07 Temmuz 2014

DARU'L HARP Mİ ? DARU'L HARAP'MI PDF E-KİTAP 5




DARU'L HARP Mİ ? DARU'L HARAP'MI 

PDF E-KİTAP
 5

İbn Kayyim el-Cevziyye ve Tekfir
Îman ve Küfrün Mâhiyeti
Küfür ile iman biribirlerine karşıt olan iki şeydir. Birisinin yok olması diğerinin var olması demektir. İmanın çeşitli şubeleri bulunmaktadır. Her şubesine de iman denilmektedir. Namaz ve oruç da imandan sayılır. Bâtınî amellerden olan hayâ, tevek¬kül, Allah'tan korkma ve O’na yönelme de imandan¬dır. Bu saydıklarımız ve daha niceleri imanın bir şubesidir. Bu şubeler "yolda bulunan eziyet verici bir şeyi yoldan kaldırmak'la son bulur. Bunu yap¬mak da imanın şubelerinden bir şubedir. Bu şubele¬rin içerisinde imanın yok olmasıyla ilgili şubeler de vardır. Örneğin şehâdet şubesi gibi. (Tevhid kelimesini terketmek) ve aynı zamanda terkedilmesiyle birlikte imanın var olmasını gerektiren şubeler de vardır. Örneğin, yolda eziyet veren bir şeyi kaldırmamak. Bu iki şube, yani (en yüksek şube olan şehâdet ve en son olan eziyet veren şeyi kaldırmak) arasında birbi¬rinden ayrı ve büyük şubeler bulunmaktadır. Bunla-rın bir kısmı şehâdet şubesiyle ilgilidir ve ona daha da yakındır. Bu şubelerden bir kısmı da yolda eziyet veren bir şeyi kaldırmakla ilgilidir ve ona daha yakındır.
İmanda olduğu gibi küfür de şubelere sahiptir. Nasıl ki imanın şubeleri imansa, küfrün şubeleri de küfürdür. Hayâ iman şubelerinden bir şube olduğu gibi, hayâsızlık da küfür şubelerinden bir şubedir. Doğruluk imanın kısımlarından olduğu gibi, yalan da küfrün kısımlarındandır. Nasıl ki namaz, zekât, hacc ve oruç imanın şubelerinden olduğu gibi, bunları terketmek de küfrün şubelerin¬den bir şubedir.
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek imanın şube¬lerindendir. Allah’ın indirdikleriyle hüküm etmemek de küf¬rün şubelerindendir. İtaatin tümü imanın şubelerinden birisi olduğu gibi, âsîliğin tümü de küfrün şubelerindendir.
İmanın şubeleri iki kısma ayrılır:
1- Kavlî (sözle ilgili),
2- Fiilî (amelle ilgili) kısımdır.
Aynı zamanda küfrün şubeleri de:
1- Kavlî (sözle ilgili)
2- Fiilî olmak üzere iki kısımdır.
İmanın kavlî kıs¬mının yok olmasıyla imanın yok olmasını gerektiren şubeleri vardır. Aynı şekilde, imanın fiilî kısmının yok olmasıy¬la da imanın yok olmasını gerektiren şubeler vardır.
Küfrün, kavlî ve fiilî kısımları da imanın kısımları gibidir. Yani sözlü olarak ve isteyerek küfür kelimesini söylemek küfür şubelerinden bir şubedir. Aynı zamanda fiilî olarak da küfrü ge¬rektiren bir şey yapmak küfrün şubelerindendir. Meselâ puta tapma, Kur'an'la alay etme gibi.
Başka bir esas daha vardır, o da imanın hakika¬tinin kavil (söz) ve amelden müteşekkil olmasıdır. Kavlî iman iki kısma ayrılır. Dilin kavli ki bu da İslâm kelimesiyle konuşmaktır. Amelî iman da niyet ve ihlâstır. İkinci kısım da uzuvların amelidir. Şayet bu dört nitelik bir kimsede yok olursa o kimsede imanın tamamı yok olur. Bu dört şey de şunlardır:
1- Kavli’l-kalb,
2- Kavli'l-lisan,
3- Ameli'l-kalb,
4- Ameli'l-Cevârih.
Şayet kalbin tasdiği yok olursa, diğer parça¬lar hiçbir fayda vermez. Çünkü kalbin tasdiği itika¬dın olması için şarttır. Bu olduktan sonra faydalı bir iman olur. Sâdık bir itikadla birlikle kalbin amelinin yok olma hali konusunda mürcie mezhebi ile ehl-i sünnet arasında olan bir savaş (mücâdele) söz konu¬sudur. Çünkü ehl-i sünnet, kalbin amelinin yok olma¬sı halinde tasdiğin hiçbir faydasının olmadığı ve imanın yok olduğu görüşünde toplanmışlardır.
İman yalnızca tas¬dikten ibaret bir şey değildir. Oysaki iman (aynı za¬manda) bağlanma ve itaat için lâzım olan şeyleri tas¬dikten de ibarettir.
Hidâyet yalnızca Hakk'ı bilmekten ibaret değil¬dir. Oysaki hidâyet vâcip olan bilinenlerle amel edil¬mesi ve lâzım olan şeylere tâbi olunmasının bilinme¬sidir.
Şayet ilk tarife hidâyet denilirse bu tam bir hidâyet olmuş olmaz. Nasıl ki itikadın tasdiğine hidâyet denmezse bu tasdik de iman için lâzım olan tasdik değildir. Müslümanın bu esasları, iyi bilmesi gerekir. Başka bir esas daha vardır o da küfrün iki çeşit olmasıdır:
1- Amelî küfür,
2- İnkârî ve inadî küfür.
İnkârî küfür Allah Teâlâ tarafından Rasûle gönderilmiş olduğu bilinen bir şeyde, inkâr ve inad edilmesidir. Meselâ Rabbin hükümlerini, fiillerini, sıfatlarını ve isimlerini inkâr etmek gibi. Bu çeşit küfür bütün yönleriyle imana zıttır.
Fakat amelî küfür ise imana zıt olan ve imana zıt olmayan küfür olarak ikiye ayrılır. Amelî küfürden olup imana da zıt olan şeylerden bazılarını şöyle zikredebiliriz: Puta tapma, Kur'an’la alay, peygamber öldürmek ve ona sövmek imanın zıddı olan amellerdir.
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemek, yine na¬mazı terketmek kesin olarak amelî küfürden sayılır¬lar. Allah ve Rasûlü buna küfür ismini verdikten sonra bunlardan küfür ismini kaldırmak mümkün de¬ğildir. Allah'ın indirdikleriyle gelen hadislere dayanıldığında (da yine) namaz kılmayan bir kimse kâfir¬dir. Fakat bu küfür şekli itikadî bir küfür olmayıp amelî bir küfürdür (yani insanı İslâm dininden çı¬karan mutlak anlamdaki küfür değildir.)
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen birisi¬ni Allah kâfir olarak vasıflandırdıktan, kâfir olarak isimlendirdikten sonra, onlara bu ismi vermemek mümkün değildir. (Kesinlikle bu isim¬le anılmalıdırlar). Rasûlullah (s.a.s.) komşusunun kendisinden emin olmadığı kimseden, içki içen kimseden, zina ya¬pan kimseden imanı zaîl kılmış, yok saymıştır. Bu kimselerden imanın izâle edilmesi, bunların amel yönünden kâfir olduklarını göstermektedir; yoksa (onların bu durumu) itikad ve inkâr küfrü olarak gösterilmemiştir (yani bu ameller inkârî kü¬für değildirler).
Ve nitekim de Rasûlullah (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Bazılarınızı bazılarınızın boynunu vurup da kâfir olarak bana dönmeyin."
İşte buradaki küfür amelî küfürdür. Başka bir hadiste ise; "Kim, kâhini (falcıyı) doğrular ve kadına arkadan yaklaşırsa, o Muhammed'e küfretmiştir.", yani inkâr etmiştir.
Diğer bir hadiste ise; "Şayet bir adam kardeşine "sen kâfirsin" derse bu söz ikisinden birisini küfre götürür."
Başka bir hadiste; "Hile yapan, bizi aldatan bizden değildir.” buyurmuştur.
Yine bir hadisinde; “Kendi nefsi için istediğini din kardeşi için de istemeyen iman etmiş olmaz.” buyurur.
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde kitabının bazılarıyla amel edeni mü’min kitabın bazısını terkedeni de kâfir olarak göstermiştir. Şu âyet-i kerime bize ışık tutmaktadır: "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız!’ diye sizden söz almıştık. Göz göre göre biribirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz, onla-ra karşı günah ve düşmanlık yapmakta birleşiyorsunuz. Onları, çıkarmak size yasaklanmışken (çıkarı¬yorsunuz sonra da) esir olarak geldiklerinde fidyele¬rini verip kurtarıyorsunuz. Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyamet gününde de (onlar) azâbın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir."
Allah Teâlâ bu âyette kendilerine emretmiş ol¬duğu ve uymalarını istemiş olduğu sözden bahset¬mektedir. Bu söz alma onların bunu tasdik ettikleri¬ne delâlet etmektedir ki onlar biribirlerini öldürme¬yeceklerine ve biribirlerini yurtlarından çıkarmaya¬caklarına dair söz vermişlerdi Daha sonra Allah Teâlâ onların bu emre karşı geldiklerini ve onlardan bazılarının bazılarını öldürdüğünü ve onları kendi yurtlarından çıkardıklarını haber vermektedir. Bu, onların kitapta kendilerinin işledikleri kü¬fürleridir. Daha sonra aynı fırka (yani yurtlarından kendileri tarafından çıkarılmış kimseler) esir olarak geldiklerinde fidyelerini verip onları kurtarıyor. Bu da onların kitapta kendilerine haber verilen imanla¬rıdır: Onlar söz verdikleri şeyleri yerine getirmekle mü’min, o söz verdiklerini terketmiş olduklarından dolayı kâfirdirler.
Amelî imanın karşıtı amelî küfürdür. İtikadî imanın zıddı ise ıtikadî küfürdür. Rasûlullah (s.a.s.) bu söylediğimiz şeyleri sahih olan hadisinde ilân etmektedir: “Müslümana sövmek fâsıklık, onunla savaşmak, onu öldürmek küfürdür.”
Rasûlullah bu hadiste sövmeyle öldürmeyi biribirinden ayırmıştır. İkisinden birisini (sövmeyi) fâsıklık olarak nitelendirmiştir ki, bununla da kâfir ol¬maz. Diğerini de (yani öldürmeyi) küfür olarak nite¬lendirmiştir ki buradaki küfür amelî bir küfür olup itikadî bir küfür olmadığı mâlûmdur ve bu küfür, in¬sanı İslâm dairesinden tümüyle çıkarmaz. Nasıl ki zina yapan, hırsızlık yapan ve içki içen biri¬si İslâm dairesinden çıkmıyorsa, bu işleri yapan da İslâm dairesinden çıkmaz.
Bu açıkladığımız şeyler İslâm ve küfrün gerekle¬rini ve kitabı bütün ümmetten daha iyi bilen ashâbın sözüdür. Bu meseleler ancak ve ancak onlardan alınır. Müteahhirinler (İlk üç nesilden sonra yaşayan âlimler) ashâbın buradaki muradını anlamadıkları için iki kısma ayrıldılar. Bunlardan bir kısmı büyük günahlarla insanları İslâm dairesinden çıkardılar ve bunu yapanın ebedî olarak ateşte kalacağına hükmettiler. İkinci grup ise, bu özellikte olan insanları mü’min olarak değerlendirdiler. Birinci kısım Gulat (aşırı olanlar)dır. İkinci kısım ise hakikatten uzaklaşan¬lardır. Allah Teâlâ, ehl-i sünnete orta sözü söyledi¬ği (vasat olduğu) ve örnek bir yol tuttuğu için onlara hidâyetini bahşetti.
İşte burada küfrün dışında başka bir küfür, nifa¬kın dışında başka bir nifak, şirkin dışında başka bir şirk, fâsıklığın dışında başka bir fâsıklık ve zulmün dışında başka bir zulüm olduğu ortadadır.
“Kim Allah’ın hükmüyle hükmetmezse, işte onlar kâfirle¬rin ta kendileridirler” âyetinin tefsirinde İbn Abbas'ın “bu küfür, insanları İslâm’dan çıkaran bir küfür değildir (yani mutlak, gerçek mânâdaki küfür değildir) dediği rivâyet edilmiştir. Bu konuda diğer rivâyet de şöyledir: Abdurrezzak der ki: M'amer İbn Tâvus bize ha¬ber verdi ki, o da babasından duymuştur ki: İbn Abbas'a “Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendisidir” âyeti soruldu. İbn Abbas dedi ki: Onların böyle olmaları küfürdür. Yalnız bu küfür, Allah'ı, melekleri, kitaplarını ve peygamberlerini inkâr edenin küfrü gibi bir küfür değildir. Tâvus da bu âyet-i kerimenin hükmü için; "Bu kü¬für insanı İslâm milletinden çıkartan bir küfür değildir" demiştir. Vakî'nin Süfyan'dan aldığı rivâyete gö¬re Atâ şöyle demiştir: "Küfrün dışında bir küfür, zulmün dışında bir zu¬lüm, fâsıklığın dışında başka bir fâsıklıktır." Atâ'nın söylemiş olduğu bu şeyi anlayan kimse için Kur’ân-ı Kerim'deki âyetler açık bir burhan olarak ye¬ter. Şöyle ki:
Allah Teâlâ, Allah'ın indirdikleriyle hüküm etmeyeni Kur’an’da kâfirlikle vasıflandırmıştır. Aynı zamanda Rasûlüne ineni inkâr eden kimseyi de kâfirlikle isimlendirmiştir. Bu iki küfür şekli eşit dü¬zeyde değildir. Allah başka bir âyette “kâfirler, zâlim¬dir” buyurmuştur. Nikâhta, talâkta, ücret vererek karısını boşamakta ve boşandıktan sonra karısını reddetmekte Allah'ın sınırını aşanı zâlim olarak Allah Teâlâ şu âyette isimlendirmiştir: “Kim Al¬lah'ın sınırlarını aşarsa kendi nefsine zulmetmiş olur.” Ve Allah'ın peygamberi olan Yûnus (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Senden başka ilâh yok¬tur. Sen eksiklerden uzaksın, yücesin. Ben zâlimler¬den oldum.” Âdem (a.s.) ise; “Ey Rabbimiz nefsimize zulmettik.” Mûsâ ise; “Ey Rabbim kendi nefsime zulmettim, beni bağışla.” Bu âyet¬te geçen zulüm, “kâfirler zâlimlerin ta kendileridir” âyetindeki zulüm gibi değildir.
Allah Teâlâ başka bir âyette kâfiri fâsık olarak isimlendirmiştir: “Onunla ancak fâsıkları saptırır, onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a ver¬dikleri sözü bozarlar.”
Başka bir âyette ise; “Andolsun sana apaçık âyet¬ler indirdik. Onları fâsıklardân başkası inkâr etmez.” Buna benzer âyetler Kur'ân'da çoktur.
Yüce Allah başka bir âyette ise müslümanı fâsık olarak isimlendirmektedir: “Ey iman edenler, size fâsık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın yoksa bilmeyerek bir toplulu¬ğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza piş¬man olursunuz.” Bu âyet-i ke¬rime İbn Ebî Âs'ın hükmü hakkında inmiştir. Bu¬radaki fâsıklık diğer fâsıklık gibi değildir.
Nur sûresinin 4. âyetinde; "Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şâhitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir." Bu âyet¬le ilgili olarak İbn Abbas der ki: "Rabbinin emrinde fâsık oldu."
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kim o aylarda haccı (kendisine) farz ederse bil¬sin ki haccda kadına yaklaşmak, günah işlemek yok¬tur." Buradaki fâsıklık da diğer fâsıklıklar gibi değildir. Küfür iki çeşittir. Zulüm de, fâsıklık da aynı za¬man da cehâlet de iki çeşittir.
1- Küfür halinde, küfür şeklinde olan cehâlet. Şu âyette olduğu gibi: "Affı tut, iyiliği emret, câhillere al¬dırış etme."
2- Küfür olmayan cehâlet. O da şu âyette olduğu gibidir: "Allah'a göre şu kimselerin tevbesi makbuldür ki câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından tevbe edenler."
Aynı zamanda şirk de iki çeşittir. Birincisi; in¬sanı İslâm dairesinden çıkartan büyük şirk. İkincisi de; insanı İslâm dairesinden çıkartma¬yan küçük şirk. Bu küçük şirk, amelî şirk olan riyâ¬kârlık gibidir.
Allah Teâlâ büyük şirk için şöyle buyuruyor; "Kim Allah'a şirk koşarsa Allah onun cennete girme¬sini haram kılar ve onun gideceği yer ateştir." Diğer bir âyet ise şöyledir: "Kim Allah'a ortak koşar¬sa o, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgar onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir."
Küçük şirk olan riya hakkında ise Allah şöyle bu¬yurmaktadır: "Kim Allah'a kavuşmak istiyorsa sâlih bir amel işlesin ve ibâdetinde Rabbine hiç kimseyi şirk koş¬masın." Yine bu tür küçük şirk hakkında Rasûlullah’ın (s.a.s.) şu hadisleri vardır: "Kim Allah'tan başka bir şeye yemin ederse muhakkak ki şirk koşmuştur yahut küfretmiştir."
Bu hadisi Müslim, Ebû Davud ve başkaları rivâyet etmiştir. Bi¬linmektedir ki kim Allah'tan başkasına yemin eder¬se İslâm dairesinden çıkmaz ve ona kâfirlik hükmü verilmez. Yine Rasûlullah’ın (s.a.s.) şu sözleri de ay¬nı mâhiyeti taşımaktadır: “Gizli şirk bu ümmette karıncanın ayak sesinden daha da hafiftir (gizli ve sessizdir).” buyurdu.
Bakın, nasıl ki küfür, şirk, fısk, zulüm ve cehâlet kısımlara ayrılıyor ve insanı İslâm dairesinden çıka¬ran küfür ile İslâm dairesinden çıkarmayan küfür diye ikiye ayrılıyorsa, bu kavramlar gibi nifak kavra¬mı da iki çeşittir. İtikadî nifak ve amelî nifak:
İtikadî nifakla Allah, Kur’ân-ı Kerimde münâfık¬ların inkârlarını belirtmiş ve onlara cehennemin en alt tabakasını vâcip kılmıştır. Amelî nifak ise Rasûlullah’ın (s.a.s.) şu hadisinde geldiği gibidir: "Münâfığın alâmeti üçtür. Konuştuğunda ya¬lan konuşur. Söz verdiğinde sözünde durmaz ve ema¬nete hiyanet eder." Başka bir sahih hadiste: "Dört şey vardır ki kimde bulunursa saf münâfıktır. Kim¬de bu dört hasletten (meziyetten) bir tanesi bulunur¬sa o kimsede münâfıklıktan bir haslet bulunmuştur. Ta ki bu hasletini terketmeyene kadar. Konuştuğunda yalan konuşur. Söz verdiğinde yerine getirmez. Düşmanlık yaptığında yalan söyler kendisine birşey emanet edildiğinde ihanet eder." İşte (böylece) amelî nifakla imanın aslının bir arada bulunması müm¬kündür. Şayet bu özelliklerden bulunursa ve ısrar edip devam ederse her ne kadar namaz kılıp oruç tutsa ve müslüman olduğunu iddia etse bile bu kim¬se İslâmdan tümüyle çıkmış olur. Çünkü "iman" mü’minlerden bu gibi şeyleri terketmelerini istiyor. Şayet bir kulda iman kâmil olursa ve onu nehyeden sözlerden terketmeye engel olmazsa bu kişi hâlis/tam münâfık olur. İmam Ahmed bin Hanbel'in şu sözü de buna delâlet etmektedir:
İsmail bin Said, Ahmed bin Hanbel'e: "Büyük gü¬nah işlemede ısrarlı olan ve onu kendi gücüyle iste¬yen bir kimse bu büyük günaha rağmen namaz, zekât ve orucu bırakmıyorsa bu ısrar edenin hali bu şe¬kilde mi olur?" diye sordum, Ahmed bin Hanbel dedi ki; ‘Bu kimsenin durumu Rasûlullah’ın söylemiş olduğu şu hadisteki kimsenin durumu gibidir: ‘Zina eden kimse zina yaptığında mü’min olarak zina yapmaz’ yani imandan çıkar, İslâm'a dâhil olur.” Peygambe¬rimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "İçki içen kimse mü’min olarak içki içmez. Bir şeyi çalan kimse çaldığı zaman mü'min olarak çal¬maz." İbn Abbas'ın da şu âyetteki tefsiri “Allah'ın indirdikleriyle hüküm etmeyenler kâfirlerin ta ken¬dileridirler.” Bu âyetin içindeki "küfür" sorulunca İbn Abbas: “Bu küfür insanı dinden çıkartan bir kü¬für değildir", dedi. İmanın dışında bir iman olduğu gibi küfrün dışında bir küfürdür. Bu durum bunun dışında bir emir (durum) gelmeyinceye kadar devam eder."
İman ve küfür bir arada bulunabilir mi? Şüphe¬siz hayır! İman ve küfür bir arada bulunamaz; ancak bu, mutlak anlamda bir arada bulunmama olayıdır. Yani itikadî anlamda küfür ile itikadî anlamda iman bir arada bulunamaz. Fakat bir kişide iman olduğu halde, amelinde küfür bulunabilir. Bu durumu İbn Kay¬yım şöyle açıklıyor:
"Burada açıklanması gereken bir gerçek daha vardır, o da bir kişide iman ve küfrün bir arada bu¬lunmasıdır. Aynı zamanda şirk ve tevhid; takvâ ile fâcirlik (fücûr); nifak ile iman bir arada bulunabilir. Bu kaide ehl-i sünnette bulunan en büyük temeldir.”
Bu konuda Hâricîye, Mûtezile ve Kaderiye mezhepleri, Ehl-i sünnete muhâlefet etmektedirler. Büyük günah işle¬yenlerin cehennemde kalmaları ve cehennemden çıkmaları meselesi de bu esas üzerine açıklanır. Bu esasa Kur’ân-ı Kerim, sünnet, fıtrat ve icma-i sahâbe delâlet etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; "Onların çoğu Allah'a şirk/ortak koşmadan inanmazlar." Allah Teâlâ bu âyette iman ile şirkin bir arada olduğunu ve kendisine imanla birlikte on¬ların şirkli durumda olduklarını ispat ediyor. Başka bir âyette ise şöyle buyurmaktadır; "Bedeviler (çölde yaşayan köy¬lüler) "iman ettik" dediler. De ki; "Siz mü’min olmadınız" fa¬kat "İslâm olduk" deyin. Fakat henüz İslâm kalbinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz Allah yaptıklarınızdan hiçbir şey eksiltmez. Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir." Bu âyet-i kerime Bedevîlerin imanının izâle edilmesiyle birlikte, onlara İslâm’ı/müslümanlığı ve Allah Rasûlüne itaati nispet etmiştir. Bu iman ise mutlak olan imandır.
İmam Ahmed der ki: "Kim bu dört hasleti ya da onlara benzer yahut onlardan daha çok (şey) yapar¬sa, getirirse -ki bu dört haslet de zina, hırsızlık, içki içmek ve zorla yağmalamaktır- bu kimse müslümandır; bu kimseye mü’min ismi verilmez. Kim ki bunların dışında bir şey yaparsa, yani bu büyük günahların daha da aşağısını yaparsa bu kimseye noksan imanlı kimse denir. Rasûlullah’ın şu hadisi de buna delâlet etmek¬tedir; "Kimde bunlardan bir haslet olursa onda nifak¬tan bir haslet vardır.” Bu da kişide nifakla İslâm’ın bir arada bulunmasının mümkün olacağına delâlet¬tir. Ve riya da böyledir. Şayet bir insanın amelinde ri¬ya olursa bu kimsede şirkle (riya ile) Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse yahut Rasûlullah’ın küfür olarak isimlendirdiği bir şeyi yaparsa ve bu kimse buna rağ¬men İslâm kanunlarına uyup riâyet ediyorsa bunda küfürle İslâm bir arada bulunmuştur, demektir.
Daha önce açıkladığımız gibi isyan sayılan davranışların (yani günahların) her birisi küfür şubelerinden bir şu¬be teşkil etmektedir. Aynı zamanda itaatin tümü de imanın şubelerinden birer şubeyi teşkil etmektedir. Kul, imanın bir veya daha çok şubesini yerine getirmekle bu şubele¬ri (kısımları) kabul ettiğinden dolayı "mü’min" olarak adlandırılır yahut (küfür şubeleri daha ağır basar da) mü’min olarak isimlendirilmez.
Aynı durum küfür için de geçerlidir. Nasıl ki küfrün şubelerinden bir şubeyi yapmakla "kâfir" olarak isimleniyorsa aynı zamanda bir şubeyi yapmakla kâfir olarak isimlendirilmeyebilir de. Burada iki emir (iki durum) vardır:
1- Lafzî ve ismî durum,
2- Mânevî ve hükmî durum.
Mânevî halde bu haslet küfür müdür, yoksa değil midir? Lafzî halde ise bu hasleti yapan kimse kâfirlikle isimlendirilir mi, yoksa müslüman mı denmelidir? Birin¬ci durum hâlis bir şer’î durumdur. İkinci durum ise lügavî (terimsel) ve şer’î bir durumdur. Başka bir esas daha vadır. O da kulun iman şu¬belerinden bir şubesini yapmakla, her ne kadar yaptığı şey iman isede ona, mü’min ismi verilmeye¬ceğidir.
Aynı zamanda küfrün bir şubesini yapan birisine de kâfir ismi verilmez. Her ne kadar yaptığı şey kü¬für olsa bile. Nasıl ki ilmin bir parçasını yerine geti¬rene "âlim" denilmediği gibi, aynı zamanda fikıh ve¬ya tıbbın bazı meselelerini bilen bir kimseye de fakîh veya doktor denilmez. Buna karşılık olarak da iman şubesine de "iman" ismi vermenin hiçbir engeli yoktur. Bununla da fiil itlak olunur. Rasûlullah'ın na¬maz hadisinde olduğu gibi; "Kim namazı terk ederse kâfir olur." Müslim’in Sahih’inde rivâyet etmiş olduğu; "Kim Allah'ın dışında bir şeye yemin ederse kâfir olur." Kimde küfür şubelerinden bir şube bulu¬nursa o kimse kâfir olarak isimlendirilmez. Aynen bunun gibi, kim ki haramı gerektiren bir şey işlerse o kimse fâsıklık olan bir amel işlemiştir. Yani fâsıklığı bu haram olan ameli yapmış olmasındandır. Yok¬sa ona fâsıklık ismini (devamlı) vermek doğru olmaz.
Aynı zamanda zina eden, içki içen, hırsızlık ya¬pan ve zorla insanın malını elinden alana mü’min de¬nilmez her ne kadar bunları yapan kişide iman bu¬lunsa bile. Aynı zamanda bunları yapan kimseye kâfir ismi de verilmez. Her ne kadar yaptıkları küfür şubeleri olsa bile."
A- Kelâmcılar ve Tekfir
Eş'arîlere ve Diğer Mütekellimlere Göre Tekfir
Adudu'd-Din el-İci’nin "el-Mevâkıf" isimli kitabında ve Seyyid Şerif el-Cürcani'nin Eş'arilerden müteahhirunun ana kaynağı sayılan "Şerhu'1-Mevakıf"ta şöyle denilmektedir:
"Kelâmcıların ve fukahânın cumhuruna göre kıble ehlin¬den olan hiç kimse tekfir edilmez.
İmam Şafii şöyle demiştir: Ben ehl-i hevâ ve bid'atten hiçbir şahsın şehâdetini reddetmem.
"el-Muhtasar" kitabının müellifi, "el-Münteka" isimli kitapta Ebû Hanife’nin, ehl-i kıbleden hiç kimseyi tekfir etmediğini nakletmektedir.
İmam Gazali, Mûtezile, Müşebbihe ve din hususunda bi¬d’atlere sahip olan ve te'vilde hataya düşen diğer fırkaların ictihad konularında yanıldıklarını söyledikten sonra şöyle demiştir: "Araştırmacının meyletmesi gereken, hak gördüğü yoldan onları tekfir etmemesidir. Çünkü açık¬ça "lâ ilâhe illâllah" diyerek kıbleye yönelip namaz kılanların canlarının ve mallarının mubah olduğunu söylemek hatadır. Bin kâfirin hayatta kalmasında hataya düşmek, bir müslümanın kanından bir şişe akıtma hatasını işlemekten daha ehven¬dir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: "Ben in¬sanlar "Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun Rasûlüdür" deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Şayet onlar böyle deseler, hak ettikleri müstesna, benden canla¬rını ve mallarını korumuş olurlar."
Yine İmam Gazzali şöyle demektedir: "Te'vil hususunda hataya düşmenin tekfiri gerektirdiği hakkında bize hiçbir nass sâbit olmamıştır. Bu sebeple, böyle bir iddiada bulunanın delil getirmesi gerekir. Hâlbuki bize "lâ ilâhe illâllah" de¬mekle kesin olarak can ve malın korunmasının sağlanacağı hakkında nasslar sâbit olmuştur. Ancak bu husus yol kesiciler hakkında geçerli değildir... İşte bu kadarı da delilsiz olarak insanları tekfir etmede mübâlağa eden kimsenin aşırıya gitti¬ğini tenbih etmek hususunda yeterlidir. Delil ise ya asıldır ve¬ya asl üzerine kıyastır. Asıl da açık şekilde (dini) tekzib et¬mektir. (Dinî hakikatleri) tekzib etmeyen kimse hiçbir zaman tekzib edenlerin kapsamına alınmaz. Ve o, kelime-i şehâdeti söylemekle ismetin (canını ve malını korumanın) kapsamı altında kalmaya devam eder."
B. Fukahânın Görüşleri
1. Hanefilerden Nakiller
Hanefi mezhebinin kitaplarından "Câmiu'l Fusuleyn"de şu ibare geçmektedir: "et-Tahâvi ashâbımızdan rivâyet etmiştir ki: Bir kişiyi müslüman eden şeyleri, bilerek inkâr etmesinden başka bir şey imandan çıkarmaz. Sonra bilinmelidir ki, riddet olduğu yakîn olarak (kesin bir şekilde) bilinen bir şey yapıldığı zaman birisinin mürted olduğuna hükmedilir. Riddet olup olmadığında şüphe bulu¬nan şeyler sebebiyle ise bu hüküm verilemez. Çünkü İslâm sâbit olan bir şeydir ki, şüphe ile zâil olmaz. Aynı zamanda İslâm üstündür, (başka bir şey ona üstün olamaz). Bir âlime bu konu getirildiği zaman, ehl-i İslâm'ı tekfir etmeye acele et-memelidir.
"el-Fetâvâs-Suğra" isimli kitapta şöyle denilmektedir: "Tekfire gelince: Tek bir yorum vechi bile kişinin tekfir edil¬mesine mâni olmaktadır. Fetvâ verilen (müftâ bih) görüşe göre, kişinin herhangi bir rivâyete meyletmesi, onun tekfir edilme¬mesini sağlar."
"el-Hulâsa" ve diğer kitaplarda da şu ibâre geçmektedir: "Şayet bir meselede tekfiri gerektiren birçok vecihler yani ih¬timaller varsa, buna karşılık, tek bir vecih bile tekfire mâni olur. Müftâ bih görüşe göre, müslüman hakkında hüsn-i zanda bulunmanın gerekliliğinden dolayı, onun tekfire mâni olan bir veche yönelmesi, kendisini tekfirden kurtarır."
"el-Fetâvâ'1-Hayriyye"de şu sual vardır: Kadı bir adama "şeriate râzı ol" dediği zaman, o da "kabul etmem!" dedi. Bu sebeple bir müfti onun kâfir olduğuna ve karısının kendisin¬den ayrılmış olduğuna fetvâ verdi. Acaba bununla onun kâfir olduğu sâbit olur mu?
Bu soruya, âlimin ehl-i İslâm'ı tekfir etmeye acele dav¬ranmaması gerektiği ve o adamın ta’zir edilmesi ve cezalandı¬rılması gerektiği cevabı verilmiştir. Burada bu çirkin kelimeye benzer kelimeleri söyleyenlerin kâfir olduğu hükmü verilme¬miştir. Çünkü onun bu sözü, şeriate karşı kibirlenerek veya onu kerih görerek değil, hasmına karşı aşırı şekilde gazaplanarak söylemiş olabileceği ihtimali vardır.
"el-Fetâvâ't-Tatarhaniye" de ise şöyle denilmektedir: "(Bir Müslüman,) ihtimal sebebiyle tekfir edilmez. Çünkü küfür ukûbetin son de¬recesidir. Bu sebeple cinâyetin son derecesini gerektirir. İhtimalin yanında ise böyle bir derece söz konusu değildir."
"el-Bahr" isimli kitapta bu nakillerden sonra şöyle denilmektedir: "Tespit edilen gerçek şudur ki, zayıf bir rivâyet bile olsa, bir kişinin kâfir olduğu hakkında ihtilâf olduğu zaman, onun sözünün güzel bir ihtimale hamledilmesinin mümkün olması durumunda hiçbir müslüman o kişinin kâfir olduğu¬na fetvâ veremez. Buna rağmen, küfür lafızlarının bir çoğu sebebiyle tekfir fetvâsı verilmektedir. An¬cak ben kendi kendime, böyle bir fetvâyı vermemeyi gerekli kıldım."
İbn Âbidin de "Reddu'l-Muhtar"da el-Hayr er-Remli'nin; "el-Bahr" isimli kitabın müellifinin bu sözünün ardından şöyle dediğini nakleder: Velev ki bu rivâyet zayıf da olsa." Yi¬ne İbn Âbidin der ki: Ben de derim ki: Velev ki bu rivâyet mezhep mensuplarından başkalarına ait de olsa, küfrü gerek¬tiren hususun, üzerinde icmâ gerçekleşmiş şeylerden olması-nın şart koşulması da buna delâlet etmektedir." Mezheb(imiz)e mensub olanların sözlerine göre birçok kişinin tekfir edilmesi söz konusu olmaktadır. Fakat bu tür sözler müctehid olan fakihlerin sözleri değildir. Aksine başkalarının sözüdür. Fakih olmayanlara da itibar edilmez.
Yine, İbn Âbidin şöyle der: “Bir müslümanın kâfir olduğuna dair doksan dokuz, Müslüman olduğuna dair de bir delil bulunsa, müftünün veya kadı’nın Müslüman olduğuna delâlet eden delil ile hükmetmesi daha uygundur.”
2. Şâfiîlerden Nakiller
Daha önceki bölümlerde Şâfii mezhebinin ve Eş'arîlerin imamından olan Ebû Hamid el-Gazali'nin bu konudaki gö¬rüşlerini nakletmiştik. Burada bu mezhebin diğer bazı âlim¬lerinin konu ile ilgili görüşlerini nakledeceğiz.
İmam Nevevi "Şerhu Müslim" isimli kitabında şunları söylemektedir: "Bil ki, hak mezhep mensuplarına göre, herhangi bir günah sebebiyle hiç kimse tekfir edilmez. Yine ehl-i heva ve bidatten olan Hâricîler, Mûtezililer, Râfizîler ve diğer fırka mensupları da tekfir edilmezler. Fakat bir kimse İslâm dini açısından zarûrât olarak kabul edilen şeyleri bilerek inkâr ederse, onun mürted oldu¬ğuna ve küfre girdiğine hükmedilir. Ancak daha yeni müslüman olmuşsa veya İslâm'dan habersiz uzak bir yerde (çölde) yaşıyor¬sa veya bunun gibi gerçeğin kendisine gizli kaldığı bir kimse ise, tekfir edilmez. Eğer bu kişi zarûrâtı inkâr etmenin küfür ol¬duğunu öğrenip, bunları inkâr etmeye devam ederse, o zaman kâfir olduğuna hükmedilir. Bunun gibi, zinayı, içkiyi, katli ve bunlar gibi haram olduğu zarûrî olarak bilinen diğer haramları helâl kılanın da kâfir olduğuna hükmedilir."
İbn Hacer el-Heysemi de "et-Tuhfe" isimle eserinde şöy¬le demektedir: "Bir müftünün, tehlikesinin büyüklüğü ve ki¬şinin kasdını aşarak söylemesi sebebiyle, özellikle de avam hakkında tekfir hükmünü verme hususunda ihtiyatlı davran¬ması gerekir. Bizim (Şafii) imamlarımız, geçmişte ve günümüzde bu tavır üzerindedirler. Ancak Hanefi'ler küfre düşü¬rücü birçok sebepten dolayı, bunlar te'vil edilebilir olmasına, hatta acele etmeme gerekliliğine rağmen, küfür hükmünü vermekte biraz geniş davranmışlardır. Ben bu konuyu ez-Zerkeşi'ye sorduğumda, Hanefılerin gösterdiği bu gevşekliğin sebebini şöyle açıkladı: Bu tür hükümlerin çoğu mezheb bü¬yüklerinden nakledilen "Fetâvâ" kitaplarında geçer. Müteahhir Hanefilerden verâ (takvâ) sahibi olanlar ise bunların ço¬ğunu reddedip onlara muhâlefet ediyorlar ve şöyle diyorlar: Bunların taklid edilmesi câiz değildir. Çünkü bunlar müctehid olmakla tanınmamışlardır ve bu tür fetvâları İmam Ebû Hanife'nin usûlü üzere istihrac etmemişlerdir. Zira (onun mezhebinden sayılan) bu tür fetvâlar imamın akidesine ters¬tir. Çünkü o şöyle demiştir: Bizim yanımızda kati olarak ger¬çekleşmiş bir asıl vardır ki, o da imandır. Biz yakîn olarak bil¬medikçe onun kalktığını iddia edemeyiz."
"Bizden (Şafiilerden) ve onlardan (Hanefilerden) bu me¬seleler hususunda insanları tekfir etmekte acele davrananlar artık uyanıp sakınsınlar ve kendilerinin tekfir edilmeyi hak ettiklerinden korksunlar. Çünkü onlar, bir müslümanı tekfir etmektedirler."
Yine İbn Hacer şöyle der: “Kim, bir müslümanı te’vilsiz olarak günahı için tekfir ederse küfre girer.”
3. Mâlikîlerden Nakiller
Mâlikîlerin bu konudaki görüşleri için İmam-ı Şâtıbî'nin şu tahkikiyle yetiniyoruz: İmam Şatıbî "el-İ'tisam" isimli ese¬rinde Hâricîler ve diğer ehl-i hevâ ve'1-bid'attan İslâm ümmetine muhâlefet edenlerden bahsederken şunları söyler: "Şüphesiz ümmetin âlimleri şu "büyük bidatlere" sahip olan fırkaları tekfir etme hususunda ihtilâfa düşmüştür. Fakat dikkatli düşünüldüğünde ve rivâyetler göz önüne alındı¬ğında onların kesinlikle tekfir edilmemesi görüşü ağır basar. Bu husustaki delil ise, Selef-i Salihin'in onlar hakkındaki uy¬gulamasıdır. Şeriate göre inat ve küfre saparak İslâm'ın muhkemâtını reddetmedikçe hiç kimse kâfir olmaz.
4. Hanbelîlerden Nakiller
Biz burada Hanbelîlerden insanların bidatçilere ve din¬den çıkmış olanlara karşı en sert davrananlardan olan İmam İbn Teymiye'nin sözüyle yetineceğiz.
Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiye "Mecmuâtu'r-Resâil ve'1-Mesâil" kitabının 5. cildinin 199-201 sayfalarında şunları belirtmekte¬dir: "Hiçbir müslümanı işlemiş olduğu bir fiil veya ehl-i kıble¬nin hakkında münakaşa ettiği meseleler gibi herhangi bir mese¬lede düşmüş olduğu hata yüzünden tekfir etmek câiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendileriyle savaşılmasını emrettiği, Raşid Halifelerden biri olan mü'minlerin emiri Hz. Ali b. Ebi Talib'in savaştığı ve sahâbe, tâbiîn onlardan sonraki din büyük¬lerinin kendileriyle savaşılmasının gerekliliği hususunda ittifak ettikleri Haricileri, Hz. Ali, Sa'd b. Ebi Vakkas ve diğer sâhabiler tekfir etmediler. Aksine, onlarla savaşmalarına rağmen onları müslümanlardan saydılar. Hz. Ali onlar haram olan kanı akıtmadıkça ve müslümanların mallarına baskın yapmadıkça on¬larla savaşmadı. Hz. Ali, onlar kâfir oldukları için değil, onların zulümlerini ve taşkınlıklarını defetmek için onlarla savaştı. Bu sebeple de onların ailelerine el atmadı ve mallarını ganimet ola¬rak almadı. Peki, bu sapıklıkları nass ve icma ile sâbit olanlar, Allah (c.c.) ve Rasûlü'nün onlarla savaş yapılması emrine rağ¬men tekfir edilmiyorsa, nasıl olur da onlardan en âlim olanları¬nın bile hakkında yanıldıkları meseleler hususunda hakkı şaşı¬ran çeşitli taifeler tekfir edilebilir? Bu taifelerden hiçbirinin di¬ğer bir taifeyi tekfir etmesi helâl değildir. Çünkü Haricilerin bid'atleri, daha büyük bid'atlerdir. Gerçek şudur ki, onların hepsi ihtilâfa düştükleri meselelerin hakikatini bilmiyorlardı.
"Aslolan, müslümanların kanlarının, canlarının ve na¬muslarının birbirlerine haram olduğudur. Bunlar ancak Allah'ın ve Rasûlü'nün izni ile helâl olabilir." "Eğer bir müslüman savaş veya tekfir hususunda te'vil edilebilir bir konuma sahip ise, o zaman tekfir edilmez."
5. Diğer Bazı Âlimlerden Nakiller
İmam Şevkânî diyor ki: es-Seyid Sıddık Hasan Han "er-Ravdatu'n-Nediyye" isim¬li eserinde Allame eş-Şevkânî'nin "es-Seylu'l-Cerrar" eserin¬deki şu sözünü nakletmiştir:
"Bil ki, bir müslümanın İslâm dininden çıktığına ve küfre girdiğine hükmetmeye yönelmek gündüzün güneşinden da¬ha açık bir delil olmadıkça, Allah'a ve ahiret gününe iman et¬miş olan hiçbir müslüman için gerekli değildir. Çünkü sahâbeden bir grubun tarikiyle rivâyet edilmiş sahih birçok ha¬dislerde, "Her kim kardeşine "ey kâfir" derse, mutlaka ikisinden biri bunu hak eder.” ibâresi sâbit olmuştur.
"Sahih-i Buhârî'de hadis böyledir. Sahihayn ve diğer ha¬dis kitaplarında şu ibare de geçmektedir: "Her kim bir adamı küfür ile çağırırsa veya ona "ey Allah'ın düşmanı derse", o adam da böyle değilse, mutlaka ikisinden biri kâfir olur." "Bu hadiste ve bu husus üzerine vârid olan diğer hadis¬lerde tekfirde acele etmede çok müthiş bir tehdit ve çok bü¬yük bir öğüt vardır. Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: "Kal¬bi imanla tatmin olduğu halde baskı halinde zorlanan hariç, kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkâra sapıp da göğsünü küfre açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır."
Buna göre (birisini tekfir etmek için) göğsün küfre açılma¬sı, kalbin küfürle tatmin olması ve nefsin onunla teskin olması gerekmektedir. Bu sebeple sahibinin kendisiyle İslâm dininden çıkıp küfür dinine girmeyi irâde etmediği şirk yollarından bi¬riyle vâki olan düşüncelere, ondan sâdır olan küfri davranışla¬ra ve müslümanın ağzıyla söylemiş olduğu fakat mânâsına inanmadığı lafızlara, özellikle de bunların İslâm yoluna muhâ¬lif olunduğunun bilinmemesi durumunda itibar edilmez."
Haksız Tekfirin Tehlikesi
Herhangi bir insan hakkında küfür hükmünü vermek gerçekten de ciddi ve tehlikeli bir hükümdür. Çünkü onun tekfir edilmesi halinde şu son derece tehlikeli etkiler terettüb etmektedir:
1. Kestiği yenmez, onunla samimiyet kurulmaz, sır verilmez, velî/dost, yardımcı ve yönetici kabul edilmez. Nikâhlı karısının onunla beraber kalması helâl olmaz ve bu sebeple ikisinin birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü müslüman bir kadının bir kâfire zevce olmasının sahih olma¬dığı yakin olarak bilinen icma ile sâbittir.
2. Onun çocuklarının, onun idaresinde kalmaları câiz de¬ğildir. Çünkü bu durumda onlar hakkında emin olunmaz ve onun küfrünün çocuklarına tesir etmesinden korkulur. Özel¬likle onun çocuklarını yumuşaklıkla ve şefkatle ziyaret etme¬si, bu etkiyi artırır. Bundan dolayı onlar İslâm toplumuna mensub olan herkesin boynuna emanettirler.
3. Şüphesiz o, sarih küfür ve apaçık riddet ile dinden çık¬tıktan sonra İslâm toplumu üzerinde borç olan velâyet ve yardım hakkını kaybeder. Bu sebeple de kendi kendisi uyanıp geri dönene kadar ve tekrar hidâyete erişinceye kadar onunla ilişkilerin kesilmesi ve toplumdan ona en yakın sığınağın ka¬patılması gerekir.
4. Onun, tevbeye davet edilmesi, zihninden şüphelerinin giderilmeye çalışılması ve ona delillerin ikame edilmesinden sonra hakkında mürted hükmünün infaz edilmesi için İslâm mahkemesi önünde muhakeme edilmesi gerekir.
5. O öldüğünde onun hakkında müslümanlar üzerinde icra edilen hükümler icra edilmez. Bu sebeple cenazesi yıkan¬maz, üzerine namaz kılınmaz, müslümanların kabristanında defnedilmez ve bir murisi öldüğünde ona vâris olmadığı gibi, başkası da ona varis olamaz.
6. Yine o küfür halinde öldüğü zaman Allah'ın (c.c.) lâ¬netini, rahmetinden kovulmayı ve cehennem ateşinde ebedi olarak kalmayı hak eder.
İşte bu hükümler, Allah'ın kullarından birisinin hakkında tekfir hükmünü veren kişinin, bu dediğini söylemeden evvel birçok kez irkilip geriye çekilmesini gerektirir.
Şirk ve Küfürden Korunma Yolları
Muvahhid bir mü’min olabilmek, öyle yaşayabilmek ve Allah’ın râzı olacağını ve kulları için seçip beğendiğini belirttiği İslâm dini üzere ölmek, bir müslümanın, bir mü’minin en büyük emelidir. Yüce Allah’ın da emri budur, bütün peygamberlerin ümmetlerine tavsiye ettikleri de budur. “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece, hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün.” Kişinin âhiret hayatında Yüce Rabbimizin azâbından kurtulup ebedî mükâfatlarına nâil olabilmesi, günahlarının bağışlanabilmesi, ancak mü’min olarak, muvahhid olarak Yüce Allah’a herhangi bir şeklide herhangi bir şeyi, bir kimseyi, kurum ve nesneyi, madde ya da mânâyı, ideoloji ve putu şirk/eş koşmayarak Rabbine kavuşmasına bağlıdır. Çünkü kim Allah’a şirk koşarak ölürse cehhenneme girecektir. Kim de Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığı gerçeğini bilerek ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmaksızın ölürse, o da cennete girecektir.
Bu büyük gerçeği Kur’ân-ı Kerim’in hemen hemen her sayfasında çeşitli şekilde dile getirilmiş olarak görebilmekteyiz. O halde müslümanın iman ve tevhid konularında gereken hassâsiyeti göstererek imanını her nefes, her an ve her durumda korumaya, ona herhangi bir zarar getirmemeye çalışması, bunun için âzamî gayretini harcaması gerekmektedir. Bunun için, yani imanı korumak, şirk ve irtidaddan korunmak, küfre yaklaşmamak için gerekli olan bazı önemli hususları kısaca sayalım:
1. Sahih bir iman, akaid bilgisi ve güçlü bir inanma/yakîn,
2. Kur’ân-ı Kerim’in ve sahih sünnetin emir ve teşvik ettiği amel ve ibâdetlere önem vermek, bunları yerine getirmek için âzamî gayret harcamak,
3. Allah’ın ve Peygamberinin uyarılarına dikkat ederek, sakındırdıklarından kesinlikle uzak kalmak, hatta o yasaklara yaklaşmamak,
4. Akîdemiz uğrunda gereken mücâdeleyi vermekten hiçbir şekilde geri kalmamak; inancımızla taban tabana zıt bir ortam içerisinde yaşamanın ıstırabını kalbimizin derinliklerinde duymak,
5. Akîdemizi hâkim kılmak azmi ve emelini daima canlı tutmak, bu uğurda aynı hedefi paylaşanlarla bir ve beraber olmak,
6. Allah’ı ve Rasûlünü yakından tanımak ve herşeyden çok sevmek, onların emir ve buyruklarını bütün emir ve direktiflerden üstün tutmak, onlara bağlanmayı her şeyin önünde bilmek, onların rızâlarını esas almak,
7. Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmayan, onun sünnetini baştacı bilen, onun dışında izlenmeye, yolundan gidilmeye değer hiçbir kimsenin varlığını kabul etmeyenleri, başta sahâbeleri, güzel bir şekilde onların izinden gidenleri mümkün mertebe yakından tanımak, onların bu akîde uğrunda verdikleri mücâdele ve cihadı, kendi mücâdele ve cihadımız için yol azığı edinmek,
8. İslâm’a, Kur’an ve Sünnet esaslarına kesin ve tâvizsiz bir şekilde bağlı kalmak, dinî vecîbeleri ihlâsla yerine getirmek,
9. Yüce Peygamberin dahi küfürden, şirkten, riyâkârlıklardan ve benzeri kalbî/imanî hastalıklardan Allah’a sığındığını bilerek, hatırlayarak, imanımızı son nefesimize kadar muhâfaza edebilmek için Rabbimize daima duâ etmek, yalvarmak, fiilî olarak duâ bâbından elimizden gelen tüm gayreti göstermek. Rasûlullah (s.a.s.) duâlarında: “Sonrası küfür olmayan bir iman” ister; her namazın akabinde “küfürden, fakirlikten ve kabir azâbından”, “küfürden ve borçlanmaktan” Allah’a sığınırdı. Hz. Ebû Bekir’e ve onun şahsında bütün mü’minlere sabah akşam yapmasını tavsiye ettiği duâda, “şirkten” Allah’a sığınmak yer almaktadır: “Bile bile şirk koşmaktan Allah’a sığınırım, bilmediklerimden de Senden af dilerim.”
Sonuç
Hiç şüphesiz tekfir bir müslümanın ne bayraklaştırması gereken bir konu ne de tamamen ilgisiz kalması gereken bir mevzûdur. Bu konu ilk dönem¬lerden günümüze kimi zaman kötü niyetlilerin önünde korkunç bir silâh kimi zaman da iyi niyetli¬lerin önünde masum bir fikir yöntemi olarak kulla¬nılmıştır. İnsanları tahkir ve tekfir ederek dâvet yapılmama¬sı ve tüm toplumu "kardeş" görerek de davranılmaması gerektiğine inanıyoruz. Yani "ne ifrat, ne de tefrit" diyoruz. Amacımız "vasat ümmet" olmaktır. Ge¬lenek ve geçmiş kültür, doğrusu ve yanlışıyla değerlendirilmelidir. Allah'ın günleri devirler arasında dönüp durmaktır. Bunun için kendimizin de gelecekte "eski ümmetlerden" sayılacağını unutmamalıyız. Gelecek kuşakların bizleri daha çok, iyi yanlarımızla anmala¬rını istiyorsak bugün bizim de geçmiş müslümanlara ve ulemâya aynı gözle bakmamız gerekiyor.
Niyetimiz kesinlikle içinde yaşadığı¬mız bu câhilî toplumu temize çıkarmak değildir. Bu¬nunla beraber bizler, toplumu "câhilî toplum" olarak görmemize rağmen bu toplumda yaşayan her ferdi tekfir etmemekteyiz. Aynı zamanda "câhiliye" kavra¬mının da her zaman "küfür" anlamında olmadığı, yukarıda delilleriyle izah edildi. Yine şunu ümid ediyoruz ki inşaallah tekfirde aşırı olanlar kendileri dışında da müslümanların varlığını kabul ederler ve oturup hakkı konuşurlar.
Hak/gerçek, kimsenin tekelinde olmadığı gibi; din de Al¬lah ve Rasûlünün getirdiğinin dışında birşey değil¬dir. Tekfirde aşırı olanlar çok iyi bilmektedir ki, on¬ların dışında kalan muvahhid müslümanlar tâğûtî düzenler¬den de tâğûtî düzenlerle uzlaşanlardan da berîdir¬ler. Tekfirde aşırı gidenlerin "kendini tevhide nisbet edenler" yaklaşımıyla âdeta aşağıladığı diğer müs¬lümanlar şu kadar yıldır demokrasiye, uzlaşmaya, tasavvufun saptırılmış unsurlarına, İslâmî görünen birçok kitleye karşı çıkmış, onlardan berî olduğunu ilân etmiş ve Rabbânî yolda karar kılmış ise ve bu karar zâhiren ortada ise, o halde tekfir cemaatinin bu diğer müslümanları aşağılamaya ne hakkı var¬dır? Kur’ân ve onun tebliğcisi bize her çeşit insana "iyilikle" konuşmamızı em¬retmektedir.
Doğruyu bulma adına araştırma yapan, Allah'ın her türlü âyeti üzerinde düşünen kimseler, samimi olanlar, her zaman başka fikirlere de açık kapı bı¬rakmalıdırlar. Bu kapıyı açık bırakma konusu taviz¬le, ılımlılıkla ilgili değildir.
Bu ifadeleri okuyan hiç kimse müşrik düzenlere ve itikaden onlara tâbi olanlara, Allah'ın bizim için belirlediği bakış açısı dışında baktığımız vehmine de kapılmamalıdır.
"Doğrusu, birçokları bilmeden hevâ ve hevesleri¬ne uyarak halkı dalâlete/sapıklığa düşürüyorlar."
Tekfir Konusunda Âyet ve Hadisler
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa veya sefere çıktığınız zaman iyi dinleyip anlayın. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin…”
"Çok yemin edene, haysiyetsiz kimseye, kusur arayana, söz taşıyana, hayırdan alıkoyana, haddini aşana, çok günahkâr olana... iltifat etme!"
"Yazıklar olsun arkadan çekiştirmeyi ve yüze karşı kaş göz işaretiyle eğlenip ayıplamayı âdet edinene"
"Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırıp tecessüs etmeyin, kimse kimseyi gıybet etmesin. Hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır...?"
"Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa, bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
"Allah'a ve Rasûlüne itaat edin ve çekişip birbirinize düş¬meyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız da gücünüz gider. Sab¬redin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir."
"Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, onun dışında kalan günahları dilediği kimseden affeder"
“…Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez."
"De ki: 'Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim ümit keser."
"De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhamet sahibidir."
"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şehâdet eden kimseye Allah ateşi haram kılmıştır."
“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, O’nun elçisi olduğuna şehâdet ederek Allah’a kavuşan kimse cennete girecektir.”
"Allah'a inanıp O'na hiç bir şeyi ortak koşmayan Cennet'e girmiştir. Allah'a inanıp da O'na şirk koşan ise Cehenneme girmiştir."
“…Kim ‘lâ ilâhe illâllah’ der ve Allah’tan başka tapınılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına haksız yere dokunmak haram olur. Hesabı Allah’a kalmıştır.”
“Ölen bir kimse (ölüm ânında) Allah’ın bir ve benim Allah elçisi olduğuma şehâdet (tanıklık) eder ve kalbi de bu işi tasdik ederse, Allah onu mutlaka mağfiret eder.”
“Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, müslümandır.”
“Bir kimsenin mescide alâkasını görürseniz, onun mü’min olduğuna şehâdet edin. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman edenler imar eder.”
"Üç kişiden hesap sorma kaldırılmıştır: Aklını kaybetmiş kimse akıllanana kadar; uyuyan uyanana kadar ve çocuk bulûğa erene kadar. Bu üç zümreden kalem kaldırılmıştır ve yaptıklarından sorumlu tutulmazlar."
“Şüphesiz Allah, ümmetimden hata, unutma ve üzerine zorlandıkları şeylerden sorumluluğu kaldırmıştır.”
"Müşrik olarak ölenle, bir müslümanı haksız yere öldüren hâriç, Allah bütün günahları affedebilir."
“Üç şey vardır ki imanın aslındandır: 1- Lâ ilâhe illâllah diyene saldırmamak; İşlediği herhangi bir günah sebebiyle bu kimseyi tekfir etmemek, herhangi bir ameli sebebiyle de İslâm’dan dışarı atmamak, 2- Cihad, bu Allah’ın beni peygamber olarak gönderdiği günden, bu ümmetin Deccâl’e karşı savaşacak en son ferdine kadar cereyan edecektir. Onu, ne imamın zâlim olması, ne de âdil olması ortadan kaldıramayacaktır, 3- Kadere iman.
"Kalbinde zerre kadar hayır (iman) bulunduğu halde "lâ ilâhe illâllah" diyen bir kimse (bile) ce¬hennemden çıkacaktır."
Ebû Zer (r.a.) rivâyet ediyor:
Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelmiştim, uyuyordu. Uyanınca yanına oturdum. (konuşmamız) sırasında: "Lâ ilâhe illâllah deyip sonra da bu söz üzerine ölen her kul cennete gider" buyurdu. (Hayretle) sordum:
"Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" Cevâben:
"Evet, zina etse ve hırsızlık yapsa da!" dedi. (Ben hayretimi yenemeyerek yine) sordum:
"Zina etse de hırsızlık yapsa da mı girer?" Rasûlullah (s.a.s.) yine:
"(Evet) Zinâ etse de hırsızlık yapsa da" cevabını verdi. Bu sözünü üç defa tekrar etmişti. Dördüncü seferde: Yine,
"Evet, Ebû Zerr'in burnu toprakla sürtülmesine rağmen zina etse de hırsızlık yapsa da (o kul cennete girecektir) buyurdu..."
“İnsanlar ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun rasûlüdür’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar müstesna; iç yüzlerinin hesâbı/muhâsebesi ise Allah'a aittir.”
Üsâme (r.a.) savaşta bir insanı ‘Lâ ilâhe illâllah’ dediği halde öldürüyor. Durumu Peygamberimize iletiyorlar. Peygamberimiz onu öldüren kişiye “Ey Usâme! Sen lâ ilâhe illâllah dedikten sonra adamı öldürdün ha!?” diye sordu. O da, "sadece korkusundan, öldürüleceği endişesiyle ‘Lâ ilâhe illâllah’ dedi" diyor. "Hel lâ şekakte kalbehu = kalbini yarıp da baksaydın ya, bu sözü samimiyetle mi söyledi, bilseydin ya! Kıyâmet günü lâ ilâhe illâllah gelince ona nasıl hesap vereceksin?" dedi ve bu sözü çokça tekrarladı. Hz. Peygamber: "Kelime-i tevhîdi getireni niye öldürdün ey Üsâme?" diye o kadar çok tekrar ediyor ki, Hz. Üsâme üzüntüsünün büyüklüğünden: "Keşke o güne kadar İslâmiyet'e girmemiş olsaydım da böyle bir cinâyeti işlemekten uzak kalsaydım" temennisinde bulunur. Ashâbdan Sâ'd’ın (r.a.): "Üsâme öldürmedikçe, ben bir Müslümanı öldürmem" sözü, bu hâdisenin hem Üsâme (r.a.), hem de diğer sahâbîler üzerindeki etkisini ve önemini gösterir.
“Bana insanların kalbini yarıp karınlarını deşip imanlarını araştırmam emredilmedi.”
“Bir kimse diğerine (din kardeşine), ‘kâfir’ dediği zaman, bu ikisinden biri kâfir olur: Eğer dediği kimse kâfir ise, adam doğru söylemiştir; yok eğer itham edilen kâfir değilse, ona söylediği küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir olur).”
“Hiç kimse, bir başkasına ‘fâsık’ veya ‘kâfir’ demesin. Şayet itham altında bırakılan kişide bu sıfatlar yoksa, o söz, onu söyleyene döner.”
“Müslümana sövmek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür.”
“Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar. Semânın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene döner.”
"Kim bir mü'mini bir münâfığa (gıybetçiye) karşı himâye ederse, Allah da onun için, Kıyâmet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, kıyâmet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder."
"Kim din kardeşinin ırzını/nâmusunu onun gıyâbında müdâfaa ederse, Allah, kı¬yâmet günü onu cehennem ateşinden uzaklaştırır."
"Bana kimse ashâbımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin (söylemesin). Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum."
"Hayır, ben ashâbımı öldürmem!"
“Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helâk oldular.”
"Heleke'l-mütenattıûn -Taşkınlar/aşırı gidenler (Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi aşan kimseler) helâk oldu.-" Bunu Rasûlullah üç defa söyledi.
“Dinle yarışa giren her insan, mutlaka yere serilir.”
“Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Her kim, (kolay olan ) bu dini zorlaştırırsa altında kalır. Onun için orta bir yol tutun ve Dini en uygun bir biçimde uygulayın.”
“Dinin en hayırlı olanı, en kolay olanıdır.”
“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.”
"Din kolaylıktır."
“Kul, Rabbinin affını nasıl seviyorsa, Allah da koyduğu kolaylığın uygulanmasını öyle sever.”
Hz. Âişe (r.a.) şöyle diyor: “Yüce Peygamber, biri daha kolay, biri daha zor iki seçenekle karşılaştığında, mutlaka kolay olanı seçerdi.”
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."
"Mü’minler Allah'ın azap ve azâbının miktarını bilselerdi hiç biri Cennet'i ümit etmezdi. Kâfirler de Allah'ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi hiç biri O'nun rahmetinden ümit kesmezdi."
“Allah Teâlâ buyurdu ki: ‘Şüphesiz rahmetim gazâbımdan öne geçmiştir.”
“Allah, insanların şekillerine (ve mallarına) değil, gönüllerine ve niyetlerine (ve amellerine) bakar.”
Rasûl-i Ekrem (ashâbına): "Sizce pehlivanlık nedir" di¬ye sordu. Onlar da “Adamların güreşte yenemedikleri kimse¬dir” dediler. Rasûl-i Ekrem bunun üzerine şöyle buyurdu: "Hayır, gerçek pehlivanlık, kızgınlık ânında nefsine hâkim ol¬maktır."
“Kim, yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse, kıyâmet günü bütün mahlûkatın önünde Allah onu çağıracak ve sonunda onu cennet kızlarından dilediğinde (istediğini almakta) muhayyer kılacaktır.”
“Allah rızâsını dileyerek öfke yudumunu yutan bir kulun yudumundan sevabça daha büyük (ve faziletli) bir yudum Allah katında yoktur.”
“Müflis kimdir bilir misiniz?” Ashâb: “Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir, demişler. Bunun üzerine: “Gerçekten benim ümmetimden müflis, kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Amma şuna sövmüş, buna zinâ isnâdında bulunmuş (fâhişe, namussuz demiş), şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecektir. ve buna hasenâtından, şuna hasenâtından verilecektir. Şayet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse, onların günahlarından alınacak, bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır.”
"Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir." Müslim'in rivâyetinde "nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.
"Ey diliyle müslüman olup da kalbine iman nüfuz etmemiş olan (münâfık)lar! Müslümanlara ezâ vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira, kim bir müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin içinde (insanlardan gizli) bile olsa rüsvay/kepaze eder."
“Kim bir ayıp görür de onu örterse, (Câhiliyye devrinde) toprağa diri diri gömülen kızları diriltmiş gibi olur.”
"Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyâmet günü onu mutlaka örter."
“Sakın (sebepsiz ve kötü) zanna yer vermeyin; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin (gizli kusurları araştırmayın), rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik etmez. Kişiye kötülük olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her müslümanın canı, malı, kanı ve ırzı diğer müslümanlara haramdır. Allah sizin sûret ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.”
"Kim (bir müslümana) zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim de (bir müslüman) ile, nizâya, husûmete girerse Allah da onunla husûmete girer."
“Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: O der ki: “Din üzerinde münâkaşa yapıyorduk ki, üzerimize Hz. Peygamber (s.a.s.) geldi. Bizi münâkaşa (mirâ) eder halde görünce, şimdiye kadar hiç görülmemiş derecede kızdı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed’in ümmeti, nefislerinizi bu derece ateşlendirmeyin; siz bununla mı (din ve akîde konularında münâkaşa ile mi) emrolundunuz? Bundan nehyedilmediniz mi? Sizden öncekiler de sadece bu sebepten yok olmadılar mı? Hayrı az olduğu için mücâdeleyi terk edin. Münâkaşayı terk edin; zira münâkaşa, kardeşler arasına düşmanlık sokar. Münâkaşayı terk edin; zira fitnesinden emin olunmaz. Münâkaşayı terk edin; zira o, (zihinlerde) şüphe meydana getirir, amelleri yok eder. Münâkaşayı terk edin, zira mü’min (dinde) münâkaşa yapmaz. Münâkaşayı terk edin, zira münâkaşa yapanın haserâtı (zararı) tam olmuştur. Münâkaşayı terk edin, zira münâkaşada devam, günah için kâfidir. Münâkaşayı terk edin, zira o, Rabbim’in putlara tapmak ve şarap içmekten sonra beni nehyettiği ilk şeydir. Münâkaşayı terk edin, zira şeytan ibâdetten ümitsiz olduğu halde, aranıza fitne ve fesat sokmaktan ümitvârdır. İşte bu, dinde münâkaşadır. Münâkaşayı terk edin, zira İsrâiloğulları (bu yüzden) 71 fırkaya, hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunların bir kısmı (biri) hâriç, hepsi de dalâlet üzerindedir.” ‘Bu kurtulan kısmın kimler olduğu’ sorulduğu zaman Rasûlullah şu cevabı verdi: "Benim yolum üzerinde olanlar, ashâbım, Allah'ın dini üzerinde mücâdele ve münâzaraya girmeyenler ve herhangi bir günah sebebiyle tevhid ehlinden birini tekfir etmeyenlerdir."
“Eğer sen, insanların ayıplarını araştırmaya kalkışırsan, onları ifsad eder veya ifsad etmeye ramak kalırsın.”
“Kim, hürmeti düşecek, şerefinden noksanlık olacak bir yerde müslümana yardımcı olmaz, onu yalnız bırakırsa, Allah da yardımını istediği yerde onu yalnız bırakır. Kim şerefinden kaybedeceği, saygının azalacağı bir yerde müslümana yardımcı olursa, yardımını istediği yerde Allah, ona yardımcı olur.”
“Kardeşinin derdine sevinip gülme! Sonra Allah onu esirger de, senin başına verir.”
“Kim bir mü'mini, bir münafığın şerrinden korursa, Allah (c.c.), ona bir melek gönderir. Kıyâmet gününde onun etini cehennem ateşinden korur. Kim bir müslümanı kötülemek isteyerek ona söz (iftira) atarsa, söylediği sözü isâbet edip içinden çıkana kadar Allah, onu cehennem köprüsü üzerinde hapseder.”
Abdullah İbn Utbe (r.a.), şöyle demiştir: Ben, Ömer İbn Hattab’dan (r.a.) işittim. O, şöyle diyordu: Bazı insanlar Rasûlullah (s.a.s.) zamanında vahy ile (sırları meydana çıkar da) yakalanırlardı. Şimdi ise, vahy kesilmiştir. Biz, şimdi ancak sizleri amellerinizden bize açıklanan suçlar sebebiyle yakalarız. Böyle olunca kim bize bir hayır hali meydana korsa, biz onu emin kılarız ve onu kendimize yakınlaştırırız. Onun gizli işlerinden hiç bir şey (i araştırmak) bize ait değildir. Gizli işleri hususunda onu, Allah hesaba çeker. Kim de bize bir kötülük ve şer ortaya koyarsa, o, gizli işlerinin güzel olduğunu söylese de, biz, onu bir emin saymaz ve onu doğrulayıp tasdik etmeyiz.”
"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir."
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kişidir. Muhâcir de Allah’ın yasakladıklarını terk edendir.”
“Koğuculuk yapan cennete giremez.”
“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.”
“Kim (din) kardeşinin ırz ve nâmusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur.”
"Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey Allah'ın Rasûlü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır." Tirmizî'de şu ziyade gelmiştir: "Ben saçı kazır demiyorum, velâkin dini kazır (diyorum)."
“Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: O der ki: “Din üzerinde münâkaşa yapıyorduk ki, üzerimize Hz. Peygamber (s.a.s.) geldi. Bizi münâkaşa (mirâ) eder halde görünce, şimdiye kadar hiç görülmemiş derecede kızdı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed’in ümmeti, nefislerinizi bu derece ateşlendirmeyin; siz bununla (din ve akîde konularında münâkaşa ile) mı emrolundunuz? Bundan nehyedilmediniz mi? Sizden öncekiler de sadece bu sebepten yok olmadılar mı? Hayrı az olduğu için mücâdeleyi terk edin. Münâkaşayı terk edin; zira münâkaşa, kardeşler arasına düşmanlık sokar. Münâkaşayı terk edin; zira fitnesinden emin olunmaz. Münâkaşayı terk edin; zira o, (zihinlerde) şüphe meydana getirir, amelleri yok eder. Münâkaşayı terk edin, zira mü’min (dinde) münâkaşa yapmaz. Münâkaşayı terk edin, zira münâkaşa yapanın haserâtı (zararı) tam olmuştur. Münâkaşayı terk edin, zira münâkaşada devam, günah için kâfidir. Münâkaşayı terk edin, zira o, Rabbim’in putlara tapmak ve şarap içmekten sonra beni nehyettiği ilk şeydir. Münâkaşayı terk edin, zira şeytan ibâdetten ümitsiz olduğu halde, aranıza fitne ve fesat sokmaktan ümitvârdır. İşte bu, dinde münâkaşadır. Münâkaşayı terk edin, zira İsrâiloğulları (bu yüzden) 71 fırkaya, hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunların bir kısmı (biri) hâriç, hepsi de dalâlet üzerindedir.” Bu kurtulan kısmın kimler olduğu sorulduğu zaman Rasûlullah şu cevabı verdi: "Benim yolum üzerinde olanlar, ashâbım, Allah'ın dini üzerinde mücâdele ve münâzaraya girmeyenler ve herhangi bir günah sebebiyle tevhid ehlinden birini tekfir etmeyenlerdir."
“İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya bölündü; içlerinden biri kurtuldu, diğerleri ateştedir. İsa’nın ümmeti yetmiş iki fırkaya ayrıldı; biri kurtuldu, diğerleri ateştedir. Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri kurtulur, diğerleri ateştedir.”
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. (Kalbini işaret ederek:) Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”
“Şeytan, Kıbleye dönen (mü'minlerin artık kendisine ibâdet etmesinden ümidini kesmiştir; fakat onları birbirine düşürmekte (hâlâ ümitlidir).”
"İslâm'da bir kimse asıl baba varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır."
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.”
“Kul, Allah’ın râzı/hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah’ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar.”
“İnsan sabahlayınca, bütün organları dil’e başvurur ve (âdeta ona) şöyle derler: ‘Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.”
“... İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir.”
“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.”
“Ümmetimle ilgili olarak korktuklarımın en korkutucusu Allah’a şirk/ortak koşmalarıdır. Dikkat edin; ben size ‘onlar aya, güneşe ve puta tapacaklar’ demiyorum. Fakat onlar (hâkimiyet hakkını bazı fertlerde, zümrelerde meclis ve toplumlarda görecekler), Allah’tan başkasının emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır.”
"Zinâ eden, zinâ ettiği anda mü'min değildir. Hırsızlık eden, çaldığı anda mü'min değildir. Şarap içen, içtiği anda mü'min değildir."
Rasûlullah (s.a.s.) hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, bu şirkten sakınınız. Muhakkak ki o, karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.” İçlerinden birisi: “Ey Allah’ın Rasûlü, karıncanın kımıldamasından daha gizli olduğu halde böyle bir şirkten nasıl sakınabiliriz?” “Ey Allah’ım, bile bile sana herhangi bir şeyle şirk koşmaktan yine Sana sığınırız. Bilmediğimiz şeylerden de Senden mağfiret dileriz’ deyin” buyurdu.
Tekfir Konusunda Yararlanılabilecek Kitaplar
1. Tekfir Meselesi, Hüseyin Yunus, Ahenk Y.
2. Tekfirde Aşırılık, Yusuf el-Karadavi, Şûrâ Y.
3. Dünden Bugüne Tekfir Olayı, Abdurrezzak Samarraî, Vahdet Y.
4. Çağdaş Hâricîlik Düşüncesi Tekfir ve Hicret Cemaati Örneği, Ahmet Celi, BeyanY.
5. Tekfirle İlgili 30 Risale, Ebû Muhammed Âsım el-Makdisî
6. Haricî Edebiyatı, Yasin Kahyaoğlu, Uysal Kitabevi Y.
7. Tekfir Kavramı Hakkında Çok Yönlü Bir İnceleme, Ferid Aydın, Basılmamış Çalışma
8. Mürtede Ait Hükümler, Numan A. Es-Samerraî, Sönmez Y., s. 124-127
9. İrtidat ve Mürtedin Hükmü, Abdülhak el-Heytemî, Hak Y.
10. Çağdaş Meselelere Fetvâlar, Yusuf el-Karadavi, Ravza Y., c. 1, s. 159-198
11. Fetvâlar, Mevdudi, Nehir Y., II/126-129
12. Davetçiyiz Yargılayıcı Değil, Hasan el-Hudaybî, İnkılab Y.
13. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y., s. 122, 144, 146
14. Sulh Çizgisi, İbrahim Canan, TÖV. Y., s. 74-88
15. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y., s. 41-48
16. İman Küfür Sınırı, Ahmed Saim Kılavuz, Marifet Y.
17. İman, Şartları ve Onu Bozan Şeyler, Seyfüddin el-Muvahhid, Hak Y., s. 286-305
18. Fıkıh Penceresinden Sosyal Hayatımız, Faruk Beşer, Nûn Y., I/21-26
19. Tarihte ve Günümüzde Bağnazlık ve Yobazlık, Mustafa Özçelik, Şahsi Y.
20. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y.
21. İslâm’da İnanç Sistemi, Ferit Aydın, Kahraman Y., s. 190-195
22. Küfür Sözler Bid’at ve Hurâfeler, Abdullah Osmanoğlu, Yasin Y.
23. Elfâz-ı Küfür Küfür Sözler, Hüseyin Âşık, İlim Y. /Demir Y.
24. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y., s. 457-459; 640-641
25. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Eymen ed-Dımaşkî-Ömer Tellioğlu, Şamil Y., c. 3, s. 175-176; c. 4, s. 369-372; Ömer Tellioğlu, c. 5, s. 262-267; Ahmed Özalp, c. 2, s. 232-233
26. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y., s. 214
27. Mecmuâtu Buhûsin Fıkhiyye, Abdülkerim Zeydan, Beyrut 1407/1986, s. 415-416
28. en-Nizâmu's-Siyâsî fi'l-İslâm, Abdülkerim Osman, s. 66-67
29. Kur'an'ın Aktüel değeri Üzerine, Hikmet Zeyveli, 1. Kur'an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 289, 293
30. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y., c. 10, s. 170-172
31. Tefhimu'l Kur'an, Mevdûdi, İnsan Y., c. 2, s. 340
32. İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, Ahmet Yaşar, Beyan Y., s. 98
33. 1. Kur'an Sempozyumu, Mehmet Aydın, s. 353
34. 1. Kur'an Sempozyumu, S. Ateş, Bilgi Vakfı Y. s. 382-383
35. İslâm’da İnsan Hakları, Hayreddin Karaman, Ensar Neşriyat, s. 72-73
36. Kur'an'da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y., s. 213-216
37. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y.
38. İslâm Ceza Hukuku ve Beşerî Hukuk (et- Teşrîu’l-Cinî el-İslâmî), Abdülkadir Udeh, Beyrut, 2/708-710
39. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y., s. 351-354
40. Vahdete 7 Adım, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y., s. 101-129
41. İstismar Edilen Kavramlar, Abdullah Palevi, Şahsi Y., s. 49-60, 271-280,339-350
42. Kur'an Ölçülerine Göre Mü'min, Kâfir, Münâfık, Ahmed Taşgetiren, Büşra Y.
43. Kur'an'da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 11-104
44. Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 339-352
45. İnançla İlgili Temel Kavramlar, Mehmet Soysaldı, Çağlayan Y. s. 40-63
46. İman; Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. s. 249-265 (Küfre rıza)
47. Kur'ani Araştırmalar, Mutahhari, Tûba Y., c. 2, s. 28-35
48. Tevhid ve Değişim, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 95
49. İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, İzutsu, Pınar Y. s. 11-48
50. Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, İzutsu, Pınar Y. s. 165-237
51. İman ve Tavır, Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 339-354
52. Risale-i Nur'dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 196-207
53. Kur'an Kültürü, Muzaffer Can, Cantaş Y. s. 14-33
54. Kur'an Okulu Cüz Cüz Kur'an, Hanif Yay. Küfr-Kâfir: 4, 186-190
55. Kur'an ve Psikoloji, M. Osman Necati, Fecr Y. s. 210-211
56. İslâm Akaidi, Şerafettin Gölcük, Esra Y. s. 50-54
57. İslâm'ın Temelleri, Mevdudi, El-Ummah Neşriyat, s. 14-20
58. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 170-196
59. Kurtulan Toplum (Fırka-i Naciye), Muhammed bin Cemil Zeyno, Saff Y. s. 80-86
60. Kur'an'da Sünnetullah ve Helâk Edilen Kavimler, Nuri Tok, Etüt Y. s. 81-91
61. Kur'an Ölçülerine Göre Mü'min-Kâfir-Münâfık, Ahmed Taşgetiren, Büşra Y.
62. Konularına Göre Âyetler -4- İman ve Küfür, Abdurrahim Ali Ural, Şule Y.
63. Küfür Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
64. Küfür Tek Millettir, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
65. Kur'an ve Hadis'e Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Nedim Macit, Ribat Y.
66. İmam Gazali ve İman Küfür Sınırı, Süleyman Dünya, Risale Y.
67. Sorumsuzca Söylenen Sözler 1-4, Mevlüt Özcan, Sabır Y.
68. Tevhid ve Şirk, Salih Gürdal, Beyan Y.
69. Mekke Rasüllerin Yolu, Ali Ünal, Pınar Y.
70. Vela, Abdurrahman Abdülhalık, Tevhid Y.
71. İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidâyet Y.
72. "İslâm'ı Yıkın, Müslümanları Mahvedin", Celalü'l-Alem, Nizam Y.
73. Câhiliye Toplumunu Reddetmek, Cavit Yalçın, Vural Y.
74. Âlim ve Tâğut, Yusuf Kardavi, İslâmoğlu Y.
75. Akide Yetimleri, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
76. Kur'ân-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, Murat Sülün, Ekin Y. s. 149-150
77. İslâm Hukuku Açısından Cehalet, Ebû Yusf Midhat b. el-Hasan Ali Ferrac, Kayıhan Y. s. 231-347
78. Din Değiştirme, Ali Osman Kurt, Gökkubbe Y.
79. İslâm'da Düşünce ve İnanç Özgürlüğü, Yunus Vehbi Yavuz, Sahaflar Kitap Sarayı Y.
80. Çağımızın Bâtıl İnançları, Yüksel Kanar, Beyan Y.
81. Antik İnançlar, Modern Hurâfeler, Martin Lings, İşaret Y.
82. İlâhlar Rejiminin Anatomisi, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
83. Câhiliyye Düzeninin Ruh Haritası, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
84. İslâm Siyasi düşüncesinde Muhâlefet, Nevin A. Mustafa, İz Y.
85. Çağdaş İrtidat, Ebûl Hasan Ali en-Nedvî, Akabe Y.
86. 20. Y.Y.da Tevhid ve Şirk, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
87. Kelime-i Tevhid Dâvâsı, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y.
88. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmed Alptekin, Saff Y.
89. Biz Müslüman mıyız? Muhammed Kutub, Hilâl Y.
90. 20. Asrın Câhiliyeti, Muhammed Kutub, Hilal Y.
91. İslâm’da Allah İnancı, Said Havva, Petek Y.
92. Din Gerçeği ve İslâm, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
93. Küfür Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
94. Kur’an’’a Göre Müşrikler ve Putperestler, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Temmuz, 1986
95. Yalnız Allah veya Tevhid, M. Süleyman Temimi, Özel Y.
96. Kur’an’a Göre Dört Terim, Mevdudi, Beyan/Özgün Y.
97. İslâm ve Dört Terim, Ali Karlıbayır, Dünya Y.
98. Tevhid ve Şirk, Salih Gürdal, Beyan Y.
99. Tevhid ve Mü’minin Seyir Çizgisi, Mustafa Şehri, Bir Y.
100. Tevhid ve Değişim, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y.
101. Tevhidin Hakikatı, Yusuf el-Kardavi, Saff/Özgün Y.
102. Şirk, Abdullah Hanifi, Hanif Y.
103. Şirk, Harun Yahya, Vural Y.
104. Kur’an’da Şirk Kavramı, M. H. Surti, Akabe Y.
105. İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidâyet Y.
106. Kur’an’da Şirk Kavramı, Hafız İsmail Surti, Akabe Y.
107. Kur’an ve Hadislere Göreş Şirk ve Müşrik Toplum, Nadim Macit, Ribat BasımY.
108. Kitabu’l-Asnâm (Putlar Kitabı), İbnü’l-Kelbî, Ank. Ü. İlâhiyat F. Y.
109. Kur’an’da Ülûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. 1-9; 281-385
110. www.cehaletmazeretdegil.com
111. www.mucadelemİslâm.com
112. www.tagutured.com
Ve’l hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...