19 Haziran 2014

TÜRKLÜĞÜN TARİHTEKİ DERİNLİĞİ ÜZERİNE






TÜRKLÜĞÜN TARİHTEKİ DERİNLİĞİ ÜZERİNE 


  • Türkçe ve Türk kültürü yağmaya çıkarılmış bir mal gibidir. Elinde delil olsun olmasın, her önüne gelen ondan bir parçayı alıp başka bir kültüre mal etmeye sanki izinli gibidir. 
  • Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı eserinden
  • GİRİŞ
  •  Son zamanlarda, Türklüğümüzü yok sayanların sesi iyice yükseldi. Batıdünyasındaki Türklük düşmanlarıyla paralel çalışır oldular. Bunların devlet örgütüiçindeki konumları da güçlendi. Türklük düşmanlığı eskiden de vardı ama bu kadar mevzikazanmış değildiler. Dünya finans sistemini denetleyen egemen güçlere yaranmak içinelinden geleni yapan bir politika anlayışı, ülkemize iyiden iyiye egemen oldu. Bu çevrelerutanmazca bir tutumla sahibinin sesi rolü oynuyor. Bir başka deyişle, küresel güçlerindublörlüğünü yapıyorlar. Her aferin ile birlikte bunlara şekerleme de veriliyor. Dünyaya çıkarlarına uygun düşen bir biçimi vermek isteyen söz konusu egemengüçler, Soğuk Savaş’ın noktalanmasını simgeleyen Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemenardından milliyetçiliğe savaş açtı. Komünizm ile mücadele, yerini hızla milliyetçiliklemücadeleye bıraktı. Milliyetçiliği çağ dışılık, ırkçılık, gerilik olarak sunabilmek için her gün veher fırsatta iftira kusuyorlar. Eskiden aşırı milliyetçilik denirdi, şimdi ılımlısı da her türlüsü dehedef alındı. Bu işi örgütleyenler, eskiden anarşist, Marksist, liberal, İslamcı şeklinde ayrı ayrımevzilerden birbirlerine saldırırlardı. Ama şimdi aralarında işbirliği yaptıklarını ve ortakhedef olarak milliyetçiliği seçtiklerini görüyoruz. 1 Türklük düşmanları, fesat yayarken tarihi kötüye kullanıyor, astarını yüzüne getirecekkadar çarpıtarak sanatlarını icra ediyorlar. Bu makalemizde, ne demek istediğimizi sergilemeyeçalışırken, diğer yandan güçlü savunma mekanizmaları oluşturmamıza katkıdabulunmayı umuyoruz. Önce şunu ifade edelim ki, Türklüğe karşı küçümseme cumhuriyet kurulmazdanönce de vardı. Olayı sadece küreselci çevrelerin politikalarıyla açıklamak doğru değildir.Cumhuriyet düşmanları, Türklük düşmanlığını miras olarak kabullendi ve sermaye olarakkullandı. Son zamanlarda küreselleşme söylemleriyle birlikte bu tutum tırmandırılmıştır.Küresel güçlerin içerdeki uzantısı olan bazı çevreler, Türk diye bir kavmin olmadığını,bunu Atatürk’ün uydurduğunu, Anadolu’da yaşayanların çok büyük bir kısmınınTürkleştirilmiş/Müslümanlaştırılmış Rumlar olduğunu, sözde genetik araştırmaların buiddiaları kanıtladığını öne sürüyorlar. Türkçe diye bir dil olmadığı, Türk mutfağınınaslında Rum mutfağı olduğu, Türk müziğinin Bizans müziği, Türk halk oyunlarınınAnadolu Rumlarının oyunlarının taklidine dayandığı, Türklerin Anadolu’ya geldikten 500yıl sonra uygarlaşmaya başladığı da iddiaların arasında önemli yer tutuyor. Bu gibisözde bilimsel ambalaj içinde sunulan mesnetsiz iddiaların hepsini Kültür Savaşı/Türklük Düşmanlarının Cephanesi adlı kitabımızda teker teker cevapladık. Bumakalemizde ise bir yandan sözünü ettiğimiz çalışmayı tanıtırken, diğer taraftan bazıeklemeler ve günümüzde pompalanmakta olan yalanlar karşısında yeni sunumlar vedeğerlendirmeler yapmak istiyoruz. Büyük Atatürk, Türklüğe şaşı bakan çevrelerin durumunu, 1932 yılında, çıktığıyurt gezisinde, heyetteki ekonomi danışmanı Ahmet Hamdi Başer’le günlük durum
  • 2: “Türkleri bütün dünyaya geri bir milletolarak tanıtan telakki bizim de içimize girmiştir… Evvela millete, tarihini, asil bir milletemensup olduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunuöğretmeliyiz.” Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanında3, mirasyedi birpaşa çocuğunun hikâyesinde, bizim içimize, özellikle de İstanbul’un varlıklı çevrelerinegiren fesadı çok güzel anlatır. Yakup Kadri de, İstanbul sosyetesinin işgal güçlerine nasılyalakalık yaptığını, bunu yaparken de değerlerimizi nasıl küçümsediğini Sodom veGomore adlı romanında gayet veciz bir şekilde gözler önüne sermiştir. Bunların sadece birroman olduğu sanılmasın 4 . Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ülkede nasıl bir kültürelkargaşa ve aşağılık duygusu ortamı olduğunu bilmeyenler Türkiye Cumhuriyeti’ni kuraniradenin nasıl bir kültürel, toplumsal ve siyasi miras devraldığını bilmesine vekavramasına imkân yoktur. Hüküm vermeden önce dönemin şartlarının incelenmesigerekir. Oysa günümüzde, tam anlamıyla “ağzı olan konuşuyor”. Ahmet Hamdi Başer, eserinde, kendisini yukarıdaki sözlerle ikaz eden Atatürk’ünamacını açıklarken, “halkı müşterek fikir etrafında toplamak, memleketin sadece maddesinideğil, milletin manasını da kurtarmak lazım geldiğini” söylediğini ifade etmiştir. Nitekimbütün şahitler ve mevcut belgeler Atatürk’ün başka kavimler karşısında bir üstünlükkuramı inşa etmek amacında olmadığını, milletin silkinmesi ve kendine gelerek millibenliğinin bilincine varması için savunma yaptığını göstermektedir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!”vecizesi de Atatürk’ün trenle Anadolu’yu gezdiği bu günlerdeki gözlemlere dayanarak sarfedilmiştir. Dikkat edilirse, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü ırkçılık olarak göstermeyeçalışanların tamamına yakını etnik milliyetçidir, bir kısmı devlet kurumunun kötü birkurum olduğunu iddia eden anarşistler ve/veya devletin zamanla ihtiyaç olmaktan 2çıkacağını ve yeryüzünde emekçilerin iktidarının kurulacağını savunan Marksistlerdir.Felsefe kitaplarından çıkardıkları elbise kalıplarına göre bize gelecek biçmeye çalışanlarıKültür Savaşı adlı kitabımızda teker teker inceledik ve tanıttık. Burada ayrıca uzun uzunanalizlere girişmeye gerek yoktur. Öyle yaparsak, tekrara düşmüş oluruz. Anti milliyetçilerin tarih üzerinden yaptıkları çarpıtma ve yalanlara karşılık, şurasıaçık bir gerçektir ki, Türklüğü ve Türkleri tarihten silerseniz, tarih kitaplarının içi boşalır.Bu gerçek, tarih söz konusu olduğunda her dönem için geçerli olan adeta evrensel birgerçektir. Bugün bir Avrupa kimliğinden söz edilebiliyorsa, bunun nedeni Türklerkarşısında ve Türkler örnek alınarak şekillenmiş bir kimlik inşa edilmiş olmasıdır.Özellikle Avrupa tarihini anlamak için Türklerin tarihinin incelenmiş olması gerekir. Bukonuyu Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?, adlı kitabımızda kapsamlı birşekilde inceledik.
  • 2 BİR KIYASLAMA ZEMİNİ: ARAP TARİHİ 
  • Arapçayı kabullenmek derecesinde kendimize mal etmek isterim. Amma bundan Türklüğümüz zarar görürmüş… Biz istifade ederiz ya! Mason Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Türkleri bir millet olarak tanımamak, küçümsemek, dışlamak, tarihin dışına atmak, hatta yok saymakşeklindeki tutum bin yıldan fazla bir zaman öncesine dayanır. Bu suçun arkasında, Avrupalılardan yüzyıllarcaönce, Arap yazarlar vardı. İsmail Hami Danişment, “Türklük Meseleleri” adlı eserinde bu konuda bizi şöyleaydınlatmaktadır 
  • 5 : “Eski milletlerin asırlarca yüreklerini titreten Türk korkusu, onların muhayyilelerini** Muhayyile, beyinde hayal kurma merkezi, muhayyel ise, sanı ve kuruntu çeşidinden zihinde kurulmuş anlamına gelir.
  • yüzlerce yıl Türk ırkınınx aleyhine işletmiş ve işte bu hayal faaliyeti o milletlerin mitolojilerinden başka,tarihlerinde, folklorlarında ve hatta din kaynaklarında Türk tipine adeta bir umacı şekli veren korkunç tasvirlerhâsıl olmasına sebep olmuştur… 
  • Bu akla sığmaz efsanelerin icadında en mühim rolleri oynayanlar, muhtelifdevirlerde memleketlerin din adamlarıdır. Yani o mutaassıp dinciler, bir taraftan da ırkçılık ve milliyetçiliktaassubu göstermişlerdir. Bunların en şaşılacak örnekleri eski Arap müfessirleriyle, şarihleri+ içindegösterilebilir. Kur‟an tefsir yahut hadisi şer eden Arap âlimleri din sahasında milliyet duygularına kapılmakzaafından bir türlü içtinab [sakınma] edememişler ve hemen her münasebetle Türk ırkının aleyhine okkalarlamürekkep sarf etmekten ve hatta böyle yapabilmek için vesile ve münasebet aramaktan bile zevk almışlardır.” Danişment, bu sözlerin hemen ardından şu çarpıcı açıklamayı da yapmaktadır: “Bu vaziyetin asıltuhaf tarafı, Türk ırkının aleyhine uydurulan bu garazkâr efsanelerin Türk medreselerine [de] geçmiş olmasıve Osmanlı softaları tarafından da asırlarca dinî bir hakikat şeklinde tekrar edilip durmuş olmasıdır!” İsmail Hami Danişment, adı geçen eserinde Türk ulema arasındaki, söz konusu ettiğimizbaşkasının yargısını benimseme halini ifşa eden ve doğruları kendi çağında en üst düzeyde sıralayanbir Türk din adamından bahseder. 
  • Bu zat, Vanî Mehmet Efendi’dir. Vanî Mehmet Efendi’nin “Kur’an’ın Gelinleri” adlı bir tefsiri vardır. Bu tefsirde, Kur’an’da adı geçenZülkarneyn ile Oğuz Han’ın kastedildiğini öne sürmektedir. O zamana kadar Arap tefsircilerin bazıları,Zülkarneyn’in Makedonyalı İskender olduğunu, bazıları da Yemen’de hüküm süren Himyerlilerin* hükümdarıolduğunu savunurdu. Kur’an’da adı geçen Yecüc Mecüc**’ün Türkler olduğunu da üstüne basa basasöylenmekteydiler. Hatta Arap yazarların bu konuda aralarında görüş ayrılığı olduğuna dair bir bilgiedinemedik. Buna karşılık, Vanî Mehmet Efendi, onların yayılmasına set çeken Zülkarneyn’nin Türk olduğunusöylemekle Yecüc Mecüc’ü Türk olmadığını da ifade etmiş oluyordu. Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi’nde yer verilen bilgilerin ışığında, bize göre, herkes kendiefsanesinde, düşmanını Yecüc Mecüc yapmış. Bir yerde Özbeklerin Yecüc Mecüc olduğu söylenmiş. Bir 3yerde Çin padişahının kendi kızından doğan oğulları deniyor ve dünyanın doğu taraflarının Yecüc veMecüclerle kaplı olduğu söyleniyor. 
  • Bir yerde de Karanlıklar Ülkesi’nin halkı oldukları vurgulanıyor,başka yerde Karnülbahar dağında yaşadıkları iddia ediliyor. Herkes kendi derdine ve düşmanına görebir Yecüc Mecüc efsanesi türetmiş. Yecüc Mecüc konusuna gülüp geçmeyelim derim. Dünyanın günümüzdeki egemenleri,papazlar tarafından zihinleri çarpıtılmış insanlardır. Bunun tipik örneği ABD başkanı Oğul Bush’un,Fransa devlet başkanı Chirac’a, “Yecüc Mecüc tekrar ortaya çıktı, bana yardım etmelisin”, sözüdür.Chirac, “bunu duyunca gülmemek için kendimi zor tuttum ama Bush çok ciddiydi, bozuntuyavermedim”, diyor ama Fransa, dünyanın her tarafında Bush’tan çok daha hızlı misyoner. 
  • Dikkatedilirse, bunlar da düşman gördüğünü Yecüc Mecüc olarak sıfatlandırıyor. 
  • Hem de 21. yüzyılda. Vanî Mehmet Efendi, Tevbe suresinin 39. ayetinin tefsirini yaparken de Allah’ın Kur’an’daTürklerin başa geçeceğini müjdelediğini söylemiştir. Söz konusu ayette şöyle buyrulmaktadır 
  • 6 :“Eğer(gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azapla cezalandırır vex Kitabından alıntı yaptığımız D. Ahsen Batur, ırk sözcüğünün kullanılması üzerinde şöyle bir uyarıda bulunmuştur: “Yazar burada „ırk‟ kelimesini yanlış kullanmıştır; belki Türk halkı demek istiyordu. Çünkü Türk ırkı diye bir ırk yoktur.”+ Bir kitaba açıklama yazan kimse.* Himyer, Habeşçe bir sözcüktür ve “koyu renkli” demektir. MÖ 115-MS 525 yılları arasında hüküm süren Himyer hanedanının zayıfladığı dönemde, çevrede küçük kasaba beylikleri ortaya çıkmıştı. Bu beyler, “Zu” unvanı taşıyordu. İslam Dönemine Dek Arap Tarihi adlı eserde, Zu ile başlayan hükümdarların hepsi Himyerlidir. Himyerlilerin Aden boğazının iki tarafına da hükmetmek için savaşlar verdikleri de bilinmektedir. Aden‟in karşı kıyısındaki Afrika topraklarına günümüzde Afrika‟nın boynuzu dendiği herkes tarafından bilinir. “karneyn” de çift boynuzlu demektir. Böyle etimolojik tartışmalara girişmek bizim ihtisasımız değil ama Zulkarneyn‟in Kızıldeniz‟in iki yakasını da denetim altında tutan bir bey olması İskender ya da Oğuz Kağan olmasından çok daha muhtemeldir.** Yecüc ve Mecüc, Kur‟an‟da iki kez adı geçen kavim ya da kavimlerdir. Yaşadıkları yer belirsizdir.İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comyerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O‟na hiç zarar veremezsiniz. Allahher şeye kadirdir.” Mehmet Efendi, ayette geçen “başka bir kavim”den maksadın Türkler olduğunu öne sürmüşve görüşünü şöyle açıklamıştır7: “Hicretin 350 tarihi girdiğinde İsmaililer x denilen Rafızîlere mensupmülhitler +, Mısır ve Suriye‟yi istila etmişler ve Abbasi halifelerinden başka dünyanın bütün Müslümanhükümdarları Şiileşmişlerdi. Müslümanların kelime-i tevhit üzerindeki ihtilaflarından istifade eden Rumlar,İslam ülkelerini istila ederek vaktiyle Müslümanların kendilerinden fethetmiş oldukları memleketleri istirdatedip Urfa ve Malazgirt havalisine kadar dayanmışlardı; işte bunun üzerine Allah, Müslümanlara nimetlerinibolca vererek fazl-u kereminden Türkleri İslam dinine ithal etti.” Aden Körfezi, Babül Mendep boğazıyla Kızıldeniz’ e bağlanır. Haritada görülen bu boğaz, Yemenli- lerle Habeşlerin sürekli çatışmalarına sahne olmuştur. Hindistan’ı Akdeniz’e bağlayan yolun en dar yeri olduğu gibi, Afrika’yı da Akdeniz’e bağlayan yolun en stratejik yeridir. Burada tarih yoğun olarak yaşanmıştır. Arap tarihinin önemli devletleri buralarda kurulmuştur. Zaman zaman Habeşler karşıya geçmiş, zaman zaman da Himyerliler karşıya geçerek ticareti denetimleri altına almışlardır. Aktarmamızda kastedilen tarihi olayları Tarih Boyunca Türkler ve Avrupa adlı kitabımızda neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde üç ayrı bölümde inceledik. Burada Arap kavmiyle ilgili bilgilerimizi kısacavereceğiz. Çünkü Kur’an dilinin Arapça olması dolayısıyla Araplığı Türklüğün çok üstüne yerleştirenlerin 4dikkatine sunmak istediğimiz önemli hususlar vardır. Bunlar dikkate alınmazsa, Türklük ve Araplık tartışmasıkıyas zemini bulamaz. Çünkü Türkler karşısında Arapçılık ısrarlı bir üstünlük iddiası iken, Türklük sadece birsavunma girişimidir. Önce şunu belirtelim ki, tarihte, içinde Arap sözünün geçtiği bir devlet adına rastlanmaz. Buadın kullanıldığı ilk devlet, bildiğimiz kadarıyla sadece Suudi Arabistan’dır. Ancak coğrafik bir bölgeninadı olarak Arabistan’dan söz edilir. İslam döneminde Arabistan sözü, bütün yarımadayı tanımlamadakullanılmıştır. Ama bunun İslam’dan önce de böyle olduğu kesin değildir. Çünkü çok değişik adlartaşıyan kavimler, esas itibariyle kabile düzeyinde örgütlenmiş olarak dar ve verimsiz bir bölgedeyaşamaktaydı. Bunlar zaman zaman birleşirler, zaman zaman da bölünürlerdi. Bir başka deyişle,kabile anarşisinden merkezi yönetime, merkezi yönetimden de yeniden kabile anarşisine geçilirdi.Ama her durumda ve her çağda baskın rolü kabilecilik oynamıştır. Yarımadanın Sami kavimlerinindoğum yeri ve anavatanı olduğu iddiası ve yarımadada tek bir ırkın yaşadığı şeklindeki görüşdoğrulanmış değildir8. Bugün bu görüşler taraftar bulamamaktadır. Arapların anayurdunun Arabistan yarımadası olduğu üstün körü bir iddiadır. Tarihlerinin eskix İsmaililer: Şiilerin altıncı imam saydıkları Cafer es-Sadık‟ın büyük oğlu olan İsmail babasından üç yıl önce ölmüştür. Bunun üzerinde imam ölünce diğer oğlu Musa el-Kazım imam ilan edilir. Bir kısım insanlar İsmail‟in dah önce ölmesinin onun imam ilan edilmesine engel teşkil etmediğini öne sürerek ayrılık çıkarırlar. Bunların br kısmı da onun ölmediğini kendisini Basra çarşısında dolaşırken görenler olduğunu iddia etmeye başlar. İhtilaf büyür ve Şiiler arasında İsmailiyye mezhebi ortaya çıkar. (İslam Ansiklopedisi 23. Cilt) Rafiziler: Şia‟nın 21 kolundan biridir. Peygamber‟den sonra hilafetin 12 İmam‟ın hakkı olduğunu savunanlardandır. Buna karşılık, 12 İmam‟ın kimler olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır ve bu konuyu birçok ayrılığın nedeni haline getirmişlerdir.+ Mülhid: Dinsiz, imansız, Tanrısız İstirdat: Geri isteme, geri almaİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comdönemleri oldukça karanlıktır. Araplar hakkında en eski bilgiler komşu kavimlerin yazılı belgelerindekarşımıza çıkar. Arap sözüne köken teşkil eden en eski sözcükler İbranicedir. Arapha (step anlamında) veerebhe (göçebelik anlamında) sözcükleri Arap sesini yaklaşık olarak çağrıştıran en eski sözcüklerdir amaArapları tanıtmak için kullanılmamışlardır. Bir kavim adını ifade eden Arap sözü ilk kez, Asur kralı 3.Salmanasar tarafından bugünkü Suriye topraklarında bir savaşın kazanılması dolayısıyla, MÖ 853yılında Hama kentinin kuzeyinde dikilen bir kitabede “Aribi” şeklinde yer almaktadır. Daha sonra MÖ6. yüzyıla kadar Asur ve Babil kitabelerinde Aribi, Arabu ve Urbi şeklinde geçer. Araplar, bu sözcüklerietimolojik köken kabul ederek kendi tarihlerini karanlık çağlara bağlarlar. Bu seslerin Arap kavmininatalarını tanımladığına itiraz eden kimse de yoktur. Benzer durumun, Türklerin tarihiyle ilgili ipuçlarınıdeğerlendirirken karşımıza çıkmasına itiraz edilmesini anlamak mümkün değildir. İslam Ansiklopedisi’ndeki Araplar maddesinde, birçok Arap kavimlerinin adları şöylesıralanmıştır: Ad, Semud, Medyen, Tasm, Amolika, Casim, Abdi Dahm, Ubeyl, Harduha, Cedis, Curhum,Kahtani, Himye, Lahm, Cüzam, Tay, Ecâ, Selmâ ve Kinde. Aynı yerde sonradan Araplaştığı kabul edilenkavimlerin adları da yer almaktadır: Adnaniler, İsmaililer, Maaddiler, Nizariler. Hz. Muhammed’in 21.göbekten atasının Adnanilerden olduğundan bahisle, peygamberimiz Araplaşmış bir kabileyebağlanmaktadır ki bu bilginin kaynağı İslam Ansiklopedisi’nin aynı maddesidir. Hz. İsmail’in ArapçayıMekke’de öğrendiği de aynı kaynakta belirtilmiştir. Yani köken olarak Arap olmadıkları bilindiği haldeAraplaşma olgusundan bahisle Arap parantezine dâhil edilen kavimler de söz konusudur. Diğer yandan Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın “İslam Dönemine Dek Arap Tarihi” adlı Türk TarihKurumu tarafından yayınlanmış olan eserinde, Arap olduğu kabul edilen halklar tarafından kurulduğukabul edilen devletlere yer verilmiştir. Bunlar Arabistan yarımadasının güney taraflarında (Yemen’de)kurulmuş olan Mainliler (MÖ 1400-700), Sebalılar (MÖ 700-150) ve Himyerliler ( MÖ 115-MS 525) ileyarımadanın kuzey taraflarında kurulmuş olan Nabatlılar (MÖ 5. yüzyıl), Palmirliler (Tedmürlüler- 5Nabatların devamı), Gassaniler (MS 1. yüzyıl), Hireliler (MS 263-613), Kindelilerdir (MS 5. yüzyıl).Bunlardan başka Yemen taraflarında, Cebaniler, Katabanlılar, Karililer, Hadramavtlılar, Zu Merasıd, ZuGumdan, Zu Yezen, Zu Tubba, Zu Ceden9 adlı kavim veya kabileler söz konusudur. Buraya kadar 41kavim adını saydık. Söz konusu 41 kavmin tarihi bir araya getirilerek Arap tarihi olarakanlatılmaktadır. Buna itiraz edenle de karşılaşmadık. Mesela Zu’nun Himyerli beyleri tanıtan bir ön ekolduğunu ve Himyer’in de Habeş dilinde olduğunu hepsi kabul ediyor. Yukarıda adlarını sıraladığımız kaynaklarda, daha birçok kavmin, kabilenin, bağımsız kentin adıyer almaktadır. Bunların hepsi Arabistan yarımadasında yaşamış olduklarından hareketle Arap kabuledilirler. Bu konuda, konunun uzmanlarının önemsiz denebilecek ayrıntılarla ilgili itirazlarından başkakarşı çıkan olmamıştır. Görüldüğü gibi Arap tarihi kabul edilen tarihin içinde Arab’ın adı bile geçmez.Ama konuşulan dilin Arapça olarak adlandırılmasında ve bütün bu kavimler yığının Arap sayılmasındabeis görülmez. Uzmanların kapalı kapılar ardında yaptıkları kimsenin duymadığı akademik tartışmalarıbir kenara koyarsak, kimse bunun bir abartma ya da aşırı basitleştirme olduğunu söylemiyor. Bütün bugerçeklere rağmen Arap yazarlar tarihi gerçekleri ters yüz etmekte mahir davranmışlardır. Arap kaynaklarında Türklerin kötülenmesi ve aşağılanması olayı 8. yüzyılda başlamıştır. Araplar,egemenlikleri altına aldıkları yerlerde zamanla azınlığa düşmeye başladıklarında, İslam dininin apaçık birşekilde izin vermemesine rağmen üstünlük iddiasına sarılmışlardır. Bunun yanında, evlilikler yoluyla daArapların Türklerle karışmaya başladıkları da dikkate alınmalıdır. Araplar, egemenliklerinin tehlikeye girdiğinigördüklerinde hadis uydurmaya başlamışlardır. Söz konusu uydurma hadisler şöyledir: - Araplar Arapların eşitidir; mevali de mevalinin. - Ey Mevali, içinizde Araplarla evlenenler suç işlemiş olurlar, kötü yapmış olurlar. Ve ey Araplar, içinizde mevali ile evlenenler kötü davranmış olurlar.İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com - (Ey Arap) kendinden olanla ve kendi denginle evlen ve yapacağın çocukların safiyeti bakımından dikkatli ol ve asla Zenci ile evlenme. Çünkü Zenciler bozuk/çarpık yaratık olduklarından onlarla evlenenlerin çocukları sakat ve çarpık doğar. - Arapları sevin ve onların yeryüzündeki varlığına destek olun, çünkü onların yaşamı ve varlığı demek İslamiyet bakımından ışık demektir; onların yok olması demek İslam’ın karanlığa dalması demektir. - İnsanlığın en mükemmel sınıfı Araplardır. Arapların en mükemmeli Kureyşlilerdir10. Öte yandan, sekizinci yüzyıldan itibaren çeşitli Arap yazarların yukarıdaki uydurma hadislerin altınıdoldurmak amacıyla kitaplar yazdığını görüyoruz. Bunlardan biri, İbn al-Mukaffa’dır. Bu zat, ırkçı biranlayışı ilk kez kâğıda dökenlerdendir. Ona göre bütün kavimler ağır kusurları olan kavimlerdir. SadeceAraplar “başkalarını taklit etmeyen, başkalarından bir şey öğrenmeyen, her şeyi kendisi bulan yegânemillettir”. Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan tarihçi ve coğrafyacı Mesudî, iklim etkilerine yaslanarakTürkleri aşağılar. Ona göre Allah, üstün bir ırk olmak üzere Sami ırkından Arapları yaratmıştır. Allah’ınkitaplarını Araplar aracılığıyla göndermesinin nedeni, Sam’ın duasını kabul etmesidir. Bir başka 9.yüzyıl yazarı olan Ebu Zeyd Belhi’ye göre, Kur’an’da sözü geçen Yecüc-Mecücler Türklerden başka birmillet değildir. Onlar, “Yecüc ve Mecüc‟ün amcaoğullarıdır, yüksek dağların tepelerinde yaşarlar,avcılık yaparlar, avlanmadıkları takdirde karga ve akbaba gibi kuşların etini yerler, aralarında sihirçok yaygındır. Bazılarına göre Türkler, çok vahşi ve kıllı kaba vahşi insanlardır, bu kıllarını uzatırlar,sanki bir elbise gibi ayaklarına kadar indirirler, böylece onların elbise giymelerine lüzum dahikalmaz. Onların bütün meziyetleri çapul ve yağmadır.” Yine aynı zata göre Araplar, huzur, bolluk ve refahın gelmesi için Türklerin yok edilmesi 6gerektiğine inanmaktadır. Türkler, er ya da geç, Araplar karşısında başarısızlığa uğrayacak, daha sonraHabeşler gelip Mekke’yi ve Kâbe’yi yerle bir edecekler, fakat daha sonra Müslümanlar tekrar üstüngelecektir. Belhî, Arap bilginlerinin bu konuda hemfikir olduğunu öne sürmüştür. Ne var ki, önesürdüklerinin hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Kâbe’yi tahrip eden Habeşler değil, Harici mezhebindeki Araplar(Karamitiler) olmuş, Habeşler, İslam ülkelerinin işgali için kendilerinden çok şey uman Portekizlilerinemellerine alet olmamış, Haçlılar dünyanın öbür ucundan gelerek İslam ülkelerini talan etmişler, bir kısımFilistinli ve Mısırlı Arap tüccar Haçlılara hizmet etmiş, İslam topraklarını Türkler kurtarmış ve Türklerinegemenliği giderek pekişmiş ve 20. yüzyıla kadar da aralıksız sürmüştür. Türklerin gücü tükendiğinde İslamdünyasının ne hale düştüğünü ise her gün televizyon ekranlarından izlemekteyiz. Türkleri kötülerken ipin ucunu iyice kaçıran Araplardan biri de Aliyü’l Karî’dir. Bu zatınzırvalarına göre Türkler başka bir insan cinsidir. Onlara nesnas (uzun kuyruklu bir maymun türü)denilse daha iyi olurmuş. Bir başka Arap yazar Al Tevhidî’dir. Ona göre, “Zenciler aşağı sınıf yaratıklardır, zavallı hayvanlarabenzerler; Türkler ise aynı Zenciler gibi, hayvan niteliğinde şeylerdir; şu farkla ki, Zenciler zayıf ve zavallıiken Türkler güçlü ve vahşi hayvanlar gibidir”. Türk düşmanlığı Endülüs’te yazılan kitaplarda bile yerini bulmuştur. 11. yüzyılda Toledo kadısıolan Said al-Endülisî’ye göre Türkler, insandan çok hayvana yaklaşıktır. Bu gibi konuları, Arsızlık veKültür/Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor? adlı kitabımızda bulmak mümkündür. Şu hususu burada hemen belirtmeyi ihmal etmemeliyiz ki, Avrupa’da ortaya çıkan ırkçıkuramların kendine özgü bir gelişme süreci vardır. Söz konusu ırkçı kuramlardan Türkler de nasibinialmıştır. Bunun için gerekli ön malzemeyi İslam döneminde Arap yazarlar sağlamıştır. Bir başkadeyişle, ilham kaynağı büyük ölçüde Endülüs kütüphaneleridir.İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com Arap tefsircilerin Kur’an tefsirlerinde Yecüc Mecüc’le Türkleri özdeşleştiren telkinlerininkaynağı işte bu, yukarıda sıraladığımız sözde İslâm âlimleridir. Vanî Mehmet Efendi’nin karşı çıktığı vedüzetmek için elinden geleni yaptığı iftiraların kaynağı budur. Vanî Mehmet Efendi vaazlarını YeniCami kürsüsünden yapardı. Diğer pek çok din bilgine nazaran aynı zamanda tarih bilincine sahip birbilgindi. Hazırladığı 7 ciltlik tefsirde Arap müfessirlerin yazdığı ve içi İsrailiyat’la dolu tefsir kitaplarınınhatalarını kendince düzeltmiş ama devletin üst kademelerini kuşatan, çıkarından başka bir şeydüşünmeyen devşirmelerin garazından kurtulamamıştır. Onu Viyana bozgununun kargaşa ortamındaBursa’ya sürgüne göndermişler ve eserine “ırkçı bir Türk tarafından yazılan ırkçı bir tefsir” damgasıvurmuşlardır. Arnavut kökenli Şemsettin Sami, Kamus’ül Alam’ında onun için “başka halklara karşıolan taassubu ile tanınır”, diye yazmış, yaptığı işin sadece büyük bir haksızlığa karşı çıkmak olduğunugözden kaçırmıştır. Peki, Zülkarneyn İskender’dir, ya da Himyerlidir, deyince taassup olmuyor da Türkdeyince niye taassup sayılıyor. Onun hakkında, “siyasetten anlamaz âlimlerden” diye görüş öne sürenide olmuştur. Müslümanları birleştirmek için Türkleri kötülemek gerekiyormuş gibi, “Müslümanlarınkalplerini birleştirme yolunda hizmet edemeyen”, bir bilgin denmiştir11. Alman tarihçi Hammer bile,sanki İslam ilimlerinden haberdar biriymiş gibi, onun için “mürai vaiz”, “birçok katı naslarla(dogmalarla) dolu tefsir eserinin yazarı” demiştir. İsmail Hami Danişment, onu tanıtırken, “düşmanlarıda meziyetleri kadar çoktu”, diyor. Prof. Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği adlı eserinde, konuyuincelerken, Mehmet Efendi’ye yapılan “bu haksız ithamın tesiri en son Osmanlı müelliflerine kadarsürmüştür”, diyor12. Vanî Mehmet Efendi, 1685 yılında sürgüne gönderildiği Bursa Kestel’de ölmüş veorada kendi yaptırdığı caminin avlusuna gömülmüştür. Onun sahneden çekilmesiyle birlikte Türklükdüşmanları faaliyetlerini artırmış, tekrar köşe başlarını tutmuşlardır. Durum günümüzde yeniden hızkazanmıştır.3 BİR KIYASLAMA ZEMİNİ DAHA: GERMEN TARİHİ 7 Şimdi bir de Avrupa cephesinde ortaya çıkan üstünlük iddialarına ve bu iddiaların merkezindeyer alan Germen kavmiyle ilgili bilgilere göz atalım! Germen ırkının üstünlüğü kuramı üzerinde durulması gereken diğer zırva demetidir. Arapüstünlük iddiaları din aracılığıyla aklanmaya çalışılan bir iddia idi. Buna karşılık Germen ırkçılığı sözdebilim adamları marifetiyle bilim üzerinden aklanmaya çalışılan bir ırkçılıktır. Bunun yanında arkeolojiyive tarihi çarpıtmak suretiyle yürütülen Hint-Avrupacılık ve Helen-Hıristiyan ülküsü söylemiyleyürütülen üstünlük kuramları da vardır. Bütün bu kuram kalabalığının boy hedefi Türkler ve Türklükolmuştur. Bu gibi sözde bilimsel iftiralara Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi adlıkitabımızda cevap verdik. www.ibrahimokur.com adresinde söz konusu kitabın kapak resminin üzerinitıklayarak kitap hakkında bilgi almak, önsözünü okumak ve içindekiler listesine erişmek mümkündür. Burada, daha önce yayınlanmış olan söz konusu dosyamıza şu hususları da eklemek istiyoruz: Germenlerin MS 2. yüzyıldan önceki tarihleri hakkında “hemen hemen hiç” 13 bilgibulunmamaktadır. Öncesiyle ilgili efsaneleri vardır. Buna göre, Türklerin ortak atasının Asena olmasıgibi, Germenlerin ortak ataları da“Mannus”tur. Günümüzde Germenlik parantezinde yer verilenkavim adları uzun bir listedir: İngaevonlar, Herminonlar, İstaevonlar, Tungrlar, Skirler, Rugiler,Herullar, Vandallar, Gepidler, Gotlar, Tötonlar, Thüringler, Kimberler, Katlar, Frizler, Kauklar,Kerusklar, Suevler, Lombartlar, Angıllar, Markomanlar, Kuvadlar, Burgonlar, Franklar, Alamanlar,Saksonlar, Ostrogotlar, Vizigotlar. Toplam 28 ayrı ad tespit ettik. Daha derin bir araştırmayla, bu sayıkat be kat artar gibi görünmektedir. Bütün bu kavimleri ortak olarak aynı parantezin içinde ifade etme düşüncesi ilk kez 11.yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu zamanda bütün bu kavimler “Deutsch” (diutise) sıfatını kullanmayabaşlamışlardır. Yani bunlara Germen diyenler başkalarıdır. Kendi seçtikleri Deutsch sözcüğü esasındaİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com“halka ilişkin” anlamına geliyormuş14. Tarihçiler, Avrupa’nın birbirine düşman kabilelerini bir araya getirerek Avrupa’yı birleştirmekiçin çaba sarf eden ilk devlet adamının 5. yüzyıl ortalarında hüküm sürmüş olan Hun imparatoru Attilaolduğunu söylerler. Bin yıl kadar önce de Etrüskler İtalya yarımadasındaki kavimleri böylebirleştirmişti. Hunlar ve Germenler hakkında yazan Fransız tarihçi Marcel Brion bakınız ne diyor15:“Bugün devlet adamları, hangi ulustan olurlarsa olsunlar, Attila‟nın „Avrupa Birliği‟ oluşturmaplanının, bugün dünyanın bildiği en büyük projelerden biri olduğunu asla inkâr edemezler… Bu planonun dehasının esinlendiği bir şeydir; Germen prenslerinin, Galya köylülerinin temsilcilerinin,İberyalıların, Britanların, İskandinavların, Yunanlıların kendisine geldiğini görünce ortaya çıkmıştır.” Almanlar, Attila adının Got menşeli bir sözcük olduğunu öne sürerek onu sahiplenmek isterler. Biryakıştırma yaparak Attila’nın Gotça olduğunu öne sürerler. Onlara göre Attila, Got dilinde “babacık”anlamına gelen bir sözcükmüş. Oysa “Etila”, Türk ad koyma geleneğine göre, “İtil ırmağı kıyısında doğancihangir” anlamına gelir16. Ayrıca, Attila’nın oğullarının adlarının (İlek, Dengizik, İrnek) Türkçe olmasına nedemeli? Eşinin (başhatun) adının Arıkan olmasını nasıl açıklayacaklar? (Son zamanlarda Türklerle Almanlarakraba çıkabilir diyenler de ortaya çıkmadı değil.) Almanların söz konusu sahiplenme eğiliminin nedeni, Türklerin bir kolu olduğu artık iyiceanlaşılmış olan Hunlar karşısındaki zayıflıklarını sergileyen bazı tarihi gerçeklerin gizlenmekistenmesidir. Öyle ya! Üstünlük iddiası için kimseden daha zayıf olmamak ve her şeyi kendisi bulmakgibi bir vitrin tasarımına ihtiyaç görmüşlerdir. Oysa görüldüğü gibi, sadece Attila ile ilgili gerçeklerGermen ırkının üstünlüğü ve uygarlık kurucu kavim olduğu balonunu söndürmeye yeterlidir. Dahası,Almanların Attila’yı göklere çıkardıkları destanları bile vardır. Nibelungen Destanı olarak bilinen budestanda Attila, “doğru olmayan durumlarda bile asaletini muhafaza edebilen bir kahraman” olaraktanıtılır. Söz konusu destanda geçen bir cümle şöyledir: “İyiliklerinin ve zekâlarının bir eşi 8görülmemiş Hunların ülkesinde büyük bir hükümdar vardı.” Germen kavimlerinin kabile şefleriAttila’nın sarayında ağırlanır, orada eğitim görürlerdi. İngiliz ve Fransızlar da köken itibariyle Deutsch’a dâhildirler, yani söz konusu kavimlerdenfarklılaşarak bugünkü kimliklerine kavuşmuşlardır. Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?adlı kitabımızda kapsamlı olarak incelediğimiz gibi, daha sonra Fransa adını alacak olan oluşum ilk kez8. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Avrupa’da tarihin akışını değiştiren olayların en önemlisi 732 yılında Paris yakınlarında cereyan edenPoitiers Savaşı’dır. O yıl Pireneleri aşarak Avrupa içlerine kadar ilerleyen Emevi ordusu, Tours ve Poitierskentleri arasındaki ovada Charles Martel komutasındaki Frank askerleriyle savaşa tutuştular. Çatışmasırasında Emevi ordusu komutanı öldürüldü. Bunun üzerine geri çekilmek zorunda kaldılar. O zamana kadarFransa her taraftan saldırılara sahne olan, elliye yakın farklı etnik kimliğin, çeşitli dinlerin ve mezheplerinbirbiriyle kıyasıya mücadele ettiği, çok değişik dillerin konuşulduğu bir yerdi. Emevi saldırısı ve başarısızlığıonlara “ortak düşman” tanımı geliştirme fırsatı sağladı. Avrupa tarihinin bu dönemine “Fransa’nın doğuşu süreci” denir. Katolik kilise Fransa topraklarına budönemde alabildiğine nüfuz etmiştir. Öyle ki bu dönemde Fransa topraklarının üçte biri Katolik Kilise’ninmülkü haline geldi. Manastır tarikatları da bu dönemde ortaya çıktı. Bazı piskoposlar 40 bin dönüm toprağasahip oldular. Saksonya’da bir rahibe manastırı 11 bin çiftliğe sahip olmuştu. On beş bin çiftliğe sahip olanmanastırlar bile vardı17. Bölgeye İslam tehlikesini kullanarak Katolik Kilise önderliğinde istikrar gelmiş, fakatbölgede yaşayan halklara pek bir yararı olmamıştır. Papa, piskopos, başrahip, baron ve toprak soylu zümreleretrafında servet yoğunlaşması dönemi açılmış, durumu aklamak üzere Katoliklik öğretisi epey takviyeedilmiştir. Bu dönem aynı zamanda Fransa’nın, Doğu’nun aydınlığından erken faydalanmasının önünegeçmiş, feodalizmin inşası ve kemikleşmesi dönemi olmuştur. Halkların buna ilelebet razı olması ve tepkiİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comgöstermemesi düşünülemezdi. Nitekim hanedan kavgalarıyla karışıklıklar yüz yıl sürdü ve ülke bir kralınoğulları arasında yapılan Verdun Antlaşması’yla üç parçaya bölündü. Batı Frank, Orta Frank ve Doğu Frankkrallıkları ortaya çıktı. Söz konusu antlaşmanın tarihi 843’dür ve bu tarih, Fransa’nın ve Almanya’nın(Deutsch) tarih sahnesine çıktığı kabul edilen tarihtir. Türklerin resmi tarihini Göktürk devletiyle başlatmayıkabul edecek olursak, itiraz ettiğimiz bu tarih bile bugünün büyük güçlerinden olan Fransa’nın resmen tarihsahnesine çıkmasından 300 yıl öncedir. “Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun kuruluşu da VerdunAntlaşması’na, yani 843 yılına dayanır. Dolayısıyla hem Germen adının geçtiği ilk devletin hem de Frankadının geçtiği devletin kuruluşu Göktürk devletinden 300 yıl sonradır. İngiltere’nin tarihine de kısaca bir göz atalım: İlginç olan şudur ki, İngiltere diye bir ülke yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır, hayalettir.Ülkenin resmi adı, “Büyük Britanya, Kuzey İrlanda ile Öteki Ülke ve Bölgeler Birleşik Krallığı” ya dakısaca “Birleşik Krallık” olarak anılır. İngilizler, çeşitli halkların karışmasıyla ortaya çıkmış, dillerine debirçok başka dil kaynaklık etmiştir18. İngiltere, yukarıda Germen kavimlerini sıraladığımız listede yer alanAngıllar ve Saksonların, 5. ve 6. yüzyılda adaya ayak basarak kocalarını savaşlarda kaybetmiş Kelt kadınlarıylaevlenmeleriyle ve Danimarkalıların, Norveçlilerin, Normandiya’dan adaya geçen Bretönların, İrlandalılarla,İskoçlarla ve adada yaşayan diğer halklarla karışmasıyla ortaya çıkmış karma bir halktır. Bu guruplarınhepsinin geçmişte bir dilleri vardı. Kaynaşmayla birlikte karmaşık bir dil olarak İngilizce ortaya çıktı.İngilizcenin temelini 5. ve 6. yüzyıllarda ülkeyi istila eden Angılların ve Saksonların dilleri teşkil eder.Günümüz İngilizcesinin söz dağarcığının yarısı bu kaynaktan gelir. Gerisi Fransızca ve Latincekökenlidir. Bu yüzden dilbilimciler, İngilizceyi Germencenin bir kolu olarak kabul ederler. Yanigünümüzde dünyanın her tarafında konuşulan İngilizce, olmayan bir ülkenin toplama dilidir. İngiltere ve Almanya’nın tarih sahnesine çıkışıyla ilgili kritik önemli tarihi gerçekleri İkinciBinyılın Muhasebesi ve Türkler ve Avrupa adlı kitaplarımızda daha geniş olarak inceledik. Artık Eski 9Çağlar Türk tarihini değerlendirmek için gerekli kıyaslama zeminine sahip olduğumuzu düşünüyoruz.O halde şimdi de Türk tarihinin karanlık çağlardaki aydınlığını göstermeye çalışalım.4 SUMERLER, TURUKKULAR/ MARİ ve MISIR BELGELERİ Bir kavim adı olarak Türk sözcüğünün geçtiği ilk tarihi belgeyi 6. yüzyıla yerleştirenler,iddialarını Çinli hükümet görevlilerinin bir raporunda yer alan Tu-kü-e (Tukyu) sözcüğünedayandırırlar. Türk, söz konusu raporda Çin’in batısında ve kuzeyinde yaşayan kavimlerin sıralandığıbir listede yer almaktadır. Belgenin düzenlendiği tarihten 30 yıl sonrasına ait bir Bizans belgesinde deTürk adı, İtil ırmağının doğusunda yaşayan kavimleri ifade etmek için kullanılmıştır. Çift taraflıbelgelere dayanan bu bilgiler, neredeyse genel kabul görmüştür. Çünkü Türklerin ortaya çıkışını,tarihin mümkün olduğu kadar geç bir dönemine yerleştirmek için batılı ideolog-tarihçilere fırsatvermiştir. Oysa bir kavmin adı olarak Türklerden söz eden binlerce yıl öncesinden kalan yazılı belgelerbulunmuştur. Bunları bulanlar da Batılı tarihçiler ve arkeologlardır. Söz konusu belgeler, bugün adıyaşayan kavimler arasında, en eski kavim adının “Türk” olduğunu göstermektedir. Israrla önesürüldüğü gibi, son ortaya çıkan kavim olduğunu değil. Yukarıda söylediklerimizi tekrarlayacakolursak, eğer Göktürk devletinin kuruluşunu Türk kavminin ve Türk adının resmi tarihinin başlangıcıkabul etsek bile Avrupa devletlerinin hepsinden 300 yıl daha eski bir tarih söz konusudur. Ama işingerçeği bu kadarla sınırlı değildir. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi, Türk adı tarihin karanlığında enson kaybolan kavim adıdır. Önce şu gerçeği dile getirmek istiyoruz: Türklerin tarihi, Türkler tarafından değil, Türklerin düşmanları tarafından tutulmuş yazılıbelgelere dayanarak ortaya çıkmış bir tarihtir. Türkler kendi tarihleriyle ilgili araştırmalara yeni yeniİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comönem veriyor. Türklerin tarihinin kaydını tutan öncelikle Çinlilerdir. MÖ 2. yüzyılda Çin, kendikabuğuna çekilmişti. Kendi ülkelerinden başka bir yeri tanıyorlardı. Onlara göre dünyada tek birdevlet vardı ve o da Çin’di. Dünyanın ortasında duruyordu, barbar-vahşi diğer kavimler Çin’inetrafında yaşıyorlardı. Onu bir halka gibi kuşatmışlardı. MÖ 3. yüzyılın sonunda Mete Han tarihsahnesine çıktı ve Çinliler anladı ki yeryüzünde en güçlü devlet Çin değildi. Hun devleti daha güçlüydü.(Bu konudaki geniş değerlendirmemizi “Çin/3500 Yılın Köşe Taşları” adlı kitabımızda yaptık.) Budurum Çin düşüncesini ister istemez değiştirdi. Aslında devlet konusundaki eski felsefelerini terketmediler. Hunları da siyaseten yanlarına katarak çelişkileri aşmaya çalıştılar. Korku içindeydiler ve buyüzden Hunları tanımak için geniş araştırmalar giriştiler. Onları tanımak, gerçek güçlerini tartmak,zayıf yanlarını bulup çıkarmak ve çözümlemek istiyorlardı. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlıeserinin hemen başında durumu şöyle ifade ediyor: “Tarih boyunca Çin’in başarısı karşısındakidüşmanı tanımasıyla ilgilidir.” İşte biz, Orta Asya Türklerinin tarihini Çinlilerin bu stratejik tutumu sayesinde öğreniyoruz.Diğer yandan aynı tutumu Bizanslıların da izlediği anlaşılıyor. Farslar da aynı şekilde hareket ettiler.Böylece Orta Asya Türk tarihi, doğuda Çinli elçi-casuslar, batıda Bizanslı elçi-casuslar ve güneyde Farselçi-casuslar tarafından kayıt altına alındı. Bu gibi harici bilgiler, Türk tarihini berraklaştırdı. İşin ilginci,Türkiye olarak biz, bu bilgileri Bizans kaynaklarından, Fars kaynaklarından ya da Çin kaynaklarındanöğrenmedik. Türkler Anadolu’da ve Balkanlarda çok güçlenmişler ve Bizans’ın yerini almışlardı. Bugelişmelerden sonra Türkleri izlemek görevini Fransız ve Almanlar miras olarak iş edindi. Öyle ki,Fransa’dan Cizvit misyonerler Çin’e gidip Çince öğrendiler ve hem Çin hem de Türk tarihini Çincebelgelerden incelediler. Amaçları Çinlilerinkiyle aynıydı. Onlar da zayıflıkları bulup yararlanmak istiyorlardı. Bahaeddin Ögel, söz konusu araştırmaların bize ulaşmasını sağlayanların başında, 220 yıl önceyaşamış olan Fransız tarihçi (Sinolog) Joseph de Guignes(1721-1800)’i minnetle anmıştır. Azimle 10çalışan ve kendi olağanüstü çabasıyla Çin dilinin uzmanı olan Guignes’in eseri 8 cilt halinde HüseyinCahit Yalçın tarafından Türkçeye “Türklerin Tarih-i Umumisi” adıyla tercüme edildi. Bahaeddin Ögel’inifadesiyle bizler, “Selçukluların bile Orta Asya’dan geldiğini”, ondan öğrenmişiz19. Onun yanında, gençyaşta koleradan ölen İngiliz Arthur Lumley Davids (1811-1832), Rus etnografyacı Wilhelm Radloff(1837-1918), Macar asıllı seyyah ve oryantalist Arminius Vambery (1832-1918) ve Alman arkeologAlbert August von Le coq (1860-1930) ve Danimarkalı William Thomson Türk tarihi bilimininkuruluşunda minnetle anmamız gereken bildiğimiz diğer isimlerdir. Görüldüğü gibi, hiçbiri Türkdeğildir. Bunların yanında daha birçok arkeologun adını anmalıyız ki, onların olağanüstü gayretlerisayesinde toprak altından Türk adının kökenlerini kanıtlayan binlerce yıllık belgeler çıkarıldı. Bütün bunları şunun için söyledik: Bu tebliğimizde Türk ve Türklük adına ne söylediysek,hepsinin kâşifi ve kargacık burgacık simgelerin şifrelerinin çözücüsü Avrupalı milletlerin yetiştirdiğigayretli insanlardır. Bu vesileyle, hem onları minnetle anmış olduk hem de anlattıklarımızın “Türk’ünTürk’e propagandası” olmadığını göstermek istedik. Eğer Türk’ün propagandasından söz edileceksebunu yapanlar Avrupalılardır. Böylece Türk’ten ve Türklükten söz edilen her yerde “Türk’ün Türk’epropagandası” klişesini ortaya atanlara peşin bir cevap vermiş olduk. Şimdi önce Mari ören yerindeki bulgulardan başlayalım: Suriye’de, Fırat ırmağının doğu kıyısında yer alan MÖ 3100’lerde kurulduğu anlaşılan Marikenti harabeleri vardır. Buluntular, bu kentin Sumer uygarlığının bir uzantısı olduğunu göstermektedir.Burada, 1933 yılında, kazılar başlatılmış ve üç yüz odalı bir saray bulunmuştur. Söz konusu odalardanbiri, tabletlerle dolu olan bir arşivdir. Arşiv, Akat dilinde yazılmıştır. Burada ele geçen ve şimdiye kadarokunabilmiş olan tabletler üzerinde 28 kez “Turukkular” adının geçtiği görülmüştür. Bu tabletler,çevredeki casusların kentin kralına gönderdiği raporlardır. Anlaşıldığına göre, o dönemde, Guzların birİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comkolu olduğu anlaşılan Turukkuların faaliyetleri günü gününe takip edilmektedir. Akatları yenerek,Sumer egemenliğini yeniden kuranlar işte bu Turukkulardır. Sumerlerin egemenliği tekrar ele aldığı budönem, Sumer Rönesansı çağı (MÖ 2150-1950) olarak adlandırılır. Sumerleri uygarlığın temelineyerleştiren büyük başarılarının pek çoğu, işte bu 200 yıl süren ikinci dönemlerinde ortaya çıkmıştır.Guzların 125 yıl süren egemenliği sırasında 12 kral başa geçmiştir. Bunlardan biri olan “Yarla”,“Yarlagan” olarak Orhun Kitabelerinde geçen bir isimdir. Bir başkası olan İnkişi’nin adı da Enkiş olarakDede Korkut’ta geçmektedir20. Sumer dilinin, günümüz Türk dillerinin bilinen en eski biçimlerinden biri olduğu 19. yüzyılınortalarından beri bilinmektedir. Hiç şüphe yok ki, birbirini tanımayan insanlar, iki ayrı yerde, iki ayrıçağda, meramını anlatmak için aynı sözü icat edip kullanabilir. Bu sözler arasında fonetik bakımdan daanlam bakımından da aynılık olabilir. Ancak söz konusu aynılıkların sayısı arttıkça durumunrastlantıyla ortaya çıkmış olması ihtimali azalır. Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ, EtrüsklerSempozyumu’nda “Sumer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları” konusundaki tebliğinde, ŞikagoÜniversitesi’nden Morris Swadesha (1909-1967) adlı ünlü bir dilcinin, iki dil arasında hem anlambakımından hem de fonetik bakımdan aynılık durumundaki sözcüklerin sayının 7’den fazla olmasıhalinde söz konusu iki dil arasında tarihi bir ilişki olduğu tezini savunduğunu söylemiştir. Bununyanında, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, 7 değil, bulduğu 165 çift aynılığa dayanarak, Türkçe ileSumerce arasındaki aynılıkların rastlantısal olmasının milyar kere milyarda bir olduğunuhesaplamıştır. Gayet açıklayıcı bir benzetmeyle, 10 kelimenin aynı olması ihtimalinin, İzmir-Erzurumarasındaki mesafenin (1280 km) 1 milimetresinden bile az olduğunu göstermiştir. Hesap yöntemiSumer Matematiği adlı kitabımızda yer almaktadır. 11 21 Haritada görülen Mari kenti ve krallığı bölgesi günümüzde Suriye topraklarında kalmaktadır . Sadece kelimelere bağlı aynılıkları değil, gramer benzerliklerini de dikkate almak gerekir.Sumercede de Türkçede de kök sabittir ve yeni kelimeler arkaya yapılan eklerle türetilir. Mesela,oku.yorum, oku.du, oku.duk, oku.yacağız gibi. Aynı şekilde her iki dilde de erkeklik ve dişilik yoktur.Mezopotamya’ya daha sonraları egemen olan Sami kavimlerinin dilinde her iki özellik de yoktur.Üstelik erkeklik dişilik vardır. Kelimeler önüne de arkasında da ek alabilir ve kök değişebilir. Sumercoğrafyasına yakın coğrafyada sadece Türkçede Sumerceyi de kapsayan özellikler mevcuttur. Budurum 1867 yılından beri bilinmektedir. Fransa’da Arkeoloji Cemiyeti’nin bir toplantısında Oppert adlıbir uzman tarafından ortaya atılmıştır. Sumercenin Türkçe ile olan ilgisini kanıtlamanın mümkün olmadığını, çünkü çok eski çağlaraİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comait olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlar, Hin-Avrupacıların Batı dünyasında genel kabul görenkuramlarını incelemelidir. Bunun yanında, bilim dünyasının son yıllardaki en önemli tartışmalarındanbiri olan atomun iç yapısıyla ilgili tartışmaları incelemelidirler. Bu sayede gözlem sınırının ötesiniaraştırabilmek için ne kadar tutarlı yöntemler geliştirilebildiğini anlamış olurlar. Her zamansöylemişizdir: Bilim tarihini ve bilim felsefesini bilmeden yapılan bilimin kolu kanadı kırık kalır. On binlerce Sumer tableti, Türkçe ile Sumerce arasındaki ilginin sağlam kanıtları olarak Batılıülkelerin müzelerinde sergilenmektedir. Mari kenti bulguları, bu gerçeği doğrulayan yeni kanıtlar sağlamış,doğruluğuna resmiyet kazandırmıştır. Dahası, Mari sözcüğü, günümüzde de Türk dünyasındayaşamakta olan bir sözcüktür. Türkmenistan’da bir vilayetin adıdır. Bu vilayetin sınırları içinde tarihiMarguş uygarlığını kalıntıları vardır22. Bunun yanında, İtil-Kama ırmaklarının buluşma noktasında yeralan ve Rusya Federasyonu’na bağlı bir Mari Özerk Cumhuriyeti vardır23. Ayrıca Strabon’un “AntikAnadolu Coğrafyası” adlı eserinden anladığımıza göre, Doğu Karadeniz bölgesi ağırlıklı olmak üzereKaradeniz kıyılarında yaşayan önemli bir Mari nüfusu vardır. Ayrıca, Mari dili Türkçemizin de dâhilolduğu dil gurubuna bağlıdır. Çeremişce olarak da anılan bu dil, Fin-Ugor dil ailesine bağlı bir dildir24. Yine Mezopotamya bölgesinde bulunan bir tabletten anlaşıldığına göre, MÖ 3. binyıldaAnadolu’da bir “Türkî kral” yaşamıştır. Söz konusu tabletin ilginç özelliği, kopyalarının üç ayrı yerde birdenele geçmiş olmasıdır. Bir kopyası Babil’de, bir kopyası Mısır’da bir kopyası da Hattuşaş’ta bulunmuştur.Hattuşaş metni 1938 yılında çözümlenmiş ve Berlin’de yayınlanmıştır. Tabletin anlattığına göre, MÖ2200’lü yıllarda, Akat kralı Naramsin, Anadolu’ya bir sefer düzenlemiş, Anadolu’daki kent devletleri, butehlike karşısında aralarında birlik oluşturarak Akat saldırısına karşı durmaya çalışmışlardır. Yine tabletegöre, koalisyona on yedi Anadolu beyi katılmış, fakat Akatlara yenilmekten kurtulamamışlardır. Kral buzaferi karşısında bir belge düzenleyerek, yendiği beyliklerin adlarını teker teker sıralamıştır. Söz konusubelgenin on beşinci satırında yer alan beyin adı Türkî kral İlşu Nail’dir25. Pek tanıdık değil mi? 12 Doğu Anadolu’da, İran’da ve Irak’ta Turukkulardan söz eden tabletler dört yüz yıllık birzamana yayılmaktadır. Söz konusu kavim, Zagros dağlarında yaşayan, Urfa’dan Kerkük’e kadar olanbir alanda cengâverlik yapan bir kavimdir. Tabletlerde Turukkulardan “uyuyanları uyandıran” olaraksöz edilmektedir. Belgeler Türklerin en az 4200 yıldır Anadolu’da yaşamakta olduklarının kanıtlarıdır. Mısır’da da Türk adının karşımıza çıktığı kitabeler vardır. Söz konusu kitabeler iki tanedir.Birincisi MÖ 13. yüzyılın son yıllarına aittir. Bu tarihlerde Egeli kavimler tarafından kurulan birkoalisyon donanması Mısır’a saldırmış, fakat Delta içinde mağlup olmuşlardır. Bu zafer üzerineFiravun Merneptah (MÖ 1213-1203), Karnak’ta bir kitabe diktirmiştir. Söz konusu kitabeye, yendiğikavimlerin adlarını yazmıştır. Bunlardan biri Turşalardır ki, tarihçiler sözcüğün Troyalıları anlattığınıdüşünmektedir26. Bu kitabeye şöhret kazandıran diğer bir konu da, Orta Doğu’yu sözde tarihselgerçekler öne sürerek hak iddia eden ve kana bulayan İsrail’in, kitabenin içinden bir sözcük seçerek onayaslanmasıdır. Bu sözcük I.si.ri.ar’dır. İddiaya göre bu belge İsrail adının geçtiği tarihteki ilk belgedir. Hattaöyle ki, kitabede Turşalar adının geçmesi dikkate alınmaksızın, vurgular İsrail’e yöneltilmiş ve kitabeyeİsrail Steli denmiştir. İddia 1896 yılında ortaya atılmış ve İngiliz gazetelerine manşet olmuştur. Artıkhiç kimse aksini öne süremezdi. Çünkü Protestanlığın sokağa egemen olduğu ve Yahudilerin desermayeye egemen olduğu İngiltere’de Tevrat’ı doğrulayan ilk kanıt bulunmuştu (!). Oysa günümüzdekoparılan gürültünün cüssesine denk düşecek başka bir belge örneği yoktur. Ayrıca biz söz konusumetinde İ.si.ri.ar’ın ne yaptığını, hangi münasebetle kitabe üzerinde yer aldığını da anlayamadıkdoğrusu. Bu kelimenin “Zülüflü Libyalıları” anlattığını savunanlar olduğu gibi, başka anlamı olduğunadair makaleler de vardır27. Ama daha ileri bir değerlendirme yapmak için yeterli bilgi yoktur*.* Buna karşılık, MÖ 9. yüzyıla ait Meşa Dikilitaşı‟nda İsrail‟den söz edilir. Söz konusu dikilitaş, Firavun Merneptah‟ın dikilitaşından 3-4 yüzyıl sonradır.İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com Kanıt niteliğinde ikinci bir kitabe daha vardır. Söz konusu kitabe sözünü ettiğimiz ilk kitabedenbirkaç on yıl sonra, Firavun 3. Ramses(MÖ 1187-1156)’in 8. idare yılında (MÖ 1180) Egeli DenizKavimlerine karşı kazanılmış ikinci bir zaferin anısını yaşatmak için tapınak duvarların kazınmıştır.Medinet-Habu Zafer Kitabesi olarak anılır. Turşalar adı, bu kitabede de yenilen diğer koalisyonamensup kavimler arasında sayılmaktadır28. Her iki kitabenin dikildiği dönem, Ege’de kavimlerinkaynaştığı bir dönemdir. Troya Savaşı’ndan sonra Akhalar zafer kazanmış oldukları halde, Troya’yı elegeçirememişler, buna karşılık bölgede yoksulluk baş göstermiştir. Nedeni bir deprem, üst üste gelenkıtlık veya bir veba salgını da olabilir. Nedeni bilinmiyor ama çeşitli belgelerde yer alan bilgilerdenAnadolu’dan Akdeniz’in batısına doğru göçler olduğunu anlıyoruz. 13 29 Firavun Merneptah tarafından MÖ 1225’civarlarında dikilen zafer kitabesinde Turşaların adı geçer . Kitabe, 3,18 metre yükseklikte ve 1,63 metre genişliktedir. 30, 31 Firavun 3. Ramses’in Egeli Deniz Kavimleriyle yaptığı savaşta kazandığı zaferi tasvir eden duvar oymasıİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com5 TURŞALAR, TRUVALILAR ve ETRÜSKLER / ROMA BELGELERİ Şimdi, Mısır kitabelerinde karşımıza çıkan Turşaların kimliğine dair kanıtları inceleyelim: Arkeoloji, MÖ 8. yüzyılda İtalya yarımadasının batı kıyılarında bir kültür devrimi olduğunuortaya çıkarmıştır. Bölgeye uygarlığın taşınması, Anadolulu göçmenler sayesinde olmuştur. Sözkonusu göçmenler, Etrüskler ve Truvalılar olarak anılan kavimdir. Truva’da Hektor’dan sonra gelen enbüyük kahraman olan Aenas, Truva düştükten sonra halkına önderlik ederek önce, şimdiki Altınolukkıyılarına gelmiş ve daha sonra denize açılarak Akdeniz’de yıllarca dolaşmış, yaşamaya elverişli yerleraramıştır. 32 Truvalı kahraman Aenas’ın Akha katliamından kurtardığı halkıyla beraber Akdeniz’de dolaştığı dönemde izlediği yollar . Yukarıdaki haritada görüldüğü gibi, sonunda İtalya yarımadasının batı kıyılarındaki Latiumdenilen bölgeye ayak basar. Bölgenin yerel kralıyla anlaşır ve onun kızıyla evlenir. Zaman geçer vetorunları dünyaya gelir. Adları Romus ve Romulus’tur. Burada Göktürk kağan soyuyla ilgili olarakanlatılan efsanede olduğu gibi, dişi bir kurt tarafından emzirilen iki çocuğun efsanesiyle karşılaşıyoruz. 14Efsaneye göre, söz konusu çocuklar, geçimsizlik ve ölüm korkusu yüzünden dağ başına götürülüp terkedilir. Bir dişi kurt onları görür ve emzirerek hayatta kalmalarını sağlar. Daha sonra da bir çoban onlarıbulur ve evlat edinir. Romulus, Roma kentinin kurucusu olarak anılır. Roma adı da buradan gelir.Kadim Romalı tarihçiler, eldeki bilgilere dayanarak Roma’nın kuruluşunu 21 Nisan 753’degerçekleştiğini öne sürerler33. 34 Bir kurdun Romus ve Romulus’u emzirmesi efsanesini canlandıran bir heykel Bundan sonra Roma kentinin başında Etrüsk kökenli kralları görüyoruz. Bunların ilkiTarquinius’tur. Roma çevresindeki bataklıkları kurutan ve Cloaca Maksima kanalizasyon kanalını inşaeden hükümdar odur35. İkinci hükümdar Servius Tullius’tur. MÖ 535 yılında, Tarquinius’un suikastakurban gitmesi üzerine tahta çıkmıştır. Roma’nın 7 tepesini tek bir surun içine alan odur. Latin birliğinide bu hükümdar kurmuştur. Roma devletini kabileler yığını olmaktan çıkaran hükümdar olarak bilinir. Prof. Dr. Halil Demircioğlu’nun Roma Tarihi adlı eserinde, Etrüsk öncesinde bölgedeİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comyaşamakta olan ve her biri farklı dil konuşan, birbirini yabancı ve düşman olarak gören kabilelerhakkında bilgiler yer alır. Bu kabilelerin adlarını burada şöyle özetliyoruz: Umbr’lar, Sabel’ler,Sabin’ler, Vestin’ler, Mars’lar, Paelign’ler, Marrucin’ler, Erentan’lar, Samnit’ler, Campan’lar, Lucen’ler,Brutt’lar, Falish’ler, İllyr’ler, Veneti’ler, Iapyg’ler, Mesapi’ler, Ligurlar, Kelt’ler (Galler), İnsubr’lar,Genomon’lar, Boi’ler, Senon’lar, Ligur’lar, Pön’ler ve Hellen’ler. Çok dar bir alanda her biri ayrı ayrı dilkonuşan ve her biri kendi âleminde yaşayan 26 kabile saydık. Bugün bunlara İtalyan deniyor. “İtalia”,o çağlarda yarımadanın güney kısımlarına verilen bir addı. Yani coğrafik bir addır. Bir kavmin adıdeğildir. Zaten yukarıdaki listede “İtalia” adını içeren bir kavim adı da yer almaz. Etrüskler, birliğisağladıktan sonra, bu ad kuzeye doğru yayıldı ve Romalılar tarafından da benimsendi. İmparatorAugustus zamanında (MÖ 64-MS 14), Po Ovası hariç olmak üzere bütün yarımadanın adı oldu.Günümüzde İtalyan denilen milletin tarih sahnesine çıkışı işte böyle Etrüsklerin gayretiyle olmuştur.Bu gerçekler Grek ve Latin tarihçilerinin dile getirdiği gerçeklerdir. Günümüzün Batılı tarihçileri, Etrüskleri, “nereden geldiği belli olmayan bir kavim” olarakniteliyor. Oysa yere göğe koyamadıkları eski çağ tarihçileri böyle söylemiyor. Aenas’ın ve torunlarınıntarihi, MÖ 70-16 yılları arasında yaşamış Latin yazar Virgilius tarafından “The Aenid” adlı bir eserdeölümsüzleştirilmiştir. Söz konusu eserde Truvalılar, “Teurci”ler olarak tanıtılmıştır. Kapsamlı birİtalyanca sözlükte, Truvalı anlamına gelen sözcük “Teucro” olarak verilmiştir36. Aynı sözlük, İliosözünün de Truva anlamına geldiğini bildiriyor. Çağdaş tarihçiler, Etrüsklülerin kökeni konusunda ayak sürüyedursun, Romalı egemenlerAnadolu kökenli olmaktan kıvanç duyarlar ve konuyu her fırsatta dile getirirlerdi. Truva’yıanavatanları ilan etmişlerdi mesela. Ona “İlium” diyorlardı. Roma kralları, soylarının Aenas’dan vedolayısıyla Anadolu’dan geldiğini güçlü bir şekilde vurgulardı. Truva’ya hac ziyareti yapan imparatorlarbile vardır. Julius Sezar MÖ 48’de Truva’ya gelmiştir. Sezar’dan sonra başa geçen Augustus da MÖ 1520’de Truva’ya gelmiş ve hac yapmıştır. Alman tarihçi Birgit Brandau, “Troia/Bir Kent ve Mitleri” adlı eserinde Sezar’ın ziyareti içinbakınız ne diyor37: “Sezar‟ın İlium‟a özel bir bağlılık duymasının üç nedeni vardı: Birincisi, o da öncellerigibi, burayı Roma‟nın anavatanı olarak kabul ediyordu; ikincisi, Homeros‟a duyduğu hayranlığı da örnekalarak Büyük İskender‟in izinden gidiyordu. Üçüncüsü ve belirleyici olanıysa, soyunu doğrudan doğruyaRomalı mitosta Iulus olarak adlandırılan Aenas oğlu Ascanius‟a dayandırmasıydı… Sezar, kentintopraklarını güneydoğuya doğru genişleterek İlium‟u “özgür ve vergiden muaf bir kent” olarak açıkladı.Ne var ki, İlium‟a olan bu sevgisi, onun alın yazısını belirleyecekti. Sezar‟ın Roma İmparatorluğu‟nunbaşkentini Troia‟ya taşıyacağı yönündeki ardı arkası kesilmeyen dedikodular, 44 yılında katillerininkomplo düzenlemesi için yeterli neden olacaktı.” Truva’yı ziyaret edenler sadece krallar değildi. Romalı “soylular” da Truva’yı ziyaret etmeyisoyluluğun gereğini yerine getirmek olarak görürlerdi. “İnançlı” Romalılar için anavatana ilgigöstermek açısından İlium’u ziyaret etmek zorunluluk haline gelmişti”38. Söz konusu ziyaretler 200 yılsürmüştür. Bu geziler sayesinde Truva ekonomisi yeniden canlanmıştır. Truva halkı, konuklarını en iyişekilde ağırlamak için birçok yatırım yapmışlardır. Tarihçiler, Roma tarihinin bu dönemine “TruvaTurizmi Çağı” diyorlar39. İşte Aeneis’in Romalıların milli destanına dönüşmesinin gerisindeki tarihi süreç böyledir. Truva’ya yönelik son büyük hamleyi Doğu Roma İmparatorluğu’nun kurucusu veHıristiyanlığın banisi sayılan İmparator Konstantin yapmıştır. Truva’yı başkent yapmak istemiş, buamaçla Truva’ya gelmiş ve yerinde planlar yapmıştır. Kentin yeni surlarının nereden geçeceğini vekapılarının nerede yapılacağını belirlemiş, inşaatı da bizzat başlatmıştır. Fakat MS 326’da fikrini ansızıdeğiştirmiş ve 11 Mayıs 330’da İstanbul’u başkent olarak ilan etmiştir40. Fikir değişikliğinin nedeniİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.combilinmiyor ama kesin olan bir şey varsa, o da, uygarlığı bir Helen-Hıristiyan uygarlığıymış gibi anlatançağdaş tarihçilerin suratına bir tokat gibi çarpılan şu gerçektir: Batı dünyası o çağlarda Doğuya aitolmak isterdi. Truva onlar için çok önemliydi, kutsaldı. Truvalılardan farklı bir kavimmiş gibi söz ettiğimiz, Etrüsklerin hikâyesini de kısaca özetleyelim: On üçüncü yüzyılın sonunda Mısır’a saldırırken karşılaştığımız Turşaların bir başka söylenişşekli olan Etrüskler, birincisi MÖ 10. yüzyılda, ikincisi MÖ 8. yüzyılda olmak üzere başlıca iki göçdalgasıyla İtalya yarımadasına yerleşmişlerdir. Yukarıda Aenas’ın göç yolları haritasında görüldüğügibi, İlk göç dalgasında Tiber ırmağı ile Arnus ırmağı civarındaki vadiye yerleştiler. İkinci göçdalgasından sonra ise durumlarını pekiştirdikleri ve MÖ 6. yüzyılda Po ırmağı vadisine yerleştikleribiliniyor. Bu bölgedeki Falsine, Parma, Modena, Mantua, Adria, Spina kentlerini onlar kurmuştur. Etrüsklerin Anadolu kökenli oldukları tartışmalı bir konu olmayacak kadar açık bilgi vebelgelere dayandığı halde “nereden geldiği belli olmayan kavim” denilmesinin bir anlamı yoktur. MÖ5. yüzyılda yaşamış Anadolulu Herodot, Tarih’inde Etrüsklerin Anadolu’dan yola çıktıklarını veasıllarının Lidyalılara dayandığını yazmıştır. Tarih’in birinci kitabının 94. Paragrafında, sonradan Etrüskadını alacak olan Lidyalıların kıtlıktan kırılmamak için kralları tarafından ikiye ayrıldıkları ve kurasonucunda yarısının kıyı kıyı dolaşıp yaşamaya elverişli yer aradıkları ve sonunda İtalya’nın batıkıyısındaki Umbria’ya çıktıklarını anlatılır41. Buna göre Etrüskler Lidya kökenlidir. Hem Herodot’unhikâyesinden hem de Virgilius’un yukarıda sözünü ettiğimiz destanından anlaşıldığına göre Turşalar,Truvalılar ve Etrüskler aynı kavimdir. Bulgular, Türklerle aynı kültür öğelerine sahip olduklarınıgösterdiği gibi, Sumerlerle de yakınlıkları olduğunu göstermektedir. Etrüsklerle ilgili olarak Bodrum’da düzenlenen sempozyumda sunulan yerli ve yabancıtebliğlerden istifadeyle, Etrüsklerin Türklerle olan yakınlığı üzerinde kısaca 9 kanıt öne süreceğiz42: 161- Etrüskler kendilerine TURSİKİNA diyordu. Latinler de onlara TURSCI diyordu. Oysa İtalyanlar Türk’e TURCO veya TURKA diyor.
  • 2- TARKAN, Türkçede bey vezir anlamına gelir. TARQUINUS bir Etrüsk kralının adıdır. TARQUİNİİ ise, bir Etrüsk kentinin adıdır.
  • 3- Etrüskler, efsanelerinde kavimlerinin kurucusu olarak RASENA adını anarlar. Oysa destanlarda Türk kavminin kurucusu da ASENA’dır.
  • 4- VATİKAN Etrüsk dilinde bir sözcüktür ve Güneş Tanrısı’nın adıdır. Aynı zamanda Roma’da güneş doğarken tırmanılan ve güneşe dua edilen bir tepenin de adıdır. Oysa ÖTÜKEN de öyledir. ÖTÜKEN, Güneş Tanrısının adıdır ve Türkler de güneş doğarken tepelere çıkar ve güneşe doğru dönerek dua ederdi.
  • 5- Sumerlerde UBUBUL Şimşek Tanrısı’nın adıdır. Etrüskler buna APULLU diyorlardı. Sözcük hem Greklere hem de Latinlere APOLLO olarak geçmiştir.
  • 6- Çuvaş Türkçesinde Tanrının adı TURA’dır. Etrüsk dilinde de TURA.NE bir Tanrı adıdır. Ayrıca TURAN, Etrüsk dilinde başkan anlamına gelmektedir.
  • 7- Sumerler Gök Tanrıya ANU derlerdi. Etrüsk dilinde aynı tanrının adı ANİ’dir
  • .8- Etrüsklerde 12 sayısı kutsal bir sayı idi. Bunun da kökenleri Sumerlere dayanır. Bu konuyu Sumer Matematiği adlı kitabımızda Ur’dan İyonya’ya ve Etrüsk’e kadar adım adım inceledik
  • .9- Eski çağlar Türk kültüründe Hayat Ağacı kavramı çok önemlidir. Hayat ağacı şaman davullarının üzerinde bugün bile görülebilir. Aynı simge Sumer zigguratlarının duvarlarında da vardır. Aynı simgeyle Etrüsk mezarlarında da karşılaşılmıştır. Hayat Ağacı motifi, Sumerleri Türklere ve Etrüsklere bağlayan önemli bir bulgudur.
  • Sağdaki resim Sumer tapınaklarındaki hayat ağacı simgesini, soldaki resim ise Etrüsk mezarlarındaki duvar resimlerindeki 43 hayat ağacı simgesini göstermektedir.10- Etrüsk inanışında koyunun karaciğerindeki lekelere bakılarak kurban sahibinin geleceği üzerinde kâhinler hüküm verirdi. Bunun için bir koyun alıp tapınağa gitmek yeterliydi. Aynı inanış Sumerlerde de vardır. 17 Soldaki resimde Sumerli kâhinlerin kehanet için kullandıkları koyun veya keçi karaciğerinin modeli görülmektedir. Sağdaki 44, 45 resimde ise Etrüsklü kâhinlerin kullandığı karaciğer modeli görülmektedir . Etrüskler, Avrupa’yı uygarlaştırma yolunda ilk adımı atan kavimdir aynı zamanda. İtalya’nın kuzey bölgeleri bunun kanıtlarıyla doludur. İlk kanalizasyon sistemi, ilk drenaj sistemi, ilk yol, ilk tünel örneği onlar tarafından yapılmıştır. Mimarlığın ileri uygulamaları sayılan kubbe, tonoz ve kemer ilk örneklerini de Avrupa’da oraya koyanlar Etrüsklerdir. İlk müzik, ilk şiir, ilk tiyatro gibi sanatlar da Etrüskler tarafından Avrupa’ya götürülmüştür. Avrupa’daki sulama kanallarının en eski örnekleri de Etrüsklerin başarı hanesinde yazılı olan işlerdendir. Kısacası, Etrüskler Avrupa’nın uygarlaşmasında birinci derecede etken rol oynamışlardır. Avrupalı tarihçiler, Etrüsklerin kendi tarihleri üzerinde oynadıkları rolü çok iyi bilirler. Bu yüzden hem tarih sahnesine çıkışlarının bilinemediğini söylerler hem de tarih sahnesinden çekilişlerini “buharlaştılar” şeklinde sunarlar. Aynı siyaseti Sumerler için de yaparlar. Oysa İtalya, Etrüsk eserleriyle doludur. Fakat bu alandaki araştırmalara bütçeden pay ayırmazlar. Konu üzerinde yatırımların artması halinde Eski Çağlar Türk tarihinin aydınlanacağı aşağı yukarı anlaşılmıştır. Bu yüzden bu alanı küçümseme siyaseti güderler. Paralarını Anadolu’daki Roma ve Grek kentlerindeki kazılar için harcarlar. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com6 YURCAE’LERDEN TOGARMALARA DİĞER BELGELER ve ÖZET Bizim bilgimiz 10 bin yıllık Türk tarihinden söz etmeye yetmiyor. Ama Türk adının en eskikavim adı olarak 4000 veya 4300 yıllık tarih boyunca sürekli olarak yaşayan bir ad olduğunu gösterenbaşka kaynaklar ve belgeler mevcuttur. MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Herodot, Tarih’inde İtil ve Ural arasında yaşayan Yurcae’lerdensöz eder. Birinci yüzyılda yaşamış olan Romalı Plinius Secondus, Tyrkae’leri anlatır. Üçüncü yüzyılda yaşamış olan Etikus, Turchi’leri bildirir. Eski Hint kaynaklarında, Turuşkalar’dan46 (TURUSCHKA) söz edilir. Aynı metinde TURA da yer alır. Tevrat’ın “Yaradılış Kitabı”nda kuzeyli bir kavim olan Togarmalar vardır. Bütün ipuçları toparlandığında şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Kimi yerde mezarda, kimi yerde kayada, kimi yerde taş kitabede, kimi yerde tablette, kimi yerde duvar yazısında, kimi yerde papirüste, kimi yerde parşömende, hepsi ayrı ayrı başarılarıyla, tarihe adını yazdırmış kişiler tarafından, birbirinden uzak çok farklı yerlerde ve 18 birbirinden çok farklı zamanlarda, birbirinden tamamen farklı yazı şekilleriyle yazılmış simgelerin aşağı yukarı aynı sesiçağırması, tesadüf ihtimalini ortadan kaldırmıyor mu? Bir başka deyişle, bütün bunların bir arada önümüzde durması rastlantı ihtimaline yer bırakır mı? Üstelik bütün bu yazıların şifrelerini çözen bilim insanları da farklı farklı insanlar ve farklıülkelerde, farklı zamanlarda yaşamışlar, ana dilleri de farklı farklı. Gözden kaçırılması veya inkârı mümkün olmayacak kadar açık bir şekilde görüldüğü gibi, Türkadı, tarihin en eski yazılı kaynaklarının hemen hemen hepsinde adı geçen bir kavmin adıdır. Çeşitliyazı şekilleriyle ortaya çıkmış olması, gerçeği değiştirmez. Yazılış şekillerinde farklar vardır; çünküfarklı yüzyıllarda farklı kavimlere mensup kimseler tarafından kayda geçirilmişlerdir. Ayrıca sözkonusu olan, Türk adını çağrıştıran simgeleri bulup çıkarmaktır. Artık kimse mezarından kalkıp busimgeleri bize okuyamayacak ve dolayısıyla bizim bu simgelerin gerçek ses değerlerini tam olarakbilmemize imkân yok. Onların şifre anahtarları üzerinden konuşmak mecburiyetindeyiz ve bu diğerdiller için de geçerli. Örneklerde sıraladığımız gibi, Çin’den Mısır’a, Hindistan’dan Roma’ya kadar Avrasya’nın heryerinde tarih boyunca Türk adına rastlanmıştır. Bu husus, Türklerin tarihteki öncü rolünü sergileyençok önemli bir kanıttır. Türklerin tarihini altıncı yüzyılda Göktürklerle başlatmak, gerçeğin hiçbir yönünü ifadeetmiyor. Hele hele, Türkiye’de konunun böyle benimsenmesini, geri plandaki ipuçlarınındeğerlendirme dışı bırakılmasını yersiz buluyoruz. Bu konuyu eski çağlar tarihi ile ilgili önemsiz birayrıntı veya abartma olarak gören ve göstermeye çalışanlar şunu iyi bilmelidir ki, Batılı tarihkuramcıları Türk’ten boşalttıkları alanları Hint-Avrupalı kavimlerle doldurmaktadır. Ülkemizde bölücüİBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comemelleri olanların arkasında da söz konusu Hint Avrupacı kuramcılar vardır. Hakkında yeterli bilgibulunmayan bazı etnik toplulukların yalan yere Hint Avrupalı olduğunu öne sürerek Türklerle arasınıaçmak söz konusu kuramcıların yüz yıldır güttüğü bir davadır.7 GENEL DEĞERLENDİRME Orta Asya, Türklerin tarih sahnesine çıktığı anavatandır ve insanlık tarihi boyunca göçvermiştir. Bunun önde gelen nedeni iklimdir. Buzul Çağı’nda, Avrupa buzlar altındayken, İç Asya’daılıman bir iklim vardı. Jeolojik bulgular burada bir iç denizin olduğunu, arkeolojik bulgular ise budenizin kıyısında köyler, kentler kurulduğunu kanıtlamaktadır. Kısacası, burada uygarlığıntomurcuklanması için gerekli şartlar mevcuttu. Fakat zamanla şartların değiştiği anlaşılıyor. Buna NuhTufanı’nı ve depremleri gerekçe olarak gösterenler de vardır, dünyanın ekseninde sapma olduğunuöne sürenler de vardır. Neden her neyse, bölgede barınan yoğun nüfusa karşılık, kuraklık ve kıtlık başgösterince dışa doğru göç başladı. Orta Asya’da insan topluluklarının kıpırdanmaları, itişip kakışmaları,Kore’den Japonya’ya, Çin’in ücra köşelerine, İran, Mısır, Anadolu ve Kafkasya’ya kadar her yanıetkilemiş, bu bölgelerin tarihi, Orta Asya’dan göç eden Türk topluluklarının etkinlikleriyle şekillenmiştir. Uygarlığın gelişmesine bağlı olarak burada konuşulan dil de diğer bölgelerde konuşulan dilleregöre gelişmişti. Söz konusu dil, yaşayan Türkçemize köken teşkil etmiş olan dildir. Bu dil OrtaAsya’dan dünyaya yayılmıştır ve diğer geri dilleri etkilemiş, çocukluk evresini yaşayan dillerin içinesızmıştır47. Mesela Etrüsk incelemelerinde bunun epey ipucu ortaya çıkmıştır. Tevrat’ta “Önce tek dilvardı”, denmesinin nedeni olsa olsa bu gerçektir. Söz konusu göçlerin güneye doğru olanlarında, her zaman zorluklarla karşılaşılırdı. ÇünküHazar denizinin güney ucu dağlarla çevrilidir. Bu dağların arkasında ise tarihte derin izler bırakanbüyük güçler bulunuyordu. Olmasa bile aşılmalarında büyük güçlükler vardı. Bundan dolayı, buralara 19gitmek her zaman kolayca mümkün olmuyordu. Mümkün olduğu zamanlarda bile büyük ölçeklitopluluklar halinde yola çıkmak gerekiyordu. Oysa Hazar denizinin kuzeyinden gitmek her zaman içinkolaydı. Engel niteliğinde ne bir dağ ne de bir güçlü devlet bulunmaktaydı. Bundan dolayı, en fazlagöç, Karadeniz’in kuzeyinde olmuştur. Pasifik kıyısındaki Kamçatka’dan, Baltık denizine kadarAvrasya’nın her yanı Türk atları tarafından tarih boyunca çiğnenmiştir. Türk kavimlerinin tarihinietkilediği en önemli bölge, bundan dolayı, Doğu Avrupa olmuştur. Bölgenin güçsüz ve hattasavunmasız yapısı, Türk boylarının küçük topluluklar halinde bile bölgeye girebilmelerine imkânsağlıyordu. Az sayıda fakat örgütlü Türk’ün, çok sayıda fakat örgütsüz yerli uruğlarla karışması, zamangeçtikçe Türklerin aleyhine dönüyordu. Örgütsüz yerliler, Türklerin kavim adını ve egemenliğinibenimsiyor, buna karşılık, yönetici Türkler ise kalabalıkların içinde eriyordu. Günümüzde, DoğuAvrupa dillerinde Türkçe kökenli sayısız sözcük olduğu görülüyor. Zamanla, dil etmeninin yanınaKatoliklik ya da Ortodoksluk şeklinde din etmeni eklendi. Bütün bunlar, Avrupa’nın her yanına yayılanTürk varlığının izlerini bulmayı güçleştirmektedir. Eğer özellikle Macar araştırmacılar olmasaydı, bugerçeği belki de bilmeyecektik. Hint Avrupacı kuramları doğrulamak için yola çıkan fakat zamanlayanlışını gören dürüst bazı araştırmacılar da bu gerçekleri onaylamaktadır. Orta Asya’dan Avrupa’ya, yazılı belgelere dayanarak bilgi sahibi olduğumuz ilk göç MÖ 7.yüzyıldaki Sakaların göçüdür. Sakalar, bugünkü Yakut Türklerinin atalarıdır. Yakutlar kendilerine Sakaderler. Onlara Yakut diyenler Ruslardır. Ruslar, bu adı Moğollardan öğrenmiştir. Moğollar, Türkçede“yağı” (düşman) anlamına gelen sözcüğün çoğulu olarak, Sakalara Yakut, yani “düşmanlar”, derlerdi48. Bugünkü Yakutların, 2500 yıl önce ana Türk kütlesinden koparak şimdi yaşamakta olduklarıyere geldikleri sanılmaktadır. Onların bu kadar uzun bir süre dünyanın geri kalanından soyutlanmışolarak çağlar boyunca yaşaması, günümüzün araştırmacılarına eski çağlar Türk tarihi ile ilgili canlıaraştırma imkânları sağlamaktadır.İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com Herodot, Sakaların Ön Asya’yı Mısır’a kadar yönettiklerini söylemektedir. Gerçekten deHakkâri’de bulunan balballar* bölgenin Sakalar tarafından yurt haline getirildiğini göstermektedir. 49 Van Müzesinde sergilenen Hakkâri Balbalları Diğer yandan Ksenephon da, MÖ 4. yüzyıl başlarında yazdığı eserinde Doğu Anadolu’dan,Saka ülkesi olarak söz eder. Sakalara İskit diyen Greklerdir. Sözcük de Saka sözcüğünün Grekleştirilmişşeklinden başka bir şey değildir. Sakaların Avrupa tarihi üzerindeki baskın rolü, tarihçiler tarafından genel kabul görür. HintAvrupacılar, İskitleri Hint Avrupalı yaparak kendi “kuramsal” tarihlerine derinlik kazandırmak isterler.Oysa bazı Alman araştırmacılar, bu konudaki gerçekleri doğru ifade etmekten çekinmemişlerdir. Viyanalı etnolog Koppers, Avrupa’daki Türk etkinliğini şöyle ifade etmiştir50: “Evvelâ bütün devletler hayvan besleyen nomad kültürün Orta Asya‟dan çıktığını göstermektedirve diğer taraftan İndo-Germenlerin bu kültürünü yaratıcısı olmayıp, ilk kabul edenleri bulunduğu aynı 20derecede aydınlatılmıştır. Daha sonraki araştırmalar bu hayvan besleyen nomad kültürün Orta Asya‟daTürkler tarafından değil, Proto-Türk hatta Pre-Türk (yani müşterek Altaylı aile) tarafındanyaratılabildiğini gösterse bile, bu hakikatin mahiyetini değiştirmez... Asıl İndo-Germenliğin medeniyet unsurları tetkik edilirse, bu medeniyetin en fazla hayvan besleyenbir karakter taşıdığı ve Türklerle çok sıkı münasebetleri olduğu anlaşılır.” Bir başka Viyanalı araştırmacı Osvald Menghin, “Dünya Tarihinde Ural Altaylılar”, adlıeserinde şöyle demektedir51: “Ural Altaylılar (tabiidir ki başlıca Türkler) iki bakımdan dünya tarihinde belirleyici bir roloynamışlardır: Hayvan beslemeyi istihsal* ve tekemmül ettirme* ile iktisadî ve yüksek teşkilatçılıkkabiliyeti ile içtimai* bakımdan... En eski yüksek medeniyetler dahi, önceden çalışkan, ziraatçı, fakat devletkurmaktaki kabiliyetsiz halkların yerleştiği büyük nehir ovalarında savaşçı göçebe (yani atlı nomad)halkların hücumundan sonra doğmuştur. Dünyanın kuvvetli ve devamlı devletler kurulmuş her tarafında da hayvan besleyen unsurun roloynadığını görürüz. Araştırmalarımızın sonucu, bu unsurun her zaman (Ural)-Altaylılara bağlı olduğunu gösterir.Devlet kurma kabiliyetinin niçin bilhassa (Ural)-Altay halklarına verilmiş olduğu sualine karşı cevap pekbasittir: (Ural)-Altay halklarının iki büyük yaratıcılığı arasında dâhili bir bağ görmek mümkündür. Büyüksürülerin bakım ve idaresi, geniş yerlerde göçebelik, otlak yerleri ve mülkiyet hakkı için önüne geçilemez* Balballar: Eski Türklerde ölen kahramanın mezarının başına dikilen taş. Bu taş, mezarın, kutsal yön olarak kabul edilen doğusuna dikilirdi. Balbal bir insanmış gibi kabul edilir, öbür dünyada kahramana hizmet edeceğine inanılırdı.* İstihsal: meydana getirme, tekemmül: olgunlaştırma, içtimai: toplumsal, hassa: bir kimseye veya şeye mahsus hal.İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comkavgalar, oymak teşkilatları, hayvan besleyen göçebelik hayatı ile derinden bağlı olan bütün busaydıklarımız, zarurî olarak, insanların görüş ufkunu genişletir. Kahramanlığı, kabile neslini tanımayı,beylik gururunu, teşkilatçılığı yani kurmak için lazım olan hassaları* yükseltirler. Böyle ruhu taşıyan insanlar, ziraat yapan halkları basınca ve sürülerin varlığını da teminedebilecek bir daimi yerleşme ihtimali gelince, doğuştan bir reis ve devlet kurucu olabiliyorlardı.” Avrupalı tarihçilerin eserlerinden aktarılan bu gibi sözler, nomad kavimlerin, yani göçebelerininsanlığın ufkunu nasıl genişlettiğini, teşkilatçılık konusunda Avrupa’ya örnek oluşlarını anlatır.Avrupalılar, “kendi tarihlerini bağlamak istedikleri Greklerde üç kişi bir fikir etrafında birleşemezken”,Türklerin at sırtında büyük devletler kurmaları, teşkilatçılıkta en üst düzeyi tutturmaları tarihçilertarafından çok dikkatli incelenmelidir. Bu nokta önemlidir. Çünkü astarını yüzüne getirecek derecedetamamen haksız olarak, göçebeliği toplumsal evrimin en gerisine atmışlar, Orta Asya’daki Sovyetemperyalizmini, Türkistan halklarının tarihin içine çekilmesi şeklinde laf salatalarıyla aklamakistemişlerdir. Bu gibi sözler, emperyalizmin hizmetine sunulmuş sözlerdir. Avrupalılar, dünya üzerindeegemenlik kurma yoluna girdiklerinde, söz konusu egemenliği aklayıcı söylemler geliştirmişler vebunları sözde bilimsel kalıplara dökmüşlerdir. Kendini antiemperyalist sayarken, bu zokayı yutmuşbirçok memleket evladını, bizzat veya yazılarından tanıyoruz. Oysa Eski çağlara ait arkeolojikbulguların önemli bir bölümü Sumerlere, Sakalara, Etrüsklere, Hunlara, Bulgarlara, Hazarlara,Avarlara, Uzlara, Peçeneklere aittir ve pek çoğu Avrupa müzelerini süslemektedir. Kaya üstlerineçizilmiş binlerce resim hala yerlerinde duruyor. Sadece Moğolistan’da Türk tarihine ışık tutan 80’eyakın yazıt vardır. Yenisey bölgesindeki yazıtların sayısı 350’i buluyor. Bu sayı, Kırgızistantopraklarında (Talas ve Koçkor) 50’yi bulur. Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan sınırları içindemüzelerde 60’dan fazla yazıt sergileniyor. Doğu Türkistan’da mağara veya tapınaklarda Türklerin 21tarihini anlatan sayısız belge vardır. Uralların batısı ve İtalya’dan İskandinavya’ya kadar her yer yineTürklere ve akraba kavimlere ait, üstün bir uygarlığın bütün izlerini taşıyan kanıtlarla doludur. Türk soylu kavimlerin İskandinavya ile olan ilgilerine de kısaca değinelim. Milattan önceki son belirgin toplu göç dalgası, Fin-Oğurlar’ın göçüdür. Oğurlar, Finlerin doğukoluna denir. Bunlar, Oğuzların batıdaki akrabalarıdır52. Söz konusu göçler, büyük ihtimalle MÖ 1.yüzyılda başlamış ve iki yüzyıl sürmüştür. Bugünkü Finlandiya bölgesine yerleşen topluluklar, burayıyerleşim bölgesi haline getirmişlerdir. Buralarda o çağlarda hemen hemen hiç yerleşim yoktu. Bununyanında, Baltık denizi kıyıları boyunca güneye doğru da yerleşimler sürdü. Buralarda günümüzde deFin-Oğur dil öbeğinden birçok dil ve lehçe konuşulmaktadır. Ne var ki, günümüzde Fince dışındakidiğer dil ve lehçeler Rusça içinde erimektedir. Bölgenin Rus yönetimi altındaki kısmında hâlensürmekte olan bir Ruslaşma-Ruslaştırma olgusu görülmektedir. Türklerin göçebeliği ve toplumsal evrimin geri halkasını teşkil ettiklerine dair vurgu üstünevurgu yapanların gözden kaçırmaya çalıştıkları bir konuda Türkler tarafından kurulmuş olankentlerdir. Türk dili ile yakın ilgisi münasebetiyle bütün Sumer kentlerini örnek gösteriyoruz. Ayrıcayukarıda söz ettiğimiz yazıtlarda adı geçen birçok kent vardır. Eski Türk yazıtlarında balık(ğ), balgat,balgasun, kent, çent, uluş ve il adıyla ifade edilen şehirlerin kalıntıları arkeologların yakın ilgisinibeklemektedir. Söz konusu kentlerde saraylar, surlar, gözetleme kuleleri, dikili taşlar, döşemeler,künkler, kiremitler, sulama kanalları; taştan, metalden, ahşaptan ve seramikten yapılmış eşyabuluntuları söz konusu kültürün derin bir geçmişi olduğunu hemen akla getirmektedir. Bir eserde, İçAsya’da Türklerin yaşadığı kentlerin adlarını veren listedeki kent adlarını şöyle sıralayabiliriz53: “Beş Balık, Togu Balık, Bavıl Balık, Bay Balık, Ordu Balıg (Kaş Balık, Kaşgar, Ka-Şa), Kuz Balık,(Ordu Kent, Kuz Ordu, Kuz Uluş, Balagasun), Can Balık, Çakuk Balık, Yengi Balık, Barçınlıg Kent, ManKent, Öz Kent, Taş Kent, Tün Kent, Semiz Kent (Senirkent), Süt Kent, yegen Kent, Temir Kapıg, Turfan,İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.comBukarak (Buhara), Suğnak, Karnak, Barçuk, Karaçuk, Kazvin, Kinküt, Koçungar Başı (Koçgar), Kuça,Argu, Aşnaş, Sayram, Savran, Talas, Taraz, Sûyab, Cend, Yafınç, Yafgu, Almalıg, Altun Kır, Altındağ,Altun Tepe, Çuy Tepe, Turtkul Tepe, Çardan, Bayırkum, Balu, Barsgan, Barhan, İşkan, Kençek Sengir,Yesi, Ribatat … vd” Bu listeye ek olarak Etrüsk kentlerini ve Karadeniz’in kuzeyinde yer alan kentleri (Kiev, Saray,Sarkel, Bulgar, Kazan, Samandar, Balanjar, İtil) de eklemek gerek. Bütün buların hepsi hala toprakaltında Türk tarihinin sırlarını saklamaktadır. Tebliğimize son vermeden önce son olarak, okuyucumuzun aklına takılacağını düşündüğümüzson bir konuya daha kısaca değinmek istiyoruz. Türklerin kendilerine ait rapor veya kitap gibi hiç yazılıbelgesi yok muydu? Vardı. Karadeniz’in kuzeyinde ve Türkistan’da Türkler tarafından yazılı belgelerKazan Kütüphanesi’nde toplanmıştı. Ruslar 1552 yılında Kazan’ı hile ile aldığında kütüphaneyitamamen yaktılar. Bunu yaparlarken, herhangi bir Rus tarafından yazılmış tek bir kitapları yoktu. BirRus’un yazdığı ilk kitap, 1763 yılında Lomonosov adlı biri tarafından yazılmış olan kitaptır. Yani KazanKütüphanesi’nin yakılmasından 210 yıl sonra. Kütüphanenin yakılmasından maksat, kültürel olarakTürk varlığını çökertmekti. Nitekim Kilise Avrupa üzerinde nereyi denetim altına aldıysa, orada elegeçirdiği eski kitapların hepsini yakmıştır. Ortodoksluk ideolojini devlet politikası haline getirenRusların yaptığı da hocasından gördüğüdür. Batı dünyası bu gerçekleri göz ardı ederek, kendi ataları tarafından yok edilmiş olan kültürdeğerlerini unutarak, göçebenin kitabı, arşivi yoktu, bunları Avrupalılardan öğrendiler, demektedir.Oysa tarih söz konusu olduğunda tamamen tersi doğrudur. Sıradaki soru, Avrupalı kavimler karşısında bu kadar gerilemenin nasıl mümkün olduğudur. Busoruyu, entelektüellerimizin cevabını aramak zorunda olduğu en değerli sorulardan biri olarakaklımızın bir köşesinde daima yaşatmalıyız. Bunu açıklamak için sürdürülen çabalara katılmalıyız ve 22destek olmalıyız. NOTLAR1 a. g. e. 1. Cilt, sayfa 1502 Ahmet Hamdi Başer, Atatürk’le Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye, 1945, sayfa 1143 Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası, Say Yayınları4 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, İletişim Yayınları,5 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 234-2356 Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı, sayfa 1927 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 2388 Anabritannica, 2. Cilt, sayfa 4209 Neşet Çağatay, Prof. Dr, İslam Döneminde Arap Tarihi, Tarih Kurumu, 198910 İbrahim Okur, Arsızlık ve Kültür/ Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor?, 2002, sayfa 6011 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 23712 Aydın Taneri, Prof. Dr., Türk Devlet Geleneği, Milli Eğitim Bakanlığı, 1993, sayfa 7013 Grolier Ansiklopedisi, 6. Cilt, sayfa 28414 AnaBritannica, 13. Cilt, sayfa 25515 Grigory Tomski, Attila, İlk Avrupalı, Papirus Yayınları, 200516 Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1971, sayfa 7017 Herbert Heaton, Avrupa İktisat Tarihi, İmge Yayınevi, 1995, sayfa 8018 AnaBritannica, 16. Cilt, sayfa 36119 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi 1, Türk Tarih Kurumu, 2010, sayfa 5İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKURwww.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com20 Muazzez İlmiye Çığ, Tarihten Bir Kesit Etrüskler, Sempozyum Bildirileri, Tarih Kurumu, sayfa11721 http://www.google.com.tr/imgres?q=Arkeology:+the+city+of+Mari+map22 Begmyrat Gerey, 5000 Yıllık Sumer-Türkmen Bağları, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2004, sayfa 12523 Büyük Larousse, Sözlük ve Ansiklopedisi, 13. Cilt, Gelişim Yayınları, sayfa 780424 AnaBritannica, 22. Cilt, sayfa 34425 Ekrem Memiş, Eski Çağ Türkiye Tarihi, sayfa 3326 Ekrem Memiş, Prof. Dr., Etrüsk Kavminin Oluşumunda Troyalıların ve İskitlerin (Sakalar) Rolü adlı makalesi; Tarihten Bir Kesit Etrüskler, Sempozyum Bildirileri, Tarih Kurumu, sayfa10827 http://tr.wikipedia.org/wiki/Merneptah_Steli28 Ekrem Memiş, Eski Çağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 2001, sayfa 16429 http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/c4/Merneptah_Israel_Stele_Cairo.JPG30 http://www.google.com.tr/imgres?q=Sea+Battles+of+Rameses+III31 http://www.museumphotography.com/Habupage/habu.htm32 http://2mi3.files.wordpress.com/2009/04/aeneas-4.jpg33 Halil Demircioğlu, Prof. Dr. Roma Tarihi, 1. Cilt, 3. Baskı, 1993, sayfa 3734 http://www.google.com.tr/imgres?q=romus+ve+romulus35 Halil Demircioğlu, Prof. Dr. Roma Tarihi, 1. Cilt, 3. Baskı, 1993, sayfa 3836 Asım Tanış, İtalyanca Türkçe Sözlük, İnkılâp Yayınevi, 198637 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 33438 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 33839 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 33840 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 34341 Herodot, Tarih, Remzi Kitabevi, 1991, sayfa 4742 M. Ünal Mutlu, Sumerce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir, Tarihten Bir Kesit/ Etrüskler, 2008, T. Tarih Kurumu, s. 137-15943 http://www.google.com.tr/imgres?q=Etr%C3%BCsk+sanat%C4%B1&um=1&hl=tr&biw=1366&bih=621 2344http://paleoglot.blogspot.com/2009/07/identity-of-etruscan-god-tecum.html45 http://www.google.com.tr/imgres?q=ancient+liver+oracle46 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, Tarih Kurumu Yayınları, 1987, sayfa 7147 M. Ünal Mutlu, Sumerce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir, Tarihten Bir Kesit/ Etrüskler, 2008, T. Tarih K., s. 11948 Osman Karatay, Hırvat Ulusunun Oluşumu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2000, s. 2549 http://www.google.com.tr/imgres?q=hakkarideki+balballar50 Laszlo Rasonyi, Doğu Avrupa’da Türklük, Selenge Yayınları, 2006, sayfa 3751 Laszlo Rasonyi, Doğu Avrupa’da Türklük, Selenge Yayınları, 2006, sayfa 3652 Osman Karatay, Hırvat Ulusunun Oluşumu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2000, sayfa 9853 Cengiz Akyılmaz, Eski Türk Uygarlık Eserleri, Tarihten Bir Kesit Etrüskler, Sempozyum Bildirileri, Tarih Kur, s. 192 İBRAHİM OKUR
  • Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...