23 Haziran 2014

GÜNÜMÜZ İSRAİLOĞULLARINA AİT OLMAYAN DİN BİLGİSİ



GÜNÜMÜZ İSRAİLOĞULLARINA AİT OLMAYAN DİN BİLGİSİ

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر,ينَ

(ÂLİ IMRÂN suresi 54. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
(Ve mekeru ve mekerallah, vallahu hayrul makirîn.)

Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Aşama-aşama gidelim, Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren, Hıristiyanlık adına hareket edenlerin, nasıl kitap düşmanı oldukları, gittikleri yerde yakmadık kitap bırakmadıkları, ilerleyen aşamalarda sunulan belgelerde açık olarak görülecektir. Tarihten sayfalarına saklanmak istenen bu kitap yakma mantıksızlığı, bilinçli olarak ve bazı gerçekleri örtmek ve hatta tarihten silmek amacı ile yapılmıştır.
Tarihi delilleri yok edenler, Toplumların Ne Düşüneceğini’” şansa bırakmak istemiyor, Adeta, İnsanlığın beynini, “Kurgulamak / Programlamak” istiyorlar. Bunu rahatça yapabilmeleri için, insanların beyinlerinin anlamsız detaylarla doldurulması, bir sürü saçmalıkla meşgul edilmesi gerekiyor.  Kendi toplumlarını uzun yıllar Ana Dilleri ile, ibadet etmekten, Dinlerini yaşamaktan mahrum bıraktıkları gibi, İslam toplumlarının da Ana Dilleri ile, Kur’an’ı okumalarını / Dinlerini yaşamalarını önlemek için; çok kurnaz uygulamaların programlayıcısı ve yardımcıları oldular. İslam’ı çıkarı için kullanmak isteyen, Siyasi güçlerin ve Din Adam(!)larının desteğini de alınca, saf halkı aldatmak hiç de zor olmadı.  –bunların Kimler olduğu ve bunu neden ve nasıl yaptıkları sonraki aşamalarda ortaya konulacaktır- 

Netice: Bu hastalık, “Ana Dilde okumayı Kuran okumak saymayacak kadar” kronikleşmiştir. Daha acısı, “Bunun bir Hastalık olduğu Bilinci”  kafalarından çalınmıştır.

Diğer taraftan İslam alemi, “Tahrif edildiği düşüncesi ile”  Kitabı Mukaddesi,  ciddiye alıp, objektif bir bakış açısı ile incelememiştir. Bilinmesi gereken önemli gerçek. “Kitabı Mukaddes”  adı ile gönderilen İlahi bir Kitap yoktur. Kitabı Mukaddes;bize,  “Tevrat, Zebur, … İncil”in toplamı olarak sunuluyor. Kitabı Mukaddes’in, Kuran’da bildirilen bu ilahi kitaplarla da alakası yoktur. Bu izleri sürerek, Kitabı Mukaddesin araştırılıp, gerçekleri ortaya konulması gerekmektedir
“Gerçekleri örtülmesi için” harcanan tüm çabalara rağmen, Kazınamayan bu izler arasında; kör gözlere bile, batacak kadar sırıtan bir gerçek var. Şartlandığımız bu noksan bakış açısı; Kitabı Mukaddesin incelemesine yirmi yılını veren Benim bile, yıllardır görmemi engellemiştir. 
Kitab-ı Mukaddeste yazılan gerçeğin aksine; Bizlere, Hz. İbrahim’in, “Fırat’ın batısından Sümerlere ait UR şehrinden kalkıp kuzeye Harran'a oradan tekrar güneye Filistin bölgesine hareket ettiği…”  yalanı söylendi.
Kitabı Mukaddesin ifadesine göre,  Hz. İbrahim’in yolculuğu Fırat'ın doğusundan başlamıştır. (Jos 24:2,3,14,15)

Diğer yüzümüze tokat gibi vurulan gerçek ise Kitabı Mukaddes anlatımlarının Sümer dönemine ait olduğu hatta bazı bölümlerin birebir alıntı olduğudur.

Bu aldatmanın / Yalanların nedeni..?

Başımızı Fırat’ın doğusuna çevirdiğimizde, orasını Türkçenin yaşadığı topraklar olarak görüyoruz.

Kimi tarihçilerimizin iddia ettikleri gibi, Anadolu’nun 35 bin yıldır Türk yurdu olduğu gerçeği doğrumudur?  Şayet böylesi bir iddialar doğruysa karartılmış silinmeye çalışılmış geçmişimize ait bu delilleri gün ışığına çıkarabilmek mümkün müdür?
Ortaya koyacağım delillerle, Batının Türklere ve Türkçeye neden amansız bir düşman olduğu da  anlaşılacaktır.

Böylesi bir gerçek, bilinen dünya tarihinin tamamıyla yalanlar üzerine kurulduğunu da ortaya koymuş olacaktır. Yalanlar üzerine kurdukları bu düzenin devam edebilmesi için, “Türkçenin ve Türklerin yok edilmesi(!)” gerçeği(!) de anlaşılmış olacaktır. 
**  ''Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. ''  (Ali imran 54)

(Burada anımsatalım… Allah’ın tuzak kurması, “Bildiğimiz anlamda tuzak kurmak”  değildir. Kurulan tuzakları boşa çıkarmak, Kuranların yüzüne vurmak ve -zamanı geldiğinde- hesabını görmek anlamındadır.)
Allah, “daha Hayırlı olan”  bu Tuzağını; Çalınan Tarihin delillerini, Kitabı Mukaddesin içine çakarak kurmuştur. Gören gözler, bunlar önlerine serilince; “Bu kadarı da olabilir mi?” diyeceklerdir. Ancak, biraz sabır göstererek, bu yazımızı dikkatle okumaları gerekiyor.



Yaratan’ımızın, -bu Ayetinin hükmü gereğince- bu tuzağı kuranların, Yalanlarını yüzlerine vurması kaçınılmazdır. 
Konunun daha iyi anlaşılması için, bir-iki alıntı daha yapalım.

4. ETRÜSKLER, TÜRK MÜDÜR?

Orta Asya’dan dünyanın diğer yerleşik yerlerine yapılan göçler sonucunda, Orta Asya’da gelişen medeniyet ve özellikle de yazı Avrupa’ya taşınmıştır. Binlerce sene süren göçler, ilk olarak M.Ö. 5.000’lerde İskandinav ülkelerine doğru başlamıştır. ETRÜSK olarak adlandırılan bu toplum İtalya’ya gelmeden önce, Fransa’da, Glozel’de ve Avusturya’da (M.Ö. 4.000) yaşamışlardır. Etrüskler’in M.Ö. 1.500’lerde Po ovasına oradan da maden bakımından zengin olan Etrürye denilen Toskana bölgesine yerleştikleri buralarda bulunan kalıntılardan anlaşılmıştır.



Etrüsklerin hâkimiyeti kuzeyde Po ovasından Roma şehrinin güneyine kadar hem karada hem de denizde üstün bir medeniyet olarak sürmüştür. M.Ö. 600 yıllarında en güçlü oldukları dönemde Roma şehri M.Ö. 743 de Etrüsk’ lü Romulus tarafından kurulmuştur. Roma şehrinin simgesi olan ve Roma şehrinin değişik yerlerinde bulunan heykel, Türk’lere Ergenekon’da yol gösteren efsanevi hayvan dişi kurt Asena’nın memelerinden süt emen iki çocuk simgesidir.

Roma şehrini kuranların Etrüskler olduğu ve bunların da Türk oldukları, 2004 yılında Etrüsk mezarlarındaki kemiklerin genetik araştırmalarından da anlaşılmıştır. İtalya’da Ferrara Üniversitesi Genetik bilimci Prof. Guido BARBUJANİ, Firenze İtalya’da Ferrara Üniversitesi Genetik bilimci Prof. Guido BARBUJANİ, Firenze Üniversitesinden Prof. Davit CARAMELLİ, Bologna Üniversitesi Prof. Loredana CASTRY, Parma Üniversitesi Prof. Antonella CASOLİ, Pisa Üniversitesi Prof. Francesco MALLEGNİ, İspanya Barselona’da Pompeu Farba Üniversitesi Prof. Carles LALUEZA imzalı raporda yaşları 2700 ile 2300 arasında değişen 80 Etrüks iskeletinin genetik araştırması sonucunda Etrüsklerin Doğulu olduğu sonucu açıklanmıştır. Ayrıca, Etrüsklerin Orta Asya’dan gelen ama Hazar kuzeyinden gelip Avusturya’daki İnsburg bölgesi üzerinden İtalya’nın Po ovası bölgesine inen bir halk olduğunu, Sn.Kazım MİRŞAN’ın Etrüsklerden kalma üzeri yazılı belgeleri okumasından da anlaşılmaktadır. 

İtalya’da 1995 yılında Etrüsk konusunda en yetkili bilim adamı olan Floransa’dan Prof.Dr. Giovannangelo CAMPOREALE, Sn Mirşan ile bir hafta süren görüşmeleri sonrasında Etrüsk yazıtlarının Erken Türkçe olduğunu kabul etmiştir.
Ayrıca araştırmacı yazar rahmetli Adile AYDA, ‘Etrüskler Türk mü idi?’ (Ankara 1974), kitabında da aynı konu işlenmiştir. Adile AYDA bu araştırmalarında özellikle Türkçe ve Etrüskçe arasında söz benzetmeleri yapmıştır. Adile AYDA ayrıca,’Herodot (M.Ö. 484-425 ) Attika halkının Helen asıllı olmadığını söylemekte’ diyerek, Etrüsk’lerin Türk olduğunu belirtmektedir.

Roma’yı Kuran Etrüsklerin M.Ö. 100 yılına kadar bu bölgede üstünlüklerinin sürmesine karşın bir süre sonra kendi dillerini konuşmayı bırakarak Latince konuşmaya başlamışlar, sonrasında da kültürlerini kaybederek tarih sahnesinden yok olmuşlardır.

3. TÜRK NE DEMEKTİR?

Güneyde Himalaya dağları, Kuzeyde, Kuzey Buz Denizi, Doğuda Kore Denizi, batıda Balkanlar’a kadar uzanan coğrafya ile Asya ve Avrupa kıtalarının yani Avrasya olarak adlandırdığımız karanın milyonlarca kilometre karelik topraklarında, son buzul çağının sona erdiği 12 bin yıl zaman derinliğinde yaşamış insanlar, meydana getirdikleri yazılı eserlerde kendilerini Türk olarak adlandırmışlar ve ortak dil olarak da Türkçeyi kullanmışlardır.
Bu insanlar neden kendilerine Türk demişlerdir? Türk kelimesi ne anlama gelmektedir? Bunu, eski Türkçe yazıt olan ve edebi bir dille yazılan Türkistan’daki Orhun Abidelerinden öğreniyoruz.

Bu yazıtta Türk, yaratana inanan anlamında kullanılmıştır. Fin Uygur Derneği Coğrafya Cemiyetinin 1890 yılında yayınladığı, Orhun yazıtlarının ilk çözümünü kapsayan, tahrif edilmemiş, aslına en uygun olan ‘Fin Atlası’ kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda “Ökük”Türök’ yani "Rabbani Türük ", "Tanrı Türü" denilmektedir. Türklerin Orhun Yazıtlarından önceki binlerce yıllık tarihinde, Asya'nın milyonlarca kilometre kare topraklarına yayılmış yaşarlarken kendilerine verdikleri ad; "töreye uyan" "yaratanını bilir", "Rabbani Türk", "Tanrısını tanır", "Yaratanına bağlı" anlamlarında "Ökük Türök" dür. "Ökük Türök " deki "Ök" (tanrı, yaratan) Türkçe deki ses uyumundan dolayı "ük" olmuş ve kelime böylece "Türük" olarak okunmuş, günümüze de Türk olarak gelmiştir. “Ök” ekinin günümüzdeki kullanımına “Öksüz ve Ökkeş“ kelimelerinde rastlayabiliriz. Yaratan anlamında kullanılan “Ök” eki ile Öksüz, yaratanını yitirmiş, yetim anlamında, Ökkeş ise yaratanına bağlı anlamında kullanılmaktadır.

Yani günümüzden binlerce sene önce Türk kelimesi, o bölgede ve sonrasında tüm dünyaya yayılmış, yaratana inanan insanları tanımlamak amacıyla kullanılmıştır ve hiçbir zaman bir ırkı tanımlamak için kullanılmamıştır.

O zamanın anlayışına göre, günümüzde de olduğu gibi Türk olmak için Türk ana ve babadan da türemek gerekmiyordu. Zaten 18 yy. a kadar savaşların amaç ve yöntemlerini anımsarsak pratikte de bunun böyle olamayacağını anlarız. Bir birleriyle savaşan iki taraftan yenen, yenilen tarafın erkeklerini öldürmüş kadınlarını ise kendilerine eş olarak almış, bu şekilde de neslini devam ettirmiştir. Dolayısıyla saf, arı bir ırktan bahsetmek mümkün değildir.

Sayın Ahmet Yaman, Çevreci Doğa Sever,Araştırmacı kardeşimiz bunları söylemekte ve söylediklerinde haklıdır, Roma'nın kurucusu Etrüsk'lerin mezarlarından alınan DNA örneklerinden yapılan testlerle TÜRK olduklarını batı, kendi eliyle ispat etmiştir, Fakat bu gerçeği, açıkça paylaşmak yerine, bu gerçekten duydukları rahatsızlıklar nedeni ile; bu haberi bile örterek / bulandırarak vermektedir.
Buyrun, bu konuda yabancı kaynak olarak;


Burada verilen haberi okuyabilirsiniz, DNA sonucunda bu insanların günümüz Anadolu topraklarından  geldikleri tesbit edilmiştir denmektedir, TÜRK'türler demenin haricinde,
Diğer taraftan konu hakkında Sayın Sn. Turgay TÜFEKÇİOĞLU bizlere şu bilgileri aktarmaktadır.

Amerikalı Jeolog ve Arkeolog Prof. Raphael PUMPELLY (1837-1923). Türkistan’da ilki (1864- 1865) yıllarında olmak üzere uzun yıllar çalışmış ve 1904 yılında Türkistan’daki Aşkabat şehrine 5 km uzaklıktaki tarihî ANO şehrindeki iki kurganı kazmış. Kazı sonuçlarını “Explorations in Turkestan” kitabında yayınlamıştır. Araştırmaları sonunda ANO’daki kurganda İsa’dan önce 6.000 yılına kadar inilmiştir. Kitapta Türkistan’daki buğday ziraatının İ.Ö 8.000, hayvanların ehlileştirilmesinin İ.Ö. 6.800-8.000 tarihlerinde olduğunu belirtmektedir. Kitapta ANO’nun insanlık için önemi belirtilirken söylenen aynen şunlardır. 
“Başlangıcı yer kürenin derinliklerine gömülü olan ve tepesinde iskeletler bulunan Türkistan’ın ANO medeniyetine bu uzun geçmiş kültürüne baktığımız zaman Mezopotamya ve Mısır’ın kültürlerinden daha eski bir çağda 2.000 yıl devam etmiş olan bir medeniyet ile karşılaşmış oluruz. Daha başlangıçta evli barklı bir köy hayatı görünüyor, kadınlar iplik büküyor, dokuma yapıyor, ekip biçiyor, zahireyi değirmen taşında öğütmeyi, fırınlarda ekmek pişirmeyi biliyorlardı. Çömlekçilik sanatkârları kaplara şekiller veriyor, ıslak killerden kapların etrafına yer yer halkalar yapıyor, uzak zamanlardan miras kalan boyalarla üzerlerine şekiller çiziyorlardı… atın insan kontrolü altına alınmasının başlangıcını burada görüyorum.” (R.Pumpelly, Explorations in Turkestan, t-1, p-49)


Kâzım MİRŞAN bir ömür süren çalışmaları sonunda yayınladığı 40’ın üzerindeki bazıları İngilizce ve Almanca olan kitaplarında okuduğu Erken Türk Yazıtlarındaki bilgilere bağlı kalarak özetle diyor ki;

- 12 hayvanlı Türk takvimi dünyadaki ilk takvimdir.

- İlk Ödüsleri (Devletleri) Türkler kurmuştur (ON UYUL (On Federasyonu), AT İL ).
- Pusulayı, anahtarı, saati, kâğıdı ve matbaayı Türkler buldu.
- Ulu-Kem, Baykal-Lena, Altay, Talas, Moğolistan, Başkurdistan, İskiteli, Van Camonica, Anadolu, İsviçre, Etrüsk, Yunanistan, Makedonya, Fransa, Portekiz, Ön-Mısır, İskandinavya yazılarını okudum.
- “Türük Bilin “tarihi ilgili bütün bilgileri veren tarihçiler;
(1) Yoluğ TİGİN (İ.Ö. 879- İ.S. 580) Saray tarihçileri.
(2) Bilge Atun UQUQ (İ.Ö. 565-538).
(3) Qagan İnisi Oyı Çur TİGİN, Ulayu Tört TİGİN.
(4) Önre Bına BAŞI (İ.Ö. 530-493).
(5) Alp-Erin (İ.Ö. 322 ).

Bu tarihçilerin yazdığı ve bugün elimizde bulunan eski Türk yazıtlarına göre, “İÇÜÜM APAM BUUMIN QAGAN İSTEMİ”
Adının anlamı “Tabi olduğum Allah’ın arzusu olan Milletimin Kaanı”dır.“Türük Bilin” kurucusudur. Yaklaşık olarak d.ö.889’da doğmuş, d.ö. 879 Seleneyi alarak UÇUŞ BAŞI başkent olmak üzere “Türük Bili” kurmuş, yüz yaşının üzerinde ölmüştür”. Bunları Kâzım MİRŞAN yazıyor, söylüyor, aslında bunlar onun söylediklerinin tamamının yanında çok kısa bir özeti.

ayrıca son zamanlarda tarihin yeniden yazılmasını gerektirecek bir diğer arkelojik bulguyuda unutmayalım,

Dünyanın en eski tapınağı ortaya çıktı
Harran Ovası'nın tam göbeğinde dünyanın en eski tapınağı ortaya çıktı. Tapınak tam 12 bin yıllık...
ntvmsnbc
Güncelleme: 14:28 TSİ 18 Mart. 2010 Perşembe



İSTANBUL - Radikal Gazetesi'nin haberine göre, 1996 yılından bu yana Alman arkeolog Klaus Schmidt önderliğinde sürdürülen kazılarda Şanlıurfa’nın 17 km doğusunda, Göbeklitepe'de Harran Ovası'nın tam göbeğinde dünyanın en eski tapınağı bulundu.
2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca birinci derece sit alanı ilan edilen Göbeklitepe insanlarının Neolitik Dönem’de yaşadıkları tespit edildi. Neolotik Dönem Paleotik ve Mezolitik dönemlerden sonra gelen, ‘Yeni Taş’, en bilinen adıyla da ‘Cilalı Taş Devri’ne denk düşüyor. İnsanoğlu ilk kez bu dönemde doğa ile ilişkisini kendi lehine çevirdi avcılık, toplayıcılık ile birlikte tarıma geçti. Göbeklitepe, insanoğlunun ilk kez tarım yaptığı, deneme yanılma yoluyla arpa, buğday, mercimek türü ürünleri yetiştirmeye çalıştığı bir yer.

KAZIDA HEYKELCİKLER ORTAYA ÇIKTI
Kazıda ortaya çıkan tapınak yapılarındaki kurt kafaları, yaban domuzları, leylek, tilki, ceylan, akrep, yılan ve kafası olmayan insan kabartması o dönem benimsenen inançla ilgili önemli bulguları oluşturuyor. Kazıdan çıkan heykelcikler, şimdilik Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin deposunda saklanıyor.

M.Ö. 10 bin yılına konumlanan tapınak, dairesel bir yapıya sahip. Harran Ovası’nı tepeden gören tapınağın bölgenin merkezi olduğu tahmin ediliyor.

EN ESKİ HEYKEL ATOLYESİ
Bu bilinmezliğin çözülmesi için her bilim dalından ekiplerin işbirliği içinde olması gerektiğini vurgulayan Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Sabri Kürkçüoğlu çalışmaları şöyle anlatıyor: “Tapınak yapılarından sekizi gün yüzüne çıkarıldı; 16 yapı hâlâ toprak altında. Burada dünyada bilinen en eski heykel atölyesi de var. Aynı zamanda hayvanların evcilleştirildiği ilk dönemden bahsediyoruz. Göbeklitepe, arkeoloji alanında bir çığır açtı. Dünyadaki arkeologlardan bölgeye yönelik geniş bir ilgi var. Ancak Türkiye’de sadece stajyer öğrencilerin ilgisini çekiyor! İnsanoğlunun yerleşik yaşama geçişinde açlık korkusu ve korunma içgüdüsünün etkili olduğu bilinirdi. Ancak Göbeklitepe bu tabuyu yıktı. Artık dinsel inanışların da yerleşik yaşama geçiş de etkili olduğu ispatlanmış oldu.”
DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI

Bilinen en eski tapınak, M.Ö. 5 bin yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak. Göbeklitepe, ondan 5 bin yıl daha eski! ..........

kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25071084/#storyContinued

Harran Ovası'nın tam göbeğinde 12 bin yıllık - dünyanın en eski - tapınağı ortaya çıkıyor 
Türkistan’daki buğday ziraatının İ.Ö 8.000,
Hayvanların ehlileştirilmesinin İ.Ö. 6.800-8.000 tarihlerinde olduğunu ortaya konuluyor.
Tüm bunlar Türkçenin konuşulduğu topraklarda olmaktadır,
Başka bir ifade ile; “İ.Ö.6800-12000 yıl önce, bu Topraklarda Türkçe konuşuluyor.”
Tüm bunların Anlamı nedir?
Bu gerçekler ortada iken…!
Roma'nın kurucularının,
Avrupa’ya yazıyı, Medeni Devlet anlayışını getirenlerin
Türk’ler olduğunu Neden yok denecek kadar az insan bilmektedir…?
Bunun Nedeni yukarı da açıklandığı –ve açıklanacağı- gibi; Tarihin, bilinçli olarak tahrifi ve gizlenmesidir.
ve ortadaki bu tarihlere,Hıristiyan dünyasının anlayışına(!) göre daha ADEM bile yaratılmamıştır.
Orhun yazıtlarının ilk çözümünü kapsayan, tahrif edilmemiş, aslına en uygun olan "Fin Atlası" kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda “Ökük Türök” yani "Rabbani Türük / Tanrı Türü" denilmektedir.

Bu gerçek, bize “Doğru tüm bildiklerimizi” yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır.
“Ökük Türök” 'e verilen "Rabbani Türük / Tanrı Türü" anlamları;
**  …. her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. …. (İbrahim/4)
Ayeti gereğince; Türkçe konuşan toplumlara da Peygamber gönderdiğinin, bir başka kanıtıdır.
Ama Bizim ortaya koyacağımız delillerin bunların da ötesinde ve doğrudan Kitabı Mukaddes’ten olacaktır.
Yukarıdaki bu gerçekler bize günümüz Firavunların yazdığı tarihin bilinçli bir yalan olduğunu ortaya koyan gerçeklerden sadece biridir. Ve onların iddia ettikleri gibi, Türk’ler, Anadolu’ya 1071'de değil, Çok-çok daha önce gelmişler / Sahip olmuşlardır. Ortada olan gerçek Anadolu'nun hatta dünya tarihinin Türk’le-Türkçe ile başladığıdır. Bu noktayı ileriki aşamalarda detaylı ele alınacaktır.

Herhangi bir Kutsal kitabın; O’na ilk muhatap olan Toplumun Dili ile İndirilmesi, Mantıki bir Mecburiyettir.

Bunun doğal sonucu; Tevrat’ın Aslı da, ilk muhataplarının dili iledir.
Bu gerçekler açısından baktığımızda; aslının İbranice olduğu iddia edilen Kitabı Mukaddesin kaynağının Türkçe olduğu sonucuna varırız. Bu sonuca,  “bu yazıtların orijinal lisanına bakarak da”  ulaşacağız.
Bunu anlayabilmemiz için, orijinal lisanında bu delilleri arayacağız.

İbraniler

İbraniler, geçmişte, günümüz (Suriye) ve Mısır'ından Kuveyt'e kadar olan topraklarda yaşamış olan kadim bir halk. İbranî asıllı halk olarak genellikle İsrailoğulları, Edomitler, Midianitler, Aramiler ve Yoktanitler anılır. 

Günümüz İsrail halkı İbranice konuşur.
Yahudi kutsal kitabı Tanah veya Hristiyanlıktaki adıyla Eski Ahit'te sıkça bahsi geçen İbranilerin soyunun Yakup'tan geldiğine inanılır. Tanah'a göre Yakup'a tanrı tarafından İsrail ismi verilmiştir[1]. Kur'an'da da İsrail ismi Yakup yerine kullanılmıştır [2]. Yusuf zamanında Mısır'a yerleşmişlerdir. M.Ö. 1300 yıllarında Mısır'dan çıktıktan sonra Yehuda ve İsrail krallıklarını kurmuşlardır.  



Kökenleri 
İbranilerin kökeni ile ilgili tartışmalar halen devam etmektedir. İbranîler genellikle Hurriler tarafından günümüze ulaşmış olan Habiru adıyla tanımlanmaktadırlar. Bu isim ile genellikle Fıratve Dicle nehirleri arasindaki Mezopotamya bölgesinde bulunan Habur ovasından gelen halk kastedilmektedir.Yahudîliğin anlatımlarına göre ilk İbranîler  İbrahim'in doğduğu şehir olan tarihî Ur şehrinden gelmişlerdir.
Ur şehrinde İbrahim döneminde de Arabistan yarım adasından buraya göçmüş olan Sami halklar çoğunluktaydı.  Araplar gibi, İbranîler ve Kenanlılar da Sami halklardandır. Her iki tanımlamanın, yani Arap ve İbrani adlarının her iki dilde göç etmek ya da geçmek anlamına gelen 'abara kelimesinden geldiği sanılır. Arapçadaki 'عبرى' ('ibrî) kelimesi İbranî anlamındadır. Arap anlamına gelen 'عربى' ('arabî) kelimesinin bu sözcüğün bir göçüşmesi olduğu sanılıyor.İbranilerde tek tanrı inancı vardı.
Semitik diller
Akkad, Amharic, Qatabanic Fenike Arapça, Aramice, Argobba, Kenanlı, Chaha, Ge'ez, Hadhramautic, İbranice, Himyaritic, Malta, Mandence, Nabataean'ın,, Redjang, Sebe, Sabaic, Silt'e, Süryani, Tigre, Tigrinya Ugaritik
Vikipedi, özgür ansiklopedi.'den yapılan bu alıntı, İbraniler,  İsrailoğulları, hakkındaki  genel bilgiyi görüşü yansıtır.
İlahi dinlerin atası sayılan Hz. İbrahim'in yolculuğunun Mezopotamya'da Fırat nehrinin batısında Sümerlere ait Urşehrinden başlayıp Mekke'de son bulduğu anlatılır, bu Hıristiyan ve İslami kaynaklara göre kabul görmüş klasik bir anlatım şeklidir. Örnek haritaya baktığımızda da görüleceği gibide Ur şehri Fırat’ın batısında yer almaktadır.


Gen 11:26 Yetmiş yaşından sonra Terah'ın Avram, Nahor ve Haran adlı oğulları oldu.

Gen 11:31 Terah, oğlu Avram'ı, Haran'ın oğlu olan torunu Lut'u ve Avram'ın karısı olan gelini Saray'ı yanına aldı. Kenan ülkesine gitmek üzere Kildaniler'in Ur Kenti'nden ayrıldılar. Harran'a gidip oraya yerleştiler.
Gen 11:32 Terah iki yüz beş yıl yaşadıktan sonra Harran'da öldü

Diğer taraftan bahsi geçen Kildaniler''in Fıratın doğusunda yaşadıklarını veya Fıratın doğusunda da bir başka Kildaniler' ülkesi olduğunu kabul etmek durumundayız. Kitabı Mukaddesin bizi kabule zorladığı gerçek, Fıratın doğusunda da aynı şehir isimleriyle bir başka Kildaniler' ülkesi mi var olduğu gerçeğidir.
Asıl şaşırtıcı nokta, İsrailoğulları’nın Hz. Musa ile günümüz ülkesi Mısır'dan esaretten kurtuluşlarıyla  ilgili herhangi bir bilimsel  izin / delilin ortaya konmamış olmasıdır.

Kitabı Mukaddesin Bu anlatım şekli,  yani,  “İbranilerin ve Hıristiyanların Hz. İbrahim'in yolculuğunu Fırat’ın batısından başlatmaları”   (Gen.11:31) deki ifadeye de uymaktadır.  Fakat bu ifade,  (Jos 24: 2,3,14,15) de, geçen “Fırat ırmağının ötesi (doğusu)”  ifadesi ile çelişir. Çelişki burada bitmez.   

Fırat olarak çevrilen ''H5104 : nâhâr, naw-hawr '' kelimesi İngilizce çevirilere '' flood, yani SEL '' olarak girmiştir, Fırat kelimesi olan   “H6578 : per-awth'' bu alıntılarda kullanılmamıştır. (Jos 24: 2,3,14,15) e göre, Yeşu ve Tanrı Yahve onlara SEL’in  öteki tarafından kurtarıldıklarını belirtmektedir.
Bu tespitle ortaya başka değişik bulgular da çıkmaktadır, bunların en önemlisi bahsi geçen SEL Hz.Nuh döneminde olan SEL yani TUFAN'dır, bu durumda bu tufanın Kitabı Mukaddesin belirttiği gibi tüm dünyayı kapsamadığı, Kuranın belirttiği gibi yöresel olduğunu ortaya koyar.

Ortaya konulan durumların toplu bir değerlendirmesini yapmak için, konu üzerine dikkatle eğildiğimizde, bir çelişkiler yumağı ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.

Yukarıda zikredilen,  (Jos 24: 2,3) deki;

“…Atanız İbrahim’i Fırat Irmağının öte yakasından (doğusundan) alıp, bütün Kenan topraklarında dolaştırdım…”
ifadesi esas alındığında:
--  İbrahim’in (Fırat’ın batısındaki, Sümerlere ait)  “UR Kentinden hareket ettiği?”  genel kabullerinin ve (Gen.11:31) İfadesinin gerçek olmadığı görülür.
--  Kildaniler’in ülkesi, (Gen.11:31) e göre, Fırat’ın Batısında, (Jos.24:2, 3, 14,15) e göre doğusundadır.
Fırat olarak geçen ifadenin, İngilizce çeviride:  “SEL” olduğu dikkate alındığında:     
--  Bu SEL, Eğer Nuh’un tufanından sonra O bölgelerde olan bir SEL / TUFAN ise, bunun ayrıca Kitabı Mukaddeste geçmesi / anlatılması gerekir. Böyle bir anlatım var mı?
--  Bu SEL, Nuh’un TUFANI ise;
--  İbrahim’in Atalarının, Tufandan önce, Fırat – Dicle arasına yerleşmiş / yerleştirilmiş olmaları gerekir…?
Bu durum neresinden bakarsanız bakın tutarsızdır.
--  Tufanın olduğu bölgede,  Nuh’un gemisi ile kurtarılanlar dışında hayat kalmamıştır. SEL’den bahsedilen bir bölgede Hayatın devam ettiği düşünülemez.
--  Nuh’la İbrahim arasında büyük  (Zaman Aralığı) vardır. Nuh'un, İbrahim’den önce yaşadığı  gerçeği  Kitabı Mukaddes'te de  ifade edilmektedir.  Bunun açıklanabilmesi kolay değildir.
--  Çok abartılı bir varsayım olarak,  Fırat’ın / Sel’in öte yanına yerleşenlerin Hz. İbrahim’in Nuh’a dayanan / Gemi ile kurtarılan atalarının olduğu düşünüldüğün de, bu (Jos 24:2) de zikredilen, İbrahim’in babası Terah olamaz. Çok daha önceki göbekten dedeleri olabilir.
--  Bu durumda sel sona ermiştir.  “Selin öbür tarafına yerleşme / yerleştirilme”  söz konusu olamaz.  Dolayısı ile, Asırlar sonra  “İbrahim’in Selin öte yanından alınması”  hiç söz konusu olamaz.
Sorular daha da uzatılabilir. Fakat buna gerek yok…
Asıl Önemli Soru:  “Bu Niçin Yapılıyor…?”
Bunun Tek Tutarlı cevabı vardır.
--  Gerçeklerin Örtülmesi ve Tarihin saptırılması için…!
--  Nedir, Örtülmesi istenen Gerçekler…?
Yukarıda Belgeleri ile açıklandı.
Fırat’ın doğusunda / Mezopotamya’da; Türkler / Türkçe konuşan bir toplum yaşıyor…
Hz. İbrahim, Türkçe konuşan bir toplumun, Türkçe konuşan bir ferdidir.
Hz. Musa, Türkçe konuşan bir toplumun, Türkçe konuşan bir ferdidir.
Hz. Musa’nın tebliği, Doğal olarak, “Toplumunun Konuştuğu Dilden / Türkçe”  olmak durumundadır.
İşte, “Örtülmek İstenen / Tahrif edilen” Gerçek budur.
Fakat, Yaratan, buna müsaade etmemiş.  “Örtülemeyenler”  Yapanların Suçüstü Yakalanmalarına ve Gerçeklerin açığa çıkmasına yetecektir.      
Gen 2:14  And the nameH8034 of the thirdH7992 riverH5104 is Hiddekel:H2313 that is itH1931 which goethH1980 toward the eastH6926 of Assyria.H804 And the fourthH7243 riverH5104 is Euphrates.H6578
Gen 2:14 Üçüncü ırmağın adı Dicle'dir, Asur'un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat'tır.

Tüm Kitabı Mukaddeste 19 kere kullanılıp İngilizceye Euphrates, Türkçemize FIRAT olarak çevrilen '' H6578 per-awth'  '' kelimesinin Kitabı Mukaddeste kullanıldığı yerlere bakabilirsiniz. [d1]


 Kitabı Mukadeste 119 kere kullanılmış olduğu belirtilen '' naw-hawr'  '' kelimesinin ingilizceye genel olarak '' flood, river '' yani, SEL ve IRMAK anlamlarıyla giren bazı alıntılarda NİL ve FIRAT nehrini yani bahsedilen ırmağın adıyla çevrilen bu kelimenin kullanılmış olduğu yerleri kontrol edebilirsiniz. [d2]
Kitabı Mukaddes verileri topluca değerlendirildiğinde;  İsrailoğulları’nın atalarının, Nuh'un tufanından önce Fırat'ın doğusundan Harran'a yani günümüz Türkiye sınırları içine geldiklerini sonucu ortaya çıkmaktadır. 
Özü itibariyle, Tanah İsrailoğullarının tarihlerinin en başından İkinci Tapınak'ın yapımına kadar (M.Ö. 535 civarı) geçen dönemdeki Tanrı ile ilişkisinin hikâyesini anlatır. Bu, sıklıkla çekişmeli bir ilişki olmuş, İsrailoğulları Tanrı'ya olan inançları ile diğer tanrıların cazibesi arasında bocalamışlardır. Kutsal Kitap'ta yer alan gerçek üstü şahsiyetler arasında, inançları ile mücadele eden İbrahim, İshak ve Yakub ile İsrailoğullarını Mısır'dan çıkartan Musa da vardır.
İlk İbrani ve Yahudi halkının babası olarak kabul edilen İbrahim, çevresinde gördüğü putperestliği reddederek tek tanrıcılığı benimsemişti. Tek Tanrı'ya iman etmesinin ödülü olarak, İbrahim'e kalabalık bir soy vaat edildi: "[Rab] sonra Avram'ı dışarı çıkararak, 'Göklere bak' dedi, 'Yıldızları sayabilir misin? İşte senin soyun o kadar çok olacak'" (Tekvin 15:5). İbrahim'in ilk çocuğu İsmail, ikinci oğlu ise Tanrı'nın İbrahim'in kültünü sürdürecek ve sürülüp kurtarıldıktan sonra İsrail Diyarı'nı (o zamanki adı ile Kenaan Ülkesi) miras alacak olan İshak'tı. Tanrı ata Yakub'u ve çocuklarını, birçok kuşaktan sonra esir edilecekleri Mısır'a gönderdi. Tanrı'nın Musa'ya İsrailoğullarını esaretten kurtarmasını emretmesinin ardından Mısır'dan Çıkış gerçekleşti. İsrailoğulları, M.Ö. 1313 (Yahudi Yılı 2448) tarihinde Sina Dağı'nda toplantılar ve onlara Tora indirildi. (Neviim ve Ketuvim ile birlikte, bu kitaplar Yazılı Tora olarak bilinirken, Mişna ve Talmud ise Sözlü Tora olarak bilinir.) Sonunda, Tanrı onları İsrail diyarına götürdü.
Tanrı, Musa'nın erkek kardeşi Harun'un soyundan gelenleri İsrailoğlu toplumu içinde mabet görevlileri sınıfı olarak belirledi. İlk dinsel törenleri Mişkanda (taşınabilir tapınak) yönettiler; sonrasında da onların soyundan gelenler Kudüs Tapınağı'nda ibadetten sorumlu oldular.
İsrailoğulları İsrail diyarına yerleştikten sonra, taşınabilir tapınak Şiloh şehrine yerleştirildi ve 300 yılı aşkın bir süre boyunca da burada kaldı. Bu süre içinde, kimileri halkın günahlarının cezası olarak Tanrı tarafından gönderilen saldırgan düşmanlara karşı halkı toparlaması için, Tanrı önemli erkekler, zaman zaman da kadınlar, gönderdi. Bu, Yeşu Kitabı ile Hakimler Kitabı'nda anlatılır. Zaman içinde, ulusun ruhani düzeyi öylesine düştü ki, Tanrı Kadim Filistinlilerin Şiloh'daki taşınabilir tapınağı ele geçirmesine izin verdi.

 Okuduğumuz bu açıklama '' http://tr.wikipedia.org/wiki/Yahudilik '' bu sayfada da verildiği gibi genel hatlarıyla kabul gören bir açıklamadır, İsrailoğullarının Hz.Yusuf ile başlayan Mısır macerası israiloğullarının Mısır'da köle durumuna düşmesi ile sonuçlanmış, bu kölelik sonunda Tanrı YHWH'nin Hz.Musa önderliğinde onları Sina dağında toplamasıyla son bulmuştur, ve bu toplanmanın M.Ö 1313 tarihinde olduğu kabul görür.

 Aynı dönem Tanrı YHWH Musa'ya israilde savaşabilecek durumdaki yirmi yaş yukarısını saymasını ister,  (Num 1:46) göre ortaya 603 550 kişi çıkmıştır, burada unutmamız gereken yirmi yaş altı ile yaşlı savaşamayacak durumda olan insanlarla beraber kadınlar bu 603 550 kişinin içinde değildir. Savaşacak durumdaki bu erkeklerin evlide olduğunu ve tek bir çocuk sahibi olup yaşlı anneleri babaları olduğunu hatta bu yaşlılardan birinin ölmüş olduğunu kabul etmiş olsak bile ortaya 2 milyon çivarında bir insan nufusu çıkmaktadır.
Bu 2 milyona yakın insan,  Rab YHWH'nin sözünü dinlemediklerinden kendilerine vaad edilen topraklara girmeleri yasaklanır, yani yok olmaları ölmeleri beklenir. Kırk yıl cezalandırılmışlardır, kırk yıl ayaklarındaki çarık bile eskimeyen, YHWH tarafından özel '' MAN '' ile beslendikleri hikaye edilir. Gösterdikleri Coğrafyada, bu hikayeyi destekleyecek herhangi bir delil günümüze ulaşamamış, bulunamamıştır.

Çölde aradıkları delili bulamayan İsrailliler,  Mısır'a köle olan piramit yapımında çalıştırılan atalarının, izlerini, Mısır piramitleri çevresindeki mezarlıklarda atalarını aramışlardır.  Fakat, mezarlardan alınan DNA sonuçları da israiloğullarına ait çıkmamıştır. Bu durumda, ya anlatılan hikaye yanlıştır, ya da bildiğimiz  MISIR’dan başka bir MISIR daha vardır(!)
Bu durumda,  israiloğulları kimdir? Belli ki bildiğimiz İsrail’dekiler değildir. 
İnsanlık tarihinin hangi tozlu sayfalarının tozunu almaya kalksak ortaya pis bir koku yayılıyor.
Değerli araştırmacımız, Sümerelog Sayın Muazzez İlmiye Çığ SÜMER DİNİ EFSANELERİNDEN TEK TANRILI DİNLER VE  DİN KİTAPLARINA GELEN ETKİLER: adlı makalesinde şunları demektedir.

1872 yılına kadar Tufan hikayesinin yalnız Tevrat’ta olduğu biliniyordu. Fakat Ninive’de çıkarılan Asurbanipal Kitaplığı içindeki bir çiviyazılı tablet okununca büyük bir şaşkınlık olmuştur. Gilgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikayeyi, ölümsüzlüğü arayan Gilgamış’a Nuh’un Babilce karşılığı olan Utnapiştim anlatmış. Buna göre çoğalan insanların gürültüsünden rahatsız olan Tanrılar bir tufan yapmaya karar veriyorlar. Fakat Bilgelik Tanrısı gizlice bir duvar arkasından  Utnapiştim’e durumu bildiriyor. Gemi 7 günde yapılıyor. İçine Utnapiştim akrabalarını, sanatçıları çeşitli hayvanları dolduruyor. Tufan başlıyor. 6 gün 6 gece sürüyor. 7’inci gün gemi Nizir Dağı’na oturuyor. Suların çekildiği kuşlar gönderilerek anlaşılıyor. Gemiden dışarı çıkınca Utnapiştim kurbanlar kesiyor. Onların kokusunu duyan Tanrılar üşüşüyor. Tanrılar Utnapiştim’e ölümsüzlük vererek Tanrıların bulunduğu yerde oturtuluyor.

Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı bölümündeki şiirlerin Sümer’de yeni yıl bayramlarını oluşturan kutsal evlenme törenindeki şarkılara paralel olduğu hatta birçok satırların aynı olduğu saptandı. (8)

SÜMERLER’in Kim olduğunu  Vikipedi, Özgür Ansiklopedi'den okuyalım.

Sümerler

Sümer, Sümerliler, M.Ö. 3500 - M.Ö. 2000 yılları arasında Güney Irak'ta (Mezopotamya) yerleşik olan, medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölge ve medeniyet.
Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerliler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlilerde ortaya çıkmıştır.[1] Genel kanı Sümerlilerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir.
Sümerler, Arapların da bağlı olduğu Sami halkının bir parçası olmalarına rağmen, Sümer Devleti Sami olmayan bir topluluk tarafından kurulmuştur.[2]
Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlilerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlilerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a ilk kez Sümerlilerde rastlanır. Sümer döneminde 21'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlar arasında Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş,Eridu, Uruk ve Ur sayılabilir.

Matematik, astronomi ve burçlar 

Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerliler astronomide de gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerliler bulmuşlardır.
verilen tarihlere baktığımızda 5500 sene önce yaşamış bir medeniyetle karşılaşmaktayız. İsrailoğullarının Musa ile beraber Sina dağında toplandığı tarih ise M.Ö. 1313 olarak verilmekte yani bunun üzerine 2 bin sene eklemiş olsak 3300 küsür senelik israiloğulları kimliğinden nerdeyse iki kat daha yaşlı bir medeniyet karşımıza çıkmakta ve Hz.İbrahim’in bile nereden geldiği şaibeli bir duruma düşmüşken israiloğullarının Mukaddes kitaplarının kaynağının sümer yazıtları olduğu delili ile karşılaşmaktayız.
 “Mukaddes Kitap”  Etiketi ile, bu günlere kadar ulaşan,  “Yazmalara”  daha yakından bakalım.
Babil Sürgünü

(Vikipedi, özgür ansiklopedi den)

Babil Sürgünü ya da Babil Esareti, Yehuda Krallığı'nın Babilliler tarafından M.Ö. 598/7 ve M.Ö. 587/6 yıllarında fethedilmesi sonucu Yahudilerin Babil'e sürülmesi ve buradaki tutsaklık dönemi.[1] Sürgün dönemi, M.Ö. 538'de Babil'in Persler tarafından fethedilmesi ile resmen sona ermiştir. Pers kralı Büyük Kiros (İng: Cyrus) Yahudilerin Filistin'e dönmelerine izin vermiştir.[1]
Tarihçiler, Filistin'deki ayaklanmalar nedeniyle birkaç defa sürgün yaşandığı, tüm Yahudilerin yurtlarını terketmek zorunda bırakılmadığı, bir kısım Yahudi'nin sürgün bittikten sonra Babil'de kalmayı tercih ettikleri ve böylece ilk Yahudi diasporasını oluşturdukları konusunda hemfikirdir.[1]  
Esaretin süresi Kitabı Mukaddes'in Yeremya (İng: Jeremiah) bölümünde Babil Sürgünü'nün 70 yıl sürdüğü yazar.[2]

Birçok akademisyen ilk tehcirin M.Ö. 597'de gerçekleştiğini, bu tarihte Kral Yekhanya'nın (İbranice: יְכָנְיָה‎, jəxɔnjɔh) tahttan indirildiğini, ailesi, saray erkanı ve binlerce işçisiyle birlikte sürgün edildiğini söyler. Bu durumda sürgünün süresi yaklaşık 60 yıldır.[1] Bazı akademisyenler ise ilk tehcirin M.Ö. 586'da, Kudüs'ün Nebukadnezar tarafından yakılıp yıkılmasından sonra gerçekleştiğini ve sürgünün 48 yıl sürdüğünü söylerler. Kitabı Mukaddes'teki 70 rakamını doğru kabul edenler ise M.Ö. 608 - 538 ya da M.Ö. 586 - 516 tarihlerini telaffuz ederler. 516 yılı Kudüs Tapınağı'nın yeniden inşa edildiği tarihtir.
Üzeyir
(Vikipedi, özgür ansiklopediden)
Üzeyir (İbranice: עֶזְרָא, Ezra), M.Ö. 4 - 5. yüzyıllarda yaşamış Yahudi din adamı. İslami kaynaklarda ismi Üzeyir (Arapça: عزير) olarak geçer. Üzeyir ile Ezra'nın aynı kişi olduğu tartışmalıdır. Temple Üniversitesi hocalarından ve Encyclopaedia of the Qurʾān yazarı İbrahim M. Ebu Rabi, Üzeyir ile Ezra'nın aynı kişi olduğu kanısını sorgulayan din profesörlerindendir.
Musevi ve Hıristiyan kaynaklarına göre Ezra, İsrailoğulları'ndan 5,000 kişiyi Babil'deki esaretten kurtarıp Kudüs'e getirmiştir (M.Ö. 459).
Tanah'ta kendi ismiyle anılan bölümün yazarı olan Ezra din adamlılığının yanı sıra dini belgeleri kopyalamak ve kayıtlarını tutmakla da meşgul olmuştur. M.Ö. 4. veya 5. yüzyılda Museviliğin geçirdiği reform sürecinde çok önemli bir yere sahiptir.
Nehemya'nın gözetiminde yeniden inşa edilen Kudüs'ün surlarını tamamlatmış, Nehemya'nın başlattığı reformlara devam etmiştir. Yahudi toplumunun diğer ırklarla evlenmesini yasaklamıştır.[1]


Yolumuz  “Tanrıya ulaşmak için kule inşa edilen yıllarda”  Asma Bahçeleriyle ünlü Babil'e düşerse, orada,  “Sürgün ve Esaret nedeni ile”   yolu Babil’e düşen ve bu Kulenin de yapımında çalıştırılan,  İsrailoğulları ile karşılaşabiliriz.


Babil'deki , esaret döneminin tam olarak hangi tarihler arasında olduğu konusunda  tam bir fikir birliği yoktur.  M.Ö 500 yılları civarırında olduğu tahmin edilmektedir.
İsrailoğulları Babil esaretinden,  Üzeyir'in liderliğinde döner,

Klasik bilgiye göre, Üzeyr / Ezra, Eski Ahit’in bazı bölümlerini yazan ve onu toplayan kişidir.
Bu  Eski Ahit: ( Exo 23:13 ve Jos 23:7) 'de verilen   “Başka ilahların adını anmayın, ağzınıza almayın."  Hükmü de bulunmaktadır.

(Exo 3:15)de  "İsrailliler'e de ki.;, (Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı RAB gönderdi. Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım.)”

Burada, Tanrının verdiği isim saklanmış ve Görüldüğü gibi Tanrının verdiği isim (RAB) olarak çevrilmiştir. Aslında verilen isim:  (YHWH) dir.  Bu yazıtların yazıldığı dönemde,  İbrani kültüründe sesli harflerin yazılmamasından dolayı, Günümüz itibariyle  (YHWH)nin nasıl okunacağı muamma olmuştur.  Türkçemize YAHVE olarak çevrilmiş olsa da ortada kaybolmuş bir Tanrı İsmi sorunu vardır.
Doğal olarak, Tanrı, ismine özel bir önem göstererek;  “Kuşaklar boyunca böyle anılacağım”   demesine rağmen, İsmin Tahrif edilmesi / Değiştirilmesi /  kaybedilmesi(!)  sıradan bir olay olarak görülemez. ( YHWH)nin  -sesli harflerinin- “Nasıl Söyleneceğinin”  kaybolması konusunda, öne sürülen mazeretlerden biri;
(Deu 5:11, Exd 20:7)  "Tanrın Yahve'nin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü Yahve, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır.

Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım”   ve  "Tanrın Yahve'nin adını boş yere ağzına almayacaksın (yoksa) …  cezasız bırakmayacaktır.”  Bu iki ifadeyi buyurun bağdaştırın.
Ve diğer Anlamlı(!) Mazeretler:

(Deu 12:2)  Topraklarını alacağınız ulusların ilahlarına taptıkları yüksek dağlardaki, tepelerdeki, bol yapraklı her ağacın altındaki yerleri tümüyle yıkacaksınız. 

(Deu 12:3)  Sunaklarını yıkacak, dikili taşlarını parçalayacak, Aşera* putlarını yakacak, öbür putlarını parça parça edeceksiniz. İlahlarının adlarını oradan sileceksiniz. 
(Deu 12:4)  Siz Tanrınız RAB'be bu biçimde tapmamalısınız.




Bu alıntılardaki talimatlara(!) göre; Toprakları alınan / Hükümleri altına giren, Toplumların,  “Kutsal adına  ne Değerleri varsa”  Yakmak / Yıkmak doğal haklarıdır. 

Bu Mantığın uzantısı olarak, başka toplumlar da, onların  “Kutsal olan Değerlerini”  Yakıp yıkabilirler.  Bu yıkım, (YHWH)nin isminin de başına gelmemesi için,  için sesli harfler isme eklenmediği ve zamanla  “Sesli Harflerin ne olduğu unutulduğu”  söylenir.


İsrailoğullarının Babil esareti döneminde,  “Bu sesli harfler ile ilgili delillerin ellerinden alındığı”  Mazeretine, ilk bakışta; “Olabilir”  denilebilse de;  Toplumlar, bilhassa zor günlerinde tanrılarını daha çok anar ve yakarır. Tanrının Adı, kalplerde ve gönüllerde daha derin izler bırakır.



Adının çok ve istediği şekilde anılmasına özel bir önem göstermesine  rağmen;  Anılmak bir yana, Unutulan / Unutturulan bir  Tanrı…!  

Buna diğer kusurları (Mal 3:8)de ifade edilen nankörlükleri ve çalmalar da  eklenince; Kitabı Mukaddesin kapanış cümlesinde, Onlara;

(Mal 3:9) Siz lanete uğradınız....  ''  Tokadını indirir.




İster istemez Şüpheye düşüyorsunuz…?
-- İlahi kitaplarda geçen İsrailoğulları, bugün biz İsrail  diye bildiklerimiz midir…?
Eğer;  “Biz O İsrailiz”  diyebiliyorlarsa…
--  Kitabınız Sizi; Sadece yaptıklarınızdan değil, İnsan olarak da Mahkum ediyor…?
--  Kitabınızı Reddetmeden, bunun savunmasını yapabilir misiniz?
Sorularının cevaplarını verebilmelidirler.

Daha az hatalı Sonuçlara ulaşabilmemiz için;  “Objektif Yaratan Tanımı” Nasıl olmalı…?
Sorusu üzerinde duralım.
Kişisel açıdan baktığımız da; Kişinin kafasındaki –Kutsal bildiği Kitaptan kaynaklanan- “Yaratan İmajı”  Objektif Akıl ve Bilime ne ölçüde paralel ise; İnandığı Din de, o ölçüde az tahrif edilmiş bir Dindir.
Kutsal Kabul edilen Kitaplar açısından baktığımız da; O Kutsal Kitabın tümünden çıkarılan  “Yaratan Tanımı”;  Objektif Akla ve Düşünce yetisine Sahip bir Kişinin kabul edebileceği ve Bilimle de çelişmeyen bir “Yaratan Tanımı”  olmalıdır.
--   Kitabı Mukaddes, Nasıl bir “Yaratan Tanımı”  veriyor…?”   Sorusuna cevap aramak için tarandığında; Kendi ifadeleri arasında ve Objektif akılla / Bilimle Çelişmeyen bir sonuca varamayız. Yaratan’ın elçisi tarafından getirildiği şekli koruyan bir kitapta  “Çelişki olması”  düşünülemez. Bunun tek nedeni  “Elçiye indirilen ilahi kitap değildir yada Tahrif  edilmiştir.”

Yukarıda satırlarda görüldüğü ve sonraki satırlarda da görüleceği gibi; Kitabı Mukaddesteki tahrifin boyutları “Masum bir Tahrifin”  (yani, zamanında yazıya geçirilmediği için olağan hatırlama noksanlarının) çok ötesindedir.

 Kitabı Mukaddes, “Kişisel Tahakküm İsteklerine göre”  yeniden şekillendirilmiştir.
O kadar ki, -yukarıda görüldüğü gibi- Yaratan’ın Kitabında, Kendisine verdiği  “Özel İsim”  dahi kayıptır(!?)
Bunun Önde gelen / Ağırlıklı nedeni; “Aslının Türkçe olduğunun gizlenmesi çabasıdır.”

Bu duruma, birde,  “Nasıl Olması Gerekiyor”  açısından bakalım.
Yukarıda, Objektif Akıl ve Bilimle de çelişmeyen bir “Yaratan Tanımından”  bahsetmiştik.
Soruya; Kuran açısından cevap aramaya geçmeden önce; “Kitabı Mukaddes İnanırlarına”  bir davetimiz olacak.
Kendisini;  Kitabı Mukaddes İnanırı” olarak tanımlayan ve  “Aklını Kullandığı”  kanısında olan her Kişi; Kendi Kutsal Kitapları ile;  “Son Din Olma”  İddiasındaki İslam’ın Kutsal Kitabı olan Kuran’ı birlikte ve önceki bildiklerinin etkisinde kalmadan;  “Akıl-Mantık”   açısından, yeni baştan incelemek yükümlülüğündedir.
Bu incelemenin doğal sonucu olarak; Sembol ve Mecazi ifadelerde dikkate alınarak;  Önce Metinlerin kendi içindeki Çelişkiler araştırılacaktır. Sonra da, “Kuran’ın Kitabı Mukaddes hakkındaki İthamları”  incelenmelidir.

Bu İncelemeyi, Objektif olarak Yapan / Yaptığı kanısına varan Kişi;    
--  Eğer;  “Kuran’ın Hak Olduğu”   sonucuna varmışsa;  Son Din / Son Kitap olduğu için,  O’nu tebliğ eden son Peygambere inanmak ve Kuran’ın gösterdiği yoldan gitmek durumundadır.  Kitabı Mukaddesle ilgisini:  “Tahrif  Edilmeyen Orijinaline”  İnanmakla sınırlayacaktır.
--   Eğer;  “Kitabı Mukaddesin Hak Olduğu”   sonucuna varmışsa;  Kitabı Mukaddesin Çelişkileri konusundaki sorularımıza cevap vermek  ve Kuran’da gördüğü çelişkiler konusunda, bizden Cevap istemek,  durumundadır.
--   Cevap vermeye Sitemizdeki:  Kitabı Mukaddesteki 333 Çelişki”  den Başlayabilir.


Burada şu acı itirafta bulunalım.  “İslam”  Derken, Kuran’daki İslam’ı veTek Kaynak olarak “Kuran”ı kastediyoruz.
Başta Uydurma Hadisler olmak üzere,  İslam adına ortaya konan birçok dokümanı İslam’ın sırtında bir kambur olarak görüyoruz. Bizim savunduğumuz İslam; bu kamburun tanımladığı İslam değildir.

**   Kuran’ı Kerim, Nasıl bir “Yaratan Tanımı”  veriyor…?”
Kuran’ın ısrarla tekrarladığı Prensiplerden bazıları:
--  Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız ve sadece Allah’a kulluk edin. (İbrahim/4)
--  Allah’ın ortağı… yardımcısı… yoktur..
--  Allah’ın ortağı, yardımcısı olduğuna inanmak, en büyük günahtır. (pek çok ayet)
--  Allah, Birdir, Tektir, Dengi / Benzeri olabileceği düşünülemez. Doğmamıştır, Doğrulmamıştır. O, Hiçbir şey için; Hiçbir Şeye / Kimseye Muhtaç değildir. Her şey, Her bakımdan O’na muhtaçtır. (İhlas/1-4)
--  Allah’a, Çocuk Sahibi / Babası olmak isnat edilemez.
Ayrıca; Allah Özel isminin dışında; Kullarının kendisini daha iyi tanıyabilmeleri için; Muhtelif Ayetlere serpiştirilen “Güzel İsimleri” [d3] vardır.
**  
Uyarma / Düşünme, Akıl yürütme Yetisi / ve Sorumluluk…
İslam’ın üzerinde durduğu Sağlam Temel… Üç saç ayağı…!
--  Tüm Toplumlara (Yunus/47) Allah’ın Mesajlarını Kendi Dilleri ile ileten (İbrahim/4) Elçiler gönderilmiştir.
--  Bu Mesajlarla, İyiyi kötüden ayıran prensipleri vermiş, Düşünmez misiniz…? Akletmez misiniz...? diye sormuş; Çeşitli Örnekler vererek,  Aklınızı Kullanın… Düşünün… Emirlerini vermiştir.
--  Sorumluluk, bu durumun tabii sonucudur.
Kuran’da gönderilen elçilerin, [d4] Toplumlarına “Kendi Dilleri ile”  tebliğ ettiği ortak Mesaj:
--  Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız ve sadece Allah’a kulluk edin. Allah’a Ortak koşmayın.  Mesajıdır.
Bunun doğal neticesi; Arapça konuşmayan toplumlara da kendi dilleri ile hitap edilmiştir.

Bu noktada; Yukarıda ortaya konulan, “Özet Gerçeği”  Tekrar etmek durumumdayız.
Yukarıda Belgeleri ile açıklandı.

Fırat’ın doğusunda / Mezopotamya’da; Türkler / Türkçe konuşan bir toplum yaşıyor…
Hz. İbrahim, Türkçe konuşan bir toplumun, Türkçe konuşan bir ferdidir.
Hz. Musa, Türkçe konuşan bir toplumun, Türkçe konuşan bir ferdidir.
Hz. Musa’nın tebliği, Doğal olarak, “Toplumunun Konuştuğu Dilden / Türkçe”  olmak durumundadır.
İşte, “Örtülmek İstenen / Tahrif edilen” Gerçek budur.


Başta İslam alemi olmak üzere;  “İslam”  denince; Arapları ve Arapçayı anlamanın Anlamsızlığından kurtulabilmeliyiz.
Yaratan’ın; “Her Topluma Elçiler gönderdim…”  ifadesi; Araplar ve Arapça lehinde artı bir fark olmadığının açık ifadesidir.
İmamı Azam gibi istisnalar dışında, Büyük İslam Alimleri, ilk bakışta, “İslam’ın Lehinde gibi görünen” hiç bir noktada; Bırakalım “Kuran’a uygun mu?” araştırmasını, “Neden”  sorusunu düşünmeye bile cesaret edememişlerdir.
Bu yüzdendir ki; Uydurmalığı, Kuran’la çelişkisi sırıtan  “Hadisler(!)”  bile, Sahih(!) Hadis kitaplarında(!) günümüze kadar gelmiştir. Ve  “İslam’ın Kaynağı(!) olma”  görevlerini sürdürüyorlar.  
İslam karşıtlarının; “ALLAH kelimesi Hz. Muhammed’den öncede vardı /  Putperestler tarafından kullanılıyordu / Ay tanrısını, Güneş tanrısının ismi idi…” gibi eleştirilere verecekleri ne cevapları vardı, ve ne de Cevap verecek Cesaretleri…
ALLAH kelimesinin Arapça olmadığını bildikleri için;  Atış, bu noktada durmayacaktır. Bu ismi putperestlerden aldınız … derler. Bizimkiler de İslam’ı Hz. Muhammed’le başlatıyorlar. “Allah Arapların dışındaki Toplumlara da Elçiler göndermiştir. ALAH kelimesi ilk insandan beri vardır, ve oluşumu …. şöyledir” diyemezler.
ALLAH kelimesi bu sorunu aydınlatmamız için bir diğer önemli ipucudur,

İslam’da Esma'ül Hüsna olarak bilinen,  “Yaratan Tanımını”  dayanakları olan, ve  ALLAH'ın vasıflarını anlatan, bu İsim Listesine bakalım. [d3]

Bu listeye baktığımızda neden birilerinin HODRİ MEYDAN çektiğini anlamak pek de zor değil…
--  84-"Malik'ül-Mülk":Mülkün ebedi ezeli sahibi.
--  85-"Zülcelali ve'l-İkram":Hem azamet sahibi,hem fazlu kerem sahibi..

Görüldüğü gibi 84 ve 85. Sıradaki isimlerin önünde Belirlilik (el)  takısı yok.

 Diğer isimlerin başında; (el) ya da -İsmin baş harfine göre- ( er es …) okunacak şekilde vardır.
Fakat, Peşinde olduğumuz AL-LAH ismindeki gibi hiçbir isim ''AL'' ile başlamıyor.
Buyurun farklı olanları ayırıp devam edelim.
Örneğin,  64. Sıradaki "el-Kayyum": AL-KAYYUM olmamış.
(Bu durum, “Arapça Metin üzerinde” incelenerek de görülebilir.)
Gelin, İnternette bulduğum hoş bir açıklamaya göz atalım.

“Allah” Kelimesinin Aslı Nereden Gelmektedir?
Soru :
“Allah” kelimesinin aslı nereden gelmektedir? Hangi kelime türünden türemiştir? “Allah” kelimesini tahlil ederek, bu hususta bize bir malumat verebilir misiniz?
Cevap:
Allah Kelimesi:
“Allah (cc) esmasıyla malum, sıfatlarıyla muhat, Zatıyla mevcud-u mechûl olan bir Zât-ı Ecell-i Â’lâ’dır.”
Allah ismi Allah’ın “Zat ismi’dir” “İsm-i Celâl”dir. “Lafzâtullah”dır. “İsm-i Hassı”dır. Sair bütün sıfat ve isimleri içinde olan “İsm-i Câmî”sidir.
-Allah lafzı’nın bütün harfleri Allah’a delâlet eder ve ifade ederler:
Başta “elif” tek başına Allah’ın adını remz eder. Arap edebiyatında, lügaz sanatında harflerin belli manalara remz ettiğini biliyoruz. Evet, elif Allah’a delalet eder.
Allah kelimesini elifsiz olarak ele aldığımız zaman “Lillâh” kalır ki, yine Allah’ı ifade eder. “Lillâh”daki, “lâm”ı kaldırdığımız zaman “lehü” kalır ki yine Allah’a işaret eder.
“Lehü”nün başındaki, ikinci “lâm”ı da kaldırdığımız zaman, “Hü” kalır ki yine “O” demek ve Allah’a işaret eder.
-Kur’an’ı Kerim’de, Allah’ın isimleri içinde en çok geçen ismi “ALLAH” ismidir.
“Allahü”olarak; 980 defa,
“Allahe”olarak; 592 defa,
“Allah’i”olarak; 1125 defa
Toplam olarak 2697 defa geçmektedir.
Kur’an’ı Kerim’de “Allah” kelimesinin önünde başka bir İsm-i İlahî geçmemektedir. Bu da “Allah” ismine ihtiram’dır. Sadece “Hüve” öne geçer. O da “hüve”nin hava gibi her ismin içine girebilmesindendir. Zaten “Hüve” Allah’ın isimlerinden değildir. Sadece zamir olarak kullanıllır.
Allah:
Acaba “Allah” kelimesinin aslı nedir? Hangi kelimelerden türemiştir? Çünkü her kelimenin bir kökü, bir aslı vardır. O kelimeden iştikâk eder.
“Allah” kelimesinin oluşumu, meydana gelmesiyle âlâkalı pek çok tesbitlerden özellikle iki tanesi dikkat çekiyor. Veya bütün bu tesbitleri iki ana gurupta toplayabiliriz:
“Allah” kelimesi ile alâkalı iki ana görüş vardır:
1- Kelimenin her hangi bir kökten türemiş olmayıp sözlük manası da taşımadığı ve gerçek mâ’budun özel adını teşkil ettiği yahut sözlükte bir anlamı olsa bile, gerçek mâ’buda ad olunca bu anlamını kaybettiği şeklinde ki kanaat ve tesbit benimsenmektedir.
2- Kelimenin çeşitli köklerden türemiş olabileceğini söyleyenler de vardır.
Bu ikinci guruba göre:
1-) “İlah” kelimesinden türemiş olup, başına harf-i tarif getirilmiştir. Bir taraftan El-ilâh şeklinde dildeki yerini almışken, diğer taraftan kullanım sırasında dile kolaylık sağlamak maksadıyla asıl kelimenin hemzesi kaldırılmış lâm’lar birleştirilmiş (idğam yapılmış) ve azamet ifade eden kalın bir ses verilerek Allah tarzında okunmuştur.
2-) “İlâh” kelimese ise; “ABADE” manasında “ELEHE-YÊLEHÜ”den iştikâk ederek “Allah” kelimesi olarak ifade edilmiştir. Yani “Ma’bud-u Hakiki” sadece O’dur. Kulluk sadece O’na layıktır manalarına gelir.
3-) “İlâh” kelimesi “hayret ve şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp, sığınmak” manasındaki “ELİHE-YÊLEHÜ” veya “VELİHE-YEVLEHÜ” kökünden ism-i mef’ul manasında bir mastar olup “tapınılan, yüceliğinin karşısında hayrete düşülen, gönülden bağlanılıp sığınılan” manalarını ifade eder.
4-) “İlâh” kelimesi: “Gizlenmek, duyu idrâkinin fevkinde olmak” anlamındaki “LEHE-YELÎHÜ” kökünden “leyh-lâh” kelimesinden türemiş olup, duyu idrâkinin ötesinde bulunan demektir. “LEHÜ” kelimesinin başına harf-i ta’rif getirilmiş ve “lâm” ile birleştirilmiş ve Allah kelimesi meydana gelmiştir.
“Allah” kelimesi hakkında çok özet bir malumat sundum. Allah’ın ZAT, SIFAT, ŞE’N ve ESMA’sıyla alakalı geniş malumat daha sonra aktarılabilir. Başka kelam kitaplarından ve Risale-i Nurlardan da bakabilirsiniz.

Necdet İÇEL

İlk bakışta, açıklama tatminkar gibi gözüküyor… Fakat, (El-ilah) neden diğer isimler gibi El ile başlayıp kalmıyor…?.

Ayrıca neden İLAH kelimesinden ürediğini söylenmekte?
Gelin şimdi İLAH kelimesi üzerine bir başka açıklamaya bakalım,

Halûk Tarcan, eski Türk dili ve mitolojisini incelediği kitabında konu ile ilgili ilginç görüşler ileri sürüyor: “… güneş, gökteki ateş gibi, korkunç bir kudret ve enerjidir. Değdiği, kendisine verilen, yani al/dığı her şeyi yakar, kendi gibi alev, ateş haline getirir. Rengi al/dır, kutsal olduğu için, rengini ifade eden al kelimesi de kutsal anlamına gelir. (Prof. Dr. A. İnan) (Al/ip gökyüzüne, Tanrı’ya götürdüğü için kutsal demektir.Al-Apa, al/an=ilah, alıp Tanrı’ya eriştiren “ilah” demektir ki, alap, sonunda Alp şekline girmiştir.(125) Alp dağlarına bu adı verenler, Kamunlar adını taşıyan, İtalyan Alplerine yerleşmiş olan Ön-Türklerdir.”
Kırmızı (al/Kızıl), mitolojik Türk kosmik anlayışında da, göğün zirvesini ve ateşi ifade eder. “Al”, Türk lehçelerinde “yüksek”, “yüce” ve “kudret” anlamlarına da gelir. Altay dağının adı aynı maksatla söylenmiş olup, Al=yüce-yüksek, tay=tağ/dağ demek olup Al-tay=yüce-ulu dağ, yüksek dağ anlamındadır. “Al” terkibindeki ilahi anlamlarla kutsiyet kazandırılmış olan Altay dağı, Şamanlarda, bir ruh ve tanrısal bir kutsiyetle yad edilir. Ayin ve dualarında da kutsal Altay dağına hitap edilir.
Düşünmeye başladık sanırım… Bu Türkler de her şeye cevap bulmuş galiba, Yukarda ki alıntıyı destekleyen bir hatırlatma yapalım,




Bu yazıtta Türk, Yaratan’a inanan anlamında kullanılmıştır. Fin Uygur Derneği Coğrafya Cemiyetinin 1890 yılında yayınladığı, Orhun yazıtlarının ilk çözümünü kapsayan, tahrif edilmemiş, aslına en uygun olan "Fin Atlası" kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda “Ökük Türök” yani "Rabbani Türük ", "Tanrı Türü" denilmektedir. Türklerin Orhun Yazıtlarından önceki binlerce yıllık tarihinde, Asya'nın milyonlarca kilometre kare topraklarına yayılmış yaşarlarken kendilerine verdikleri ad; "töreye uyan" "yaratanını bilir", "Rabbani Türk", "Tanrısını tanır", "Yaratanına bağlı" anlamlarında "Ökük Türök" dür. "Ökük Türök " deki "Ök" (tanrı, yaratan) Türkçe deki ses uyumundan dolayı "ük" olmuş ve kelime böylece "türük" olarak okunmuş, günümüze de Türk olarak gelmiştir. “Ök” ekinin günümüzdeki kullanımına “Öksüz ve Ökkeş“ kelimelerinde rastlayabiliriz. Yaratan anlamında kullanılan “Ök” eki ile Öksüz, yaratanını yitirmiş, yetim anlamında, Ökkeş ise yaratanına bağlı anlamında kullanılmaktadır.

Türk Adının Doğuşu:
İlk Atalarımız, bize “Ot-Oz” derlermiş. Anlamı; ateş(od) olan Tanrının özünden, biçim değiştirerek doğmuş demektir. Büyük patlamayla uzayın oluştuğu düşünülürse, bu adlandırma bu günkü bilimsel verilere uymaktadır. Ayrıca kendilerine “On” ya da “Ok” derlerdi. On, anlam olarak “uzaylı” demekti. On, sözcüğü Orta Kutyağa (Avrupaya) göçünce ağızdan ağza Hun olmuştur.  Genelde kuzeydekiler “ON” , güneydekiler “Ok” olarak adlandırılmıştır.
Türk sözcüğünün aslı, “Törük” tür. Bunun iki anlamı vardır. Birincisi; “örgütlü topluluk” demek, ikinci anlamı ise “Ök” ten(gökten, Tanrı’dan) doğma bir “tür” demektir. Ök, ise “Tanrı” ya da “Baba” demektir(öksüz: babasız).
nedir bu Türk ismindeki yaratıcıya ulaşma anlamları vs vs bu isimde sormamak elde mi ? Türkçemizde ''AL'' kelimesinin anlamını hemde kelimenin nasıl başına geldiğini yukarıda görmüştük. Gördük, ama galiba noksanı var?

Bir şu teoriye bakalım,

Bu teori Mustafa Kemal döneminde araştırılmış olan Güneş Dil teorisidir.

Güneş Dil Teorisi'nde, bilinçli olarak türetilen ilk ses olan a ile birlikte bir ğ sesinin de söylendiği… Bu sesin ise sadece Türkçede bulunduğu, dolayısıyla ortaya çıkan ilk kelime olan ""ın Türkçe kökenli olduğu vurgulanır. Yine (a) sesinden sonra  (b, m, p, t, y, g, k, h ve u) seslerinin gelebileceği de Teoride belirtilmektedir. 72 adet birincil derece temel kök meydana getiren 8 sessiz harf, 8 ünlü ile birleştiğinde de 88 adet ikincil temel kök oluşturur. Bu sayede toplamda 168 temel kök ortaya çıkar. Teori, bu dayanaklar ile "güneş" sözünün Türkçe olduğunu kanıtlamaya çalışır. Ayrıca, Arapça "şems" sözünün de "güneş"in değişik bir varyantı olduğu fikri Teoride yer alır. Güney Amerika'da bulunan ve dünyanın en uzun nehri konumunda olan "Amazon"un, adının "amma uzun" dan, "Niyagara"nın da "ne yaygara" ifâdelerinden türediği kanıtlanmaya çalışılır.
(a) sesinin zaman içinde (e, ı, i, o, ö, u ve ü) seslerine dönüştüğünü, dolayısıyla bugün kullanmakta olduğumuz sesli harflerin hepsinin (a) sesinin değişik biçimi olduğunu belirten teoriye göre, yaygın olarak kullanılan diğer temel kelimeler de (ağ)dan türemiştir. 

Başlangıçta yapılan tespit doğru iken ilerleme yanlış olmuş gibi görülüyor. Bu teoriye göre, insanoğlu ilk sesi güneşe baktığında gözü acıdığından '' ağ '' gibi bir ses çıkarmış ve gelişmeler buna göre devam etmiş. Evet, insanın çıkardığı ilk sese göre oluşmuş olması mantığın kabul edebileceği bir durumdur. Fakat, insan doğarken ağlamadı mı? Ya da Güneşe bakmadan önce ayağına dikende battığında bu sesi çıkarmış olamaz mı? Ve benzeri sorular gelebilir kişinin aklına.
Şimdi biz insanların; denizden solucan gibi çıktı, şu oldu bu oldu düşüncesinde insanlar olmasının haricinde Yaratan’a inanan insanlar olarak fikir üretmek zorundayız diyebiliyorsak, bir teoride biz üretelim.
ALLAH Dil Teorisi

Ve buna, Allah dil teorisi diyelim, zaten olması gerekende odur. Öncelikle şu gerçeği kabul etmemiz gerekir ki daha doğarken birçok şeye kodlanmış olarak doğmaktayız, bunlardan biride Ses'tir. Çocuk doğarken ağlamamış da olsa, karnı açıkınca ağlayacaktır. Yani doğarken sese kodlandığımız gerçeğini göz ardı edilemez. Yani ayağımıza diken battığında yada başımızı kaldırıp güneşe baktığımız da  ağğğ diye sesler çıkarmaya çalışmamızda gerekmiyor. O ses, zaten doğmadan verilmiştir.

Hastanede kalbi durmuş bir hastaya, elektrik şoku verildiğinde, nasıl “AH” diyerek yeniden hayata dönüyorsa;  Yüce Allah’da, Hz.Adem'e çamurdan şekil verip; Kendisine CAN verildiğinde, Adem’de gözlerini hayata, -kanımızca- “AH” diyerek açmıştır. AH ile açılan gözlerle ilk gördüğü, kendisine can veren Yüce ALL(AH) dır. Yani, Hz. Adem için yaratıcı (AH) dır. Devamında yine Türkçemizde olduğu gibi önüne (AL)ı alıp (ALAH) yani (Yüce AH) anlamında ALAH olmuştur.

Bizim bu yaklaşımımız, gariptir ki Kitabı Mukaddes tarafından da desteklenmektedir.
Evet, orda tek (L) var…Şimdi o noktaya geleceğiz.
Önce bir parantez açalım. Ve “İsa’nın Çilesi” Filmini orijinal lisanında izlediysek hatırlayalım. İsa ölürken, son sözü: ALAH olur.  Vatikandaki Papa, bu sahneyi izleyince, Heyecanla, “Hah işte her şey aynen böyle oldu”  diyerek beğenisini ifade eder. Biz İsa'nın çarmıhta öldüğüne bizde inanmıyoruz, orası ayrı nokta… Ve konuya dönelim.
Bilmemiz gereken Hz. İsa döneminde yaratıcıya hitap ALAH idi. Kitabı Mukaddes'ten örneklerini görelim:

(H426) 
(אלהּ) 
'ĕlâhh
el-aw' 
(Chaldee); corresponding to H433; God: - God, god.
78 cümlede 95 kere kullanılmıştır. [d5]

Okunuş şekli aynen bu yazdığım ALAH gibidir, İbranilere akraba olduğu kabul edilen Türkiyemize çok yakın Keldani'lere ait olduğu kabul edilen ve görüldüğü gibi Kitabı Mukaddesede ALLAH anlamıyla, girmiş kelimedir ALAH.
Teorimin devamına göre de Kitabı Mukaddese ALLAH olarak yani iki ''L '' ile girmemiş olması o dönem kullanılmamış olmasındandır. Hz. İsa dönemini ve Ondan Hz. Muhammed’e kadar olan dönemde, Toplumların abuk-subuk bir çok  İLAH'lar edindiğini biliyoruz. İşte o dönemlerde, ALAH’ın, İlahlarında İlahıdır anlamında (ALLAH) olarak değişime uğradığı düşüncesindeyim. Mevcut deliller, bu değişimin en mantıklı yol olduğunu göstermektedir.
Ortaya sahte ilahlar çıkınca mümin ne diyecek…?  Benim AH'ım ilahların en yücesi yani,
AL-İLAH= ALLAH
Allah kelimesindeki bu oluşumda SES UYUMU bize bunun hangi lisana ait olduğunun delilini de vermektedir, O LİSANDA TÜRKÇEDİR. Bu isim Araplara kalmış olsa el-İlah veya ellah olarak ortaya çıkardı, Esma-ül hüsna bunun en büyük delilidir.

Kısaca, ALLAH kelimesine açıklama getirirken, NEDEN “AH” ile bittiğine… Neden  Hz. İsa döneminde ALAH olarak telefüz edildiğine.. Neden Arapça belirlilik takısı (EL) ile tamamlanıp (EL-İLAH) olmayıp;  Türkçedeki  (AL=yüce-yüksek) (ALAH) olduğuna… Neden, -yukarıda açıklanan- değişimi göstererek (ALLAH) şeklini aldığına açıklamalar getirmek zorundasınız.
Akla gelen ilk soru: Neden eski Türkçe yazıtlarımızda ALLAH kelimesi göremedik nerde bu delil…?

Bunun cevabı YHWH deki sesli harfleri kaybetmelerine mazeretlerinin içine gizlenmiştir. Bu mantıkta Türklerden çalınmıştır.
Öncelikle şuna çok dikkat etmeniz gerekmektedir: Eski yazıtlarımızda TANRI, TENGRİ diye geçer ve görüldüğü gibi TÜRK isminin oluşumu bile bir milletin haricinde BİR ÜMMET anlamıyla oluşmuştur neydi verilen anlamlar '' ÖKÜK TÜRÜK'e
2- ÖK-ÖK ‘ün, ÖN-Türkçede hiçbir anlamı yoktur.(KM)


2- Ön-Türkçe’de , damgaların anlamı cümle içinde, başlarına gelen sesli harf ile daima değişir.
3 - ÖKÖK'ün hiç bir anlamı olmadığına ve fakat
4- Ön-Türkçede ikinci ÖK damgasının başına ,bu kelimeye anlam vermesi için deneyeceğimiz sesli harflerden ancak (Ü) geldiğinde
5- Karşımıza çıkan ÖKÜK kelimesi ve sorun çözümlenmiş bulunmaktadır
6- ÖK, gök, Tanrı,râb vb.. okunduğuna göre ilk ÖK , Râb'dır
7- ÜK ise "şuurunda olmak, bu şekilde algılamak" anglamına geldiğine göre
8- ÖKÜK = Râb (diye) algılamak, yâni RABBÂNi, Türkçesi ile TANRISAL demektir.
9- her iki (K)ı ayni sistemde okumamıştır
10-.İlk’ini alfabetik,
11- ikinci’sini damga sistemiyle okumuştur.
Bu durumda KÖKTÜRK , değil ÖKÜK TÜRÜK’tür.Gördüğünüz gibi, TÜRÜK kelimesin de son hece gene ÜK ‘tür. Bu durumda TÜRÜK = TÜR / ÜK’ten geldiği ortadadır.TÜR = cins… ÜK = algılanan …. TÜRÜK ….cinsinden olan anlamı veriri. Bu da gösteriyor ki, yalnız başına TÜRÜK kullanılmamalıdır. ÖKÜK TÜRÜK demelidir. Yani ; Tanrısal tür’den Cinsten olan , TANRISAL TÜR…

ÖKÜK TÜRÜK

''ÖK'' Başlı başına bir kelime olarak kullanılmakla birlikte bu kelime Türkiye Türkçesinde de kullanılmaktadır.
''ÖKKEŞ'' (Yaradanına Bağlı)
''ÖKSÜZ'' ( Velisini, Yaratıcısını, Dünyaya Getirenleri olmayan,Yaratıcısını, Dünyaya Getirenlerini Kaybetmiş)
Bütün bunlarla birlikte madem ki ''ÖK'' bir kelime, bir sıfattır.
''TÜRÜK'' olarak birleşik bir isim halindedir.
''TÜR'' cins, çeşit, soy, familya, ırk
''ÜK''veya ''ÖK'' yaratıcı, veli, ise ''TÜR-ÜK'' Tanrının Soyu olması gelmesi pek tabidir.

“..Hint-Avrupa dilleri teorisinin kökeninde dillerin iskeleti olan im/ek, ol/mak fiilinin Ön-Türkçe olarak ortaya çıkmasıyla terk edilme zarûreti doğmuştur…”.
işte bu açıklamalar Sayın Haluk Tarcan ve Kazım Mirşan'ın araştırmalarında vardıkları sonuçtur.

Bize göre, Bu RABBANİ, TANRISAL topluluk gerçek Tanrıya hitapları olan isim seviyesine getirdikleri ALAH kelimesini saygısızlık olur diye yazmamışlardır, hatta ve hatta hangi din inançlarına sahip olduklarına dair bir belgeye de rastlayamazsınız. Bizce tüm bunların nedeni bu saygıdan dolayıdır. Yeni nesil pek hatırlamayabilir fakat eskilerimiz nerde Arapça yazan bir şey bulsa ne olduğunu anlamasa bile öper anlına koyar yüksek bir yere koyardı, işte o hal ve hareketler eskiden gelen o geleneğin devamıydı, pek tabi bunlarda unutturulacaktır veya unutturulmaya çalışılacaktır.

Türk topraklarında bulamayacağınız bir diğer gerçek ise PUTtur, yani siz bu toplum putperestti diyemezsiniz. Tüm bunlar alt alta getirilip düşünülmesi gereken gerçeklerdir.

Üzerinde çok ama çok ciddi düşünülmesi gereken, sorulacak en basit soru, Yaratan, Tüm toplumlara uyarıcı gönderdiğini söylüyor. Elçilerin; “Toplumların Konuştuğu / Anlayacağı dilleriyle gönderildiği”  itiraz edilemeyecek bir gerçektir.
Bu durumda. Cevabını aradığımız soru; Araplara gönderilen uyarıcılardan önce;
--  Hz. İbrahim ve ondan önceki peygamberler / Toplumları hangi lisanı konuşuyordu…?  Sorusunun cevabıdır. Tarihi ne kadar araştırırsanız araştırın, TÜRK kelimesindeki bu anlamı başka millet isimlerinin oluşumunda bulamazsınız.  TÜRK kelimesinin anlamı, MÜSLÜMAN kelimesinin günümüzdeki –gerçek-  anlamıyla aynıdır.
Tanrısına kulluk eden insanlar topluluğu, neymiş TÜRK.

Kısaca bildiğimiz klasik Arap Müslümanlardan önce, Müslüman ümmetin adı Türk demiş olsak pek de yanlış olmayacak…

İtiraz edenler; Müslüman kelimesinden önce Yaratan’a kulluk eden toplulukların adı nedir?
Bu Soruya  cevap versinler.

DİP NOTLAR :

[d1]  H6578  per-awth' Gen_2:14; Gen_15:18;

Deu_1:7; Deu_11:24; Jos_1:4; 2Sa_8:3; 
2Ki_23:29; 2Ki_24:7; 1Ch_5:9; 1Ch_18:3; 
2Ch_35:20; Jer_13:4; Jer_13:5; 
Jer_13:6; Jer_13:7; Jer_46:2; Jer_46:6; 
Jer_46:10; Jer_51:63;
[d2]  H5104 ,nâhâr, naw-hawr'
Gen_2:10; Gen_2:13; Gen_2:14; Gen_15:18; Gen_31:21;Gen_36:37; Exo_7:19; 
Exo_8:5; Exo_23:31; Num_22:5;Num_24:6; Deu_1:7; 
Deu_11:24; Jos_1:4; Jos_24:2; Jos_24:3;Jos_24:14; Jos_24:15; 2Sa_8:3; 
2Sa_10:16; 1Ki_4:21; 1Ki_4:24;  1Ki_14:15; 2Ki_5:12; 
2Ki_17:6; 2Ki_18:11; 2Ki_23:29; 2Ki_24:7;  1Ch_1:48; 1Ch_5:9; 1Ch_5:26; 
1Ch_18:3; 1Ch_19:16;2Ch_9:26; Ezr_8:15; Ezr_8:21; 
Ezr_8:31; Ezr_8:36; Neh_2:7;Neh_2:9; Neh_3:7; Job_14:11; Job_20:17; 
Job_22:16;Job_28:11; Job_40:23; Psa_24:2; Psa_46:4; 
Psa_66:6;Psa_72:8; Psa_74:15; Psa_78:16; Psa_80:11; Psa_89:25;Psa_93:3; 
Psa_98:8; Psa_105:41; Psa_107:33; Psa_137:1;
Son_8:7; Isa_7:20; Isa_8:7; Isa_11:15; Isa_18:1; Isa_18:2;Isa_18:7; 
Isa_19:5; Isa_19:6; Isa_27:12; Isa_33:21;Isa_41:18; Isa_42:15; 
Isa_43:2; Isa_43:19; Isa_43:20;Isa_44:27; Isa_47:2; Isa_48:18; 
Isa_50:2; Isa_59:19;Isa_66:12; Jer_2:18; Jer_46:2; Jer_46:6; 
Jer_46:7; Jer_46:8;Jer_46:10; Eze_1:1; Eze_1:3; Eze_3:15; Eze_3:23; 
Eze_10:15;Eze_10:20; Eze_10:22; Eze_31:4; 
Eze_31:15; Eze_32:2;Eze_32:14; Eze_43:3; Dan_10:4; Jon_2:3; Mic_7:12; 
Nah_1:4;Nah_2:6; Hab_3:8; Hab_3:9; 
Zep_3:10; Zec_9:10;

[d3] 
01-"Hüvallahü'l-lezi La ilahe illa hu "Allah" kendinden başka hiç bir ilah bulunmayan tek bir Allah'tır.
02-"er-Rahman":Esirgeyici,bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden(dünyada)
03-"er-Rahim":Bağışlayıcı,sevdiklerine ve müminlere merhamet eden(ahirette)
04-"el-Melik":Mülkün sahibi,mülk ve saltanatı devamlı olan.
05-"el-Kuddüs":Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan.
06-"el-Selam":Her çeşit afet ve kederlerden emin olan.
07-"el-Mü'min":Kullarına emniyet veren.Kendinin ve peygamberlerinin dogrulugunu ortaya koyan,kullarına yaptıgı vadinde sadık.
08-"el-Müheymin":Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden,her şeyi gözetip koruyan.
09-"el-Aziz":İzzet sahibi,maglup edilmesi imkansız olan,her şeye galip olan.
10-"el-Cabbar":Azamet ve kudret sahibi,istediğini mutlak yapan,dilediğine muktedir olan.
11-"el-Mütekebbir":Ululuk sahibi,her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren.
12-"el-Halik":Her şeyin varlığını ve gecireceği halleri takdir eden,yaratan,yoktan vareden büyüklükte eşi olmayan.
13-"el-Bari":Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratan.
14-"el-Muvassir":Tasvir eden ,her şeye bir şekil ve hususiyet veren.
15-"el-Gaffar":Kullarının günahını örten,magfireti çok,günahları bağışlayıcı.
16-"el-Kahhar":Her şeye,her istedigini yapacak surette,galip ve hakim.
17-"el-Vahhab":Çok fazla ihsan eden,çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan.
18-"el-Rezzak":Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyacını karşilayan.
19-"el-Fettah":Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran,darlıktan kurtaran.
20-"el-Alim":Her şeyi en ince noktasına kadar bilen,ilmi ebedi ve ezeli olan.
21-"el-Kabıt":Dilediğine darlık veren,sıkan,daraltan.
22-"el-Basit":Dilediğine bolluk veren,açan,genişleten.
23-"el-Hafıd":Yukarıdan aşağıya indiren,alcaltan,dereceleri düşüren.
24-"el-Rafi":Yukarı kaldıran,yükselten,dereceleri yükselten.
25-"el-Muiz":İzzet veren,aziz kılan.
26-"el-Müzil":Zillete düşüren,hor ve hakir eden.
27-"el-Semi":Her şeyi işiten,kullarının niyazını kabul eden.
28-"el-Basir":Her şeyi gören.
29-"el-Hakem":Hikmet sahibi olan,yaptığı her işte hikmeti gözeten,hükmeden.
30-"el-Adl":Son derece adaletli olan.
31-"el-Latif":En ince işlerin bütün inceliklerini bilen,lütuf ve ihsan sahibi olan.
32-"el-Habir":Her şeyi iç yüzünden,gizli tarafından haberdar olan.
33-"el-Halim":Yumuşak davranan,hilmi çok olan.
34-"el-Azim":Pek azametli olan,yüce.
35-"el-Gafur":Çok bagışlayan,magfireti çok.
36-"el-Şekur":Kendini rızası için yapılan amelleri daha ziyadesi ile karşilayan.
37-"el-Aliyy":Çok yüce.
38-"el-Kebir":Pek büyük.
39-"el-Hafız":Yapılan işleri bütün tavsilatıyla hıfzeden,her şeyi afad ve beladan koruyan.
40-"el-Mukit":Bilen,tayin eden.Her yaradılmışın rızkını veren.
41-"el-Hasib":Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferruatıyla hesabını iyi bilen.Mahlukatına kafi olan.
42-"el-Celil":Azamet sahibi olan,ululuk sahibi olan.
43-"el-Kerim":Çok ikram edici
44-"el-Rakib".Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan.
45-"el-Mucib".Kendine yalvaranların isteklerini veren,duaları kabul eden.
46-"el-Vasi":Lütfu bol olan.
47-"el-Hakim":Emirleri,kelamı ve bütün işleri hikmetli,hikmet sahibi olan.
48-"el-Vehud":İyi kullarını seven,rızasına indiren ve sevilmeye layık olan.
49-"el-Mecid".Şanı,şerefi çok üstün olan.
50-"el-Bais".Ölüleri dirilten ,kabirlerden çıkaran.
51-"el-Şehid".Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan.
52-"el-Hakk":Vacib'ul vücut olan,varlıgı hiç degişmeden duran.
53-"el-Vekil":Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden.
54-"el-Kaviyy":Pek kuvvetli.
55-"el-Metin":Pek güclü.
56-"el-Veliyy":Seckin kullarının dostu.
57-"el-Hamid":Ancak kendine hamd edilen,bütün varlığın diliyle övülen.
58-"el-Muhsin":Namütanahi de olsa,bir bir herşeyin sayısını bilen.
59-"el-Mubdi":Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan.
60-"el-Muid":Yaradılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.
61-"el-Muhyi":İhya eden,dirilten,can bağışlayan,saglık veren.
62-"el-Mümit":Canlı,bir mahlukatın ölümünü yaratan,öldüren.
63-"el-Hayy":Diri,tam ve mükemmel manasıyla hayat sahibi.
64-"el-Kayyum":Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen,evveli olmayan.
65-"el-Vacid".istediğini,istediği vakit bulan.
66-"el-Macid".Kadri ve şanı büyük,kerem ve müsemahası bol.
67-"el-Vahid":Tek.Zatında,sıfatlarında,isimlerinde,efailinde ortağı ve benzeri olmayan.
68-"el-Samed":Her şey O na muhtac,fakat O hiç birşeye muhtac degil.
69-"el-Kadir":istediğini,istediği gibi yaratmaya muktedir olan.
70-"el-Mukdedir":kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden.
71-"el-Mukaddim":İstediğini öne getiren,öne alan.
72-"el-Muahhir".İstediğini geri koyan,arkaya bırakan.
73-"el-Evvel":Her şeyden önce var olan.
74-"el-Ahir":Her şey helak olduktan sonra geri kalan.
75-"el-Zahir":Varlığı sayısız delillerle açık olan
76-"el-Batın":Akılların idrak edemeyecegi yüceliği gizli olan
77-"el-Vali":Bu muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başina idare eden.
78-"el-Müteali":Aklın mümkün gördüğü her şeyden,her halden pek yüce olan
79-"el-Berr":Kullarına iyilik ve ihsanı,nimetleri bol olan.
80-"el-Tevvab":Tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan.
81-"el-Muntekım".Günahkarlara,adaletiyle,müstahak oldukları cezayı veren.
82-"el-Afüvv".Affeden,magfiret eden.
83-"el-Rauf":Merhamet edici.pek şefkatli.
84-"Malik'ül-Mülk":Mülkün ebedi ezeli sahibi.
85-"Zülcelali ve'l-İkram":Hem azamet sahibi,hem fazlu kerem sahibi.
86-"el-Muksit":Hükmünde ve işlerinde adaletli olan.
87-"el-Cami":İstediğini istedigi zaman istediği yerde toplayan.
88-"el-Ganiyy":Çok zengin,hiç birşeye muhtac olmayan.
89-"el-Mugni":Diledigine zenginlik veren müstagni kılan.
90-"el-Mani":Bazı şeylerin meydana gelmesine müsade etmeyen,engelleyen.
91-"el-Darr":Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan,hüsrana ugratan.
92-"el-Nafi":Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan,faydalandıran.
93-"el-Nur":Alemleri nurlandıran,diledigine nur eden,nur olan.
94-"el-Hadi":Hidayete kavuşturan,kulunu hayırla muvaffak kılan.
95-"el-Bedi":Örneksiz,misalsiz,acaip ve hayret verici alemler yaratan.
96-"el-Baki":Varlıgının sonu bulunmayan,ebedi olan.
97-"el-Varis":Varlığı devam eden,servetlerin hakiki sahibi.
98-"el-Raşit":Bütün alemleri dosdogru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran.
99-"es-Sabur":Çok sabırlı olan,isyankarlardan acele intikam almayan.

[d4]  Kuran’da; “Her Topluma elçiler gönderildiği”  bildirildiğine göre, toplam elçi sayısının çok yüksek olması doğaldır.
Toplumu ile mücadelesi detaylı olarak anlatılan; hakkında çok az bilgiler verilen; Sadece İsimleri geçen; İsimleri geçmediği halde Toplumu ile mücadelesi anlatılan (Nahl/30-44 Yasin/14-26 ….) elçiler de vardır.
Kuran dışı İslam kaynaklarında “İlk İnsan / İlk Peygamber” olarak geçen Adem hakkında; Kuran’da  “Elçi olarak gönderildiği /  Toplumuna tebliğde bulunduğu ….”  Konusunda bir ifade yoktur.
Lokman için de; “Elçi olarak gönderildiği”  ifadesi yoktur. Diğer elçilerin tebliğine paralel oğluna öğütleri vardır. 



Adı geçen Adem ve Lokman dışında, Kuran’da İsmi geçen (24) Peygamberler:
Idris  Nuh   Hûd   Salih   Ibrahim   Ismail   Lût  Ishak   Yakûb    Yusuf   Eyyûb   Şuayb   Musa   Harun   Davut   Süleyman   Zülkifl   İlyas  
El- Yesâ   Yunus   Zekeriya   Yahya   Isa   Muhammet



[d5]  Ezr_4:24; Ezr_5:1; Ezr_5:2; Ezr_5:5; Ezr_5:8; Ezr_5:11; Ezr_5:12; Ezr_5:13; Ezr_5:14; Ezr_5:15; Ezr_5:16; 
Ezr_5:17; Ezr_6:3; Ezr_6:5; Ezr_6:7; Ezr_6:8; Ezr_6:9; Ezr_6:10; Ezr_6:12; Ezr_6:14; Ezr_6:16;Ezr_6:17; 
Ezr_6:18; Ezr_7:12; Ezr_7:14; Ezr_7:15; Ezr_7:16; Ezr_7:17; Ezr_7:18; Ezr_7:19; Ezr_7:20; Ezr_7:21; 
Ezr_7:23; Ezr_7:24; Ezr_7:25; Ezr_7:26; Jer_10:11; Dan_2:11; Dan_2:18; Dan_2:19;Dan_2:20; Dan_2:23; 
Dan_2:28; Dan_2:37; Dan_2:44; Dan_2:45; Dan_2:47; Dan_3:12; Dan_3:14; Dan_3:15; Dan_3:17; Dan_3:18; 
Dan_3:25; Dan_3:26; Dan_3:28; Dan_3:29; Dan_4:2; Dan_4:8;Dan_4:9; Dan_4:18; Dan_5:3; Dan_5:4; Dan_5:11; 
Dan_5:14; Dan_5:18; Dan_5:21; Dan_5:23; Dan_5:26; Dan_6:5; Dan_6:7; Dan_6:10; Dan_6:11; Dan_6:12; Dan_6:16; 
Dan_6:20; Dan_6:22;Dan_6:23; Dan_6:26;

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...