11 Haziran 2014

BABİL (BABYLON) HAKKINDA TARİHİ BİLGİLER 1





Babil (Babylon)

Babil (Babylon)

Babil'in Tarihçesi

BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ

Babil, Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup Milattan Önce 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugünkü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır.

Kurulduğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine "Akkad" ve Güney memleketlerine "Sümer" adı veriliyordu.

TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRÜ

Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür Eridu kültürü olup (Milattan Önce 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini Ubaid kültürüne (Milattan Önce 3900 - Milattan Önce 3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar.

Ubaid kültüründen sonra Uruk veya Erech kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa Ziggurat denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (Milattan Önce 3000-2700)

İLK SÜLÂLE DEVRİ (Milattan Önce 2700 - Milattan Önce 2350)

İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz:

1. İLK DEVİR - Sümer Devri

Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak Anu veya sonradan Marduk, doğuş ve yaradılış tanrısı Aruru, Güneş Tanrısı Shamas (Arapların Şems), toprak tanrıçası An, su tanrıçası Enlil, yeşillik tanrısı Tammuz, Isthar, Eridu vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu, Erech Site / Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi Gılgamış, ilk devirde yazılmıştır.

2. İKİNCİ DEVİR

Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu.

3. ÜÇÜNCÜ VE SON DEVİR

Ensi'nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru Lagash Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen Lugal yani kral adını almıştır. Meselâ, Uruk sülâlesinden üçüncü kral Lugalbanda hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur Gılgamış'ın hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan Angal Zages Ofuma (Milattan Önce 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup Lagash şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır.

AKKAD SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 2350 - Milattan Önce 2150)

İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak Kish ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. Kish şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin  getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar Guti'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

GUTİ SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 2150 - Milattan Önce 2100)

Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı Gudea'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür.

ÜÇÜNCÜ UR SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 2100 - Milattan Önce 1960)

Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de Uur Mammu adlı bir vali  tarafından   iş  başından  uzaklaştırılmış   ve   3. Erech/UR Sülâlesi kurulmuştur. (Milattan Önce 1060)

ISINLARSA SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 1960 - Milattan Önce 1830)

Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır.

İLK BABİL SÜLÂLESİ (Milattan Önce 1830 - Milattan Önce 1530)

Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder.

En meşhur kralı HAMMURABİ (Milattan Önce 1728-1686) zamanında bu şehrin yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür.

Kassit SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 1530 - Milattan Önce 1150)

Hammurabi'nin haleflerinden Samsuiluna (Milattan Önce1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa Kassit'ler baş kaldırır ve Milattan Önce 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı Mürsil 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir.

İKİNCİ ISIN SÜLÂLESİ DEVRİ (M..Ö. 1150 - 1050)

Son Kassit Kralı Tikulti -  Ninura  bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General Nebuchadnezzar, (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar.

Asur Hâkimiyeti (Milattan Önce 1050 - Milattan Önce 626)

Asur Kralı Ashur NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı Marduk'u Asur Kralı Shalmanazer - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki Kalde ve Aremean devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı Tiglath Pileser-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden Nabonassar'ı getirmiştir.

Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca Tiglat Pileser-3 tekrar ordunun başına geçerek Babil'i zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). Tiglat bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. Tiglat öldüğünde Asur Kralı Sennacherip (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı Tiglat gibi yeniden Babil'e girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698)

Sennacherib'in ölümü üzerine halefi Esarhaddon, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu Ashur Banipal'a (kendisine Grekler Sardanapalus) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu Shamasshum-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve Shamasshum-UKİN ağabeyi Ashur Banipal'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir.

Üç sene kadar süren iç harp neticesinde Ashur Banipal Babil'i ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) Shamasshum-UKİN kendisini öldürür.

Yeni Babil İmparatorluğu (M.Ö. 626 - Milattan Önce 539)

Ashur Banipal'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden Napopolas-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için Med ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve Ninova'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi.

Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te Carche-EEMISH (Karkamış) mevkiinde Nabopalassar'ın oğlu Nebuchadnezzar-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan Nabuchadbezzar-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrailoğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir.

Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (Cyrus) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539)

Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Araplar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı.
Babil Kulesi

Babil Kulesi, Babylon tower.

Babil Kulesi

Babylon Tower

Babil Kulesi (İbranice: מגדל בבל‎ Migdal Bavel), Tevrat'ta, Kur'an'da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, tanrıya ulaşmak için inşa edilen kule.

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Sümerce'de aynı anlama gelen sözcük Kadingirra'dır.

Eski Ahit'te Babil sözcüğü Babel şeklindedir. Bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır.

Kuran-ı Kerim'de şehrin ismi Babil olarak geçer. Türkçe'deki ismi Arapça'dan gelmektedir.

Babil Kulesi adına ilk kez Kutsal Kitaplarda Tevrat'ın tekvin kısmının ll inci bölümünde rastlarız. "Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, Doğuya göçtükleri zaman Şinar Diyarında (SÜMER) bir ova buldular. Ve birbirlerine dediler: Gelin, kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim ve onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağıtmayalım diye gelin kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim ve kendimize nam yapalım".
Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk efsanelerinde nesilden nesle aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı Nimrot'un "Nemrut" Krallığını kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur. Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı dillerdeki karışıklığın simgesidir. Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran (Bitüm) dan yapıldı. Babil kelimesinin İbrani'ce kökü "Balal" olup karışıklık demektir. Eski Akkad diline göre ise Babel, Babil'i, Tanrı Kapısı, Tanrı Şehri demektir. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşır. Kutsal kitaba göre bu küstahlığa kızan Tanrı, birlik halinde olan, tek dili konuşan ve aralarında anlaşan bu meraklı kullarının dil birliğini bozmuş,aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur. Kutsal Kitaptaki bu kulenin aslında bir Sümer Ziggurat'ı olduğu genel olarak kabul edilmiştir. Arkeolog/Sümerolog Benjamen de Tudala bu kulenin bugün Irak'ta bulunan Borsippa şehri (şimdiki adı "Hillal") yakınında bulunan BİRS NİMROT harabelerinin kendisi olduğunu söyler. Diğer bir bilgin Niccolo de Conti bu kulenin Bağdat yakınında AQUARQUF   denilen bir yerde bulunan dev bir Ziggurat'ın kendisi olduğunu iddia eder. İngilizce'de BABEL ve BABBLE tabirleri phonetic yönden aşağı yukarı aynıdır, hem Babil Şehrini, Babil Kulesini, Yüksek Vina, Ana baba günü mânâsına karışıklık günü, kargaşalık mânâsına gelebileceği gibi ikinci bir mânâ da zevzeklik, boş lâf, gevezelik demektir.
MALAKİ, Tanrı ağzından şu ahlâk kaidelerini hatırlatır :

“Çalınmış olanı, topalı ve hasta olanı takdime için getiriyorsunuz ve sürüde erkek hayvanı varken adak adayıp Rabbe kusurlu olanı kurban edene lanet olsun.....diyor ve sizleri düşman kılıcına vereceğim......” gibi.

Bu peygamberler tanrının birer habercisi olduklarını söylerlerken milli Tanrı fikrinden uzaklaşmışlardır. Çünkü işgal edilip Süleyman Mabedi arkada bırakılıp Babil’de esaret hayatına başlanınca halk periyodik mabet ziyaretlerini yapamaz oldu, daha doğrusu Süleyman Mabedinde ibadet etmek imkânsız hale gelince bu duruma bir çare bulmak gerekti. Peygamberler ve bilhassa NEMENİAH Babil’lilere yazdığı mektuplarla Tanrının ritüel ve mabet ayinleriyle ilgisinin şart olmadığını bunun insanın kendi içinde teşekkül edebileceğine dair sayısız telkinlerde bulundular. Mabetlerinden ayrı düşmüş olan İsrail çocuklarının Mâbed’de kurban ve takdime vermeden de Tanrının lütfuna mazhar olabilecekleri ve gelecekte Tanrı Jahvenin İsrail Kavmi ile yeni bir ahite girişeceği ve bu günlerin çok yakın olduğu fikrini git gide yaydılar. Yukarıda söylediğim Kurtarıcı / Soter / Mesih fikrinin doğması bu devirlerde yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Böylece bu büyük nebilerin tesiriyle insanlık tarihinde çok ilginç bir yer tutan PROFETİZM (PEYGAMBERLİK) müessesesi çok köklü bir değişikliğe uğramaktadır. Bundan böyle Nebilik Hz. DANİEL örneği bir falcılık, rüya tabirciliği, remilcilik, ekmek parası kazandıran bir uğraş olmaktan çıkıp, yalın bir felsefî ekol şekline dönüşmektedir. Bir gün AMOS'a bir fal bakmasını söylediklerinde verdiği cevap şu olur "Ben ne peygamber ne de peygamber oğluyum". Bu cevabıyla günlük yaşam derdinden uzak olarak sadece tanrısal düşüncelerle ilgili bir kişi olduğunu ima etmektedir.

Bu yeni Nebi sınıfı, düşünce ve fikirlerini semboller, alegoriler, paraboller ile izah etmişlerdir. RENAN dahil bir çok yazarlarca bir extaz, psikopatolojik bir hal olarak izah edilmek istenen bu garipsi haller, aslında bu kişilerin cahil kitlelere, sansür ve terör rejimleri zamanında en etkin şekilde hitap edebilme imkânlarını gösterir. Meselâ Nebi NEHEMİAH bir gün halk içinde dolaşırken Babil için bir beddua yazıp Fırat nehrine atar. Bunun sembolik mânâsı Babil’in yakında batacağına işarettir. İŞAYA Peygamber, sokaklarda tamamen çıplak dolaşır. Bunun mânâsı İsrael devleti eğer Mısır ve Amori Devletleri ile ASUR Devletine karşı geldiği takdirde kendisine benzeyeceğini imadır. Unutmadan ilâve edelim bütün nebilerin benzer vasıfları sulh taraftarı olmalarıdır. Bu yüzden vatan hainliği ile suçlanmışlardır.

Bu peygamberler, yaşadıkları dönemde BABİL Devletinin veya yerine göre ASUR Devletinin kendi küçük Krallıklarını eninde sonunda yok edeceklerini çok iyi biliyorlar ve bunun İsrael Tanrısı YAHVE'nin arzusu ile olacağını bildiriyorlardı. Zamanına göre bir vatan hainliği sayılabilecek bu denli pervasızca fikir yürütme aynı zamanda Milli Din inanışlarına da ters düşmekteydi.

JAHVE gibi İsrael oğullarının milli tanrısı onu yücelteceği yerde düşmanları ile bir olup onu yok etmek istesin, bu o zamanlar için akıl almaz bir durumdu.

 İbrahim ve Musa Peygamberler zamanından kalma bir ahit ile var olan statükoya ters düşen bu duruma yeni Peygamber nesli şöyle bir izah tarzı bulmuşlardır : Tanrı Yahve sadece İsrael'in Tanrısı değil, evrenlerin ve bütün insanlığın tek Tanrısıdır, bütün kavimlerin hükümdarı, hakimi ve mutlak yargılayıcısıdır. NEHEMİAH (13/23), şöyle der :

"Ve eğer yüreğinde niçin bunlar başıma geldi dersen fesadının çokluğundan, eteklerinin açılmasındandır."

İŞAYA ( 45/22 ), Evrensel bir Tanrı için şöyle der:
"Ey dünya kavimleri, hepiniz bana yönelin de kurtulun. Çünkü Rab benim ve benden başkası yoktur."

AMOS (9/7 ):

"İsrail'i Mısır diyarı'ndan, kurtardığım gibi Filistinlileri Keftor'dan, Suriyelileri Kır'dan ben çıkarmadım mı?"

Babil Kulesinin mimarı ve akıbeti konumuz dışıdır. (Mimar Peleğ olup Nuh Peygamberin Shem kolundan gelen 5inci oğludur). İbrahim Peygamberin de atasıdır.

Kutsal Kitaptaki söz konusu Babil Kulesi olayını salt bir efsane saymak safdillik olur. Bizlere bir işaret verilmiş bir şeyler ima edilmiştir. GİLGAMESH efsanesinde lokal dahi olsa bir Tufan hadisesinin mevcudiyetini biliyoruz. Ayrıca Tekvin X 1.1.deki "Ve bütün dünyanın dili ve sözü birdi" cümlesi biraz şairane gibi görünür. Zira o tarihlerde Sümer, Kaide, Elam, Akkat, Mısır Kavimlerinin kendilerine has yazı ve dilleri zaten mevcut idi. Babil Kulesine dair olay URARTU, HİTİT VE NİNOVA Tabletlerinde yoktur. Olay tamamıyla İbranî kaynaklıdır. Bitüm yani katran ile harç kullanılarak tuğla ile yapılan inşaat tarzı oldukça yeni devirlere rastlar. John T. LAWRENCE, ahlâki bir hikâyeyi yansıtan bu İbranî menşeli olay ile eski Yunan / Minos Medeniyeti Mitolojideki Devlerle Olimpus Tanrılarının mücadelesi efsanesi ile bir paralellik görür.

Mitolojideki Devlerin, Olimpus Dağındaki Tanrılarla boy ölçüşmeye kalkmaları gibi, Tevrat'taki, insanoğlunun kibir ve küstahlığı neticesinde perişanlığa uğramış ve yıkılmıştır.

Sembolik İzah

İddialı insanoğlu, toprağa bağlı olduğu oranda faniliği hiçbir zaman yenemeyecek, ölümsüzlüğe kavuşamayacaktır (GİLGAMESCH).

Aksi takdirde ilâhi adalet bozulacak ve karışıklıklar doğacaktır. Kutsal Kitabedeki olay tarihi ve sosyolojik gelişmenin, büyük imparatorlukların, büyük beldelerin, büyük dinlerin tedrici genişlemelerini anlatır.

Babil Kulesi efsanesinde, rasist ve şoven iddia ve cereyanların toplumu ne denli dağıttığını ve tahrip  ettiğini ima eder. Bir sınıf veya zümrenin dayandığı kolektif, oligarşik baskı ve zulüm, sonunda kitleler arasında dağılmalara, bölünmelere yol açar.

Kutsal Kitaplardaki Tanrının (Yahve) yer yüzüne inip duruma göz atması ve sonra insanların dilini karıştırıp onları kargaşalığa sürüklemesi, sembolik olarak insan oğlunun, totaliter baskıya karşı uyanan adalet ve karşı koyma hissinin doğmasından, hür fikir ve düşüncelerin filizlenmesinden başka bir şey değildir.
Babil Mitolojisi

Babil Mitolojisi, Babylon

Babil Mitolojisi

Babiller

“Mezopotamya”, iki ırmak arasındaki bir bölgeyi anlatan bir coğrafya terimidir. Babil'in en eski devirleri arasında çok az şey bilinmektedir.

Şehrin kurucusu bilinmemekle beraber "Babil" isminin aslında Sümerce olması, şehri kuranların Sümerler olduğunu göstermektedir. Fakat idare merkezi olarak önem kazanması, "I. Babil Sülalesi" zamanıdır. Bu sülalenin çökmesi üzerine Babil'de Asur kralları hüküm sürmeye başlamışlardır. Asur İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Babil'de Yeni Babil denilen yeni bir sülalenin kısa, fakat parlak egemenliği başlamıştır.
Babiller, aydın ve sanatkar bir topluluktur. Babiller, kendi tanrıları olan Marduk'u ileri sürerek, yaradılış ve tufan efsanelerini bugün tanıdığımız şekilde yeniden işlemişlerdir. Babil mitosları, genelde Babilanya çıkışlı olup daha önceki Sümerli malzemenin Sami biçimlerine dönüştürülmüş durumlarını temsil etmektedir.

Babil Tanrıları - Büyük Tanrılar

Marduk: Suların getirdiği bereketi temsil eden Marduk, Ea'nın oğluydu. İlk zamanlarda tarım tanrısı olup alameti Marrubel'di. Tufan efsanesinden tanrılar krallığını almıştır. Zaferinden sonra tanrılar ona elli rütbe verdiler. Her biri, ayrı bir niteliği temsil ettiği için Marduk, tam bir tanrı oldu. Büyük tanrılar, kader tabletlerine sahiptiler. Fırtına-kuş, Zu bir gün bunları çalınca Anu onları geri getirecek olana büyük bir kudreti vaat etti. Tabletleri geri almaya ancak rakibinin kafasını kıran Marduk muvaffak oldu. Bir başka defa; kötü ruhlar, ay tanrısı Sin'e kızdıklarından, Şamaş, İştar ve Adad'ı kandırarak Sin'in ışığını kapadılar. Anu ve Ea korkularından bir şey söylemedilerse de Marduk, Sin'e eski parlaklığını geri verdi. Daima kötülükle savaşan Marduk, genel olarak kılıçla bir ejderi yere yıkarak temsil edilir.
Babil'in meşhur tapınağı Esagil'de, karısı Sarpanit'le birlikte gösterilmiştir. Marduk için yapılan törenlerde çok ilgi çekicidir. Her yıl aynı tarihte, tanrının heykeli büyük bir kalabalıkla Esagil'den dışarı, kırlarda Akitu'ya götürülür ve cemaate emanet edilirdi. Sonra kutsal Fırat kıyılarından dönen tanrının Esagil'e geri gelemsiyle beraber on gün süren bu tören, tanrının, ölümünü, dirilişini ve evlenmesini temsil ederdi. Buna benzer kutlamalar Anu, İştar ve Nannar içinde yapılırdı. Marduk'un başında bulunan on tane halesi, çok parlaktı ve bu parlaklık korkunç bir görüntü arz ediyordu. - Yıldız Tanrıları Sin: Ay tanrısı olduğundan çok önemlidir. Güneş Tanrısı Şamaş ve Merih yıldızı İştar onun çocuklarıdır. Zira ışığın geceden çıktığı kabul edilirdi. Sin, Ur şehrinde Nannar adını alır ve uzun lacivert taşından sakallı bir ihtiyar olarak temsil edilirdi. Her akşam sandalına biner ve ay şeklinde insanlara gözükerek göğü kat ederdi. Bazen tam yuvarlak bir şekilde aldığından ona da tanrının tacı denirdi. Bu değişmeler Sin'i çok esrarengiz yapmıştır. Karanlıkta ışık veren Sin kötülük yapmak isteyenlere engel oluyordu. Fena ruhlar ona bu sebepten isyan hazırlamışlardır. Sin, aynı şekilde bir zaman bölücüsü olup, çok da zeki olduğundan her ay sonunda diğer tanrılar onun öğütlerini almaya gelirlerdi. Karısının adı Ningal olup, Şamaş ve İştar'dan başka bir diğer oğlu da ateş tanrısı Nusku'ydu. Şamaş: Güneş tanrısı Şamaş, M.Ö.II.binde Babil kralı Hammurabi'ye 382 maddelik meşhur kanunlar yazdırmıştır (Resim 2,3). Bazı efsanelerde Marduk ile karışan bu tanrı, doğu dağlarında oturur, orayı koruyan akrep adamlar her sabah ağır kapıları açarak, Şamaş'ı dışarı çıkarırlardı. Gökyüzünden geçen güneş arabasını Batı dağlarına yaklaştırıp, oradaki bir kapıdan içeri girer ve toprağın derinliklerine kaybolurdu. Cesaret ve kuvvet, kışı ve geceyi kaçıran bu tanrının nitelikleriydi. Aydınlığı hükmetmesi onu bilhassa adalet tanrısı yapmıştır. Şamaş'ın Babil'deki tapınağı “Dünya Hakiminin Evi” adını taşırdı. Şamaş, aynı zamanda kehanet tanrısı olduğundan ‘barru:kahin' aracılığıyla gerçeği de haber verirdi. Aya adından bir karısı ve iki soyut tanrı olan çocukları vardı. Kettu: Adalet, Meşarru: Hak. Tasvirlerde Şamaş tahtında oturan ve omuzlarından güneş ışınları çıkaran bir erkek olarak gösterilmiştir. Tacında dört çift boynuz bulunur, sağ elinde, hakimiyet ve adalet alametleri olan asa ve halkayı tutardı (Resim 4,5,6). Şamaş'a bilhassa Sippur şehrinde tapılmıştır.

Ortadoğu söylentilerine göre Babil evrenin yaratılışı: Enuma Elis

Tarihsel Ardalan Babil yaratılış söyleni, gökyüzünde iken anlamına gelen başlangıç sözlüklerinden Enuma Elis olarak bilinen destandır. İngiliz Arkeologların,1845'te şimdiki Irak topraklarındaki Ninova'da başlattıkları kazılar sırasında buldukları yedi adet kil tablet üzerine çivi yazısı ile kaydedilmiştir. Bu tabletler M.Ö. 688 ile 627 yılları arasında hüküm süren Kral Asurbanipal'in kütüphanesine aittir. Ninova'dan pek uzak olmayan Ashur'daki Alman kazıları 1902 de başlamış ve bunun sonucunda Babillerin ulusal tanrısı Marduk'un adinin yerine Asurluların ulusal tanrısı Ashur'un adinin bulunması dışında tamamen ayni olan Enuma Elis'in bir başka değişkesi bulunmuştur.

Böylelikle, bu destanın, Babiller için olduğu kadar, Asurlular için de önemli olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabletlerin tahminen M.Ö. 1000 yıllarına kadar dayanmasına rağmen,içerikleri ve biçimleri, üzerlerine kayıtlı olan hikayenin M.Ö. 1900'ler kadar eski yıllarda var olabileceğini ortaya koyar. Babil'i M.Ö. 1728'den M.Ö. 1686 yılına dek yöneten Hammurabi'nin ünlü yasalar topluluğunun girişinde hem Enuma Elis, hem de Marduk'tan söz edilir. Giriş kısmındaki ifâde şöyledir:

"Tanrıların Kralı Enum ile göklerin ve yeryüzünün efendisi ve ülkenin kaderini belirleyen tanrı olan Enlil'in, Marduk'u tanrılar arasında üstün kıldıkları, daha sonra ona Enlil'in tüm insanlar üzerindeki krallık görevini verdikleri ve sonunda Babil'i dünya devletleri arasında üstün kıldıkları zaman Enum ve Enlil beni, dindar ve Tanrı'dan korkan Hammurabi'yi, ülkenin üzerinde adaletin bir güneş gibi parlamasını sağlayarak ve böylece kötü olan her şeyi yok ederek insanların hayatlarını zenginleştirmek için seçtikleri zaman

Babil'de her sene sonbaharın başlangıcını simgeleyen on günlük Yeni Yıl festivalinin bir parçası olarak, Enum Elis, huşu içinde ezbere okunur ve dramatize edilirdi. Tatil, evrendeki düzenin yeniden kurulması, hayatin yenilenmesi ve gelecek yıl için tüm insanların kederlerinin belirlenmesini vurgulayan ciddi bir olaydı. Bilim adamları, Babillerin, Enuma Elis'te anlatılan kaos güçleri ile düzen güçleri arasındaki savaşı pandomimle temsil ettiklerine inanmaktadır. Marduk mahkumiyetten kurtulana dek Babil sokaklarında düzensizlik hüküm sürecektir.

Daha sonra Marduk, Tiamat ve onun şeytânî güçlerine karşı tanrıların gücünü temsil eden bir tören alayına önderlik edecektir. Marduk'un, Tiamat'ı ve onun isyankar güçlerini alaycı bir savaştan sonra yenmesi ve evrende düzeni kurmasından sonra Babiller onun suretini; Babil sokaklarında gösterişli bir resmi törenle karşılayacaktır. Bu büyülü yöntemle insanlar, kaderlerini kontrol eden tanrıları etkilemeyi ve bereket, bolluk ve iyi talihle dolu bir yıl getirmeleri için ikna etmeyi ummuşlardır. Ayrıca Babil halkı, bu söylemin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sihir gücüne sahip olduğunu da düşünmüş olabilirler. Bu nehirler her yıl kıyılarını basmış ve sik sik yaşadıkları yerlerin sert tufanlarla harap etmişlerdir. İnsanlar dramatizasyon ve büyü gücünü bu korkunç bahar tufanlarının tahribine karşı topluluklarını koruyabilmek amacıyla kullandılar. Marduk, söylen tarafından onurlandırıldığında, ayni zamanda evreni yaratan ve kaostan bir düzen çıkaran Babil'in koruyucusu tanrısı ve tanrıların yeryüzündeki evi olarak Marduk Tapınağı'nın kurulduğu Babil şehri de onurlandırılmış oluyordu. Böylece söylen, hem dinî bir görüşü hem de dünyevî ve siyasâl bir görüşü birleştirmektedir. eni Yıl Tatili sırasında insanların kaderi belirlendiği kadar; Babil'in siyasal kaderi de belirleniyordu. Böylece Enuma Elis, bir yaratılış söyleninden daha fazlasını ifade eder. Babiller Sümerlerin geleneksel yaratılış söylenini almışlar ve onu, yeni ulusal, dini ve siyasal amaçlar için kullanmak amacıyla yeniden şekillendirmişlerdir.

Evrenin yaratılışı'nın açıklaması, yıldırım tanrısı Marduk'un yüce iktidara ulaşması ve onun yeryüzündeki şehri olan Babil'in methedilmesi hikayesine dönüşmüştür.

Başlıca Babil Tanrıları

Sümer ve Babil tanrılarının karsılaştırılması:

Tiamat(Babil): Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça, yaşamı besleyen, Apsu'nun karisi, Anisar ve Kiasari'nin annesi, tuzlu suların efendisi. Toprak Ana
Tiamat(Sümer): Nintu(Ki)nin karşılığı
Apsu(Babil): Tiamat'ın kocası, Ansar ve Kisar'ın babası, tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.
Apsu(Sümer): Anu(An)'in karşılığı
Mummu(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu,sislerin tanrısı.
Mumnu(Sümer): karşılığı yok.
Ansar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, Kisar'ın ağabeyi ve kocası.
Ansar(Sümer) karşılığı yok
Kisar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun kızı, Ansar'ın kız kardeşi ve karisi
Kisar(Apsu): karşılığı yok.
Anu[An](Babil): Ansar ve Kisar'ın oğlu.
Anu(Sümer): Nintu'nun kocası, tüm tanrıların babası ve efendisi. Her ikisinde de Gökyüzü tanrısı.
Nintu[Ki](Babil): Erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır. Burada Anu'nun karisi ve Enlil'in akrabaları yoktur.
Nintu(Sümer): Tiamat gibi Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça, Anu'nun karisi, tüm tanrıların anası, ilk insani çamurdan yaratmıştır.
Enlil(Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki havanın tanrısı.
Enlil(Sümer): Anun ve Nintu'nun oğlu, Hava ve Tarım tanrısı. Anu ile beraber tanrıların efendisi olmuştur.
İştar(Babil): Nintu gibi,erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır. İştar(Sümer):Önce Anu'nun sonra Sin'in kızı, Ulu tanrıça veya Ana Tanrıça, Aşk ve Savaş Tanrıçası.
Ea(Babil): Anu'nun oğlu, Damnika'nın kocası, Marduk'un babası ve Apsu'dan sonra tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.
Ea(Sümer): Ana,Nintu,yeryüzünün efendisi.Her ikisinin de de yaratıcı zekanın, aklin, tüm sanat ve zennatların tanrısı.
Damninka(Babil): Ea'nın karisi ve Marduk'un annesi.
Damninka(Sümer): karşılığı yok.
Marduk(Babil): Ea ve Damninka'nın oğlu, en akilli ve yetenekli tanrı, tüm tanrıların efendisi oldu.
Marduk(Sümer): Anu ve Enlil'in karşılığı.
Kingu(Babil): Marduk'a karşı Tiamat'ın güçlerini yönetir.
Kingu(Sümer): karşılığı yok.
Sini(Babil ve Sümer): AY tanrısı, Şamaş'ın babası.
Şamaş(Babil ve Sümer): Sin'in oğlu. güneş tanrısı, zayıfları,haksizlik yapılanları ve gezginleri korur.

Evrenin, tanrı ve İnsanların yaratılışı

Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu. Ana Taimat ortaya çıktı ve tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar. Onların oğlu Mumnu, suları kaplayan sislerin içindeydi. Ne en yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.

Daha sonra, Apsu'nun tatlı, Tiamat'ın tuzlu suların içinde Ansar ve Kisar şekillenmiş ve sulardan dışarı çıkmışlardı. Amani gelince, Ansar ve Kisar, göklerin tanrısı olan Anu'nun ana babası oldular. Buna karşılık Anu, Ea'nın babası oldu. Onlardan daha akilli, daha anlayışlı ve güçlü olduğu ve sihir kullanmada çok yetenekli olduğundan, Ea, hem babasını hem de büyükbabasını geçti. Yeryüzü tanrısı oldu ve büyük tanrılar arasında rakibi yoktu. Genç tanrılar biraraya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar başına buyruk idiler ki, bu, Tiamat'ı rahatsız etti ve taşkınlıkları onu gücendirdi.

Zaman geçtikçe Ana Tanrıça onların davranışlarından nefret etmeye başladı, fakat onlara nasıl davranması gerektiği de bilemedi. Apsu'dan onlarla konuşmasını istedi, fakat bunu denediğinde onu dikkate almadılar. Apsu, Tiamat ve Mumnu sorunu tartışmak için biraraya geldiler. Apsu söyle konuştu: "Tanrıların davranışlarına tahammül edemiyorum ! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapıyorlar ve hiç uyuyamıyorum. Umutsuzca huzura ve sessizliğe ihtiyacım var. Eğer benim ricalarımı dinlemezlerse, gürültülerini yapabileceğim tek şekilde, yani onları yok ederek durdurmak zorunda kalacağım". Kocasını sözleri Tiamat'ı sinirlendirmişti, söyle cevap verdi: "Apsu, neler hissettiğini çok iyi anlıyorum. Biliyorsun ben de ayni sorundan yakınmıştım. Ama yine de senin çözümün çok zalimce ! Kendi yarattığımız çocuklarımı yok edeceğiz ? Davranışları kaba ve oyunları çok can sıkıcıdır, fakat yinede anlayışlı olmayı denemeliymişiz."

Bununla beraber Mumnu,Apsu'yu destekledi ve "Tiamat'ın bu konudaki fikirlerini dikkate almamanızı öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planınızı uygulayın ve otoritenize karşı geldikleri için tanrıları yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karşı itaatsizlik ediyorlar ve davranışları sizde huzursuzluk bırakmıyor." Mumnu'nun düşüncesini duyduğu zaman, kafasındaki şeytânî planı beğendiği için,Apsu'nun Yüzü Sevkle doldu. Apsu ve Mumnu'nun kendilerine karşı olan komplosunu tanrılar çabucak öğrendiler.

Haberi ilk duyduklarında ağladılar daha sonra kaderlerine karşı gelmenin bir yolunu bulamamanın çaresizliği ile sustular. Ancak en akılları, en zekileri ve tanrıların en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mumnu'nun planlarını bozmanın bir yolunu buldu. Önce tanrıları koruyacak büyülü bir daire oluşturdu ve onları güvenli bir şekilde içine yerleştirdi. Sonra Apsu'nun derin sularına doğru, onu derin bir uykuya daldıracak, Mumnu'ya güçsüz bırakacak bir büyü okudu. Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlere bağladı, başındaki tacı ve ışık halkasını aldı ve kendi başına yerleştirdi.

Orada, suların derinliklerinde karşı Damninka ile huzur içinde yaşadı. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odası da talihin odası olmuştu. Nihayet Ea ve Damninka, bütün tanrıların en yeteneklisi ve akillisi olan Marduk'un ana-babası oldular. Tam bir yetişkin olarak doğmuş olsa da, tanrıçalar doğduğu günden itibaren, en bastan beri Marduk, bir önder görüntüsündeydi ve Ea oğlunu görür görmez baba yüreği memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüş ve güç bakımından diğer bütün tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı.

Marduk'un yüzünden ışıklar saçan dört adet göz, her şeyi görmesini sağlıyor ve dört adet geniş kulak her şeyi duymasına yardımcı oluyordu. Marduk dudaklarını ne zaman oynatsa ağzından ateşler saçılıyordu. Ea,"Oğlumuz göklerin güneşidir" diye bağırıyordu. Gerçekten de Marduk'un başındaki on tane tanrı hanesi öylesine parıldıyordu ki, ışımların parlaklığı korkunç bir görüntü arz ediyordu. Kendisine bakanlara dehşet kadar da huzur veriyordu.

... Anu kuzey, güney, doğu ve bati rüzgarlarını yarattı ve bu şiddetli rüzgarlar Tiamat'ın sularını şiddetle karıştırdı.
Bazı tanrılar bu fırtınadan acı çekip huzur bulamayınca, kalplerinde kötülük duyguları oluştu. Kingu'nun önderliğinde annelerine söyle dediler: "Ea ve ona yardim eden tanrılar babamız Apsu'yu öldürdüğünde, sen onlara bunu yapmaları için izin verdim. Simdi de Anu, seni rahatsız eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgârları yarattı ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düştü. Hiçbir şey yapmadığına göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun ! Biraz o tanrılarımız yok ettiğini kocanı ve Mumnu'yu düşün ! Tamamen yapayalnız kaldın. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldırarak Apsu ve Mumnu'nun İntikamını almıyorsun ? Biz seni destekleyeceğiz."

Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmuştu. "Siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi. "Bize yardim etmeleri için canavarlara yaratacağım ve o tanrılara karşı savaşacağız." İsyankar tanrılar simdi kızgınlıklarını ifade etmek için kendilerini özgür hissetmişlerdi. Ayaklanmalarını anlamak için gece gündüz biraraya gelerek görüştüler. Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yılanlarını yarattı. Gövdeleri kan yerine zehirle doldurdu ve onlarca keskin dişlerle uzun zehir dişleri verdi. Çok korkunç ejderhalar yarattı ve bakanların dehşetten ölmeleri için, tıpkı tanrılar gibi onların da başına ışık haleleri takti. Yılanlar bir kere ayağa kalktı mi kimse onlara karşı ayakta duramazdı. Toplam 11 canavar yarattı: Engerek yılanı, ejderha, sfenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli fırtına canavarı, kir böceği ve kentaur.

Sonra Tiamat Kingu'yu, isyankar tanrıların ve canavarların başına kumandan olarak seçti. Ona "Sana büyü yaptım Kingu" dedi. "Sana topluluktaki bütün tanrılara öğüt verme gücü verim. Sen simdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadaşımsın. Emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktır. "Bu sözlerle Tiamat Kingu'nun göğsüne Kader tabletini asti. Böylelikle Tiamat, Apsu'nun intikamını almak için, kendi çocuklarına karşı savaşmak üzere hazırlandı. Hiçbir şeyde korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandılar ve yanında yürüdüler.. Öfkeliydiler ve savaşa hazırdılar. Tiamat "Zehriniz düşmanlarının üstesinden gelsin."diye bağırdı. Ea, Tiamat ve Kingu'nun tanrılara karşı isyan hazırlıklarını duyar duymaz büyükbabası Ansar'a gitti ve onu savaş hazırlıkları konusunda uyardı. Ansar oldukça endişelendi: "Ea, Apsu'yu öldürdün, simdi de Tiamat'ın kuvvetlerini önünde yürüyen Kingu'yu öldürmelisin." Ea,büyükbabasını hoşnut edebilmek için elinden geleni yaptı.

Ancak Tiamat'ı ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehşetle doldu ve onları karşılayacak cesareti kendinde bulmadı. Korkaklığından utanarak geri çekildi ve Ansar'a geri döndü. "Tiamat, Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanları asla büyülerine karşılık vermeyecekler" diye bağırdı, "onlar benden çok daha güçlüler." Bunun üzerine Ansar, Anu'ya döndü ve "Sen hem cesur, hem de güçlüsün. Tiamat'a karşı çık. Eminim ki Kingu'nun saldırısına karşı koyabilirsin" dedi. Anu, babasının emrine itaat etti ve Tiamat'a karşı yola çıktı. Bununla beraber onun dehşetli güçlerini görünce, ona karşı koyacak cesareti gösteremedi. Ea gibi, Ansar'a utanç içinde geri döndü. "İsteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü değilim" diye itirafta bulundu. Ansar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturdular. "Hiçbir tanrı Tiamat ve kuvvetlerine karşı savaşamaz ve hayatta kalamaz" diye düşündüler. En sonunda Ansar neşe içinde bağırdı, "Kahraman Marduk intikam izi alacaktır. O çok güçlü ve savaşta çok büyüktür. Ea, oğlunu getir."

Marduk onların huzuruna çıktığında, "Endişelenmeyin, ben gider kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Her şeyden önce, size karşı gelen bir erkek değil. Tiamat, tüm silahlarına rağmen, bir kadın ! Öyleyse tanrıların babası, neşelen ve mutlu ol. Yakında Tiamat'ın boynunu ayaklar altına alabileceksin." Ansar söyle cevap verdi: "Oğlum ! Sen tanrıların en akillisisin. Tiamat'ı kutsal sözcüklerinle sakinleştirir. fırtına arabanı al ve hemen git. Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanlarını seni durduramayacaklardır. Yok et onları !" Marduk, Ansar'ın sözlerini duymaktan çok mutlu oldu." Ansar, eğer intikamımı alacak, Tiamat'ı yenecek ve tanrıların hayatini kurtaracaksam, bütün tanrıları meclise çağır ve üstün kaderini ilan et ! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattığım her şeyin daim olmasını sağla…Emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim daima yaşasın ! " Ansar, danışmanını yanına çağırdı ve söyle dedi:

"Bütün tanrılarla Tiamat'ın bize karşı olan isyanından bahset ve onlara, Ea ve Anu'nun başarısızlığa uğradığı yerde Marduk'un nasıl basarili olacağını anlat. Onlara burada toplanmalarını söyle. İyi şarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcımız Marduk'un kaderine kara vereceğiz. "Böylece tanrılar mecliste görüştüler ve Marduk'u yücelttiler. Önce ona, üzerinde oturarak başkanlık yapacağı, soylu bir taht inşa ettiler. Sonra "Sen Marduk, sen yüce tanrıların en önemlisisin. Senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrısı Anu'nun otoritesine sahipsin. Bugünden itibaren mecliste toplandığımızda senin sözlerin en üstün olacaktır. Senin kararların ebedi olacaktır. tanrılar arasında hiçbiri senin hükmüne karşı gelmeyecek. Sana tüm evrenin krallığını bağışlıyoruz. Yücelme veya alçalma, yaratma veya yok etme senin elinde olacak." dediler.

Sonra tanrılar Marduk'un önüne bir giysi getirdiler ve "Gücünü kanıtlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çıkar. Simdi gücünün büyüklüğünü ortaya koy" dediler. O zaman Marduk giysiye emretti: "Kaybol" ve giysi kayboldu. Tekrar emretti: "Ortaya çık!" ve giysi tek parça halinde ortaya çıktı. tanrılar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde coşkuyla bağırdılar: "Marduk kraldır" Ona tahtını, asasını ve tören kıyafetlerini verdiler. Sonunda da düşmanlarına karşı kullanması için benzeri olmayan silahlar verdiler. "Silahlar basarisiz olmayacaktır; düşmanlarını gerçekten de yok edeceksin" dediler.


'Sana güvenenlerin hayatlarını bağışla,ama kötü olan tanrıların yaşamalarına izin verme. Simdi git ve Tiamat'ın hayatına son ver.' Rüzgarlar onun kanını gizli yerlere taşısın. Basarili ve amacına ulaşmış olarak geri dön!" Marduk kendine bir yay yaptı, ona bir ok takti ve omzuna asti. Sağ elinde asasını tutuyordu. Sol elinde ise zehri yok eden bir bitki vardı. yanında Tiamat'ı yakaladığında içine sokmak için ağ taşıyordu. Önünde yıldırımlar vardı. Gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. Sonra, Tiamat'ın kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi. Daha sonra Marduk, kötü rüzgarı, hortumu, kasırgayı, dört katli rüzgarı, yedi katli rüzgarı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgarı getirdi ve yedisini birden tuzlu suların tanrısı olan Tiamat'ın içini karıştırmak için gönderdi. Yenilmez fırtına arabasını dört canavardan -Tahrip Edici, Acımasız, Ezici ve Uçucu-oluşan yabanil hayvanlar çekiyordu ve görenlerin yüreği dehşetle doluyordu. Marduk arabasına çıktı ve savaşta koku salan Vurucu sağında, ateşli savaşçıları defedebilecek döğüş ise sol tarafında yer aldı.


Her iki canavarın da ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı. Sonunda Marduk dehşetli bir zırha büründü ve kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi. Dudaklarına, şeytânî kuvvetlere karşı büyülü bir koruma sağlayan kırmızı bir macun sürdü. En sonunda da en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. Artık kudurmuş Tiamat'ı karşılamak için her şey hazırdı. Marduk'un görüntüsünü Kingu'nun kalbine dehşet saldı ve aklini karıştırdı. Kingu'nun güçleri Marduk'un parlaklığına karşı gelemedi ve dehşete düştüler. Sonra Marduk, güçlü silahı tahrip ettiği yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran Tiamat'a karşı kaldırdı ve "Neden böylesine kötü bir savaş başlattın? Kendi çocuklarına saldırıyorsun onları sevmiyor musun ? Oğullar babalarına karşı savaşıyorlar ve onlardan nefret etmek için bir sebebin yok ! Kingu'ya gerçekten hak etmediği bir rütbe bağışladın. Silahlarla donanmış ve güçlerinle sarili olsan da,seni benimle teke tek savaşmaya çağırıyorum." dedi.

Bu sözler üzerine Tiamat bilincini kaybetti. Bacakları titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı. Sonra Tiamat ve Marduk teke tek savaştılar. Marduk, Tiamat'ı etkisiz hale getirmek için ağını fırlattı. Tiamat, Marduk yakıp yok etmek için ağzını açtığında Marduk onun ağzını açık tutması için kötü rüzgarı yolladı. Diğer rüzgarlar Tiamat'ın gövdesine girdi ve onu iyice genişletip açtı. Daha sonra Marduk yayıyla onu vurdu. Ok midesine girdi, gövdesini yırtıp kalbini parçalayarak onu öldürdü. Marduk,Tiamat'ın cesedini yere fırlattı ve üzerine çıktı. Tiamat ölünce, onun yanında yer alan tanrılar ikendi canlarını kurtarmak için dehşet içinde kaçtılar. Ancak Marduk'un güçleri onları çembere aldı ve kaçmalarına izin vermedi. Marduk, isyancı tanrıları tutsak etti, silahlarını parçaladı ve onları ağının içine aldı. Sonra onları hücrelere kapattı. Marduk, Tiamat'ın yanında on bir canavarı zincirlerle bağladı ve vücutlarını ezdi. Kingu'yu esir aldı, gerçekte hak etmediği Kader Tabletini ondan aldı, mühürledi ve kendi göğsüne bağladı.

Marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra. Tiamat'a döndü, bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi. Kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgarı kanını gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat'ın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. Tiamat'ın tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgarların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı. Tiamat'ın başını yeryüzündeki dağları oluşturacak şekilde yerleştirdi ve Dicle ile Fırat nehirlerinin Tiamat'ın gözlerinden akmasını sağladı. Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Yılı, aylara ve günlere böldü.

Ayin, Yani Sin'in,geceleri ayin değişik günlerini işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. Geceleri Sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş'a verdi. Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea'ya verdi. Kader Tableti'ni Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardim eden tanrıları babalarına karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu hatırlatacak heykeller haline getirdi.

Anu, Enlil ve Ea'ya döndüğünde, Marduk söyle dedi, "Çok lüks bir ev siz, göklerden inip meclise katılacağınıza geceyi geçirebileceğiniz bir tapınak inşa edebilecek şekilde toprağı sağlamlaştırdım. Tapınağıma "Büyük tanrıların Evi" anlamına gelen Babil adini vereceğim. Tapınağı Yetenekli isçiler inşa edecek."
Tanrılar, Marduk'a sordular, "İnşa edeceğin tapınakta kim yetki sahibi olacak? Yarattığın yeryüzünde kim senin iktidarına, sahip olacak? Babil'i sonsuza dek evimiz olacak şekilde oluşturur! Birilerinin bizim günlük ihtiyaçlarımı getirmesini sağla ve biz de daha önce yaptığımız isleri yapmaya devam edelim. Her iste yetenekli olan Ea'nın Babil klanlarını hazırlamasını sağla ve bizde isçi olalım."
Marduk'un kalbi, bu cevabı duyunca neşeyle oldu. Ea'ya; "Kan toplayacağım ve kemikler yaratacağım ve onlardan bir vahşi yaratıp, ona 'insan' adını vereceğim." dedi. "Onun görevi tanrıların rahat içinde yaşamaları için onlara hizmet etmek olacak." Bilge Ea, cevap verdi:
"Tanrıları meclise çağır. Tiamat'a isyan etme fikrini veren tanrıyı bize vermelerini söyle. Bu tanrının ölmesini sağla ve onun kanından insanlar ortaya çıksın."

Marduk, tanrıları topladığında söyle dedi:
"Aranızdan kimin isyanı tasarladığını ve Tiamat'ı ayaklanmaya yönelttiğini yemin ederek açıklayın. Sorumluluğu, utancı ve cezayı üstlenmesi için onu bana teslim edin. O zaman geri kalanlarınız, bundan sonra huzur içinde yasayacak."
İsyankar tanrılar, kendilerini ayaklanmaya teşvik edenin Kingu olduğunu açıkladılar. Sonra onu bağlayarak Marduk ve Ea'nın huzuruna çıkardılar. Ea, Kingu'yu öldürdü, kan damarlarını parçalara ayırdı ve onun kanından ilk insanı yaptı. Sonra Ea, onlara; amaçlarının sadece tanrılara hizmet etmek olduğunu anlattı. Tanrılar, böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmışlardı.

Ama önce Marduk'u şereflendirmek ve ona kendilerini kurtardığı için teşekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurtarmak üzere iki yıl boyunca çalıştılar. tapınak tamamlanınca tanrılar duvarların arasında toplanıp olayı kutladılar. Sonra Marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler. "Marduk, tanrılar arasında en üstün olsun ve onları yönetsin" diye bağırdılar. "yarattığı insan ırkına çobanlık etsin. Onlar için ibadet ayinleri oluştursun: Kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve hatmedilecek kutsal sözcükler. Bütün insanlar,günlerin sonu gelene dek Marduk'u övmeyi ve ona saygı göstermeyi unutmasınlar. Tanrılarına hizmet etsinler ve beslesinler, tapınaklarına kusursuz baksınlar. Ülkelerini kalkındırsınlar, türbelerini inşa etsinler ve Ana Tanrıça'yı hatırlasınlar."

Tanrılar, kutlamalarını sonunda görkemli başarıları ve islerinden dolayı onurlandırmak için,ulu tanrı Marduk'un sahip olduğu 50 ad ve niteliği ikna ettiler. Son olarak söyle konuştular:
"Önder ve çoban, Marduk'u sevindirsinler ki, ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. Marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiç bir tanrı değiştiremez. Akli çok sevgisi zengindir. Ama emirleri. Tiamat'ı yendiği ve sonsuza kadar sürecek krallığı elde ettiği için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde her şeyden üstün olsun."

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...