23 Temmuz 2014

ONLAR KENDİLERİNE VERİLEN ÖĞÜDÜ UNUTUNCA




ONLAR KENDİLERİNE VERİLEN ÖĞÜDÜ UNUTUNCA

“İçlerinden Bir Topluluk: ‘Allah’ın Helâk Edeceği veya Şiddetli Bir Azap ile Cezalandıracağı Bir Topluluğa Ne Diye Öğüt Veriyorsunuz?’ Dediler. Onlar da: ‘Rabbinize Karşı Mazeret Beyan Etmek İçin, Bir de Belki Allah’tan Korkarlar Diye.’ Cevabını Verdiler.” 

“Onlar Kendilerine Verilen Öğüdü Unutunca, Biz de Kötülükten Men Edenleri Kurtardık, Zulmedenleri de Yapmakta Oldukları Kötülüklerden Dolayı Şiddetli Bir Azap ile Yakaladık.” (A’raf: 164-165) Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e hitaben Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur: “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. 

Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Mâide: 67) Allah’tan korktuğum için bildiğimi bildirmeye çalışıyorum. Siz de bildiğinizi yapın. İstiâze (Sığınma): Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Resulullah Aleyhisselâm’a, aynı zamanda bütün müminlere de hitap mahiyetinde olmak üzere şöyle buyurmuştur: “De ki: Ey Rabbim! Eğer onlara vaad edilen azabı bana mutlaka göstereceksen, o zaman ey Rabbim! Beni zâlimler topluluğu arasında bulundurma.” (Müminun: 93-94) Allah-u Teâlâ’nın cezası, yalnızca günahkârların değil, günah ve isyanlardan sakınan müminlerin bile korkması gereken bir husustur. Çünkü ilâhi gazab geldiğinde, yalnızca günahkârları kapsamakla kalmaz, herkesi içine alabilir. Bu bakımdan fitne ve fesadın, isyan ve tuğyanın yaygınlaştığı zamanlarda muttaki müminlerin Allah-u Teâlâ’ya nasıl sığınması icabediyorsa o şekilde sığınmaları gerekir. Çünkü azabın ne zaman geleceği bilinmez.

 “Onlara vâdettiğimizi sana göstermeye biz elbette kâdiriz.” (Müminun: 95) Fakat biz bir hikmetten dolayı onu erteliyoruz. “Sen kötülüğü en güzel bir usulde def et! Çünkü biz onların vasıflandırmakta oldukları şeyi çok iyi biliriz.” (Müminun: 96) Ve yaptıklarının karşılığını veririz. Felâketin Başı: Allah-u Teâlâ imanlarına gizli veya açık şirk karıştıranları Âyet-i kerime’sinde müşrik olarak vasıflandırmaktadır. “Onların çoğu Allah’a iman etmiştir, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106) Bunlar imandan, İslâm’dan mahrum kimselerdir. Halis tevhid ile iman etmezler. Allah’tan başkasına ilâhlık payesi verirler veya dünya nimetlerine taparcasına düşkünlük gösterirler.

 Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri uyarmak üzere şöyle buyurmaktadır: “Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emin mi gördüler?” (Yusuf: 7) Göz önünde bunca deliller varken, Âyet-i kerime’ler yüzlerine karşı okunurken; bunlar Hakk’ı hatırlamazlar, Hakk’tan yana olmazlar, imansızlık ve müşriklik ederler, ahiret için hazırlanmazlar. Emniyet içinde olduklarından değil, ilerisini düşünmediklerinden, basiretsiz olduklarından dolayı öyle yaparlar. Mütebâki Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ Hâtem’ül enbiyâ olan rahmet peygamberine onların şirk ve azgınlıklarına karşı şu gerçeği açıkça ilân etmesini emretmektedir: “Resulüm! De ki: ‘İşte benim yolum budur. 

Ben Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basiret üzerindeyiz. Allah’ı noksan sıfatladan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.’” (Yusuf: 108) Ben Allah’ın yoluna bu şekilde davet ettiğim gibi, bana uyanlar da aynı şekilde davet ederler. Müstehak Oluş Sebebi: Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde iman ve itaattan yüz çevirmelerinden dolayı nice memleketlerin halkının mahv ve perişan olduğunu bildirmektedir: “Zâlim olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra da başka bir topluluk var ettik.” (Enbiyâ: 11) Onları, yaptıklarının cezasına kavuşturduk.

 “Onlar bizim azabımızı hissettiklerinde oradan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.” (Enbiyâ: 12) Bağlarını bahçelerini, evlerini barklarını, bulundukları beldeleri terkediyorlardı. “Kaçmayın! İçinde şımarıp azdığınız nimetlere ve meskenlere dönün! Çünkü siz sorguya çekileceksiniz.” (Enbiyâ: 13) Bunların hepsi kınama kabilindendir. Kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı bir zamanda günahlarını itiraf edip pişman oldular. “Dediler ki: ‘Vay başımıza gelenlere! Biz gerçekten zâlimlermişiz.’” (Enbiyâ: 14) Bunun neticesi olarak da böyle bir azaba müstehak olduk. Onların bu nedametleri hiç fayda vermeyecek, iş işten geçmiş olacak. “Biz onları kuruyup biçilmiş olan ekin haline, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu haykırmaları sürüp gitti.” (Enbiyâ: 15) Nihayet Allah-u Teâlâ onları azap ile yok etti, tırpanla biçilmiş ekin haline çevirdi. 

Bu Âyet-i kerime, zulmün mamur memleketleri harap edeceğine işaret etmektedir. Allah-u Teâlâ azgın ve şaşkın kavimler hakkında böyle misal veriyor. Bizim azgınlığımız onlardan daha şiddetli. Gadab-ı ilâhiye sebep teşkil edecek olan bütün kötülükler itleniyor. Azap hükmünü verdiği zaman, daha önce gelip geçen kavimlerin durumlarını belirttiği gibi, şimdiki durumları da gözler önüne seriyor. Binlerce ceset enkaz altında kaldı. Oysa onların vücutları saraylara dahi sığmıyordu. Kendilerini deniz kenarlarına, dağ tepelerine atıyorlardı. Bu Âyet-i kerime’ler insanlara bu ibretleri veriyor. Mucize Hadis-i şerif: Bu azgınlıklarının sebebiyle büyük bir âfat-ı ilâhiye sebep oldular. Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde ilâhi emirlere muhalefette bulunanların dünyevî ve uhrevî felâketlere uğrayacaklarını haber vermektedir: “Hayır! Onların kalpleri bundan habersizdir.” (Müminun: 63) Yapıp söyledikleri her şeyin amel defterine kaydolduğunu hiçe saymakta ve her şeyin hesabını vereceklerini düşünememektedirler. 

“Onların bunun dışında da bir takım işleri vardır, bu işleri yapar dururlar.” (Müminun: 63) Onlar bu kötülükleri alışkanlık haline getirmişlerdir, isyanlarında ısrarla devam ederler. Onlar hem inkâr ettiler, hem de kötü işler yaptılar, bu sebeple onlara azap hak oldu. “Nihayet onların refah ve bolluk içinde olanlarını azap ile yakaladığımız zaman hemen feryadı basarlar.” (Müminun: 64) Bağırıp çağırıp yardım isterler, kurtulmak için yalvarıp yakarırlar. Buna karşılık onlara şöyle denilir: “Bugün artık boşuna feryat etmeyin! Çünkü size katımızdan bir yardım dokunmaz.” (Müminun: 65) Başınıza gelen bu azaptan hiç kimse sizi kurtaramaz. İster feryadı basın, ister susun, hiçbir şekilde kurtulamazsınız, hiçbir yere sığınamazsınız. 

Ne yaparsanız yapınız, sizin başınıza bu azap gelecektir, azap sizin için hak olmuştur. Akabinde Allah-u Teâlâ onların en büyük günahlarını beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Âyetlerim size okunuyordu da, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye gidiyordunuz.” (Müminun: 66) Kurtuluştan mahrum olmalarına bir sebep de budur. “O’na karşı büyüklük taslıyor, geceleri toplanarak hezeyanlar savuruyordunuz.” (Müminun: 67) Hakk ve hakikatı inkâr ediyor, Allah’a inanan müminleri küçük görüyor, aşağılıyordunuz. O’na karşı büyüklenip, Hakk’tan yüz çeviriyordunuz. 

Amma sonra yakalayışı çok şiddetlidir. Eğer Allah-u Teâlâ’nın azametini, içlerinde onlara öğüt veren, o öğütleri de dinleyen kimseler olsaydı, milletimiz bu büyük zarara uğramazdı. Ve bu azgınlık ve cehâlet devam ederse, daha neler olacağını haber veriyorum. Cenab-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki: “Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı, emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı, ilim dinden başka gaye için tahsil edildiği, kişi karısına itaat edip annesine asi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fasık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu, şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman; işte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.” (Tirmizi) Hadis-i şerif’te geçen “Kızıl rüzgâr” dan murad, şiddeti tasavvura sığmayan harplerdir. 

“Kılık değiştirme” ise, nasıl ki Allah-u Teâlâ yahudileri maymuna çevirdiyse, gadaba vesile olduğu zaman, kimin kılığını değiştireceğini O bilir. Hiç şüphe yok ki bu da kıyamet alâmetlerindendir. Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır: “Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya şiddetli bir azapla cezalandırırz.

 Bu, Kitapta (Levh-u mahfuz’da) yazılıdır.” (İsra: 58) Bu helâk etme ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur. Bu Âyet-i kerime umumu kapsamaktadır. İnsanların azgınlıkları sebebiyle bardağı taşırttırıyorlar, bu ise gadab-ı ilâhiye vesile oluyor. Kurunun yanında yaş da gidiyor ve milletimiz büyük zarar görüyor. Kiminin başına taş yağdırıyor, kimisini yerlere batırıyor. Bunların haberi verilmişti, Allah’ım beterinden korusun. Bu sapıklık ve isyan devam ettikçe, Rabbimiz daha nice nice felâkelere, belalara uğratır.

 Biz de deriz ki: “Rabbimiz! Bu beyinsiz azgınların yüzünden bizi helâk eder misin? Yâ Rabbi! Bize sen rahmet ve merhamet et.” • Ne oldum delisi olanlar sarhoş, kadınlar çılgın, bedenleri saraylara köşklere sığmadı, amma evleri şimdi ya kabir ya da çadır oldu. Orta tabaka şaşkın, Hazret-i Allah’a mı tâbi olayım, şeytanın hizmetine mi gireyim, imansız imamları ilâh mı edineyim? Fâizle fuhuş alabildiğine almış yürümüş, artık karınlar haramdan başka bir şeyle doymaz oldu. Ve fakat: “İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar.”

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...