23 Temmuz 2014

NANKÖR İNSAN


Nankör İnsan:

Doğru yola çağırıldıkları halde yüz çevirenlerin, kendilerine merhamet edilip de uğradıkları felâketler kaldırılacak olsa, onların yine de sapıklıklarında ısrar edecekleri Âyet-i kerime’lerde beyan buyurulmaktadır: “Sen onları doğru bir yola çağırıyorsun, ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan sapıyorlar.” (Müminun: 73-74) Ahirete inanmış olsalardı, dünyada yaptıklarının hesabının kendilerine sorulacağını düşünürler, doğru yolu bulurlardı. “Eğer biz onlara merhamet edip de başlarındaki sıkıntıyı giderseydik, şaşkınlık içinde azgınlıklarına devam eder dururlardı.” (Müminun: 75) Azgınlıklarında şaşkın şaşkın direnirlerdi. “Andolsun ki biz onları azapla yakaladık. Yine de Rablerine boyun eğmediler, yalvarıp yakarmadılar.” (Müminun: 76) Kibir ve gururlarında devam edip durdular. “Nihayet üzerlerine şiddetli bir azap kapısı açtığımızda, birden ümitsizliğe kapıldılar.” (Müminun: 77) Her türlü hayırdan, kurtuluş ümidinden mahrum kalmış, lâyık oldukları cezaya kavuşmuş bulunurlar. Azâmet-i İlâhi Saltanat ve İktidarların Üstündedir: Yaratan O olduğu gibi yaşatan da, donatan da O’dur. O yaratıyor, O yönetiyor. Mülk O’nun, bütün tasarruf hakkı ve hüküm O’nundur. Arş-ı Rahman’dan bütün yarattıklarına hükmünü sürdürmeye devam etmektedir. Âyet-i kerime’sinde buyurur ki: “Sonra Arş’ı istivâ etti. (Oturdu, oradan mülkünü yönetmektedir.)” (Furkan: 59) Yerden göklere, göklerden Arş’a varıncaya kadar bütün yaratıklar; O’nun hüküm ve idaresi altında, andan âna, halden hale, şekilden şekile, devirden devire, oluş ve yok oluş, farklılık ve benzeyiş ile değişip gitmektedir. O ise tam bir hakimiyet ve tam mülkiyet ile bütün zerrelerin ve kürrelerin, ruhların ve cisimlerin, güçlerin, saltanatların ve iktidarların üstünde bir azamete sahiptir. Oradan hem yaratıyor, hem yaşatıyor, hem yönetiyor, hem rızıklandırıyor, hem de öldürüyor. Diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor: “Buyruğunu icrâ eder.” (Yunus: 3) Arş’ından arzına varıncaya kadar mahlûkatın bütün işlerini hikmet ve maslahatının gerektiği şekilde bizzat kendisi yönetir ve yönlendirir. Hiç kimse O’nun hiçbir tedbirine mâni olamaz. Hükümranlığı kayıtsız şartsız ve devamlıdır. “Yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratan Allah’tır.” (Talâk: 12) Bu ise O’nun mülkünün genişliğini göstermektedir. Mülkünün genişliği karşısında bütün bu yeryüzü ve bir o kadarı çok basit kalır. O’nun bir İsm-i şerif’i de “Vâli”dir. O öyle bir Vâlî-i âzam’dır ki, mülkünü ve mülkünde olup biten her şeyi tek başına tedbir ve idare eder. Azâmet ve ululukta eşi yoktur, her şeyde, her hadisede büyüklüğünü gösterir. Her türlü perişanlıkları düzeltip yoluna koyar, dilediğini dilediği şekilde yaptırmaya muktedirdir. Hiçbir güç ve kudret O’na muhalefet edemez. Mukaddes şânına saldırıda bulunanların cezasını verir, şiddetli intikamı ile perişan eder. Her şeye hükmünü geçirir. Zâlimlerin, zorbaların gurur ve kibirlerini kırar, kahreder. Kâfirleri inkârları ve azgınlıkları sebebiyle lânetle alçaltır, düşmanlarını rahmetinden uzaklaştırarak esfel-i sâfiline indirir. Şan ve şeref sahibi iken bir anda rezil ve rüsvay eder. İtaat edenleri aziz kıldığı gibi, isyan edenleri de zelil kılar. O’nun zillete düşürüp hakir kıldığı kimseler şereflerini yitirirler. Kendisinden hiçbir şey gizlenmez, bütün işleri murakabası altında tutar. İntikamı çok elemli ve pek şiddetlidir. Kâfirleri, zâlimleri, fâsık ve fâcirleri yaptıkları isyanlardan dolayı hemen kahredivermez, bir zaman mühlet verir, bu mühletin arkası çok korkunçtur. Kötü ve isyana yönelen milletler ve cemiyetler de böyledir. • Sultan Alparslan Malazgirt savaşının başında askerlerine yaptığı konuşmasında: "Burada Allah'tan başka sultan yoktur." dedi. Sultan Murad da Kosova'da aynı şeyi söyledi. "Mülk ve kul senindir, sen kime dilersen ona verirsin." diyerek acziyetini itiraf etti. Allah-u Teâlâ da onlara büyük muzafferiyetler bahşetti. Hakikatı bilen kumandanlar böyle söyledi. Kendisini bir şey zannedenleri Kahhar olan Hazret-i Allah kahretti. İlâhî Tehdit: Allah-u Teâlâ insanları bir damla kerih sudan yarattı, imtihan için sahneye koydu. Konuşulan her kelime zaptediliyor, her yapılanın fotoğrafı çekiliyor. Yeryüzünde Allah-u Teâlâ’nın nimet ve rızıklarından faydalanan insanlar, gün gelecek huzura çıkacaklar, kendilerine verilen nimetler karşısında her zerreden hesaba çekilecekler, mükâfat ise mükâfat, ceza ise ceza alacaklardır. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor: “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur.” (Mülk: 15) Her yaratık için değil ancak siz insanlara, hususiyetle bu söze muhatap olan akıl sahibi kimselere boyun eğdirmiştir. “Öyleyse yeryüzünde dolaşın, Allah’ın rızkından yiyin.” (Mülk: 15) Rabbinizin size ihsan ettiği çeşitli kazanç ve rızıklardan faydalanın. “Dönüş ancak O’nadır.” (Mülk: 15) İnsanların sonu yine o başlangıca dönecek, sonunda O’na varacaklardır. Kötü iş ve icraatlarıyla ateşi körükleyenler cehennemi boylayacaklar, esfel-i sâfiline düşecekler; güzel amelleriyle cenneti süslemeye çalışanlar ise Allah-u Teâlâ’nın geniş mağfiretine ve Cennet-i âlâ’ya ulaşacaklar, ebedî saâdet ve selâmete nâil ve dahil olacaklardır. Allah-u Teâlâ mütebâki Âyet-i kerime’lerinde din-i mübin’i hafife alan, isyan ve tuğyanda alabildiğine koşuşan mücrimleri tehdit etmek üzere şöyle buyurmaktadır: “Gökte olanın sizi yere batırıvermeyeceğinden emin mi oldunuz?” (Mülk: 16) O’nun sizi ve yeri, hep bulunduğunuz halde tutup duracağından ve sizi cezalandırmayacağından emin oldunuz da hiç korkunuz kalmadı mı? O korkunç âkıbeti hiç düşünmez misiniz? “O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.” (Mülk: 16) İsyanınıza karşılık bir ceza olmak üzere çalkalanır, zelzeleler olur. Sizin için yeri boyun eğdiren O değil midir? Onu bu haliyle yaratmaya kâdir olduğu gibi, bunu da yapmaya kâdir değil midir? “Gökte olanın üzerinize taş yağdırmasından emin mi oldunuz?” (Mülk: 17) Böyle bir felâkete uğrayacağınızı hiç düşünmez misiniz? “Siz benim tehdidimin nasıl olduğunu yakında bileceksiniz” (Mülk: 17) Ey o dönüşe, bu tehdit ve uyarıya inanmayanlar! “Gökten taş mı yağarmış?”, “Tabii âfetlerin bizimle ilgisi neymiş?” diyenler! Haber verdiğim uyarı ve tehdidin ne olduğunu, şimdi uyanmazsanız ileride fiilen göreceksiniz. “Andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Fakat benim intikamım nasıl oldu?” (Mülk: 18) Bir bak! Onları cezalandırmam son derece korkunç, şiddetli ve acıklı değil miydi? “Rahman olan Allah’a karşı size yardım edecek askerleriniz kimdir?” (Mülk: 20) Elbette ki böyle bir orduya, bir kuvvete sahip değilsiniz. O korumayınca, O’nun rahmeti ulaşmayınca ne yapsanız, ne kadar çabalasanız kendinizi koruyamazsınız. Böyleyken niçin yolunuzu değiştiriyorsunuz, kendinize gelmiyorsunuz, Hakk’a yönelmiyor, hakikata sarılmıyorsunuz? “Kâfirler ancak aldanış içindedirler.” (Mülk: 20) Onları şeytan aldatmaktadır. O Rahman’ı ve O’nun emirlerini, uyarılarını tanımayıp da yalnız hayatta kalmak için boğuşan kimseler, aldanmaktan başka bir şey yapmış olmazlar. Günümüze Gelince: Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde elbette azabın geleceğini, azgınların azaptan kurtulamayacaklarını beyan buyurmaktadır: “Doğrusu o, onlara ansızın gelecek ve onları şaşkına çevirecek. Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter, ne de kendilerine mühlet verilir.” (Enbiyâ: 40) Nitekim ansızın gelmedi mi? Kimisi çılgınca eğleniyordu, kimisi zina ile evleniyordu, kimisi her türlü âlemlerde bulunuyordu. Ansızın gelen azap onları yakalayıverdi ve hepsini yerlere serdi. Allah-u Teâlâ merhametlilerin en merhametlisidir, fakat O’na hti. Onları alaya alanları, o alay ettikleri şey kuşatıverdi.” (Enbiyâ: 41) Bu onların, peygamberleri ile alay etmeleri ve o alaya aldıkları şeyin onları kuşattığı gibi, müşrikleri de kuşatacağı hususunda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz için bir vaaddir. İlâhi hükümlerle kimisi alay ediyor, kimisi eğleniyor, kimisi karşı geliyor, kimisi itiraz ediyor. Bunlardan ötürü gadab-ı ilâhiyi hak etmiş olmuyor muyuz? O ansızın yakalar, kahreder, kabre koyar, cehenneme atar. O her şeye kâdirdir. Amma sen hükümsüz ve zayıfsın. O’nun azabına karşı hiç de korunacak tarafın yok. Hiç kurtarıcı bir dostun da yok. Nedametin sonsuzdur, faydası da yok. “De ki: Sizi gece ve gündüz Rahman’dan kim koruyabilir? Buna rağmen onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirmektedirler.” (Enbiyâ: 42) Allah’tan korkmak ve kendilerine verdiği emniyet ve rahatlık gibi içinde bulundukları nimetleri saymak şöyle dursun, Allah’ı anmayı bile akıllarına getirmezler. Allah-u Teâlâ yalnız kendisinin koruyucu olduğunu beyan etmekte, daha sonra da dilediği zaman onların üzerine azabı indirmeye kâdir olduğunu açıklamaktadır. “Yoksa kendilerini bize karşı koruyacak ilâhları mı var? Onlar kendilerine bile yardım edemezler. Onlar bizden de dostluk görmezler.” (Enbiyâ: 43) Onları bizden hiç kimse koruyamaz. “Bu İsyan Cezasız Kalmaz.” Denmişti: Allah-u Teâlâ geçmişte yaşamış ümmetlerden misal vererek, insanları uyarmak için öğüt vermenin ve öğüt verenlerin faziletini, bu öğütleri kabul etmeyenlerin de sonunda ne gibi azaplara mâruz kaldıklarını Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurmaktadır: “İçlerinden bir topluluk: ‘Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azap ile cezalandıracağı bir topluluğa ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dediler. Onlar da: ‘Rabbinize karşı mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’tan korkarlar diye.’ cevabını verdiler.” (A’raf: 164) Yani bizler bu davranışımızı Allah-u Teâlâ’nın huzurunda bizim için bir mazur görülme sebebi olsun diye yapmaktayız. “Onlar kendilerine verilen öğüdü unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden dolayı şiddetli bir azap ile yakaladık.” (A’raf: 165) Neticede Allah-u Teâlâ’nın azabı tahakkuk etti. Hakk yolunda bulunup öğüt vermekte devam edenler onların arasından ayrıldılar ve kurtuldular. İsyankârlar topluluğunu ise şiddetli bir azap sarıverdi. Ey kardeşler! Daha evvel birçok defalar arzetmiş ve haber vermiştik. İlk olarak 1994 yılının Ağustos ayında çıkan dergimizde “Bu İsyan Cezasız Kalmaz.” denilmişti. Gözünüzün önüne koyduğumuz bu iki Âyet-i kerime’yi de 1998 yılının Mart ayında çıkan dergimizde beyan etmiştik. Bu felâket taşlarının geleceği o zamandan beri haber verilmeye başlanmıştı. Ve fakat dünyanın şâşâsı ve câzibesi, nefsin arzuları size bunları duyurmaktan alıkoyuyordu. Ve fakat kırbaç çok şiddetli geldi. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Urve bin Rüveym -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki: “Ümmetimde zelzeleler olur. Öyle ki bu zelzelelerde onbin, yirmibin, otuzbin kişi ölür. Allah bu ölümü muttakilere öğüt, müminlere rahmet, kâfirlere ise azap kılar.” (Râmuz El-Ehâdis: 3222) • Halk arasında: "Filan gün zelzele olacak!" gibi söylentiler sürüp gitmektedir. Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır: "Resulüm! De ki: ‘O bilgi ancak Allah katındadır. Ben ancak uyarıcıyım.’" (Mülk: 26) • Allah-u Teâlâ yoldan sapanların, bâtıla uyanların o zor gündeki durumunu bildirerek Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır: “Onu (azabı) yaklaşmış gördükleri zaman, kâfirlerin yüzleri karardı.” (Mülk: 27) Fakat o vakit yakından duymanın da faydası olmadı. “Kendisine: ‘İşte sizin isteyip durduğunuz şey budur!’ denilir.” (Mülk: 27) Artık, şimdi bunu inkâr edebilecek misiniz? “De ki: Söyler misiniz? Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları öldürürse, kâfirleri acı azaptan kim kurtarabilir?” (Mülk: 28) Bütün o azap, bu dünyada kalmak sevdasıyla Allah-u Teâlâ’ya olan nankörlüğünüzden dolayı geliyor. İşte sizin hakkınız böyle yakıcı bir azaptır. Hayatın, yaşamasını da ölümünü de Cenab-ı Hakk’tan bilen ve yalnız O’na kulluk eden müminlerin ise, fani hayattan dâr-ı bekâya iman-ı kâmil ile gitmekten başka bir gayeleri yoktur. “De ki: O Rahman’dır. Biz O’na inandık ve O’na tevekkül ettik. Kimin apaçık sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.” (Mülk: 29) O Rahman’a iman edip, O’na güvenen ve O’nun yolunda giden bizler mi? Yoksa geçici dünyaya aldanıp O’nun uyarı ve rahmetine nankörlük eden sizler mi? Sonunda hangisi kaybedecekmiş anlayacaksınız. Ey gafiller! Dikkat edilirse görülecek ki, şimdiye kadar sizi hep Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanları ile uyandırmaya çalıştım. Bu âfât gelmeden evvel geleceğini duyurduğumuz gibi, ileride gelecekleri de size duyurmaya çalışıyoruz. Bu Hadiseler Son Değil İlk: Ortalık daha çok bozulacak, daha çok karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek. Dikkat ederseniz hadiseler başladı. Bu zelzeleler, yere batmalar, kılık değiştirmeler şimdiden başladı. Dünyanın birçok yerleri sallanıyor. Artık bu dalga böyle gidiyor. Bu zelzele hadisenin başıdır, sonu değil. Öteden beri şunu duyardık: “Âhir son zamanda bina ile zinâ çok olacak.” Binaya ne kadar önem verildi, amma o binanın içinde hep zinâ. Hiç nikâh yok. Bugün nikâh bilinmiyor, yapılmıyor, mehir zaten bilinmiyor. Amma görülüyor ki bina da gitti, zinâ da gitti, hepsi gitti. Dün yıkanmayı kibrine yediremeyen, bugün yıkanmadan gömülüyor. Dün saraylara sığmayan bugün barakalarda sığınmaya çalışıyor. Ne ibretler var! Onun için gün bu gün ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil. Fakat insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünya ile meşgul olacak, dünyaya meyledecek zaman değil. Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, ebedî hayatını kazanmak için gayret et! Zira bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan ihtiyacından fazlasını alan kimse, şuursuzca kendini helâk etmiş olur." (C. Sağir) Haram ve nâmeşru kazançlara gelince: “Eddünya cîfetün ve tâlibüha kilâbün” "Dünya bir cîfedir, onun taliplisi köpeklerdir." Yani kelp olarak âhirete çıkacak. Ne oldu? Kazandı! Neyi kazandı? Ateşi kazandı! Kardeşler! Kendimize gelelim, ebediyatımızı kurtaralım. Artık Hakk'a dönme zamanı. Yapacağımızı şimdiden yapalım. • Allah-u Teâlâ yoldan sapanları uyarmak ve mazeretlerini ortadan kaldırmak için, geçmiş kavimlerde yalanlayanların, azgınlıklarında devam edenlerin başlarına gelenleri Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurmakta ve beşeriyete duyurmaktadır: “Onlardan Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud da yalanlamıştı. Âd, Firavun ve Lut’un kardeşleri de, Eyke halkı ve Tubba kavmi de yalanlamışlardı. Bütün bunlar peygamberlerini yalanladılar. Tehdidim (azabım) da onlara hak oldu.” (Kaf: 12-13-14) Hepsi de helâk oldular, yok oldular, lâyık oldukları cezalara kavuştular. Bu Âyet-i kerime’lerde çok ince ve derin ikazlar vardır. Yani geçmiş kavimlerin başına gelen azabın benzerinin sizin de başınıza gelmesinden sakının. Çünkü aynı işi yapma, aynı cezayı hak etmeyi gerektirir. Ey yirminci asrın azgınları! Sizden önce de azanlar oldu ve biricik Yaratıcı’ya isyan ettiler, hasım kesildiler. Fakat O, bütün bu kavimleri ansızın helâk etti. Sizi de kahretmeyeceğinden emin misiniz?arp ilân edenlere, alenen isyan edenlere karşı dilediği zaman hükmünü verir ve mülkünde dilediğini yapar. Bunca isyanlar bardağı dolduruyordu, sınırı aşınca bardağı taşırttırdı. Geride kalanlar Allah-u Teâlâ’nın azabından emin mi oldular? Onları başka türlü bir âfâtla yakalamayacağına dair ellerinde senetleri mi var? Bu isyanın cezasının devam edeceğinden haberiniz olsun. “Andolsun ki senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...