LAİK-rah ve ŞERRİ-at
2000'li yılların başıydı. Kulakları çınlasın; Hulki Cevizoğlu'nun meşhur TV programı “Ceviz Kabuğu”nu izliyorum. Konu laiklik… Canlı yayına bir İlahiyat Profesörü telefonla katıldı. Hoca, “Kur'an'da laiklik oluğunu” iddia ediyor… Cevizoğlu gibi herkes dikkat kesildi… Acaba Sayın İlahiyat Profesörü Kur'an'ın hangi ayetinden, nasıl “laiklik” çıkarıyordu…
Hoca Bakara Suresi 256. ayetteki “Dinde zorlama yoktur” ifadesine dikkat çekerek bu ayetin laikliğe işaret ettiğini söyledi… Zannettik ki Profesör beyefendi, “Dinde zorlama yoktur, laiklik de din özgürlüğü demektir…” şeklinde bir izah getirecek… Yook, Profesörün daha “zekice” bir buluşu vardı…
Hoca, ayetin Arapça okunuşunu hatırlatarak, “Ayette ‘LÂİK-rahe fiddin' deniyor, yani laikliğe işaret ediliyor!” demez mi?!!
Cevizoğlu'nun şaşkınlık ve hayal kırıklığının yansıdığı yüz ifadesi hala gözümün önündedir…
Başka bir yaşanmış hikaye anlatayım… yine 2000'lerin başlarıydı… Şeriat tartışmalarının pek revaçta olduğu günler… Yıllar önce ortaokulu birlikte okuduğumuz, aileden maddi anlamda pek nasibi olmayan bir arkadaşımla otobüste karşılaştım. Ortaokuldan sonra okulu bırakmış, geçim derdine düşmüş… Muhabbet ederken konu döndü dolaştı, bu “Şeriat” meselesine geldi.
Az - çok “İlahiyat” formasyonu olan biri olarak bana “Şeriat ne demek?” diye sordu. Ardından bütün saflığı ve iyi niyetiyle kendi kafasındaki Şeriat yorumunu yaptı: “Bence şeriat, ‘şerri at!' yani ‘kötü, şerli olan şeylerden uzak dur' demek” dedi. Bu “güzel” yorum karşısında hiçbir şey söyleyemedim.
Şimdi bir düşünün… O İlahiyat Profesörü Hoca Efendi darbe havalarının sıcak olduğu o dönemde bir yerlere yaranmak, “La ikrah”tan “Laiklik” çıkarmak için lisans okumuş; yüksek lisans, doktora yapmış, doçent olmuş… Profesör olmuş… Ve en üfürükçü yöntemlerle Kur'an'dan laiklik çıkarmayı başarmış… Bu “müthiş” yorum için ayda kim bilir kaç bin TL alıyor, ve sorsanız eminim maaşını da azımsıyor… Kışın sıcak, yazın serin odasında müthiş buluşlarla dolu akademik kariyerini sürdürüyor. ..
Nasıl olsa cenneti de garantilemiş...
Ama benim gariban arkadaşım sokaklarda kokanaların, “kahrolsun şeriat” diye yırtındıkları bir dönemde hiç sıkılmadan, komplekse kapılmadan “Şeriat”a sahip çıkıyor, dünyanın en güzel şeriat yorumunu yapıyor. Ve bunun karşılığında tek kuruş para almıyor. Sizce bunlardan hangisi profesör olmaya daha layık.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir yana, bugün 50 civarında ilahiyat fakültesinde yaklaşık 5 bin öğretim üyesi var… Peki buralardan bilim adına, İslam'ın çağımıza verdiği mesaj adına ne üretiliyor?
Dünyada dindar insanlar olduğu gibi din ahlakını yaşamayan insanlar da vardır. Ancak bir ülkede dindar insanların da, din ahlakını yaşamayan veya farklı dinlere mensup insanların da hayat garantisi ve huzuru olmalıdır. İnsanlara bu güvenceyi en iyi veren sistem ise laikliktir.
- Laiklik, tarihte ve günümüzde zaman zaman niçin yanlış anlaşılmış ve uygulanmıştır?
- Laiklik, İslam dinine hangi açılardan uygundur?
Laiklik ilkesinin temel amacı, toplumda inanç ve ibadet özgürlüğünü tesis etmektir. Anayasada belirtildiği üzere "laiklik", Devletimiz’in vatandaşlarını bir dini benimseme, bu dinin gereklerini yerine getirme ya da getirmeme konusunda kendi vicdanları ile başbaşa bırakmasıdır; bu da onlara özgür bir seçim yapma imkanı vermektedir. Bu ilke doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin her vatandaşı, sahip olduğu inanca göre özgürce yaşama ve ibadet etme imkanını ve güvencesini bulacaktır.
1938 yılında yayımlanan Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15. Yılı kitabında, Atatürk'ün sağlığında benimsenen 'Laiklik Prensibi', şu şekilde izah edilmiştir:
"Milli ve içtimai hayata ferdin dinsiz, şu veya bu itikat sistemine mensup oluşu, milli ve içtimai vazifesi bakımından ne bir kusur, ne de bir fazilet sayılamaz. Türkiye'de dinin dünya işlerinden ayrı tutulduğu, laikliğin ilan olduğu andan itibaren, hiç kimse, hiçbir ibadete icbar edilemez. Hiç kimse vicdanının ilhamı ile kabul ettiği ibadetten men olunamaz." (CHP XV. Yıl Kitabı, s. 12-13, zikreden; Ş.S. Aydemir, a.g.e., s. 454)
Laiklik, İslam Dininin Özüne Son Derece Uygundur
Laiklik, demokrasi, cumhuriyet kavramları İslam dininin özünde vardır ve Kuran’ın tümüne hakimdir. Çünkü İslam dini fikir ve inanç özgürlüğüne dayanır ve başka dinlere mensup kişilere, hatta inançsız olanlara bile özgürlük tanır. İslam dininin temeli olan şefkat, merhamet ve özgürlük anlayışı laiklik ve cumhuriyetin de temelidir.
Cumhuriyet, demokrasi ve laiklik kavramları bazı kitaplarda yazıldığı gibi Eski Yunan ve Romalılardan öğrenilmiş bir yönetim biçimi değildir. Tam tersine bu eski uygarlıklar laiklik ve demokrasiyi tahrif olmadan önceki Hristiyan ya da Musevi kaynaklarından diğer bir ifadeyle Hak dinlerden öğrenmişlerdir. Bilindiği gibi Yüce Allah tüm hak dinlerde aslında aynı emir ve yasakları bildirmiş ve Hz. İbrahim (a.s.)’dan bu yana iman edenlerin tümünü Müslümanlar olarak adlandırmıştır. Dolayısı ile tüm hak dinler içinde tahrif olmadan günümüze kadar ulaşmış olan İslam dini laikliğin de temelidir. Ayette şöyle buyrulur:
“Allah adına gerektiği gibi cehd edin (gayret edin). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı.” (Hac Suresi, 78)
İslam, İnanç İçin Özgür İradeyi ve Vicdani Bir Kabulü Şart Koşar
Bir insanın İslam'ı din olarak benimsemesi tamamen kendi özgür iradesine bağlıdır. İslam'ı kabul ettikten sonra da, Kuran'da emredilen ibadetleri uygulaması ya da men edilen yasaklardan sakınması; tamamen şahsın kendi vicdanıyla ilgilidir. Elbette Müslümanlar, birbirlerini Kuran'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama bu konuda asla bir zorlama yapılamaz, kişi baskı yoluyla din ahlakını yaşamaya yönlendirilemez. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara Suresi, 256)
Laiklik Münafıklığı Ortadan Kaldırır
Laik sistemde insanlar fikirlerini dürüstçe açıklarlar, dinsiz olanlar dinsiz olduğunu açıkça söyleyebilir. İşte laiklik bir kişinin dinsiz olduğunu açıkça söylemesi hürriyetidir. Laikliğin olmadığı yerde münafık ve samimiyetsiz insanlar ortaya çıkar. Böyle bir ortamda dinsiz bir kişi dindar olduğunu, hatta çok takva olduğunu söyler, bu konuda adeta rol yapar ve bir sanatçı gibi oyun oynayarak etrafını kandırır. Bu ise son derece samimiyetsiz ve oldukça çirkin bir davranış biçimidir.
Laik anlayışta inançlı insanlar da, dinsiz insanlar da, farklı dinlere mensup kişiler de, yaşadıkları ülkenin vatandaşıdırlar ve ayrım yapılmadan herkes tüm hak ve özgürlüklere sahip birinci sınıf insandır. Ayette kişilerin inanç özgürlüğü şöyle vurgulanır:
“Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun Suresi, 6)
Ayette bildirildiği gibi bu vatanın içerisinde herkesin inançları konusunda özgür bırakılması, candanlık ve rahatlık sağlar. Bu ise ancak laiklikle mümkündür.
Laiklik, Müslümanlar, Hristiyanlar, Museviler ve hatta ateistler için de bir konfordur. Her insan başkasının kişisel hak ve özgürlüklerine saygılı olmalıdır. Bu ise ancak laiklik içinde muhafaza edilebilir. Bu nedenle laiklik herkes için bir lüks ve gereksinimdir.
Toplumsal Uzlaşma Laikliğin İyi Uygulanmasıyla Mümkündür
Laiklik, bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini güvence altına almaktır. Atatürk'ün laiklik fikrini açıklayan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:
"En canlı cephesi ve en kısa ifadesiyle laiklik, din hürriyetini ve bundan doğan vatandaşlık haklarını düşmanlarına karşı korumaktır. Devlet hayatında laikliğin gayesi budur. Laik devlet, din hürriyetini ve dindarı her çeşit saldırıya karşı koruyan devlettir."
Prof. Dr. Hamza Eroğlu da laikliği, 'din hürriyetinin ve bundan doğan hakların korunması ve teminatı' için zorunlu bir şart olarak göstermektedir. (Gerçek Yönüyle Atatürkçülük, Türk Devriminin Temel Prensipleri ve Cumhuriyet Rejimi, Ankara, 1965)
Bunun aksi bir devlet modelini düşünelim: Örneğin, insanların zorla Müslüman ya da Hıristiyan yapıldığı bir ülke olduğunu ve buradaki insanların, dinlerin hükümlerine göre yaşamaları için de zorlandıklarını farz edelim. Diyelim ki söz konusu devlet modeli, toplumdaki insanları namaz kılmaları ya da kiliseye gitmeleri için devletin kolluk kuvvetleriyle zorlasın. Ya da biraz daha 'ılımlı' bir yöntem benimseyip, namaz kılanlara ya da kiliseye gidenlere ödül verilsin. Böyle bir devlet, laikliğe tamamen aykırı bir devlet olacaktır. Dahası, bu tür tutumlar, İslam'a ve Kuran ahlakına da aykırı olacaktır. Çünkü, zorla ya da menfaat karşılığı elde edilen bir dini inancın ya da ibadetin, İslam'a göre hiçbir değeri yoktur. İnanç ve ibadet, Allah'a yönelik ve Allah rızası için olduğunda bir değer taşır. Eğer devlet, insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, insanlar devletten korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda din ahlakının yaşanmasıdır.
Laik Sistem Mutlaka Gereklidir
Bazı kişiler laikliğin, İslam ahlakının ve farklı din anlayışlarının yaşanmasına vesile olduğunu anlayamamaktadırlar. Oysa laik ortam olmazsa Türkiye’de +*Hz. Mehdi (a.s.) mücadelesini çok güç bir ortamda sürdürür, garip bir ortam meydana gelebilir, samimiyetsiz kişiler, münafıklar, yobazlar, türlü taktikler ve eylemlerle ortaya çıkarlardı. Ancak Yüce Rabbimiz’in görevlendirdiği Hz. Mehdi (a.s.) Kuran’ın temeli olan bilime, sanata, özgürlüğe, insan haklarına İslam’ın özünde yer alan laiklik ile sahip çıkacak ve İslam dini ile ilgisi olmayan yobazlığa ve yobaz zihniyete yine laikliğin oluşturduğu güven ortamının vesilesiyle karşı durabilecektir.
Türkiye’ye ve dünyaya demokrasiyi, insan haklarını, nezaketi, estetiği, güzelliği, hürriyeti, yine İslamiyet’in özündeki laiklik sistemi getirecektir. Laikliğin oluşturduğu zemin vesilesiyle Hz. Mehdi (a.s.) faaliyetlerini daha rahat bir ortam içinde sürdürebilecek ve din ahlakına sonradan ilave edilmiş hurafeler Kuran ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadisleri ölçü alınarak, birer birer uygulamadan kaldırılacaktır. Bidat hiç kalmayacak ve din ahlakının gerekleri aynı Peygamberimiz (s.a.v.) zamanındaki gibi yerine getirilecektir. Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle yaşanacak olan bu ortam bir hadiste şöyle bildirilmiştir:
“İNSANLAR KURAN’I KENDİ NEFİSLERİNE GÖRE YORUMLADIKLARI ZAMAN HZ. MEHDİ (A.S.) ONLARIN DÜŞÜNCELERİNİ KURAN’A DOĞRU YÖNLENDİRİP ONU KURAN’IN GERÇEKLERİNİN HİZMETİNE SUNACAK. SONRA SİZE KİTAB VE SÜNNETİN NASIL UNUTULDUĞUNU GÖSTERECEK VE ONUN CANLI ANLAMLARINI İHYA EDECEK.”(Nehcü’l Belağa, hutbe 134)
Devletimizin Temel İlkelerinden Biri Laikliktir
Laiklik, hem vicdan özgürlüğü gibi temel bir insani değere hizmet ettiği, hem de bu değere büyük önem veren İslam diniyle uyum sağladığı için, her Türk vatandaşının benimsemesi ve savunması gereken bir ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesini şöyle açıklamıştır:
"Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz de dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye */karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, devlet ve millet işleri ile karıştırmamaya çalışıyoruz. Kasta ve eyleme dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz." (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1971 Ahmet Gürtaş, s. 34)
"Türkiye Cumhuriyeti'nde her ergin kişi dinini seçmekte hür olduğu gibi, bir dinin töreni de serbesttir. Yani, ibadet hürriyetine dokunulamaz. Tabiatıyla ibadetler, asayiş ve genel ahlak kurallarına karşıt olamaz; politik nümayiş şeklinde yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz..." (Afet İnan, Medeni Bilgiler, s. 470 Rönesans, Kasım 1990, s. 23)
Atatürk'ün bu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi laiklik din özgürlüğünü savunur. Bunun aksini savunan bazı art niyetli kişilere en güzel cevabı yine Atatürk vermiştir:
"Laik hükümet kavramından dinsizlik manası çıkarmaya çalışan fesatçılara fırsat vermeyiniz." (Osman Pazarlı, Sosyoloji, Lise III, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979)
Bir Fransız gazeteciyle yaptığı ropörtajda, 'inkılapların dine karşı nasıl bir tutum içerisinde olduğu' sorusuna da, Atatürk şu cevabı vermiştir:
"Siyasetimizi, dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz." (Maurice Perno'yla ropörtaj, Akşam, 11 Şubat 1924 Cumhuriyet Gazetesi eki, Atatürk'le Konuşmalar, s. 111, Nisan 2000)
Atatürk'ün söz konusu laiklik tarifi, İslam'ın ruhuna ve amacına tamamen uygundur. Kuran-ı Kerim'de, bir kimsenin din ahlakına göre yaşamasının kendi kararına bağlı olduğu, dini kabul etmezse bunun için kendisine zorlama yapılamayacağı bildirilmiştir:
“Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik, 'İçi titreyerek korku duyanlara' ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik).” (Taha Suresi, 2-3)
Sayın Adnan Oktar Laik Sistemin Mutlaka Gerekli Olduğunu Anlatıyor
ADNAN OKTAR: Bir de bu aralar bir Atatürk düşmanlığı peyda oldu. Bunu şimdi buradan nezaketi ile uyarıyorum sonra demedi demesinler, çok müşkül durumda kalırlar. Kanunla, hukukla. Bu deliliği bıraksınlar.
Ben Müslüman kardeşlerimin hepsini çok seviyorum ama yobazlığa karşı da sessiz kalmayız. Çünkü laik sistem gittiğinde Atatürk’e karşı da hakaret etme eğilimi var, bazıları onun özgürlüğünü istiyorlar. Türkiye mahvolur, PKK’nın aradığı da bu. Sakın! Laiklik çok iyi bir güvence, yobazlığa karşı çok iyi bir güvencedir. Atatürk de yobazlığı çok güzel hizaya getirmiş, çok güzel dengesini kurmuş. Özgür akıllı bir sistemi yaşamamıza vesile olmuş. (8 Mart 2012, A9 TV)
ADNAN OKTAR: Laiklik Müslüman için çok büyük bir konfordur. İnsanlar fikrini dürüstçe açıklıyor, dinsizse ben dinsizim diyor, bu bir mertliktir. Laikliğin olmadığı yerde münafık türer, o zaman adam dinsiz olduğu halde dindar olduğunu söyleyerek etrafını kandırır. Dinsiz insandır, vatandaşımızdır, birinci sınıf insandır. Gayet normal, dinsiz olabilir ama bunu açıkça söylemesi gerekir. İşte laiklik kişinin dinsiz olduğunu açıkça söylemesi hürriyetini sağlar ona. Ayrıca Hıristiyanların da, Musevilerin de çok rahat ve huzur içinde yaşamalarını sağlar. Tabi ki hür ve bağımsız olarak bu vatanın içerisinde, candan bir rahatlık içerisinde yaşayacaklardır, bu ancak laiklikle mümkün. (26 Ekim 2008, İran İtimat Gazetesi)
SAYFA 372 : Nur Suresi 30 ve 31nci Ayetler
30.'Ey Muhammed! Erdemli erkeklere söyle, kadınlarla bir aradayken, gözleriyle kadınları rahatsız edecek şekilde davranmasınlar/bakmasınlar ve kişiliklerini edeplerini korusunlar. Bu onlar için daha temiz bir davranıştır elbette Allah yaptıklarından haberdardır.'
31.'Ey Muhammed! Erdemli kadınlara da söyle, erkeklerle bir aradayken gözleriyle erkekleri rahatsız edecek şekilde davranmasınlar/bakmasınlar, kişiliklerini edeplerini korusunlar ve doğal olması gereken yerler dışında, göğüslerinin üzerini örtüleriyle kapatsınlar. Ziynetlerini[göğüslerini] göstermesinler/Başkalarını cinsel tacize yol açacak ve tahrik edecek davranışlardan sakınsınlar. Ancak kocaları, babaları kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer kadınlar, cinsel iktidara sahip olmayan erkek hizmetçiler, kadın hizmetçiler ve kadınların cinsel yerlerini henüz anlamayan çocukların yanlarında, istedikleri gibi giyinip davranmalarında bir sakınca yoktur. bunların dışındakilerin yanında, cinsel tacize yol açacak, tahrik edici yerlerini açıp dikkat çekici davranışlarda bulunmasınlar/ ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar, erkek-kadın hepiniz Allah'a yöneliniz ki, mutlu olabilesiniz.'
Mustafa Sağ'ın Bu ayetlerle ilgili olarak kitabının 373 ncü sayfasında yer alan açıklayıcı 417 no.lu dip notu :
24:31 Bu surenin 11nci ayetinde açıklanan, Peygamberimizin eşine ****** iftirayı yapan çetenin uzantılarının uydurdukları, çelişkili rivayetlerden hareketle, kur'an öncesi cahiliye Arap toplumunun kadına bakış açısını, Kur'andaki örtünme ile ilgili ayetlere de yansıtmışlar ve o bakış açısı doğrultusunda ve erkekler lehine yorumlamışlardır. Kur'an'ın mantığı ve bu surenin bütünlüğü içinde baktığımızda, kadınlarla erkeklerin toplum yaşamında yan yana olmak zorunda olduklarını, böyle bir çalışma ortamında,
birbirlerine karşı davranışlarında olsun, giyimlerinde olsun ölçülü olmaları, dostane olmaları, aşırıya kaçmamaları öğütleniyor.Zaten, aile ve akrabalar arasında bir kısıtlamanın olmayıp, özgürce hareket edebileceklerini aynı ayetin devamı açıklıyor. Kaldıki Kur'an ayetinde 'baş örtüsü' diye bir kelime geçmemektedir. Buna rağmen, tüm Kur'an tefsirlerinde ve çevirilerinde Kur'an ayeti 'baş örtüsü' olara çevrilmiştir. Halbuki ayette geçen 'HIMAR' kelimesi 'baş örtmek' anlamına değil sadece'örtmek' anlamına gelmektedir. Eğer herhangi bir şey örtülecek ise, o şeyin vurgulanması gerekir. Örneğin masa örtüsü derken, örtmek kelimesinin yanına masa kelimesinin gelmesi gibi, baş örtüsü dendiği zaman da 'örtmek' 'hımar' kelimesinin yanına 'baş' 're's' kelimesinin 'hımarü-re's' şeklinde gelmesi gerekir. Ayetteki 'hımar' 'örtü' kelimesinin yanında geçen ve vurgulayan kelime 'cuyub' kelimesidir ki 'yaka' veya 'göğüs' anlamına gelir. Çünkü, aynı kelime 'cuyub' bir başka ayette (28/32) Hz. Musa'nın 'güğsüne/koynuna elini soktuğu' şeklinde geçer. Yani 'cuyub' kelimesi, 'hımar' örtmek kelimesi ile kullanıldığı zaman,'bihumûrihinne ala cuyubihinne' başını örtmek değil,'göğsünün üzerini örtmek' anlamına gelmektedir.Geleneksel tüm yorumcular, Kur'an ayetini bilimsel bir bakışla değil de,birbirlerini taklit edip, 'Baş örtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler' diyerek, 'felyedribne' fiillini de 'örtsünler' diye tercüme etmişlerdir. Bu geleneksel yorumcular 'DaReBe' kökünden gelen bu kelimeyi burada ' Baş örtülerini .... örtsünler' derken bir başka yerde aynı 'DaRaBe' kelimesini 'Kadınları DÖVÜN' (Bak.4/34) diye çevirmişlerdir.
...................
Kuranı Kerim'in Nur Suresi'nin 30 ve 31. ayetlerinin Türkçeye çevirisindeki istismar sömürü tel tel ortaya dökülüyor.
Ortadoğu ve Libya'nın çöllerinde savaşmış Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, ezanın Türkçe okunmasını ve Kuranın Türkçeye doğru düzgün çevrilmesini boşuna istememişler! öyle ya neden istesinler? Artik onlarin yarim kalan Arzularini bugün ülkemizin icinde bulundugu şartlar´i da göz önüne alirsak artik bu bizlerin vazifesi degilmi? Dinimizi İpotek altına alanlara onlarin elinden koparip alma zamani gelmistir.
Efendi Türkler