muhsin iyi değil, onu terhis edelim dedi.Komutanım kabul etmedi.Hava değişimine yollayalım, dinlensin gelsin dedi.Doktor üsteğmenim vazgeçmedi.Bu çocuğun durumu iyi değil, terhis edelim dedi.
  • Bu sefer komutanım, O zaman kurul raporu getirdedi.Doktor üsteğmenim beni hastaneye gönderdi. Benikurula çıkardı. Kuruldakiler bana baktılar. Kendiaralarında konuştular. Ben ne konuştuklarınıduymadım. Sonra yine bana baktılar. Bir hafta sonrada beni terhis ettiler... "Muhsin birden sustu. Kahverengi gözleri donuklaşmış,kamburu çıkmış, adeta boynu içine çekilmişti."Askerden sonra?.. " diyerek onu yeniden konuyadöndürdü Ceren."Askerden sonra" diyerek ayıldı Muhsin. "Askerdensonra Keşana döndüm. Zaten dönmek zorundaydım.Gülsüm beni bekliyordu." "Gülsüm? O kim?"Adam bakışlarını kaçırdı, yanıtlamadan önceyutkundu."Gülsüm benim karandı... " diyebildi sonunda. "Nasılyani, askere gitmeden önce evlenmiş miydin?" "Yok,sonra evlendim. Askere gitmeden önce sözlenmiştik.Askerden dönmemi bekliyordu." "Nasıl tanışmıştınız?"Yine duraksadı Muhsin. Aradığı sözcükler odanın biryerlerine gizlenmiş de onları bulmak istiyormuş gibibakınmaya başladı. Bakışları Cereninkilerlekarşılaşınca, "Sokakta" diye açıkladı. "Bizim evinsokağında değil, ama Fikret Ustanın dükkânınınbulunduğu yerde. Evleri, Fikret Ustanın dükkânınınkarşısındaydı. Sokaktan gelip geçerken görürdümonu. O da beni görmüş... Sonra pencereye çıkmayabaşladı, ben de dükkânda onun penceresini görecekyere otururdum. Öyle tanıştık işte... "
  • Sözlerini tamamlarken masum bir ifade belirmiştiMuhsinin yüzünde. Adamın hikâyesi hoşuna gitmeyebaşlamıştı Cerenin."Güzel miydi Gülsüm ?" diye sordu.Genç bir kız gibi kızardı yüzü Muhsinin."Güzeldi ya" diye mırıldandı. "Kınalı saçları vardı, balrengi gözleri vardı, ince uzun bir boynu vardı... " "Onagüzel olduğunu söyler miydiniz ?"Muhsinin mahcup gülümseyişi bütün yüzüne yayıldı,dişsiz ağzı ortaya çıktı. "Söylerdim ya... ""O ne derdi?""Yalancı, derdi. Đnanmadığından değil, güzel olduğunubilirdi. Bilirdi, gene de duymak isterdi. Bir dahasöylemem için yalancı derdi." "O da sizi yakışıklı bulurmuydu ?""Bilmem, bulurdu herhalde." Bakışları ellerine kaydı.Işıldayan gözlerini Cerene çevirerek ellerini uzattı."En çok ellerimi severdi. Ellerin ne kadar güzel...Ellerin ne kadar sıcak derdi... Ellerin ne kadar güçlüderdi. Ellerin yanağıma değince bütün yorgunluğumgeçiyor derdi. Başımın ağnsı geçiyor derdi.Gülsümün sık sık başı ağnrdı. Ama ben dokununcageçerdi. Gülsüm ellerimi öper, Canımı bu ellere teslimedeceğimderdi."Ceren, şaşkınlıkla Muhsinin yüzüne bakakalmıştı.Cihan için düşündüklerinin bir başka kadın tarafından,bir başka erkek için dile getirilmiş olmasınainanamıyordu. "Peki sonra ne oldu ?" diye sordumerakla. "Ne zaman evlendiniz?"
  • "Askerden dönünce" dedi adam. "Fikret Usta istediGülsümü bana. Ailesi razı olmadı baştan. AmaGülsüm, ben Muhsinden başkasına varmam deyince,onlar da seslerini çıkarmadılar... Biz de evlendik... "Cerenin dudaklarına rahat, geniş bir gülümsemeyayılmıştı. Sonu mutlu biten aşklara bayılırdı."Çocuklarınız oldu mu ?" diye sordu "Oldu" dediMuhsin. "Evlendiğimiz yıl ikizler doğdu." "Hem de ikizha. Kız mı, erkek mi?" "Kız. Annelerine çokbenzerlerdi." "Kaç yaşındalar şimdi?"Muhsin bakışlarını kaçırdı, başını öne eğdi. Yanlış birşey mi söyledim, diye düşündü Ceren. Üstelemedi."Peki sonra kendi işyerinizi mi açtmız ?" Muhsininürkekliği geçti."Açtım" dedi, "Fikret Usta ölmeseydi açmayacaktım.Ama o ölünce açtım. Keşke açmasaymışım. Olmadı.Her şey kötüye gitti. Eski müşteriler gelmedi. Đşyapamadım. Đkizler okula başlamıştı. Sonundadükkânı kapatıp bir konfeksiyon atölyesindeçalışmaya başladım. Kıt kanaat geçiniyorduk, amayine de mutluyduk... Ta ki Hüsmen, karıma gözdikinceye kadar." "Hüsmen de kim ?" "Kim olacakbizim ev sahibi." "Karınıza mıgöz dikti ?""Dikti ya... Ama ben aldırmadım. Gülsümün gözübenden başkasını görmez dedim. Görse de Gülsümnamusludur, benden başka erkeğe bakmaz dedim... "Muhsinin gözlerinden karanlık bir bulut geçti. "Baktımı ?" diye sordu Ceren. Derinden bir iç geçirdiMuhsin.
  • "Đnsan açgözlü bir yaratık" dedi. "Ben fakirim, Hüsmenzengin ya. Gülsüm onu seçti. Seçmekle kalsa iyi.Gelip bana, Senden söğüdüm, ben Hüsmenlegideceğim dese, hemen kabul edeceğim. Ne yapalımbir başkasını sevmiş deyip onu boşayacağım. Amademedi."Muhsin yine susmuştu, başını öne eğmiş, gözleriniellerine dikmişti."Ne yaptı peki ?" diye sormak zorunda kaldı Ceren."Ne yapacak" diyerek başını kaldırdı Muhsin. "O kelHüsmenle birlik olup beni nasıl öldürecekleriniplanlamaya başladı. Beni ve kızlarımızı... " Cerenşaşkınlık içinde kalmıştı. "Ciddi misiniz?""Ciddiyim tabiî. Gece boyunca fısır fısır konuşmalarımduyuyordum. Hüsmen sabırsızlanmıştı. Yeter artık,onu bırak bana gel diyordu. Gülsüm temkinliydi.Önce, Muhsini öldürmem lazım diyordu. Ben iki erlebirlikte olamam. Ancak biri öldükten sonra ötekininyatağına girerim diyordu." "Çok garip, neden siziöldürmek istemişler ki?""Çünkü Gülsüm benden korkuyordu. Onlara engelolacağımı düşünüyorlardı." "Ya çocuklar... Bir anne,kendi çocuklarını öldürmeyi nasıl düşünebilir?""Hüsmen onun aklına giriyordu. Ben bir tek seniistiyorum diyordu. Ha bir kişi ha üç kişi. Cinayetcinayettir diyordu. Gülsüm önceleri, Çocuklarımıöldüremem diye karşı çıkıyordu, ama o kel herifağzından girdi burnundan çıktı, Gülsümü ikna etti.""Siz bir şey yapmadınız mı ? Polise gitmediniz mi ?"
  • "Polise gittim, ama bana inanmadılar. Hüsmenzengin, hepsini satın almış. Ama ben biliyorum ki, birgece uyurken, Hüsmen beni ve kızlarımı öldürecek.Bu yüzden geceleri uyumamaya başladım.Uyuyormuş gibi yapıp, karımın sevgilisini içerialmasını bekliyordum. Ama adam gelmiyordu. Geceuyumuyorum ya, sabahları işyerinde uyukluyordum.Sonunda ustabaşı durumu fark edip beni işten attı.Gülsüme söylemedim. Đşe gider gibi çıkıyorum, gidipparklarda uyuyorum. Akşamları da yatakta gözlerimikapayıp, Hüsmenin eve girmesini bekliyorum.Sonunda beklediğim an geldi. Kurban Bayramınınbirinci gününün gecesiydi. Bayram ziyaretlerimiziyapmış, evimize gelmiştik. Çok da yorgunum, amauyumamam gerektiğini biliyorum. Yine dedayanamayıp sızmışım. Bir gürültü duyarak uyandım,gözümü açtım ki, Gülsüm yatakta yok. Ben dekalktım, baktım dış kapıya gidiyor, ben de arkasındansüzüldüm. Kapıya gelince, Hüsmen geldin mi? diyeseslendi.Önceden anlaşmışlar, o gece bitirecekler işimizi.Hüsmen kapınm dışından ses verdi.Geldim, hadi aç kapıyı da içeri gireyim.Gülsüm tam kapıyı açacak, üzerine atladım. Ellerimlegırtlağına sarıldım. Gülsüm can havliyle, Hüsmenyetiş diye bağırmaya çalıştı. O bağırdıkça benboynunu sıktım... O bağırdıkça boynunu sıktım...Ellerim güçlüdür, bir çırpındı, iki çırpındı, sonraruhunu teslim etti."
  • Cerenin tüyleri diken diken olmuştu. BakışlarıMuhsinin ellerine kaydı. Gülsümün o çok sevdiği amaaynı zamanda ölümüneneden olan o uzun parmaklı, biçimli ellere baktı birsüre. Kendi sevgilisini Cihanı düşündü. Aklına gelenkötü düşünceleri hemen kovdu. Kiminle kimikıyaslıyordu. Cihan hayatta böyle bir iş yapmazdı.Ama ikisinin elleri nasıl da güzeldi, nasıl da birbirinebenziyordu. Cerenin aklından bunlar geçerken,Muhsin konuşma zorluğunu geride bırakmış, iştahlaanlatmayı sürdürüyordu. Artık ne bakışlarındamahcubiyet kalmıştı ne yüzünde eziklik."Hüsmen kapının önünde çırpınıp duruyordu.Gülsümün sesi kesilince mutfağa koştum, bıçağıkaptım. Dönüp kapıyı açtım, ailemizi parçalayanadam karşımda duruyor... Neresi gelirse saplamayabaşladım... " "Ya çocuklar?.. " diye yutkundu Ceren."Onlar ne yaptılar?" Acıyla başım salladı Muhsin."Onu hiç sormayın" dedi Muhsin. Gözleri dolu doluolmuştu... "Çocuklarım... Kızlarım hiçbir şeyduymadılar, çünkü anneleri olacak zalim kadın,yavrularımı ilk akşamdan zehirlemişti. Hemenhastaneye koşturdum, ama çok geçti. Onlarıkurtaramadım... "Muhsinin gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.Ceren yıkılmış bir halde adama bakıyordu.Çantasından kâğıt mendil çıkarıp Muhsine uzattı.Adam mendili alıp gözyaşlarını sildi."Çok kötü olaylar yaşamışsınız" dedi Ceren. "Allahkimsenin basma vermesin, gene iyi dayanmışsınız... "
  • "Dayanamadık ki doktor hanım, dengemizi bozdukişte.""Sizin yerinizde kim olsa dengesi bozulurdu.""Öyle olurdu, değil mi ?"Muhsin kuruladığı kirpiklerinin arasından baktıCerene. Burnunu çekerek sordu:"O zaman beni neden bırakmıyorlar? Neden buradatutuyorlar? Ben ilaçlarımı düzenli olarak alıyorum.Bana ne söylerlerse yapıyorum. Beni neden dışarıbırakmıyorlar?""Bilmiyorum, ama öğreneceğim, size söz. Elimdengelen her türlü yardımı yapacağım size." "Sağolun"dedi Muhsin. "Ben doktorları hep sevmişimdir zaten.Bizim doktor üsteğmen de çok iyiydi, siz de çokiyisiniz."Ceren odadan çıkınca, kendisi gibi psikiyatr olacaköteki öğrencilerin de hastalarla görüşmelerinitamamlayıp salona gelmiş olduğunu gördü.Duyduklarının etkisini henüz üzerinden atamamış birhalde arkadaşlarının arasına katılırken, Tamer Hocaçıktı karşısına."Nasü geçti konsültasyon ?" diye sordu."Đlginç bir hastayla görüştüm. Ama sanki iyileşmişgibi... "Tamer Hocanın yüzünde şaşkın bir ifade belirdi."Đyileşmiş gibi mi? Yedi numaralı odadaydın değil mi?"diyerek elindeki dosyayı karıştırdı. Bulduğu sayfayabaktıktan sonra, "Hastanın ismi Muhsin Uysal mı?"diye sordu.
  • "Evet, soyadı gibi son derece uysal bir insan. Derin birdepresyon geçirmiş, ama şimdi iyi görünüyor... "Tamer Hoca önündeki sayfayı okuduktan sonra,"Demek iyi görünüyor ha" diye mırıldandı. Sesindealaycı bir ton vardı. Ceren, hocasınm ne demekistediğini anlamamıştı. Tamer Hoca elindeki kâğıdıCerene uzattı."Al da bak, iyileşmiş hastanın durumuna" dedi.Ceren dosyayı aldı, içinden buna ne gerek var, adamher şeyi anlattı zaten diye geçiriyordu. Ama TamerHocayı kızdırmamak için söylediklerini yaptı. Birköşeye çekilip ayak üzeri, elindeki sayfaya göz attı.Dosyada şunlar yazıyordu:Muhsin Uysal. Bir zamanlar büyük bir aşkla sevdiğikarısını ve ikiz kızlarını elleriyle boğarak öldürdü.Sesleri duyup, yardıma gelen üst kattaki ev sahibinide bıçakladı. Ev sahibinin, karısıyla aşk yaşadığını,kızlarının da adamı baba olarak kabul ettiklerini, bunedenle kendisini öldüreceklerini düşünüyordu.Gerçekte ne karısının bir başkasıyla ilişkisi vardı nede çocukları ev sahibine baba demeyehazırlanıyorlardı. Yaşananlar sadece Muhsin Uysalınzihnindeydi. Muhsin Uysal paranoyak şizofrendi.Ceren olduğu yerde sendeledi. Düşmemek için enyakın iskemleye çöktü. Kendine gelmesi içindakikalarca oturması gerekti. Yeniden ayağakalktığında midesi bulandı. Kendini güçlükle tuvaleteattı. Tuvalette kusmaya başladı. Çıkarınca birazrahatlamıştı. Yüzünü yıkadı, ensesini ıslattı. Dışarı
  • çıktığında herkes toparlanmış gidiyordu. Tamer Hocayeniden yanına geldi."Ne oldu, betin benzin atmış ?"Hayır, dalga geçmiyordu, gerçekten de Ceren içinkaygılanmış gibiydi. "Bir şey yok hocam" dedi Ceren,"sabah kahvaltı yapmamıştım da... ""Tansiyonun düşmüştür, tuzlu bir ayran iç... "Ayrılırken, hatırlamış gibi döndü. "Ha unutmadanraporunu yarın istiyorum.""Tamam hocam" dedi Ceren. O anda cep telefonuçalmaya başladı. Baktı, Cihan arıyordu. Bir an neyapacağmı bilemedi. Açmazsa olmazdı. "Alo Cihan...Ben iyi değilim, şu görüşmeyi ertelesek mi?" Cihankaygılandı... "Ne oldu hayatım, neyin var?""Tansiyonum düştü herhalde... Eve gidipdinleneceğim." "Ben hastaneye çok yakınım, senigötüreyim." "Hayır hayır... " dedi Ceren. "Đstemiyorum.Kendim gideceğim." Sesi o kadar kararlıydı ki, ısraretmedi Cihan."Nasıl istersen" diyebildi."Böyle daha iyi olacak" diyerek kapattı Ceren. Yinebaşı dönmeye başlamıştı. Bir iskemleye çöktü.Durumunu fark eden bir hastabakıcı su getirdi.Suyunu içti. Kendini daha iyi hissedince kalktı. Çıkışkapısına yürürken, "bu rastlantı" dedi kendi kendine,"sadece bir rastlantı." Böyle düşününce rahatladı.Hastaneden çıkınca, birden karşısında Cihanı gördü.Gelme demesine rağmen, çocuk merak edip onualmaya gelmişti, bir an sevinir gibi oldu. Ama Cihanben buradayım dercesine o muhteşem ellerini
  • sallayınca, o bulantı yeniden oturdu midesine. Nasılolur da sevdiği adamla, o katilin elleri birbirine bukadar çok benzeyebilirdi. Cihan olanlardan habersizellerini sallamayı sürdürüyordu. Olduğu yerde durduCeren. "Bu kadarı rastlantı olamaz" diye geçirdiaklından. "Bu bana verilmiş bir işaret." Derin birürküntü dalgası sardı bedenini. Birden panikledi,yaptığı hareketin sonuçlarını düşünmeden geri dönüpkoşmaya başladı. Cerenin davranışına hiçbir anlamveremeyen Cihan arabasında öylece kalakalmıştı.Aşk Bir Özentidir!Haberi okuduğumda gözlerime inanamamıştım. NailBeyin bir adamı öldürdüğünü yazıyordu. Hem de birzamanlar müdürlüğünü yaptığı tutukevinde yatan eskibir hükümlüyü.Tutukevi müdürü deyince astığı astık, kestiği kestikbiri gelmesin aklınıza. Nail Bey tam bir gönüladamıdır. Bizim tanışmamız da benim tutukluğumsırasında olmuştu. Yazdığım bir yazıdan dolayı ikiayımı tutukevinde geçirmek zorunda kalmıştım.Kitaplarımın bazılarım okumuştu. Cezayı veren oolmamasına rağmen bir yazar olarak benimtutukevine girmemden sanki kendisi sorum-luymuşgibi benden defalarca özür diledi. Bu durumdan utançduyduğunu söyledi. Bana asla bir mahkûm gibidavranmadı. Diz üstü bilgisayarımı getirmeme,yazılarımı yazmama izin verdi. Yasalar izin verse,tutukevi yerine geceleri beni evine götürmekten bileçekinmezdi. Nitekim eşi Leyla Hanımla da tanıştırdıbeni. ikisiyle de dost oldum. Cezamı tamamladıktan
  • sonra da görüşmelerimiz sürdü. Yayımlanan herkitabımdan onlara da gönderdim. Tutukevindeyaşanan olayları eksen alan romanım için tutuklularlagörüşme yapmama izin verdi.O iki aylık tutukevi günlerinin tek olumlu yanı Nail Beygibi bir insanı tanımış olmamdı. Hayır, yalnızca banakarşı iyi davranmı-yordu. Tüm tutuklulara karşı sonderece hoşgörülü, adil, anlayışlı bir tavrı vardı.Kaldığım iki ay boyunca kimseye şiddet uygulattığınıgörmedim. Tutuklulara kabaca davranan iki gardiyanıgözümün önünde azarlamaktan çekinmedi.Dostluğumuz iyice ilerledikten sonra cesaret edipsordum:"Kusura bakmayın ama Nail Bey, neden tutukevimüdürü olduğunuzu anlamıyorum. Siz, öyle bir insandeğilsiniz. Kişiliğiniz böyle bir iş için hiç uygun değil."Gülümsedi."Haklısınız... Bırakın insanların kapatılmasını, birkanaryanın kafeste tutulmasına bile gönlümdayanmaz aslında. Ama birinin de bu işi yapmasılazım." Bir sır verir gibi, elime usulca dokunarakaçıkladı. "Öte yandan pek seçeneğim de yok. Eveekmek götürmek lazım..."Anlıyordum. O da sevmediği halde, para için bumesleği yapmak zorunda kalan insanlardan biriydi.Ancak itiraf etmediği bir şey vardı; zamanla bu işisevmeye başlaması. Çünkü alışılmışın dışında birtutukevi müdürü yaratmıştı. Yani bu görevi yapanbirçok kişi gibi işine uyum göstereceğine, işini kendineuydurmuştu. Nail Bey mahkûmları birer düşman
  • olarak görmüyordu, adeta onlarla kardeş gibiydi,yalnızca benim yattığım yerde değil, görev yaptığıtutukevlerinin hiçbirinde ne büyük bir isyan ne deölümle biten bir kavga olmuştu. Nail Beyin yumuşak,dingin, iletişime açık kişiliği, öteki tutukevlerinde sıkçagörülen bu türden vahşi uygulamaların olmasınıengellemişti. Ama şimdi gazeteler Nail Beyin işlediğicinayeti yazıyorlardı. Bu nasıl işti anlayamamıştım.Aslına bakarsanız bu, Nail Beyin beni ikinci kezşaşırtmasıy-dı. Đlk şoku, eşi Leyla Hanımdanboşandığında yaşamıştım. Gerçi aralarında büyük biraşk yoktu, ama son derece güzel bir ilişkileri vardı.Nail Bey, Leyla Hanımdan hep övgüyle, saygıylabahsederdi. Ama bir gün ne olduysa olmuş, LeylaHanımdan ayrılmaya karar vermişti. Rastlantı bu ya,o günlerde yeni kitabımın kokteyline çağırmıştım NailBeyi, yalnız gelmişti."Eşiniz yok mu ?" diyecek oldum."Biz ayrılıyoruz" dedi.Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı."Üzüldüm" dedim. "Çok iyi anlaşıyordunuz."Belli ki o da üzgündü."Öyle, ama bazen anlaşmak yetmiyor... ""Hemen karar vermeseydiniz" dedim. Aslında nedenayrıldıklarını merak ediyordum ama açıkçasoramıyordum."Olan oldu. Bazı yazarların da dediği gibi, geçmişebakıp sızlanmanın anlamı yok. Artık geleceğe bakmaklazım."
  • Son derece kendinden emin konuşuyordu. Kararınıyeniden düşünmeye, boşanmaktan vazgeçmesinisağlamaya çalışmak bo-şunaydı. Hem eşiyle arasındaneler geçtiğini kim bilebilirdi ? Belki çok utanç vericibir olay yaşamışlardı. Belki karısı onu aldatmıştı.Olabilir miydi? Leyla Hanım hiç de öyle bir kadınabenzemiyordu ama insan hali... Belki de Nail Beyaldatmıştır karısını. Budaha uzak bir olasılıkmış gibi geliyordu bana. Neolursa olsun, o zamanlar bu iki iyi insanın ayrılmasınaüzülmüş, dahası çok şaşırmıştım. Şimdi Nail Bey birkez daha şaşırtıyordu beni. Hem de öncekinden çokdaha ağır bir şekilde: korkunç bir cinayet haberiyle.Nail Bey tutukevine konulunca onu görmeye gittim.Onu görmeye gittim, çünkü kendimi borçluhissediyordum. Öte yandan, Nail Bey gibi nahif biradam -ki mahkûmlar adını karınca ezmez Şevketkoymuşlardı- nasıl olur da böyle korkunç bir cinayetişler sorusunun kafamda oluşturduğu merak da benitutukevine çekiyordu.Tutukevinin kapısından girerken tuhaf duygulariçindeydim. Çünkü Nail Bey iki yıl kadar bu tutukevininmüdürlüğünü yapmış, ben de kendisini bu binadabirkaç kere ziyarete gelmiştim. Kaderin cilvesinebakın ki, bir zamanlar yöneticisi olduğu bu tutukevindeşimdi mahkûmlardan biri olarak yatıyordu.Nail Beyle görüşmek eskisi kadar kolay olmadı. Uzunkuyruklara girdim, üzerim defalarca arandı,dakikalarca beklemek zorunda kaldım. Sonunda NailBeyin sevimli yüzü tel örgülerin ardından göründü.
  • Beni görünce bal rengi gözleri önce şaşkınlıkla açıldı,sonra kederle buğulandı."Geçmiş olsun Nail Bey" dedim."Sağolun. Buraya kadar niye zahmet ettiniz ?""Ne zahmetiymiş... Sizin benim için yaptıklarınızınyanında... "Övülmeyi hiç sevmezdi. Sanki zor durumda olanbenmişim gibi ilgiyle, merakla sordu."Ee nasılsınız bakalım? Yazı çizi işleri nasıl gidiyor?""Đyidir iyidir. Yeni bir romana başladım... ""Kusurabakmayın son romanınızı okuyamadım. Fırsatolmadı...""Đsterseniz yollarım" dedim."Çok sevinirim... ""Başka ne ihtiyacımz varsa, lütfen çekinmeyin... ""Teşekkür ederim. Bir ihtiyacım yok. Burası kendievim gibi. Eski mahkûmlar sahip çıktılar bana. Elimisıcak sudan soğuk suya sokturmuyorlar. Kendimikoğuş ağası gibi hissediyorum... " "Siz de onlara çokyardım etmiştiniz zamanında... " "Bizimki yardım değil,görevdi... "Bir süre ikimiz de konuşmadık. Sonundadayanamayıp sordum: "Nail Bey nasıl oldu bu iş? Biryanlışlık mı var? Yoksa iftira filan mı?" Bal rengigözleri utançla gölgelendi."Đnanamıyorsunuz değil mi? Ben de inanamıyorumaslında... "Usulca başını salladı. "Yanlışlık filan yok. Gazetedeokuduklarınızın hepsi gerçek. Gerçekten biriniöldürdüm... " "Çok üzüldüm... Nasıl oldu?"
  • "Oldu işte... Yaptık bu yanlışlığı... Başımıza bu dageldi sonunda... " "Nail Bey yanlış anlamayın ama... "Anlamak ister gibi baktı yüzüme. "Merak ediyorsunuz"dedi.Suçüstü yakalanmışım gibi tedirgin oldum, hemenbakışlarımı kaçırdım."Yok dostum, hiç bakışlarınızı kaçırmayın. Yerinizdeolsam ben de merak ederdim. Hem sizeanlatmayacağım da kime anlatacağım." Yanlışanlamasından korktum."Bakın, bu konuyu bir roman, öykü malzemesi gibigördüğümü sanmayın lütfen... " Gülümsedi."Öyle de görebilirsiniz. Bunda bir sakınca yok. Hembelki başımdan geçenleri okuyanlar benim düştüğümhataya düşmezler... "Anlatacağım demişti ama hemen başlayamadı. Öncebir sigara yaktı. Mahpushane işi bir ağızlığın ucunataktı sigarasmı. Ağızlığa baktığımı görünce, "Eeiçerisinin raconuna uymalıyız değil mi ?" diyemırıldandı. Sigarasından birkaç nefes çektikten sonra,"Her şey, mahkûm mektuplarını okumamla başladı"diyerek hikâyesini anlatmaya koyuldu. "Aslındamektupları okumak benim görevim değildi, ayrıcainsanların özel yaşamlarını öğrenmeye hakkımolduğunu düşünmüyordum. Ancak ben okumasam dabiri mutlaka okuyacaktı. Ben okursam belki onlarıdaha yakından tanırım diye düşündüm. Ancakmektupları okumaya başlayınca tam bir hayal kırıklığıyaşadım. Yazılanlar o kadar sıradan, o kadar basittiki, mahkûmların ruh halleri hakkında bilgi edinmek
  • şöyle dursun, tu-tukevimizdeki gerçek durumu bileyansıtmıyorlardı. Evet, hepsinde büyük bir özlemvardı, hepsi bir an önce özgürlüklerine kavuşmakistiyorlardı, ama bunları o kadar yavan, o kadar kurusözcüklerle yazıyorlardı ki... Oysa mektupları yazanmahkûmlarla yüz yüze konuştuğumda sorunlarını,dertlerini daha iyi anlıyordum. Neredeyse mektuplarıokumaktan vazgeçecektim ki, tutukevine yedi siyasîmahkûm nakledildi. Sizi tenzih ederim ama, siyasîmahkûmlar bizim için dert demektir. Bazen haklıbazen haksız nedenlerle sık sık protestolarabaşvururlar. Açlık grevleri, işgaller yaparlar. Hiçbirhapishane müdürü siyasî mahkûm istemez. Gerçison dönemde mafya, çete davasından gelenler dahabaskın çıktı, siyasî mahkûmları mumla aratır oldu ya...Ben eski dönemden bahsediyorum. Neyse efendim,siyasi mahkûmlann nakli sonunda gerçekleşti. Sessiz,sakin, makul adamlara benziyorlardı. Hemen hepsiokumuş yazmış çocuklardı. Onlann nakliningerçekleştiği gün, Đzmirdeki tutukevinden bir mektupgeldi. Mektubu Feride Ernaslı adındaki bir mahkûmyazmıştı. Mektup, tutukevimize nakledilenmahkûmların en genci olan Yaşar Kelkitliyeyazılmıştı. Kadın, çok önceden atmıştı mektubunu.Yaşar tutukevine gelir gelmez eline geçsin diye. Belkide bu ince davranış nedeniyle hemen mektubu açıpokumaya başladım.Bir tanem,Yine o yalnız anlardan biri. Radyoda kederli bir şarkı...Dışarıda karanlık bir gece başlıyor... Uzaklarda
  • huzursuz bir hayvan gibi homurdanan şehir...Radyodaki şarkı özlemle dolduruyor geceyi. Gecetıpkı benim gibi iç geçiriyor. Özgürlük yasak bana, senyasaksın... Anılarınla oyalıyorum kendimi... Özleminleoyalıyorum. Đyi ki özlemin varmış diyorum, yoksadayanamazdım, ya aklımı kaçırır, ya kendimiöldürürdüm diyorum... Đşin kötüsü bu düşüncelerimiarkadaşlarımla paylaşamıyorum. Biliyorumanlamayacaklar, biliyorum hemen devrimci mücadelediyecekler. Ama ben devrimci mücadeleyi sevdiklerimiçin yapıyorum. Sevdiklerimin başında ise sengeliyorsun. Senden uzakta seni daha iyianlayabiliyorum. Đnan bana sen gerçekten başkasın.Dur, hemen karşı çıkma. Evet, bütün yoldaşlarımıziyidir, inançlıdır. Ama sen gerçekten başkasın. Senininsanlığın, senin özverin, senin cesaretin... Şimdi çokdaha iyi anlıyorum bunları... Sen olmazsan, sanaduyduğum sevgi olmazsa, bütün bu çekilenlerin neanlamı kalır. Gözlerin geliyor aklıma... Renklerini çokiyi hatırlıyorum. Açık kestane, güneşte açılıp sarıyadönüşüyorlar. Gözaltına alınmamızdan bir gün önce...Balıkçı tekneleriyle kaplanmış kıyıda... Bana bakışınıhatırlıyorum. Derin, acı, keder dolu bir bakış. Sanki ikigün sonra tutuklanacağımızı biliyörmüşsün gibi... Amaellerinin sıcaklığı sanki hâlâ üzerimde. Bir de banasarıldığında, yüzünden yayılan kolonya kokusu. Bukolonya meselesi de ilginç... Eskiden kolonyakokularını sevmezdim, şimdi, dışarıdan her kolonyageldiğinde alıp dokunuyorum. O günkü kokunuyeniden duyabilir miyim diye. Sana daha satırlar
  • dolusu yazmak isterdim. Ancak Nermin yanımageliyor. Biraz meraklı. Şimdi neler yazdığımı soracak.Ama ben sana yazdıklarımı kimseyle paylaşmakistemiyorum. O yüzden mektubumu bitirmekzorundayım. Hoşça kal bir tanem... Hoşça kal,hayatımm anlamı.Konuşur gibi yazıyordu kadın ama sözcüklerinde öyleyoğun bir anlam vardı ki, tutku yüklü bir sevgibeliriyordu karşınızda. Mektubu okurken saygı,hayranlık ve kıskançlık karışımı duygular hissettim.Evet, kıskançlık da hissettim. O yaşa gelmiştim amahiçbir kadın bana böyle bir mektup yazmamış, böylegüzel sözler söylememişti. Benim eski eşim Leylayıbilirsin... iyi insandı, bana karşı hep saygılı davrandı,sorumluluklarını hep yerine getirdi. Ama iki insanın birömür boyu birlikte yaşaması için bunlar yeterli mi ?Feride adındaki mahkûmun mektuplarını okuyuncabunun yeterli olmadığını anladım.""Leyla Hanımı da bu yüzden mi boşadımz ?" diyekestim Nail Beyin sözünü."Sayılır ama aslına bakarsanız ben değil, Leyla beniboşadı."itiraz edecek oldum, "Anlatacaklarımı dinlerseniz öyleolduğunu anlarsınız" diyerek sürdürdü sözlerini."Mektup o kadar etkilemişti ki beni, bunu yapmanınyanlış olduğunu bile bile bir fotokopisini aldım. Sonrada mektubun Yaşar Kelkitliye verilmesini söyledim.Fotokopiyi de eve götürdüm, çekmeceme gizlicekilitledim. Ertesi gün tutukevine gidince, ilk işim,Yaşar Kelkitli mektup verdi mi ? diye sormak oldu.
  • Evet, vermişti. Yaşarm mektubunu da aynı heyecanlaaldım elime.Güzel Sevgilim diye başlıyordu mektup.Tutukevine gelir gelmez mektubunla karşılaşmak beninasıl mutlu etti anlatamam. Oysa kapıdan girerkennasıl da bir gariplik, bir yabancılık çökmüştü içime.Ama mektubun bütün karamsar duyguları silipsüpürdü. Đçim aydınlandı, yaşama sevincim yenilendi.Sen böylesin işte. Đşin gücün mutluluklar icat etmek.En kötü anlarda, en kısıtlı zamanlarda bile ne yapıpeder, böyle incelikler, böyle güzellikler yaratırsın.Senin yalnızca zeytin karası gözlerini, bir çocuk gibiyalansız gülümseyişini değil, aynı zamanda zekânı,duyarlılığını da seviyorum. Sen olmasaydın, ben debu dört duvara, bu yaşamdan koparıl-mışlığadayanamazdım. Arkadaşlarımızın bizianlayamayacağından korkuyorsun. Bence bu korkunboşuna. Onlar da bizim gibiler. Onların yaşamına dayön veren temel duygu aşk. Evet, memleketaşkından, insanlık aşkından bahsediyorum. Bizimaşkımızı, inancımızdan, kavgamızdan soyutlayanlayızki... Yani sen bu kavgada olmasaydın, aklını, bedeniniinsanlığın daha güzel bir dünya kurma uğraşma ver-meseydin, ben sana âşık olur muydum bilmiyorum.Çünkü ben seni bu kavganın içinde tanıdım, bukavganın içinde sevdim. Senin de beni aynı şekildesevdiğini sanıyorum. Hatırlarsan bunu birkaç kez dilede getirmiştin. Ben senin bakışlarındaki cesareti,yüzündeki kararlılığı, aklının yumuşaklığını seviyorumdemiştin. Belki biz öteki arkadaşlarımızdan daha
  • şanslıyız. Çünkü büyük aşkımızın içinde, kendi kişiselaşkımızı da bulduk. Bu muhteşem bir duygu. Amadünyada onca yoksulluk varken, insanlar acımasızcaöldürülüyorken, sadece kendi aşkımız için yaşamakbana çok doğru gelmiyor. Sakın yanlış anlama, busözlerimden seni idealimizden daha az sevdiğim gibisonuçlar çıkarma. Kavgamız olmasaydı sen olmazdın,sen olmasaydın kavgamız benim için bu kadaranlamlı olmazdı.Ben de senin gibi müzikle, anılarla, özleminlegüzelleştiriyorum anlarımı. Seni düşünmek, beni budört duvarın arasından alıp güzel, özgür, mutludünyalara götürüyor, tabiî seninle birlikte... Sen,gelecek güzel günlere olan inancımı tazeliyorsun.Bana yeniden okuma, yeniden yazma, yenidenkonuşma, yeniden düşünme gücü veriyorsun... Đyi kivarsın canım sevgilim...Yaşarın sözleri Ferideninkilere göre daha basitti,biraz daha politika kokuyordu, ama aynı büyüksevgiyi, aynı tutkulu aşkı onun cümlelerinde dehissedebiliyordum. Onun mektubunun da fotokopisinialdım. Artık tutukevindeki en büyük ilgi alanım Ferideile Yaşarm mektuplarıydı. Onların mektuplanmokurken ruhumun acıyla, coşkuyla, kederledolduğunu, daha doğrusu bir ruhum olduğunuhissediyordum... Ve bu büyülü anlar bozulmasın diyebu küçük sırrımı kimseyle paylaşmıyordum. Ta kiLeyla evde sakladığım fotokopileri bulanakadar."
  • "Yoksa o da sizin kadar etkilendi mi ?" diye sordumNail Beye."Etkilendi ama tamamen başka bir şekilde. Ferideninmektuplarının bana yazılmış olduğunu düşündü. Bumektubun daha önce görev yaptığım cezaevlerindenbirinde ilişki kurduğum bir kadın mahkûmdan geldiğinidüşündü. Bana sormaya bile gerek duymadanĐstanbula döndü.""Feride mektuplarında sevgilisinin adım kullanmıyormuydu?""Ne yazık ki hayır. Bir tanem, sevgilim, canım, diyeyazıyorlardı. Daha da kötüsü, Yaşar adındakimahkûm benim gibi mavi gözlüydü. Feride bazımektuplarında, çakır gözlüm diyordu. Leyla bunuokuyunca mektupların bana yazıldığından iyice eminoldu.""Açıklamaya çalışmadınız mı?""Çalıştım, dinleyen kim ? Ama ben de çoküstelemedim doğrusu. O iki mahkûmun ilişkisininyanında, benim evliliğim, yalnız kalmamak için birarada yaşamak zorunda olan iki insanın beraberliğigibiydi. Böylece Leyladan ayrıldım. Artık mektuplarıevimde gönlümce okuyabilecektim. Okudum da,ancak altı ay sonra Bursa Tutukevine tayinim çıktı.Tâyin haberini aldığımda nasıl üzüldüğümüanlatamam. Ama ben bir devlet memuruydum,amirlerimin kararlarına uymak zorundaydım. YüreğimiNiğde Tutuke-vinde bırakarak Bursaya gittim. Artıkokuduğum mektuplardaki-ne benzer bir aşkı bulmayaadamıştım kendimi. Ama aşk aramayla bulunmuyor.
  • Birçok kadınla tanıştım, arkadaşlıklar kurdum, hattabirinde aradığım kadını bulduğumu sandım. AdıNimetti. Şairdi, belki siz okusanız beğenmezdiniz,bana göre güzel şiirleri vardı. O da beni beğenmişti.Buluşmaya, yemeğe çıkmaya, birlikte sinemaya,tiyatroya gitmeye başladık. Ama bir ayın sonundaNimet Hanımın bana göre olmadığını anladım. Güzelsözcüklerle yazıyordu, hatta Ferideden daha güzeldisözcükleri, cümleleri daha anlamlıydı, ama eksik olanbir şey vardı. Ne derseniz, tam olarakyanıtlayamayacağım. Duygu mu, samimiyet mi,sahicilik mi, bilmiyorum. Feride gibi değildi. NimetHanımdan sonra da ilişkilerim oldu, ama yaşamımboyunca ne o iki politik mahkumun yaşadığına benzerbir ilişki yaşayabildim ne de o mektupları yazan Feridegibi bir kadın bulabildim."Nail Bey susmuştu. Ama hâlâ bu cinayeti nedenişlediğini anlatmamıştı. Başını kaldırıp, sabırsızbakışlarımla karşılaşınca kaldığı yerden anlatmayısürdürdü."Böylece emekli oldum. Elime toplu para geçince de,güzel bir tatil geçirmek istedim. Bodrumda bir tatilköyünde yer ayırttım. Tatil köyüne giriş yaptığımakşam uzun boylu bir adam geldi yanıma. MerhabaNail Bey dedi. Yüzü tanıdıktı, ama çıkaramamıştım.Beni tanımadınız dedi adam gülümseyerek, benYaşar, hani Niğde Tutukevinde siz müdürken... Evet,oydu. Karşımda, yaşamım boyunca imrendiğim,dünyanın en şanslı adamı duruyordu. Oo merhabaYaşar Bey dedim heyecanla, nasılsınız ? Burada ne
  • yapıyorsunuz ? Teşekkür ederim, iyiyim. Burasıbenim. Nasıl, odanızdan, hizmetimizden memnunmusunuz ? Çok memnunum.Bu akşam biraz yoğunum, ama yarın akşamyemeğinde davet-limsiniz. Đtiraz istemem. Đtiraz edenkim? Sonunda o mektupları yazan kadmı, Ferideyigörme fırsatı bulacaktım. Đyi olur, eski günlerdenkonuşuruz dedim.Ertesi akşam restorana girdiğimde garsonlarmuhteşem bir masa gösterdiler bana. Karşımdakıpırtısız bir deniz uzanıyordu, masanın üzerinde neararsanız vardı; deniz ürünlerinden peynirlere,salatanın her türlüsünden soğuk et çeşitlerine kadarher şey vardı. Ama ne Yaşar ne de hayranlıkduyduğum sevgilisi ortalıkta görünüyordu. Beklemeyebaşladım. Çok geçmeden Yaşar gelip karşımdakiiskemleye kuruldu. Feride daha sonra gelecektiherhalde. Kısa bir hoşbeşten sonra rakı kadehlerimizidoldurmaya başladı. Neden Ferideyi beklemiyordu ?Yakışık almaz diye sormadım. Bu arada Yaşarbaşından geçenleri anlatmaya başlamıştı. Otutukevindeyken örgütleri dağılmıştı. Yaşar datutukevinden çıkınca, babasından kalan mirasla birotel kiralamış, işini geliştirerek bu tatil köyünü satmalmıştı. Mahkûmluğu sırasında en iyi davranışıbenden gördüğünü anlatarak, beni hep takdir ettiğinisöylüyordu. Ama ben bunları değil, Feridenin nedengelmediğini merak ediyordum. Sonunda dayanamayıpsordum:
  • Sizin bir sevgiliniz vardı dedim. Mektuplar yazardısize... Galiba Đzmir Tutukevindeydi."Kötü bir anıyı hatırlamış gibi gölgelendi Yaşarın yüzü.Feride diye mırıldandı. Mırıldanmaktan çok,ağzındaki pisliği tükürür gibi kötü bir sesle söylemiştikadının adını.Evet, Feride... Ne yapıyor o şimdi?Bilmiyorum dedi. Hepsi bu bilmiyorum. Rakısındanbir yudum aldı, yüzündeki anlamı değiştirdi. Yenidengülümseyerek, iştahla yeni bir tatil köyü dahayapmaya başladıklarını anlatmaya koyuldu. Ama benonu dinlemiyordum, aklım Feridedeydi. Đçkinin verdiğicesaretle yeniden aynı konuya döndüm.Affedersiniz, aklım hâlâ eski sevgilinizde kaldı.Birbirinizi çok seviyordunuz, nasıl ayrıldınız ?Yaşarın neşesi yeniden kaçtı. Rakısından bir yudumdaha aldıktan sonra, Yalanmış dedi. Duygusuz,ruhsuz bir sesle konuşuyordu. Hepsi yalanmış.Nasıl yalanmış ?Israr etmem üzerine, ne demek istiyorsunuz der gibibaktı yüzüme. Açıklamak zorunda kaldım. Kusurabakmayın. O dönem gelen mektupları okumaklagörevliydim. Sizinkileri de okuyordum. O kadargüzellerdi ki... Gözlerinde ilk kez hüzün dolu bir ifade belirdi, amaçok sürmedi, başını sallayarak, O mektuplar dayalanmış. Bizi bir arada tutan şey birbirimize olanuzaklığımızmış. Hapishaneden çıkınca ne aşkımızkaldı, ne birbirimize olan bağlılığımız.
  • Anlayamıyordum, anlayamayınca da merakım dahaçok artıyordu.Yani ikiniz de hapisten çıkınca ilişkiniz bitti mi? diyesordum. Boş vermiş şekilde güldü.Çok daha önce, Feride hapisten çıktığında bitmişti.Evet, o benden önce çıkmıştı hapisten.Avukatlarımızdan birinin yanında çalışmaya başladı.Adamla işi pişirmişler. Bana da yaşama uyumgöstermeye çalışıyorum diye yazıyordu. Meğerse yeniaşkına uyum sağlamaya çalışıyormuş. Ben içerideyimya, hiçbir şeyden haberim yok. Umutla bir an öncedışarı çıkmayı bekliyorum. Fe-rideye kavuşacağımgünleri iple çekiyorum. Çıkınca öğrendim olanı biteni.Yıkıldım. Keşke içeriden hiç çıkmasaydım diyedüşündüm... Yaşar bunları anlatırken, sanki ihanete uğrayanbenmişim gibi yüreğim sıkışıyor, soğuk soğukterliyordum. Bir yandan da bunların gerçekolamayacağını, o satırları yazan kadirim bunlarıyapamayacağını geçiriyordum kafamdan. Bu adamınparayı bulunca Ferideyi terk ettiğini, şimdi de kadınhakkında yalanlar uydurduğunu düşünüyordum.Yaşarın güneş yanığı, sağlıklı yüzüne, besiligövdesine kaydı gözlerim. Evet evet öyle olmalıydı.Đçeride yatmak onu ehlileştirmişti, kavgasına,arkadaşlarına elveda deyip, bir zamanlar savaştığıtarafa geçerek, iş dünyasına atılmış, epeyce başarılıolmuştu. Şimdi de karşıma geçmiş, kendi vicdanımrahatlatmak için o zavallı kadına iftiralar atıyordu.
  • Yaşar ise kafamdan geçenlerden habersiz anlatmayısürdürüyordu.O zamanlar gençtim. Bastım avukatlık bürosunu.Avukata iki tokat çaktım. Feridenin de suratınatukurdum.Yaşarın sözleri birer çekiç darbesi gibi iniyordukafama, ama merakla dinlemeyi sürdürüyordum.Çarpıp çıktım avukatın kapısını. Öylece bıraktımikisini utanç-larıylabaş başa... Göz göre göre yalansöylüyordu ama yüzüne vuramıyordum. Açığınıyakalamak için sordum: Peki, Feride açıklamayaçalışmadı mı ?Neyi açıklayacak Müdür Bey ? diye gürledi Yaşar.Karının yaptığı kahpelik.Yaşar işi küfre vardırınca, artık dayanamadım. Amanezaketi de elden bırakmayarak, Öyle demesenizYaşar Bey dedim, ne de olsa eski sevgiliniz... Bırakın Allah aşkına diyerek sağ elini havadasavurdu. O zaman gençmişiz, görememişiz. Kadıngerçekten orospuymuş.Yaşar giderek daha da ağır konuşuyordu. Uğrunaevliliğime son verdiğim, bütün ömrümü onun gibi biriniaramakla geçirdiğim kadına düpedüz fahişe diyordu.Yanlış konuşuyorsunuz! dedim.Sesim biraz sert çıkmıştı. Yaşar sanki ayılmış gibikuşkuyla yüzüme baktı. Onu neden savunuyorsunuz? diye sordu.Savunmuyorum... Yani sizi o kadar seven, o güzelmektupları yazan biri...
  • Yaşar sözlerimi işitmiyor gibiydi, karşımda kaskatıkesilmişti. Mavi gözlerini bir bıçak gibi yüzüme dikmiş,kafasında kendi yorumunu geliştiriyordu.Sizi de etkilemiş diyerek başını salladı. Yoksa...yoksa, o karı sana da mı verdi ?Zavallı Feride yetmezmiş gibi şimdi bana karşı dakabalaşmaya başlamıştı. Artık geri adım atmanınanlamı yoktu.Onun hakkında böyle konuşamazsın diye sertçeçıkıştım. Yattın onunla değil mi ? diyerek başınısallamayı sürdürdü. Saçmalamayın ben kimseyleyatmadım diye bağırdım.Sen kime bağırıyorsun ? diye uludu Yaşar. Artıkhapishanede değiliz. Öyle her önüne geleniazarlayamazsın!Sen de Feride Hanım hakkında öyle konuşamazsın.Konuşurum ulan! diyererek ayağa kalktı Yaşar. Asılsen onun hakkında konuşamazsın!Yaşar benden oldukça iriydi, bir hayli de genç. Neyapacağımı bilemeden masadaki bıçağı kaptım. Đştetam o anda üzerime atladı. Elimdeki bıçağı ben misapladım, yoksa Yaşar üstüne mi düştü bilemiyorum.Ama zavallı adamın göğsüne saplandı. Olacak olmalıişte. Bıçak kalbi parçalamış, adamcağız oradaoluverdi."Nail Bey bir süre sustu. Bitirdiğini düşünürken yenidenanlatmaya başladı."Avukatım, kaza olduğunu söylemeliyiz, diyor. Sizaslında adamı öldürmeyi düşünmüyordunuz, sadecekendinizi savunmaya çalışıyordunuz, diyor... Belki
  • haklı. Bıçağı kendimi korumak için elime almıştım.Ama Yaşara o kadar kızmıştım ki o anda onuöldürmeyi istemiş de olabilirim... Bilmiyorum... "Nail Bey, kararsız gözlerini yüzüme dikti."Siz ne dersiniz ? Bu bir kaza mı yoksa cinayet mi ?""Bana kalırsa bal gibi kaza... " dedim. "Daha doğrusumeşru müdafa... ""Avukatım da öyle söylüyor" dedi sanki kendisini iknaetmekistermiş gibi. Ama vicdanı hiç rahat değildi. Yanlışyaptığını düşünüyordu, üstelik sadece Yaşarıöldürerek değil, bir başkasının aşkına özenip evliliğiniyıktığı için, bu yüzden de belki cezalandırılmakistiyordu.Yeniden yüzüne baktım. Başına gelenleri kabullenmişbirinin dinginliği içindeydi. Evet, ne yapacağındanemin değildi ama büyük bir yıkım ya da pişmanlık daokunmuyordu mavi gözlerinde. Belki de evliliğinibitirdiği için pişmanlık duymuyordu. Belki debaşkasının aşkına özenerek başlattığı aşkarayışından memnundu. Aradığı kadını bulamasa daumut etmek bile yetmişti ona. Belki de onu rahatsızeden, bir insanı öldürmüş olmasıydı sadece...Aşk Bir ÜtopyadırHafiften bir müzik çalınıyor kulağıma. Parçayıçıkaramıyorum, ama ezgisi sarıp sarmalıyor benliğimi.Kapalı gözkapaklannın altındaki gözlerim mutluluklaağır ağır kıpırdanıyor. Aynı anda denizin serinliğiylenemlenmiş ince bir rüzgâr îrinanın yumuşacıkdudakları gibi alnımda, yanaklarımda şefkatle
  • gezinmeye başlıyor. Gözlerimi açıyorum, perdeminaralığından süzülen sabah güneşinin arsız ışıklanmerhaba diyor. Gülümsüyorum; kendime, içimidinginlikle dolduran müziğe, denizden gelen esintiye,odamı aydınlatan bal rengi ışığa, yeni günün getirdiğigüzelliklere, yaşamın bana sunduğu bu olağanüstüana gülümsüyorum. Sanki güzel bir düşteymişim gibiderin bir mutluluk var içimde. Yaz sabahlarınıseverim, son bir aydır daha çok seviyorum. Çünküîrina tatilde. Đrinanın tatilde olması demek, her sabahsahilde onu görebilmem demek, her sabah onagülümseyebilmem, günaydın diyebilmem, şanslıysamdokunabilmem demek. Đçimde îrinaylakarşılaşabilmek hevesi, aceleyle yatağımdadoğrulurken ayak ucumda dikilen Cumayı görüyorum."Günaydın!" diyor renksiz, duygusuz sesiyle."Günaydın" diyorum ona da gülümseyerek. Ogülümsemiyor, ama ben gülümsediğini düşünüyorum.Hatta metal yüzünün esnediğini, dudaklarının hafifçeaçıldığını bile görebiliyorum.Cumanın boyu tamı tamına bir metre kırk santim.Kenarları yirmi beş santim uzunluğunda bir küptenoluşan başının yan yüzlerinde ikişerli ışıktan, toplamsekiz gözü var. Işıklar isteklerime vereceği yanıtlaragöre renk değiştiriyor; sizin de tahmin edebileceğinizgibi olumsuz kırmızı, belirsiz sarı, olumlu yeşil.Başının pek büyük olmamasına bakıp aldanmayın. Obaşm içinde yerkürenin gelmiş geçmiş bütün bilgilerisaklı. Cuma öteki türdeşleri
  • gibi Sokrates adındaki ana bilgisayara bağlı.Yeryüzünde olan bitenler Sokratese anındakaydediliyor. Günlük haberlerden tutun da bilimselbuluşlara, teknolojik gelişmelere, felsefî tartışmalara,sanatsal araştırmalara, yeni yazılmış romanlara,şiirlere, öykülere; yani aklınıza bilgi adına negeliyorsa... Sokrates de bu bilgileri evdeki robotlaraaktarıyor. Böylece bilginin demokratik kullanımıgerçekleşmiş oluyor. Yani Cuma yalnızca pratikihtiyaçlarımı karşılamakla kalmıyor aynı zamandayeryüzünün en gelişmiş ansiklopedisi, en zenginkütüphanesi, en iyi haber kaynağı olarak da banahizmet veriyor.Cumanın bedeni bir silindir biçiminde. Bedenindedoksan derece aralıklarla yan yana uzanan yetmişsantim boyunda dört kol var. Bu kolların her birininüzerinde dairemdeki dijital aletleri uzaktan kontroletmeye yarayan düğmeler yer alıyor. Cuma bedenininaltına yerleştirilen tekerleklerle hareket ediyor.Tekerleklerin yanındaki küçük vinçler, Cumanınmerdivenlerden ya da engebeli zeminlerden rahatçageçebilmesini sağlıyor.Aslında insan görünümlü bir robot da seçebilirdimkendime. Ama bir makinenin insan görünümünüalması bana ürkütücü geliyor. Bu yüzden Cumayısiyaha yakın grilikteki metal ve parlak plastiktenyapılma bu dış görünümüyle seviyorum.Cuma adını ben koydum. Evet, Daniel DefoenunRobinson Crusoe adlı ünlü yapıtındaki Cuma adlıkarakterden esinlenerek. Kimi dostlarım bu
  • davranışımı züppece buluyor. Ama ben artık çokuzaklarda kalmış olan kölelik dönemini hiçbir zamanunutmamamız gerektiğini düşünüyorum."Kahvaltıda ne istersiniz ?" diye soruyor Cuma.Bu soru beni iki nedenle sinirlendiriyor. Đlki,makinelerin yaşamımızı kolaylaştırmalarına evet, amaküçük zevklerimizi elimizden almalarına kesinliklehayır dediğim için. Đkincisi ise, kahvaltıyla kaybedecekzamanım olmadığı için. Đrinayı görmem kahvaltıdançok daha önemli."Sana daha önce de söylemiştim" diye azarlıyorum."Kahvaltıma karışma."Cumanın yanıtı her zaman olduğu gibi son derecemantıklı."Özür dilerim, ama bunu yapmamı istemiyorsanızprogramımı değiştirmeniz gerekir. Çünkü benimgörevlerim arasında size kahvaltı hazırlamak da var."Olmayan kaşlarının çatılmış olduğunu düşünüyorum."Merak etme ilk fırsatta onu da yapacağım. Ama ozamana kadar kahvaltıma kanşmasan iyi olur." "Bunagaranti veremem" diyor. Sonra bu çözümsüztartışmayı uzatmamak için konuyu değiştiriyor. "Yineyüzecek misiniz?""Tabiî yüzeceğim" diyorum yataktan kalkarken. "Hersabah yüzdüğümü bildiğin halde neden soruyorsun ?""Kendinizi çok yoruyorsunuz. Her gün bu kadaryüzmek fazla." "Sen kendi işine bak" diyerek banyoyayürüyorum."Benim işim sizsiniz. Sizin derdinizin yüzmek değil,sizi terk eden o kadını görmek olduğunu bilmediğimi
  • de sanmayın." Banyonun kapısını açacakkenduruyorum. "Bak sen, robotlar ne zamandır dedikoduyapmaya başladılar?""Ne dedikodusu ? Benim programlarımın arasındasizin hakkınızda başkalarıyla konuşmak gibi biraktivite yok. Uyurken sürekli onun adınısayıklıyorsunuz. O yüzden biliyorum Đrinayı. Hembunca yıl polisiye roman yazdıktan sonra ĐrinanınGülümseyişi adlı o uzun şiire başlamış olmanız dakadını sevdiğinizi gösteren başka bir kanıt."Söyledikleri doğru ama duygularımı bir robota açacakdeğilim."Canım kimi isterse, onu severim. Bu seniilgilendirmez."Konunun kapandığını belirtmek için, "Dışarıda havanasıl?" diye soruyorum."Güneşli" diyor. Aynı anda metal kollarından birinipencereye doğru kaldırıyor. Kolunu kaldırmasıylabirlikte keten perde aralanıyor. Parlak ışık gözlerimialırken o açıklamasını sürdürüyor. "Karada sıcaklıkyirmi yedi, deniz suyu ise yirmi iki derece.""Mükemmel" diye mırıldanıyorum, sonunda banyoyagirecekken Cumanın sesi yine bana engel oluyor."Güneşlenmek ve yüzmek için mükemmel, ama sizisevmeyen bir kadını görmek için hiç de uygun değil."Bu kadarı da fazla, kararlılıkla geri dönüyorum."Bana bak Cuma, haddini aşmaya başladın.""Haddimi aştıysam özür dilerim. Ama sizi uyarmakgörevim. Bunu yapmak zorundayım, çünkü benimdoğam bu. Bunun için yapıldım."
  • Başımı sallayıp banyoya giriyorum. Đşlerimihallettikten sonra mayomu giyip, güneş gözlüğümü,kremlerimi, havlularımı toplarken Cuma yine yanımdabitiyor. Sanki az önce onu uyarmamışım gibi, "Hiçdeğilse çayı koymama izin verseydiniz" diyor,"döndüğünüzde hazır olurdu.""Hayır!" diye bağınyorum. "Hayır! Anlamıyor musun,dışarıda yiyeceğim. Merak ediyorsan söyleyeyim.Đrinayı seyrederken kahvaltı etmek çok hoşumagidiyor. O muhteşem bedenini güneşinışıklarına sunarken, ben de bir yandan çayımıyudumlayıp, bir yandan onun olağanüstü güzelliğiniseyrediyorum. Bu bana büyük bir mutluluk veriyor.Anladın mı ?""Anlamadım" diyor Cuma bütün içtenliğiyle. "Başka birinsanın bedenine bakarak, nasıl büyük bir mutlulukduyulabilir ki ? Zaten bütün yaşamınızı bir tek insanabağlamanızı, o size güldüğünde mutlu olmanızı, sizigörmezden geldiğinde kahrolmanızı da anlayabilmişdeğilim. Yaşam o kadar zengin, o kadar güzel, okadar fazla ilgi alanıyla dolu ki, bir insanınmutluluğunu, bir başka insanın davranışlarıylasınırlaması bana çok saçma geliyor... "Çaresizlik içinde başımı sallıyorum."Zavallı Cuma" diyorum. "Sen anlayamazsın çünküeksik yaratıldın. Çünkü sen sadece mantıksın.Duygunun zerresi yok içinde. Oysa insan mantıkkadar duygudur. Yaşam yalnızca mantıktan oluşmaz,öyle şeyler vardır ki hiçbir anlamı olmamasına rağmenbizi mutlu eder... "
  • "Sizin Đrinaya âşık olmanız gibi mi?""Evet, benim Đrinaya âşık olmam gibi... O yüzdenanlamadığın konularda beni uyarmaya kalkma. Bu,senin kapasiteni aşar... Eğer beni uyarmaya devamedersen, seni iptal ederim." "Korkarım bunuyapamazsınız" diyor. "Bensiz bu evde hiçbir aletçalışmaz." "Kolayı var" diyorum gözlerimi yüzünedikerek. "Yerine başka bir Cuma alırım." "Benim gibiprogramlandıysa sonunda onu da iptal etmek zorundakalırsınız."Kan tepeme çıkıyor. Ama ne kadar kızarsam kızayımboşuna, bu metal yığınının soğukkanlılığınıkaybetmeyeceğini biliyorum. Hiçbir şey söylemedenkapıya yöneliyorum. Cumanın kollarından biri kalkıyorve kapı aralanıyor. Ben çıkarken arkamdansesleniyor."Lütfen güneşte fazla kalmayın... "Duymazdan gelerek ayrılıyorum evden. Sahile inen aktaşlarla döşeli sokağa çıkar çıkmaz öfkem dağılıyor.Sokağın iki yanındaki yüzyıllık kızıl çamlardan yayılanreçine kokuları içimi açıyor. Geniş bahçeli, tek katlıkomşu evlerin önünden geçerek ak taşların üzerindenmavi denize ilerliyorum. Kulaklarımda kızıl çamlarındallarında gezinen ince rüzgârın çıkardığı tatlı çıtırtılarile dur durak bilmeden ötüşen kuşların neşeli sarkılanvar. Sokağm sahille buluştuğu noktaya geldiğimde,bütün görkemiyle Haliç çıkıyor karşıma. Sağ taraftasisler arasında Eyüp, tepede Fransızşairi Pierre Lotinin kahvesi, sol tarafta bir zamanlar -sosyal sınıfların var olduğu günlerde- tütün işçilerinin
  • oturduğu, şimdi botanik bahçesine dönüşmüş Balatsemti.Güneş gözlüklerimin arkasından Đstanbul Boğazınadoğru bir yay çizerek uzanan Halice bakıyorum. Sulargüneşin altında ışıl ışıl yanıyor. Halice, Altın Boynuzadını verenler ne kadar da haklıymış demektenkendimi alamıyorum. Eskiden, -insanoğlu teknolojikarşısında etik değerlerini oluşturmadan önce- Haliçbir çöp yığınıymış. Fabrikaların atıkları,kanalizasyonlar buraya akarmış. Değil burada denizegirmek, burnunuzu tutmadan yanından geçmek bileçok zormuş. Đstanbulluların Halici kurtarması yüzyıllarsürmüş. Đnanabiliyor musunuz, bir zamanlar bugörkemli güzelliğin üzerinde köprüler varmış. Birbelgeselde izlemiştim; şekilsiz, çirkin, çelik ve asfaltyığınları; güzelim Halice vurulan iğrenç prangalar.Neyse ki ulaşımı tümüyle havaya kaydıranĐstanbullular üç yüz yıl önce o köprülerdenkurtulmuşlar.Sahile inince Halicin güzelliğinden daha büyüleyici birgörüntü düşüncelerimi değiştiriyor. O görüntü beyazkumların, parıltılı sulara kavuştuğu çizginin bir metregerisinde oturuyor. Đşte aradığım insan, işte güneştendüşmüş, altından bir damla gibi kumsalı şenlendirengüzeller güzeli Đrina. Kumral saçları esmerleşmişomuzlarına dökülüyor, uzun bacaklarını denize doğruuzatmış, sol eli gergin karnında, sağ elini yüzünegölge etmiş öylece yatıyor."Đrina" diye mırıldanıyorum. "Đrina." Đlahî bir sözcük gibitüm bedenimi titretiyor bu isim. "Đrina aşkım, sonsuz
  • hasretim, en büyük ümitsizliğim, hiç dinmeyecekbüyük acım."Öylece durup onu izliyorum. Başım yana eğişi,saçlarının rüzgârda uçuşması, güneşin altında tıpkıHaliç gibi yanan çırılçıplak bedeni. Ne büyük neküçük, diri, mükemmel göğüsler, iki uzun bacağınbaşladığı yerde o gizemli üçgen... Ve sanki bütün bukışkırtıcı güzellikler ona ait değilmiş gibi insanamasumca bakan yeşil gözler.Đrinayla "Üçüncü Binyıl Sona Ererken PolisiyeRomanın Sorunları" başlıklı bir sempozyumdatanışmıştık. Konu gerçekten de ilginçti. Günümüzdesuç o kadar azalmıştı ki biz polisiye roman yazarlarınayazacak konu kalmamıştı. Ama Đrina sempozyumdayaptığı konuşmayla bunun tersini kanıtladı. Belkicinayetler, hırsızlıklar, sahtekârlıklar sona ermişti amainsanın tutkuları, açgözlülüğü, bencilliği, öfkesi sonaermemişti. Hiçbir zaman da sona ermeyecekti. Çünküinsanoğlu bu güdüleri, bu duyguları yi-tirirseinsanlığını da yitirirdi. Yani Cumadan farkı kalmazdı.Böyle olunca da insanın suç işlemesi kaçınılmazdı.Sorun suçun ne olduğunu belirlemekti. Eh, bu da bizpolisiye roman yazarlarının yeteneklerine kalıyordu.Onu tıpkı şimdi soluk almadan izlediğim gibihayranlıkla dinlemiştim. Sonra kim olduğunuöğrendim. Uluslararası Nazım Hikmet Üniversitesindeposthümanizm dersleri veriyordu. Sempozyumdansonra yanına gittim. Kendimi tanıttım. Beni dostçakarşıladı. Kitaplarımı okumuştu. Cesaret edip nasılbuldunuz diye soramadım. Ama o bazılarını
  • beğendiğini söyledi. Böylece yakınlaşmaya başladık.Aslında çekingen biri değilimdir, ama nedense onunyanında dilim damağım kuruyor, elim ayağım birbirinedolaşıyordu. Đrina ise çok rahattı. O kadar rahattı kitanıştığımızın gecesi beni evine davet edip, sabahakadar sevişmekte hiçbir sakınca görmedi. Zavallıbedenim bitap düştüğünde yeryüzünün çeşitliyerlerinden toplanmış afrodizyak meyvelerle beniuyarıp yeniden üzerime atlıyordu. Önce bu ilişkidenben de büyük mutluluk duymuştum, ama sonra Đrinaiçin aşk değil, bir gönül eğlencesi olduğumu anladım.Đrina âşık olmak için beni değil bir kara delik uzmanıolan sevgili komşum Liyi seçmişti. Li yılın dörtteüçünü galaksiler arasında kara delik arayarakgeçirdiği halde, Đrina onu ısrarla sevmeyi, hattaadamın eski sevgilisinden olan oğlu Abdulun bakımınıda üstlenmeyi sürdürdü. Ben ise bıkıp usanmadan,her fırsatta Đrinaya olan aşkımı dile getiriyordum.Çünkü onu bir türlü unutamıyordum. Ama Đrinanınümranda bile değildim. Varsa yoksa, o düz saçlı,çekik gözlü, kısa boylu Çinli. Bir gün Đrinaya, "Lide nebuluyorsun ?" diye sordum."Bir şey bulmuyorum, sadece onu seviyorum. Liyibeklemek, oğluna bakmak beni mutlu ediyor."Tamam bütün bunları anlayabilirdim, ama Đrina gibigenç, sağlıklı bir kadının yılın dörtte üçünü cinselperhiz yaparak geçirmesini kavrayamıyordum. Dahadoğrusu Đrinanın bu durumundan yararlanıp onunlayeniden beraber olabilir miyim diye düşünmektenkendimi alamıyordum. Pek soylu bir düşünce
  • olmadığının farkındayım. Ama ne yapayım, onu hertürlü çılgınlığı yapacak kadar çok seviyordum. Birlikteyemeğe çıktığımız bir gece, açıkça onunla sevişmekistediğimi söyledim."Artık evlilik kurumu olmadığına göre Liye sadıkkalman için bir neden de yok. Daha önce seviştik, birkez daha olsa... Üstelik Li mantıklı adam. Seningereksinimlerini karşılamana itiraz etmez. Sen sağlıklıbir kadınsın. Nasıl seviştiğini biliyorum. Kendineeziyet etme" diyecek oldum.Anlayışlı bir gülümsemeyle yüzüme baktı."Aslında amacın benimle sevişmek değil" dedi. "Benikendine âşık etmek. Ama yanlış yoldasın. Güya banaâşıksın, oysa gerçek aşkın ne olduğu konusundahiçbir fikrin yok."Hepsi bu, başka hiçbir şey söylemeden yanağıma tatlıbir öpücük kondurup gitti. Bana karşı o kadar şefkatdolu, ama kendi duygularından da o kadar emindi kiyeniden konuşmak boşuna çaba olacaktı. Đşin kötütarafı onu unutmak da mümkün değildi. Ben de Đrinayıuzaktan izlemekle, arada bir merhabalaşmaklayetinmeye karar verdim. Đnanın bana, bunlarıyapabilmek bile çok güzeldi."Hey büyük yazar!" diyen sesle dağılıyordüşüncelerim. Başımı çevirince kafeteryadabilgisayarının başında oturmakta olan Gab-riellekarşılaşıyorum. Gabriel yerkürenin azalan oksijenpotansiyelini yeniden üretmeyi sağlayacak bir projeüzerinde çalışıyor. Güneşten ısrarla kaçırdığı beyaz,tombul kıçını ahşap bir iskemleye yerleştirmiş, hasır
  • şapkasının altından yorgun ama muzip gözlerle banabakıyor."Denize girmeyeceksen, ayakta dikilme, gel yanımaotur."Bir an Đrinaya bakıyorum. Sevdiğim kadın çantasınıaçıp, bir kitap çıkartıyor. Yanına gidip, keyfinikaçırmanın anlamı yok. Çaresiz Gabrielin davetinikabul ediyorum. Gönülsüz gibi göründüğümebakmayın, Gabrielle konuşmaktan zevk alırım. Çokilginç biri. Yaşamak onun için çalışmak demek. Bakın,burada tatilde bile çalışmayı sürdürüyor. Aslmdainsanlarla arası pek iyi değildir, ama nedense benimlekonuşmaktan keyif alıyor. Üstelik birçok konudaoldukça farklı düşündüğümüz halde."Merhaba. Nereye bakıyordun öyle ?" diye soruyor,ben yaklaşırken."Hiiç" diyerek yanındaki iskemleye oturuyorum."Denizin maviliğine dalmışım."Đnanmıyorum dercesine ışıldıyor kahverengigözbebekleri."Ben de Đrinanın şeftali rengindeki tenine baktığınısanmıştım.""Hadi canım" diyorum, "bunu da nereden çıkarıyorsun?""Bak evlat" diyor Gabriel ciddileşerek, "kadınlarlauğraşmaya gelmez. Onlan anlamak, ikna etmek,değiştirmek için harcanan emek boşa gider. Bir kadınseni ya sever, ya sevmez. Seviyorsa teşekküredeceksin, sevmiyorsa boynunu eğip kaderine razı
  • olacaksın. Başka türlü davranmak, direnmeyeçalışmak boşuna."Sanki binlerce aşk yaşamış gibi atıp tutması canımısıkıyor. "Benim kadınlarla sorunum yok ki" diyecekoluyorum. "Peki o zaman neden mutsuzsun?" diyesoruyor."Sadece biraz yorgunum" diyerek inkâr ediyorum."Geç saatlere kadar çalıştım da."Gözlerini yüzüme dikerek başını sallıyor."Yorgun olan benim... Sen âşıksın... ""Yanılıyorsun" diyorum gergin bir sesle, "âşık maşıkdeğilim.""Değilsen mesele yok. Ama eğer âşıksan bir an öncekurtul o duygudan. Çünkü insana mutsuzluktan başkabir şey vermez. Hele başkasını seven bir kadınaâşıksan... "Artık dayanamıyorum, "Ya Gabriel" diyorum,"hayatında kaç kez âşık oldun ki böyle ahkâm kesipduruyorsun ?""Aşkı tanımam için illa da âşık olmam gerekmiyor...Aşk hakkında edindiğim bilgiler bu duyguyu yeterincetanımamı sağladı... Biraz da sen tanışan iyi olacak...Mutsuz olmaktan kurtulursun."Bu sabah ne var böyle diye düşünmekten kendimialamıyorum. Cumadan sonra Gabriel de başladı aşkkarşıtı nutuklara. Birileri beni düştüğüm durumdankurtarmayı görev mi edindi ne ? Aklımdan komploteorileri geçerken, Gabriel sürdürüyor."Aşk geçici bir duygudur. Yaşanırsa iyi, amayaşanmazsa çok daha iyi olur."
  • O böyle konuşurken, artık bir mask halini almışyüzüne bakıyorum. Gabrielin yaşamda en önemverdiği iş kendi projesidir. Birçok konuda bilgisahibidir, ama konu kendi projesine, yani yerkürenintükenmekte olan oksijenini yeniden üretmeye gelinceakan sular durur. Aslında haksız da sayılmaz, çünküyerkürenin oksijeni artık canlılara yetmemeye başladı,yeniden üretilmezse, yakın bir gelecekte bütüncanlılarla birlikte biz insanlar da yok olacağız. Onedenle Gabriele göre aşk meşk boş işlerdir. Önemliolan insan soyunun devamını sağlamak içinsorumlulukla çalışmaktır. Gabriel kendini dünyanın enanlamlı işini yapan adam olarak görür. Ama ilginçtir,dünyanın en anlamlı işini yaptığı için yaşamı enanlamlı olması gereken bu adam mutsuzdur. Bunuhiçbir zaman itiraf etmese de onunla yarım saatgeçiren herkes bizim şişko Gabrielin kederinihisseder. Çünkü Gabriel büyük projesinin içindeyapayalnızdır. Bir kedisi, bir köpeği, bir balığı, birçiçeği bile yoktur. Daha da önemlisi kendisiyleyüzleşecek cesareti yoktur. Bu yüzden arada sırada,şimdi yaptığı gibi yaşamın anlamı üzerine atar tutar.Genelde onun böyle, ulu bir yaşam bilgesiy-miş gibikonuşmalarını, hatta zaman zaman akıl vermeyekalkışmasını sineye çekerim. Ama sabah Cumaylayaptığım tartışmanın etkisinden midir bilinmez, bugünGabrieli kaldıramıyorum."Ya yanılıyorsan Gabriel?" diyorum. "Aşk mutsuzlukveren değil, aksine yaşama tutunmamızı sağlayan,bizi dirençli kılan, bize umut veren bir duyguysa?"
  • Kendinden emin sırıtıyor."Hiç sanmıyorum. Aşk bizi yaşamdan koparır. Aklımızıçeler, işimizden gücümüzden ahkoyar. Yapmamızgerekenleri yapamayız. Mesela eğer ben ya daekibimdekiler çaresiz bir aşka kapıl-sak, aklımızı,enerjimizi sevdiğimiz kadına adasak, şu oksijenüretme projesini tamamlayamayız.Tamamlayamayınca ne olur? Đnsan soyu tehlikeyegirer, aşkıyla meşkiyle yok olur. Önemli olan aşkdeğil, bizzat yaşamın kendisidir.""Peki Gabriel, sen bugüne kadar yapman gerekenleriyaptın da ne oldu?"Hiç duraksamadan yanıtlıyor dâhi komşum."Yaşam daha kolay, daha güvenli bir hale geldi. Tamdeğil, şu oksijen projesini de gerçekleştirirsem... ""Onu sormuyorum" diyerek kesiyorum sözünü. "Seniniçin ne oldu diyorum ? Günlük hayatındanbahsediyorum. Kişisel yaşamından... " Boş gözlerlebakıyor yüzüme."Nasıl yani?"Artık kibarlığı filan bir yana bırakıp, açıkça söylüyorumdüşündüklerimi. "Nasıl olacak? Kendine bir baksanaGabriel, sen mutlu bir adam mısın?" Çıkışım onuşaşırtıyor, ama hemen toparlıyor. "Mutluyum tabiî"diyor. Üzüntüyle başımı sallıyorum."Kendini kandırma dostum" diyorum. "Sen mutlu falandeğilsin. Tersine sen çok mutsuz bir adamsın.Yaşamda zevk aldığın şey o kadar az ki, kendinisadece işine ve yemeğe vermişsin... ""Ama... "
  • "Aması maması yok Gabriel, gerçekleri gör artık.Ömrün geçip gidiyor. Anladık, çok iyi bir bilimadamısın, ama kendin için ne yaptın?" "Đnsanlık içinyaptıklarım kendim için yaptıklarımdan ayrılmaz"diyecek oluyor."Boş ver bu hamasi laflan... Artık ikimiz de gençdeğiliz... Biraz rahatla... Bırak şu yapay oksijenprojesini de, basit zevklerin tadını çıkar." Gabrielkendini savunmaya çalışıyor... "Ben hayatın tadınıçıkarıyorum zaten... ""Evet, sadece yemek yiyerek, proje hazırlayarak... "diyorum. Gözlerinin içine bakarak sürdürüyorum."Bunları söylediğim için çok özür dilerim Gabriel, amabirinin seni uyarması gerekiyordu. Yahu, ben sahileinmesem, akşama kadar tek başına oturacaksınburada... Lak lak yapabileceğin bir arkadaşın bileyok.""Öyle bir arkadaş istemiyorum ki... ""Hiç itiraz etme... Kaç yıldır seni gözlemliyorum.Yapayalnızsın... Yemeğini tek başına yiyorsun, tekbaşına yaşıyorsun... Bundan kurtul artık. Meselakadınlarla ilgilen... Olabiliyorsan, ki bence sende çokbüyük potansiyel var, âşık ol."Benden bunları duymayı hiç beklemeyen Gabriel,eliyle alnındaki teri kurulayarak, "Öyle bir ihtiyacımyok ki... " diyor. Kararlılıkla sürdürüyorum tezimi."Tabiî var. Kimin olmaz ki... Aklın fikrin hep şu oksijenprojesinde, biraz da kendine bak birader." Gabrielingözlerinde tatlı bir ifade beliriyor... "Benim içinkaygılanıyorsun" diyor.
  • "Kaygılanıyorum" diyorum sözcüğün üzerine basabasa. "Mutlu olmak senin de hakkın. Hem insan kendiyaşamından zevk almazsa, öteki insanları da mutluedemez... Ne kadar anlamlı, ne kadar önemli işleryaparsa yapsm, önce insanın kendisinin mutlu olmasılazım."Gabriel gözlerindeki tatlı ışığı yitirmeden iki elini yanaaçarak, "Ben mutluyum zaten" diye yineliyor. "Herinsanın mutlu olma yöntemi farklı. Ben böylemutluyum... Yeryüzündeki en anlamlı projelerdenbirinin başındayım. Projem başarıya ulaşırsa, yerkü-remizdeki yaşam sonsuza kadar sürecek... ""Đyi de bu, sadece senin projen değil ki, herkesinprojesi... "Anlamıyor yüzüme bakıyor."Yani özel değil... Tamam, bu projeyi sen yarattın,ama o artık herkesin... " Yok Gabriel anlamıyor.Anlaması için uygun sözcükler arıyorum..."Yani... insanı mutlu eden şeylerin başındagüdülerinin doyurulması gerekir. Ruhunun, benliğinin,egonun, adı her neyse... Kendini ötekilerden üstüngörmek, buna inanmak gibi. Kendin için yalansöylemek, suç işlemek gibi... Kötülük yaptığını bilebile kötülük yapmak gibi... Saçma da olsa kendineöteki insanlardan farklı bir amaç, farklı bir yaşamseçmek gibi... Anla işte Gabriel... Evet, üzerindeçalıştığınız proje insanlığın kaç bin yıllık düşü, amainsana daha basit, kendisinin olan amaçlar lazım... ""Âşık olacak bir kadın..." diye küçümsedi Gabriel.
  • "Evet, âşık olacak bir kadın, yetiştirilecek bir çocuk, birkedi, bir çiçek, yalnızlığını paylaşabilecek dostlar...Anlıyor musun?" Gabrielin bir an bile yüzümdençekmediği bakışları ağırlaşıyor..."Anlıyorum... Ama biraz farklı düşünüyorum. Aşk,çocuk, sadece sana ait şeyler olmalı tabiî. Bunlarinsanlığın ortak projeleri için çalışmana engel değil.Hatta benim de olmalıydı. Belki kendimi işe fazlakaptırdım, o yüzden olmadı. Yani orada birazhaklısın... ""Biraz mı?" diye itiraz edecek oluyorum, sağ elinikibarca kaldırarak beni susturuyor..."Biraz, inan bana biraz. Senin de söylediğin gibi herinsanın kendi yaşam biçimini seçme hakkı var. Benböyle yaşamayı seçiyorum... Bir sevgilim, sıkıdostlarım olsun ben de isterdim, ama olmadı. Hemişimi yapıp, hem hayatımı yaşamayı başaramadım.Bu yüzden zaman zaman kendimi yalnızhissediyorum. Doğru, dünyanın en önemli projesiniyaratmak, yalnızlığı gidermiyor. Tanınmış olmak,saygı görmek güzel, ama bunlar yalnızlığa çare değil.Dediğim gibi, sonuçta böyle yaşamaktan mutsuzdeğilim." Gülümsedi. "En azından senin kadar mutsuzdeğilim."Hiç geri adım atmadan yapıştırıyorum yanıtı:"Aşkı biraz tanısaydm, benim mutsuzluğuma gıptaederdin... ""Belki, ama şimdi etmiyorum... " Duruyor, bakışlarınıdenize çeviriyor... "Belki de" diye sürdürüyor. "Belki debunların hepsi alışkanlıkla ilgili. Nasıl alışırsan öyle
  • yaşıyorsun... " Yeniden bana dönüyor. "Alışkanlıklarkolay terk etmiyor insanı. Şimdi, birden değişmeyekarar versem, Arkadaşlar durun biraz, benim başkaisteklerim var, artık basit amaçlardan zevk almazamanım geldi desem, olmaz. Çünkü verilmiş sözler,planlanmış görevler var. Başarılı olacak mıbilmiyorum, ama insanlığın gerçekten de bu projeyeihtiyacı var... Yani benim değişmem çok zor, hadidiyelim ki değiştim, çevremdekiler bunu kabul edermi?""Önemli olan onların kabul etmesi değil, senindeğişmeyi istemen... ""Söyledim, bunu istediğimden bile emin değilim. Evet,bazen öteki insanlara özendiğim olmuyor değil.Mesela senin her sabah sahile inip, kendinden geçmişbir halde Irinayı izlemen hoşuma gidiyor. Bakma azönce aşk üzerine atıp tuttuklarıma, senin îri-nayaduyduğun aşk beni de heyecanlandmyor. Üsteliksonunda ne olacağmı bile bile heyecanlanıyorum... ""Ne olacakmış sonunda?" diye soruyorum."Bitecek... Öyle ya da böyle, her aşk biter. Uzmanlarazamî ömrünü bile tespit etmişler...""Öyle diyorsun ama hayat da bitecek, güneş desoğuyacak... ""Sunî bir güneş yapabiliriz. Đnan bana iş görür. Amasunî aşk olmaz..."Haklı, sunî aşk olmaz. Haklı, aşk bir gün bitecek. Oyüzden, bitmeden önce bu aşkı doyasıyayaşamalıyım. Bakışlarım Đrinaya kayıyor. Sevdiğimkadm, kendini okuduğu kitabın akışına kaptırmış,
  • varlığımdan habersiz, gözleri satırların üzerindegezinmeyi sürdürüyor. Gabriel, Irinaya baktığımı farkediyor, ama artık bana takılmıyor. O da benim gibiiçine kapanmış... Bir süre ikimiz de konuşmuyoruz.Gözlerimi Đrinadan uzakta tutmaya çalışarak denizebakıyorum. Söze Gabriel başlıyor yine..."Neyse, bu konuyu boş verelim. Nasıl olsaçözemeyeceğiz. Söyle bakalım romanın yeni yılayetişecek mi?""Yetişecek" diyorum konunun değişmiş olmasındanduyduğum sevinci gizlemeden. "Üçüncü binyılınyayımlanan ilk kitaplarından biri olacak." "Konusune?" "Aşk, bu kez aşkı yazdım.""Çıksın da okuyalım" diyor. Sonra gülümseyerekekliyor: "Belki yaşamımı değiştirmeme yardımıdokunur."Yine susuyoruz. Üzerimde bir bakışın ağırlığınıhissediyorum. Hayır Gabriel değil, başımı çevirinceuzaktan îrinanın bana baktığını görüyorum. Onabaktığımı fark edince, elindeki kitabı kapatıp uzandığıyerden kalkıyor, bana doğru yürümeye başlıyor. Artıkne Gabriel ne de gizli mutsuzluğu umurumda. Bütünbedenim taptaze bir heyecan dalgasıyla titriyor.Îrinanın bana neler söyleyeceğini tahmin etmeyeçalışıyorum. Belki de artık Liden bıkmıştır. Belki deyine bana dönecektir, diye umutla geçiriyorumkafamdan. Đrina yerkürenin bütün güzelliklerinemeydan okuyan o muhteşem bedeniyle yaklaşıyor. O
  • yaklaştıkça boğazım kuruyor, yüreğimdeki çarpıntıartıyor. Onun yaklaştığını Gabriel de görmüş olmalı kiartık konuşmuyor. Đrina yaklaşıyor, ama yüzünde nebir gülümseme beliriyor ne de biçimli dudaklarındanbir merhaba çıkıyor. Yanıma gelip uzun inceparmaklarıyla başıma vurmaya başlıyor. Ne tuhafbaşım bir metal gibi ses çıkarıyor. Hayır hayır bu sesbaşımdan gelmiyor. Bu ses bizim Cumanm sesi."Başlığı çıkar, başlığı çıkar" diye beni uyarıyor. Bendaha farkına varmadan güzeller güzeli irina, mutsuzkomşum Gabriel, altın kumsal, tertemiz deniziyle Haliçkayboluveriyor. Kendimi ışığınıyitirmiş yerkürenin bir çöp yığınına dönüşenmetropollerinden Đstanbuldaki dağınık evimdebuluveriyorum. Daha ben ne oluyor, diye soramadan,"Vakit geldi" diyor elinde az önceki düşleri görmemeneden olan siber başlığı taşıyan Cuma."Hazırlanmalısın."Hâlâ tam olarak Cumanm neyi kastettiğimanlayabilmiş değilim."Hemen gitmeliyiz" diyor. "Teslim olmazsan, BirlikPolisleri buraya gelirler. Sorgu sual etmeden ateşetmeye başlarlar. Bu, ilaçla öldürülmekten çok dahaacı verici."Gözlerim Cumanm elindeki siber başlığa kayıyor. Sonbir kez takmak istiyorum. Gördüğüm o güzel düştensonra bir kâbusu andıran gerçek tüylerimi diken dikenediyor.
  • "Biraz daha kalamaz mıyız?" diye mırıldanıyorum.Sesim öyle cılız ki, ben değil de başka biri konuşuyorgibi.Cumanın metalik başı sağa sola dönüyor."Bunun imkânsız olduğunu biliyorsun. On beş dakikasonra kırk yaşma gireceksin. Yeryüzünde kimseninkırk yaşından sonra yaşama hakkı yok. O dakikadansonra tükettiğin oksijen başkalarının hakkı." "AptalGabriel başaramadı... Başarsaydı... ""Başaracaktı" diyor Cuma, "kendisinden yirmi yaşküçük o kıza âşık olmasaydı. O kızı mutlu edeceğimdiye, şişman bedeniyle on sekiz yaşmda bir delikanlıgibi oradan oraya koşmaya başlayıp kalp krizindenölmeseydi başaracaktı... "Sesinde manidar bir ifade mi var, bana mı öylegeliyor. Neyse ne, umurumda bile değil."Gabrielin de sevgilisinin de Allah belasını versin... "diyorum. "Ben yaşamak istiyorum... ""Senin yaşaman başkalarının ölmesi anlamına gelir.Bu büyük bir suç."Suç olduğunu biliyorum, ama ölmeye hazır değilim."Ama ben bir sanatçıyım" diyorum. "Sanatçılar özelinsanlardır. Onlara bir ayrıcalık... " "Küçülüyorsun"diyor. "Bu davranışlarının kaydedildiğini de biliyorsun.Gelecek kuşakların seni korkak, bencil biri olarakanmasına izin verme." "Gelecek kuşakların camcehenneme" diye uluyorum. "Ben ölmekistemiyorum.""Üzgünüm. Sana yardım edemem" diyor başındakikırmızı ışık gözlerimi alıyor. "Hem tam olarak ölmüş
  • olmayacaksın ki. Organların hastalara verilecek.Bütün bedenin insanlığın hizmetinde kullanılacak.Yani insan soyunun geleceğinde yaşamımsürdüreceksin.""Ben organlarımı kendi bedenimde seviyorum"diyerek ağlamaya başlıyorum. "Ben yaşayarakinsanlığa hizmet etmek istiyorum." "Romanlarınıdüşün" diyor Cuma. "Romanlarında yaşayacaksın.Đnsanlar seni okuyacak, senin duygularınıtanıyacaklar. Bundan daha büyük mutluluk olur mu ?""Romanlarımı versem beni sağ bırakırlar mı?" diyesoruyorum gözlerimden yaşlar akarken. "Đsterlersehepsini onlara veririm. Onları yazdığımı inkâr ederim.Onları, insanlığın ortak bilinci yazmıştır demeyehazınm. Ne olur yaşamıma son vermeyin.""Ya Đrina? Onun seni böyle mi hatırlamasınıistiyorsun? Sevdiğin kadının ardından o bir korkaktı,zorunlu olanı gerektiği gibi göğüsleyemedi midemesini istiyorsun ?"Đstemiyorum tabiî. Đrina beni korkak, sorumsuz biriolarak bilmemeli. Ama ölmek de istemiyorum...Çaresizlik içinde yere çö-küyorum. Hıçkıra hıçkıraağlıyorum. Ağladıkça rahatlıyorum. Korkum tamolarak geçmese de Cumanın söylediklerinikavramaya başlıyorum. Eğer on beş dakika içindehastaneye teslim olmazsam, Birlik Polislerinin gelipbeni öldüreceklerini, üstelik tarihe korkak, bencil biriolarak geçeceğimi biliyorum. Bu erken ölümüm kadaryalın bir gerçek. Kendimi toparlamalıyım, diyerekgözyaşlarımı siliyorum.
  • "Tamam gideceğim" diyorum. "Ama son romanım... ""Merak etme" diyor, "son romanın okura ulaşacak. Oumut dolu bir roman. Đnsanların bugün herzamankinden fazla umuda ihtiyaçları var. Yazarıumutsuz olsa bile, umut dolu romanlar insanlaradirenme gücü verir."Burnumu çekerek başımı sallıyorum."Nasıl da ahkâm kesiyorsun. Tabiî sana göre her şeykolay, yaşamını yitirecek olan sen değilsin. Keşke bende senin gibi bir metal yığını olsaydım" diyeyakınmayı sürdürüyorum.Cumamn kırmızı gözlerindeki rengin değişmekteolduğunu görüyorum. San mı, yoksa yeşil mi, hayırhayır bu mavi. Puslu, kederli bir mavi. Şaşkınlıkiçindeyim. Cumanın programmda mavi renk diye birşey yok. Cuma ne düşündüğümden habersiz, "Aptal"diye çıkışıyor bana. Sesindeki metal tını kaybolmuşgibi. "Yalnızca bir an, tek bir an insan olmak için nelervermezdim. Şu senin yaşadığın korkuyu duymak bilemutlu ederdi beni. Sen kırk yıl yaşadın. Evet dünyakaranlık, insan soyu çürüyor, ama hâlâ umut var.Đnsanlık hâlâ kurtulabilir. Gabrielin ekibindekilerçalışmalarım sürdürüyorlar. Ama başarı için insanyaşamının sürekliliğini sağlamak lazım.""Bu yüzden de benim kırk yaşımda ölmem gerekiyordeğil mi?" diye sızlanıyorum manidar bir sesle."Evet, senin ölmen gerekiyor. Ama bunun içinüzülmemelisin. Çünkü sen yaşadın. Đrinayıdüşünsene. Âşık oldun, acı çektin, neşelendin, sevinçduydun, düşündün, yarattın. Yaşam cömert davrandı
  • sana. Bununla yetinmeyi öğren. O kitaplarındayarattığın bilge tiplerden biri ol."Şaşkınlıkla onun kederli mavi gözlerinebakakalıyorum. Ama bu çok sürmüyor mavi ışık yeşiledönüşüyor."Hadi" diyor güven vermeye çalışan bir tavırla. "BirlikPolislerinin lazer tabancalarını bedenindedenemelerine fırsat vermek istemiyorsan çabuk ol.""Çabuk ol." Robotum ölüme hazırlanmam için acele etdiyor bana. Bu hiç kolay değil, ama beklemek,kaçmaya çalışmak daha korkunç. Çünkü bugünekadar kimse kaçamadı. Bir süre daha öylecekalıyorum oturduğum yerde, sonra Cumanın dayardımıyla doğruluyorum. Doğrulurken, bacaklarımıntitrediğini fark ediyorum, ama kaçınılmaz olanıgerçekleştirmekten başka çarem olmadığını dabiliyorum.Aşk KöpekliktirMoskova, 28 kasım 1921Canımın içi, sevgili Liliciğim!Ben her zaman senin küçük köpeğinim, bir tek senidüşünerek yaşıyorum, seni bekliyorum, sanatapıyorum...Yaz bana canımın içi, yaz yavrucuğum, sev beniküçük sevgilim. 150 000 000 kez öpüyorum seni.Tümüyle senin olan, ölene dek seni bekleyen küçükköpeğin Vladimir Mayakovskiy Lili Brike MektuplarÇeviren: Kanşaubiy MiziyevAyşe içeri girdiğinde bar kapanmak üzereydi. Cılızışıklar iyice ölgünleşmiş, barın pastel renkli duvarları
  • adeta koyu bir gölgeyle kaplanmıştı. Oalacakaranlıkta, duvarlarda kocaman pencereler gibiduran posterleri seçmek neredeyse imkânsızolmasına rağmen, barın her köşesini aklına iyicekazıdığından, şu anda Miles Davisin posterininönünden geçtiğini çok iyi biliyordu. Gerçi şarkıcınınağırdan ağıra kulağına dolan "So VVhafinin tınılarıolmasa ne siyahi cazcıyı ne de onun duvardakiposterini anımsayacak hali vardı. Đçkiden değil -artıkalkol onu eskisi kadar etkilemiyordu- bu bara adımınıattığı anda başına üşüşen anılardan. Bedenini sarsanheyecandan, göğüs kafesinde ikinci bir yürek gibi atantutkudan, öldürmeyi bir türlü beceremediği umuttan...Evet, hâlâ umudunu yitirmemişti. Bu gece de son ikiaydır yaptığı gibi bu barın kapısından içeri girdiğinde,onu bulmayı hiç ummadığı halde, aynı istemdışıdavranışla, aynı sabırsız gözlerle insansız masalarda,karanlık köşelerde, dışarıdaki gecenin gölge-siyleiyice kederlenen pencere önlerinde yine onu aramıştı.Ama son iki aydır yaşanan yeniden yaşanmış, Stefanıbulamamıştı.Barda yalnızca üç kişi vardı; orkestra üyelerinin en azbir saat önce terk ettikleri sahnenin sol tarafında, içiçe geçecekmiş gibi birbirine yakın oturan genç bir kızile bir adam ve ban toparlamaya çalışan barmen.Genç kız ile adamı ilk kez görüyordu, amabarmeni çoktan beri tanıyordu.Barmenin eşcinsel olduğunu söylemişti Stefan.Kırlaşmaya başlayan saçlarını kızıl kestaneyeboyatan orta yaşlı barmenin bir adı vardı elbette, ama
  • son günlerde sıkça tekrarlanan unutma krizinetutulduğundan şu anda anımsayamıyordu. Adınıanımsaya-masa da barmene doğru yürüdü. Birkaçadım atmıştı ki, barmen de onu gördü. Elindekikonyak şişesini tezgâhın altına koymayı bir süreerteleyerek gülümsedi. "Oo Ayşe, merhaba... ""Merhaba" dedi Ayşe barın önündeki taburelerdenbirine tünerken. "Orkestra gitmiş." Bunu laf olsun diyesöylemişti, orkestranın bu saate kadar çoktan gitmişolacağım biliyordu; aslına bakarsanız hâlâ barmeninadını düşünüyordu. "Geç oldu" dedi barmen. "Artıksenin de gelmeyeceğini sanıyordum."Barmenin ses tonunda alaycı bir tını hissetti Ayşe.Adamın ismini anımsamayı bırakıp dikkatle yüzünebaktı; hayır, manidar bir ifade yoktu, içtengörünüyordu. Yine de onu yanıtlamak yerine, "Birkadeh cin alabilir miyim ?" dedi, önemli bir ayrıntıyıbelirtmek için hemen ekledi: "Toniği az olsun lütfen."Barmen elindeki konyağı alt rafa bırakıp, cin şişesinialdı, tezgâhın üstüne koydu. Bardağı hazırlarken,"Her zamankinden desene... " diye söylendi. Sankineden böyle uzak duruyorsun derce-sine dostçaçıkmıştı sesi. Ayşe, o anda anımsadı barmenin adını:Rafo; Rafetin kısaltılmışı. Rafonun da tıpkı, Stefangibi bir zamanlar trompet çaldığını, sonra bu işte iyiolmadığım anlayıp müzisyenliği bıraktığını, amacazdan vazgeçemediği için bu barda çalıştığınıbiliyordu. Bunu da Stefan anlatmıştı, ama Ayşeinanmamıştı. Hikâyeyi fazla romantik bulmuştu. Onagöre barmen sevgili bulmak için burada çalışıyordu.
  • Öyle ya, orta yaşlı bir eşcinsele sokakta kim bakardı?Oysa özgür ilişkilerin yaşandığı bu barda kendinedaha kolay arkadaş bulabilirdi. Hem burası saygminsanların geldiği bir yerdi. Kimse onu eşcinselliğindenötürü kü-çümsemezdi. Hatta Rafonun cinsel seçiminiilginç bulanlar bile çıkardı. O da tıpkı birheteroseksüel gibi özgürce, dilediği kişiye kuryapabilir, en azından bunu deneyebilirdi. Ama şimdi,bu kederli gecenin ortasında, bu terk edilmiş barıntuhaf ıssızlığında, insanı alkolden daha çok etkileyenbu müziğin kuşatmasında barmene bakarken, buöykünün doğru olabileceğine inanmaya başlamıştı.Gülümsemeye çalışarak, "Evet, her zamankinden"diye tekrarladı.Rafo alışkanlıkla şişedeki cini usulca bardağaboşaltırken, Ayşe, neredeyse altı aydır tanıdığı buadamın Stefan gittikten sonra kendisine karşı dahasevecen, daha anlayışlı davrandığını fark etti. Stefanyamndayken, Rafo sanki ona daha mesafeli durur,daha soğuk davranırdı. Yoo, hiç kabalık etmemişti, hiçkinci olmamıştı, hep saygılıydı, ama hep de uzak.Oysa Stefanın, hem onu, hem orkestrayı, hem de banbırakıp gitmesinden sonra barmen sanki aralanndakiuzaklığı ağır ağır kaldırmış, Ayşeye karşı daha ilgiliolmaya başlamıştı. Cininden bir yudum alırken, yoksao da mı Ste-fana âşıktı diye düşündü. Nedenolmasın? Aylarca aynı mekânda bulunmuşlardı.Kendisi gibi barmen de ondan etkilenmiş olabilirdi. Bu,neden daha önce aklına gelmemişti? Yanıtı hemenbuldu; çünkü o zamanlar bırakın bu orta yaşlı
  • barmeni, dünyanın en güzel kadını bardan içeri girseStefanın görecek hali yoktu. Birden Stefan geldigözlerinin önüne, kızıl kıvırcık saçlan, biraz irice, amageniş çenesiyle uyum sağlayan burnu, bitişikmiş gibiduran kaşlarının altından insana hep kederle bakanyeşil gözleri... Sevgilisine çocuksu bir sevimlilikgetiren aksanlı konuşması çınladı kulaklarında.Yüreğinde derin bir acı hissetti. Stefanın görüntüsünükafasından kovmaya çalışırken, sanki nedüşündüğünü biliyormuş gibi, "Onu unutamıyorsundeğil mi?" diye sordu barmen.Ayşe yanıt vermek yerine ters ters baktı. TınmadıRafo."Kolay değil" diye mınldandı. "Gerçekten harika biradamdı."Rafonun ilgisi canını sıkmaya başlamıştı, yine desesini çıkarmadı Ayşe. Tezgâhın üzerindeki cinbardağını alıp ikinci kez dudaklarına götürdü. Amabarmen ısrarcıydı."Konuşmak istemiyorsun, biliyorum. Seni o kadar iyianlıyorum ki, ama anlatman lazım. Anlatmazsan busıkıntıdan kurtulamazsın... "Kendinden emin bir sesle konuşuyordu. Söylediklerideğil de, söyleyiş biçimi Ayşeyi rahatsız etti. Rafonunda Stefana âşık olduğuna iyice inandı. Bakışlarında,barmeni küçük gören bir ifade belirdi. Seniilgilendirmez diye kestirip atacaktı, ama bu sözleriyeterli bulmadı; ona acı çektirmek istedi."Sen de onu seviyordun, değil mi?" diye sordu.
  • Bunu söylerken küçümseyen bakışlarım adamdanayırmamış-tı. Rafonun yüzündeki kalender ifade biran bozulur gibi oldu."Doğru" dedi. Sesine de bir parça keder eklenmişgibiydi ama çok sürmedi, yeniden kendinden emingülümseyişini talandı. Oda sözlerini Ayşenin gözlerinin içine bakaraktamamladı. "Seviyordum, ama senin gibi değil."Ayşe, bu sözlerin anlamını çözemedi. Ona aşıkdeğildim, bir arkadaşı sever gibi mi sevdim diyordu,yoksa onu senden çok mu sevdim diyordu. Anlamakiçin Rafoya baktı. Barmen onun bakışlarınıumursamadı, döndü, arkasındaki rafta sıralananşişelerin arasından içinde martini olanı aldı, önündekikadehi doldurmaya başladı. Ayşe dayanamayıpsordu:"Nasıl seviyordun peki ?"Barmen anlamamıştı ya da anlamazlıktan gelmişti."Efendim?.. ""Stefanı diyorum, nasıl seviyordun ?"Rafo yanıtlamak için acele etmedi, elindeki şişeninkapağmı kapattıktan sonra aldığı yere bıraktı.Yeniden dönüp kadehi kavradı. Gülümsemesini vegülümsemesine gizlenmiş kederi de yitirmedenyanıtladı Ayşeyi:"Senin gibi değil." Đçten bir tavırla kadehimkadınmkine usulca dokundurdu. "Hadi bakalım kızılsaçlı trompetçimize içelim."Barmenin rahat tavırları kuşkularım gidermemişti,ama bu, onu kadeh kaldırmaktan alıkoymadı.
  • "Peki" dedi, "Stefana içelim."Kadehlerini yeniden tezgâhın üzerine koyduklarındabir süre ikisi de konuşmadılar. Hayır, artık müziği deduymuyorlardı, kendi dünyalarına dalıp gitmişlerdi.Ayşenin bakışları yine orkestranın olmadığı sahneyekaydı. Stefanı ilk kez bu sahnede, trompet çalarkengörmüştü."O gece bu bara ilk kez geliyordun, değil mi ?" diyesordu Rafo. Ayşenin boş sahneye kilitlenen dalgınbakışlarını fark etmiş olmalıydı. Rafonun sesi,tuhaftır, Ayşenin düşüncelerini dağıtmadı, daha iyianımsamasına yardımcı oldu. Ayşe belleğindeuyanan anıları dile getirir gibi sakin mırıldandı:"Evet, o gece bu bara ilk kez gelmiştim."Bara geldiği ilk geceyi, Stefanı gördüğü ilk anıanımsamıştı. Kolejden arkadaşı Nesrinin önerisiylegirmişlerdi içeri... Nesrin öve öve bitirememişticazcıları... Hele trompet çalan o kızıl saçlı Alman... Birşarkının ortasında girmişlerdi içeri. "Blue Skies"ıçalıyordu orkestra. Sahnenin biraz gerisindeki birmasaya oturtmuştu onları garson."O gece tanıştınız değil mi Stefanla?" dedi Rafo."Sen nereden biliyorsun?"Anılarından sıyrılmıştı Ayşe. Tepkisel değildi, sadeceRafonun o geceyi anımsamasına şaşırmıştı."Stefan, senin gibi esmer, uzun boylu bir kadınıaradığını söylemişti bana. Caddede yürürken,alışveriş yaparken, restoranda yemek yerken, bardaiçki içerken bakışları hep o kadını arardı. Sadeceorkestrada çalarken onu unutur, kendini müziğin
  • akışına bırakırdı; tabiî müzik iyiyse. Bazen dikkatidağılır, kendini vermeden katılırdı orkestradakiparçaya, işte o anlarda gözleri yine o gizemli kadınıaramayı sürdürürdü müşterilerin arasında."Ayşe dalgın, gülümsedi."Beni de öyle fark etmişti. Orkestrada çalarken...Demek ki o gece müziğe konsantre olamamış.""Konsantre olsa bile seni fark ederdi" diye lafını kestiRafo. "Çünkü aradığı kadına çok benziyordun. Hattaiçeri girdiğinde ben de o kadın sandım seni. Stefandaha seni görmemişti. Đşte dedim, kendi kendimeStefanın aradığı kadın geldi sonunda. O gece içeriadım attığın ilk andan itibaren büyük bir meraklaizledim seni.""Đzledin mi? Beni mi izledin?" "Evet, seni, tabiî Stefanıda.""ilginç" dedi Ayşe. Sanki barmen ondan bazı bilgilerisaklıyor-muş gibi kuşkuyla bakmaya başlamıştı. "Ohalde hikâyemizi biliyorsun... " Bu cümle tuzaktı;Rafoyu konuşturmak için söylenmişti. "Hayır,bilmiyorum" dedi Rafo. "Stefan pek konuşkan birideğildi." Rafo açık vermeyince Ayşe üsteledi."Bir kadını aradığını anlatmış ya.""Hepsi o. Stefana kalsa o kadarım da anlatmazdı.Ama bırakmadım adamı. Ağzından girip burnundançıktım. Zorla konuşturdum." "O kadının kim olduğunuda anlatmadı mı?""Anlatmadı. Senden de çok bahsetmezdi. Genelgeçer birtakım laflar... o kadar. Hem de defalarcasormama rağmen."
  • Ayşenin gözleri ışıldadı, kadehine uzanmadan önce,"Haklısın, Stefan konuşmayı pek sevmezdi" dedi."Bana da çok sonra anlattı olanları."Rafo gözlerini Ayşenin dudaklarına dikmiş, aylardırmerak ettiği soruların yanıtım genç kadınm sözlerindebulmayı umuyordu. Oysa Ayşenin de onunsöyleyeceklerine ihtiyacı vardı. Rafo, senden hiçbahsetmedi demesine rağmen, Stefanın kendihakkındaki yorumlarını duymak istiyordu.Yaşananlardan sonra, Stefanı unutmak için bunlarıbilmek zorundaydı. Ancak şu anki halini barmeninbilmesine hiç gerek yoktu. Sakin görünmeyeçalışarak, kadehindeki cinden bir yudum aldı. Kadehitezgâhın üzerine koyarken, önemsiz bir konudanbahsediyormuş gibi yumuşak bir ses tonuyla sordu:"Benim hakkımda hiçbir şey söylemedi mi ?" "Hiç,yani neredeyse hiç... "Hiç lafı canını sıktı Ayşenin. Barmenin kendisiniaşağıladığını sandı, oysa sadece durumu anlatmakiçin öyle demişti Rafo. Kızmaması gerektiğini bildiğihalde dayanamayıp sesini yükseltti Ayşe: "Nasıl hiç ?Onca zaman bara gelip gittim. Benden konuşmadınızmı ?" "Konuştuk tabiî. Ama nasıl derler... derineinmedik... " Sözlerinin Ayşeyi ikna etmediğini farkeden barmen açıklamasını sürdürdü:"Đlla da duymak istiyorsan söyleyeyim. Seni güzelbuluyordu, çok akıllıymışsın, çok incedüşünceliymişsin... Ha bir de nefis makarnayapıyormuşsun. Özellikle vejetaryen sosun
  • mükemmel-miş. Seni sorduğumda aldığım yanıtlarbunlardı. Yani aşağı yukarı bunlardı... ""Peki öteki kadın?""Onun hakkında senin kadar bile konuşmadı. Sankibir tabu gibiydi o kadın. Yasaklanmış, lanetlenmiş,haram sayılmış biri gibiydi."Ayşenin gözlerini kısarak büyük bir ilgiyle kendisinidinlediğini anlayınca iyice ayrıntılara girdi Rafo."O kadın hakkında konuşmamasının tek nedeniStefanm ketumluğu değildi. Bence o kadında birtuhaflık vardı.""Hani Stefan ondan hiç bahsetmedi diyordun, nasılanladın bunu peki?" diyerek kuşkusunu açıkça dilegetirdi Ayşe."Bahsetmezdi ama, Bu aradığın kadın kim? diyesorduğumda, Stefanm rengi atar, davranışlarıdeğişmeye başlardı. Hani insanın kimyası değişirderler ya işte öyle olurdu... "Barmeni gözleriyle tartmayı sürdürdü Ayşe; bir kararavaramamış olacak ki, "O kadınla kıyaslıyor muydubeni?" diye sordu."Kıyaslamıyordu" dedi kısaca Rafo. Ama gözlerindetuhaf, yırtıcı bir ışık yanıp sönmüştü. "Onu kıskanıyormusun ?""Kıskanmıyorum" dedi Ayşe hiç düşünmeden, "insantanımadığı birini nasıl kıskanır?"Sustu. Cininden bir yudum daha aldı. Đkisi de sustular.Aslında Rafo susmak istemiyordu. Merak ettiği,Ayşeye sorması gereken çok soru vardı. Ama kadımnoluşturduğu bu ağır sessizliği bir türlü cesaret edip
  • kıramıyordu. işin kötüsü Ayşe artık bu konuyuaçmazsa, Stefan hakkında merak ettiklerini belki dehiçbir zaman öğrenemeyecekti. Çünkü onunla hiçbirzaman böyle baş başa konuşma fırsatını bulamamıştı,bundan sonra bulacağı ise çok kuşkuluydu. Ancakyanılıyordu. Ayşe de ondan farklı düşünmüyordu.Stefan hakkında daha çok bilgi edinmek için ikisinindebirbirlerine gereksinimleri vardı. Nitekim kısa birduraksamanın ardından sessizliği bozan Ayşe oldu:"Evet, galiba o kadını kıskanıyorum. Hemtanımadığım için daha çok kıskanıyorum. Onugöremediğim içinkusurlarını bile bulamıyorum. Stefanı bu denlietkilemiş olduğuna göre mükemmel bir kadm olmalıdiyedüşünüyorum. Öyle olmadığını bile bile... " Gençkadının konuşması bir iç dökmeye dönüşmüştü. Rafosevindi bu duruma, ama sormadan daedemedi."Öyle olmadığını nereden biliyorsun ?"Rafonun sorusu Ayşenin kederini biraz dahakoyulaştırdı. Derinden bir iç geçirerek barmene baktı.Adamın merak dolu ela gözleri alacakaranlıktakestane rengine dönüşmüştü, yüzündeki her geçengün biraz daha belirginleşen kırışıklıklar iyice artmıştı.Ayşenin içinde acımaya, şefkate benzer bir duyguuyandı. Stefan da iyilikle bahsederdi ondan. Yardımagereksinimi olan biriymiş gibi... Hem ilişkilerininbaşından beri tek tanığı olan bu barmen belki de
  • gerçekleri öğrenmeyi hak ediyordu. Kim bilir, belki deRafonun dediği gibi olur, yaşadıklarını onunlapaylaşırsa, sıkıntısı biraz hafiflerdi. Yine de olanlarıanlatması için Rafonun bir süre daha çabalamasıgerekecekti. "Bara ilk geldiğin gece yanında bir kadınvardı" dedi barmen.Yüzü aydınlanır gibi oldu Ayşenin. "Nesrin" dedi..."Yakın arkadaşın olmalı... Çok samimiydiniz... ""Yakındır. Kolejden arkadaşım, aynı sırada otururduk,iki yıl da Đngilterede birlikte kaldık. Aynı apartmandairesinde yaşadık." "Ne yapıyordunuz Đngilterede ?""Okuyorduk. Nesrin sinema okudu, ben iç mimarlık."Rafo şaşırmışçasına sordu: "Senin antikacı olduğunusanıyordum." "Doğru antikacılık yapıyorum, ama içmimarlık okudum." Barmen düş kırıklığına uğramışgibiydi. "Mesleğini yapmayıp, antikacı dükkânı açtınha!""Öyle oldu, mimarlığı bir türlü sevemedim.Başkalarının parasıyla kendi yapıtını yaratmak. Nesen memnun olursun ne de müşteri... Belki de yaratıcıbiri değilim. Her neyse antikacılık yapıyorum işte.Şikâyetçi de değilim."Rafonun gözlerindeki düş kırıklığı yerini hayranbakışlara bırakmıştı. "Stefanm seni neden bu kadarçok sevdiğini şimdi anlıyorum."Ayşenin bu sözlere sevinmesi gerekirdi, oysa içiniyeni bir burukluk kapladı. "Stefan beni hiç sevmedi ki"diye geçirdi içinden. Ama duygularını barmenin farketmesinden korktuğu için kendinden emin,gülümsemeye çalışarak sordu:
  • "Neyi anlıyorsun?""Birbirinize çok benzediğinizi ? Stefan pek mantıklı birideğildi. Sen de öyleymişsin." Alaycı bir gülüş döküldüAyşenin dudaklarından."Yanılıyorsun. Ben son derece mantıklı biriyimdir.Mimarlık yapmamamın nedeni insanlarlaanlaşamamamdı. Đçimdeki çılgınlık arzusu değil.Zaten hiçbir zaman öyle çılgın biri olmadım... "Stefanla tanışıncaya kadar diyecekti, dilinin ucunakadar geldi, söylemedi. "Sahiden, çok mantıklı birinsanımdır; hatta fazla mantıklı. Bizim Nesrin, demiriradeli kız derdi bana. Kolejde de öyleydim,üniversitede de, Đngilteredede... ""Ama Stefan gibi tuhaf bir adama kapılmakta sakıncagörmedin... " diye tamamladı Rafo.Adamın ne düşündüğünü anlar gibi içinden geçenlerisöylemesi Ayşeyi irkiltmedi. Aksine uysalca başınısallayarak, "Görmedim" dedi. Bu sorunun yanıtımkendisi de bilmiyormuş gibi düşünceli bir tavırlaaçıklamaya çalıştı. "Zıt insanlar birbirini çeker-miş gibiklişe bir laf edeceğim ama herhalde öyle değil...Bilmiyorum yani... Oldu işte, kapıldım... "Rafonun, iyi yapmışsın, Stefan şahane bir adamdıdemesini bekledi, olmadı."Hemen o gece mi başlamıştı ilişkiniz ?" diye sordubarmen.Ayşe irkildi. Bu adamla oturup özel hayatımkonuşmakla yanlış mı yapıyordu ? Eşcinsellerinçoğunun ilişki dediklerinde akıllarına önce seks
  • geldiğini duymuştu. Bir an eğer o gece düzüştü-nüzmü diye soruyorsan hayır, ama ilişkimiz o gecebaşlamıştı, demeyi düşündü, ancak kadim arkadaşıNesrinin de o gecenin ertesinde aynı soruyusorduğunu anımsayınca vazgeçti. Gerçi Nesrin birazutanmazdı. Böyle konuları konuşmaktan açıkça zevkalırdı. Erkek arkadaşlarıyla ne yaptı, ne etti hepsiniballandıra ballandıra anlatırdı Ayşeye. Öncelerikızardı Ayşe. Giderek alıştı, hatta bunları işitmektengizli bir zevk aldığını bile fark etti. Ancak utanıyormuşgibi davranmayı sürdürdü. Oysa son kertedeaşkın dokunmak olduğunu o da çok iyi biliyordu. GerçiStefan böyle olmadığına inanıyordu. Kim haklı,kestirmek zordu. Belki de aşk dokunamamaktı.Kafasından bütün bu düşünceler hızla geçti. SonuçtaRafoyu azarlamadı."Hayır, ilişkimiz o gece başlamamıştı" demekleyetindi. Rafo pervasızdı, ısrarcıydı."Ertesi gece mi başladı ? O geceden sonra buranınmüdavimi oldun da."Rafonun olanları böyle ayrıntılarıyla anımsamasınabir kez daha şaşırdı. Eğer adamın eşcinsel olduğunubilmese kendisine âşık olduğunu bile sanabilirdi...Aklına yeniden Rafonun Stefana âşık olabileceğigeldi, ama bu kez kıskançlık duymadı. Yorgangittiğine göre kavga etmenin de anlamı yok diyedüşündü. Yorgan mı, Stefanı yorgana mıbenzetiyordu. Kendi kendine güldü."Niye güldün?" diye sordu barmen. Sorarken o dagülümsemişti.
  • "Hiiç... Önemli değil.""Sen de konuşmayı pek sevmiyorsun... " diye söylendiRafo. Ayşe aldırmadı, yeniden kadehindeki içkiyesığınmıştı."Stefanla bu kadar iyi anlaşmanızın nedeni belki debuydu." Sohbeti açacak bir damar bulma derdindeydiRafo.Sonunda başardı da, kadehini tezgâhın üzerine koyanAyşe, "Stefanla iyi anlaştığımızı nereden çıkardın?"diye sordu. Hayır, öfkeli çıkmamıştı sesi. Anlamayaçalışan birinin merakı içindeydi. "Anlaşmıyormuydunuz ?" "Anlaşır gibi mi görünüyorduk dışarıdan?""Evet, birbirine çok yakışan, çok iyi anlaşan bir çiftgibiydiniz. Barın müdavimlerinin çoğu hayrandı size.Hem de sizi hiç tanımayan insanlar..." Gülümseyerekbaşını salladı. "Bir gece siz, Stefanla şu köşedekimasada oturuyorsunuz. Bizim ressam KaramsarKâmil var. Bu da benim yanımda, senin oturduğuniskemlede oturuyor. Size bakıp bakıp, Ulan Rafo,hayat o kadar da kötü değil, yaşamak için hâlâ umutvar dediğini bile hatırlıyorum."Ayşenin gözleri dumanlandı."Demek öyle dedi" diye yineledi."Öyle dedi. Yani dışarıdan çok güzelgörünüyordunuz..."Rafoya daha fazla bakmaya cesaret edemedi Ayşe,gözlerini kaçırdı. Gözlerini kaçırmasa ağlayacağınıbiliyordu."Sigaran var mı ?" diye sordu barmene.
  • "Olmaz mı ?" diyen Rafo tezgâhın altından bir sigarapaketi çıkarıp uzattı. Ayşe paketten bir tane çekipdudaklarının araşma yerleştirdi. Rafonun paketiyerine koyduğunu görünce, "Sen içmiyor musun ?"diye sordu. "Đçmiyorum. Zaten burada pasif içicigibiyim." "Ama paket taşıyorsun."Rafonun bakışları tezgâhın altındaki pakete kayar gibioldu. "Ha o mu? Her zaman müşterilerden biri unutur."Ayşenin dudaklarının arasındaki sigara yakılmayıbekliyordu. Rafo fark edince, "Hay Allah ateşi unuttuk"diye söylenerek cebinden bir çakmak çıkardı.Çakıldığında çift alev beliren, popo biçimindetasarlanmış bir çakmakla yaktı kadının sigarasını.Ayşenin gözü çakmağa takılmıştı. Đyi de olmuştu, azönceki duygusal ağırlıktan kurtuldu. Bakışlarındamuzip ışıltılar oynaşmaya başladı."Bunu müşteriler unutmadı" diye açıkladı Rafo."Amsterdamdan bir arkadaşım getirdi."Sigarasından derin bir nefes çeken Ayşe, dumanıüflerken manidar bir sesle sordu:"Yakın arkadaşın olmalı."Rafo tezgâhın öteki ucundaki kül tablasını alıp,Ayşenin önüne getirdikten sonra, "Oldukça... " dedidudaklarında çapkm bir gülümsemeyle. "Boş verarkadaşımı şimdi, Stefan ve senden bahsediyorduk...""Öyle mi?" dedi Ayşe ağırdan alarak. "Öyle...Anlaşamadığınızı anlatıyordun... " Ayşe sigarasındanbir nefes daha çekip dumanını savururken, "Neden
  • seni bu kadar ilgilendiriyoruz?" diye sordu yeniden.Hiç duraksamadan yanıtladı Rafo."Çünkü sıradışı bir ilişkiniz vardı... Dahası hepgözümün önün-deydiniz... Ama ben gerçekte nelerolup bittiğini bilmiyorum." "Neden bu kadar meraklısın?""Meraklı... Evet, aslında meraklı bir adamım, ama budaha derin bir duygu. Şimdi açıklayamam sana.Yalnız şunu bil, öyle basit bir merak değil bu... "Rafonun ne demek istediğini anlamıştı Ayşe. Evet,yaşadıklarını bu adamla paylaşabilirdi, üstelik belkiRafo ona ne yapması gerektiğini söyleyerek, bu acıverici duygusal çemberin içinden çıkmasına yardımcıolurdu."O geceyi sen de çok iyi hatırlıyorsun" diye başladıanlatmaya. "Bizim Nesrinin doğum günüydü. Birkaçhafta önce, tam altı yıldır birlikte olduğu erkekarkadaşı Eroldan ayrılmıştı. Adam artık sıkıldığınısöyleyip çekip gitmişti. Oysa Nesrin onunla evlenmeyitasarlıyordu. Üstelik ayrılalı henüz otuz gün bileolmamışken, herifarayıp doğum gününü bile kutlamamıştı. AnlayacağınNesrin fena halde bunalımdaydı. Onu teselli etmek deen yakm arkadaşı olarak bana düşmüştü. O geceerkenden Beyoğlunda buluştuk. Önce bir italyanrestoranında yemek yedik. Sanki Türklerden çokfarkhlar-mış gibi bizim Nesrin bayılır italyanlara,ingilteredeki iki sevgilisi de italyandı. Üstelik çocuklarcanciğer kuzu sarması arkadaştı, bizimki önce biriylesonra ötekiyle pişirdi işi. O çocuklardan dolayı merak
  • saldı italyan yemeklerine. Neyse, italyan restoranındayemekler harikaydı, ama bizim Nesrinin gönlüne çarebulacak kimse yoktu. Oradan Babylona gittik.Dinozorlar Gecesi varmış. Gerçi bizim dinozorolmamız için daha çok zamanımız vardı, ama ikimizde 70li, 80li yılların müziğini seviyorduk. Gittiğimizede pişman olmadık, Nesrin uzatmalı sevgilisini birkaçsaatliğine de olsa unutmayı başardı. Gecenin sonunadoğru bir gazeteciyle dans etmeye bile başladı.Gazetecinin arkadaşı da bana asıldı. Kimseyle flörtedecek halim yoktu, üstelik adam da hiç tipim değildi.""Ya Stefan? O tipin miydi?" diye kesti Ayşenin sözünüRafo.Ayşe güzel bir anıyı hatırlamış gibi tatlı tatlıgülümsedi."Aslına bakarsan hayır, kızıl saçlı erkeklerden pekhoşlanmam.""Neden?""Bilmem. Ben daha çok esmerleri severim. Kızılsaçlıları hiç çekici bulmam... ""Ta ki Stefanı görünceye kadar" diye tamamladı Rafoyan ciddi yarı şaka bir tavırla. "Yanılıyorsun, Stefanıilk gördüğümde de hiç etkilenmedim. Sadecedavranışlarım tuhaf buldum..." "Ama sonra... ""Evet, ondan etkilendim. Onu beğenmeye başladım.Beğenmek de değil de... Dur... Dur... Aklımıkarıştırma, oraya geleceğiz. Baby-londa kalmıştık.Nesrin alkolün de etkisiyle, dans ettiği gazeteciyle içiçeydi. Eğer ben de adamın arkadaşıylayakınlaşabilseydim, belki de buraya hiç gelmeyecek,
  • Stefanı da hiç görmeyecektim. Fakat gazetecininarkadaşı beni hiç çekmedi. Ayrıca henüz eskiilişkisinin etkisinden kurtulamamış olan Nesrinin birgecelik bir ilişkiyle yeniden yaralanmasınıistemiyordum. Ertesi sabah kendini berbathissedeceğini kendi deneyimlerimden çok iyibiliyordum.""Bir gecelik ilişki olacağını nereden biliyorsun, belkide... ""Yapma, dinozor olmayabiliriz, ama erkekleritanıyacak kadar yaşadık. Daha herifin gözlerini,Nesrinin kalçalarına diktiğini gördüğüm anda anladımniyetinin ne olduğunu. Dans ederken, dudaklarını,benim kalbi yaralı arkadaşımın kulak memesine adetayapıştırarak konuştuğunu fark edince, çapkıngazetecinin Nesrini bu akşam yatağa atmanınhazırlıklarına başladığından kesinlikle emin oldum.""Ve arkadaşını kurtardın..."Rafonun sözlerine aldırmadı Ayşe. Sigarasını kültablasında söndürdükten sonra, "Aynen öyle oldu"dedi. "Aslında Nesrinin de adamı çok istemediğinibiliyordum. Yoksa ne kadar ısrar edersem edeyim,Nesrin inatçıdır, beni dinlemez adamla giderdi. Hadikalkalım artık, deyince hiç karşı çıkmadan uyduisteğime. Baby-londan çıkınca nereye gideceğimizibilemedik. Bana kalsa, artık evlere gitme vaktigelmişti, ama Nesrincim eve gitmeyi hiç istemiyordu,ben de onu kıramadım. Geldik buraya... "Uzanıp kadehini eline aldı, içmeden önce Rafoyabakarak açıkladı:
  • "Bazen keşke bu bara hiç gelmeseydim diyedüşünüyorum, ama sonra hemen vazgeçiyorum budüşünceden... " Ayşe içkisini yudumlarken, Rafomerakla sordu: "Neden? Neden öyle düşünüyorsun?Neden sonra vazgeçiyorsun ?" Bu sohbetten çokhoşlandığı belliydi. Vakit gecenin yarısı olmasınarağmen yüzünde ne yorgunluk, ne uyku belirtisi vardı.Ela gözlerini dikmiş, Ayşenin vereceği yanıtıbekliyordu.Ayşe kadehini tezgâha koyarken, "Gelmeseydimdiyorum" diye içtenlikle mırıldandı, "çünkü bu barbana sadece mutsuzluk verdi. Öte yandan bunuyaşamayı kendim istedim. Kimse beni zorlamadı...Love Story diye bir film var... Mutlaka bilirsin, seningençliğinde çok popülermiş... "Orta yaşlı barmenin gözleri çok eski bir tanıdıklakarşılaşmış gibi ışıldadı."Bilmez miyim? Kuyruklar oluşmuştu sinemalarınönünde... " "Ben o günleri yaşamadım. Geçenlerde birtelevizyon kanalında izledim. Öyle ahım şahım bir filmdeğil. Ama başrol oyuncusunun filmin sonundasöylediği cümleye bayıldım. Aşk hiçbir zaman pişmanolmamaktır diyordu.""Güzel laf dedi Rafo. "Ama bence aşk, bin kerepişman olsan da, bin kere onun peşinden gitmektir."Ayşe kaşlarının altından baktı barmene. "Bir şey miima etmek istiyorsun ?" "Yok canım, ima ettiğim filanyok. Sen de ne kadar şüphecisin ya! Sadecedüşüncemi söyledim... " Kadmın gözlerindeki sorulardağılmamıştı. "Yok, valla yok. Söyleclilderimin seninle
  • hiçbir ilgisi yok... Sen anlatmaya devam et. Evet,nerede kalmıştı? Tamam bara gelmiştiniz.""Bara gelmiştik" diye sıyrıldı alınganlığından Ayşe."içerisi bu geceden daha aydınlıktı. Orkestra BlueSkiesı çalıyordu." Gülümsedi. "Sen beni fark etmişsin,ama kusura bakma, ben seni fark etmemiştim.""Tabiî canım" dedi Rafo, yapmacık bir tavırla sağ eliniçenesine dayayarak, "Stefan varken beni niye farkedesin ?""Stefanı da fark etmemiştim. Barı tanımayaçalışıyordum. Bardaki insanları... Orkestradakilerigördüm tabiî. Ama Stefan hiç dikkatimi çekmedi. Ta kigarson bizi sahnenin biraz gerisindeki o masayaoturtuncaya kadar. Belki Nesrin, Bak işte şu kazılsaçlı diye dürtüklemese yine fark etmeyecektimStefanı. Ama gördükten sonra da fazla ilgimiçekmedi... "Đnanmamış gibi gözlerini açarak baktı Rafo."Valla doğru söylüyorum" dedi Ayşe. "Hiç ilgimiçekmedi. Ste-fana şöyle bir baktıktan sonra,tepemizde dikilen garsona döndüm. Kendime cin,Nesrine de hafif bir kokteyl söyledim. Garsonuzaklaşırken, Nesrin beni dürtükleyerek, Bizebakıyor, bize bakıyor dedi. Bakışlarımı yeniden kızılsaçlı Almana çevirdiğimde gerçekten de büyük birilgiyle bizim masaya baktığını gördüm. Nesrin burayadaha önceden geldiği için, ona baktığını düşündüm.Hatta bu kızıl saçlı trompetçi, Nesrin için iyi bir doğumgünü armağanı olur diye geçirdim aklımdan."
  • "Hani Nesrinin kalbi yaralıydı, hani bir gecelik ilişkilerarkadaşına zarar verirdi" diye dokundurdu barmen.Ayşenin yanıtı hazırdı:"Arkadaşımın kalbinin yaralı olduğu doğru, ama kızılsaçlı trompetçiyle yaşayacağı ilişkinin bir gecelikolacağını kimse bilemezdi. Belki de aralarında büyükbir aşk başlardı. Öyle tuhaf tuhaf bakma, valla böyledüşünüyordum.""Bunlar gazeteci için de geçerli değil miydi ?""Değil, çünkü Nesrin gazeteciyi Stefan kadarbeğenmemişti. Beğenseydi tavrım farklı olurdu. Eğero anda Stefanı beğendiğimi, kendim için istediğimifilan sanıyorsan yanılıyorsun. O sıralar birlikteolduğum biri vardı. Üstelik niyeti çok ciddi olan biri.Açık konuşmak gerekirse, evlenmeyidüşünebileceğim tek kişi oydu."Kafasında hikâyeyi başka türlü kurgulamış olanRafonun canı sıkılmıştı. Đnanmadığını belli eden birses tonuyla sordu:"Kimmiş bu şanslı adam ?""Üniversiteden arkadaşım Đlhan. Çok iyi bir mimardır.Haftada bir kez buluşuruz. Şahane vakit geçiririz.Hayatta en iyi an-lastiğim insan diyebilirim."Ayşenin sözlerini abartılı bulan Rafo, "En iyianlaştığın" dedi imalı bir sesle. "Evet, bilmekistiyorsan söyleyeyim, onunla Stefandan çok daha iyianlaşırdım."Đkna olmuştu Rafo, hatta daha da ileri gitti, Ayşeyionaylayarak, "Zaten aşkın anlaşmayla bir ilgisi yoktur"dedi.
  • "Haklısın. Stefanla çok iyi anlaşırdınız filan dedin yaonun için söyledim. Her neyse o gece başlarda Stefanilgimi hiç çekmemişti. Ama o, sanki bir orkestradaçaldığını unutmuş, gözlerini bizim masaya dikipkalmıştı. Bereket parça uzun sürmedi de adamcağızbardakilere rezil olmadı. Orkestra çalmayı bitirince hiçduraksamadan kalkıp masamıza yaklaştı."Ayşe önemli bir ayrıntıyı anımsamış gibi birdenkonuşmayı kesti."Ne oldu ?" diye sordu barmen."Bunları anlatıyorum ama zaten sen biliyorsun, biziizlemişsin... " "Hepsini izlemedim... Đşi gücü bırakıpsize bakacak olsam, millet susuzluktan ölürdü... Hemsana neler sorduğuma baksana. Gördükleriminçoğunu yanlış yorumlamışım. Ne olur devam et.""Öyle diyorsan... Ama önce şu içkimi tazele." Rafoönemli bir müşteri ona görevini hatırlatmış gibi derhaltoparlandı."Özür dilerim, boşaldığını fark etmedim" diyerek gençkadının bardağını doldurdu. "Stefan masamızayaklaşırken Nesrin sevinçten yerinde dura-mıyordu."Yeniden anlatmaya başlamıştı Ayşe."Stefanın bu kadarına cesaret edebileceğini doğrusuben de düşünemezdim. Ama yaptı, masamıza geldi.Daha tuhafı gözlerinin bana kilitlenmiş olmasıydı. Budurumu Nesrinle aynı anda fark ettik, dönüpbirbirimizebaktık.Sana bakıyor diye fısıldadı Nesrin. Sesindeki düşkırıklığı sezilmeyecek gibi değildi.
  • Yanımıza oturmak isterse, onu kovacağım dedim.Sakın yapma, büyük kabalık olur dedi Nesrin. Olursaolsun dedim. Asıl kaba olan o. Baksana nasılyiyecek-miş gibi bakıyor.Yiyecekmiş gibi bakmıyor diye mırıldandı. Sanki senitanıyormuş gibi bakıyor.Nesrini yanıtlamama fırsat kalmadı, çünkü Stefanburnumuzun dibine kadar sokulmuştu. îşin ilgincigözleri hâlâ üzerimdeydi. O kadar sahici bir hali vardıki, bir an yoksa ben bu adamla daha önce tanıştımmı, diye düşündüm. Olamazdı, onu daha önce hiçgörmemiştim. Görsel belleğim çok güçlüdür, isimleriunutabilirim, ama gördüğüm birini asla unutmam.Sanki o da bu gerçeğin farkına varmış gibi birdendurdu: yüzündeki kaslar gevşedi, gözlerindeki merakparıltısı söndü, dikleşmiş omuzlan çöktü. Az önce onucanlı kılan, hatta kabalaştıran duygu neyse yüzümügörmesiyle birlikte onu terk etti. Sanki onu hareketegeçiren enerji bir anda kaybolmuş, içindeki ateşsönüvermişti. Karşılaştığı gerçek; yani benim yüzüm,yenilmiş, yorgun düşmüş, terk edilmiş bir adam halinegetirmişti onu.Özür dilerim dedi cılız bir sesle. Sizi birinebenzettim.Ne diyeceğimi bilemedim. Nesrin daha çabuktoparlandı.Rica ederiz, oturmaz mısınız? Size bir içkiısmarlayalım.Stefan sanki Nesrinin sözlerini duymamıştı, gözleriniüzerimden çekmeden, O kadar çok benziyorsunuz
  • ki dedi.Canımın sıkılması gerekirdi, ama gözlerinde öyleyoğun bir hüzün vardı ki ne sözleri ne de bakışlarıbeni rahatsız etti. Sanınm ona acımaya başlamıştımya da öyle bir şey... Sözlerini karşılıksız bırakmamakiçin, Öyle mi ? diyebildim.Hiç Berlinde bulundunuz mu ? diye sordu. Amayanlış soru sormuş olduğunu fark ederek, ilkiniyanıtlamamı bile beklemeden ikinciyi sıraladı: Kızkardeşiniz var mı ?Kafasından neler geçiyordu anlamak zordu, amasorusunu yanıtlamamam için hiçbir neden yoktu.Ne Berlinde ne de Almanyanın başka bir şehrindebulundum. Kız kardeşim de yok. Ailenin tekçocuğuyum.Yaa... demek öyle dedi üzgün bir sesle.Yüzümü görmesiyle yaşadığı düş kınklığı yetmezmişgibi sözlerimle de son umutlannı elinden almıştımanlaşılan. Đçimdeki acıma duygusu, şefkate dönüştü.Nesrinin davetini tekrarladım. Oturmaz mısınız?Daha rahat konuşurduk... Ayılır gibi oldu. Nesrine baktı. Onu ilk kez fark ediyorgibiydi.Merhaba dedi utangaç bir tavırla, rahatsız ettiğimiçin sizden de özür dilerim.Hiç önemi yok diye atıldı Nesrin. Sizinle konuşmakbenim için büyük bir onur.Zoraki bir gülümseme belirdi Stefanın gergindudaklarında.
  • Lütfen oturun diye yineledim. Bizimle bir kadeh içkiiçin.Yeterince rahatsız ettim diye itiraz edecek oldu.Ne rahatsızlığı, size bir içki ısmarlamak bizim içinzevktir diye davetini yineledi Nesrin. Tamam.Masadaki iki boş iskemleden benim yanımdakineoturdu Stefan. Aradığı kişi olmasam da ona benziyoroluşum hâlâ ilgisini çekmeme neden oluyordu.Arkadaşım büyük bir hevesle elini uzattı. Artıktanışalım, ben Nesrin... Stefan uzanan eli sıkarken, Ben de Stefan... dedi.Stefan Stolz. Ben de Ayşe dedim. Stefan benimelimi de kibarca sıkarken yineledim. Ayşe Bükmen.Ben, sizi zaten tanıyordum dedi Nesrin Almanmüzisyene, daha önce defalarca dinlemeye geldim.Teşekkür ederim dedi Stefan yapay bir kibarlıkla,sonra yeniden bana döndü. Sanırım siz ilk kezgeliyorsunuz. Daha önce gelmiş olsaydınız, mutlakafark ederdim.Đlk kez geliyorum... Ne yazık ki, sizi daha öncedinleme fırsatı bulamamıştım.Stefan sanki sözlerimi duymuyor gibiydi, yine yüzümedalıp gitmişti.Tuhaf bir durumla karşılaşmış gibi başım sallayarak,Ona gerçekten de çok benziyorsunuz! diyemırıldandı.Stefanla samimi bir sohbete tutuşup, Nesriniüzmekten korkuyordum.
  • Đnsan insana benzer dedim. Konuyu kapatmakistiyordum. Ama Stefanın vazgeçmeye hiç niyetiyoktu.Peki, size benzeyen başka bir yalarımız var mı,kuzeniniz filan? Bana benzeyen ne akrabam var nede kuzenim. Kimi aradığınızı bilmiyorum, ama inanıno kişinin benimle hiçbir ilgisi yok.Stefanın bir an beliren umutları yeniden sönerken,sanki Alman müzisyenin halini anlamış da onudüştüğü zor durumdan kurtarmak istermiş gibi Nesrinböldü konuyu. Ne içersiniz ?Votka dedi Stefan, sade votka. Nesrine bakıp,sonra yeniden bana dönmüştü. Bir insan ötekine nasılbu kadar çok benzeyebilir?Bilmiyorum... dedim uzatmamak için.Nesrinin zaten kırık olan kalbini daha fazlayaralamadan buradan bir an önce kalkıp gitmeninyolunu bulmalıydım. Đyi ki Nesrin bu işi gurur meselesiyapıp alınganlık göstermiyordu. Nesrin garsona votkaısmarladıktan sonra, Stefana eğilerek, Türkiyeyene zaman geldiniz? diye sordu. Tahmin ettiğim üzere,bizimki, kızıl saçlı müzisyenle samimi olmayı kafayakoymuştu. Ne var ki Stefanın aklı bana takılmışolduğu için kızcağızın ne sorduğunu bileanlayamamıştı.Efendim ? dedi aksanlı Türkçesiyle.Nesrin sorusunu yineleyince, Đki yıl önce diye kısacayanıtladı. Ama Nesrinin onu bırakmaya hiç niyetiyoktu.
  • Neden Almanyayı bırakıp buraya geldiniz? BizimTürklerin neredeyse yansı Almanyaya gitmek için canatıyor.Stefan ilk kez ciddiyetle baktı Nesrine.Değişiklik olsun diye geldim. Almanyada çoksıkılmıştım.Belli ki soruyu geçiştiriyordu. Đstanbula gelmesinin şubeni benzettiği kadınla bir ilişkisi olmalıydı. Garsonkonuğumuzun votkasını masaya koyarken,Almanyada da müzikle mi uğraşıyordunuz? diyebaşka bir soruya geçti Nesrin.Öyle sayılır dedi Stefan. Votkasından bir yudum aldı.Artık kendisi de sormazsa ayıp olacağını düşünmüşolmalı ki, Ya siz ? dedi arkadaşıma, siz ne işyapıyorsunuz ? Ben sinema okudum. Ne kadargüzel.Ama şimdi reklamcılık yapıyorum. Sevmiyorsunuzgaliba.Sevilecek gibi değil ki. Yeteneklerinizi parfüm,şampuan, jöle satışları için kullanıyorsunuz. Sizin gibisevdiği işi yapanlara imreniyorum.Stefan imrenmek sözcüğünü anlamamıştı. Nesrin bukez sözcüğü Đngilizce söyledi, Stefan anladı.Ne diyebilirim, haklısınız dedi. Mahcup birgülümseme belirmişti dudaklarında. Bu açıdan şanslıbir adam sayılabilirim.Yeniden bana dönecekti ki, dikkatini arkadaşımdanalmaması için, Bugün Nesrinin doğum günü dedim.Öyle mi? dedi abartılı bir tavırla. Nice yıllara... Hazırlıksız yakalanmıştı, çevresine bakındı. Size bir
  • hediye vermeliyim... Sizin için bir şarkı çalalım...Đstediğiniz bir parça var mı? Heyecandan Nesrinin eliayağı birbirine dolanmıştı.Lütfen, hiç gerek yok diyecek oldu, ama Stefanvotkasından bir yudum daha aldıktan sonra ayağakalkmıştı bile.Sizin sevdiğiniz bir parçayı eminim ben de severimdemek zorunda kaldı Nesrin.Stefan barda sahne yorgunluğunu atmaya çalışanorkestra arkadaşlarına yöneldi. Onlara bizi gösterdi,arkadaşları ilgiyle masamıza baktılar. Aralarında kısabir konuşma yaptıktan sonra, hep birlikte sahneyeçıktılar. Stefan, elinemikrofonu aldı.Programımız bitmişti. Ancak bu gece aramızdadoğum gününü kutlayan genç bir bayan var. Ona birarmağan olarak Teach Me Tonight adlı şarkıyıçalıyoruz dedi.Nesrine baktım, gözleri ışıl ısıldı, arkadaşım mutlulukiçinde yüzüyordu. Az önce masamdan kovmayahazırlandığım kızıl saçlı trompetçiye içimdenteşekkürler ediyordum. Şarkı boyunca Nesrinin sesisoluğu kesildi. Şarkı bitince de çılgınca alkışladı.Stefan senden hoşlandı dedim.Nesrin şefkat dolu gözlerle baktı.Ah benim altın kalpli arkadaşım dedi sonra. Sen kimikandırıyorsun. Onun ilgilendiği biri varsa o da sensin.Benim gibi o da anında fark etmişti gerçeği. Hangikadın fark etmez ki ? Hemen inkâra kalkıştım. Hiç dedeğil. Söylediklerini duymadın mı? Beni birine benzetti
  • ilgisi bu yüzden. Oysa senin için orkestrayı toplayıpşarkı bile söyledi.Yapma Ayşecim, ikimiz de çocuk değiliz. Hem dertetme, onun benimle ilgilenmemesi umurumda biledeğil.Benim de değil.Hınzır bir gülümseme belirdi, gülkurusu bir rujlaboyanmış ince dudaklarında.Belki de olmalı. Yaşamı akıllıca çizilmiş bir bina planıolarak gören şu senin mimar Đlhandan daha eğlencelibirine benziyor. Üstelik gizemli de... Teşekkürederim Nesrincim almayayım, ama sen... Yok kızım, beni hiç düşünme. Erkekleri senden dahaiyi tanırım, bu Almanla hiç şansım yok. Adamın gözüsenden başkasını görmüyor, farkında değil misin ?Aslında komik bir durumdu. Sanki ortada nefis biryemek var da birbirimize ikram ediyor gibiydik. Ama oanda hiç de eğlenceli gelmiyordu bana.Bu konuyu kapatabilir miyiz ? diyerek geri çekilmekistedim. Adam içkisini içtikten sonra kaçalım zaten,vakit geç oldu. Sabah erkenden bir müşteriylerandevum var.Nasıl istersen dedi Nesrin, ama dudaklarındaki ohınzır gülümseme kaybolmamıştı. Bense gerçektende bir an önce bu bardan ayrılmak istiyordum.""Pardon" diyerek Ayşenin konuşmasmı böldü Rafo.Genç kadının kafasındaki yüzler, sesler, renklerkayboldu, birden şimdinin gerçeğine, bu geceyedöndü. Bilmediği bir dünyada gözlerini açmış gibi,şaşkın, ne oldu dercesine baktı barmene.
  • Rafo, barın son müşterilerini işaret ediyordu."Hesabı istiyorlar, halledip geliyorum."Barmen müşterilerine yönelirken, Ayşe de müziğinkesildiğini fark etti. Teklifsizce tezgâhın arkasınageçti. Miles Davisi çıkarıp, Chet Bakerın CDsinikoydu. Önce bir piyanonun gecenin içinde bellibelirsiz duyulan titreşimleri geldi, ardından ChetBakerın yumuşak sesi barı doldurdu. "Time, aftertime... "Hesabı alıp, müşterileri uğurlayan Rafo, kimse gelipbu güzel sohbeti bozmasın diye barın kapısını dakapattıktan sonra, yeniden tezgâha dönmüştü."Güzel seçim" diye söylendi. "Hüzünlü bir hikâye içinhüzünlü bir müzik.""Öyle olduğu için koymadım, Chet Bakerı çokseverim. Ama bayıyorsa... ""Kalsın kalsın" dedi Rafo. "Ben de severim. Bırakçalsın... Đstersen gel şu masaya geçelim. Böyleiskemlenin üzerinde yorulacaksın."Ayşe barmenin önerisini kabul etti. Kadehlerini alıp,buraya geldiğinde Ayşenin her zaman oturduğupencere kenarındaki masaya geçtiler. Ayşe hepoturduğu iskemleye kuruldu, Rafo ise bir zamanlarStefanın oturduğuna. Ayşe kederlenir gibi oldu, amaRafo onu kendi haline bırakmadı."Ee, en son bir an önce bardan gitmek istediğinianlatıyordun.""Evet" diye hatırladı Ayşe, "Nesrini de alıp kaçmakistiyordum." Genç kadın sürdürecekti ki, Rafo yinearaya girdi.
  • "Kusura bakma lafını bölüyorum ama, hiç meraketmedin mi?" "Stefanın beni kime benzettiğini mi ?"Rafo evet anlamında başını salladı."Etmez miyim? Ama yanımda Nesrin olduğu için okadar çok gerilmiştim ki, o masada Stefanın nelerhissettiğini bile tam anlayamamıştım. Eve gidincebunun farkına vardım." "Yani Stefanı düşünmeyebaşladın... ""Düşünmeye başladım, çünkü o gece masadankalkarken Stefan yanımıza gelip, bizi ertesi gece baradavet etti. Nesrin hemen kabul etti. Ben neyapacağımı bilmiyordum. Gitmemem gerek diyedüşünüyordum... ""Ama geldin" dedi Rafo çok bilmiş bir edayla. "Ogeceyi çok iyi hatırlıyorum. Simsiyah bir elbisegiymiştin, boynunda kırmızı bir fular vardı.""Kırmızı değil, turuncu" diye düzeltti Ayşe. "Oh be"diye ekledi şakayla karışık. "Sonunda bir şeyi deyanlış hatırladın.""Senin turuncu fular loş ışıkta kırmızı görünmüşgözüme" diye mırıldandı Rafo. Sanki kendi kendineaçıklıyor gibiydi.Ayşe dostça dokundu Rafonun eline, "Boş ver ya!"dedi kalender bir sesle. "Ha kırmızı, ha turuncu, nefark eder? Kaç erkek senin kadar ayrıntılara dikkateder ki ?"Bunu söyler söylemez de baltayı taşa vurduğunuanladı. Belki de Rafo erkek olarak tanımlanmaktanrahatsızlık duyuyordu. Ama Rafo hiçbir alınganlık
  • belirtisi göstermedi. Barmenin aklı hâlâ fularınrengindeydi."Diyorum sana, ışık beni yanıltmasaydı fularınıngerçek rengini söylerdim.""Neyse, zaten kırmızıya yakın bir turuncuydu" diyerekişi tatlıya bağladıktan sonra hikâyesine döndü Ayşe."Evet, ertesi gece bara geldim. Hem de hatırlayacağıngibi tek başıma. Çünkü o ge-ceyansı mucizeyebenzer bir gelişme oldu. Bardan ayrıldıktan sonraNesrini evine götürmesi için bir taksiye bindirdim. Bende Cihangirdeki dairemin yolunu tuttum. Nedenbilmem içimden yürümek gelmişti. Ama ne yalansöyleyeyim yol boyunca Ste-fanın teklifini düşündüm.Gitmem, olur biter diyordum, fakat her seferindeyeniden onun teklifini düşünürken buluyordumkendimi. Eve yeni girmiştim ki cep telefonum çalmayabaşladı. Arayan Nesrindi. Sesi sevinç içindeydi.Ayrıldığı sevgilisi onu aramış, doğum gününükutlamıştı. Dahası görüşmek istediğini söylemiş,bizimkini ertesi gece yemeğe davet etmişti. Nesrin biranda unutmuştu Stefanı.Peki, bar ne olacak ? Trompetçiye yarın gelirim dedindiyerek anımsattım.Kızım sen sahiden de salaksın diye çıkıştı bana.Herif beni değil, seni istiyor. Ayıp olmasın diye benide çağırdı. Asıl davet edilen sensin. Anlamadın mıhâlâ?Anlamıştım anlamasına da arkadaşımı kırmamak içinaptal rolü oynamayı sürdürüyordum. Ama sevgilisineyeniden kavuşan Nesrinin kırılmak gibi bir derdi
  • kalmamıştı. Şimdi ben ne yapacaktım ? Nesrine görene yapacağım belliydi. Süslenip püslenip yarın gece obara gitmeliydim. Sonrası... Sonrasını zamangösterecekti. Kendisi olsa böyle bir fırsatı aslakaçırmazmış. Ben ortalıkta kaçırılmayacak bir fırsatfilan görmüyordum... " Bakışları Rafonun gözleriniaradı, bulunca da, "Ama haklısın" dedi. "Ste-fanınbeni benzettiği kadım çok merak ediyordum. Belki okadını değil de Stefanın hikâyesini... Her neyse...Zaten ikisi de aynı kapıya çıkar."Rafo, onu sinirlendiren çok bilmiş hale bürünüp,"Sanmam, ikisi aynı kapıya çıkmaz" demeseydi Ayşeanlatmayı sürdürecekti. Ama Rafo bir ilişkiuzmanıymış gibi kendinden emin bir tavırla, "EğerStefan, seni o kadına benzettiği için yanmagelmeseydi, sevdiği kadını arayan Stefanıngözlerindeki heyecanı, kederi görmemiş olsaydın,Stefanın hikâyesini merak etmezdin" deyince Ayşeöfkelenmeye başladı. Barmen durumdan habersiz,ısrarla konuşmasına devam etti."Sen demedin mi kızıl saçlılardan hoşlanmam diye ?O kadın senin Stefanı düşünmene, merak etmene yolaçtı. Belki de bir şekilde o kadınla özdeşleştin. Ya dao kadın olmayı istedin."Bu sözler Ayşe için bardağı taşıran son damlaydı. Okadınla kıyaslanmak, bütün cinleri tepesine toplamayayetmişti."Đşte şimdi saçmaladın... Neden o kadın olmakisteyeyim ki?"
  • Normalde Rafo karşısındakinin durumunu çabuk farkederdi, ama o da kendini tartışmanın heyecanınakaptırmıştı, hiç duraksamadan yapıştırdı yanıtı:"Onun kadar çok sevilmek için tabiî. Stefanın tutkususeni de etkiledi. Birinin senin için de aynı duygulanhissetmesini istedin... ""Hiç de değil" diye çıkıştı Ayşe. "Sadece merak ettim.Hepsi bu."Rafo, genç kadının öfkelenmeye başladığını şimdifark etmişti."Tamam tamam Ayşecim, öyle olsun" diyerek alttanalmaya çalıştı...Ama artık ok yaydan çıkmıştı, Ayşe öyle kolay kolayyatışaca-ğa benzemiyordu."Öyle olsun değil, öyle" diye meydan okudu."Tamam tamam öyle... Kızma hemen canım. Bensadece tahminde bulundum." "Yanlış, yanlış tahmindebulundun."Ödünsüz, anlayışsız, adeta kavga eder gibikonuşuyordu Ayşe. Belki de aylardır içinde biriktirdiği,kimseye açamadığı öfke sonunda patlamış, hiç haketmediği halde bunun bedelini de zavallı Rafoödemek zorunda kalmıştı."Peki yanlış tahminde bulundum, özür dilerim... " dediRafo. "Bak cidden, özür diliyorum... " Dudaklarınamasum bir gülümseyiş yerleştirip, şirin görünmeyeçalıştı. "Evet, nerede kalmıştık, sen sadece merakettiğini söylüyordun."Ayşe adamdan bakışlarını kaçırdı, gözleri barın enkaranlık köşesine takılmıştı.
  • "Neden burada oturmuş seninle konuşuyorum ki" diyehomurdandı. Kalkmaya hazırlanıyormuş gibi bedenigerginleşmişti. "Sen kimsin ki, sana bunlarıanlatıyorum."Rafo incinmişti, ezik bir ifade belirdi bakışlarında.Karşılık vermedi. Sadece baktı. Ama bu bakışlarAyşenin gerginliğini artırmaktan başka bir işeyaramadı."Yok" dedi çantasına uzanarak, "ben gidiyorum."Ayşenin çantaya uzanan elini yakaladı Rafo usulca..."Çok özür dilerim, ne olur gitme. Seni kırmakistemedim. Đnan bana seni kırmak istemedim." Ayşeelini çekti, ama kalkmak için de acele etmedi. Rafoyaçok kızmış olmasına rağmen, içinde, derinlerde biryerlerde yaşadıklarını anlatma isteği bir kalp gibi hâlâheyecanla atmayı sürdürüyordu. "Lütfen" diye yalvardıRafo. "Lütfen kal. Affedersin, benim konuşmam böyle.Biraz sivri dilliyim işte." "O zaman diline dikkat et."Açıkça adamı azarlamaya başlamıştı. "Đnsanlarınduygularına özen göster." "Söz, bundan sonra senikıracak tek bir kelime bile çıkmayacak ağzımdan."Ayşe güvensiz gözlerle bakıyordu. "Valla... Artık abuksabuk sorularla canını sıkmayacağım... ""Anlamıyorum" diye azarladı Ayşe, "bir an dostummuşgibi davranıyorsun, ama fırsatını bulur bulmaziğneliyorsun." "Ne desen haklısın ama... "Ayşenin onun açıklamalarını dinlemeye hiç niyetiyoktu."Bana karşı iyi olmak zorunda değilsin Rafo" diyerekçemkirdi Rafoya. "Nasıl düşünüyorsan öyle davran."
  • "Öyle davranıyorum zaten... Bak valla artık dikkatedeceğim."Ayşe ikna olmuşa benzemiyordu, ama bir dahaçantasına uzanmadı. Bundan cesaret alan Rafo,"Evet, Stefanı düşünmeye başladığını söylemiştin... "diyerek yılışık bir gülümsemeyle genç kadınıhikâyesini anlatmaya davet etti.Ayşe gülümsemedi, ama hikâyesine kaldığı yerdendevam etti; önce tutuk tutuk, sonra öyküsüne kendi dekapılarak."Stefanı düşünmüyordum, belki sadece olanlarımerak ediyordum. Stefanın başından geçenleri,yaşadıklarını... O kadın kimdi? Stefan neden onuarıyordu? Bir aşk meselesi olduğu belliydi, ama bunasıl bir hikâyeydi?"Derin bir soluk aldı. Kötü bir gerçeği kabul etmişgibiydi. "Evet" dedi, "itiraf etmek gerekirse Stefanıngözlerindeki keder, belki buna acı demek daha doğruolur, beni etkilemişti. Yine de ertesi gece bara gitmekararı almak kolay olmadı. Daha doğrusu bara gitmekararı hiç almadım. Ertesi sabah, Stefanı da, davetinide düşünmemeye çalışarak işe gittim. Sakingünlerden biriydi, birkaç müşteri geldi, alıcı değillerdi.Satılık eşyalara dokunup, fiyatını sorup, sonra çekipgiden takımından. Öğleden sonra Nesrin aradı. Neyekarar verdiğimi soruyordu. Gitmeyeceğim dedim.Bu kez üstelemedi. Sadece, Önemli bir fırsatıkaçmyorsun demekle yetindi. Onun telefonunukapadıktan sonra Đlhanı aramak geçti içimden.""Đlhan? O da kim?" diye sordu Rafo. "Anlattım ya,
  • çıktığım adam. Çok iyi bir mimar demiştim." Barmenhâlâ çıkaramamıştı. Ayşe bu fırsatı kaçırmadı. "Haniçok kuvvetliydi belleğin... " diye soktu lafı. Rafoaldırmadı, sakince açıkladı:"Biriyle tartışınca, yani kriz anlarında kafayıtoplamakta zorluk çekiyorum, ama Đlhanı hatırladım.Şu çok iyi anlaştığınız, makul çocuk." "Makul çocuk"diye yineledi Ayşe... "Yanlış bir şey mi söyledim ?""Yok yok" diye gülümsedi Ayşe, "sevdim bu tanımı.Makul çocuk ha... Evet, Đlhanı, senin deyiminle makulçocuğu arayayım diye geçirdim içimden. Böylece düngeceden beri kafamı kurcalayan Ste-fandan ve onunmeşhur davetinden tümüyle kurtulabilecektim.""Çivi çiviyi söker" diye mırıldandı Rafo."Ben de aynen öyle düşündüm. Çivi çiviyi söker. Amabu işler biraz da şansa bağlı. Đlhan Đstanbulda değildi.Bir konağın iç restorasyonu için Safranboluya gitmişti,iki gün sonra dönecekti." Rafo güya konuşmamayasöz vermişti, ama kendini tutamadı."Kusura bakma yine konuşmanı böleceğim... YaniĐlhan Đstanbulda olsaydı bu iş olmayacak mıydı ?" "Enazından o gece bara gitmezdim... "Rafo kuşkuyla çenesini kaşıdı, ama Ayşeyikızdırmaktan korktuğu için sesini çıkarmadı. "Đlhanlabuluşamayacağımı anladıktan sonra bile baragitmeyeceğimi düşünüyordum." Barmeningözlerindeki kuşkulu ifadenin kaybolmadığım görenAyşe, "Tamam" diye düzeltti, "belki de kendimikandırıyordum. Belki de bara gitmeye karar vermiştimde engel olacak birini bul-
  • maya çalışıyordum. Ama en yakın arkadaşım Nesrinsevdiği adamla buluşacaktı, îlhan ise kilometrelerceuzaktaydı. Olsun, diyordum kendime, akşam oluncaevime erkenden gider, kendime enfes bir makarnayapar, yanma da şöyle ılık bir kırmızı şarap açarkeyfime bakarım. Yaptım da; dükkânı herzamankinden erken kapattım. Balık Pazanna uğrayıpmakarna için sos malzemesi aldım. Eve gidincePuccininin Madama Butlerflymı CD çalara yerleştirip,mutfağa geçtim. Keyfim yerine gelmişti. Makarnanınsuyunu ateşe koyup, sosunu hazırladıktan sonrasanki çok değerli bir misafirim gelmiş gibi en güzelörtüyle kapladım masamı. En kaliteli tabaklarımla,kristal kadehimi çıkardım, masanın ortasına bir demum yaktım. Mutlu olduğumu düşünüyordum,kendimi mutlu hissetmek istiyordum. Zaten benyemek yaparken hep mutlu olurum."Rafonun gözlerinde hayranlık parıltüan belirmeyebaşlamıştı."Ünümü sen de duymuşsun" dedi Ayşe. "En güzelyaptığım yemek makarnadır. Ama yemeğin güzelolması aşçınm ustalığı kadar, işlerin rast gitmesine debağlıdır. Ocağm ısısından makarnanın kalitesine,sosun acısından yağm kıvamına kadar, lezzetioluşturan ne varsa, onların uyumu gereklidir. Aşçı bumükemmel uyumu sağlamaya çalışır. Ancak bazenişler aşçınm kontrolünden çıkar. Kendi yazgısmıyazan insanlar gibi yemek de kendi lezzetini belirler.O akşam şanssız günümde olmalıyım ki makarnaberbat olmuştu. Ne sosun kıvamı tutmuştu, ne
  • makarna istediğim kadar sert olmuştu. Tabağımdasanki makarna yerine salçayla karıştırılmış bir pelteduruyordu.""Çünkü kafan karışıktı" diye yine burnunu soktu Rafo."Laf aramızda yemek yapmayı ben de çok severim.Aşçılığın ne kadar zor bir meslek olduğunu çok iyibilirim. Yemek yaparken kafan başka yerde olursa,omlet pişirsen bile lezzetli bir şey çıkmaz ortaya. Đyiyemek, aklını da yüreğini de işe katmanı ister.""Tamamen öyle... " diye onayladı Ayşe. "Ne kadarunutmaya çalışsam da Stefan aklımdaydı. Ama bugerçekle yüzleşmek istemiyordum. Çıkıp dışarıda yer,eve dönerim dedim. Oysa dışarı çıktığımda, yolumunmutlaka bu bara düşeceğini hissediyordum. Bunedenle olsa gerek o siyah elbiseyi giydim, o turuncufularıtaktım.""Çok da yakışmıştı sana." Tıpkı bir kadın gibiimrenerek mınl-danmıştı Rafo. "Bilinmez bir dünyadangelen, gizemli bir kadm gibi görünüyordun." Birkahkaha döküldü Ayşenin dudaklarından. "Abarttınama Rafo.""Yoo, hiç abartmıyorum. Bardaki bütün erkeklerdönüp sana bakmıştı içeri girdiğinde. Tabiî Stefan da.""Gönlümü almak için böyle söylüyorsun.""Hiç de değil. Daha ilk akşamdan gözlerini kapıyadikmiş birini beklerken gördüm onu. Ancak sen içerigirdiğinde trompetiyle uğraşıyordu. Yanındakiarkadaşlarından biri -sanırım kontrbasçı Kerim-dürtükledi onu. Stefan seni gördü ve öylece kaldı."
  • "Yine öteki kadma benzetmiştir beni... ""Haksızlık ediyorsun, o gece hep seninle ilgilendiadamcağız."Ayşe bir an dalgınlaştı ama kendini bırakmadı."Herhalde aradığı kadının bir yakını olabileceğimeinanıyordu hâlâ.""Sanmam, hem o gece ne düşündüğünü sanasöylemiş olması lazım. O kadar zaman birlikteyaşadınız. Anlatmadı mı ?""Anlattı anlatmasına da hep bölük pörçük... hepbenden bir şeyler sakladı. Sonunda gerçeğiaçıklarken bile yüreğini tümüyle açmadı. Hep biruzaklık, hep bir uçurum kaldı aramızda... " Rafonunela gözleri koyulaştı. "Çok acı çekmiş olmalısın... "Ayşe sanki önemli bir açıklama yapacakmış gibiheveslendi, ancak vazgeçti. Kafasındaki düşünceyikovarak, "Evden çıktığımı anlatıyordum" dedi. "Çıktım,Beyoğlunda Zencefil diye bir restoran var." "Bilmezmiyim ?" diye tamamladı Rafo. "Enfes yemekleryapıyorlar.""Oraya gittim, yapmayı beceremediğim makarnanınen lezzetlisini orada yedim. Şarap da fena değildi.Makarnamı yerken arkadaşlarla karşılaştım.Manhattan Bara gidiyorlarmış, konser varmış, beni dedavet ettiler. Yorgun olduğumu, eve gidipuyuyacağımı söyledim. Buna kendim de inanıyordum,oysa içimde eve gitmeyeceğimi söyleyen bir sesvardı. O sese kulak asmadım. Kahvemi içip yürümeyebaşladım. Đstiklale ulaşıp, çalkalanmakta olan insankalabalığını görünce duraksadım. Eve gideceksem
  • sola, buraya geleceksem sağa dönmeliydim. Bu kadarkolay karar verişime kendim de şaşarak sağadöndüm. Dün geceden beri kendime verdiğimsözlerden bu kadar kolay dönmüş olmamaaldırmadan arsızca bara yürüdüm.""Aslında bara girdiğinde o kadar da rahatgörünmüyordun" dedi Rafo. O geceyi yaşıyormuş gibigözlerine bir canlılık gelmişti. "Adım atışından çevreyisüzüşüne kadar bütün bedenine sinmiş bir tedirginlikvardı. Öte yandan kendine duyduğun güvenle dikdurmaya çalışıyordun."Ayşe bir kez daha şaşırmaktan kendini alamadı."Ne kadar dikkatle izlemişsin beni!""Çünkü sen bir yabancıydın... Hem de ilginç biryabancı."Ayşenin gözlerini keder bürüdü."Đlginç olup olmadığımı bilmiyorum, ama yabancıolduğum doğru." Sesi, kötü yazgısını kabul etmişbirinin uysallığı içindeydi."Evet, ben bir yabancıydım. Hep de yabancı olarakkaldım. Stefan benimle ilgilenmeye başladıktan sonrabile yabancılıktan kurtulamadım. Çünkü hiçbir zamanaranıza tam olarak kabul edilmedim." "Öyle söyleme...îşte oturup konuşuyoruz ya." Acı acı güldü Ayşe."Tıpkı bir yabancıyla konuşur gibi. Hiç tanımadığınbirinin başına da kötü bir iş gelse, senin gibi birileriçıkıp onunla konuşmayı dener. Çoğunlukla da yardımiçin değil, meraklarını gidermek için... " Rafo alınır gibioldu.
  • "Benim öyle olmadığımı biliyorsun... " dedi kırılmış birsesle. Ayşe umursamadı. "Gerçekten mi?" Đçtenlikleyanıtladı Rafo."Gerçekten... Elimden gelirse sana yardım etmek... "Ayşe kararlı bir tavırla kesti adamın sözünü."Bana yardım etmek istediğini filan sanmıyorum. Sen,Stefana ne olduğunu öğrenmek istiyorsun. Beni değilStefanı önemsiyorsun. Stefan olmasaydı beni meraketmezdin bile. Tıpkı bana benzeyen o kadın olmasa,benim Stefanı merak etmeyeceğim gibi... ""Bunu ben söylediğimde kabul etmemiştin ama" dediRafo. Ayşenin nezaketten uzak konuşması onu dagerginleştirmişti."Doğru, etmemiştim. Öyle pat diye söylenince gerçeğikabullenmek zor oluyor. Neyse konumuz bu değil...Zaten ben de senden yardım istemiyorum.Yaşadıklarımı anlatıyorum, çünkü içimden öylegeliyor. Tamam kabul ediyorum, anlatmamı senistedin. Sen başlattın, bana kalsa konuşmazdım, amaşimdi fark ediyorum ki anlatmak hoşuma gidiyor. Hoşagitmek de değil, sanki geçmişi yeniden yaşar gibioluyorum. Bu iyi bir şey mi, bilmiyorum. Sadeceanlatmak istiyorum. Bana iyilik meleğiymişsin gibidavranmana gerek yok. Merak ettiklerini anlatacağımzaten.""Haksızlık ediyorsun... inanmayabilirsin ama senigerçekten de sevdim.""Hiç tanımadığın birini nasıl seversin?" diye çıkıştıAyşe."Seni hiç tanımadığım doğru değil."
  • "Ne yani, hakkımda araştırma mı yaptırdın?""Tabiî ki hayır. Ama gözümün önündeydiniz.Ayrıntılardan haberim olmasa da, bu serüvendekaybeden kişinin sen olduğunu biliyordum. Ben herzaman kendimi kaybeden tarafa yakın his-setmişimdir.""Yani ta başından beri beni izlerken, en küçük birhareketimi bile kaçırmazken, bunda Stefanaduyduğun... " Sevginin diyecekti, bu sözcüğüyakıştıramadı. "Bunda Stefanaa duyduğun ilginin"diye sürdürdü, "etkisi olmadı?.. "Rafo bakışlarını kaçırdı, içkisinden bir yudum aldıktansonra yanıtladı."Haklısın, Stefandan hoşlanıyordum. Daha önce desöyledim, bu duygunun ne olduğunu ben deçözebilmiş değilim. Aslında seninle ortak yanlarımızda var. Ben de senin gibi, kızıl saçlı erkeklerden pekhoşlanmam. Beni Stefana çeken aradığı o meçhulkadın da değildi. Mutluluğu bir an için bulup, sonrasonsuza kadar yitirmiş olan ruhuydu... Onun şaşkın,üzgün ve hep bir arayış içinde olan haliydi... Onu birsevgiliden çok bir arkadaş, belki bir erkek kardeş gibigörüyordum... "Ayşenin kara gözlerindeki öfke bulutlan tümüylegeçmese de hafifçe dağılmaya başlamıştı. Bunu farkeden Rafo iyice cesaretlendi. Sesine belli belirsiz birsitem bile kattı."insanların çoğu benim gibilerin erkek vücudunavurgun seks makineleri olduğunu düşünür. Yanlış, bizde sizler gibiyiz. Yalnızca bedenden oluşmuyoruz,
  • bizim de ruhumuz var. Sen nasıl ki her önüne gelenleilişki kurmuyorsan, ben de önüme çıkan her erkeğiyatağa atmaya çalışmıyorum. Onun için nelerhissettiğimi tam olarak çözemedim, ama Stefanısadece yatağa gidilecek bir erkek gibi görmediğimirahatlıkla söyleyebilirim. Evet, onu merak ettiğimdoğru, çünkü birdenbire ortadan kayboldu. Hiçkimseyle vedalaşmadı bile. Sadece patrona telefonedip, işten ayrıldığını söylemiş. Seninle konuşmuşolmasa, başına kötü bir iş geldiğinden bilekuşkulanabilirim.""Kötü bir iş mi?" diye durdurdu Rafoyu Ayşe. "Nedemek istiyorsun ?"Gözlerinin derinliklerinde tedirgin parıltılar belirmişti."Yani biliyorsun, burası Beyoğlu, hırsızı, katili... ""Katili mi?" dedi Ayşe. Aklı, uğursuz, lanetli, kötü birolasılığa takılmış gibiydi; bakışları Rafoyu delipgeçmişti."Yok mu?" diye sordu Rafo. "Her gün kaç cinayetişleniyor burada." Ayşenin tedirginliği artaraksürüyordu açıkça sordu: "Bildiğin bir şey mi var,yoksa... ""Bildiğim bir şey yok! Dur, hemen kötü şeyler getirmeaklına. Hem Stefanı kim öldürmek isteyebilir ki ?"Saptamasından emin olamamıştı, Ayşeye ısrarlabaktı..."Öyle değil mi?"Ayşe konuşmak istemiyordu, bakışlarını kaçırdı."Herhalde öyledir... "
  • Yanıtı doyurucu bulmayan Rafo üsteledi. "Giderkenseninle açıkça konuştu değil mi ?" Ayşe yine Rafonunyüzüne bakmadan yanıtladı."Hayır konuşmadı." Az önceki heyecanı yenidenumursamazlığa bırakmıştı yerini. "Sadece bir mektupbıraktı... ""Mektup... Ama olanı biteni anlatıyordu... "Stefanın bıraktığı mektubu yeniden okur gibi olduAyşe."Topu topu beş satırlık bir mektuptu" dedi. "Ancakolanı biteni daha önce anlattığı için o beş satıryeterliydi."Genç kadının duraksadığım fark eden Rafo, "Ama senikna olmadın" dedi."Niye böyle düşünüyorsun ?""ikna olsaydın, onu aramayı sürdürmezdin... ""Ben onu mu arıyorum ?""Aramıyor olsan burada işin ne ?""Özlediğim için geliyor olamaz mıyım ? Anıları dahaiyi hatırlayabilmek için... " "Sanmıyorum, sen hâlâumudunu yitirmedin. Bir gün onu bu barda bulacağınıdüşünüyorsun." "Neden burada bulacağımıdüşüneyim ? Gelecek olursa evimi biliyor... Hem...hem ben onu burada kaybetmedim ki?""Ama burada buldun... insanoğlu öyledir. Olaylarınyineleneceğini sanır. Onu burada bulduğun için birgün yine buradan hayatına gireceğini düşünüyorsun.Düşünüyorsun değil de öyle hissediyorsun, öyleolmasını istiyorsun."
  • Deminden beri Rafonun yorumlarım sakin bir tavırladinleyen Ayşenin sonunda biçimli kaşları çatıldı."Benim ne düşündüğümü, ne hissettiğimi nasılbilebilirsin?"Genç kadının yeniden öfkeleneceğinden korkan Rafoyumuşar gibi oldu."Kesin olarak bilemem tabiî... Benimkisi sadecetahmin. Amatahminlerimde pek yanılmam."Bu defa kızmadı Ayşe, "Öyle olsun" demekle yetindi."Evet, nerede kalmıştık? Tamam, bara ikinci gelişimianlatıyordum. Senin de fark ettiğin gibi Stefan o gecebeni ayakta karşıladı. Gece boyunca da süreklisorular sordu. Açıkça söylemese de aradığı kadınlabir yakınlığım olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.""Peki sen, o kadının kim olduğunu sormadın mı?""Sormadım. Aslına bakarsan, sorsaydım hiç de tuhafkaçmazdı. Çünkü bir anlamda bizi tanıştıran o tuhafkadındı, yine de sormadım. Sormayı istemediğimdendeğil, bunu kendime yediremediğimden."Uygun anın geldiğini düşünen Rafo, konuşmayabaşladıklarından beri tekrarladığı tezi bir kez dahagündeme getirdi:"Yani o kadınla aranızda bir mücadele başlamıştı."Kısa bir suskunluk oldu. Elle tutulacak kadar belirginbir sessizlik."Buna mücadele demek doğru mu bilmiyorum" diyeaçıkladı Ayşe. Kendi kendine konuşur gibiydi: usulcave içten. "Evet, hiç görmediğim, belki de hayatımboyunca hiç görmeyeceğim o kadınla aramda bir
  • çekişme, bir gerilim başlamıştı. Tabiî kadının haberiyoktu bundan, belki de hiç olmayacaktı. Tek kişilik birşeydi bu. Bir hayalet gibi her zaman Stefanla aramagiren o kadına karşı yürüttüğüm tek kişilik birmücadele... "Sustu, parmakları önündeki kadehin kenarındagezindi. Ayşenin sözlerini tamamlamadığını hissedenRafo da lafa karışmıyor, içkisini içtikten sonrasürdürecek diye düşünüyordu. Ayşe içkisini içmedenbaşladı konuşmaya."O gece kendimi tutmayı başardım. Kadını çıldırasıyamerak etmeme rağmen tek bir soru bile sormadım.Stefan ise o gece hakkımda epeyce bilgi edindi.Ancak o da mutlu sayılmazdı, çünkü tanımak istediğikadın ben değildim, ötekiydi. Benden öğrendiklerinin okadınla alakası yoktu. Çünkü o kadın, benim ne biryakınım ne de akrabamdı. Stefan bunu fark ettiğinde,bana olan ilgisi bitecek diye düşündüm. Böyle olursaüzüleceğimi hissettim. Öte yandan sağduyum keşkeöyle olsa diyordu. Böylece hiç bulaşmadan, belanınyanından geçmiş olurdum."Rafo sessizce gülmeye başlamıştı."Neden gülüyorsun ?""Kusura bakma! Biliyorum komik değil aslında. Aynıduyguları ben de yaşadım... insan kendini nasılçaresiz, nasıl kararsız hissediyor, o aklıma geldi de..." Ayşe imrenerek baktı barmene."Keşke senin yerinde olabilsem... Uzaktan bakabilsemolan bitene... Ben gülüp geçemiyorum... " Gülmeyi
  • kesti Raf o, içten, merhamet dolu, şefkat dolu biranlam belirdi gözlerinde."Biliyorum... Biliyorum yara çok taze, ama geçecek... "Sessiz kalmıştı Ayşe, sadece "geçer mi" dercesinebaktı; inanmadığı halde inanmak istiyormuş gibi...Uzanıp, Ayşenin koluna dostça dokundu Rafo."Geçecek, her şey geçer, hepsi geçer. Hatta sonra,çok sonra anılar hükmünü yitirdikten, onu iyiceunuttuktan, içindeki acının yerini kocaman bir boşlukaldıktan, keşke geçmeseydi dedikten sonra, keşkeacısını bir hastalık gibi yüreğimde taşısaydım desenbile geçer. Zaman insanla oynamayı seven hem zalimhem de merhametli bir tanrıdır. Ona karşı çıkamazsın,yapman gereken beklemek. Onun, derin bir unutuşlabizi rahatlatacak örtüsünü üzerimize örtmesinibeklemek... ""Ne güzel konuştun be Rafo..." dedi Ayşe.Hayranlığını gizlemeye gerek duymamıştı. "Şairolacak adammışsın... " Đşi şakaya vurdu Rafo."Aşk olsun Ayşe, bu tür konuşmalar yaptığımdaherkes beni filozofa benzetir, sen tuttun şair yaptın."Ayşe açıklama gereği duydu."Bence şairler, ama gerçek şairler, filozoflardan dahabüyüktür, o yüzden... ""Şaka şaka Ayşecim... içimden gelenleri söylüyorum.Biraz da duyduklarımı. Biliyorsun buraya yazan,ressamı, felsefecisi gelir. Bazen de yalnız gelirler, işteo zaman bir iki kadeh de devirince, çeneleri açılır.Gerçi onlar konuşmasa da ben kışkırtırım ya...Görüyorsun işte konuşmadan duramıyorum. Onlar da
  • başlarlar atıp tutmaya... Şu romancı şöyle demiş, bufelsefeci böyle demiş. Senin anlayacağınsöylediklerimin çoğunu onlardan öğrendim... ""Başkalarından öğrenmiş olman doğru olmadıklarıanlamına gelmez. Bence sen bu sözleri onlardandeğil, yaşadıklarından öğrendin. Onlar sadeceaçıklamasını yaptılar.""Öyle diyorsan... Ama, bak, hikâye yine yarıda kaldı.""Ben şikâyetçi değilim" dedi Ayşe. "Senindüşüncelerini öğrenmek hoşuma gidiyor.""Az önce kızıyordun ama... ""Çünkü bazen sının aşıyorsun... " Karşısında biryakını varmışgibi bağışlayan bir tavırla başını salladı. "Yine deseninle konuşmak güzel... "Ayşenin söyledikleri aslında Rafonun çok hoşunagitmişti, ama sanki barda onlardan başka birileri varda duymalarından çekiniyormuş gibi fısıldayarak,"Öyle deme... " dedi. "Benim çenem bir düşersekonuşmaya fırsat bulamazsın.""Sanmam, Stefanı o kadar merak ediyorsun ki,gerekirse hiç sesini çıkarmadan saatlerce benidinleyebilirsin.""O kadar emin olma..." Ciddileşmişti. Ela gözlerindedalgın bir anlam belirdi. "Ama gerçekten de merakediyorum... "Rafonun Stefanla ilgili itirafları artık Ayşenin canınısıkmıyordu. Hiç beklemediği anda kazandığı bu yeniarkadaşın sözlerini ilgiyle dinliyordu.
  • "Evet, Stefanın öteki kadınla bir bağlantın olupolmadığını öğrenmeye çalıştığını anlatıyordun.""Öyle yapıyordu" dedi Ayşe. "Kaba bir davranıştı, amagözlerindeki keder, sesindeki umut, bir noktaya kadaronu anlayışla karşılamamı sağhyordu. Asıl şaşırdığımkonu ise gece boyunca benden aldığı yanıtlardanaradığı kadınla hiçbir bağlantım, hiçbir yakınlığımolmadığını anlamasına rağmen hâlâ benimleilgilenmeyi sürdürmesiydi. Bu, benim gözümde onudaha ilginç kılıyor, daha çok merak etmemisağlıyordu. Yoksa artık sadece benimle miilgilenmeye başlamıştı?.. Ama böyle düşünmektehlikeliydi, beni zayıf düşürüyordu. Hayallerekapılmama neden oluyordu. O yüzden hemenkovdum bu düşünceleri kafamdan. Hayır, o benimdeğil, hâlâ öteki kadının peşinde diye düşündüm.""Mantıklı düşünmüşsün" diyerek destekledi Rafo."Stefan belki hâlâ gerçeği kendisinden gizlediğinidüşünüyordu. Belki aradığı kadınla bir bağlantınolduğuna inanıyordu. Bir nedenle bunu onasöylemekten çekindiğini sanıyordu.""Ben de tam olarak böyle düşündüm. Hatta zamanzaman azalsa da bütün ilişkimiz boyunca bu duyguyutaşıdım.""Kötü olmalı.""Kötüydü, ama bilirsin, aşkı aşk yapan da budur."Rafo anlamıştı, ama emin olmasa gerek, yine desorma gereği hissetti."Hangi duygu?"
  • "Hangi duygu olacak, o derin düş kınklığı. Sen, onudeli gibi severken onun seni umursamaması... Ya dayasak savma kabilinden umursuyormuş gibigörünmesi. Hani istemiyorum, ama yan cebime koydurumu. Sen onun üzerine titrerken, onun bahanelerlesenden uzak durması. Senin sevgi dolu ataklarınaiçtenlikle karşılık verecek yerde, sudan bahanelerlegeçiştirmesi. Ama ilişkiyi ayakta tutan da bu karşıtlıkdeğil mi ?" Sanki söz konusu olan Ayşe değil dekendisiymiş gibi onayladı Rafo."Aynen öyle... Acılar, sancılar, kıskançlıklar, kendiniyemeler, boş umutlar, boş hayaller... işte aşk tamolarak bu. Artık bunu kavradım. Benimanlayamadığım, böyle olduğunu bile bile buyutturmacaya, aldatmacaya inanmamız. Bu tuhafkandırmacanm içinde yer almak için yanıptutuşmamız.""Đnsan yeryüzündeki yaratıkların en aptalıdır,dememiş miydi bir düşünür?"Rafo anımsamaya çalıştı, ama çıkaramadı. "Demişmiydi?""Dememişse bile, işte ben demiş oldum." "FilozofAyşe Hanım...""Ee sen filozof oluyorsun da ben niye olmayayım?""Ol tabiî... " Duraksadı Rafo. Sözcüklerini tartar gibiağır ağır konuşmaya başlamıştı. "Yine de aşkahaksızlık etmeyelim. Acı vermesi kadar mutluluğu davar. Keder kadar sevinç de veriyor. O kadar da kötüdeğil."
  • "Aşk hep kötü değil canım. Arada sırada mutlulukkırıntıları atıyor önümüze.""O kırıntıları küçümseme... Güzel bir an için bütünyaşamını feda edecek ne insanlar var dünyada.Üstelik çok da haksız sayılmazlar. Đnsan âşık oluncayeniden doğmuş gibi oluyor. Sevdiğimiz insanın birbakışı, bir dokunuşu, seslenişi aklımızı başımızdanalmaya yetiyor. Nedenini, nasılını bilmiyorum, ama buolağanüstü bir mutluluk.""Olağanüstü, evet, yine de insanların mutluluğuaradıkları için âşık olduklarım sanmıyorum. Aşk, banaimkânsıza ulaşma çaba-sıymış gibi geliyor. Erişilmezolana dokunmak için imkânsızlıklar içinde debelenipdurmak... ""Đmkânsıza ulaşmak mı?""Belki duymuşsundur. Yunan mitolojisinde Androginosadlı bir varlık vardır...""Yoo ilk kez duyuyorum... Dedim ya, ben o kadarkültürlü bir adam değilim. Müşteriler ne anlattıysa o...""Neyse, bu başka bir tartışma konusu... Đşte buAndroginos bir tür insanmış. Dört kollu, dört ayaklı, ikibaşlı olarak yaratılmış, hem dişi hem erkek olan, herbakımdan kendi kendine yeten bir insan...Gel gör ki, bu mükemmel yaratığı tanrılarkıskanmışlar. Kıldan ince bir testereyle dişi ile erkeğibirbirinden ayırmışlar. Tanrılar onları ayırınca, dişi ileerkek ömürleri boyunca birbirlerini aramayabaşlamışlar. Đşte onların buluştukları an aşk çıkarmışortaya... "
  • Rafo etkilenmişti."Ne kadar güzel tarif ediyor aşkı... ""Güzel, üstelik romantik de, ama çok saçma. Çünküinsan hiçbir zaman öyle bir yaratık olmadı. Olmadığıiçin de aşk, imkânsızı aramaktan başka bir şey değil.Olmayacak bir düşün gerçekleşmesini hayal etmek... ""Ama sen o düşü gerçekleştirdin." "Gerçekleştirdimmi?"Sahiden öyle mi dercesine baktı Ayşe. Rafoyanıtlamayınca kendisi açıklamaya çalıştı, belki deanlamaya..."Düşümü gerçekleştirdiğimden de emin değilim. Böylebir düşüm var mıydı, yok muydu ondan bile emindeğilim. Kafam çok karışık. Daha da kötüsü eskidenStefanı düşündüğümde güzel, iyi, masumiyetle ilgiliduygular uyanırdı içimde. Coşkuyla, heyecanla,umutla dolardım. Şimdi büyük bir öfke var. Bazeninsanlıktan çıktığımı hissediyorum. Düşündüklerimbeni korkutuyor. Gel gör ki düşünmeden deedemiyorum." Ellerini çaresizlik içinde iki yana açtı."Olmuyor, beceremiyorum." Gülmeye başladı. "Bir deoturmuş aşkın saçma olduğunu anlatıyorum. Ben deen az aşk kadar saçmayım. Diyeceksin ki seni aşksaçma biri haline getirdi. Doğru ama ben dedirenemedim. Asıl tutarsızlık bende. Đnsan aptalca,anlamsız bulduğu bir tutkunun peşinden gider mi?Bak gidiyorum işte. Hâlâ onu arıyorum... Kafamkarışık, canım yana yana gecenin bir yarısında bubara geliyorum, ondan bir iz bulabilir miyim diye..."
  • Yine bir suskunluk başladı aralarında. Ayşekonuşmanın heyecanıyla unuttuğu müziği yenidenduydu. Hâlâ Chet Baker söylüyordu. Rafonun aklı iseAyşenin anlattıklanndaydı."Niye sustun?"Ayşe kendini toparladı."Tamam anlatıyorum" diyerek girdi söze. "O geceorkestra çalmayı bırakınca, ben de kalkmak istedim.Tuhaftır, Stefan panikler gibi oldu. Hiçkalkmayacağımı, hep yanında kalacağımı sanıyorgibiydi. Neden gidiyorsunuz ? diye sordu. Vakit geçoldu dedim. Saatine baktı.Oo, evet geç olmuş. Bekleyin, birlikte çıkalım.Aslında gecenin başından beri, bardan benimleçıkmasını bekliyordum ama, Programınız bitti mi?diye sormak gereği hissettim. Bitti dedi. Bu kadarçalışmak yeter.Birlikte çıktık. Mart ayının başıydı, ama dışarıda ılıkbir gece vardı. Ilık bir rüzgâr erken bahanmüjdeliyordu. Đstiklal Caddesi tenhalaşmayabaşlamış, sokak lambalarının ışıklan tatlı bir kederlepusarmış, meyhanelerin, barların, restoranlarınmüşterileri ağır ağır evlerine çekilmeye başlamıştı.Stefanla yan yana yürüyorduk. Sadece yürüyorduk,ama benim içim kıpır kıpırdı. Sokağın köşesinegelince üç gencin gitar çalıp, gelip geçenlerden paratopladığını gördük. Stefan yanımdan ayrılıp, gençlerinönündeki mendile biraz para bıraktı. Yanımageldiğinde gülümsüyordu, müzisyenlerle ilgilikonuşacak sandım, oysa caddenin iki yanındaki
  • binalara bakarak, Burası dünyanın en ilginç yeri diyemırıldandı.Beyoğlunu seviyorsunuz dedim.Seviyorum... Ben de seviyorum... Ama bazen yoruluyorum. Çokkalabalık, çok karışık, kirli... Ama cıvıl cıvıl... Her çeşit insan var, her çeşit müzik,her çeşit kötülük, her çeşit iyilik... Sanki canlı gibi. Bucaddenin bir ruhu var. iyiliğe, kötülüğe, zenginliğe vesefalete açık bir ruh... Hiç doymak bilmiyor. Gününher saatinde, her dakikasında, her anında yaşıyor.Heyecanla konuşuyordu Stefan. Beyoğlu gerçektende çok etkilemiş olmalıydı onu.Berlin yaşamıyor muydu ? diye kestim sözünü. SahiBerlin-liydiniz değil mi ?Aslında Hamburgda doğdum. Ama Berlindeyaşıyordum. Hayır, ne Hamburg ne de Berlin istanbulgibi değil. Onlar yaşlı insanlara benziyor. Üstelikistanbuldan daha genç kentler olmasına rağmen...Oralarda yaşam kurallarla belirlenmiş. Sizi şaşırtacakolaylar yok. Akılla düzenlenmiş davranışlar, her güntekrarlanan hareketler... Ne yani dedim, istanbulu, doğduğunuz, yaşadığınızşehirlerden daha mı çok seviyorsunuz ?Sevmek mi? Yok, sevmek değil... Nasıl söyleyeyim...Hamburgu da Berlini de severim. Ama istanbuldayaşamayı tercih ederim. Yüzüme baktı. Ölene kadaryaşamayı göze alabilir miyim, bilmem. Ama buradaçok uzun bir süre yaşayabilirmişim gibi geliyor bana.Yeri gelmişti, hemen sordum.
  • Belki de aradığınız kişi istanbulda yaşadığı için... Stefanm yeşil gözleri kuşkuyla kısıldı.O burada mı yaşıyor?Nerden bileyim? Sizin öyle düşündüğünüzü sandım.Doğru, öyle düşünüyorum. Birden yürümeyi bıraktı,bana döndü. Ben de durdum. Adeta yalvarır gibisordu. Onu gerçekten tanımıyorsunuz değil mi ? Artıkfazla olmaya başlamıştı.Tanımıyorum dedim. Sesim biraz sert çıkmıştı, amaaldırmadım. Kimden bahsettiğinizi bile bilmiyorum.Ben de bilmiyorum dedi.Bu adam, benimle dalga mı geçiyordu?Bilmiyor musunuz? insan kimi aradığını bilmez mi?inanın bilmiyorum. Ona o kadar benziyorsunuz ki, siztanıyabilirsiniz diye düşündüm.Onu istanbulda mı görmüştünüz ?Hayır, Berlinde... Neden istanbulda anyorsunuz ?Uzun hikâye... Başımzı ağntmayayım şimdi.Anlatmak istemiyordu. Bu, apaçık okunuyordu yeşilgözlerinde. Üsteleyebilirdim ama canımı sıkmıştı.Artık ne onunla ne de aradığı kadınla ilgilenmekistiyordum. Bir an önce evime gitmek, kendiduvarlanmın arasında kaybolmak istiyordum. Stefanbozulduğumu anlamıştı. Cihangire dönerken,köşedeki Dulcineaya girip birer konyak içmemiziönerdi. Yorgun olduğumu söyleyip önerisini reddettim.Israr etmedi. Beni apartmanımın önüne kadar getirdi.""Vay be" diye söylendi Rafo. "Şu bizim sessiz Stefanabak. Ne yere bakıp yürek yakanmış o. Seni evinin
  • kapısına kadar götürüp, hadi bir kahve içelim demenibekliyor.""Sanmam, öyle bir niyeti yoktu. Hatta çağırsam belkiyukarı bile çıkmazdı.""Dulcineaya davet etti dedin.""Etti ama gönlümü almak için... O gece beni yatağaatmak gibi bir niyeti yoktu." "Bunu nasıl bilebilirsin ki?"Ayşenin dudaklarına kendinden emin bir gülümseyişyayıldı."Kadınlar bilir. Ama keşke benimle yukan gelmekisteseydi. O zaman benim için daha kolay olurdu."Barmen, Ayşenin ne demek istediğini anlayamamıştı."Nasıl yani, onunla birlikte olmayı mı istiyordun?""Yoo, onu reddedecektim. Belki böylece benim içinilginçliğini yitirirdi."Rafo alnını kırıştırdı."Gerçekten de ilginçliğini yitirir miydi ?""Kesin konuşmak zor, bana yitirirdi gibi geliyor...Olmamış bir olay için yorum yapmak anlamsız. Ogece Stefan yukarı gelmek istemedi. Kibarca elimisıkıp, kendi evinin yolunu tuttu. Ben de artık bu kızılsaçlı Almanı aramayacağıma dair kendime sözvererek apartmanın merdivenlerini tırmanmayabaşladım. Artık iki gün öncesine, yani bu baragelmeden önceki huzurlu günlerime dönmem içinhiçbir engel yoktu. Böyle düşünmeme rağmen Ste-fana karşı içimde büyüyen öfkenin önünegeçemiyordum. Oysa bana hiçbir kötülüğü
  • dokunmamıştı. Zavallının tek suçu, beni başka birkadına benzetmiş olmasıydı.""Bundan daha büyük bir suç olur mu ?" diye takıldıRafo. "Başka bir kadını tercih etmek. Adam kafadanölümü hak ediyor."Artık aralarındaki buzlar erimiş, neredeyse kırk yıllıkahbap-larmış gibi rahatlıkla konuşmaya başlamışlardı,ama Ayşe Ra-fonun son espirisini komik bulmadı. "Şuölüm lafını kullanmasan olmuyor mu ?""Kusura bakma, bir daha söylemem" dedi barmen,ama aklına takılmıştı, dayanamayıp sordu: "Ölümneden bu kadar çok korkutuyor seni ?" "Çok değil,herkes kadar. Sadece Stefanla ölüm sözcüğünü yanyana duymak istemiyorum." "Ona ölmeyiyakıştıramıyorsun ?" "Stefan için o seçeneğidüşünmek istemiyorum." "Seçenek mi? Stefanınölmüş olabileceğini mi söylüyorsun?" "Bilmiyorum."Ayşenin sesi titremeye başlamıştı. "Ayşe, benden birşey mi saklıyorsun?" Rafonun ela gözleri endişeylebaktı."Bir şey saklamıyorum" diyerek toparlandı genç kadın."Bir mektup bırakıp kayboldu işte...""Böyle endişelendiğine göre, fazlası olmalı... ""Fazlası yok, hikâyenin sonunu dinlersen, sen deanlarsın."Rafo endişesini koruyordu, ama sesini de çıkarmadı.Ayşe anlatmaya başlamıştı bile. "Artık onu kesinliklegörmek istemiyordum. O gece bir duş alıp kendimiyatağıma attım. Ama uyuyamıyordum. Sabaha karşı
  • dalmışım. Tabiî uykuda da rahat yoktu. Rüyamda kimigördüm tahmin et." "Stefanın aradığı kadını... ""Evet, hem de... "Rafo arsızca sırıttı. "Stefanla sevişirken deme... ""Daha da kötüsü... " "Daha kötüsü ne olabilir ki ?"Ayşenin kara gözlerine utangaç bir ifade yayıldı,bakışlarını barmenden kaçırdı."Ne? Kadınla sen mi sevişiyordun?"Sağ elini açarak heyecanla sormuştu Rafo."Sevişme değil canım, öpüşme diyelim."Rafonun yüzünden muzip bir parıltı geçti."Bakışlarından pek öyle masum bir öpüşme olmadığıanlaşılıyor ama.""Her neyse Rafo, uzatma işte. Altı üstü bir rüya. Bizkadınla öpüşüyoruz... Hem de bu barda, köşedekimasalardan birinde... Stefan da bizi seyrediyor." "VayStefan da var ha?" "Evet, o da var, ama sadecebakıyor." "Hoşuna gitti mi?" "Ne hoşuma gitti mi ?""Ne olacak canım, bir kadınla öpüşmek.""Onu çok hissetmedim. Beni Stefanın duygularıilgilendiriyordu. Onu kırmak istemiyordum." "Stefanıkıskandırdığın için mutlu olmuşsundur... ""Kıskandırmak mı? Stefan bizi kıskanmadı ki. Hiçyadırgamış gibi bir hali yoktu. Sanki dünyanın enmutlu olayını izliyormuş gibi büyük bir zevkle bizebakıyordu... Onu böyle görünce çok rahatsız oldum.Kadını bırakmak, ondan kurtulmak istedim. Amakadın beni bırakmıyordu.""Neye benziyordu bu kadın ?"
  • "Yüzünü hatırlamıyorum. Esmerdi, uzun boyluydu,siyah saçları omzundan aşağıya, ta kalçalarına kadariniyordu. Çok güzel olmalıydı. Yani çok güzelolduğunu hissediyordum... ""Sonra?""Sonra uyandım. Yatağımda doğruldum, işte o anda,tuhaf bir duyguya kapıldım... Kapıldım değil dehissettim... Ağır, yoğun bir duygu... Yakalanmışım, elegeçirilmişim gibi... Đşte o an Stefana âşık olduğumufark ettim."Rafonun gözlerindeki muzip ışık söndü, yerini ciddi,ağır bir ifade aldı. "Balığın zokayı yuttuğu an" diyemırıldandı."Evet, balığın zokayı yuttuğu an. Belki daha da beter.Çünkü balık zokayı yuttuğu için mutsuzdur. Oysa benzokayı yuttuğum için mutluydum. Tanıdık birduyguydu, biliyordum. Yine de tuhaf bir şekilde banayepyeni geliyordu. Acı vereceğini de hissediyordum.Ama bu duyguya kapılmaktan heyecan duyuyor, zevkalıyordum.""Herkes zevk alır" dedi Rafo... "Ruhumuzdakiboşluğun dolduğunu hissetmek muhteşemdir." Eliylekarnını gösterdi. "Đnsan hayatı burada hisseder. Hersoluk alıp verişinde, her gözünü kırpı-şında, ona herbakışında ruhun yaşıyorum yaşıyorum diye çığlıklaratar.""Öyle... Ne yazık ki bu her zaman sevinç çığlıklarıolmuyor. Çoğu zaman acıyla dolu, keder veren,mutsuz anlar oluyor... Bütün o heyecan kıpırtısınıniçinde, başıma bunların geleceğini hissediyordum...
  • Ne hissetmesi bal gibi biliyordum. Yine de bu duyguyusonuna kadar yaşamak istiyordum. Hem dedelicesine, pervasızca yaşamak istiyordum. Öteyandan aklımın aşk tarafından işgal edilmemiş birköşesi hâlâ yapma kızım demeyi sürdürüyordu. Amasesi o kadar cılız, benim bilinmeze duyduğum istek okadar güçlüydü ki... ""Stefanı görmeye yeniden gittin... " diye tamamladıRafo."Belki gidecektim, belki değil, mutlaka gidecektim,ama güzel bir rastlantı oldu... iyi de oldu; hiç değilsebir defalığına onurumu kurtardım. O sabah canımevde kahvaltı yapmak istememişti... SavoyPastanesini bilirsin, bizim Cihangirde. Yazları önünemasa atarlar. Henüz yaza çok vardı, ama o sabahhava ılık diye iki masa çıkarmışlardı dışarıya.Kahvaltımı orada yapmaya karar verdim. Çayımı,böreğimi söylemiştim ki, Stefan tatlı bir sürpriz gibiyanımda bitiverdi. Gülümserken bile üzerinden tamolarak atamadığı o çekingen tavrıyla, Afiyet olsundedi. Ya da buna benzer bir şey; çünkü onu görünceo kadar heyecanlanmıştım ki, söylediklerini tam olarakduyamamıştım. Belki de bu nedenle, Günaydındemekle yetindim.Stefan da ne yapacağını bilmiyor olacak ki, yürüyüpgitsin mi, yoksa yanımdaki iskemleye mi otursun, birtürlü karar veremeye-rek ayakta dikilmeyisürdürüyordu.Buyurun oturun demeyi akıl ettim sonunda.
  • Rahatsız etmeyeyim gibilerinden baktı, ama yanımaoturmak için yanıp tutuştuğu gözlerinden bellioluyordu.Otursanıza, kahvaltıyı birlikte yaparız... diye ısrarettim. Kirli bir sakalla gölgelenen yüzü ışıdı.Öğlen yemeğini demek istiyorsunuz diyerek oturdukarşımdaki iskemleye. Saat on ikiye geliyor... Bütün gece sizi düşündüğüm için uyumadım, bunedenle geç kalktım diyemedim tabiî.Stefan sadece kahve ısmarladı, bir bardak da su. Sonderece dinç görünüyordu. Geceyanlarına kadar osağlıksız barda müzik yapıp, ertesi gün böyle zindeuyanmayı nasıl başanyordu, merak ettim doğrusu.Biliyorsunuz gece çok geç dönmüştük... diyeaçıklamaya başladım. Aslında öylesinekonuşuyordum, aramıza sessizliğin sıkıcı gölgesidüşmesin diye. Ben pek alışkın değilim gecehayatına. Đşte böyle öğleye kadar çıkamıyorumyataktan.Dudaklarından bir türlü silinmeyen o mahcupgülümseme bütün yüzüne yayıldı.Aslında öyle görünmüyorsunuz.Ya nasıl görünüyordum? O bar senin, bu bar benimdolaşan, eğlence düşkünü kadınlardan biri misanmıştı beni bu adam? Bozulduğumu anlamışolacak, Lütfen beni yanlış anlamayın diye açıkladı.Yani içkiye, uykusuzluğa dayanaklı biri gibi demekistedim...
  • Öyle göründüğüme bakmayın... Aslında hiç de güçlüdeğilimdir. Mesela artık bütün gün baş ağrısıylauğraşır dururum.O zaman geceleri barlara fazla takılmamalısımz... Takılmam aslında... dedim, ama cümlenin bundansorasını nasıl getireceğimi bilemedim. Rastlantı oldu,öyle iki gece... Đyi ki oldu... Böylece sizi tanımışoldum... Neyin peşindeydi bu adam ? Hâlâ aradığı kadınailişkin bir ipucu bulmayı mı umuyordu bende ? Sakin,sevecen bir hali vardı. Ne düşündüğünü çıkarmamçok zordu.Kusura bakmayın ama sormak zorundayım dedim.Beni tanımış olmak sizin için neden önemli ?Şaşırmıştı. Şaşkınlığını gülümseyişinin ardınasaklamaya çalıştı, olmadı. Gülümseyişi söndü, yeşilgözleri donuklaştı.Evet, önemli... Durdu. Neden önemli olduğunukendisi de tam anlayamamış gibiydi. O düşünürkenne olur, Çünkü siz iyi birisiniz demesin diye dualarediyordum." Rafo yine sözünü kesti Ayşenin."Neden ?" Bir kadınınki gibi düzgün kaşları çatılmıştı."Neden sana iyi birisin demesini istemiyordun ?" Ayşedüş kırıklığına uğramış gibi baktı barmene."Bunu anlayacağını sanmıştım... Kimse iyi dediğibirine âşık olmaz... Aşkın iyilikle ilgisi yoktur... ""Doğru" diye mırıldandı barmen dalgınca. "Daha öncebunu hiç düşünmemiştim. Aslmda söylediğinikanıtlayan çok ilişki yaşadım. Herkes aksini sanır,ama haklısın aşkın iyilikle hiçbir ilgisi yoktur."
  • "Yoktur tabiî" dedi Ayşe. "Aşk bir tutku. Nedensiz birtutku. Çoğu zaman da kötü bir tutku. Birinin tümüylesana ait olmasını istiyorsun ya da senin tümüyle birineait olmanı. Bu sadistçe bir duygu ya da mazoşistçe...Üstelik bunu delice, sabırsızca istiyorsun, hem degeçici olduğunu bile bile... ""Seninki pek geçmişe benzemiyor ama... ""Çünkü yarım kaldı... ""Yanda kalan aşklar geçici değil mi?""Değil galiba... En azından ötekilerden daha uzunömürlü... " "Taraflardan biri için... "Bir keder bulutu geçti Ayşenin gözlerinden. Rafo farketti..."Tabiî Stefanin şu anda neler hissettiğini bilmiyoruz..." diye toparlamaya çalıştı."Onun ne hissettiği belli... Yoksa yanımda olurdu."Ayşenin dudaklarında yenilgiyi kabullenmiş birininburuk gülümsemesi belirmişti."Öyle deme Ayşe" dedi Rafo. "Dünyada ne işler var.Olup biteni öğrenmeden akıl yürütmek doğru değil."Ayşe sevecen bir ifadeyle baktı barmene."Teşekkür ederim, teselli etmeye çalışıyorsun. Amaalıştım artık böyle yaşamaya... " Đçkisinden bir yudumaldı. "Evet, biz hikâyemize dönelim istersen... SavoyPastanesindeki kahvaltıyı anlatıyordum. Stefan,korktuğum sözcüğü kullanmadı."Sizi tanımak önemli, çünkü siz ilginç birisiniz dedi.Bu, iyi birisiniz demesinden çok daha iyiydi. Ama onukonuşturmak için üsteledim.
  • Đlginç olduğumu nasıl anladınız? Sadece iki keregörüştük... Bununla üç ediyor diye düzeltti Stefan. Ayrıntılarıkaçırmaması hoşuma gitmişti. Sık görüşmenin önemliolduğunu sanmıyorum. Bazı insanlar karanlık bir kuyugibidir, yanında yıllar geçirseniz bile tanıyamazsınız,bazı insanlar ise açık kitap gibidir, daha ilkgördüğünüz anda anlarsınız. Onlar kendilerinigizlemeye gerek duymazlar.îşi alaya vurdum.Kendilerini gizlemeye gerek duymadıkları için dekimse onları ilginç bulmaz.Hayır dedi Stefan başını sallayarak, bir insanı ilginçkılan, onun hakkında bilgi sahibi olmayışımız değil, oinsanın farklı biri olmasıdır. Bir insanın farklı biriolduğunu anlamak için yanında yıllar geçirmeye gerekyok. Böyle ciddi ciddi açıklaması hoşuma gitmişti.Oyunu, yoksa flörtü mü demeliyim, sürdürdüm. Peki,beni neden farklı buluyorsunuz ? Stefan kahvesindenbir yudum aldıktan sonra yanıtladı sorumu.Gecenin içinden birdenbire çıkıverdiniz karşıma... Nebileyim öteki kadınlar gibi değildiniz... Ötekikadınlar... Mesela arkadaşınız, ondan çok çok farklıydınız. Güyao benimle daha çok ilgileniyordu, ama siz daha derinbakıyordunuz bana... Yani ne bileyim... Devamınıgetiremiyordu, ama anlamıştım.Ve o kadına benziyordum diye tamamladım buz gibibir ses tonuyla. Özür dilercesine baktı.
  • Sadece o değil... Siz gerçekten de ilginç... çekici birkadınsınız. Sizi tanımayı çok isterim.Söylediklerinde içtendi ya da ona inanmak istiyordum,bu yüzden bana öyle geldi. Mutlu oldum, ama kendimitutmayı başardım. Ne kadar başardımsa, çünküdudaklarıma yayılan o salakça gülümsemeyi bir türlüengelleyemiyordum. Öte yandan Stefanın sözleribana cesaret vermişti. Biraz da heyecanımıbastırmak, belki konuşmada ipleri elime almakamacıyla, yan alaycı bir tavırla sordum:Yani şimdi bana çıkma mı teklif ediyorsunuz ?Gülümsedi... Hayır mahcup bir gülümseme değildi bu,zekicey-di, cüretkârdı ama aynı zamanda ölçülüydü.Yoruma bağlı. Gözlerindeki ışıltı, sesinin tınısı onunda flört oyununa katıldığını gösteriyordu. Ben sizinlevakit geçirmek istiyorum diye çıkardı ağzındanbaklayı. Yüzüme cesur bir bakış attı. Tabiî siz deisterseniz.Yanıt vermek yerine çayımdan bir yudum almayıseçtim. Stefan iskemlesine yaslanmıştı, güzel birışıkla aydınlanan gözlerini bana dikmiş nesöyleyeceğimi bekliyordu. Onu çok bekletmedim."Aslında böyle tekliflerden pek hoşlandığımısöyleyemem. Bence ilişki kendi doğallığı içinde gelişir.Biriyle bir ilişki başlatma karan almak, hem de bunu ikikişinin alması... Nasıl söyleyeyim, işin tadınıkaçınyor... Onu reddedeceğimi düşünen Stefan, Ben sadece... diye açıklamaya çalıştı. Ne söyleyeceğini bildiğimdenkonuşmasına izin vermedim.
  • Ama işin doğrusu ben de sizi tanımak isterim. Almanbir müzisyenin Đstanbul hakkındaki görüşleriniöğrenmek ilginç olacak... "Stefan rahatlamıştı, gülümsedi.Ne oldu ? diye sordum.Hoşuma gitti.Açıkça flört etmeye başlamıştık. Hani böylezamanlarda kar-şındakini konuşturmak için sorarsınya, ben de öyle yaptım: Ne hoşunuza gitti ?Beni tanımak istemeniz, demesini bekledim ama,Beni müzisyen olarak görmeniz dedi. Bozuldum amabelli etmedim. Ee... öyle değil misiniz?Değilim, sadece o orkestrada çalan biriyim. Benkendimi pek müzisyenden sayamıyorum. Çünkü iyi birtrompetçi, çok iyi bir caz müzisyenidir. Ben değilim.Çok zor iştir trompet çalmak. Trompet en zorlu cazenstrümanıdır.Neden zordur ?Her gün birkaç saat çalışma ister. Üstelik bütünömrünüz boyunca da çalamazsınız. Çünkü bir süresonra dudaklarınız yarılır.Bakışlarım Stefanın dudaklarına kaydı. Altdudağıüsttekinden biraz daha kalındı. Bu dudağınyanlacağmı düşününce içim sızladı. Acı verici olmalı!Meslekî deformasyon diye mırıldandı kalender birgülümsemeyle. Louis Armstrong bu yüzdenşarkıcılığa başladı. Çünkü dudağı yarılmıştı. Ancakarada bir trompet çalabiliyordu. Peki niye dudaklarıyarılıyor?
  • Trompetin insan dudağına değdiği yer metal. Metaldudağı yıpratıyor, bir süre sonra da dudak yanlıyor.Siz de başka bir müzik aleti çalın.Olmuyor işte. Nasıl başlarsanız öyle gidiyor. Amamerak etmeyin, benimkiler muhtemelen yarılmaz.Çünkü ben gerçek trompetçiler gibi günde üç dörtsaat çalmıyorum. Ama çok güzel çalıyorsunuz... Teşekkür ederim. Kısa bir suskunluğun ardındanbambaşka bir soruyla konuyu değiştirdi. Bugün neyapıyorsunuz? Nereye varmak istediğinianlayamamıştım. Hiiç, mağazaya gideceğim... Zamanınız varsa, Topkapı Sarayında OsmanlıPadişah Tuğraları diye bir sergi var. Birlikte gidelimdedi.Davet etmesi değil de, davet ettiği yer ilgimi çekmişti:Osmanlı Tuğraları Sergisi.Stefan sizin mesleğiniz ne?Gözlerinde sıkıntılı bir ifade belirdi.Yani müzisyenlik dışında diyorum... diye açıkladım.Yanıt vermekte zorlanıyordu.Yani başka mesleğiniz varsa... diye sorumuyumuşattım. Var dedi kötü bir anıyı hatırlamış gibi.Ben polistim... Yanlış mı duymuştum ? Polis mi?Polis dedi. Berlinde polis teşkilatındaydım. îşte bugerçek bir şoktu. Öylece bakakalmıştım... " Rafo daöylece bakakalmıştı Ayşeye."Polis mi?" diye yineledi o da, sonra güldü. "Stefandalga geçiyordu değil mi ?" "Yoo... Son derececiddiydi."
  • "Hadi canım! Adamla o kadar zaman birlikte çalıştık..." Ayşeye baktı, genç kadının hiç de şaka yapar gibibir hali yoktu. "Stefan gerçekten polis miymiş ?"Ayşenin bakışlarından olumlu yanıtı alınca,"Đnanamıyorum ya... " diye söylendi. "Adama baktrompetçiyim diye aylarca bizi izlemiş... ""Sizi izlediğini kim söyledi?" Adeta çıkışır gibisormuştu Ayşe. "Ben sadece Stefanın polis olduğunusöyledim... " Rafo ellerini iki yana açtı..."Bizim barlara takılan bir polis neyin peşindedir? Yauyuşturucunun ya da bir kaçağın. Adam Đnterpolden,Narkotikten filan olmalı.""Ne Interpolü, ne Narkotiği? Rafo nerden çıkarıyorsunbunları? Stefan Cinayet Masasındanmış. ÜstelikĐstanbula gelmeden önce de istifa etmiş." "Đstifa mıetmiş ?""Etmiş ya, bırakmıyorsun ki anlatalım... ""Ya ne bileyim Ayşecim! Polis deyince kan birdenbeynime sıçradı valla." Rafo şaşkınlığını hâlâatamamıştı... Anlamak ister gibi baktı Ayşeye... "Sahiniye istifa etmiş polislikten?" Işbilir bir anlatıcınıngizemiyle başım usulca salladı Ayşe."Bunu anlatırsam, hikâyenin sonunu baştan söylemişolurum. Bana göre hava hoş, istersen söyleyeyim.Ama önemli ayrıntıları kaçırmış olacaksın... " "Yok...Yok" dedi panik içinde ellerini kaldıran Rafo. "Sakınsöyleme... Sen kaldığın yerden devam et. Bensonuna kadar sabretmesini bilirim." Ayşe boşalankadehini gösterdi. "O zaman kadehimi doldur lütfen."
  • Rafo derhal söyleneni yaptı. Ayşe taze içkisindenküçük bir yudum aldıktan sonra başladı kaldığı yerdenanlatmaya."Stefan polis olduğunu söyleyince, ben de seninkilerebenzer tepkiler gösterdim. Seninkilere benzer sorularsordum.Polisliğin bana göre olmadığını anladım, bu nedenleistifa ettim demekle yetindi. Açıklama benim içinyeterli değildi, ama onu zorla konuşturacak halim deyoktu. Söylenenlerle yetinmek zorundaydım. AmaOsmanlı tuğralarının bir Alman polisin neden ilgisiniçektiğini sormadan edemedim. Stefan da hiçyüksünme-den yanıtladı sorumu.Eski devletler ilgimi çeker... Roma imparatorluğu, Hunimparatorluğu, Osmanlı Đmparatorluğu... Onlarınkullandığı eşyalar, işaretler bana ilginç gelir. Bir türhobi... Bu tür sergileri kaçırmam... Olabilirdi, eski polisler bu tür hobiler edinmez diye birkural yoktu. Üstelik Stefan gibi renkli bir kişiliğinböylesi meraklan olması doğaldı. Ancak konuşurkengözlerini kaçırmasından mı, sesinin bir perdealçalmasından mı, bana doğruyu söylemediğinihissettim. Buna üzüldüm, ama belli etmemeyeçalıştım. Biraz da gerçeği öğrenmek için tuğrasergisine gitmeyi kabul ettim. Mağazayı arayıp, bugüngeç geleceğimi söyledikten sonra tuğralarınsergilendiği Topkapı Sarayının yolunu tuttuk.Topkapı Sarayına gidene kadar Stefan benimleyakından ilgilendi. Neredeyse gerçek bir âşık gibiydi.Ama sergi salonuna girince bambaşka biri oluverdi.
  • Sanki yanında olduğumu unutmuştu. Küçük birdeftere notlar alıyor, fotoğraf çekilmesine izinverilmediği için bazı tuğraların önünde dikilerek, hiçüşenmeden defterine çiziyordu. Onun tuğralaraduyduğu ilgi hobiden çok, bir tutkuya benziyordu. Bende kollarımı kavuşturmuş şaşkınlık, öfke karışımıduygularla onu izliyordum. Sonunda aradığını bulmuşgibi gelip bir tuğranın önünde durdu. Sankibüyülenmiş gibiydi. Gözünü ayırmadan dakikalarcatuğraya baktı. Stefana sinirlendiğimden tuğranınyanındaki açıklayıcı yazılan okumayı bileistemiyordum.işte bu diye mmldandı tuhaf bir ses tonuyla. DemekGenç Osmanın tuğrasıymış... Sanki konuyu çokönceden biliyormu-şum gibiydi. Heyecanla banadöndü. Genç Osmanı anlatır mısınız bana?Ters ters baktım, ama olaya kendini o kadarkaptırmıştı ki, kızmış olduğumu anlamadı bile. Öfkemiiçime atıp, Genç Osman, Osmanlı padişahlarındanbiridir diye kısaca açıkladım.Onu biliyorum, başka... Başka... Ben de bilmiyorum, tarih ilgimi çekmez. Amabir yeniçeri ayaklanması sonucu öldürülmüş.Yeniçeriler mi ?Osmanlı askerleri. O dönem sık sık isyanlaryaşanıyormuş. Askerler ayaklanmışlar. Genç Osmanıyani kendi padişahlannı yakalayıp, YedikuleZindanlanna götürmüşler. Orada öldürmüşler. Birrivayete göre de öldürmeden önce genç padişahatecavüz etmişler.
  • Stefan gerilmişti, heyecanla, Đşte bu önemli diyefısıldadı.Artık sabnm tükenmeye başlamıştı.Stefan, sen neden bahsediyorsun? dedim. Sizli bizlikonuşmayı bir yana bırakmıştım. Benimle vakitgeçirmek istediğini söyledin... Beni buraya davet ettin,ama sanki yanında yokmuşum gibi davranmayabaşladm. Hiç hoş değil. Şimdi de kendi kendinekonuşup duruyorsun. Neler oluyor? Sen neyinpeşindesin? Ne istiyorsun?Derin bir uykudan uyanıyormuş gibi baktı.Özür dilerim, çok özür dilerim. Kendimi kaptırmışım...Neye kaptırdın? Genç Osmanın tuğrasına mı?Elimi tuttu.Çok özür dilerim. Kendimi affettireceğim. Hadiçıkalım.Bu adam beni hep böyle şaşırtacak mı, diyedüşündüm. Az önce kendinden geçmiş bir halde,tuğralarla ilgilenirken, şimdi bun-lann hiç önemiyokmuş gibi gidelim diyordu. Ama önerisini kabulettim. Çünkü padişahlardan da, tuğralardan da gınagelmişti. Dışarı çıkınca, hemen bir taksi durdurdu.Nereye gidiyoruz ? diye soracak oldum.O tatlı, mahcup gülümseyişini takındı.Kendimi affettirmeye.Yeni bir tuğra sergisi olmasın da... dedim, ama yinede bindim taksiye.Yok yok... Şoföre döndü. Kuzguncuk... Kuzguncukta ne var? diye sordum.
  • Balık, rakı... ismet Babanın restoranım bilmiyormusun?Oraya mı gidiyoruz ?Evet, acıkmadın mı ?Bayılırdım böyle sürprizlere...Acıkmadım, ama gidene kadar acıkırım.Günün geri kalanı şahane geçti. Ne tuğralardan ne deOsmanlıImparatorluğunun bahtsız padişahlarından bahsettik.Erken gittiğimiz için Đsmet Baba RestoranınınBoğazm kenarındaki muhteşem manzaralımasalarından birinde yer bulabilmiştik. Meğer Stefanburayı çok severmiş. Benim de bir iki kez gelmişliğimvardı, ama onun kadar etkilendiğimisöyleyemeyeceğim. Stefan genellikle öğledensonraları gelir, güneşi burada batınrmış. GüneşinBoğaza düşen son ışıklarının muhteşem olduğunusöyledi. Eliyle gökyüzündeki karınları kırmızı, pamukşekeri gibi beyaz bulutlan gösterdi. îşin aslınabakarsan, ne ak bulutlar ne de güneşin batışıumurumdaydı, Stefanla olmak, onunla konuşmak,onun yeşil gözlerine bakmak bana yetiyordu. O dabenim yanım-dayken mutlu gibi görünüyordu."Rafo sabredemeyip yine kesti sözünü Ayşenin. "Nedemek mutlu gibi görünüyordu ? Đnsan bilmez mi ?Mutlu muydu, değil miydi ?""Yanında olmam hoşuna gidiyordu, bunu biliyorum.Ama bir gölge, bir uzaklık, bir soğukluk vardı. Aradabir dalgınlaşmasından, bakışlarının denizin sularınadalıp gitmesinden anlıyordum bunu. Benimle olmak
  • istiyordu, bundan kuşku duymuyordum... Ama o gölgearaya giriyor, kendini tümüyle bana vermesine engeloluyordu. Bana olan ilgisi, gökyüzünde parçalananakşam bulutlan gibi çabucak dağılıp gidiyordu.""Ama ilk görüşmeniz. Daha birbirinizi yenitanıyordunuz... " "Tam da bu yüzden... Yani ilkgörüşme olduğu için, benimle daha çok ilgilenmesigerekmez miydi?" Rafo ne diyeceğini bilemedi."Almanlar işte... " deyip kaçıverdi soruyuyanıtlamaktan. "Adamlar tepeden tırnağa mantık... ""Hiç sanmıyorum, bu işin Almanı, Türkü yok. AşkAlmanyada da, Türkiyede de aynı. Sorun Stefanınduygulanyla ilgiliydi. Ama o gün ben de senin gibidüşündüm. Çünkü bir açıklamaya ihtiyacım vardı.Henüz ilk buluşmamız dedim, belki adam çekiniyor-dur... Kibar olmaya çalışıyordur. Bu nedenle gözlerinisık sık denize çeviriyor, benimle ilgilenmiyor gibigörünmek istiyordur. Benim bu hassasiyetim dışındaçok güzel bir gün geçirdik. Đlk kez bana kendini anlattı.Hamburgdaki çocukluk günlerinden bahsetti. Denizsizkentleri sevemediğini söyledi. Ben de Đstanbuluanlattım... Sokak aralanna düşen sabah güneşini,bahar aylarında yalıların duvarlarını süsleyenerguvanlan, yaz ikindilerinde boğazın lacivertleşensulannı, kış aylarının kül rengi akşamlannı... Eskisokaklarda, bodrum katlarında olsa bile varlığınısürdüren Bizansın şapellerini, Osmanlınınyatırlannı... O şapelleri, yatırlan ziyaret ederek, kötüyazgılanna söz geçirmeye, kuru yaşamlanna renkgetirmeye çalışan Hıristiyan, Müslüman, Musevî
  • Đstanbullu-lan, onlann hüzün veren, neşe saçan,hayranlık uyandıran hikâyelerini anlattım.Đsmet Bahadan kalktığımızda vakit geceyi çoktanbulmuştu. Đkimiz de çakırkeyiftik. Bir süreKuzguncukun deniz kokan karanlık sokaklanndayürüdük. Đçimde öyle güzel bir duygu vardı ki,incecikten esen rüzgânn, bu sakin gecenin, dahabirkaç gün önce bana tümüyle yabancı olan Stefanınbir parçasıymışım gibi hissediyordum kendimi. Sankionu yıllardan beri tanıyormuşum gibi, sanki bendoğduğumdan beri yanımdaymış gibi, öyle rahat, öylegüven içindeydim yanında. Stefan da kendini geceningüzelliğine kaptırmıştı, belli belirsiz bir şarlamınldanıyordu. Caddenin sonunda yol sarplaşmayabaşladı. Ayağımda topuklu ayakkabılar vardı.Yürümekte zorlanıyordum.Koluna girebilir miyim? diye sordum.Tabiî dedi. Girdim koluna. Üzerimizde ceketlerimizvardı ama kolunun sıcaklığını, bedeninden benimkinegeçen elektriği hissedebiliyordum. Yaşadığımheyecanın, bedenimi, ruhumu ürperten o tuhaf hissintadını çıkanyordum. Gözucuyla Stefana baktım.Profilden yüzü, Yunan tannlarmın heykellerinebenziyordu. Alacakaranlık, gereksiz aynntılangizleyerek, muhteşem bir erkek çehresi çıkarmıştıortaya. Ya da ben öyle görüyordum. O sabahuyandığımda yaşadığım duyguyu yeniden hissettim.Evet, kesin olan benim Stefana kapıldığımdı."
  • Ayşe sustu. Sanki aylar öncesini yeniden yaşıyor gibidalgınlaş-mıştı. Rafo, genç kadının susmuş olmasınıyadırgamadı. Onun aklı başka bir noktaya takılmıştı."Âşık olduğunu fark etmen tuhaf dedi. "Çoğu insanbaştan fark etmez bunu. Fark ettiğinde ise iş iştengeçmiştir."Ayşe daldığı anılardan çıktı."Bunu ben de düşündüm. Hatta bir parça sevindimbile. Kendi durumumun farkına varabiliyorsam, demekki gözlerim o kadar da kararmamış diye. Belki de benStefana âşık değildim de öyle sanıyordum. Amasonra öyle olmadığını anladım. Bunun, benimkişiliğimden kaynaklandığını anladım. Kendimi birinetümüyle kaptırdığım anlarda bile bilincimiyitirmiyordum. Ancak kendime de engel olamıyorum.""Bense aklımı, tümüyle duygulanmın emrine veririm"dedi Rafo olanca içtenliğiyle. "Hiç öyle ince eleyip sıkdokumam. Öyleyanlış yapıyorum filan diye düşünmem. Çoğu zamanyaptığımın farkına bile varmam. Kendimi olaylarınakışına bırakırım. Yaşam beni nereye götürürse,zevkle sürüklenirim... ""Keşke ben de, senin gibi olabilsem. Daha az acıçekerdim, kendimi böyle yiyip bitirmezdim. Bile bilesürüklenmek en kötüsü. Girdiğin sokağın çıkmazolduğunu gördüğün halde, düş kırıklığınauğrayacağını fark ettiğin halde geri dönecek iradeyibulamamak. Kendine engel olamamak... "Ayşenin sesi boğuklaşmıştı. Rafo, genç kadınınağlayacağını düşündü.
  • "Boş ver" dedi kötü düşünceleri kovmak istercesineelini boşlukta savurarak. "Kafayı taktığına değmez.Đşin doğası bu. Ya hiç bu işlere bulaşmayacaksın yada her mihnet kabulüm, yeter ki bir sevgilim olsundiyeceksin... ""Keşke o kadar kolay olsaydı. Şu dediğini yapabilmekiçin neler vermezdim. Ama olmuyor. Bir kez kapıldınmı boş veremiyorsun... Umut etmeye devamediyorsun... Đmkânsız da olsa vazgeçemiyorsun..." "Okadar da imkânsız değil, baksana Stefan gelip senibulmuş. Çıkma teklifi ondan gelmiş... " "Doğru ondangeldi. Ama birine çıkma teklif etmek başka, âşıkolmak başka..." "Stefan sana âşık olmadı mı ?" "Âşıkolsa gider miydi ?" Rafo dudaklarını büktü. "Bilmem...""Nasıl bilmezsin ? Sen olsan âşık olduğun insanıbırakıp gider miydin?""Gitmem... " Düşündü. "Ama giden insanlar duydum...Aşklarının biteceğini anlayınca, o yıkımıyaşamaktansa, kaçmayı seçmişlerdi... ""Đnanmıyorum. Böyle bir şey olmaz. Artık bıkmışlardırya da başka nedenleri vardır. Kimse aşkı bırakıpgidemez, ancak aşk seni bırakır. O zaman bilegidemezsin. Gitsen bile her yere o da seninle birliktegelir." "Doğru aslında... Ama her insan aşkı farklıyaşar... Bilmiyorum, belki de sen haklısın. Neyse, bizStefanadönelim. Kuzguncuktan sonra ne oldu ?" "Bir şeyolmadı. Cihangire dönünce ben evime girdim, Stefanda caz bara trompet çalmaya gitti. Gitti ama
  • sanki yanımdaymış gibi mutluydum. Odam, yatağım,içim dışım onunla doluydu. Banyo yapıp yatağımauzandım, ama uyumak ne mümkün. Birliktegeçirdiğimiz anları zihnim kendi kendinetekrar edip duruyordu. Baktım uyku tutmuyor,yataktan kalktım. Bir süre odanın içinde amaçsızcadolaştım.Pencereden dışarı baktım. Stefan şimdi sokaktangeçse, onu görsem diye geçirdim içimden. Sonranedenben bara gitmiyorum diye düşündüm. Đçimden hâlâyapma diye beni uyarmaya çalışan cılız sesealdırmayarak, giysilerinle yöneldim. Şimdi keşke ogece bara gitmeseymişim diyorum ama... " "Ne farkedecekti ki" dedi Rafo. "O gece gitmeseydin ertesigece giderdin.""Muhtemelen öyle olurdu. Ama hani bir laf vardır.Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar, diye.Belki kendimi tutsaydım, o gece gitmeseydim. Belkionun bana gelmesini beklesey-dim. Farklı olurdu. Ogece, yani ayrılmamızın üzerinden daha saatlergeçmişken yeniden ona koşmasaydım, ilişkide benimyerim daha sağlam olurdu. Yani ilişkiyi isteyen tarafınsadece ben olmadığım ortaya çıkardı... ""Böyle düşünmenin bir yararı yok. Yaşanmış olanıdeğiştiremezsin. Hem bence sen o gece değil, çokönceden ipleri kaptırmıştın. Tavşan korktuğu içinkaçmaz diyorsun. Nasıl kaçmasın, kurt peşinedüşmüş zavallının, kaçmazsa ölecek. Bunundavranışla ilgisi yok. Bunun gerçeklerle ilgisi var.
  • Gerçek de şu; sen Stefana âşık oldun. Ya da ondanetkilendin... Yok o gece gitmezsem şöyle olacaktı, yokböyle olacaktı. Bunlar boş laf. Sen kapılmışsın birkere. Ne yapsan boşuna. Geçmişi düşünüp, kendinikahretme... ""Belki de sen haklısın Rafo, belki değil, büyükihtimalle sen haklısın. O gece gitmeseydim, ertesigece giderdim bara. Adama âşık olmuştum bir kere...Neyse... Bara gittiğimde Stefan, dalıa birkaç saatönce ayrılmış olmamıza rağmen beni yenidenkarşısında görünce çok sevindi. Yoo, numarayapmıyordu, gerçekten sevinmişti. Hatta o gecebenim için bir parça bile çaldı: All I Do is Dream ofYou.""Yaptığım tek şey seni düşlemek" diye çevirdi şarkınınismini Rafo. "Vay be, demek yaptığı tek iş senidüşünmekmiş.""Nasıl da geliştiriyorsun Rafo. Stefan böyle demedi,şarkı öyle söylüyordu.""Hadi canım sen de! Eminim o şarkıyı dinlerken sende benim gibi düşünmüşsündür."Suçlu suçlu baktı Ayşe."Haklısın, öyle düşündüm.""Kim olsa öyle düşünürdü" diyerek tezini güçlendirdiRafo. "Diyorum sana, Stefan da seni seviyordu.Yoksa neden öyle bir parça çalsın ?" Ayşe inanmakistiyordu."Değil mi, yoksa neden o parçayı çalsın ?" Amagözlerindeki ışık parladığı gibi çabucak söndü. "Ogece tam da böyle düşünmüştüm. Belki de Stefan
  • artık o kadını unutmaya karar vermişti. Beni tanımakistemesi bu yüzdendi. Böyle düşündükçe rahatlıyor,kendimi daha çok duygulanma bırakıyordum. Okadının gölgesinin üzerimizden kalkacak olması beniStefana daha çok bağlıyordu...O gece yine Stefanla birlikte çıktık bardan.Beyoğlunun sokaklarında yürürken, birden bütünyaşamımın bir günde değişmeye başladığınıhissettim. Sonra bu duygunun gerçek olmadığınıdüşündüm. Aslında görünürde hiçbir şeydeğişmemişti, işim aynıydı, evim aynıydı,arkadaşlarım aynıydı, sadece Stefan girmiştiyaşamıma. Günlük yaşamım olduğu gibi akarken, birinsanla tanışmak, nasıl bu kadar yoğun, bu kadarfarklı duygular hissetmeme yol açabilirdi?Cihangire girdiğimizde bu gece birlikte olacağımızıbiliyordum, sanırım o da biliyordu. Oturduğumapartmanın önüne geldiğimizde, ona hoşça kaldemedim. O da ben artık gideyim demedi, işin ilginci,yukarı gel bir kahve iç filan da demedim. Ama benimkapıyı açışımdan, bakışlarımdan, onun sessizliğinden,uysallığından belliydi ki evime birlikte girecektik. Öylede oldu. Đçeri girince, kendi evimde yabancılıkhissettim. Yoo, kötü bir duygu değildi bu, güzeldi.Sanki yıllardır oturduğum salon birden değişmiş,kanıksadığım tabloların çizgileri, renkleri farklılaşmış,mobilyalar yenilenmiş, çiçekler daha önce hiç farketmediğim bir canlılığa bürünmüşlerdi. Đnan banakokulan bile değişmişti. Stefanın üzerinde deçekingenlik vardı. Koltuklardan birinin ucuna oturup,
  • meraklı gözlerle etrafa bakınması beni kendimegetirdi. Burası benim evimdi, Stefan da konuğum.Ceketimi çıkanrken sordum:Ne içersin? Rakı, şarap, votka, kahve, çay... Rakı... Rakıyla açmıştık, rakıyla kapatalım.Ben mutfağa geçip, rakılanmızı koyarken, içerdenShirley Bas-seynin ılık sesi yükseldi: Kiss me honeyhoney.Salona döndüğümde Stefan müzik setindenuzaklaşmış, yeniden koltuğuna oturmuştu, rahatlamışgörünüyordu. Elimde tepsi, rakılanmızla içeri girincesordum: Bu müzikle rakı gider mi ? Anlamamıştı.Rakı diyorum, müziğe uygun mu? Omuz silkti.Müzikle içkinin uyumu... Bilmem bunu daha önce hiçdüşünmemiştim. Önemli bir sorunu çözecekmiş gibibaktı. Böyle bir kural var mı? Şu müzikle, şu içkiiçilecek. Biliyorsun ben burjuva değilim. Bırak müzikile içkiyi, hangi yemeğin yanında ne içilir, onu bilebilmem. Canım rakı istedi o yüzden içiyorum,CDlerinin arasında Shirley Basseyninkini gördüm,dinlemek istedim. Hepsi bu.Aslında beni suçlamıyordu, ama utandım. Kendimiözenti düşkünü, züppe kadınlardan biriymişim gibihissettim. Bozuntuya vermemeye çalıştım. Rakısınıuzattım, sonra divanın karşısındaki koltuğa iliştim.Kendi boşboğazlığıma kızıyor, aramıza bir soğuklukgirecek diye korkuyordum. Hiç de korktuğum gibiolmadı, Stefan rakısından bir yudum aldıktan sonra,az önceki konuşmayı tümüyle unutmuş gibi başıylakadehini işaret ederek anlatmaya başladı:
  • istanbula ilk geldiğim geceydi. Kaldığım otelden çıkıpbir restorana gittim. Bir balık restoranıydı. Garsonbalığın yanında ne içeceğimi sordu: rakı mı, şarapmı?Rakının sadece adım duymuştum. Ama merakediyordum. Rakı, dedim. Garson kanıksamış birifadeyle, Büyük mü, küçük mü ? dedi.Büyük de diyebilirdim, neyse ki akıl edip, küçükdedim, ilk kadehi de hoop, bir dikişte bitirdim,ardından ikincisini... Aradan yanm saat bilegeçmemişti ki, başımın dönmeye başladığınıhissettim. Önce balıktan zehirlendim mi diye korktum,ama bu zehirlenmeden çok sarhoşluğa benziyordu.Üçüncü kadehi öylece bıraktım. Garson durumumuanlamış olacak ki, Bol su için dedi. Size bir de Türkkahvesi getirdim mi toparlanırsınız.Suyu içtim, ama Türk kahvesi midemi altüst etmeyebaşladı. Kendimi tuvalete zor attım. Ne yedimsehepsini çıkardım. Çıka-nnca rahatladım, ayılır gibioldum. Otele kadar yürüdükten sonra kendimegelebildim. Ülkenize geldiğim ilk gece, öğrendiğim ilkşey rakının hızlı içilemeyeceği oldu.O kadar doğal bir tavırla anlatıyordu ki, onasanlmamak için kendimi zor tuttum.Sonra öğrenmişsin rakı içmeyi dedim.Öğrendim. Çok seviyorum rakıyı... Ama siz yanındamezeyi çok yiyorsunuz. Ben çerezle içmeyiseviyorum. Kamımı doyurduktan sonra tabiî... Yeniden rakısından bir yudum aldı, sonra kadehiönündeki sehpaya koymak üzere uzandı, işte ne
  • olduysa o anda oldu, kadeh Stefanın elinden kayıpsehpanın sert yüzeyine çarptı. Stefan kadehiyakalamaya çalıştı, başaramadı, kadehin içindeki rakıönce sehpaya, oradan da yere döküldü. Ben hemenfırladım, mutfaktan kaptığım bir bezle sehpanınüzerini ve yeri silmeye başladım. Bir yandan da,Önemli değil, önemli değil diyordum.Zavallı Stefan utanç içindeydi.Ne kadar sakarım diyerek çevremde dolanıyor,yardım etmek istiyor, ama bunu nasıl yapacağınıbilemiyordu. Tam o anda ben elimdeki bezledoğruldum ve ne kadar üzgün olduğunu anlatmak içinyanıp tutuşan Stefanla burun buruna geldim.Birbirimize öyle yakındık ki, en son hatırladığımStefanın ağzından dökülen, Özür sözcüğü oldu.Birden bir güç bizi birbirimize doğru çekti, benimelimdeki bez yere düştü, Stefanın özür sözcükleriyarıda kaldı... ""Her şey kendiliğinden oldu yani" diye yine girdi arayaRafo."Öyle oldu" dedi Ayşe, sonra kadehine uzandı.Rafonun gözlerinde merak yüklü kıvılcımlar yanıpsönmeye başlamıştı, ancak sormakta zorlanıyordu.Sabırsızlıkla Ayşenin içkisini içmesini bekledi. Ayşekadehi masanın üzerine koyarken daha fazladayanamayarak sordu:"Peki nasıldı?"Ayşe şöyle bir baktı Rafoya. Barmen yineazarlayacak diye düşünerek yutkundu, ama korktuğugibi olmadı.
  • "Đyiydi" dedi Ayşe. "Şaşılacak kadar iyiydi." "Nedenşaşılacak kadar dedin?"Ayşe sanki bu işleri bilmiyorsun da gibilerden bir bakışattı."Çünkü, Rafocum senin de çok iyi bildiğin gibigenellikle ilk sevişmeler o kadar iyi olmaz. Đki bedenbirbirine yabancıdır. Kimin neden hoşlandığını ötekibilmez." Rafo katılmadığını belirtmek istercesineabartılı bir biçimde başını salladı."Orası belli olmaz Ayşecim. Eğer taraflar tecrübeliyse,ilki hepsinden daha iyi bile olabilir. Çünkü ilkininheyecanı hiçbirinde yoktur." Dudaklarında muzır birgülümseyiş belirmişti. Ayşe ayrıntıya girilmesindenpek hoşlanmışa benzemiyordu. "Olabilir" diye kestiripattı. "Biz senin kadar tecrübeli değiliz bu konularda... ""Niye canım, senin de takıldığın biri varmış ya. Şumakul mimar... " Ayşenin suratı asılır gibi oldu."Rafo, sen benim cinsel hayatımı mı öğrenmekistiyorsun, Stefanın hikâyesini mi ?"Barmen oturduğu yerde toparlandı."Đleri gittiysem özür dilerim. Tabiî Stefanınhikâyesini..."Ayşe uzatmadı, yeniden hikâyesine döndü."Böylece Stefanla ilişkimiz başlamış oldu. Aslınabakarsan, bu benim için biraz hızlı bir başlangıçtı.Ama Stefanla birlikte olunca, birdenbire hafifliyordum,bütün sinirlerim gevşiyor, frenlerim tutmuyordu. Herne kadar yalnız kalınca, bu kadar dağılman hiç iyideğil, kendini kontrol etmelisin deyip duruyorsam dabunun bir yaran olmuyordu. Daha kötüsü giderek
  • yalnız kalmaktan hoşlanmaz oldum. Artık her anımı,her dakikamı onunla geçirmek istiyordum. Bu yüzdenher gece bara gelmeye başlamıştım... ""Şey, kızmazsan bir sorum olacak... Geceleri birliktemi kalıyordunuz ?""Evet, onun evi pek güzel sayılmazdı. FiruzağaCamiinin arkasında güneş görmeyen bir dairedekalıyordu. Benim eve taşınmasını önerdim. Kabuletmedi, ama zaten pratikte taşınmış gibiydi. Çünküher gece bardan birlikte çıkıyor, benim evimegeliyorduk. Sabah birlikte kahvaltı yapıyor, eğer işegitmezsem, bütün günü birlikte geçiriyorduk. Biranlamda onun yaşamına uyum sağlamıştım. Bütünzamanımı ona göre ayarlıyor, işlerimi ona göreplanlıyordum. Daha önce birisi çıkıp bunu yapacağımısöylese, onun çıldırdığını düşünürdüm. Ama olmuştuişte, adeta önceki yaşamım sona ermiş, edindiğimdavranış biçimlerini, alışkanlıklarımı, hatta düşüncetarzımı bir yana bırakmış, bilmediği kıyılarasürüklenen bir yelkenli gibi Stefanın rüzgârınakapılmıştım.""Đstediğin de bu değil miydi zaten?" dedi Rafo."Tam olarak bu değildi. Evet, Stefanı seviyordum,onunla olmak benim için çok önemliydi, ama bu kadarbağımlı olmak, onsuz yapamamak, beni ben yapanyaşamdan uzaklaşmaya başlamak... Bu kadar hızlıdeğişimin doğru olmadığını düşünüyordum.Düşünüyordum ama bundan rahatsızlık daduymuyordum. Çünkü mutluydum, yaşama bambaşkabir gözle bakmaya başlamıştım. Daha önce
  • gördüklerimi artık görmüyor, daha önce farketmediklerimi şimdi fark ediyordum. Değişikti,hareketliydi, canlıydı, tuhaftı, güzeldi... ""Ya senin mimar, o ne dedi bu işe ?""Đlhan mı? Anlayışla karşıladı. Mutlu olmadı tabiî, amaöyle olmuş gibi göründü. Dostluğumuzu sürdürmekaran aldık. Tabiîilişkimiz bitmişti. Asıl şoka uğrayan Nesrindi. Bendekideğişiklikleri fark edince, Önceki ilişkilerinin hepsiboşmuş, sen gerçek aşkı şimdi buldun diyordu. Vetahmin edeceğin gibi beni yürekten destekliyordu.Đlhanla yollan ayırmamı söyleyen de o oldu. Şimdidenönlemini al da bu herif aranıza girmesin, dedi.""Doğru söylemiş. Peki Stefan, öteki kadından vazgeçtimi?" diye sordu Rafo."Öteki kadın" diye mırıldandı Ayşe. "Stefan artıkondan bahsetmiyordu. Onu aramıyordu, banabakarken, ben olduğum için bakıyordu. Bunu nasılanlıyorsun diye sorma, anlıyordum işte. Sanki öyle biriyokmuş gibi davranıyorduk ikimiz de... "Ayşe, içkisinden bir yudum aldı. Rafo gözlerini dikmişgenç kadına bakıyordu. Ancak Ayşe bir türlükonuşmaya başlamıyordu."Sonra ?" diye sormak zorunda kaldı Rafo. "Đkiniz de okadın yokmuş gibi davranıyordunuz."Ayşe gözünün önüne düşen saçlarını eliyle geriyeattıktan sonra anlatmaya başladı."Yokmuş gibi davranıyorduk, ama vardı. O kadınStefanın aklında, yüreğinde yaşamaya devamediyordu. Stefanın tüm gizleme çabasına, tüm
  • kibarlığına rağmen hissedebiliyordum onu. Gölgesiher an üzerimizdeydi. Bir süre sonra kurmayabaşladım. Acaba diyordum Stefan benimle sevişirkenonu mu düşünüyor ? Beni öperken, onu öptüğünü mühayal ediyor? Bunlan düşünmek korkunçtu.Yaşadıklanmızın anlamını değiştiriyordu, sevişmeninbütün zevki kaçıyor, bir tür işkenceye dönüşüyordu.Sohbet kendi tadını yitiriyor, bir tür gizli sorgu halinialıyordu. Suskunluk an-lan bile dayanılmaz halegelmişti; çünkü Stefan şimdi onu hayal ediyor diyegeçiriyordum aklımdan. O kadın hakkında hiç konuş-masak da aramızda bir gerilim oluşmaya başlamıştı.Belki de konuşmadığımız için bu gerilim giderekartıyordu. Stefan sonunda bu gerilime dayanamadı.Đşlere çok boş verdiğini, çalışması gerektiğini nedengöstererek artık evine gitmek istediğini söyledi. Hemde öyle eğilip bükülmeden, Almanlara özgü dobralıklaküt diye. Çok bozulmuştum, ama ne yapabilirdim ki ?Nasıl istersen öyle olsun dedim.Böylece Stefan artık geceleri evinde kalmaya başladı.Heyecanımızı yitiriyorduk. Đlişkimiz için tehlike canlançalmaya başlamıştı. Ben yine kendimi suçladım.Gereksiz yere kuşkulara kapılarak, Stefana soğukdavrandığımı düşünmeye başladım. Alman sevgilimiyeniden kazanmak için, bir sabah kucak dolusupapatyayla çaldım kapısını. Birlikte kahvaltı eder,yeniden o coşku dolu günleredöneriz diye düşünüyordum. Kapıyı açıp dakarşısında beni gören Stefan çok sevindi. Onu böylesevinç içinde görünce ben de mutlu olmuştum. Ama
  • içeri girer girmez mutluluğum yanda kaldı. Odanınduvarlan tuğra çizimleriyle doluydu. Đçlerinde enbüyüğü ise Genç Osmanın tuğrasıydı. Neredeyseyanm metrekare büyüklüğünde bir çizimdi. Çizimlerigörünce bütün tadım kaçtı."Barmen, Ayşenin neden bozulduğunu anlayamamıştı."Neden ? Altı üstü tuğra çizimleri ? Neden bozuldun?""Onlar basit birer tuğra değildi. Stefan için başkaanlamlan vardı. Tuğralar ile o kadın arasında bir bağolduğunu sezinliyordum." Bu kadan da artık fazlagibilerden baktı Rafo. "Sezinliyordun... " diyemınldandı manidar bir sesle."Evet sezinliyordum." Gözlerini inatla Rafoya dikti."Sezgilerim de boş çıkmadı üstelik.""Yani kadının tuğralarla ilgisi varmış... ""Tuğralarla değil, Genç Osmanın tuğrasıyla... ""Kadın sanat tarihçisi filan mıymış ?""Hayır hayır... Nereden çıkanyorsun canım?""Ee ne diye tuğralarla ilgileniyormuş o zaman?""Kadın tuğralarla ilgilenmiyormuş, sadece GençOsmanın tuğrasından bir broşu varmış.""Stefan bu yüzden mi kadını anyormuş ?"Ayşe yeter artık der gibi, sağ elini havaya kaldırdı."Böyle olmayacak, her şey çorba olmaya başladı. Eniyisi ben kaldığım yerden devam edeyim." "Tamamama acele etsen iyi olur, meraktan çatlayacağım.""Stefanın evinde tuğralan görünce kan beynimesıçramıştı. Artık duygulanım da gizleyemiyordum.Çalışıyorum dediğin bunlar mı ? diye sertçe sordum.
  • Stefan neden tepki duyduğumu anlamamıştı. Neleroluyor Ayşe ? Sen söyle, neler oluyor?Hâlâ boş boş yüzüme bakmayı sürdürünce,parmağımla Genç Osmanın tuğrasını gösterereksordum:Bu tuğra neden bu kadar önemli ?Eski devletlerin ilgimi çektiğini söylemiştim diyecekoldu.Stefan lütfen bana karşı dürüst ol diye bağırdım. Butuğranın o aradığın kadınla ilgisi olduğunu ikimiz debiliyoruz.Yanıt vermek yerine bakışlannı kaçırdı. Öyle değil mi? diye üsteledim. Bu konuda konuşmak istemiyorum.Öfkeyle yüzüne baktım. Geri adım atmaya hiç niyetiyoktu. Sakin ama kararlı bir ses tonuyla, Bana bukonuda soru sorma dedi, anlatamam.O zaman ben gidiyorum dedim. Elimdeki çiçekleriöfkeyle masanın üzerine savurdum, zavallı papatyalarodanın her yerine saçıldı. Kararlı adımlarla kapıyayöneldim. Stefan engel olmaya çalıştı.Lütfen gitme!Aldırmadım, onu aşıp yürüdüm. Kapıyı açıp kendimidışarı attım. Dışarıda da inadına güzel bir bahar. Pırılpırıl bir güneş etrafı aydınlatıyor, ılık bir rüzgâr tatlıtatlı esiyor. Benim içim kapkaranlık, ruhumda yaprakkımıldamıyor. Sokaktan aşağıya inerken, gözyaşlanmıda tutamadım. Bir yandan ağlıyor, bir yandan dakendime kızıyordum. Neden kapılmıştım ki buadama... Bu kızıl saçlı Alman bunlara değer miydi ? Obir kaçıktı. O bir deliydi. O akimi, siyahlı kadınla, bir
  • de Genç Osmanın tuğrasıyla bozmuştu. Ama kabahatbendeydi. Böyle olacağım bile bile onunla çıkmayıkabul etmiş, onunla sevgili olmuştum. Kahrederekbilinçsizce yürüdüm sokaklarda. Adımlarımmağazamın olduğu sokağa götürmüştü beni.Gözyaşlarım dinmediği için mağazama giremedim, birde çalışanlara rezil olmak vardı işin ucunda, sokağmbaşından geri döndüm. Açılıncaya, gözyaşlarımdininceye kadar dolaştım. Biraz toparlanınca dacanım mağazaya gitmek istemedi. Eve döndüm; yatıpuyumak, hiçbir şey düşünmemek istiyordum.Giysilerimi bile çıkarmadan kendimi yatağa bıraktım,yorganı da başıma kadar çektim. Zil sesiniduyduğumda aradan birkaç saat geçmişti. Biri ısrarlakapının zilini çalıyordu. Bir an açmasam mı diyegeçirdim aklımdan, sonra ya önemliyse diye çıktımyataktan. Kapıyı açtığımda Stefanı karşımda buldum.Özür dileyen gözlerle bakıyordu. Bir süre kapıdaöylece dikildik.Girebilir miyim ? diye sordu.Onu evime almamak gibi bir niyetim yoktu, sadeceşaşkınlıktan öyle dikilip kalmıştım.Tabiî dedim yana çekilerek, buyur.içeri girdi. Güvensiz adımlarla salona yürüdü. Herzamanki yerine geçmedi, masanın yanındakiiskemleye oturdu. Oturmaktan çok ilişti demek dahadoğru olur. Ben karşısında ayakta durmayı seçtim.Bana zaman ver dedi. Gözleri dolu dolu olmuştu,neredeyse ağlayacaktı. Bana zaman ver diyeyineledi. Bu tutkudan, bu hastalıktan kurtulacağım.
  • Tutku, hastalık, güçlü bir duygudan bahsediyordu,ama zaten bunu biliyordum. Öte yandan benden devazgeçemiyordu. Belki de ondan kurtulmak için banaihtiyacı vardı. Ya da benden vazgeçemediği içinondan kurtulmak istiyordu. Hızla geçti bu düşünceleraklımdan. Önemli olan beni istemesiydi. Gözlerimdoldu, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.Karşısındaki iskemleye oturdum.Bana anlatmalısın dedim. Başka yolu yok Stefan!Bana anlatmalısın. Bu kadın kim ? Senin için nedenbu kadar önemli ? Neden yana yana onu arıyorsun ?Yüzünde çaresiz bir ifade belirmişti, yeşil gözleriyardım diler-cesine bakıyordu.O lanetli biri diye mırıldandı. Zavallı biri... Durdu,kadını tanımlamak için uygun sözcükleri bulmayaçalışıyordu. O bir katil... o bir canavar... Katil derken, gerçekten de cinayet işlemiş birindenbahsetmediğini sandım. Ona derin aşk acılançektirmiş bir sevgiliyi kastediyor diye düşündüm.Stefan geçmişi yeniden yaşıyormuş gibiydi. Sankibenimle değil de kendi kendisiyle konuşur gibi...O, insanları acımasızca boğazlamaktan çekinmeyenbiri. O, bir seri katil. Seri katillerin en güzeli, en zekisi,en acımasızı... Onunla tıpkı seninle olduğu gibi bir cazbarda karşılaştık. Berlinde bir geceyansı...Beklenmedik bir şekilde, hiç ummadığım bir andaçıkıverdi karşıma. Oysa üç aydır peşindeydim... Olanları anlamaya başlamıştım.O zaman bu ilk karşılaşmanız değildi dedim.ilk karşılaşmamızdı, onu daha önce hiç görmemiştim.
  • Üç aydır peşindeydim diyorsun.Yeniden yüzüme baktı.Peşindeydim, çünkü o bir seri katildi.Tüylerim diken diken olmuştu. Dehşet içinde sordum:Gerçek bir seri katilden mi bahsediyorsun?Evet, gerçek bir seri katil. Tam dokuz erkeği öldürdü.Tam dokuz kızıl saçlı erkeği bıçaklayarak öldürdü.Stefanın anlattıkları korkunçtu, ama o anda içime birsevinç dalgasının yayılmasına engel olamadım. Eğeraradığı kadın bir seri katilse, Stefan onu âşık olduğuiçin değil, hapse atmak için arıyordu. Görevi gizliolduğu için de güvenlik gereği bunu banasöyleyememişti.Sen onu yakalamaya çalışıyordun diye mırıldandımsevincimi bastırmaya çalışarak.Evet, işin başında ben onu yakalamaya çalışıyordum.Berlin Cinayet Masası beni bu işle görevlendirmişti.Ben de kurbanlar gibi kızıl saçlıydım, üstelik müzisyenolduğum için kimse polis olduğumu anlayamazdı.Böylece bir barda trompetçi olarak çalışmayabaşladım, ilk haftalarda gözüm kulağım bara girenmüşterilerdeydi. Bütün esmer, uzun boylu kadınlarışüpheli olarak görüyor, fark ettirmeden hareketlerinigözlüyordum.Katilin esmer, uzun boylu bir kadın olduğunu neredenbiliyordun ?Đki ayn görgü tanığı kadını tarif etmişti. Đki kurbanı enson gören onlardı. Birbirinden habersiz olarak her ikigörgü tanığı da kurbanların esmer, uzun boylu, sonderece güzel bir kadınla birlikte çıktıklarını
  • söylemişlerdi. O yüzden esmer, uzun boylu, güzel birkadını anyorduk. Ancak günler geçiyor aradığımızkadın bir türlü gelmiyordu. Üstelik cinayetler dekesilmişti. Yoksa katil cinayet işlemekten vaz mıgeçmişti ? Müdürüm, katilin uykuya yatmışolabileceğini savunuyordu... Uykuya yatmak da ne demek? diye sordum.Seri katiller arasında görülen bir davranıştır. Bazenaylarca cinayet işlemeyi bırakır, normal yaşamlarınısürdürürler. Biz buna uykuya yatma diyoruz. Yapacakbir şey yoktur. Yeniden harekete geçmesinibeklersiniz. Ne zaman, nerede? Hiç kimse bilemez.Bu nedenle belki de benim artık ban bırakıp, emniyetedönmem gerekiyordu. Ancak müdürümüz yukarıdangelen baskı nedeniyle olsa gerek, bu işin peşinibırakmamamızı emrediyordu. Böylece benimmüzisyenlik hayatım da uzamış oluyordu. Aslınabakarsan bu durumdan son derece memnundum.Çünkü müzik yapmayı çok seviyordum. Bizim serikatilden haber çıkmayınca, giderek kendimi gerçek birmüzisyenmiş gibi görmeye, öyle hissetmeyebaşladım. Emniyete ise genel geçer raporlar yazarak,durumu idare ediyordum. Yaşadığım hayattan hiçbirşikâyetim yoktu. Ancak bazı geceler -ki böyle gecelersıkça yaşanmaya başlanmıştı -alkol duvarını aşmcaertesi gün toparlanmak zor oluyor, bu da beni mutsuzediyordu. Her defasmda bir daha içmeyeceğim diyesözler vermeme rağmen, konserimiz bittikten sonrakendimi elimde bir kadeh içkiyle buluyordum. Birkadeh, iki oluyor, derken üç, dört, geceyi yine sarhoş
  • bir halde tamamlıyordum. Đşte o sarhoş gecelerdenbirinde geldi; tam da bizi artık gelmeyeceğineinandırmaya başladığı anda...Neredeyse bir şişe votkayı bitirmiş olmama rağmen ogeceyi çok iyi hatırlıyorum. Bar boşalmıştı, garsonlariskemleleri tersçevirip masaların üzerine koymaya başlamışlardı. Bende kade-himdeki içkiyi bitirip, artık eve gitmeyeniyetleniyordum. O sırada duydum sesini. Belkisesinden önce kokusunu hissetmişimdir. Geceyiçoktan tüketmiş müşterilerden artakalan ağır bir tütünkokusunun arasında bile hissedilebilen baygın biryasemin kokuşuydu. Baygın ama rahatsız edici değil,insanı sonu belirsiz serüvenlere çağıran bir parfüm.Onu görmek için başmıı çevirmeme neden olan sesimiydi, yoksa parfümü mü tam kestiremiyorum. Amane söylediğini çok iyi biliyorum.Bu gece çalmıyor musunuz ?Başımı kaldırınca simsiyah gözlerle karşılaştım. Evet,önce gözlerini fark ettim. Hiç bu kadar koyu gözlergörmemiştim. Đnsanı çekip götürüyordu. Ama gözleringüzelliğinden çok, derinliklerinde saklanan sır ilgimiçekti. O gözleri daha ilk gördüğüm anda bir sırsakladıklarını anladım. Gözlerin etkisinden kurtuluncada kadının yüzüne dikkat ettim. O anda nefesim kesilirgibi oldu. Olağanüstü güzeldi. Omuzlarından aşağıyadökülen saçları da, gözleri gibi simsiyahtı. Cesurkişiliğini ele veren geniş bir alnı vardı. Kaşları biroğlan çocuğununki gibi kalıncaydı, ama o iri siyahgözlerin üzerinde o kadar güzel duruyorlardı ki...
  • Küçük, belki biraz sivri burnu, ince yüzüyle tam biruyum içindeydi. Siyah taşlı küçük küpeler takmış,siyah uzun bir elbise giymişti. Öyle ki, siyah saçlarınerede bitiyor, siyah elbisesi nerede başlıyor, bannkaranlığında tam olarak seçilemiyordu. Bu elbise, hiçde kısa olmayan boyunu daha da uzun gösteriyordu.Ellerinde siyah eldivenler vardı. Elbisesinin üzerindekitek parlak takı, dekolte yakasının sol tarafını süsleyeniri bir metal para büyüklüğünde altından yapılmış birbroştu. O zamanlar bu broşun tuğra olduğunubilmiyordum tabiî. Her neyse... Bütün bu anlattıklarımbirkaç saniye içinde olup bitmişti. Ben o birkaç saniyeiçinde karşımda aylardır aradığımız seri katilindurduğunu anlamıştım. Nereden anladın diyesorarsan, yanıtlayamam. Meslekî deneyim mi, önsezimi, yoksa o kadının, tanıkların verdiği tarife uyuyorolması mı bilmiyorum, ama anlamıştım. Birden ayılırgibi oldum. Hayır, aradığımız katille karşılaşmanınheyecanı değildi beni ayıltan, kadımn üzerimdeyarattığı etkiydi. Onun gözlerini gördüğüm ilk anda,polisliği de, bir katilin peşinde olduğumu daunutmuştum, yeryüzünde bu kadar güzel bir kadın varmıymış diye şaşkın şaşkın düşünmeye koyuldum.Düşünmeye koyulmak değil de, kendimi onunetkisine, büyüsüne, artık adma ne diyeceksek,cazibesine kaptırdım. Bak kaptırdım diyorum, amahissettiklerimin yanında inanbana bu sözler bile cılız kalıyor... Stefan bunları anlatırken, bir yandan delice birmerakla söyleyeceklerinin sonunu bekliyor, bir yandan
  • da kör bir kıskançlık duygusu içinde kıvranıyordum.Đnsan ilk kez gördüğü bir kadına nasıl bu kadar yoğunduygular hissedebilir, nasıl bir anda âşık olabilirdi?Yüzümdeki ifadeden ne düşündüğümü anlayanStefan anlatmayı bırakarak bana döndü...Anlattıklarım canını mı sıkıyor? Đstersen... Canımı sıkmak ne demek, söylediği her sözcük adetaateşten bir kor gibi tenimi yakıyordu, ama gerçeğiöğrenmek için bu kadarına katlanabilirdim. Too yoo,lütfen anlat. Emin misin?Eminim, anlatmanı ben istemedim mi zaten? Senistedin... Sözlerimin doğruluğunu anlamak için yüzüme baktı.Rahat görünmeye, gülümsemeye çalıştım, galibabecerdim de; çünkü Stefan ricamı kırmadı, yenidenöyküsüne döndü.Biliyorum çok saçma bir duygu. Çok saçma birdurum. Hele benim gibi yıldırım aşkına inanmayan biriiçin...Kadının karşısında öylece kalakalmıştım. O iseayakta dikilmiş sorduğu sorunun yanıtını bekliyordu.Şaşkınlığım uzayınca, anlamadığımı sanarak yenidensordu: Bu gece çalmıyor musunuz?Çaldık... diyebildim sonunda. Üzgünüm biraz geçkaldınız. Müzik çoktan bitti. Yazık diye mırıldandıboş masalara bakarak, sizi yeniden dinlemeyi çokistiyordum. Daha önce gelmiş miydiniz?Bir kez. Ama o zaman da müziğin sonunayetişmiştim. Sadece bir parça dinleyebildim.Muhteşemdi..." Hatırlıyor musunuz, hangi şarkıydı?
  • Çok iyi hatırlıyorum: Its Always You. Şarkıdan hemensonra çıkıp gittiniz, galiba aceleniz vardı... Olamazdı,onu daha önce görmüş olsam, mutlaka hatırlardım.Ne zamandı bu ? diye sordum. Sonra hâlâ ayaktadikilmekte olduğunu görerek, yaptığım kabalığınfarkına vardım. Elimle boş iskemleyi gösterdim.Oturmaz mısınız?Teşekkür ederim diyerek oturdu. Otururken bir anbana iyice yakınlaşmış, bedeninin sıcaklığını hissedergibi olmuştum.Tam hatırlamıyorum diye yanıtladı az önce sorduğumsoruyu.Ama birkaç hafta önce olmalı, ilk o zaman gördümsizi. Çok iyi çalıyorsunuz.O kadar iyi olduğumu sanmıyorum... Ben iyi birmüzisyen değilim, ama yine de teşekkür ederimdedim. Neden bu kadar açık konuştuğumubilmiyorum. Üzerimde öyle güçlü bir etki bırakmıştı ki,ona karşı dürüst olmam gerektiğini hissediyordum.Tuhaf bir duyguydu bu. Onun varlığı sanki bir andabütün benliğimi ele geçirmiş gibiydi. Sana birazşairane gelecek ama ruhum onun hizmetine girmek,onun ilgisini, beğenisini, sevgisini kazanmak için hiçbircömertlikten kaçınmayacak gibiydi. Beni artıktanıyorsun, hiç de öyle yumuşak başlı bir adamdeğilimdir, hatta ilk tanıştığım insanlarla kolay kolayilişki bile kuramam, ama onun karşısında ilgi isteyenyüzsüz bir oğlan çocuğu gibi davranmaktançekinmeyeceğimi hissediyordum. Bu, benikorkutmuyor da değildi. Ancak beni ele geçiren duygu
  • o kadar güçlüydü ki, hissettiğim korku beniengelleyemiyordu. îşin tuhafı o da bunun farkındaydı.Hiç de şaşırmış gibi bir hali yoktu. Son derece rahatbir tavırla benimle konuşmaya başladı. Herkesgitmiş... Siz niye gitmediniz?Bilmem dedim bakışlarımı onun siyah gözlerindenalamayarak, canım biraz daha kalmak istedi... Yalnız yaşıyorsunuz anlaşılan... dedi, sonra yanıtımıbile beklemeden, kadehime uzandı. Đçkimden kallavibir yudum içti. Sizin için de bir bardak isteyelim mi ?dedim. Gözlerinin siyahlığı derinleşti.Sakıncası yoksa sizinkinden içmeyi tercih ederimdedi. Kara gözleri hayâsızca parıldıyordu. Meraketmeyin, hasta filan değilim. Öyle düşünmedimzaten.Đyi o zaman deyip çantasını açtı. Đçinden sigarapaketi ile gümüş kaplı bir çakmak çıkardı. Bir an banabaktı, kendisini izlediğimi fark edince, Sorumuyanıtlamadınız? dedi. Sersem gibiydim, nesorduğunu bile hatırlamıyordum. Hemen hatırlattı:Yalnız mı yaşıyorsunuz ? Evet, yalnız yaşıyorum...Tek başıma...Güzel dedi. Daha ben bu güzel lafını nasılyorumlayacağımı bilemezken, paketten bir sigaraçıkardı, dudaklarının araşma yerleştirmeden önceyineledi. Güzel, yalnız yaşayan erkekleri severim. Yasiz... dedim. Siz de mi yalnız yaşıyorsunuz?Laf olsun diye sormuştum. Öylesine. Sanki ağzımdanyakışıksız bir laf çıkmış gibi yüzüme şöyle bir baktı,
  • sonra çakmağı bana uzatarak abartısız bir işveylegülümsedi. Yakar mısınız ?Uzattığı çakmağı alarak emrine uydum. Emrineuyarken de, bunu neden ben düşünmedim diye kendikendimi yedim. Sigarasını yakarken, sol eliyle elimituttu. Önce alev alan sigarasının ucuna, sonra dagözlerime baktı...Biliyorum, bütün bu olanlar ucuz bir aşk melodramınınsahne- • si gibi, ama inan bana gerçek. Sigarasınıyakarken içim ürperdi, olduğum yerde titredim. O isekendini rolünün sahiciliğine kaptırmış bir oyuncununsakinliği içindeydi. Kendinden ve oynadığı rolünkusursuzluğundan emin elimi bıraktı, sigarasındançektiği dumanı üfleyerek iskemlesine yaslandı.Ben de yalnız yaşıyorum diye mırıldandı. AdımJasmine... Kesinlikle sahte bir isim diye düşündüm,parfümünden yola çıkarak yakıştırmış olmalıydı bu adıkendine.Güzel bir isim diye mırıldandım. Sanırım Almandeğilsiniz... Demek fark ettiniz, değilim. Nerelisiniz ?Yukarıdan... Kuzeyden... Ona inanmadım; kuzeyden böyle esmer kadınlar çıkarmıydı? Fokların ülkesinden diye açıkladı. Buzludenizlerden... Sesini kısarak ekledi. Çetin denizcilerinülkesinden...Sigarasını kül tablasına bıraktı. Sanki, gerçeğibiliyorum, sakın bana yalan söyleme, der gibi yüzümebakarak sordu: Ya siz ? Siz kimsiniz ?Bir an itiraf etmek geldi içimden. Her şeyi itiraf edip,ona zarar vermeyeceğimi söylemek... Biliyorum çok
  • saçma. Benim gibi yüzlerce zanlıyı sorgulamış birpolis için böyle bir anda çözülmek, darmadağın olmakkabul edilebilir bir durum değil. Üstelik kimse benibuna zorlamamışken. Doğaüstü güçlere inansam biribüyü yaptı diyeceğim. Kendimi onun etkisindenkurtaramıyordum. Ona doğruyu söylemek zorundahissediyordum. Ama en zor anlarda bile insanınyardımına yetişen bir güç vardır ya, sanınm oharekete geçti ve kendimi toparlayarak işi şakayavurdum. Ben bir fokum dedim, "kafayı bulmuş bir fok.Tuhaf! Şaşırdı; kendine güveni bir anda tuzla buzoldu. Yüzündeki anlam tümüyle değişti. Siyahgözlerinde içten bir ifade belirdi. Sanki yanlış duymuşgibi sordu. Fok musunuz ?Onu şaşırtmak cesaretimi artırmıştı. Evet, ben ayyaşbir fokum diye yineledim. Bu çivisi çıkmışdünyada, bu çivisi çıkmış ülkede ayakta kalmak içinbir kadehten ötekine dalıp dalıp çıkıyorum.Şaşkınlığı çabucak kayboldu, ama ciddiyetini hâlâkoruyordu.Sahiden, neden fokum dediniz ?Bilmem... dedim gülümsemeye çalışarak. Sizfokların ülke-sindenim deyince... Hem fokları daseverim... Ben de severim dedi. Kül tablasınabıraktığı sigarasını yeniden almıştı. Bir zamanlarfokları kurtarmak için çalışmıştım. Balıkçılaracımasızca davranıyorlardı onlara... Belki beni dekurtarmak istersiniz dedim.Ne istediğinin farkında mısın dercesine baktı. îşte oanda karşımdaki kadının aradığımız seri katil
  • olduğundan kesinlikle emin oldum, ama bu beniyıldırdı mı dersin, hayır, tersine ona duyduğum isteğidaha da artırdı.Evet, neden beni kurtarmayasınız ? dedim. Mademfoklara yardım ediyorsunuz. Olabilir tabiî.Kurtarılmayı gerçekten istiyorsanız... Đstiyorum. Hergece, her gece bu bar... Sıkıldım artık. Sizi tutan ne ?Neden bırakıp gitmiyorsunuz ?Bilmem... Belki bir kurtarıcı bekliyordum dedim oyunusürdürerek. Kuzeyden gelecek esmer bir denizkızı.Denizkızı ha! Onlar kurtarıcı değildir dedi. Kederlenirgibi oldu. Gibi oldu diyorum, çünkü yüzü güzeldudaklarının arasından çıkan dumanların arkasınagizlenmişti. Denizkızları insanlara felaket getirir. Buyüzden insanlar onlardan kaçar... Benim okuduğum kitaplar öyle demiyor.Ne diyor?Sesi titremeye mi başlamıştı, yoksa bana mı öylegeliyordu kes-tiremiyordum.Denizkızları o kadar güzelmiş ki insanlar onları görürgörmez âşık olurlarmış diye açıklamaya çalıştım.Üstelik kaçmasınlar diye onların şapkasını, kuşağım,tarağını, aynasını çalarlarmış. Çünkü eşyası alınandenizkızı sulara dönemeznüş. Denizkızı eşyasınıçalan adamın kölesi olurmuş.Đnanmamış gibi mırıldandı.Kölesi!Evet ama bazen de denizkızları o insana gerçektenâşık olurlarmış. Belki sen de duymuşsundur...
  • Denizkızları eğer bir inşam gerçekten severse onamutluluk getirirmiş... Hem de sonsuza kadar... Yanlış! dedi. Denizkızları kimseyi sevemezler.Çünkü tanrılar onların ruhlarını çalmışlardır. Sadecebeğendikleri genç erkeklerle gönül eğlendirirler. Onlarıkandırırlar. Su altında birlikte yaşamak için baştançıkarırlar. Ancak buimkânsızdır. Çünkü insanlar suyun altındayaşayamaz. Ama aşk mucizeler yaratır... dedimaptalca. Kim söylemiş bunu? Şairler, yazarlar,müzisyenler... Sanatçılar diye dudak büktü. Onların yazdıklarınıoku, müziklerini dinle, ama onlara güvenme...Denizkızlan gibi onlar da insana mutsuzluk getirir... Neden bu kadar karamsarsınız ?Öyle derin, öyle içten baktı ki, içimde ona yardımetme isteği uyandı. Eğer bir derdiniz varsa... diyecekoldum.Birden gülmeye başladı. Hem de ne gülmek,kahkahalar atıyordu. Davranışı o kadar dengesizdi kine yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırdım. Öylece duruponun gülmesini izledim. Neden sonra gülme krizigeçince, gözlerindeki yaşı silerek, Özür dilerim dedi.Bir an kendimi tutamadım.Neden güldüğünüzü anlayamadım... dedim. Çok muabuk sabuk konuştum.Abuk sabuk değil de biraz tuhaf... Sanırım, banayardım etme isteği uyandı içinizde... Bunun nesi tuhaf?Nasıl anlayamıyorsun der gibi şaşkınlıkla baktı.
  • Tanrı aşkına, siz bu dünyadan değil misiniz? Artıkkimse kimseye yardım etmiyor... Sustu. Sizin debana yardım etmemeniz gerekir. Peki ne yapmalıyım? Öfkeyle, inançla, cesurca, apaçık baktı.Beni becermeye çalışmalısınız... Anlamıyor musunuzdünya bunun üzerine kurulu. Sesi ilk kez gerginçıkıyordu. Her erkek böyle düşünmez dedim.Düşünmez mi ? Siz ne diyorsunuz! Tanıdığım bütünerkekler benden bunu istediler. Bunu yapmayaçalıştılar... Belki siz kötülerle karşılaştınız... iyi erkek yoktur... Hepsinin kafasındaki birinci meselehoşlarına giden kadını becermektir. Bunun için planlaryapar, yalanlar söyler, gerekirse cinayet bile işlerler...Sırf o kadını elde etmek için teklifsizce yaklaşır,peşinizden koşar, insanı çileden çıkaracak hareketleryaparlar.Beni onlardan biri gibi görmüyorsunuz umarım.Yanıtlamakta zorluk çekince ekledim. Unutmayın,masama kendiliğinizden geldiniz... Durdu, hâlâ burun kanatlan öfkeyle açılıpkapanıyordu, ama gülümsemeyi başardı.Ee dedi gerginlikten sıynlmış bir ses tonuyla, körleyatan şaşı kalkarmış. Bunu bana erkekler öğretti. Hepav olmak o kadar da güzel değil, biraz da avcı olayımdedim.Yeniden kadehime uzandı, bir yudum daha içti.Ama bakın, ben kartlan açık oynuyorum dedi. Avcıolduğumu işte yüzünüze söylüyorum. Erkekler bunuyapmaz.
  • Onun bıraktığı kadehi bu kez ben aldım. Gözlerinebaka baka içtim. Kadehi masaya bırakırken, Bencetam tersi dedim. Kalın kaşlan çatıldı.Av olan her zaman erkektir dedim. Ancak kadınlarbizi avcı olduğumuza inandırmıştır. Kadınlann enbüyük başansı budur. Avı avcı, avcıyı av gibigöstermek... Buz gibi bir ifadeyle bakmaya başladı.Đstatistikler öyle demiyor ama. Aşk ilişkilerindekurbanlann çoğu kadın... Kaybedenler demekistemiyorum, ölenler diyorum. Genellikle erkeköldürür... Sevdiği için, kıskandığı için, öfkelendiği için,terk edildiği için... Aslında ben cinayetlerden söz etmiyordum. Ama onunaklına önce cinayetler gelmişti. Bu da onunaradığımız seri katil olduğunu gösteren bir başkakanıttı. Çünkü nasıl yaşarsan öyle düşünürsün. Öteyandan söylediklerinde haklıydı, genellikle kurbanlarkadındı, katiller ise erkek. Bu yüzden ben başka birşeyden söz ediyorum diyemedim. Sessiz kalmam, birbaşka deyişle yenilmem onu yumuşatmıştı.Yanlış mı düşünüyorum ? diye sordu.Yanıt vermek yerine gülümsedim. Gülümsediğimi farkedince, Öyle değil mi ? diye yeniden sordu. Soruyusorarken sanki küçük oğluyla konuşan genç birannenin şefkat dolu yumuşaklığı belirmişti sesinde...Şiddet konusunda haklısınız... dedim. Yanigenellikle haklısınız... Ama ben kadın ile erkekarasındaki ilişkinin niteliğinden bahsediyordum... Kadınlan öldüren de ilişkinin niteliği değil mi? diyeyapıştırdı soruyu. Yine sertleşmeye başlamıştı Ben
  • ise onu üzmek, kırmak, öfkelendirmek istemiyordum.Yine de soruyu yanıtlamak zorunda hissettim kendimi.Öyle tabiî. Ama her ilişkide kadın ölmüyor, bazen dekurban erkek oluyor. Üstelik ben, kadın avcı derken,onun ilişkide daha tutarlı taraf olduğunu söylemekistiyordum.Bu sözler hoşuna gitmiş olmalı ki siyah gözlerindekisertlik yumuşar gibi oldu.Tutarlı ama aynı zamanda tutucu... dedim. Kadıneninde sonunda evlenmek ister. Çocuk yapmak ister.Bu doğanın da isteği. Erkek böyle değildir. Evliliğiçok seven az sayıda erkeği buna katmıyorum.Erkeğin doğası daha sorumsuzdur. Tabiî dahaözgür... Erkek daha çok kadınla birlikte olmak ister, buyüzden daha kolay aldatır, bir tek kadına bağlı olmakistemez, evlilikten, evden kaçmak ister... Evlilik, erkekdoğasına terstir.Ama kadın için uygun... dedi. Manidar bir ifadetakınmıştı.Emin değilim. Belki onlar için de uygun değil. Belkievlilik öncesi çağlarda kadınlar da erkekler kadarmutluydular... Ancak kadınlar evlilik kurumuyla uyumsağlamasını becerdiler. Ne yazık ki doğa kadınlaraacımasız davranır. Kırklı yaşlarına gelen bir kadın ilebir erkeğe baktığınızda bunu anlarsınız. Kendinebakma fırsatı bulan, genleri öyle olduğu için gençkalan çok az sayıdaki kadını bunun dışındatutuyorum. O yüzden evlilik, tabiî çocuk, kadınıngarantisi gibi. Ya da böyle algüanmakta... Bu yüzdenkadın erkeği avlayıp evlenmek, çocuk yapmak ister...
  • Özür dilerim, ama bu görüşünüze dekatüamayacağım. Bir düşünün, genellikle evlilik teklifierkeklerden gelir, kadınlardan değil. Kadının peşindeevlenelim evlenelim diye affedersiniz köpek gibidolaşan genellikle erkeklerdir; çünkü kadmmgüzelliğinden etkilenmişlerdir. O güzelliğin sadecekendilerine ait olmasını isterler. Evlenerek sevdiklerikadını eve hapsetmek amacmdadır-lar. Siz onaözgürlük duygusu diyorsunuz, ama bence maymuniştahlılıktır. Erkekler maymun iştahlı oldukları içintaptıkları kadından bir süre sonra bıkarlar... Hemhangi kadın, hangi erkeği zorla nikâh masasınaoturtabilir ki... Birini nikâh masasına oturtmanın bin türlü yolu vardır.Konu o değil. En tutkulu aşklarda da, basit bir flörttede seçici olan kadındır. Erkek, tüm o çapkıncatavrına, afrasına tafrasına rağmen gerçekte kuzu kuzuseçilmeyi bekler. Tıpkı bu gece sizin gelip benimmasama oturmanız gibi... Yeniden gözlerime baktı; uzun uzun, neleryapabileceğimi anlamaya çalışır gibi.Rahatsız olduysanız giderim dedi. Sanki bütünbedeni gibi sözleri de meydan okuyordu.Gidecek olması fikri bile paniğe kapılmama yetmişti.Yoo yoo hiç rahatsız olmadım dedim aceleyle.Niyetim kabalık etmek de değil. Sadecekonuşuyorum... Paketten bir sigara daha çıkardı. Bu kez osöylemeden, çakmağı kapıp yaktım sigarasını. Sigaradumanını kayıtsızlık içinde üf-lerken, masama ilk
  • oturduğundaki ruh halini yeniden kazanmıştı. Sözebaşlamadan önce kadehimdeki son içkiyi bitirdi. Çokönemli bir ayrıntıyı açıkhyormuş gibi bana doğrueğildi.Az önce söylediklerime bakmayın, aslında ilişkileripek umur-samıyorum. Ciddi ilişkiler beni yoruyor...Ben de kimsenin sorumluluğunu almak istemiyorum...O konuşurken samimi olmadığım biliyordum,inanmadığı düşünceleri anlatıyordu bana. Benikandırmak için, beni avlamak için. Karşı çıkmadanonu dinliyordum; adeta beni kandırmasını, beniavlamasını istiyordum. Belki tam olarak bunlarıistemiyordum, ama onun planının bir parçası olmak,onun peşi sıra sürüklenip gecenin içinde onunlabirlikte kaybolmak istiyordum. Bu serüvenin sonundaölüm olduğunu bilmeme rağmen hislerini onauymamı, ona itaat etmemi söylüyordu. Ve ben bunuyapmamam gerektiğini çok iyi bildiğim halde hislerimeuyuyordum. O ise muhtemelen benden öncekikurbanlarına da yaptığı konuşmayı yineliyordukarşımda.Bana göre de en güzeli bir gecelik ilişkiler. Đki insanbirbirinden hoşlanmışsa, el ele tutuşup o gecenintadını çıkarırlar, sonra elveda. Ne sorumluluk, ne acı,ne fedakârlık... Bu sana da uyuyor, öyle değil mi ?Bilmem dedim başımı sallayarak, bazen bu türilişkiler de güzel olabilir, ama iki insanın birbirinitanıması gerekir.Küçük bir kahkaha attı.
  • Yoksa bana âşık mı oldunuz ?Yoo, sizi tanımıyorum bile.Doğru tanımıyorsunuz... Ama yanınızda olmamhoşunuza gidiyor... Çapkınca baktı. Değil mi? Öyle,hoşuma gidiyor, ama bir gecelik ilişki... diyeaçıklayacak oldum. Boş verin bu laflan. Az sonrabenimle gelmeyecek misiniz?Sustum. Öylece baktım yüzüne. Bir âşığm sevgilisinebaktığı gibi mi, yoksa bir kurbanın katiline baktığı gibimi ? Bunu kestire-miyordum. Ancak bakışlarımdaondan yardım istediğimi biliyordum. Ama o bunugörmedi ya da görmezden geldi.Suskunluğunuzu hayır anlamında mı yorumlamalıyım? diye sordu yeniden.Aksine evet anlamında yorumlamaksınız.Ancak coşku eksikliğini fark etmişti.Pek hevesli değilsiniz dedi.Sizi yeniden göreceğimi bilsem, bu gece sizinlegelmeyebilirdim. Gizemli bir ifade takındı.Bilemezsiniz, ben de bilemem. Ama bu geceyanınızdayım. Ya bu gece, ya hiç... Yine güldü.Sizin gibisini hiç görmedim. Hakikaten tuhaf biradamsınız. Yüzüme şakacıktan, abartılı bir ciddiyettakınarak mırıldandım. Ben bir adam değilim, ayyaşbir fok olduğumu söylemiştim.Kurtarılmak için kuzeyden gelecek denizkızınıbekleyen ayyaş bir fok... diye yineledi. Havayagirmiş, benim alaycı tavrıma uyum sağlamıştı. Ben dehiç bozmadım. Evet aynen öyle... dedim Đyi ya,beklemenize gerek kalmadı, işte geldim... Beni
  • gerçekten de kurtaracak mısınız ? Sigara dumanınıaçıkça yüzüme üfledi.Görmüyor musunuz kurtarmaya başladım bile.Masaya ilk otur-duğumdaM o bezgin haliniz kayboldu.Şimdi karşımda duyarlılığı artmış pür dikkat beniizleyen, acaba ne yapsam diye düşünen bir adamvar. Bakın bunda haklısınız işte...Hadi o zaman gidelim. Çünkü aynı mekânda uzunzaman kalmak beni bezginleştiriyor, canımı sıkıyor.Nereye gideceğiz? diye sordum. Gitmeyeceğimdendeğil, o gidelim dediğinde toparlanmaya başlamıştımbile. Sordum, çünkü, tedirgindim, şaşkındım,mutluydum, tuhaf bir haldeydim. Belki de o değildirdiye hâlâ kendi kendimi kandırmayı deniyordum. Heresmer, uzun boylu kadının bizim aradığımız seri katilolması gerekmiyor, diyordum. Kendimi yanılttığımıbile bile.Merak etmeyin, sizin rahat edeceğiniz bir yeregideceğiz dedi. Yabancılık çekmeyeceğiniz bir yere...Neresiymiş orası?Neresi olacak, sizin eviniz... Bir eviniz var değil mi?Yanıtım gecikince, Ne o yoksa korkuyor musunuz?diye beni kışkırttı.Yok canım neden korkacakmışım ?Ne bileyim, suspus oldunuz birdenbire... Yok sadece düşünüyordum... dedim toparlanarak.Tabiî evimvar. Hem de kimsenin bizi rahatsız edemeyeceği birev.
  • Güzel, buna sevindim işte. Rahatsız oldum diyegeceyarısı duvara vuran komşulardan nefret ederim.Bizi ateşli bir sevişmenin beklediğini ima ederekiştahımı kabartmak istiyordu. Komşum filan yok...Kimse bizi rahatsız etmeyecek... Harika dediyeniden. Hadi gidelim.Birlikte çıktık bardan. Ben barmenle konuşurken, ouzakta durmuştu. Daha önceki olaylarda barmenlerinya da bar görevlilerinin onu neden ayrıntılı olaraktanımlayamadıklarını şimdi anlıyordum. Daha datuhafı, benim davranışımdı. Barmen kiminle gittiğimiöğrenmek için ona doğru baktığında, adamın önünegeçerek, birtakım sorular sormaya başlamıştım. Hiçdüşünmeden yaptığım bu hareket kuşkusuz onukorumak, yakalanmasını önlemek içindi, ama daha daçok, son anda birilerinin çıkıp bu geceyi elimdenalmaması için. Onu istiyordum, onunla beraberliğimgideceği yere kadar gitsin istiyordum, bedeli ne olursaolsun... Stefan bunları anlatırken, artık benden çekinmiyordu.Sanki olayları yeniden yaşıyormuş gibi hikâyesininakışına bırakıver-mişti kendini. Dinlediklerim benişaşkına çevirmişti, ama Ste-fanın hali yüreğimiacıtıyordu.Bir erkek, bir kadına nasıl olur da böylesi kör birtutkuyla bağlanabilir, onu canı pahasına isteyebilirdi.Hem de tanışalı henüz bir saat bile olmamışken...Anlayamıyorum Stefan diyerek böldüm konuşmasmı.Demek öleceğini bile bile gidecektin o kadınla?
  • Yüzüme baktı; suçlu biri gibi değil, anlayış bekleyenbir adam gibi, ama kararlılığını yitirmeden.Gidecektim değil, gittim dedi. Öldürüleceğimi bilebile... Bu beni aşar, bu benim anlayabileceğim bir konudeğil... Umarım başına hiç gelmez, ama gelirse anlarsın... Boş laflardı bunlar, ama yüzündeki gerginlik,gözlerindeki alev, sesindeki titreme onun yaşadıklarınıbana da hissettiriyordu. Ancak bunu kabul etmekistemiyordum. Çok saçma dedim. Bir insan hiçbirzaman kontrolünü bu kadar kaybetmez... Stefanınyüzünde acıklı, zavallı bir ifade belirdi. Ama benkaybettim... Saçma olduğunu ben de biliyorum amaoldu... Đkimiz de sustuk. Eminim Stefan anlatmak istiyordu.Ancak son çıkışım onu engelliyordu. Söylediklerininbeni incitmesinden korkuyordu ki, bunda hiç de haksızsayılmazdı. Ben de dinlemek istiyordum, amagururum bu merakımı açığa vurmamı engelliyordu.Hal böyle olunca sıkıntılı sessizliğimiz sürüyordu.Sonunda ben boyun eğmek zorunda kaldım.Dudaklarıma zoraki bir gülümseme yerleştirip, Ee,neden anlatmıyorsun ? dedim.Suçlu çocukların yaramazlıkları hoşgörüylekarşılandığında takındıklarına benzer utanç rahatlamakarışımı bir ifade belirdi Stefanın koyu yeşilgözlerinde.Anlatıyorum diyerek başladı kaldığı yerden. Eve birtaksiyle gittik. O büyük olasılıkla bara da bir taksiyle
  • gelmişti. Barın birkaç yüz metre uzağında inmişolmalıydı ki taksi şoförü onun bara girdiğini görmesin,benim ölümümden sonra yapılacak soruşturmada onutarif edemesin. Taksinin arka koltuğuna oturduk. Önedoğru eğilip şoföre nereye gideceğimizi söyledim,yeniden arkaya yaslanırken, o birden sokularakkoluma girdi. Başını omzuma yasladı. Önce şoföreyüzünü göstermemek için bunu yapıyor diyedüşündüm, ama sonra amacının beni şaşırtmakolduğunu anladım. Şaşırtmak, evet, yöntemi buydu.Erkeklerin hiç beklemediği, ama karşılaştıklarındahoşlarına gidecek cesur girişimlerle onları şaşırtmak,başlarını döndürmek, onları korunmasız hale getirip,sonra da soğukkanlılıkla gırtlaklarını kesmek. Ama oanda bunlar aklımın ucundan bile geçmiyordu. Solelimi avucu-nun içine aldı.Ne kadar kocaman elleriniz var diye fısıldadıkulağıma. Tıpkı bir balıkçının elleri gibi iri. Yüzümebakmak için biraz geriye çekildi. Biliyor musunuz ?Eskiden sizinki gibi derisi çillerle kaplı ellerden nefretederdim. Nefret mi ederdiniz ?Evet, nedenini sormayın, uzun hikâye, ama sonrasevmeye başladım. Sadece bakmakla yetindim.Sizin önce nefret ettiğiniz bir şeyi sonradan sevdiğinizolmadı mı hiç?Bilmem, hatırlamıyorum, olmuştur belki... Bence olmuştur, siz iradesi güçlü birinebenziyorsunuz... Alay mı ediyordu, yoksa ciddi miydi kestiremiyordum.Đrademin güçlü olmadığını, en azından bu gece öyle
  • davranmadığımı o da, ben de çok iyi biliyorduk.Đradesi güçlü olan insanlar, kendi korkularımyenebilirler, önyargılarının üzerine gidebilirler... Çillielleri sevmemek bir önyargı mıydı ?Elleri çilli olan erkekleri sevmemek diye düzeltti.Evet, bir önyargıydı. Beni epeyce uğraştıran birönyargı. Ama gördüğün gibi onunla başa çıkmayıbecerdim.Tebrik ederim... Ayrıca sevindim böyle olduğuna,yoksa size hiç dokunamayacaktım.Đrademi kullanmayı babam öğretti bana... Babamındenizci olduğunu söylemiş miydim ? Amatör denizci.Teknesi vardı. En büyük mutluluğu denize açılmaktı.Başımıza bir kaza, bir felaket geleceğini filandüşünmez annemle beni de götürürdü denize.Çocukken denizden de tekneden de çok korkardım.Ama babam bu korkumu yenmeyi de öğretti bana.insan isterse yenemeyeceği korkusu yoktur derdi.Babamın haklı olduğunu çok sonraları anlayacaktım.Sağlam adammış. Ne yapıyor şimdi babanız ?Öldü... Bunu söylerken elimi bıraktı, bedenini bendenuzaklaştırdı. Üzüldüm dedim.Evet, çok üzücüydü. Annemle birlikte bir denizkazasında yaşamını kaybetti.Ne zaman oldu bu olay ?On beş yıl önce... Ben çocuk sayılırdım.Sizin için zor olmalı... Zordu ama atlattım... Gülümsemeye çalıştı, yemden yanıma sokuldu.
  • Neyse, hayat devam ediyor diyerek elimi avuçlarınınarasına aldı. Taksiden ininceye kadar da bırakmadı.Eve girince hiç yabancılık çekmedi, sanki kırk yıldırorada yaşıyormuş gibi rahatça girdi içeri. Ev birazdağınıktı, bilirsin işte, içinde yarım kalmış kahvesiylebir fincan, koltukların üzerinde unutulmuş bir gömlek,oraya buraya saçılmış nota yazılı sayfalar... Başkazaman olsa dağınıklıktan dolayı utanır, çekingendavranırdım, ama o anda aklım odamın nasılgöründüğünde değil, yanımdaki kadındaydı.O kendini divanın üzerine bırakırken, Ne içersiniz ?diye sordum.Barda içtiğimizden... Tabiî varsa... Ama oradaki gibiaynı kadehten...Var tabiî diyerek isteğini gerçekleştirmek için içkidolabına yöneldim. Yandan fazlası dolu olan votkaşişelerinden birini çıkardım. Bir kadehe boşaltırken,ensemde nefesini hissettim. Ne zaman oturduğuyerden kalkmıştı, ne zaman yanıma gelmişti?Ürperdim, döndüm. Döner dönmez dudaklarımayapıştı. Bir elimde şişe, ötekinde kadeh öyleceöpüşmeye başladık. Bir süre sonra elimdekilerleöpüşmek imkânsız hale gelince, şişeyle, kadehi orayabıraktım. Yeniden sarıldım, usulca, onu incitmektenkorku-yormuş gibi. Durdu, kara gözleriyle bana baktı.Sanki hiç ummadığı bir davranışta bulunmuşum daanlamaya çalışıyor gibiydi. Yüzünde masum bir ifadebelirmişti. Siyah giysilerinin baştan çı- • kancılığı,dudaklarmdakL rujun davetkârlığı, rahat davranışlarışu an yüzünde beliren masumiyeti gölgeleyemiyordu.
  • Bir tek gözlerindeki ateş... Bu şehvet miydi, gözyaşınadönüşmemiş derin bir acı mı ? Onu yavaşça kendimeçektim, uysalca yanaştı. Teninin sıcaklığından önce,daha bardayken başımı döndürmeye başlayankokusu karşıladı beni. Dudaklanna dokundum.Dudakları kuruydu, dilimle ıslattım onları. Bedenimeyaslanan bedeni çok eski bir aşk sarkışım fısıldar gibiağır ağır kıpırdanmaya başladı. Ama tuhaftırşehvetten çok, şefkate benzer bir duygu uyandıiçimde. Bu canımı sıktı... Ne de olsa ben bir erkektim,bu kadın da benimle birlikte olmak için gelmişti evime,üstelik sevişmeye de başlamıştık, şimdi bu türdenduygulara kapılmanın ne âlemi vardı? Đçimde uyananşefkati, acımaya benzer duyguyu bastırmak içinistekle sarıldım ona. Dudaklarımı sertçe yapıştırdımdudaklarının üzerine. Bir an, çok kısa bir angözlerinde bir düş kırıklığı gördüm, ama hemengözkapaklanm kapadı ve hafif bir inilti çıktıdudaklarının arasından. Ellerimi kalçalarına indirdimserttiler, diriydiler, boynunu öpmeye başladım. Amatuhaftır aslında uyarılmıyordum. Yani daha açıkkonuşacak olursam, cinsel organımda en ufak birhareket bile yoktu... Olacak diye düşündüm, onuelinden tutup yatak odasına doğru sürükledim. Hiçitiraz etmeden geldi benimle. Yatağın başındayeniden öpüşmeye başladık. O da öpüşlerime ateşlibir biçimde karşılık veriyordu. Birlikte yatağın üzerineyıkıldık. Dokunuşlarından, öpüşlerinden çok deneyimliolduğu belli oluyordu. Son derece ustalıkla yapıyordubu işi, ama bir şey eksikti. Yabancı gibiydi, içten
  • değildi, sevgisizdi. Seks için sevgi gerekli değildiyebilirsin. Biliyorum, bunu ben de yaşadım. Hiçtanımadığım kadınlarla harika geceler geçirdim. Amanedense onun dokunuşlarında samimiyet, sevgi, nebileyim işte sahicilik arıyor, ama bulamıyordum. Belkide bu nedenle tüm çabalanma rağmen erkekliğimuyanmıyordu. Ne ki öyle kolay kolay vazgeçmeyeniyetim yoktu. Aklıma yenilgiyi getirmeden, gözümükarartıp, sevişmeyi uzattıkça uzatıyordum. O yabunun farkında değildi ya da değilmiş gibi yapıyordu.Benseinsanüstü bir çabayla bu gece yatakta başanlı olmakiçin yırtmıyordum. Ama boşuna, bacaklarımınarasında en ufak bir kıpırtı bile yoktu. Sonunda bu işiyapamayacağımı anladım, birden durdum. Özürdilereyek, sırtüstü yatağa uzandım.Ne oldu?dedi.Sesinde küçümseme yoktu, baygmlaşan siyahgözlerinde şaşkınlık ve merak vardı sadece. Kusurabakma dedim işi pişkinliğe vurarak, tanımadığımkadınlarla birlikte olamıyorum. Alay etmesinibekledim, yapmadı. Tersine gözlerinde anlayışlı birifade belirdi. Biraz dinlen, yeniden deneriz.Yok... Ne kadar dinlenirsem dinleneyim, bu geceolacağı yok... Elini uzatıp terli alnımı sildi.Đçkiyi azaltmalısın dedi. Çok içiyorsun... Ben bir şey söylemedim.Boynuma sarıldı.Hadi uyuyalım artık.
  • Öyle şefkatle sarılmıştı ki, bu, sevişirken banagöstermediği duyguydu. Tıpkı yavru bir fok gibisokuldum ona. Başımı göğsüne gömdüm. O enfeskokusunu içime çekerek öylece kaldım. Kalp atışlarınıduyuyordum, sakin, uyumlu, ardı ardına, huzurlu birailenin salonundaki eski bir saatin tiktaklan gibi.Biliyorum, uyumak hiç akıllıca bir iş değildi... Ama ouyuyalım dediğinde çok yorgun olduğumu fark ettim.Uyumamalısın, uyumamalısın diye kendime telkinederek onun kalbinin vuruşunu dinlerkenuyuyakalmışım. O gece tuhaf rüyalar gördüm.Karışıktı, açık seçik hatırlayamıyorum ama foklarvardı, galiba bir de denizkızı. Ondan çok emindeğilim, belki de denizkızı yoktu. Ama deniz vardı.Bakmaktan hoşlanmadığım bir deniz... Tamhatırlayamıyorum. Güzel bir rüya değildi.Gözlerimi açtığımda yatakta yalnızdım. Ev oldukçasessizdi. Banyoyu dinledim, ses seda duyulmuyordu.Panik içinde doğruldum, evdeki odaları dolaştım,yoktu. Bir not, bir mektup filan bıraktı mı diye sağasola bakındım; bırakmamış, öylece çekip gitmişti.Beni öldürmediği için sevinmem gerekirken içimburkuldu. Daha şimdiden onu özlediğimi fark ettim.Yeniden dönüp yatağıma oturdum, o anda halınınüstündeki sarı metali gördüm. Bu onun göğsünetaktığı broştu, düşürmüş olmalıydı. Uzanıp aldım.Sonradan Genç Osmanın tuğrası olduğunuöğreneceğim o broşu sevgiyle, şefkatle, tutkuylaokşadım. Şimdi ben ne yapacaktım ?
  • Olanları rapor etsem, başım belaya girecekti. Bırakbaşımın belaya girmesini, onun hakkında polisebirçok ipucu verecektim ki, bu bilgiler onunyakalanmasını kolaylaştırabilirdi. Alçakça gelebilir,ama bunu yapmak istemiyordum. Dün gece hiçyaşanmamış gibi davranmaya karar verdim. Amagece bara gittiğimde beni bir sürpriz bekliyordu. Hayır,kendisi gelmemişti, ama akşamüzeri bana bir mektupbırakmıştı. Hemen açıp okumaya başladım. SevgiliAyyaş Fok diye başlıyordu.Dün akşam senin yanına niye geldiğimi, nedenseninle birlikte olmak istediğimi sen de, ben de çok iyibiliyoruz. Önce senin polis olduğunu anlamamıştımtabiî. Dün gece sen uyuduktan, daha doğrususızdıktan sonra evinde yaptığım küçük bir araştırmabunu anlamama yetti. Çekmecelerden birindebulduğum rozetini görür görmez, benim peşimdekisivil polislerden biri olduğunu anladım. Caz baratakılan kızıl saçlı bir adam... Tipik kurbanlarımdanbiri... Evet, artık açıklamamda bir salanca yok, zatenaçıklamasam da sen çoktan anlamışsındır kimolduğumu. Ben aradığın kişiyim. Kızıl saçlı erkekleriöldüren o acımasız katil... Erkek düşmanı o dişicanavar... Gazeteler böyle yazmıştı değil mi? Sanırımseni neden öldürmediğimi merak ediyorsundur ?Aslmda ben de, neden beni yakalamadığını, nedenöyle kuzu kuzu isteklerime boyun eğdiğinidüşünüyorum. Benim kim olduğumu anlamayacakkadar aptal birine benzemiyorsun. Hatta sanırım benidaha ilk gördüğünde kim olduğumu anladın.
  • Sonradan düşününce farkına vardım bunların. Amabeni neden yakalamadığını, dahası göz göre göreölüme sürüklenmene neden karşı çıkmadığınıanlayabilmiş değilim, belki de hiçbir zaman bunuöğrenemeyeceğim. Sana ilginç birisin demiştim.Sahiden öyley-mişsin... Gerçek şu ki, beni etkiledin.Hem de yıllardır hiçbir erkeğin etkileyemediği gibi.Seni öldüremedim. Neden yapamadığımı kendimeaçıklayabiliyorum. Merak etme sana da anlatacağım,ancak şunu söylemeliyim ki kendi açıklamalarım beniikna etmiyor, umarım seni eder.Eminim seri katiller hakkında çok şey biliyorsundur,en azından benden daha çok bilgiye sahip olduğunkesin. Evet, ben de onlardan biriyim. Kaç erkeğiöldürdüğümü, onları öldürürken neler hissettiğimiburada yazacak değilim. Sana kendimi anlatmakistiyorum. Beni anlaman için mi, daha yakındantanıman için mi, yoksa başka bir nedenle mi, şu anbunu anlayacak halde değilim, sadece anlatmakistiyorum.Adımın Jasmine olduğunu söylemiştim. Yalandı,zaten anlamışsındır. Babam hakkında söylediklerimise doğruydu. O bir denizciydi. Babamla annemindenizde öldükleri de doğruydu, ama bir kaza değildi.Bir cinayetti; daha doğrusu bir katliam. Đçlerindensadece benim sağkurtulduğum bir katliam. Babamın en büyük merakıteknelerdi. Pek de uzun olmayan yaşamı boyuncabirkaç tekne değiştirmişti. Yaz aylarında annemi, beni,yani ailesinin tüm üyelerini yanına alır, tekneyle
  • denize açılırdı. Hem öyle yalanlara filan değil, uzakdenizlere.Dokuz yaşına girdiğim yılın yazıydı. Yine tekneyletatile çıkmıştık. Günlerce süren yolculuktan sonrakuzey denizlerine gelmiştik. Arada bir benim canımınsıkılması dışında tatilimiz güzel geçiyordu. Ben decanımın sıkıntısını küçük köpeğimiz Jasmineleoynayarak geçiriyordum. Evet, Jasmine adını zavallıköpeğimizden almıştım. Güneşin batmadığıgecelerden biriydi. Bilirsin kuzeyde yaz aylarındagüneş tam olarak kaybolmaz, beyaz geceler yaşanır.Đşte o gecelerden birinde, akşam yemeğini henüzbitirmişken, telsizimizden bir yardım çağrısı aldık. Herdenizcinin yapması gerektiği gibi babam, hemenyardım çağrısına cevap verdi. Yardım isteği bir balıkçıteknesinden geliyordu. Zor durumda olduklarını,motorlarının bozulduğunu, teknelerinde bir hastaolduğunu söylüyordu. Babam teknelerinin yeriniöğrenip, haritada belirledikten sonra hemen hareketegeçtik. Çok değil yarım saat sonra yardım isteyentekneyi bulmuştuk. Dışarıdan bakıldığında hiçyadırganmayacak balıkçı teknelerinden biriydi.Yaklaşmakta olan fırtınayı haber veren bir rüzgârlaağır ağır sallanıyordu. Babam telsizle yardımageldiğimizi anons etti. Teknenin ön güvertesinde biradam belirdi; kızıl saçlıydı, iriyarıydı, bize el sallıyor,hastayı almamız için kendilerine doğru yanaşmamızıişaret ediyordu. Babamın aklında en küçük bir kuşkuolmadığı için hemen söylediklerini yapmaya koyuldu.Rüzgâr henüz o kadar güçlü değildi, yanaştık. Đşte ne
  • olduysa o zaman oldu. Birden balıkçı teknesinden üçerkek ellerinde silahlarla üzerimize atladı. Babamşaşkınlığından kurtulup onlara karşı koymaya çalıştı,ama çok geçti, adamlardan ikisi anında babamı etkisizhale getirdi. Küçük köpeğimiz Jasmine havlayaraküzerlerine atladı, ancak adamlardan ufak tefek olanı,iki el ateş ederek öldürdü zavallıyı. Annemle bençığlıklar atarken, yelkenler için kullandığımız kaimhalatlarla babamın ellerini, ayaklarını bağladılar.Đnanılmaz bir görüntüydü, karşımızda yıllaröncesinden çıkıp gelmiş üç vahşi korsan duruyordu.Đçlerinde en iri olanı o kızıl saçlı adamdı. Elinde kılıcabenzeyen kocaman bir bıçak tutuyordu. Elindekibıçağı babanım boynuna dayayarak, paranın neredeolduğunu soruyordu. Babam zaten çok az olanparanın yerini söyledi. Parayı buldular, ama o kadarazdı ki tatmin olmadılar. Adam bıçağım babanımboynuna bastırarak, Asıl parayı neredesaklıyorsunuz? diye sordu.Zavallı babam başka paramız olmadığım anlatmayaçalıştı ama dinleyen kim. Adam, babamdan istediğiyanıtı alamayınca, onu bırakıp anneme yöneldi. Şimdiben senin dilini çözerim diyerek, elindeki bıçaklaannemin giysilerini yırtmaya başladı. Korkunç bir andı.Babam adama önce yalvardı. Bizi bırakırsa onaistediği kadar para vereceğini söyledi, ama adam onuduymuyor gibiydi. Bunun üzerine babam adamaküfretmeye başladı. Adam yine aldırmayarak, annemiöpmeye çalıştı. Annemin adama vurmaya başladığınıgördüm, ama iki arkadaşı ona yardıma gittiler. Biri
  • annemin ellerini, öteki ayaklarını tuttu. Sanki onlarıengelleyebilirmişim gibi dayanamayıp adamlarınüzerine atlamaya kalktım. Kızıl saçlı adam anındayakaladı beni. Bekle bebeğim sana da sıra gelecekdiyerek bana sarılmaya çalıştı. Nefesi leş gibi alkolkokuyordu. Bütün gücümle adamın suratınıtırmaladım. Canı çok yanmış olmalı ki, sert bir tokatindirdi, savrularak yere düştüğümü hatırlıyorum.Kendime geldiğimde önce kanı gördüm. Kendikanımı, bacaklarımın arasından usulca suyasızıyordu. Sonra suyun içinde olduğumu fark ettim,teknemiz ağır ağır batıyordu. Korkuyla anneme,babama bakındım. Annemi görmem zor olmadı,birkaç metre kadar ilerde yatıyordu. Onun bedenindenbenimkinden daha koyu, daha yoğun bir kanyayılıyordu teknemizi ele geçiren denize. Panik içindedoğrulmaya çabaladım. Elim birine değdi. Evet,babamdı. Sırtüstü yatıyordu, gözleri açıktı, durgundu.Sanki hava durumunu anlamak için gökyüzündeçoğalmakta olan bulutlara bakıyordu. Korku içindeağlamaya başladım. Ama ağlamak çözüm değildi,babamın bana öğrettiği gibi telsize gitmeli yardımistemeliydim. Ayağa kalkmaya çalıştım,başaramadım. Çok bitkindim, bacaklarımın arasındabüyük bir acı vardı. Suda adeta sürüklenerek telsizinbulunduğu bölmeye ulaştım. Ancak beni büyük bir düşkırıklığı bekliyordu. Korsanlar telsizi bozmuşlardı. Sonumudum da böylece tükenmişti, kudurmuş bir denizinortasında batmakta olan bir teknede yapayalnızkalmıştım. Yeniden ağlamaya başladım. Sonra
  • sürüklenerek annemle babamın yanma geldim. Onlarıölmemiş gibi düşünmeye başladım. Sonra ölümünkötü bir şey olmadığına inandırmaya çalıştım kendimi.Đkisinin arasına uzandım, teknenin batmasınıbekledim. Beklerken de bir elimle annemi, öteki elimlede babamı tutuyordum. Beni ölüme onlar götürsünistiyordum. Sonunda tekne iyice suya gömüldü. Teknesuya gömülürken, annemle babamı bırakmışım,içgüdüsel olarak yüzmeye çalışırken buldum kendimi.Ama buna imkân yoktu, hem sahilden çokuzaktaydım, hem de incecik kollarımda yüzecek güçkalmamıştı. Birden denizin içinden bir varlığın benisürüklediğini hissettim. Đlk aklıma gelen köpekbalığıoldu. Kan kokusuna gelmiş olmaklardı. Korkudançılgına dönmüştüm, avazım çıktığı kadar bağırmayabaşladım. Ama boşuna, ne denizin ortasında kimsesesimiduyuyor ne de beni sürükleyen yaratık bedenimibırakıyordu. Bir süre sonra sakinleşip artık neolacaksa olsun dedim. Ama bir şey olduğu yoktu,altımdaki yaratık hızla yüzerek beni sürüklüyordu.Yeniden panikledim, kendimi denize mi atsam diyedüşünürken kıyıyı gördüm. Altımdaki yaratık herneyse beni kıyıya götürüyordu. Kayalıklara yaklaşıncayavaşladı, birden beni bırakıp denize daldı. Ben iseçırpınarak kıyıya ulaştım. Kıyıya çıkınca, onu görmekiçin dönüp geriye baktım, ama faydasızdı. Kül rengisuların içinde yitip gitmişti. Onun bir fok olduğunudüşündüm, sonra buna kesin olarak inandım. Bananeden yardım ettiğini bilmiyorum; belki ona da bir
  • insan yardım etmişti, belki de yalnızca içinden gelenbir güdüyle kurtarmıştı beni, bilemiyorum... Fokları buyüzden seviyorum, dedim. Đnsanların kâbusa çevirdiğihayatımı bir fok kurtarmıştı. Sonra beni kıyıdakiler farkettiler. Hastaneye götürdüler. Yaralarımı diktiler,psikolojik yardımda bulundular. Beni ülkemeyolladılar. Bir süre sonra ben normale döndüm. Dahadoğrusu normale döndüğümü sandım. Annesizbabasız her normal çocuk gibi büyümeye başladım.Babaannem sahip çıkmıştı bana. En iyi okullarayolladı beni. Bir dediğimi iki etmedi. Büyüdüm, ergenoldum, genç kız oldum. Bir sevgilim oldu. Çok iyi birçocuktu. El ele tutuşuyorduk, sonra öpüşmeyebaşladık tenha yerlerde. Güzeldi... Ama insan oradakalamıyor. Bir gün sevişmeye başladık... Hayır,düşündüğün gibi olmadı. Onunla seviştim. Pekhoşuma gitmedi, ama bakire olmamama rağmen birazcanım yanmıştı. Sonra yine denedik, ikincisi dahaiyiydi. Hani insan küçükken tecavüze uğrarsa bir dahasevişemez filan derler ya, bende öyle olmadı. Sankiyaşadığım o korkunç olay beni hiç etkilememişti. Taki, yurtdışına çıkıncaya, orada bir doğum günüpartisine katılın-caya kadar. Üniversiteyi yurtdışındaokumama karar verdi babaannem. Aslında onu yalnızbırakmak istemiyordum ama, senin geleceğin, benimuzun gecelerde çekeceğim yalnızlık duygusundandaha önemli, diyerek konuyu kapattı. Yurtdışınageldiğimin on birinci ayıydı. Hiç de içekapanık birideğilimdir, oldukça geniş bir arkadaş çevresiedinmiştim kendime. O gece arkadaşlarımdan birinin
  • doğum günü partisi vardı. Davetlilerin çoğu bizimüniversitedendi. Tek tük başka okullardan insanlar davardı. Müthiş eğleniyorduk, müzik güzeldi, sohbetgüzeldi, acayip içki içiliyordu. Geceyarısına doğru,mumlar söndürülüp doğum günü pastası kesildiktenhemen sonra kendimi evin salonunda dans ederkenbuldum. Partnerim yoktu, çevremde dans eden başkaçiftler vardı, ama ben yalnızdım. Kendimi müziğinuyumuna bırakmış dönüyordum ortalıkta Birdenbirinin yanıma geldiğini fark ettim. Uzun boyluydu,yapılıydı. Đçerisi yeterince aydınlık olmadığı içinyüzünü tam olarak seçemiyordum, ama iri bir kafası,güzel bir gülümseyişi olduğunu görebiliyordum. Hiçbirteklifte bulunmadan benimle dans etmeye başladı.Önce birbirimize uzaktık, sonra müzik değişti, dahayumuşak bir şarkı çalmaya başladı. Böyleceyakınlaştık; ben onun omzunu tuttum, o benim belimi.Müziğin ritmine uyarak sallanmaya başladık. O anlarıbilirsin, içki ve müzik bütün ruhunu ele geçirir, senitümüyle savunmasız bırakır. Müthiş duygularhissedersin, şahane olacak diye düşlersin. En büyükpişmanlıklar bu tür gecelerden sonra yaşanıraslında... Ama yine de büyülüdür, yine deolağanüstüdür. Đtiraf etmeliyim ki ben de bu türduygulan hissettim. Dans sürdükçe birbirimize dahaçok yakınlaştık. Bir ara kendimi onunla öpüşürkenbuldum. Dans bittikten sonra da yanımdan ayrılmadı,sanki az içmişim gibi birlikte içmeye devam ettik.Konuşuyorduk, heyecanla anlatıyordu,söylediklerinden aklımda tek kalan onun bizim
  • üniversiteden olmadığıydı, başka hiçbir şeyhatırlamıyorum. Parti dağılırken nereye gideceğimisordu. Evime dedim. Bana gelsene dedi. Aslındaöyle ilk kez tanıdığı bir erkeğin evine giden kızlardandeğildim. Ama o gece, yaşadıklarımız o kadar güzeldiki, Olur, gelirim dedim.Partiden birlikte çıktık. Herkes sarhoş olmuştu.Doğum gününü kutlayan arkadaşıma bir hoşça kalbile diyemedim. Arabası vardı, ona bindik. Arabayıkullandığına göre benden daha ayık olmalıydı.Ağaçların içinde bir eve götürdü beni. Ev tanımı birazhaksızlık olur, burası gerçek bir villaydı. Kafam okadar kıyaktı ki, ne burası senin mi diye sordum ne deburada yaşayan başka kimse var mı diye. Đçeri girdik.Işıkları yaktı. Geniş salon parlak bir ışıkla aydınlandı.Işığı kısması ya da tümüyle kapatması için onabaktım. Başı sandığım kadar büyük değildi, amagerçekten çok güzel gülümsüyordu. Işıktan rahatsızolduğumu anlamış, kısmak için düğmeye uzanmıştı,işte saçlarının kızıllığım o anda fark ettim. Aslındagüzel bir kızıllığı vardı saçlarının, üstelik ona da çokyakışıyordu. Ama ben irkildim. Unuttuğum, belleğiminen alt katmanlarına sakladığım katliam birdenbirecanlanıverdi gözlerimin önünde. Gözlerimi kapadım,yeniden unutmak istedim. Annemle babamıncesetlerini, cılız bacaklarımın arasından sızan kanıngörüntüsünü kovmak istedim. Olmadı, gözlerimiaçtığımda, tıpkı o korkunç gündekine benzer bir ışıklakarşılaştım. Kül rengi, umutsuz, insanın içinekaramsarlık yayan bir ışık. Ve karşımda tıpkı yıllar
  • önce teknesinde bizden yardım isteyen adam gibigülümseyen, kızıl saçlı, iriyan bir adam. Başım döndü,düşecek gibi oldum. Kızıl saçlı adam hemen uzanıptuttu beni. Tutmaktan çok kucaklamaya çalıştı. Yıllarönce beni kucaklayan adam gibi hoyratçaydıhareketleri. Bırak beni! diye bağırdım. Bıraktı,şaşırmıştı: Ne oldu? Yanlış bir şey mi yaptım?Gitmek istiyorum dedim. Birdenbire ayümış gibiydim.Gidersin dedi, ama iyiölgörünmüyorsun. Bir kahve yapayım, iyi gelir. Başımısallayarak istemediğimi söyledim. Bunu söylerken oyeniden yaklaşmıştı yanıma: Đstersen bir duş alayılırsm. Bu halde dışarı çıkman doğru değil. Hayır,gideceğim dedim. Neden böyle yapıyorsun ? diyerekyeniden sarılmaya çalıştı. Birlikte çok eğleneceğiz.Dur, bana dokunma! diye bağırdım. Ama sözlerimonu durdurmaya yetmedi, bütün bedeniyle üzerimeabanmaya çalıştı. Tıpkı ailemin öldürüldüğü o gündeolduğu gibi elimle suratım tırmaladım. Acıylahaykırarak geri çekildi, sonra tıpkı o kızıl saçlı katilgibi yüzüme okkalı bir tokat indirdi.Kendime geldiğimde, hâlâ üzerimdeydi. Soluk soluğaüzerimde gidip geliyordu. O üzerimde tepinirken, benteknede baygınken görmediklerimi yaşıyor gibiydim.Kızıl saçlı adamın anneme tecavüz edişini, annemlebabamı öldürmelerini, sonra da bana saldırmalarını.Nedense hep annemle babam öldürüldükten sonrabana tecavüz ettiklerini düşünüyordum. Üzerimdekikızıl saçlı hayvanın soluğunun giderek hızlanmasına,
  • sonra bir domuz gibi böğürerek boşalmasına kadarbunları yaşadım. Đçim nefretle dolmuştu, ama dahafazla nefrete ihtiyacım vardı, acmu, utancımı içimeatıp, sessizce öfkemi biriktirmeye başladım. O kızılsaçlı hayvan boşaldıktan sonra bir süre üzerimdeöylece hareketsiz kaldı. Hiç kıpırdamadan, gözlerimikapayarak kalkmasını bekledim. Kalktı, pantolonunubile giymeden salondan çıktı. Sanırım banyoyagidiyordu. Ardından ben de kalktım, sessizce onutakip ettim, gerçekten de banyoya girdi. O banyoyagirince mutfağı araştırdım, bulmak zor olmadı.Đhtiyacım olan alet dolaplardan birindeydi. Enli amakeskin bir bıçak. Bıçağı elime alıp banyoya yaklaştım.Đçerden su sesi geliyordu, tecavüzcüm banyoyapacaktı. Bir süre bekledim, su sesinin iyice arttığıbir anda kapıyı açıp içeri girdim. Girdiğimi farketmemişti bile, az önce üzerimde tepinen bedeni birperdenin arkasındaydı. Hani Hitchcockun ünlüfilmindeki gibi. Perdeyi usulca çektim, o andahissetmiş olmalı, bana doğru döndü. Ama çok geçti.Elimdeki bıçağı göğsüne sapladım. Hareketim o kadarani olmuştu ki, şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış,sadece bir köpek gibi acıyla uluyabilmişti. Bıçağıçektim, yeniden saplamak için kaldırdığımda eliylekarşı koydu. Boşuna, bıçak o kadar keskindi ki, sağelinin iki parmağını koparıp attı. Ama ben de bu kezyeterince güçlü saplayamamıştım bedenine. Yaralıeliyle bana vurdu. Savrularak banyonun duvarınaçarptım. Bıçak elimden düşmüştü. Adam duşunaltından çıkmış üzerime geliyordu. Uzanıp bıçağı
  • aldım, ben ayağa kalkarken adam da yere düştü.Ölüp ölmediğine bile bakmadan üzerine atlayıp bıçağıgelişigüzel saplamaya başladım. Durduğumda hertarafım kan içindeydi. Altımdaki adamın bedeni ise birpelteye dönmüştü. Onun cesedine bakarken büyük birrahatlık duyduğumu fark ettim. Ne korku vardı içimdene de pişmanlık. Sadece bir doygunlukhissediyordum. Huzur dolu bir doygunluk. Hiç paniğekapılmadan kalktım, bıçağı yıkadım, sonra güzel birduş aldım. Onun bedenime bulaşan sıvılarındankurtuldum. Kendi soğukkanlılığıma şaşarak, evdebırakabileceğim bütün izlerimi sildim. Parmak izlerimi,saç tellerimi, kokumun bulaştığı adamın giysilerini,hepsini yok ettim. Evden çıktığımda iyice ayılmıştım.Bir süre yürüdüm. Yeterince uzaklaşınca bir taksiyebinip evimin yolunu tuttum. Yatağıma uzanıncaüzerimden ağır bir yük kalkmış gibi geldi banaYıllardır farkına varmadan içimde biriktirdiğim ağırlıkbirden yok olmuştu. Annemin, babamın ve dokuzyaşındaki o çırpı bacaklı kızın intikamını almıştımsonunda. Ama bununla yetinmeyecektim... Bildiğingibi sana gelinceye kadar benimle birlikte olmakisteyen kızıl saçlı erkekleri öldürdüm. Çünküyaşadığım dinginlik, o huzur veren doyum uzunsürmüyordu. Birini öldürdükten kısa bir süre sonra birbaşkasını daha öldürmek istiyordum. Ben değil, yıllaröncesinden çıkıp gelen o zayıf, çırpı bacaklı kız...Onun umutsuz gözyaşları, onun cılız sesi, onunkorkusu... O kadar zavallı, o kadar masum, o kadar
  • örselenmiş bir hali vardı ki, onu kıramıyordum.Sonrasını biliyorsun...Belki yapamayacaksın, ama benim peşimi bırakmanıöneririm sana Zaten buralardan gidiyorum. Henüzbunu söylemem için çok erken, ama sana rastladıktansonra sanki içimde bir şeyler kırıldı. Belki diyorum, şudokuz yaşındaki kız artık öldürmemi istemektenvazgeçer.Mektubun başında da yazdığım gibi, seni nedenöldürmediğimi ve neden sana bu açıklamayı yaptığımıbilmiyorum. Senin hakkında kendi kendime yineleyipdurduğum bir cümle var: Ne kadar tuhaf bir adam! Bucümlenin anlamı nedir, onu da bilmiyorum. Bilmektende korkuyorum. Çünkü ben, normal biri değilim, benbir seri katilim. Senin gibi kızıl saçlı erkekleri öldürenbir seri katil. Kendine iyi bak ve beni unut.Son olarak şunu söylemeliyim ki: çok iyi bir müzisyenama berbat bir polissin. Yerinde olsam polisliği bırakır,müzisyen olurdum.JasmineEvet, Jasminein ya da adını bilmediğim o gizemlikadmın mektubunda bunlar yazıyordu işte. Birincitavsiyesine uymadım, yani onu unutamadım, amaikincisine uydum. Polisliği bırakıp kendimimüzisyenliğe verdim. Mektubunda yazdığı gibiburalardan gitmiş olmalıydı, çünkü cinayetler sonaermişti. Elimdeki tek somut kanıt tuğraydı. TuğranınOsmanlı sultanlarına ait bir nesne olduğunu öğrenincede Jasminein Türk olduğunu düşünmeye başladım.Đstanbula da bu yüzden geldim, onu bulmaya. Ama
  • gördüğün gibi bulamadım. Stefan söyleyeceklerininoktalamış, yüzüme bakıyordu. Ben darmadağınolmuştum. Bu kadarım beklemiyordum. Bir yandan okadına acıyor, öte yandan Stefanın ona duyduğu bubüyük tutkuyu hâlâ deli gibi kıskanıyordum. Keşkeben de o kadın gibi olsam diyordum. Evet, onun kadaracı çekmiş, onun kadar acımasız, onun kadar güçlüolmayı istiyordum. Onun bir katil olmasının, birçoksuçsuz insanı öldürmüş olmasının hiçbir önemi yoktuo anda benim için. O kadın sıradan biri değildi, benimhiçbir zaman olamayacağım kadar değişik, farklı,çekici biriydi. Stefanı ona çeken yanın bu değişiklikolduğunu düşünüyordum. Ve sana tuhaf gelecekRafo, o katil kadına benzemek istiyordum. Hem deöyle olamayacağımı bile bile... Ama bu duygularımıStefana göstermek aptallık olurdu. Bu nedenle, Onudeğil, ama beni buldun dedim umursamazgörünmeye çalışarak. Üstelik o zannederek. Amasen o değilsin. Sen ondan daha güzelsin, sen şefkatdolusun, sen sahicisin, sen gerçeksin... Kötü olan dabu ya... O gerçek olmadığı için daha ilginç... Stefanoturduğu iskemleden kalkıp elimi tuttu.Öyle söyleme. Onu unutacağım. Đnan bana artık onuaramayacağım. Onu hayatımdan çıkaracağım. Senikaybetmek istemiyorum.Yaşadıkları o kadar olağanüstü, duygulan o kadargüçlüydü ki bunun imkânsız olduğunu biliyordum.Ama ben de Stefanı kaybetmek istemiyordum. Belkide bu kadın bir daha karşısına hiç çıkmayacak,aramıza hiç girmeyecekti. Geldiği gibi Stefanın
  • yaşamından çekip gidecekti. Ortalıkta olmayan, adetabir hayalet gibi yaşayan bir kadın için âşık olduğumadamdan neden vazgeçecektim ki... Stefan banakarşı dürüst davranmış, olanı biteni anlatmıştı. Şimdibenden yardım istiyordu. Onu geri çeviremez-dim. Đşialaya vurmaya çalıştım.Onu unutamazsın dedim başımı sallayarak.Neden?Neden olacak hâlâ broşunu saklıyorsun. Hatırlasana,denizkı-zından kurtulmak için ona ait olan eşyadan dakurtulmalısın. Yoksa onun aşkından aslakurtulamazsın. Şaka yaptığımı anlamadı, sözlerimiciddiye aldı.O tuğradan kurtulacağım. O tuğradan ve ondankurtulacağım, ne olur beni bırakma!Seni bırakmayacağım dedim. Birbirimize sarıldık."Ayşe susmuştu. Rafo şaşkınlık içindeydi. Duyduğuhikâyeninetkisinden kendini kurtaramamış, ne diyeceğinibilemeden öylece genç kadına bakmayısürdürüyordu. Ayşe gülümsemeye çalıştı. "Bakıyorumda artık konuşmamı bölmüyorsun ?" dedi."Nasıl böleyim Ayşecim?" dedi. Sesi titriyordu. "Bunasıl hikâye ya?" Hayretler içinde başını salladı. "Vaybe! Neler yaşamış bizim Stefan! Zavallı adam... "Ayşeye baktı yemden."Sen de çok çekmişsin. Ne kadar acı ya! Acayip iş."Ayşe susmayı tercih etti."Peki o tuğrayı gerçekten de attı mı Stefan?" diyesordu Rafo.
  • "Sence?" dedi Ayşe. Aldırmaz gibi görünmeyeçalışıyordu. "Olanları biliyorsun, sence attı mı otuğrayı?" "Yok... yok... o kadarını bilmiyorum.Nereden bileyim Ayşecim? Sizin işleriniz karışık. Hemde çok karışık, iyisi mi sen anlat." Ayşe umursamazıoynamayı sürdürerek kadehine baktı şöyle bir."Anlatırım, ama bak kadehimiz yine boşalmış."Rafo kadının kadehini yarı yarıya cinle doldurdu,üzerine bir parmak kadar da tonik ekledi. Ayşeiçkisinden içti."Sonra" dedi. "Sonra yine mutlu günlerimiz başladı.Stefan artık geceleri, gündüzleri hep bende kalıyordu.Müzik çalışmalarını bile benim evimde yapıyordu.Mutluydum, arada bir dalıp gitmeleri de olmasa dahaçok mutlu olacaktım. Belki de o kadım düşünmüyordu,ama ben öyle sanıyordum. Sormaya da cesaretedemiyordum, ne düşünüyorsun diye. Yeniden aynıkonuyu açmaktan, o kadını konuşmaktankorkuyordum. Nankörlük etme diyordum kendikendime, kaç kadın âşık olduğu erkekle birlikteyaşıyor ki? Sen şanslısın. O kadını artık aklındançıkar. Kendi kendime yaptığım bu telkinler işeyaramaya başlamıştı. Stefan da üzerime titriyorduüstelik. Son doğum günümde bana BeyoğlununKüskün Çiçeği adında bir beste yapmıştı. Hatta biröğle yemeğinde, tümüyle istanbula yerleşmekten,Türk vatandaşı olmaktan bile söz etti. Bir tür evlenmeteklifi gibi algıladım bunu. Sonra hemen kendimekızdım. Adam öyle demiyor, otur oturduğun yerdediye. Adam evlenme teklif etmiyordu, ama ilişki de bir
  • yerlere doğru gidiyordu. Bizim Nesrin şaka yollutakılmaya başlamıştı: Adamı biz bulduk, senkafaladın. Siz artık yakında evlenirsiniz.Sanırım ben de alttan alta bu düşünceye ısmmayabaşlamıştım. Ama bir yandan da ilişkinin bu kadar iyiolmasından korkuyordum. Her şey o kadar iyigidiyordu ki, bunun gerçek olamayacağınıdüşünüyordum. Düşüncelerimde pek de haksızolmadığımı çok geçmeden anlayacaktım.Yazın sonuna doğruydu. Bizim NesrinlerinSapancada göl kenarında bir yazlıkları var. Stefanlabeni hafta sonu için oraya davet etti. Stefanın birkonseri vardı, Ben gelemem dedi. Aslında ben degitmeyi çok istemiyordum, ama bizim Nesrin yinegedikli sevgilisinden ayrılmış, fena halde teselliyeihtiyaç duyuyordu. Onu kıramadım. Hafta sonunuNesrinle birlikte geçirdim. Aslmda fena da olmadı.Dağlara çıktık, ormanlarda gezdik. Nesrine iyigelmişti, biraz rahatlamış gibi görünüyordu. Uzunkonuşmalarımızın sonunda artık o heriften tümüyleayrılması gerektiğine karar verdik, ilk günün gecesiStefanı aradım, cep telefonu kapalıydı. Konseri vardı,telefonunu kapatmıştır diye düşündüm. Gece aradım,yine kapalıydı, içime bir kurt düştü, ama aldırmamayaçalıştım. Ge-ceyarısı evden aradım, yine kapalıydı.Đçimden bir ses, kalk istanbula git diyordu. Amakıskanç âşık durumuna düşmemek için bunuyapmadım. Ertesi sabahı iple çektim. Sabah kalkarkalkmaz da Stefanı yeniden aradım. Cep telefonu
  • kapalıydı, evi aradım, yine kimse yanıt vermiyordu.Nesrini yatağından kaldırdım.Ben gidiyorum dedim. Kızcağız şaşırmıştı.Ne oldu, nereye gidiyorsun ? dedi.Stefan dedim. Stefana kötü bir şey oldu. Onaulaşamıyorum.Tamam birlikte gideriz diyerek çıktı yataktan.Sabahın dokuzunda düştük yollara.Daha hızlı, daha hızlı diye kızı rahatsız ediyorum.Nesrin akıllı kız hem beni idare ediyor hem dearabayı. Đyi ki o var. Arabayı ben kullansam kesinkaza yaparım. Yolda birkaç kez daha Stefanı aradım.Hayır, ulaşılamıyor. Evin önüne gelince, Nesrininarabayı park etmesini beklemeden fırladım dışarı.Korku, telaş içinde tırmandım merdivenleri.Anahtarımı çıkarırken, bir umut bastım kapının ziline.Yok, kimse yok! Kapıyı açıp girdim içeri. Deli gibidolaştım odaları. Çok şükür, korktuğum manzaraylakarşılaşmadım, ama Stefan yok. Nerede bu adam,diye dolaşırken, masanın üzerindeki zarfı gördüm.Üzerinde adım yazıyor. Yazı Stefanın. Daha mektubugörür görmez anladım ne olduğunu. Ama insaninanamıyor. Hızla açtım zarfı. Topu topu beş satırvardı. Beş satırda özetlemiş Stefan söylemekistediklerini.Beni affet Ayşe.O geldi. Dün gece. Sanki hiç ayrılmamışız gibi... Geldive beni buldu. Gerçi tuğrasını atamamıştım -evetsana yalan söyledim- ama onu unuttuğumusanıyordum. Unutamamışım. Onunla gidiyorum.
  • Nereye mi? Bilmiyorum? Belki mutluluğa, belkiölüme... Delice diyeceksin, haklısın. Ne var kikendime engel olamıyorum. Benim için kaygılanma.Kötüde düşünme ne olur. Çünkü seni gerçekten sevdim.Ama.. Biliyorsun işte... Hoşça kal. StefanNesrin içeri girdiğinde, elimde mektup, ayaktadikilirken buldu beni. Oturttu, bir bardak su verdi.Gözlerimin içine baktı. Onu unutmalısın dedi.Tamam dedim başımı sallayarak, onu unutacağım.Nesrin, Stefanı unutamayacağımı biliyordu. Tıpkı birzamanlar Stefanın bana o kadını unutacağımdediğinde, unutamayacağını bildiğim gibi... Amaüstelemedi. Ben de salya sümük ağlamadım zaten.Aynı yalanı kendime de söyledim çünkü. Onuunutacağım."Sustu Ayşe, kadehine uzandı. Bir yudum içti. Kadehiyerine koyarken, barmenin en az kendisininki kadarüzgün yüzüne baktı."Ama unutamadım Rafo! Onu arayıp duruyorum.Stefanın hayaleti o denizkızıydı, benimki Stefan oldu.Ne zaman kalabalıkların arasında kızıl saçlı bir adamilişse gözüme, ne zaman karanlık sokaklarınköşelerinde onu andıran bir siluet geçse, ne zamanuzun saçlı esmer bir kadının yanında bir adamgörsem, içim ürperiyor. Onu bulduğumu sanıyorum.Her hevesim düş kınklığıyla bitiyor tabiî...Đşte böyle Rafo... Anlat dedin, anlattım. Bu gece artıkson demiştim kendime. Artık o bara gitmeyeceğim.Olmadı Rafo, yine geldim. Nasıl ki bir köpek, onu terk
  • eden sahibini bırakmaz, kokusunu aldığı her yerdepeşinden koşar durur, ben de öyle oldum işte Rafo.Stefan beni istemediği halde, bir başka kadın için beniterk edip gittiği halde ben onu bırakamıyorum, sahibiniarayan bir köpek gibi hâlâ peşinden koşturupduruyorum...Nesrin onu unutacaksın demişti, ben de öyledemiştim, olmadı. Peki sen ne diyorsun Rafo ? Senbilirsin bu işleri, ne dersin, bir gün sahidenunutabilecek miyim onu ?"Rafo ne diyeceğini bilemedi. Az önceki kararlılığımyitirmişti, bakışlarını kaçırdı. Belli ki yalansöyleyecekti. O yalan söylemek için gereken gücü,cesareti toparlamaya çalışırken, yeniden dönmeyebaşlayan CDden Chet Bakerın sesi yükseldi:"Time after time... "Ahmet Ümit, 2004
  • "Đşte böyle Rafo... Anlat dedin, anlattım. Bu gece artıkson demiştim kendime. Artık o bara gitmeyeceğim.Olmadı Rafo, yine geldim. Nasıl ki bir köpek, onu terkeden sahibini bırakmaz, kokusunu aldığı her yerdepeşinden koşar durur, ben de öyle oldum işte Rafo.Stefan beni istemediği halde, bir başka kadın için beniterk edip gittiği halde ben onu bırakamıyorum... "Aşk, imkânsızı ümit etmektir. Yazarımız, AşkKöpekliktirde bu derin gerçeği anlatıyor. Aşkın gözkamaştıran yanılsamasını, muhteşem bencilliğini,görkemli yıkıcılığım, karanlık cesaretini... On ayrıöyküde, aşkın on ayrı yüzünü göstererek. O çok iyibildiğiniz, keyifli, akıcı, yalın Ahmet Ümit üslubuyla...Ahmet Ümit 1960ta Gaziantepte doğdu. 1983teMarmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünübitirdi. 1985-1986 yıllarında Moskovada SosyalBilimler Akademisinde eğitim gördü. Ahmet Ümitin ilkkitabı 1989da yayımlanan Sokağın Zulası adlı şiirkitabı oldu. 1992de ilk öykü kitabı Çıplak AyaklıydıGece yayımlandı. Bunu 1994te Bir Ses Böler Geceyi,1999da Agathanın Anahtarı, 2002de ŞeytanAyrıntıda Gizlidir adlı polisiye öykü kitapları izledi.1995te hem çocuklara hem de büyüklere yönelikMasal Masal Đçindeyle farklı bir tarz denedi. 1996dayazdığı ilk romanı Sis ve Gece, polisiye edebiyatınbaşyapıtı olarak değerlendirildi. Bu romanın ardından1998de Kar Kokusu, 2000de Patasana, 2002de
  • Kukla ve 2003te de Beyoğlu Rapsodisi adlı romanlarıyayımlandı.????
  • Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...