23 Temmuz 2014

GEÇMİŞ KAVİMLERİN AZGINLIKLARI VE CEZALARI


GEÇMİŞ KAVİMLERİN AZGINLIKLARI VE CEZALARI

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Fecr sûre-i şerif’inde geçmişte yaşamış bir takım kavimlerin küfür ve tuğyanları sebebiyle nasıl bir cezaya ve helâke maruz kalmış olduklarını beyan buyurmakta ve beşeriyete duyurmaktadır: “Görmez misin Rabbin nasıl yaptı Âd’e? Sütunlar sahibi İrem’e? Ki, o şehirler içinde benzeri yaratılmamıştı.” (Fecr: 6-7-8) Dünyada o güne kadar misli görülmemiş bir ihtişama sahiptiler. Dağlar içinde ilk defa bina yapmaya başlayan kavimdirler. Dağları yontarak kaleler, saraylar yapıyorlardı. Evleri kat kattı. Halkın bütün imkânları kullanılarak cennete nazire olmak üzere büyük ve yüksek köşkler, kireçle dondurulmuş saraylar, konaklar inşa ediyorlardı. İçlerinde cesim havuzlar vardı. Yazlık ve kışlık olarak yer değiştirdikleri için, iri cüsselerine uygun çadırlar ve ona göre uzunca çadır direkleri bulundururlardı. Son derece kaba, haşin ve zorba idiler. Kendilerinden başkalarına hiç insafları yoktu. Ellerine geçirdikleri komşu kabileleri ve fakir halkı angaryalar, zulümler ve işkenceler altında köle gibi en ağır işlerde çalıştırıyorlardı. Öldürdüklerini zulümle öldürüyorlar, dövdüklerini zulümle dövüyorlar, asla merhamet etmiyorlardı. Hud Aleyhisselâm’ın yıllar yılı yaptığı uyarılara bütünüyle kulak tıkadılar. Allah-u Teâlâ’nın kendilerine verdiği fırsatları kullanamadılar. 

Sonunda da Allah-u Teâlâ onlardan ruhsatı aldı. Kasırga şeklindeki şiddetli bir rüzgârla onları helâk etti. Âd kavmi sanki başka memleketlerde helâk olmuşlar gibi, ne kendilerinden ne de yurtlarından hiçbir iz ve işaret kalmadı. Geride sadece taş toprak yığınları, yıkık meskenler, kırık dökük sütunlar, yüzü koyun devrilmiş putları kaldı. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor: “Onları bir süprüntü haline getirdik. Uzak olsun o zâlim kavim!” (Müminun: 41) Dünyaları mahvolup hayatlarını kaybettikleri gibi; bu rüsvaylıkla da kalmadılar, Allah-u Teâlâ’nın âlemleri ihata eden engin rahmetinden mahrum edildiler. Onlar bu cezaya müstehak olmuşlardı. Bu müstehak oluşları ebedî hayatlarının helâkine vesile oldu, böylece cehennemi boyladılar. Allah-u Teâlâ onlara verdiğini başkasına vermediği halde, onları nasıl yakaladı ve helâk etti. Biz kim oluyoruz? Bizim azgınlığımızı da herhalde yanımıza bırakmayacak. Amma er, amma geç. Allah-u Teâlâ Semud kavmine de Âd kavmine verdiği gibi bol nimetler, maddi imkânlar vermişti. 

Kendilerinden önce gelen Âd kavmine halef oldular, beldelerini imar ettiler. Âd kavmi yüksek sütunlu binalar yapmakla tanınıp, Kur’an-ı kerim’de “Sütunlar Sahibi” olarak anıldığı gibi; Semud kavmi de dağlarda kayaları oyup evler yapmakla tanınmışlar ve “Vâdide kayalar oyanlar” diye anılmaktadır: “Vâdide kayaları oyan Semud’a (Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?)” (Fecr: 9) Vâdilkurâ havalisi bir medeniyet mamuresi halinde idi. Onlar evlerini mesken edinmek, içinde oturup rahat etmek için yapmıyorlardı. Bu maksatla yapmış olsalardı kınanmazlardı. Fakat onlar kibirlenip böbürlenmek ve öğünmek, sırf servet ve hüner gösterisinde bulunmak için bina yapıyorlardı. Bunların ardında ulvi bir gaye, yüksek bir maksat yoktu. Halkın umumi menfaatını ilgilendiren bir düşünceleri de yoktu. 

Ölümü hiç hatırlarına getirmiyorlar, dünyada ebedi kalacakmış gibi yaşıyorlar, şeref ve haysiyeti dünya malında arıyorlar, servet-ü sâmânı olmayanlara, kendi soylarından olmayanlara hiç itibar etmiyorlardı. İçlerinde fakir olanlar bu imkânlardan mahrum idiler. Semud kavmi tıpkı Âd kavmi gibi, kendilerinden önce geçenlerin başına gelenlerden ders ve ibret almamışlar, isyan etmişler, fısk-u fücüra dalmışlardı. Kendilerini kurtuluşa dâvet eden Sâlih Aleyhisselâm’ın dâvetini yalanladılar, peygamberliğini inkâr ettiler. Pek az kimsenin dışında çoğunluğu onu yalanladılar. Şirretlikleri son haddine varınca Allah-u Teâlâ onlara azabını gönderdi. Gece yarısı ile sabah arasındaki süre içinde yıldırım çarpmış gibi bir gürültü koptu. Gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Her şey bir anda olup bitti. Bir varmış bir yokmuş oldular. 

Allah-u Teâlâ onlara yapacağını yaptı, defterlerini dürdü, yaptıkları kendilerine çok pahalıya maloldu. Bize malolduğu gibi. Âyet-i kerime’sinde: “Hepsini kırdık geçirdik.” buyuruyor. (Furkan: 39) Âd ve Semud kavimlerinin durumları gözler önüne serildikten sonra mütebâki Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır: “Kazıklar sahibi Firavun’a neler yaptı?” (Fecr: 10) Onu da nasıl müthiş bir azaba uğrattı. Kendisini de, kendisine tâbi olanları da sular içinde helâk ederek cezalarına kavuşturdu. Firavun’un şevket ve saltanatı kendisini aslâ kurtaramadı. Kendi kendisini bile kurtaramadı. “Zira onların hepsi memleketlerinde azgınlık ettiler.” (Fecr: 11) Kendilerinden daha büyük hiç kimsenin olmadığını sandılar, her devirdeki azgınların sandığı gibi. Her biri kuvvetlerine, makam ve mevkilerine aldanmış, arzu ve heveslerine uymuş, bulundukları memleketlerde hak ve adalet sınırlarını aşıp Hakk’ın ve halkın haklarını çiğnemede ileri gitmişlerdi.

 “Bulundukları yerlerde bozgunculuğu çoğalttılar.” (Fecr: 12) Zulüm, israf, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlükle çok fesat çıkarmışlardı. Fakat O fırsat veriyor, ruhsat vermiyor. “Bundan dolayı Rabbin de azap kırbacını çarpıverdi.” (Fecr: 13) Hepsini de daha dünyada iken felâketlere uğrattı. Ahiretteki azapları ise her türlü tasavvurun üstündedir. • Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde geçmiş kavimlerin başlarına gelen felâketlerden haber vererek gelecek nesilleri uyarmaktadır: “Âd kavminin başından geçende de ibret vardır. Onların üzerine kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik. Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.” (Zâriyat: 41-42) Allah-u Teâlâ’nın “Kahhar” sıfatı tecelli edince, azabı ve hükmü inince; ne kaba kuvvetin, ne de tedbirin bir yararı olur. “Semud kavminin başına gelenlerde de ibretler vardır. Onlara: ‘Bir süreye kadar sefa sürüp zevklenin!’ denmişti. Rablerinin buyruğuna baş kaldırdılar. 

Bu yüzden bakıp dururken kendilerini yıldırım çarpmıştı. Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım edenleri de olmamıştı.” (Zâriyat: 43-44-45) Semud kavminin kıssası Kur’an-ı kerim’de arzedilirken, her devirde yaşayan maddeci münkirlere gerçekler duyurulmaya çalışılmaktadır. “Bunlardan önce Nuh kavmini de helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir topluluk idiler.” (Zâriyat: 46) Helâklerine sebep olan küfür ve isyanda haddi aştılar, bunun için de helâk edildiler. Bütün bu örnekler, bu şekilde dünyada da cezanyn vuku bulacağını göstermektedir. • Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde İbrahim Aleyhisselâm’ın yanına gitmiş olan meleklerin, Lut kavminin helâkı için indiklerini beyan buyurmaktadır: “Dediler ki: Üzerlerine sert taşlar yağdıralım diye biz suçlu bir kavme gönderildik. (O taşların her biri) haddi aşanlar için Rabbinin katında işaretlenmiştir.” (Zâriyat: 32-33-34) Onların kötülükleri o kadar çoğalmıştı ki Allah-u Teâlâ onları “Suçlu bir kavim”,“Haddi atanlar” diye vasıflandırmaktadır. “Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. 

Zaten orada müslümanlardan sadece bir ev halkından başka kimse bulamadık.” (Zâriyat: 35-36) Orada bir evden başka mümin yoktu, onun için Lut Aleyhisselâm’ın ev halkından başka selâmete çıkan bulunmadı. Demek ki onun tebliğlerine daha başka iman eden bulunsaydı, onlar da kurtulacaklardı. Âyet-i kerime’de azaptan kurtulan müminlerin azlığı ve yok olmaya müstehak olan kâfirlerin çokluğu açıklanmaktadır. “Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.” (Zâriyat: 37) Allah’tan korkan müttakiler zümresi bu Âyet-i kerime’leri görünce muhtevasını öğrenirler, ibret alıp istikamet üzere yürümeye çalışırlar. Basiretleri körelmiş olanlar ise ne yeryüzündeki ibretleri, ne de kendi iç âlemlerindeki alâmetleri görürler. Bunun neticesi olarak da Hakk ve hakikatten habesiz olarak yatarlar. Allah-u Teâlâ geçmiş kavimlerin bütün bu helâk durumlarını ibret alınması maksadıyla önümüze seriyor. Fakat ibret alan nerede?

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...