AÇIKLANMAYANLAR
Çevremizde yüzlerce AÇIKLANAMAYAN veya AÇIKLANMAYAN gerçekler varken, bu gerçeklere gözlerini kapatıp yaşamaya devam eden bizlerin gerçek olduğu ne kadar gerçektir.
Uyanıp kendi gerçeğimize günümüze, ahiretimize sahip çıkma zamanı gelmemişmidir, evet gelmiştir diyorsanız okumaya devam edin, size bu makale ile bilinen ve anlam verilmeyen tüm klasik sorulara KURAN kaynaklı cevap vereceğim sözünü verebilirim. Alim, Allah-ı Tealanın sıfatlarından biridir ve O Alimin dünyadaki günümüz temsilciside Kuran-ı Kerimdir gerçeğinle yola çıkıp, o gerçeklerle sorularımıza cevap aradık ve O Alim '' Kuran-ı Kerim '' bize bu soruların cevabında ışık olmuştur.
Uyanıp kendi gerçeğimize günümüze, ahiretimize sahip çıkma zamanı gelmemişmidir, evet gelmiştir diyorsanız okumaya devam edin, size bu makale ile bilinen ve anlam verilmeyen tüm klasik sorulara KURAN kaynaklı cevap vereceğim sözünü verebilirim. Alim, Allah-ı Tealanın sıfatlarından biridir ve O Alimin dünyadaki günümüz temsilciside Kuran-ı Kerimdir gerçeğinle yola çıkıp, o gerçeklerle sorularımıza cevap aradık ve O Alim '' Kuran-ı Kerim '' bize bu soruların cevabında ışık olmuştur.
İnsan olarak görevlerimizden birisi sorgulamak, soruların cevabının peşine düşmektir, ve peşine düştüğünüz cevaplarında sizi Allah-ı Tealaya ulaştıracağına emin olun. Mnatığınızın kabul etmediği, ortaya sorular çıkaran açıklamaları kabul etmeyin. Mantıksız açıklamaları, ortadaki soruları cevaplamayan açıklamaları kabullenmek, birilerinin kontrolüne girmenizi bununda sizi '' Hominid primates '' yapacağına emin olun. Hominid primates'de nemidir resme bakınız :)
Bugün dünyada açıklanamayan diye bize sunulan ve bizlere verilen öğretiylede hakikatten açıklanamayan bu gerçeklerin tek bir bakış acısıyla cevap bulacağını göreceksiniz. Buradaki yaklaşım şu olmalıdır, açıklanamayan olay yoktur, sorun ortadaki gerçekler baştan başlanan yalana uymamaktadır.
Öncelikle farkında olmayanlarında olabileceğini düşünerek elimizdeki delillere bir bakalım. Adına bilim dedikleri bazı kurumlar bize modern insanın 100.000 yaşında olduğunu söyler, heyecan yaratmak için bu dinen doğru olabilirmi diye sorsak ve, cevabımız evetse nasıl evet olabilire sabırla geleceğimizi belirtelim.
Öncelikle sormamız gereken, Evrim teorisine göre 25 milyon sene önce maymun halinde olan bir canlı nasıl olurda 400 milyon senelik çekici arkasında bırakır.
Sıralanacak o kadar anlatılana uymayan gerçek varki hangisi ele alıp başlamak bile insanı karmaşaya düşürebiliyor.
İnsan türü 25 milyon sene önce maymundu diyoruz ortaya 400 milyon senelik çekiç çıkıyor. İnsanoğlunun en gelişmiş dönemini biz yaşıyoruz diyoruz, gariptir geçmişte yaşamış geri dediğimiz bu insanların örmüş olduğu bir duvarı bile bugün öremiyoruz.
Bu resimde gördüğünüz ve daha buna benzer birçok taş işleme işlerinde çekiç kullanılmadığını biliyormusunuz, evet birçokları mermer kesilir gibi kesilmiştir ki, günümüzdeki teknolojiyle bugün bile kesmemiz mümkün değil.
Baştan söyleyeyim konuyu UZAYLILARA bağlamayacağım :) emin olun, Uzaylılarda devreye girmeden bu işler açıklanabilirmi,
- of hemde nasıl.
Uzaylı derken aklımıza Erich von Däniken geldimi hani şu meşhur "Tanrıların Arabaları" nı yazan şahıs, kişi hakkında ufak bir bilgi edinelim,
Nazca'nın sırrını popülerleştiren isim Alman "new age" yazarlarından Erich von Däniken oldu. 1968 yılında kaleme aldığı "Tanrıların Arabaları" adlı araştırma kitabında, bu dev şekillerin uzaylı zekâsının ürünü olduğunu öne sürdü. Ona göre, yamuk biçimindeki ana şekiller, basit bir biçimde uzay gemilerinin iniş pistleriydi. Ancak, uzaydan gelen ve gelişmiş bir teknolojiye sahip bu yabancılar, yerel halk tarafından "tanrılar" olarak kabul görmüşlerdi. İşte o nedenle, daha sonra bu gökyüzünden gelen tanrılarla iletişim kurmak için kumun üzerine, büyük çoğunluğu hayvan figürlerinden oluşan dev şekiller çizmişlerdi.
Çocuk sayılabilecek yaşta ilk çıktığında okuduğum çocukkende, get işine ne alaka dediğim bir tesbiti idi onun bu uzaylılar için havaalanı yapılması açıklaması.
Şunuda belirteyim, uzaylıların yokluğunada inanmıyorum, dibi başı gözükmeyen bu evrende Allahın kim bilir nice kulları vardır başka gezegenlerde ona inancım var, ve bu resimde de gördüklerimiz ne derseniz, bende evet bunlar resmen havaalanı derim, ve yine pek tabi uzaylılarla alakası yok. İnsan beyninin zavallılığına şahit olun, şöyleki Erich von Däniken "Tanrıların Arabaları" nı yazdığı 1968'den beri bu fikri savunuyor ve ben daha kimseden evet bunlar havaalanı ama uzaylılarla alakası yok dediğini duymadım. İnsan beynindeki zavallılık şöyle, diyelim bu havaalanları on bin sene önce yapılmış, ve evet bildiğimiz kadarıyla on bin sene evvel uçak yapılmadı, hımmm o zaman evet kesin uzaylılardır diye düşünüyoruz veya birileri bize onu bilinçaltımıza alanen gönderip düşüncemizi yönlendiriyor, öyle değilmi ?
Şimdi resimleri analiz edip düşünelim, bu gördüğümüz resmen havaalanı diyebileceğimiz bir yermi,
-evet öyle, öylede uzaylılarla alakası yok, çünkü bunlar gördüğümüz gibi havalanı iseki göründüğü kadarıyla öyle,
-ne işe yarar kardeşim bu havaalanları dersek,
- eee uçakların kalkıp inmesine değilmi, aynen öyle,
-hımmm yani havalanıp uçabilmesi için altında araba tekeri gibi teker olan uçaklara lazım değilmi,
aynen öyle, peki aynen öyleyse, şimdiye kadar kaç kişi ben uzaylı gördüm uçakla geldiler dediki, bu uzaylılarda da hesapta uçan daire var, ve bunlarda yerçekimi kanunlarını aşmış, öyle bildiğimiz helikopter gibi olduğu yere inip kalkmakta değilmi, hımmm aynen öyleyse ve bu dünyaya uzaylı geldiyse o gelen uzaylıların bu havaalanlarına ihtiyacı yok değilmi, aynende yok.
Günümüz bazı savaş uçakları aklımıza gelsin onlar bile olduğu yere inip kalkmıyormu, aynen öyle, ve biz günümüz teknolojisyle havaalanına ihtiyaç olmayan uçağı yapmışsak vede bize en yakın gezegene hala daha gidemiyorsak demekki, bu havaalanları gezegenden gezegene gidip gelen ileri teknolojilerin ihtiyacı olan birşey değil.
Havaalanları uçma işine bizim gibi yeni girmiş bu evrimi geçmesi için birinci basamağı olan teknolojilerin ihtiyaç olduğu yerler başkaca birşey değil. Kısaca başka gezegenden buraya gelenler varsa bu havaalanlarına ihtiyaç duymayacaklar, bizde zaten başka gezegene gidecek teknolojiye geldiğimizde bizimde ihtiyacımız olmayacak, yani bu uçan daireyle gelecek olanların ihtiyacları yokken,
- yaa siz yine bize havaalanı yapın, ilerde millete konuşacak birşey çıkar işi değil.
Peki ortaya ne kalıyor, bizmi yaptık bunları diyeceksiniz, aynende öyle, iyide biz daha bilinen havaalanlarını yeni inşa etmeye başladık diyeceksiniz değilmi, hımmm evet bize anlatılan o.
Düşünün herkesin bildiği pramitler, sorun okula giden herkesin bildiği yapılar bunlar, sorun bilenlere ne işe yarar bunlar ne için yapmışlar bunları Mısır'lılar,
alacağınız cevap, büyük bir çoğunlukla, fravunların mezarıdır olacak değilmi :) iyide şimdiye kadar bu pramitlerin içinden tek bir ceset bile çıkmamışken neden bunlara mezar denmiş ve beynimize öyle kazınmış, düşünün, son zamanlarda millet uyanıyor yeni bir saçmalık çakalım diye yeni bir teori ortaya atıldı meraklıları bilir, neydi o,
- işte efendim bunların altından yağmur yağdığında su geçermiş, işte havada şu olur yerde falanca olur ve bu pramitler elektirik üretir yani bunlar birer elektirik santrali :) tabi bu teoriyi ortaya atanda, dünyada çoğunun gözleri açıldı rezil etmesinler bizi diye, bu bir teori demeyide ihmal etmiyor.
Düşünün binlerce senedir gözümüze batan ve ne gariptirki bizim müslümanların, ya şu taşlarıda nasıl kaldırıp koymuşlar oraya, bu ciddi bir teknoloji kim yapmış bunu bulalım bize anlatsın, anlatacak birini bulamazsak biz düşünüp çözelim bu işi diyede pek derdi olmamış. Bu arada Çinde bulunan üstü kapalı halka açık tutulmayan Türk pramitleri vardır, ve bunların içinde ölü insanlar bulunmuştursada resimde de görüleceği gibi, bunlar oraya gömülmemiştirler, yani ordaki pramitlerde mezar amaçlı kullanılmamıştır.
Diğer önemli nokta ise, dünyadaki bu pramitlerin, hımmm gelin şurayada bi pramit yapalım tam pramitlik yer mantığınla yapılmadığı, bunların dünyanın magnetik noktalarında ve gariptir bazı yıldızların dizilişine göre inşa edildiğini unutmayın.
Şimdi koca koca pramitler bulunuyor içinde ceset yokken bunlar fravunların mezarını gizlesin diye yapıldı, durun fravunları bulamadıksa içerde yok demek değillerdirle bizleri yönlendirmiş olmuyorlarmı hemde saçmaca bir teoriyle, ne gariptir, ya, madem bu fravunlar mezarlarını gizlemek istiyorlardı öyle kilometrelerce ilerden gözükecek binamı yapardıyı sorumuyoruz pek, yani resmen beynimiz durmuş gibi, birilerinin saçma diyeceğimiz açıklamalarını doğru diye yutkunabiliyoruz.
Genel hatlarıyla ne gibi özelliklere sahipmiş diye bir bakalım pramitler hakkındaki bilgiye,
şu gördüğümüz özelliklere baktığımızda Türkler yoğurdun mayasını icad etmek için Pramit icad ettiler desek,
bunlar mezardı teorisinden daha sağlıklı olur, inanın :) Yoğurdu icad eden Türkler değilmi :) Çindeki en eski en yüksek pramitin içindeki birşey bekler gibi uzanmış yatanlar Türk değilmi. Görüldüğü gibi şu geyik teori bile bunlar mezardı teorisinden daha bilimsel, bence asıl dikkat edilmesi gereken özellikleri içinde radyoaktif madde bulunması ve içerde elektronik aletlerin çalışmamasının yanında sanki şifa kaynağı gibi olmasıdır. Neden kesik ve yanık gibi yaralar hızlıca iyileşmekte bitkiler daha hızlı büyümektedir.
Kanser tedavisi için günümüzde ultrasound tedaviye girmiyormuyuz ki bu tedavi tüm hücrelerimizi öldürüyor,
kim bana bu pramitlerin vucudumuzdaki hücreleri güçlendirdiğini söyleyemez, baksanıza vucud kendini daha çabuk yenilemekte, dünya dışı yıldızların dizilişine göre yapılanmaları, bu yıldızların dünyamıza olan elektiriksel etkilerini toplamak bunlardaki faydalı enerjiyi emmek ve bize aktarmak olmadığını diyebilirmiyiz. Bence diyemeyiz, mezar demenizden milyonlarca kez daha doğru birşey demiş olursunuz, eski nesil geldiği teknoloji boyutunda tedavilerini vucudumuzda hücreleri canlandıracak yenileyecek tekrar güç verecek bu elektirik dalgalarını toplayacak bu pramitlerle yapıyordu dersek neler olur neler biliyormusunuz. Birinci yaradanın kelamında bahsettiği o eski nesiller pekde geri zekalı olmadıklarını, teknolojide en uç noktaya geldiklerini ve artık bu ilimle şımardıklarından yaradan tarafından yokedildiklerini anlarsak dünyadaki insanların ruh hali nasıl olur sizce.
Onun haricinde, madem doğada öylesi bir güç var, neden ilaçlara para veriyoruz, yapalım şöle birşey desek dedirtirlermi insana. Şeytandan vazgeçtik, kurduğumuz kapitalist sistemin kendisi şeytan olmuş bu bilgileri yaşamak için saklamak zorunda, hangi ilaç sanayi milletin bahçesinde yetiştirebileceği ama her derda şifa kaynağı bir bitki üzerinde araştırma yapıp bunu halka vermek için çalışıyor. Yok böyle bir şirket ve olmazda değilmi, bu bakış acısını koruyun bazı bilgilere ve teknolojiye neden ulaşamayacağımızı gizleneceğini anlamanız kolaylaşır. Bu konuda eldeki şu verileri görünce ben bunlar hastahane derim, ama nedense birileri bunu mezar yapar, vs vs garip açıklamalarla elektirik santrali olur, ama biri çıkıp bunlar acaba hastahanemi idi demez veya diyenin dediği bize ulaşmaz.
- yaw ne hastahanesi delimisin diyenmi oldu, peki ışınla yapılan kanser tedavisine ne demeli, ayrıca bugünkü yapılan ışın tedavisi sağlam hücreleride öldürüyor. Pramitte vucud hızlı iyileşiyorsa bu topladığı enerjiden dolayı değilmidir, ve bu pramitlerin bu enerjiyi toplayacağı yıldızlara karşı dünyanın magnetik alanlarının güçlü olduğu yerlere yerleştirilip, doğal gibi gözüken bir enerji depolama merkezi yapılmasının olabilirliğini kavramak çokmu zor? bu soruyu kendinize sorun lütfen. Neden sizce birilerine sonunda, evet bu pramitler havadan enerji çekiyor, ammaaaa yağmurda yağdımı ortaya elektirik çıkıyor, yaw bu bir teori dedirtiyorlar sizce, gerçeği ucundan tutup devamını yalanla sunuyorlar beynimize bunu kazıyorlar şimdilerde bunuda düşünün.
Ben, bir ben akıllıyım iddiasında değilim, bunlar bilindiği ve gizlendiği için aynı şeyleri söyleyemiyoruz şuan diyorum. Yeni bir yorumu kabul edip etmeyende, kendisine yüklenen bilgi ile karşılaştırıp değerlendirme yapıyor ki, bizlere yüklenen yanlış bilgilere uymuyorsa DOĞRULARIDA KABUL ETMEYEBİLECEK KONUMA GELEBİLİYORUZ.
Siz bir çocuğa evladım maymunlar tanrıdır, maymunluk olsun diye maymun oldular bak, tüm mahalle, tüm ülke bunu bilir şöle şöle davranır derseniz, siz böylesine yetişmiş bir insana gerçek Tanrıyı anlatmakta zorlanmazmısınız, NEDEN ZORLANIRSINIZI düşünün.
Buyrun İslam gerçek dindir, öyledirde neden tüm insanlığa kabul ettiremediğimizi onları ikna edemediğimizide düşünün.
Şunu kabul edin, yanlış bilgilerle programlanan hadi büyüyen diyelim insan BÜYÜ gibi o yanlışlığın etkisi altındadır artık. Sözlerin bile nasıl BÜYÜ olabileceğini anlayın artık, o sözlere yanlış anlam yükler ve bu yanlışlığı doğru gibi gösterirseniz, o sözleri yüklediğiniz, o sözlerdeki anlamlarla, yaşayacak düşünecektir.
Dünya insanlığına yapılan en büyük kötülük, en büyük büyü budur, şuan Türküyedeki eğitimin bile nasıl olacağına karışan yabancıların neden bunu yaptıklarını anlayın artık, istedikleri bilgiyle istekleri doğrultusunda programlamak istemekteler bizleri, siz bu beyin yıkamaya modern büyüde diyebilirsiniz. Büyü derken hokus pokus aklınıza gelmesin, ayrıca nasıl bir ağacın dalları rüzgar yukardan esiyorsa yukardaki dallar sallanır aşağıdan esiyorsa aşağıdakiler sallanır, işte bunun gibi doğada herşey çıkardığınız sesle yani doğaya saldığınız frekansla maddeyi bile etkileyebilirsiniz, çevrenizdeki herşey atomlardan meydana gelmiştir ve dış etki olan frekanslara göre tepki verirler, siz dualardaki güce birde o acıdan bakın. Yaradanda tüm atomları tüm kahinatı kelamındaki frekansa göre yaratmıştır, bilim bugün örneklerini ortaya koymaya başlamıştır. Bir suyu şeytan dediğinde başka şekle ALLAH dediğinde başka şekle mikroskopik boyutta değişiyorsa, bu suya sesinizle aktardığını verdiğiniz frekanstan dolayıdır, ve en güzel şeklede ALLAH dediğinizde geçiyorsa, YARADAN yarattığı alemi zerresine kadar programlamıştırında delilidir bu, ben bunda ciddi birolağanüstülük görmüyorum. Yaradanın büyüklüğü ilmi yanında bizim olabilirmi diyebileceğimiz işlerin yaradana zorluğu yoktur, O'nun şanınada kahinati tüm zerresine varana dek böylesine kontrol altında yaratmak yakışır zaten.
Hımm meraklandık demi kalkıp gidip şu Mısırlılara siz bunları neden yaptınız, nasıl yaptınızı soralım diyesimiz geldi demi :) gerek yok onlarda bilmiyor, UNUTMUŞLARMIŞ :) ve verilen açıklama şu, uzaylılar geldi insanlara teknoloji verdi pramitleri yaptılar çekdiler gittiler burdaki insanlarda bilmedikleri teknolojiyi unuttu gitti :) ne alaka hiçmi orda çalışan ırgat olmadı o taşları nasıl kaldırdıklarını babadan oğula anlatamadılarmı. Ayrıca, bu uzaylılarda ne duvar inşaat manyağı imiş kardeşim, dünyaya gelip inşaatcılık yapıp çekip gitmişler, garip kocaman pramitleride niye yapmışlar belli değil :) imiş.
Birde sırlar dünyası gibi bu pramitlerin içinde helikopterdi uçakdı, denizaltıydı vs uuu teknolojike ne varsa onlardada vardı gibi resimler çıkmıyormu, batan geminin malları koş gibi muhabbet,
- bi dakka orda uzaylımı var dedi biri,
- hımm omu, yok kardeşim uzaylı değil, cin peride değill, bize benzemeyen herkes uzaylımı olacak, taktık bu uzaylı işine demi, beynimizimi ne yıkadılar :)
biraz yavaş gidip bunaltmıyorum inşallah ama, ortaya koyacağım çözüm Kuran'a aykırı olmayacak inanın, benim içinde önemli olan Kuranın doğrulamasıdır düşündüklerimi, evet biraz daha heyecanlanın. :)
Beni devamlı meşgul eden resimde görülen şu uçak figürüdür. Eskiler öylesine ince düşünmüşki ciddi ince mesajlar vermişler, buyrun daha önce bu yapacağım yorumu görmedim, bakın kanatlardaki çizimlerle günümüz uçaklarının çıkardığı votex, turbulansı bile işlemiş adamlar. Yani kardeşim biz bu işin ilmini biliyoruz diyor resmen :) ve lütfen unutmayalım, daha uçakla geldiği görülen UZAYLI yok :)
Bir ara gözüme ilişmişti iki kafadar bu uçağın ölcülerini alıp birebir
ölcülerle büyütüp motor takıp uçabilirmi diye denediler ve mükemmel uçuyordu, o vidyoyuda bulup eklemem gerek.
Şimdi bu tip konulara meraklı araştırmış insanlar yaw onlarda ne ki adamlar astronot heykeli yapmışta der demi
hımm, günümüzde dünyada daha astronot elbisesi bile yapamayan tonlarca memleket varken tarihin çöplüğünden çıkanlara bakarmısınız.
Bu konuda bizde Türkler olarak boş değilmişiz demi :) bilen bilir bizimde bir piri reis haritamız vardır.
Piri reis bu haritayı çizerken kullanmış olduğu kaynaklarıda belirtmiştir. Haritanın diğer özelliğide neymiş, buz altındaki kara parcasınıda gösteriyormuş, hımm, yani yorum ne, şayet haritayı çizen son 6 bin senede çizdiyse uzaya çıkıp sonarla bu bilgiye ulaşabilir, yani uzaya çıkmasıda yetmiyor, buzulların altını görebilmesi için ayrıca sonar aletlerininde olması gerek.
Diğer yorum buralar buz ile kaplanmadan önce yani 6 bin sene önce çizilmiştir olmalıdır. One minute :) biz hala daha niye okullarda Amerikayı falanca filanca bulduk diye okutuyoruz ki, :( her neyse ne zaman çizilmiş olsa bile harita 1929'da ortaya çıktığında Amerikalılar haritaya bakıp kendi haritalarındaki hatalarıda düzeltmişler gerçeğide var :) diğer merak etmemiz gereken ise, peki günümüz insanlığı uzaya çıkıp sonarla bu buzların altında hakkatten bu kara parcası varmı diye sonarla bi çalışma yapmışmı, yoksa nasılsa piri reis bu işi çözdü gerek yokmu çocuklar demiştir. :)
Diğer ortaya çıkan bulgulardan solda gördüğünüz istanbul arkeloji müzesinde olan bu roket, yine günümüz teknoloji gelişmelerindeki aşamaya gelmiş roket kullanılımına geçilmiş gibi düşüncelere sevketmekte bizi. Ayrıca dünyanın değişik yerlerinde bulunan bu roket kullanımı gibi ve astrontlara hatta dalgıçlara benzeyen bu örnekler bize dünyamızda eskiden günümüz teknolojisi varmıydı sorusunu sormaya zorlamaktadır.
Şunuda soralım kendimize, olaya uzaylılarıda karıştırmadan vede KURAN'a aykırı yorum yapmadan tüm bunları açıklayabilirmiyiz.
ve bu açıklamayı yaparken insanın evrimi diye bizlere sunulan ama nedense arada bağlantı kopukluğu olan bu insan iskeletlerinede uzaylıları vede CİNLERİ, ŞEYTANları karıştırmadan Kuran'a uygun açıklama yapılabilirmi? Ben evet diyorum. Diğer taraftan, mezepotamyadaki yaratılış efsanelerini orada geçen Tanrıları Tanrıçaları,
Anu veya An: Gök tanrısı, önceleri baş tanrıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil almıştır.
Enlil: Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi.
Enki: Bilgelik tanrısı
Nimmah (Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça
Nanna (Sin): Ay tanrısı
Utu (Şamaş): Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna'nın oğlu.
İnanna (İştar): Aşk ve Bereket Tanrıçası
Enlil: Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi.
Enki: Bilgelik tanrısı
Nimmah (Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça
Nanna (Sin): Ay tanrısı
Utu (Şamaş): Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna'nın oğlu.
İnanna (İştar): Aşk ve Bereket Tanrıçası
kısaca insanın yaratılış efsanelerinide gözardı etmeyip, tüm bunlara Kuran'a aykırı olmadan yorum yapılabilirmi ?
EVET yapılabilir.
Zaten bilimsel diye bizlere sunulan delillere veya ortada ki gerçeklere aykırı yorum zaten yorumda sayılmamalıdır. Müslümanlar olarak birinci hatayı Kuran-ı Kerimi anladığımız lisandan okuyup anlamaya çalışmamayla yapmaktayız. Ayrıca birileri anlamamızdan korktuğu içinde anlamadığınız lisandan okumanın saçmalığı bize mantıklıymış gibi çakmışlardır, bahsettiğim ingiliz casusunun hikayesini okuduysanız dediğimi anlamışsınızdır, bu casuslar öylesi beyin yıkamış vede yıkamaya devam etmektelerki, beyinleri yıkanmış ciddi samimi müslümanlar bile artık anlamadan onlara hizmet eder duruma gelmiştir.
Allah'ın Kelamını anlamadan okumak kadar saçmaca birşey olamazsada bildiğiniz gibi olmaktadır. Genel olarak her müslüman Allahı Tealanın
ismini verdiği, vermediği birçok nesili cezalandırıp yokettiğini bilir, bilirizde bunu bize sanki onlar günümüzden çok geri, afrikanın geri kalmış kabileleri gibi sunulur, ve işin püf noktasıda buradadır, nasıl yapıldığını bilmediğimiz o kadar pramit ve bina var ve biz bunların gözümüzün içine batarken, neden uzaylı yaptı diyoruz, buyrun yaradan başka nesillere ait diyor, ya onlar bizden ilerimiydi dersek,
neden olmasın, bakın bir ayet bunu açıkca ortaya koymaktadır.
KASAS suresi 78. ayeti anlamaya çalışırken şunu yapmayınki hiç sevemediğim yaklaşım şeklidir bu Kurana karşı.
Bazı ayetlerin hükmü kalkmıştır gibi, günümüzü kapsamaz gibi bi yaklaşım ortaya koyarsanız Kuran'ı anlamaz birçok soruya cevapsız kalırsınız ve birilerinin tuzağına düşersiniz. Evet çokda az olsa bazı ayetler bahsi geçen konuma konabilirsede onları bile günümüze taşımaya zorlanın, fakat KASAS suresinin 78. ayeti bence evren var oldukça güncelliğini koruyacaktır.
Bu ayetin devamında bahsi geçen kişinin Karun olduğunu anlamaktayız, yani Karun kendince sahip olduğu bir ilimle bazı şeylere sahip olmuş '' bu bana aittir havalarına '' girmiş, aldığı cevap nedir, ''... önceki nesiller içinden ondan kuvvetçe daha zorlu, sayıca daha çok olanları bile helâk etmiştir.''
Bu ayetteki meydan okumayı anlamamız, ayeti anlamamız lazımdır, Karun sahip olduğu ilimle meydan okuyor, yaradan o ilimden daha kuvvetlilere sahip olanları bile yokettim diyor. Doğrumudur, doğrudur. Şimdi ben bu ayet sonsuza kadar geçerliliğini koruyacaktır diyorum nedenmi, şu soruyu soralım, yaradan insanların veya yarattığı başka canlıların ortaya koyacağı tüm ilimlere karşı onları yokedemezmi, CEVAP evetse, demekki bu ayet sonsuza kadar geçerlidir. Allahın yarattığı bu eski nesillerden yarattıklarının teknolojide gidebileceği en son noktaya kadar gittiğini ve teknolojide sınırı zorladıklarından dolayı yokedildi anlamınıda eklerim ben ve elimizdeki delillerde beni yalancı çıkaramaz. Buyrun pramitlerin neden yapıldığını bugün çözemiyorsunuz, ve diyelimki belirttiğim gibi evrendeki faydalı enerjiyi toplayıp kullanmak için yapıldılar bunlar ki büyük ihtimal odur, o aşamaya gelmek ne demektir, düşünün, evrende faydalı enerji olduğunu keşfedip bunları nerden nasıl hangi maddelerle toplarımıda çözmeniz, artı KURDUĞUNUZ EKONOMİK, SOSYAL sisteminde buna müsade etmesi lazımdır. Yani evrende böylesi faydalı enerji varsa ve bunu biraz aklımızı kullanıp kullanabilmenize kurulan kapitalist sistem müsade etmez, kısaca o aşamaya gitmenizi engelleyecek sistemi zaten önünüze engel olarak koymuşsunuz.
veya şöyle soralım biz günümüz teknolojisi ile eskilerden Karun'dan bile ileriyiz isek bile Allah-ı Teala bizi yok edebilirmi, cevap EVET ise yine demekki ayet tüm zamanları kapsıyor olarak bakmak zorundayız. Burada anlaştıksa şu soruya geçelim, biz bugün uçaklar, helikopterler, bilgisayarlar, roketler hatta ve hatta DNA üzerinde oynamaya insan ve hayvan karışımı canlılar üretmeye başlamadıkmı, BAŞLADIK değilmi, peki, yukarda resmini gördüğünüz kimilerine basit bir duvar gözüken o taşları öylesine dizebilecek teknolojimiz varmı bugün, YOK. Nasıl yapıldığına açıklama getirebiliyormuyuz HAYIR, koca koca pramitler gözümüze bakıyor tam anlamıyla neden yapıldı nasıl yapıldıyı bile açıklayamıyorsak, NASIL ÖNCEKİ NESİLLER BİZDEN GERİ İDİ DİYEBİLİRİZ. Buyrun eldeki delillerle uçaksa onlarda yapmış, roketmi onuda yapmışlar ve daha birçok nasıl yaptılara açıklama getiremeyeceğimiz tonlarca delil bırakmışlarken, eskiler bizden geri diyemeyiz.
TÂHÂ suresi 128. ayet'e ve SECDE suresi 26. ayet'e bakıp bu eserlerin bize önceki helak olan nesillerden kalmış olduğunu anlayabilirmiyiz, ANLARIZ.
Dünyanın bize anlatılmayan gerçeğinden biridir bu, neden anlatılmadığının detayınada geleceğim. HÛD suresi 100. ayet'inde belirttiği gibi o ayakta olan ve açıklama getiremediğimiz eserler bizim neslimize ait değildir mesele bu, hımmm Hz.Adem'den önce Ademlermi çıkdı şimdi ortaya diyeceksiniz :) YÛNUS suresi 13 ve 14. ayete baktığımızda ne görüyoruz. '' Yemin olsun ki biz sizden önceki kuşakları, zulmettikleri ve resulleri kendilerine açık kanıtlar getirdiği halde inanmadıkları için, helak ettik. Sonra onların ardından yeryüzünde sizi halefler kıldık ki, nasıl iş yapacağınızı görelim.''
Şunu artık kabul etmemiz lazımdır ki oda önceki nesillerin teknolojide bir noktaya hatta uç noktaya geldiğinde yok edilmişlikleri vardır. Bu gerçeği saklamak zorundasınız, çünkü saklamazsanız, bu gerçek gözü olanı MÜSLÜMAN yapacak gerçektir. İnsanlar evet bu dünyada uzaylılar şu bu hariç ileri teknolojiye sahip nesiller vardı, bunlar bu teknolojileriyle ALLAH-I TEALA tarafından yokedildiler, bizde bizi azdıracak olan TEKNOLOJİSİZ yeniden başladık.
Bu gerçeği gördüğünüzde, gözünüzün içine bakan delillerle yaradanın Kelamının gerçeği karşısında nasıl durulabilir, işte bize SİZDENDE İLERİLERİ VARDI yok ettim bazı eserleri İBRETLİK için bıraktım diyen yaradanın hakikatten şah damarımızdan yakın olduğunu taaa iliklerinizde hissetmezmisiniz. Pek tabi hissedersiniz, YALAN üzerine kurulan anlatımlarla bugüne geldik, neden YALAN hangi YALANLAR onada geleceğim. Devam edelim Allahın Kelamında başka neler vardıra bakmaya, anladığımız lisandan ufkumuzuda açıyor değilmi :) okuyun kardeşim anladığınız lisandan okuyup anlamaya çalışın günaha gireceğinizi sanıyorsanız, günahlarını benim üstüme yıkın, ama artık Allahın Kelamını lütfen okumaya başlayın, yoksa resmen '' Hominid primates'' e çevirecekler bizi.
Bakın çoğumuzun farkında olmadığı başka bir habere bakalım,
İskoçya'dan Türkiye'ye uzanan tünel ağı!
ALMAN arkeolog Dr Heinrich Kusch, Taş Devri zamanında yapılıp Avrupa'yı yer altından saran tüneller bulunduğunu iddia etti.
5 Ağustos 2011 - 18:00
Kusch, "Secrets Of The Underground Door To An Ancient World" (Eski Dünyaya Açılan Yeraltı Kapısının Gizemi) isimli kitabında, Neolitik Çağ yerleşimlerin yüzlerce metre altında bulunan tünellerin İskoçya'dan Türkiye'ye kadar uzandığını öne sürdü.
Kusch, tünelin bazı noktalarının 70 santimden daha geniş olmadığını söylerken, bu genişliğin bir insanın geçebilmesi için elverişli olduğunu belirtti. Tünellerin hepsi bütünlük sergilemese de bazı bölümler bir ev gibi saklama odası, oturma odası gibi çeşitli bölümlerden oluşturulmuş. Bir grup bilim insanı, bu yolların yırtıcı hayvanlardan korunmak için yapıldığını savunuyor. Bir diğer görüş ise insanların savaşlardan, şiddetten ya da hava koşullarından etkilenmeden seyahat yapmak için bu yolları yaptığını vurguluyor
Kusch, tünelin bazı noktalarının 70 santimden daha geniş olmadığını söylerken, bu genişliğin bir insanın geçebilmesi için elverişli olduğunu belirtti. Tünellerin hepsi bütünlük sergilemese de bazı bölümler bir ev gibi saklama odası, oturma odası gibi çeşitli bölümlerden oluşturulmuş. Bir grup bilim insanı, bu yolların yırtıcı hayvanlardan korunmak için yapıldığını savunuyor. Bir diğer görüş ise insanların savaşlardan, şiddetten ya da hava koşullarından etkilenmeden seyahat yapmak için bu yolları yaptığını vurguluyor
kaynak:http://www.haberaj.com/yasam/465/iskocyadan-turkiyeye-uzanan-tunel-agi
In 1967, an iron mine in Ngwenya, Africa broke into tunnels and evidence of mining that were dated by Drs Dart and Beaumont as being from 40,000 B.C. They discovered that at least 100,000 tons of ore has been previously removed. So, we have sophisticated mining occuring when man supposedly was using stone tools…[1]
[1] ”Evidence of Iron Ore Mining in Southern Africa in the Middle Stone Age“, R.A. Dart and P. Beaumont (1969)
source:http://ancientaliens.wordpress.com
Buyrun Avrupayı boydan boya aşan tünel, ve M.Ö 40.000 sene önce günümüz mantığınla yapılmış, demir madeni vs, hadi bunları geçtik, Türkiyemizdeki Kapadokyadan kaçımızın haberi vardır, ve bunların bazılarının 30.000 kişiyi barındırabilecek büyüklükte olmasından dolayı bir kısmını 'Yeraltı Şehri' olarak daha küçüklerini ise 'Yeraltı Köyü' olarak adlandırmak mümkündür.
Derinkuyu yer altı şehri ki 18-20 katlı 18 olup şuan sadece 8 katı ziyarete açılmıştır.
Ve bunların hepsi nasıl yapmışlar nasıl yapılmış neden yapılmış ANLAM verilmeyen eserler. Uzaylılar gelip maden ocağımı açtı, uzaylılar gelip Kapadokyada yaw buranın toprağıda hoş şunun altına 18 katlık yeraltı şehri yapalım, ilerde insanlarda bu işin içinden çıkmasınmı dediler :)
Gerçi birileride gümüzde buna benzer yeraltı şehirleri yapıp inkar ettikleri Allahı Tealanın cezasından kaçabileceklerini umuyorlar :)))) kötü haberim var, bakın yaradan ne diyor,
'' ... beldeleri delik deşik eden nice nesilleri helak ettik, hiç kurtuluş var mı? '' Ayağımızın altındaki şehirlerden bizim haberimiz yok ama herşeyden haberdar Allahı Tealanın var değilmi.
Neymiş Allah'ın Kelamı daha bu yerler bulunmadan öncede buralardan bahsediyormuş, gerçeğide var değilmi. Unutmayın Kuran önceki nesiller geri idi demiyor, öyle sanan bizleriz. Bir örnek daha verip bu noktada vurgulamak istediğime noktayı koyalım.
İnsan ve hayvan karışımı embriyo!
İngiliz bilim adamları, yapılan deneylerin insan ve hayvan türlerinde istenmeyen değişikliklere yol açabileceği konusunda uyardı...
26 Temmuz 2011 Salı, 08:58:02
İngiltere’nin en önemli üniversitelerinden College London, Newcastle ve Warwick’in son üç yıldır toplamda 155 adet insan-hayvan karışımı embriyo ürettiği ortaya çıktı.
Milliyet'te de yer alan habere göre, İngiltere İnsan Kısırlık ve Embriyoloji Birliği tarafından verilen izinle insan hayvan melezi embriyoların üretildiği tek ülke olan İngiltere’nin bu uygulaması tepki çekti. İngiliz bilim adamları, yapılan deneylerin insan ve hayvan türlerinde istenmeyen değişikliklere yol açabileceği konusunda uyardı. Embriyolar insan sperminin hayvan yumurtasıyla döllenmesiyle oluşturuluyor. Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklara çare bulmak için üretilen insan hayvan karışımı embriyolar yüzde 99.9 insan, yüzde 0.1 hayvan bileşiminden oluşuyor.
kaynak:http://www.haberturk.com/saglik/haber/651646-insan-ve-hayvan-karisimi-embriyo
26 Temmuz 2011 Salı, 08:58:02
İngiltere’nin en önemli üniversitelerinden College London, Newcastle ve Warwick’in son üç yıldır toplamda 155 adet insan-hayvan karışımı embriyo ürettiği ortaya çıktı.
Milliyet'te de yer alan habere göre, İngiltere İnsan Kısırlık ve Embriyoloji Birliği tarafından verilen izinle insan hayvan melezi embriyoların üretildiği tek ülke olan İngiltere’nin bu uygulaması tepki çekti. İngiliz bilim adamları, yapılan deneylerin insan ve hayvan türlerinde istenmeyen değişikliklere yol açabileceği konusunda uyardı. Embriyolar insan sperminin hayvan yumurtasıyla döllenmesiyle oluşturuluyor. Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklara çare bulmak için üretilen insan hayvan karışımı embriyolar yüzde 99.9 insan, yüzde 0.1 hayvan bileşiminden oluşuyor.
kaynak:http://www.haberturk.com/saglik/haber/651646-insan-ve-hayvan-karisimi-embriyo
İnsan ve hayvan karışımı embriyo! hımm, ve bunlar bize yansıyan yani yanlızca gizlenmeyenler, ya peki anlatılmayan ne projeler var ve ne aşamaya gelmiştir sizce?
Neler yapılmak isteniyoru düşünelim, insan öküz karışımı canlımı ki savaşlarda rahat kullanılsın, hem güçlü hem geri zekalı olsun, veya insana kanatmı takıp uçurmak istiyorsunuz.
Şu soruyu muhakkak sorun kendinize insanların bunları yapması mümkünmü, yani yeni bir tür insan yaratabilirmi? EVET, bu bugün olmadıysa gelecekde kesin olacaktır. AMA ALLAH-I TEALA İZİN VERİRSE hayal gücünüzdeki herşeyi yaratacaksınız. Bu bunları sizin yarattığınız anlamına gelmez, yaradan o aşamaya gelecek şekilde beyninizi şekilendirmiştir, kısaca o aşamaya gelmeniz onun eseridir, sizin değil. Fakat bu teknoloji aşamasında rotayı kaçırdınızmı yerin altınada saklansan fayda etmez diyor, buyrun örneklerinide görüyorsunuz. Şimdi eldeki delillere hızlıca bakalım, günümüzde daha yapamadığımız hatta nasıl yapıldığını anlamadığımız eserler var ve biz bu durumda yinede uzaya gidebiliyor ve insan hayvan karışımı canlılar üzerinde çalışabiliyoruz değilmi, EVEET ve işte o eserlerin nasıl yapıldığını anladığımızda veya ondan önce ortaya böyle insan hayvan karışımı canlılar çıkacaktır emin olun.
Şimdi bu bilgiyle eskilerin efsane dediği ve günümüzde işte insan evrimleşip bu duruma geldi diye önümüze konan iskeletleri düşünün, aralarında bağlantı yok ve ortadan kaybolmuşlar hımmm niyeki acaba diyin bakalım. Bakın müslümanlarımızın pek dikkat etmediği, zaten anlayıpta okumadığından Kuran okurken gözüne çarpmayan bir diğer gerçeğe bakalım.
Ne diyor A'RAF suresi 69. ayet Nuh toplumundan sonra halifeler yapılan bizler onlardan farklı, boy post iri kıyım yaratılmışız, yani Kuran zaten insanın fiziksel görünümünün değiştirildiğini daha iri yaratıldığını söylemekte. Ne anlıyoruz bundan, Nuh'un soyundan geldik diyen bizler bize benzeyen isketleri anca Nuh'un dönemine kadar bulabiliriz, ondan öncekilerle ilgili bulacağımız iskeletler birden bize göre küçülmesi lazımdır, bu ciddi bir değişiklik arada bağlantı olmayan kopukluk gibi gözükecektir, pek tabi yaradanın yaptığı bu değişiklikten Kuran'dan haberi olmayanlar,
-yaw arada bi bağlantı olması gerekir, bi değişim var, hımmm bu evrimden dolayımı olmuştur aradaki bağlantı nerdedir vs vs acabaları sorup durmak zorundadırlar kendilerine.
Tekrar kullandığım yandaki resme bu anlamda bakmak zorundayız. Oda nedir, günümüz insan iskeleti Nuhtan önceki nesile göre iri kıyımdır, hımm peki resimdeki ondanda öncekiler nedir dersek, Onuda Allah bilir o zamanda yine devreye girip o döneme uygun bu tür bir insan yaratmıştır yorumunun yerine, onlarda büyük ihtimal, günümüz ingiliz beyin yapısındaki insanların kendilerine köle yaratmak için yaptığı çalışmaların ürünüde olabilir rahatlıkla diyebiliriz, eski dönem efsanelerine baktığımızda insan üzerine yapılan bu çalışmalarıda rahatlıkla görmekteyiz.
Bu sol tarafta sümer yaratılış efsanesinden alıntılar yaptım, kimileri bu alıntılara bakıp bizi uzaylılar gelip :)) laboratuvarda yarattı demekteler. Mümkünmü, hımm mükündür, şayet elimizde Kuran-ı kerim olmasa eyvallah
aynende öyledir derim.
Fakat Kurandaki gerçek bana öyle düşündürmüyor, neydi o gerçek, önceki nesillerden yok edilenlerden ileri teknolojiye ulaşmış olanlar vardır. Mesela Mısırdaki pramitler diyelim, günümüzde orda Mısırlılar yaşıyor diye onlar inşa etti diyemiyoruz, çünkü onlarda nasıl yapılacağını bilmiyor, ama Kuran bize bunun cevabını SECDE suresi 26. ayet veriyor ne diyor '' Evlerinde, yurtlarında dolaşıp durdukları nice nesilleri, kendilerinden önce helâk etmiş olmamız onlara yol göstermedi mi? Kuşkusuz, bunda ibretler vardır. Hâlâ işitmiyorlar mı? '' bizlere ibret olsun diye bırakılan bu eserlere mal mal bakmayı bırakıp gerçek anlamını yani bizlerden önceki nesilin teknolojide şuandan ileri olduğu halde cezalandırıldığını bu eserlerinde bize ayağını denk al işareti gibi bırakıldığını anlamak şarttır.
Uttu henüz doğmadığından, (bitkilerin?)
tacı henüz yetişmediğinden, Efendi henüz doğmadığından, Ova tanrısı Şumugan henüz ortaya çıkmadığından, İnsanoğlunun ilk yaratıldığı zaman gibi, Onlar (Anunnakiler) ekmek yemeyi bilmiyorlardı, Giysi giymeyi bilmiyorlardı, Koyunlar gibi ağızlarıyla ot yiyorlardı, Arklardan su içiyorlardı.
Adı yokken Göğ’ün daha
Yer’in daha adı yokken Tanrı(ça)ların ondan varolacagı Apsu’nun Herseyi doguracak olan ilk yaratıcı ana Tiamat’ın Su'ları karışıp bir oluyordu ne demet edilmisti ot'lar, ne de duzenlenmisti kamıs'lar hiçbir tanrı(ça) belirmemisti daha ad verilmemisti hiçbir seye hiçbir kader öngörülmemisti daha tanrılar varedildiler sonra onlarin bagrında Ad’landırıldı once Lahmu ve Lahamu Gelisip çogalınca onlar Onlardan daha üstün olan Ansar ve Kisar var edildi sonra Güne gün,yıla yıl eklediler, duzenlediler zamanı.. (Ansar ve Kinsar’a) denk ogul Anu var edildi sonra Ansar,'ilk dogan','büyük oglu'Anu’yu kendi suretinde (benzer) varetti Anu da,kendi suretinde Nudimmud’u(E-A’yi)
Yok ettiler düzeni
Gürültüleriyle korku saldılar Yukarda (‘gök’te) oturanlara Duyuyordu Apsu onların kesilmek bilmez samatalarını Tiamat ise,kapamıs agzını sessizce duruyordu önlerinde Rahatsız ediciydi davranısları iyi degildi hani, Hosgorü yoktu hiç tutumlarında Bu durumda, Büyük tanrilarin varedicisi Apsu Çagırdı sözcusü (elçisi) Mummu’yu yanına, Dedi ki ona, “ Ey Mummu, Kalbimi mutlu kılan, Gel buraya, Gidip görüselim Tiamat’la” Gittiler yanına onun, Geçip oturdular Tiamat’in onune Dertlestiler bu ‘ilk dogan ogullar’ olan tanrılar konusunda Söz aldı Apsu, Dediki keskin bir sesle Tiamat’a “benim için onların davranısları korkunç, ne dinlenebiliyorum gündüz, ne uyuyabiliyorum geceleri yıkıp yok edecegim onların bu düzenini Sükunet egemen olsun her yana Biz de uyuyabilelim sakince...” |
Sümerdeki bu efsanede size bahsetmeye çalıştığımı anlatıyor aslında bakın orası ne diyor.
'' Efendi henüz doğmadığından,
Ova tanrısı Şumugan henüz ortaya çıkmadığından,
İnsanoğlunun ilk yaratıldığı zaman gibi,
Onlar (Anunnakiler) ekmek yemeyi bilmiyorlardı, ''
Ova tanrısı Şumugan henüz ortaya çıkmadığından,
İnsanoğlunun ilk yaratıldığı zaman gibi,
Onlar (Anunnakiler) ekmek yemeyi bilmiyorlardı, ''
hımm benim bundan anladığım, her kimse efendi dediği varlığında eskiden insan gibi doğması ve yemek yemeyi öğrenmesi gerektiğini söylüyor. ve bu efendilerki bunlara (Anunnakiler) diyorlar ki birçok kendince düşünür için bunlar uzaylıdır :) ve sümer efsanesindeki bu yazı devam ediyor,
Onlar (Anunnakiler) ekmek yemeyi bilmiyorlardı,
Giysi giymeyi bilmiyorlardı,
Koyunlar gibi ağızlarıyla ot yiyorlardı,
Arklardan su içiyorlardı.
Giysi giymeyi bilmiyorlardı,
Koyunlar gibi ağızlarıyla ot yiyorlardı,
Arklardan su içiyorlardı.
:)) yani tamda taş devrini yaşamış adamlar, bu Tanrı denen (Anunnakiler) ne yapıyormuş, elbisesiz geziyor, insan gibi ne yiyeceğini bilmeden hayvanlar gibi ot yiyor, hayvanlar gibi su içiyorlarmış :))) ve işte bu tanrılar işlerini yapsın diye insan yaratıyorlar, günümüz ingilizlerinin geldiği konum, yani bizim nesil nasıl bu aşamaya geldiyse onlarda o aşamaya gelmiş, kısa keselim bi kaç tutmayan denemeden sonra karar kıldıkları bir tür ortaya çıkıyor ve bunlarda su koyveriyor :) başlıyorlar lay lom laya :) gürültü vs derken, bunları yaratan, eskiden elbisesi olmayan ot yiyen ama daha sonra ilimde ilerleyip tanrı olanlar olarak anılan bu Annunakiler başlıyor şikayete,
Yok ettiler düzeni
Gürültüleriyle korku saldılar
Yukarda (‘gök’te) oturanlara
Duyuyordu Apsu onların kesilmek bilmez samatalarını
Gürültüleriyle korku saldılar
Yukarda (‘gök’te) oturanlara
Duyuyordu Apsu onların kesilmek bilmez samatalarını
Söz aldı Apsu,
Dediki keskin bir sesle Tiamat’a
“benim için onların davranısları korkunç,
ne dinlenebiliyorum gündüz,
ne uyuyabiliyorum geceleri
yıkıp yok edecegim onların bu düzenini
Sükunet egemen olsun her yana
Biz de uyuyabilelim sakince...”
Dediki keskin bir sesle Tiamat’a
“benim için onların davranısları korkunç,
ne dinlenebiliyorum gündüz,
ne uyuyabiliyorum geceleri
yıkıp yok edecegim onların bu düzenini
Sükunet egemen olsun her yana
Biz de uyuyabilelim sakince...”
şimdi Kuran bilgisi olmayan birçoğu, git işine olurmu öyle şey, insanlar insanmı yaratırmış vs der, hımm gelin bir ayete bakıp düşünelim,
Bence bu NİSA suresi 119. ayete en güzel tercümeyi Sayın Öztürk yapmıştır. Ne diyor tercüme '' onlaramuhakkak emredeceğim de Allah'ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler."
Bakın günümüzde bitkiler üzerinde nasıl oynandığını, bitkiler üzerinde bile tohum vermeyecek vaziyette değişiklikler yapıp o konuda gidilmeye çalışılan tekelleşmeden haberiniz vardır diye bahsetmedim. Ne şeytanca düşünceler değilmi, zaten şeytanda onu demiyormu, peki günümüz insan ve hayvan embiriyosunun karıştırılmasını yani insan üzerindede bir değişikliğe gidildiğini bu ayetin kapsamı dışına nasıl koyabiliriz, koyamayız değilmi. Kısaca tarih tekerrür etmektedir diyorum.
Bu filmin daha önce yaşandığını ana hatlarıyla bize Kuran anlatmaktadır, ve sonuçta bu filmdeki aktörlerin başlarına gelenide.
Kısaca önceki nesillerden cezalandırılmış olanların bu teknolojide günümüz insanınıda geçip HADDİ AŞMALARINDAN ötürü cezalandırıldığını kabul ettiğinizde ortada ciddi anlamda bir gizem kalmıyor. Ortaya ALLAH-I TEALANIN gücü çıkıyor.
Fakat siz önceki nesillerden kalan yapıları gerçekleri gözardı edip yaw onlar önceden yaşamıştı bizden geri idi mantığıyla bakarsanız, doğrulara ulaşamazsınız. Fakat bizim dönem bu neslin bu cezalandırılmasından sonra sıfıra yakın bir teknolojiyle tekrar dünyada yaşamaya başladığını anladığınızda film değişir. Ayrıca Yaradanın haddi aşmayın yoksa cezalandırırım uyarısını ensenizde hissedersiniz.
Kısaca eldeki doğruları delilleri doğru okumamız gerekmektedir, tüm bunlara bu ortaya koyduğum yaklaşım gösterilmezseki şimdiye kadar gösterilmemiştir, insanlar ya bi dakka bakın birileri duvara çiviyle yazmış, bizi birileri amele diye yaratmış, hımmm demek bunlar uzaylıydı demek zorunda kalır, birşey bildiğinizi sanırken hiçbirşey bilmeme konumuna gelir dinden çıkar, hemde yaradanın doğru yolu bulmanız için o kadar kolaylığı göstermesine rağmen.
En basit bir yaklaşım ortaya koyalım, günümüz insan türünün ne kadar zamandır bu dünyada olduğu kabuledilmekte, sorarsak, bu kişiye göre değişen bir cevap, hristiyanlar kendince tarihlendirme yapmış 5-6 bin senedir burdayız demekteler, Homo sapien DENEN İNSAN TÜRÜNÜN yüz bin senedir burda olduğu söylenmekte, hadi biz bunu ilerde yeni iskelet vs bulurlar diyelim ve 1 milyon sene yapalım, peki 400 milyon sene önceden kalan çekici kim yapmış ve diyelim insan zekası 1 milyon sene önce demiri keşfedip işleyip bu teknolojiye geldi ki, bizim neslimizin bile demiri keşfedip işlemesi bu tarihlerle dünkü olay sayılır, neyse diyelim çekiçi yaptıktan sonra 1 milyon senemizi aldı aya gitmek, güzel, peki 400 milyon sene önce bu çekiçleri yapanlar nerde, biz atıp biz 1 milyon sene önce yaptık dedik. yani aradaki zaman dilimine 400 medeniyet koyabiliriz. 1 milyon salladık 10 milyon senedir burda diyeceğimiz bu insan türü bugün DNA'lar ile oynayıp yeni canlılar üretme peşindeyse müsade edin 400 milyon sene öncekilerde o aşamaya gelmiş olsun değilmi, ve pek tabide geldikleri için ortayada baştan elbise giymeyi bilmeyen, yemek yemeyi bilmeyen ama sonunda amele diye çalışsınlar mantığınla insan türü çıkarabilecek insanları anlatan duvar yazıları bulup aaaa bunları uzaylılar yarattı demenin anlamı yok.
Kuran kaynağımız, ne diyor şeytan, onun hedefi ne, yaradanın yarattığını değiştirmek, hımmm, yaradan ne diyordu Karuna,
KASAS suresi 78. ayeti O dedi: "Bu servet bana, bendeki bir ilim sayesinde verildi." Peki o bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller içinden ondan kuvvetçe daha zorlu, sayıca daha çok olanları bile helâk etmiştir. ...
ilim sahibi olduğunu sanıp birşeylere sahip olduğunu sananların ciddi düşünmesi lazımdır bu ayeti, işte biz bizden ileri nice ilim sahibi cezalandırılmış nesillerin yerine geldik, ve pek tabi onlarda bizim gibi teknolojide aşama aşama ilerleyip, önce havaalanı inşa eder peşinede uzaya çıkar ki, bugün bulduğumuz delillerde bunlardır, adam resmen astronotu çizmiş, piri reisin haritası bile başlı başına bizden önceki neslin bizden ileri olduğunu bu bilgilerin o nesilden bize kaldığını ortaya koyar, bizden önceki nesillerin bizden ileri olmaları onlara bu teknolojiyi uzaylılar verdi anlamı değildir. Kuranda bu ayetler üzerine düşünen insanlara bunları anlatmam gerekmez, fakat günümüzde dünyada en fazla sex internet sitelerine giren şehir bize fanatik dinci diye tanıtılan, İranın başkenti olduğu gerçeği ile, sabah akşam namaz kılıp, ya yaradanım bana ne demiş şu kelamı anladığım lisandan okuyayım DERDİNE DÜŞMEYEN insanlarla dolu ülke Türkiye gibi ülkeler oldukça mecburen bunları anlatmakta zorlanırız, hatta daha kolay anlaşılsın diyede, görüleceği gibi sanki çocuklara hitap eder gibi birde resimlerle delillendirme derdine düşeriz diyeceklerimizi.
Kamil olan önündeki delillere baktığında Kuranada imanı varsa önceki nesillerin bizden ileri olduğunu anlar, pek tabi önceki nesiller derken, 1-2 bin veya 5-10 seneden bahsetmiyorum, bizden ileri nesiller bizden milyonlarca senede önce yaşamış olabilir ki eldeki delillere görede öyledir, adam arkasında 400 milyon sene önce yaptığı çekici bırakıyorsa bana başkaca gerçeği kabul etmek kalmaz.
Esas fırıldak ise bundan sonra başlıyor :) oda nemidir soralım, korku yok korkmayın, yaradanan ona ulaşmaya çalışanlara şah damarı kadar yakın, ölüm diyede birşey yok ondanda korkmayın. Esas fırıldak, yakın tarihimizde başlıyor, bu yakın tarihe fazladan atıyorum 5 bin sene diyelim, beş bin sene önce birilerinin bu bahsettiğim önceki nesillerin bıraktıklarının değerini anlamayla başlıyor. Küp küp altınlar bulmaları gerekmiyor bilgi yetiyor değilmi.
Birde şu bakış acısına değinmem gerek, önceki nesillerin bıraktığı bu delillere Kurana inanmayanlar değişik yorum getirecek, o da ne olacaktır, kardeşim hahamlara soruyoruz cevapladıkları tatminkar değil, papaza soruyoruz adam 5-6 bin senedir burdayız diyor, hocaya soramıyoruz o düşmüş cariyelerin peşine :) yaw o zaman bizi başka dünyadan bizden ileri birileri gelip yarattı diyecektir, ortada olan delilleride bir müslümana gösterdiğinde, elindeki Kurandan haberi olmayan müslüman bu gerçeğe gözünü kapayıp, cahilce eee onlarıda Allah yaratmıştır deyip kendince sanki bir yarışma vardırda onu kazanmışlığı hissedecek cevabı vermiş olacaktır. Veya müslüman olduğunu sanıp Kuran'dan haberi olmayan biri, önceki nesillerin ileri teknolojiye sahip olduğu anlatılmadığından Allah korusun belkide bilgisizliğinden düşeceği beyin karmaşasından imanını kaybedecektir. Kuran'a inanmayan ise hımm evet demek bizi uzaylılar yarattı ve anlaşılan bu dinler uydurma bu Kuran'da uydurma deyip, Kuran'ada uydurulmuş bir din kitabı olarak bakacak ona iman edenleride gerizekalı yerine koyacak, uzaylarda bizi kimler gelip yarattı sorusuna cevap aramanın peşine düşecektir.
Şimdi dünyanın geldiği konum budur. Ekonomik ve askeri gücü ellerinde tutanlar için dinler uydurulmuş safsatadır. Çünkü adamlar ellerinde tuttuğu gerçeği inkar etmiyorlar, nedir o gerçek, bu dünyada daha önce bizden ileri birileri yaşamıştır ama bu nasıl olur bizden önce burda başka nesillermi vardı sorusuna cevap verememeleri bu insanları dinsiz yapabilmektedir. Sahip oldukları dininde insanlar tarafından insanları yönetmek kontrol etmek için olduğunu biliyorlar bu yanılgıylada islamı aynı kefeye koymayla yapıyorlar, koydularmı artık problemler başlıyor.
Aslında yakamızdan düşseler gözümüzü açıp Kurana baksak o gerçekler tokat gibi yüzümüze vuracaktır ama, bizede çakmışlar anlamadan okuyun mantığını, buyur görde söyle.
Yusuf suresi 109.ayet nediyor '' ...Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?... '' kaç tane müslüman kardeşimiz yaradan bize ibretlik için bazı yerlerde deliller bırakmış, çoluk çocuğa bunu göstereyimin aynı hatalara düşmesinler derdine düşüp kalkıp dolaşmış, dolaşan kendinden önceki nesillerden bugün açıklayamadığımız nasıl yaptılarını çözemediğimiz tonlarca şeye, ya burda bir ilim var, nedir bu ilim diye öncekilerin bıraktığı ilmin peşine düşmüştür. Onlardaki bu bilme ulaşmaya çalışrıkende Allah bilir anlamadan daha nice ilimlerde keşfedecektir ki, bunu yapmamaylada çok şeyi kaçırmışızdır.
Ne alaka öncekiler bizden geri zekalı bizden nasıl ileri olacaklar ki değilmi, olan bu mantığı kaçımız aşmıştır.
Bakın EN'ÂM suresi 6. ayetine ben yine zaman sınırı koymadan okuyorum. Günümüz içinde geçerli, yaradan birilerine kimseye vermediği imkanları verdiğinden söz etmekte, ve tüm bu verdiği imkanların üstüne yoldan çıktıkları içinde cezalandırılmışlar. Ben bu cümleye artık her anlamı yüklerim, mesela anlaşılan ilimde bize verilmeyen imkanlarda verilmiştir onlara derim ve ortadaki delillere göre yanlışta yorum yüklemiş olmam.
Hayır ne alaka diyenler bana pramitlerden vazgeçtim yukarda resmini eklediğim duvarı aynı özelliklerde yapsında görelim derim.
Şimdi birileri bu önceki nesillerin teknolojisinin ileriliğini anlayıp bunların bıraktığı ilminde peşine düşmüştür, bizler onlar gerizekalı ne bilirlerki mantığınla büyütülürken birileri onların bıraktığı ilmin meyvelerini yemeye başlamışlardır.
Bakın üzerimizde bir büyü vardır bu Kuranda geçen bir ilimdir vs de demiyorum, şimdilik :) görüldüğü gibi delillerle bazı şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Ortada olan iğrenç gerçek, beynimiz yıkanmakta, daha birşeye bakıp ne olduğunla ilgili kendimiz yorum yapmadan, baktığınızda ne göreceğiniz beyninize kodlanmakta, bu iki kişinin bulutlara bakıp aynı bulutu birinin tavşana diğerinin tavuğa benzetmesine, peşinede tavşan diyenin ikna gücü yüksekse diğerininde aaaa evet ya aynen tavşan demesine benzemektedir.
Diğer bölümde yakın tarihimiz olan Romayı kuranların DNA örnekleriyle Türk olduğu gerçeğini gördük, bir diğer bölümde dünya tarihini, günümüzü ve gidişini değişecek gerçek olan Yahudilerdeki Kitabı Mukaddesin kaynağınında Türkçe olduğunu ortaya koyduk. Geçmiş veya günümüz üzerine kurulan YALAN dünyada Yalan DÜNYANIN bugünkü güç sahipleri için bunlar tehlikeli bilgiler, işte bunlara ulaşmamanız için her yol mubah.
Devam edeceğim bölüme atılan ciddi kazıklardan biri olan Gılgamış Destanından bahsetmeyle başlamak istiyorum. Gılgamışın aslında Bilgemiş olduğunun bu anlatmaya çalıştığımla alakası yok, yeni bir bakış acısıyla neler saklanmakta veya saklanabilmekte görmemiz acısından size kesinlikle Gılgamış Destanındannı anlattığım bakış açısınla okuyun desemde çoğunuz tembellik yapıp okumayacak eminim. :) Benim yapacağım alıntılarla olayı yorumlayacağız artık :) pek tabi, ortaya koyacağım bakış acısı ve yorumla hadi be ordan olurmu öyle kazık diyen kendi araştırmasını yapabilir, kendi düşüncesinle olaya yorum getirebilir.
Gılgamış Destanından bu verdiğimi yorumu size açıklayan bugün günümüzdeki birçok sırrı ifşa eden bir eserken, eskilerin efsanesi,
- ya Gılgamışta şunu derken şunu demiş ama ne güzelde benzetme yapmış haa, mantığınla beynimiz yıkanmış, görmemiz gerekenleri görememiş onların bizi istediklerini görmekten ileri gidememişizdir. Gılgamış bu yaptığım yorumun gerçeklerini yüzlerine vuran belgedir aslında. Bu gerçeği ve bahsetmeye çalıştıklarımı gördüğünüzde dünyanın değişimine hep beraber tanık olacağız inşALLAH.
Kimdir bu Gılgamış nerelidir vs soruları için hızlı bir tanıtım yapalım.
Gılgamış, ismi Avrupanın bu sümer kahramanına vede kralanı verdiği isimdir, verdiği bilgiler açısındanda bir bilgelik göreceğiniz için gerçekten bazı araştırmacılarında iddia ettiği gibi bu ismin BİLGEMİŞ olduğunu göreceksiniz.
Gılgamış (Gilgameš) Mezopotamya'da yaşayıp hüküm sürdüğüne inanılan efsanevi Uruk kralının adı olup, Eski Çağ Mezopotamya edebiyatının en iyi bilinen eserlerinden Gılgamış Destanı'nın baş kahramanıdır. Destanın daha eski olan Sümerce metinlerinde adı Bilgameš olarak geçer.[1] Üçüncü Ur Hanedanı(yaklaşık M.Ö. 2100-2000) zamanına ait Sümerce metinlerde Gılgamış birbirinden ayrı bir kaç hikayenin kahramanı olarak görülürken Eski Babil dönemi (yaklaşık M.Ö. 1900-1600) ve sonrasında bu metinler bir araya getirilerek günümüzde daha yaygın olarak bilinen Gılgamış Destanı oluşturulmuştur. Bu destanda Gılgamış’ın anne ve babası tanrıça Ninsun ve bir diğer efsanevi Uruk kralı Lugalbanda’dır. Dolayısıyla Gılgamış yarı tanrıdır ve insanüstü bir güce sahiptir.
Vikipedi, özgür ansiklopedi'sinden aldığım klasik bir yorumla genel bir bilgi sahibi olduk sanırım. Devam etmeden önce ufak fakat daha dillendirilmemiş bir soru sorup cevaplamaya çalışalım.
Şayet bizden öncede yaşamış, bugün anlam veremediğimiz eserleri ortaya koymuş, havaalanları, astronot resimleri, dalgıç heykelcikleri, uçaklar vs. gibi deliller bırakan bucanlılar veya insanlar tamamen yokmu olmuştur, hiçmi kurtulan olmamıştır diye sorarsak, Herşeyin kaynağı Kuran'ana danışalım. Ne diyor Alemlerin Rab'bi Kelamında, HÛD suresi 116. ayetde '' ...Ancak onlardan, yalnızca kurtardığımız pek az kimselerden başka yok .... '' ne anlayabiliriz burdan ne anlamalıyız.
Hepinizinde kabul edeceği gibi yoldan çıkmış milyonlarca insanın içinde tek bir tane bile doğru insan varsa yaradanın gücü onu ayıklayıp diğerlerini yok etmeye yeterlidir değilmi. AYNEN ÖYLEDİR. Yani kurunun yanında yaşda yanar mantığı yok. Hz.Nuh'u aklınıza getirin Yaradan onu kavminden ayırıp kurtarmadımı?, kurtardı, şimdi o kurtuldu diye onun soyuda çok mubarek olacak diye bir olayda yok, halimizi görüyorsunuz.
Şimdi 400 milyon sene önce çekiç yapmış veya 395 milyon sene önce uzaya çıkmış olan bir medeniyetin teknolojisi sizce ne durumdadır, yuvarlak hesap bizden 395 milyon sene ilerde değilmi. Ve siz şimdi son yüzyılda yaptığımız teknolojik atılımları düşünün, görüyorsunuz insan DNA sınla oynayıp yeni canlı türleri denemelerine başladık. Yaradan izin verirse 395 milyon sene sonra biz hangi teknolojide oluruz değilmi :)
Kısaca diyeceğim şu ki bunun açılımını daha sonra yapacağım, o da önceki nesiller tamamen yaradan tarafından belirttiği gibi yok edilmemiştir, işte bize uçak maketleri, astronot heykelcikleri bırakan pramitleri inşa edenlerden birileri kalmış şimdilerde üzerimizde uçan daire dedikleri aletlerle gidip gelmekteler. :) Mantıklımı? bana çok mantıklı gelmekte, şimdi size pekde mantıklı gelmese bile bu bakış açısınla Gılgamışı analiz edip ortaya neler çıkabileceğine bakalım. Çünkü başka bakış acısınla gerçekten Gılgamışda bahsi geçen bizden gizlenenleri anlayamazsınız.
3-4 bin sene evvel bir araya getirilmiş eser olduğunuda gördükmü, diğer taraftan önceki nesillerden cezalandırılması gerekmemiş Allahı Tealanın yaşamalarına müsade ettiği Gılgamışa göre üstün teknolojiye sahip insanlar var. Hadi çok üstün demeyelimde onlarda günümüz ingilizleri gibi DNA'lar üzerinde yoğunlaşmış, tüp bebek veya laboratuarda çocuk üretecek vaziyete gelmişler diyelim, demezsek uzaylılar demek zorundayız :) ayrıca Gılgamışın babasız doğumuna bir açıklama getirmek zorundasınız.
Sabırla okumanızı rica ediyorum çünkü,
Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum!
Dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim: onun görmediği
hiçbir şey yoktur. Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip torunlarına
bırakan bir adamdır. Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir
adamdır. Tufandan önce olanın haberini getirdi. Uzun yoldan gelip
yorgun düştü;
Dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim: onun görmediği
hiçbir şey yoktur. Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip torunlarına
bırakan bir adamdır. Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir
adamdır. Tufandan önce olanın haberini getirdi. Uzun yoldan gelip
yorgun düştü;
Destana böylesi bir giriş yapan bu yiğit savaşcının hakkatten bu destanda anlattıklarını yaşadığına inanıyorum ki sabr edin sizide ikna edeceğime güvenim var. Kısaca bu kahramanımız oturup tiyatroda oynansın diye bir eser yazıyorum dememiş, artı ah şunu benzetiyorum siz şunu anlayın mantığıda bence yok, neyse o. Devam etmeden ek bir bilgi daha eklemem gerek o da, o dönemde yaşayan idarecilere Tanrı veya Tanrıca denmesi, veya öyle dedikleri üzerine bize tercüme edilmesi. Çünkü Gılgamışın anası Tanrıcadır, aslında bir şehirde amir memur yönetici diyelim. Şöyle örnek vereyim, ingilterede zengin soylulardan veya günümüz kraliçesinin seçtiği insanlardan oluşan LORD'lar vardır, ve yine aynı zamanda ingilizcede Tanrıya, '' GOD '' derken '' LORD '' da diyebilirsiniz, şimdi bu LORD'lar kelimedeki bu anlamla ne kadar Tanrıysa o dönemde Tanrı Tanrıça DENENLERDE odur. Devam edelim,
Ulu Tanrı Gılgamış'ı en yetkin biçime soktu. Bütün tanrılar, ona en
iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler. Güneş Tanrısı
ona, erdemin en yükseğini, yeraltındaki tatlı su okyanusunun tanrısı
Ea, bilgeliği bağışladı (6). Büyük tanrılar Gılgamış'ı şu ölçüde
yarattılar: Boyunun uzunluğu on bir endaze, göğsünün genişliği dokuz
karış (7). (Gılgamış'ın bedeninin betimlemesini son yeni Babil
yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi
tamamlamaya çalışabiliriz.) Adımlarının genişliği ...... idi. Sakalı
yanaklarından aşağı uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü. Bedeni her bakımdan ölçülüydü. Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı. Gövdesi pek iriydi.
iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler. Güneş Tanrısı
ona, erdemin en yükseğini, yeraltındaki tatlı su okyanusunun tanrısı
Ea, bilgeliği bağışladı (6). Büyük tanrılar Gılgamış'ı şu ölçüde
yarattılar: Boyunun uzunluğu on bir endaze, göğsünün genişliği dokuz
karış (7). (Gılgamış'ın bedeninin betimlemesini son yeni Babil
yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi
tamamlamaya çalışabiliriz.) Adımlarının genişliği ...... idi. Sakalı
yanaklarından aşağı uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü. Bedeni her bakımdan ölçülüydü. Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı. Gövdesi pek iriydi.
Neymiş, Tanrılar bir araya gelmiş herkes birşey katmış iri yarı babayiğit birini yaratmışlar. Bizce olan nedir, önceki nesiller zaten o teknolojiye yani günümüz teknolojisine sahip olduğu için, DNA idi GEN idi herkes bilgisinden birşeyler katmış böylesi biri o dönem yaratılmış. Günümüzde de bu mümkün, pek tabi kabulde zorlandığınız eskilerde bizdeki teknoloji yokturla beyninizin yıkanmasıdır.
Boyunun uzunluğu on bir endaze, '' artık ne kadarsa :)) '' ama sağ taraftaki resimdede görüleceği gibi oturan Gılgamıştır, dikkat edin otururken boyu diğerlerinle aynı, ayağa kalktığını hayal edin, normal insanların iki kat boyunda bir babayiğit, lafın gelişide değil yani. İşte bu babayiğidimiz,
Boyunun uzunluğu on bir endaze, '' artık ne kadarsa :)) '' ama sağ taraftaki resimdede görüleceği gibi oturan Gılgamıştır, dikkat edin otururken boyu diğerlerinle aynı, ayağa kalktığını hayal edin, normal insanların iki kat boyunda bir babayiğit, lafın gelişide değil yani. İşte bu babayiğidimiz,
Bütün ülkeleri dolaştıktan sonra Uruk kentine vardı. Uruk caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu. Caddelerde yabanıl bir boğa gibi
böğürürdü. Eşsizdi. Silâhları kalkıktı. İnsanlara dirlik vermemek için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola
çatardı. Gılgamış ağılı bol (8) Uruk'un ne biçim çobanıdır ?(9)
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral, oğulu babaya,
sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları, bundan ötürü
tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp
sızlanmalarını tanrılar dinlediler.
böğürürdü. Eşsizdi. Silâhları kalkıktı. İnsanlara dirlik vermemek için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola
çatardı. Gılgamış ağılı bol (8) Uruk'un ne biçim çobanıdır ?(9)
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral, oğulu babaya,
sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları, bundan ötürü
tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp
sızlanmalarını tanrılar dinlediler.
ne yapmış bizim yiğidimiz, önce bi şöyle dünyayı gezip dolanıp anasının şehrine gelmiş, eh tüp çocuk ya diyelim ayarmı kaçmış, imalat hatasımı :) neyse, biraz aksi terbiyesizde olmuş diyecem çünkü, milletin karısına kızına tecavüzler vs gibi vakalarla millet şehirden kaçmayada başlamış, iki insan boyunda adam gelde uğraş sıkıysa :), eee halkta ne yapmış Tanrılara yani, diğer yöneticilere dert yanmışlar,
Gökyüzünün tanrıları da, Uruk
kentinin baştanrısı Anu'ya başvurarak şöyle dediler: "Sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı, Uruk halkını tedirgin etmek için mi yarattın?
Eşsizdir. Silâhları kalkıktır. İnsanlara dirlik vermemek için eli
durmaz. Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz Gece gündüz kudurup sağa sola çatar. Gılgamış ağılı bol Uruk'un ne biçim çobanıdır?" Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral oğulu babaya, sevileni sevene,
kocayı karıya hiç bırakır mı ?
kentinin baştanrısı Anu'ya başvurarak şöyle dediler: "Sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı, Uruk halkını tedirgin etmek için mi yarattın?
Eşsizdir. Silâhları kalkıktır. İnsanlara dirlik vermemek için eli
durmaz. Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz Gece gündüz kudurup sağa sola çatar. Gılgamış ağılı bol Uruk'un ne biçim çobanıdır?" Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral oğulu babaya, sevileni sevene,
kocayı karıya hiç bırakır mı ?
Gökyüzünün baş tanrısı yukarda baktığımız yaratılış efsanesinde giyinmeyi, yemeyi bilmeyenlerin soyundan gelen yöneticilerden biri, bu yorumlarıda anlattıklarıyla yapıyorum görüyorsunuz. Neyse bu şikayetler üzerine,
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları bundan ötürü
ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük Gök
Tanrısı dinledi. (10) Büyük tanrıça Aruru (11) çağırıldı:
"Ey Aruru, sen büyük Anu'yu yarattın. Şimdi onun rakibini yarat! O
istediği denli Gılgamış'a karşı dursun. Bu iki yiğitin birbirlerine
karşı güçlerini ölçmelerinden Uruk şehri soluk alsın!" Tanrıça Aruru
bunu duyar duymaz Gök Tanrısının rakibini kalbinde yarattı. Aruru
ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı. Ve yazıda yiğit Engidu'yu yarattı. Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti (12). Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu. Kadın gibi uzun saçları vardı. Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti. O, insan ve
kent yüzü görmemişti. Üzerinde, yazının hayvanları gibi bir giysi
vardı. Bu durumda ceylanlarla ot yiyor, yabanıl hayvanlarla itişe
kakışa suvata (13) iniyor; suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu.
ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük Gök
Tanrısı dinledi. (10) Büyük tanrıça Aruru (11) çağırıldı:
"Ey Aruru, sen büyük Anu'yu yarattın. Şimdi onun rakibini yarat! O
istediği denli Gılgamış'a karşı dursun. Bu iki yiğitin birbirlerine
karşı güçlerini ölçmelerinden Uruk şehri soluk alsın!" Tanrıça Aruru
bunu duyar duymaz Gök Tanrısının rakibini kalbinde yarattı. Aruru
ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı. Ve yazıda yiğit Engidu'yu yarattı. Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti (12). Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu. Kadın gibi uzun saçları vardı. Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti. O, insan ve
kent yüzü görmemişti. Üzerinde, yazının hayvanları gibi bir giysi
vardı. Bu durumda ceylanlarla ot yiyor, yabanıl hayvanlarla itişe
kakışa suvata (13) iniyor; suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu.
Bu çocuk yaratma işine anlaşılan Aruru bakıyor :) ve kadındada anlaşılan teknoloji ve bilgi maşallah bu sefer babasız Engidu'yu yaratıyor. Lütfen devam edelim ve ben bu olayların gerçekten olmuş olabileceğine inanıyorum ki hikaye nerelere varacak şaşacaksınız emin olun. Aruru hanımefendi Engidu'yu yaratıp atıyor ormana, garibim hayvan gibi yetişiyor. Hızlı gidelim, Gılgamış ve Engidu birbirlerine rakip oluyorlar iki babayiğit, kavga gürültü derken can ciğer arkadaş oluyorlar ki Gılgamış çok ama çok seviyor Engidu'yu ve bu babayiğidi alıp anasına götürüyor.
Gılgamış'ın Engidu'yu, bir oğul olarak kendi anasına götürmüş
olmasından söz ediliyor. Gılgamış, Engidu'dan şu biçimde söz ediyor.) "Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer,
gücü büyüktür! Kimse karşısında duramaz. Ona lûtfunu göster."
Gılgamış'ın anası oğluna dedi, Ninsun, yabanıl inek, Gılgamış'a dedi: "Oğlum....
(Üç satır eksik.)
(Engidu'nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü, Ninsun'un
şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. Bundan sonraki beş satırsa,
Gılgamış'ın yanıtlarını oluşturabilir.) "Onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti. O, bana karşı pek çok kışkırtıldı. Engidu'nun babası
ve anası yoktur. Onun dağınık saçları hiç kesilmemiştir. O, kırda
doğduğundan kimse onu eğitmemiştir." Engidu orada durdu ve onun
söylediklerini dinledi. Gözleri yaşla doldu. Söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti. Gılgamış, yüzünü ona çevirip,
oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar; âşıklar gibi eller
birbirinin üstüne kondu ve Gılgamış, Engidu'ya dedi: "Dostum, neden
gözlerin yaşla dolu? Söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?"
Engidu ağzını açıp Gılgamış'a anlattı:
"Dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. Kollarım uyuştu, gücüm azaldı."
Gılgamış, ağzını açıp Engidu'ya dedi:
(Altı satır eksik.)
"Ejder yapılı Humbaba ormanda oturuyor. Sen ve ben onu öldürüp şu
belâyı ülkeden kaldıralım.
olmasından söz ediliyor. Gılgamış, Engidu'dan şu biçimde söz ediyor.) "Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer,
gücü büyüktür! Kimse karşısında duramaz. Ona lûtfunu göster."
Gılgamış'ın anası oğluna dedi, Ninsun, yabanıl inek, Gılgamış'a dedi: "Oğlum....
(Üç satır eksik.)
(Engidu'nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü, Ninsun'un
şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. Bundan sonraki beş satırsa,
Gılgamış'ın yanıtlarını oluşturabilir.) "Onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti. O, bana karşı pek çok kışkırtıldı. Engidu'nun babası
ve anası yoktur. Onun dağınık saçları hiç kesilmemiştir. O, kırda
doğduğundan kimse onu eğitmemiştir." Engidu orada durdu ve onun
söylediklerini dinledi. Gözleri yaşla doldu. Söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti. Gılgamış, yüzünü ona çevirip,
oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar; âşıklar gibi eller
birbirinin üstüne kondu ve Gılgamış, Engidu'ya dedi: "Dostum, neden
gözlerin yaşla dolu? Söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?"
Engidu ağzını açıp Gılgamış'a anlattı:
"Dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. Kollarım uyuştu, gücüm azaldı."
Gılgamış, ağzını açıp Engidu'ya dedi:
(Altı satır eksik.)
"Ejder yapılı Humbaba ormanda oturuyor. Sen ve ben onu öldürüp şu
belâyı ülkeden kaldıralım.
Şimdi buraya kadar olan anlatımla bir analiz yaparsak, Gılgamışın bu babasız doğumuna, Engidu'nun babasız ve anasız doğumuna getireceğiniz çözüm, önceki nesillerin odönemde ortalarda olduğu, korkmayın bu yorumla dindende çıkmazsınızki olanda odur. ve dediğim gibi yaklaşımlada ortada bir olağanüstülük görülmemektedir. GÜNÜMÜZ TEKNELOJİLERİNE SAHİP BİRİLERİ, bir babasız birde, anasız babasız insan yaratmışlardırki, günümüzde hadi ya olurmu öyle şey diyemeceğimiz bir durum, ama eski nesillerden bazılarının bu aşamaya geldiklerini bilmezsek kabullenmezsek olurmu öyle şey demek zorundayız veya yaw uzaylılar gelmiş insan yaratmış demek zorundasınız. Ama şimdilik uzaylıya gerek yok, görüldüğü gibi önceki nesiller havaalanı uçakdı derken o aşamaya gelmiş cezalandırılmışlar ve yerlerine biz gelmişiz mesele bu. Devam edelim, Hımm Gılgamışmı Bilgemişmi derken ortaya başka bir Türkçe isim çıkdı gibi HUM-BABA, işte bu humbaba'da adamı ham yapacak cinsten :) ejder yapılı biri, Gılgamış ve Engidu onunla savaşmaya gidiyor, o bölümde dikkatimi çeken ufak bir alıntı yapayım,
Ormanın
kapısında duran bekçiyi yakalamak için, huysuz, yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı. O, birden bire bağırıp korkuya düştü. Ormanların bekçisi bağırıp çağırdı! Çocuğun babasını çağırması gibi, Humbaba'yı çağırdı. (Buradaki 22 satırlık boşlukta, belki her iki yiğidin bekçiyi zararsız duruma getirmiş olmaları ve Engidu'nun kapıyı nasıl açtığı
anlatılmıştır. Bundan sonrası şöyledir:) Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Biz ormana inmeyelim. Kapıyı açarken elim tutmaz oldu."
Gılgamış konuşmak için ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Biz şimdiye dek böyle üzüldük mü? Biz bütün dağları aşarak geldik.
Bununla birlikte hedef karşımızda duruyor. Benim savaştan anlayan,
savaş deneyimi olan arkadaşım, giysime dokunursan artık ölümden
korkmazsın! (İki satır çevrilememiştir.)
Elinin tutmazlığı gitsin! Vücudunun ağırlığı yok olsun! Arkadaşım,
koluma asıl, birlikte inelim. Gönlün savaşa doysun! Ölümü unut,
korkma!
kapısında duran bekçiyi yakalamak için, huysuz, yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı. O, birden bire bağırıp korkuya düştü. Ormanların bekçisi bağırıp çağırdı! Çocuğun babasını çağırması gibi, Humbaba'yı çağırdı. (Buradaki 22 satırlık boşlukta, belki her iki yiğidin bekçiyi zararsız duruma getirmiş olmaları ve Engidu'nun kapıyı nasıl açtığı
anlatılmıştır. Bundan sonrası şöyledir:) Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Biz ormana inmeyelim. Kapıyı açarken elim tutmaz oldu."
Gılgamış konuşmak için ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Biz şimdiye dek böyle üzüldük mü? Biz bütün dağları aşarak geldik.
Bununla birlikte hedef karşımızda duruyor. Benim savaştan anlayan,
savaş deneyimi olan arkadaşım, giysime dokunursan artık ölümden
korkmazsın! (İki satır çevrilememiştir.)
Elinin tutmazlığı gitsin! Vücudunun ağırlığı yok olsun! Arkadaşım,
koluma asıl, birlikte inelim. Gönlün savaşa doysun! Ölümü unut,
korkma!
şimdi burayıda okuyalım ne görüyoruz, çevrelenmiş günümüz parkları gibi kapısı olan bir orman, ilginç olan ne, :) kapıyı açan Engidu, biraz sonra şikayete başlıyor, elim tutmaz oldu, vucuduma ağırlık çökdü vs, şimdi buradaki anlamları iyi görmeliyiz, ne oluyor orda günümüz hırsızlarına karşı yapılan elektirikli bir kapımı var orda :) hımm niye olmasın, başkaca anlamı varmı, bence YOK, bunlar Gılgamış destanındaki olağanüstülükler değil, bambaşka birşey anlatacağım yavaş yavaş, hadi be diyeceksiniz emin olun, amma analizi sonuna kadar sabırla takip etmeniz lazım, :) esas masalımsı gözüken olaylar garibim Engidu ölünce başlıyorki, bakalım,
HUM-BABA'yı Bilgemiş öldürüyor bu arada pek tabi duymayanda kalmıyor, zaten boy post var, o nam şöhretle geri geliyor temizlenip krallık tacını takıyor, bu sonraki alıntıyı uzunca aldım, çünkü resmini gördüğünüz Tanrıça denilen İştar ile ilgili olduğu için, bence önemli şundan dolayı, o dönem insanlarıda günümüze Tanrı Tanrıça diye çevrilen bu insanları anladığımız gibi ilahi varlıklar görseydi birazdan okuyacağınız tip konuşmalar olamazdı, buyrun bakın, İştar Gılgamışa evlenme teklifi ediyor aldığı cevabıda iyi okuyun :)
Kirini yıkadı, silâhlarını parlattı, başını sallayarak saçının tutamlarını arkaya attı. Kirli giysisini fırlatıp temizini giydi,
savaş giysisini giyip beline işlemeli kemerini kuşandı. Gılgamış
krallık tacını giyince, Gılgamış'ın güzelliği İştar'ın güzel gözlerini kamaştırdı: "Gel Gılgamış! Benim güveyim ol! Bana meyveni armağan et
(57), armağan etsene! Sen benim kocam ol, ben senin karın olayım! Sana altından ve lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım!
Tekerlekleri altın, boynuzları (58) ayna gibi parlayan madenden olsun! Buna ruhlar, dev gibi katırlar koşulsun! Sen evimize girince seni
katran kokuları (59) karşılasın. Büyük rahipler ve soylular ayaklarını öpsünler! Krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına diz
çöksünler! Dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak getirsinler! Sana keçiler üçüz, koyunlar ikiz yavrulasın! Senin sıpan bir ester yüküyle koşsun! Arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun! Boyunduruktaki öküzlerinin eşi olmasın!" Gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Seni ha!........ Seninle evlenirsem ne kazanacağım? Nasıl olsa kendimi yağlayacak yağım ve üstüme giyecek giysim var. Yiyecek ekmeğim ve azığım vardır, dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur! (Bir satır eksik. Bundan sonraki parçada, Gılgamış, Tanrıça'yı şu biçimde aşağılıyor:)
..................................................
..................................................
..................................................
.................................................. (60)
Sen, soğukta ısıtmayan bir örtüsün! Sen rüzgâra ve fırtınaya engel
olmayan uydurma bir kapısın! Sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin! Sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir
saraysın, sen taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin! Sen,
taşıyıcısının üstünde boşalan bir kırbasın! Sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin! Sen, düşman ülkesini çeken bir yemişsin (61). Giyeni sıkan bir ayakkabısın! Dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin?
Çobanlarından hangisini sürekli olarak beğendin? Haydi sevgililerinin adlarını sayayım! (Bir satır eksik.)
Senin gençliğinin sevgilisi olan Tammuz'a (62), yıldan yıla ağıtı yazgı kıldın. Sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün; ama ona da vurup kanadını kırdın; şimdi o, ormanlarda "kappi" (63) diye bağırıp duruyor! Sen, gücü üstün olan aslanın aşkına düştün; ama sonra ona yedi ve yedi tuzak çukurları kazdın.
Sen, savaşa alışkın olan atın aşkına düştün; ama sonra ona kırbaç, bizlengiç ve kamçıyı yazgı kıldın; iki kez yedi saat koşmayı yazgı
kıldın; ona suyu bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın; anası Silili'ye sürekli yası yazgı kıldın! Sen, koyun çobanının aşkına düştün; o, sana durmadan köz yığıp, günü gününe oğlaklar getirdi; ama sonra ona vurup kurda döndürdün, şimdi de kendi küçük çobanları onu kovalıyorlar;
dahası, kendi köpekleri bacaklarını ısırıyorlar. Sonra sen, babanın hurma bahçıvanı olan İşullanu'nun aşkına düştün; o, sana durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı; ama sonra ona göz atarak yaklaştın: İşullanu'cığım.... (64) yiyelim dedin. (Bir satır
çevrilememiştir.)
İşullanu şu yanıtı verdi:
"Sen benden ne istiyorsun? Sanki anam benim için pişirmedi mi? Ne diye kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?.. öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve dikendendir." (65) (Bir satır eksik)
Sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra, ona vurup onu .....
(66) döndürdün ve bahçenin içine bıraktın.
(Bir satır çevrilememiştir.)
Şimdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın."
O, İştar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne çıktı.
savaş giysisini giyip beline işlemeli kemerini kuşandı. Gılgamış
krallık tacını giyince, Gılgamış'ın güzelliği İştar'ın güzel gözlerini kamaştırdı: "Gel Gılgamış! Benim güveyim ol! Bana meyveni armağan et
(57), armağan etsene! Sen benim kocam ol, ben senin karın olayım! Sana altından ve lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım!
Tekerlekleri altın, boynuzları (58) ayna gibi parlayan madenden olsun! Buna ruhlar, dev gibi katırlar koşulsun! Sen evimize girince seni
katran kokuları (59) karşılasın. Büyük rahipler ve soylular ayaklarını öpsünler! Krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına diz
çöksünler! Dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak getirsinler! Sana keçiler üçüz, koyunlar ikiz yavrulasın! Senin sıpan bir ester yüküyle koşsun! Arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun! Boyunduruktaki öküzlerinin eşi olmasın!" Gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Seni ha!........ Seninle evlenirsem ne kazanacağım? Nasıl olsa kendimi yağlayacak yağım ve üstüme giyecek giysim var. Yiyecek ekmeğim ve azığım vardır, dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur! (Bir satır eksik. Bundan sonraki parçada, Gılgamış, Tanrıça'yı şu biçimde aşağılıyor:)
..................................................
..................................................
..................................................
.................................................. (60)
Sen, soğukta ısıtmayan bir örtüsün! Sen rüzgâra ve fırtınaya engel
olmayan uydurma bir kapısın! Sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin! Sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir
saraysın, sen taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin! Sen,
taşıyıcısının üstünde boşalan bir kırbasın! Sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin! Sen, düşman ülkesini çeken bir yemişsin (61). Giyeni sıkan bir ayakkabısın! Dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin?
Çobanlarından hangisini sürekli olarak beğendin? Haydi sevgililerinin adlarını sayayım! (Bir satır eksik.)
Senin gençliğinin sevgilisi olan Tammuz'a (62), yıldan yıla ağıtı yazgı kıldın. Sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün; ama ona da vurup kanadını kırdın; şimdi o, ormanlarda "kappi" (63) diye bağırıp duruyor! Sen, gücü üstün olan aslanın aşkına düştün; ama sonra ona yedi ve yedi tuzak çukurları kazdın.
Sen, savaşa alışkın olan atın aşkına düştün; ama sonra ona kırbaç, bizlengiç ve kamçıyı yazgı kıldın; iki kez yedi saat koşmayı yazgı
kıldın; ona suyu bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın; anası Silili'ye sürekli yası yazgı kıldın! Sen, koyun çobanının aşkına düştün; o, sana durmadan köz yığıp, günü gününe oğlaklar getirdi; ama sonra ona vurup kurda döndürdün, şimdi de kendi küçük çobanları onu kovalıyorlar;
dahası, kendi köpekleri bacaklarını ısırıyorlar. Sonra sen, babanın hurma bahçıvanı olan İşullanu'nun aşkına düştün; o, sana durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı; ama sonra ona göz atarak yaklaştın: İşullanu'cığım.... (64) yiyelim dedin. (Bir satır
çevrilememiştir.)
İşullanu şu yanıtı verdi:
"Sen benden ne istiyorsun? Sanki anam benim için pişirmedi mi? Ne diye kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?.. öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve dikendendir." (65) (Bir satır eksik)
Sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra, ona vurup onu .....
(66) döndürdün ve bahçenin içine bıraktın.
(Bir satır çevrilememiştir.)
Şimdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın."
O, İştar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne çıktı.
İştarın resimdeki kanatlı ayakları neden pençeli olduğuna ilerde geleceğim, uzaylılarla alakası yook :)
Aristokrat yani yöneticilerden en üst düzey ben diyeyim bu kralların bağlı olduğu imparator birileri çevirsin Tanrı olan babasına koşar İştar, Gılgamışa evlenme teklif etmiş, Gılgamış ona bir resmen o...un demediği kalmıştırki, normal bizler gibi biri olduğundan anlaşılan İştarda biraz şımarmış önüne gelen düşüp yatıp kalkan cinsel güdüleri biraz kontrolden çıkmış :) birazcık sapığın teki diyelim :) neyse garibim Engidu ölüyordu ona dönelim.
Gılgamış, arkadaşı Engidu için acı gözyaşları döküp kırlara koşarak
dedi: "Ben ölmeyecek miyim? Ben de Engidu gibi ölmeyecek miyim?
Gönlümü üzüntü kapladı. Bana ölüm korkusu geldi. Şimdi kırlara
koşuyorum. Ubar- Tutuş'un oğlu Utnapiştim'e gitmek için yol aldım.
dedi: "Ben ölmeyecek miyim? Ben de Engidu gibi ölmeyecek miyim?
Gönlümü üzüntü kapladı. Bana ölüm korkusu geldi. Şimdi kırlara
koşuyorum. Ubar- Tutuş'un oğlu Utnapiştim'e gitmek için yol aldım.
bencede asıl mecara burda başlıyor gibi, yiğit arkadaşı Engidu'nun öldüğünü görmek Gılgamışı ciddi anlamda eski tabirle yusuf yusuf :) yapıyor, artık deli gibi ÖLÜMSÜZLÜĞÜN peşine düşüyor. Hikayedeki karektere göre birçoklarının Hz.Nuh dediği, bana göre büyük olasılıkla hikaye benzerliğindem öyle olduğu varsayılan Ubar- Tutuş'un oğlu Utnapiştim'e danışmaya karar veriyorda sıkıysa bul :) Utna-piştim'e varıncaya kadarki olan ilginç yerleri alıntılayalım,
Gılgamış bu Mâşu dağına gelince, günü gününe güneşin çıkmasını ve girmesini bekleyen (87), başları gökyüzüne kadar yükselen ve göğüslerine kadar cehenneme batmış bulunan iki akrep
insanın, bu dağın kapısını beklediklerini gördü. Bunlar öylesine korku vericiydi ki, korkudan yüzlerine bakılmazdı. Bunların görünüşü
ölümdür. Bunların korkunç görünümü tüyleri ürpertiyor ve dağları
deviriyor. Bunlar, güneşin dağdan çıkmasını da ve dağa girmesini de
bekliyorlar. Gılgamış, bunları görünce korkudan ve dehşetten gözü
karardı ve o, aklını başına toplayıp bunların yanına yaklaştı. Akrep
adam karısına seslendi:
"Buraya, bize gelenin vücudu tanrı etinden midir?"
Akrep adamın karısı ona yanıt verdi:
"Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardır!"
Akrep adam, insan yüzlü, tanrıların çocuğuna seslenip şu sözleri
söyledi:
"Neden ötürü bu denli uzun yol yürüyüp buraya benim yanıma kadar
geldin? Geçit vermez ırmakları geçtin? Başına gelenleri bilmeyi pek
isterdim." (28 satırlık boşluk. Gılgamış yanıt verdi:)
Utnapiştim için, atam olan Utnapiştim'in yolunda! O, tanrıların
arasına girdi ve tanrıların toplantısında yaşama kavuştu. Ondan ölüm
ve yaşamı soracağım!" Akrep adam ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Gılgamış, bunu bilecek insan yoktur! Dağların kapuzuna (88) kimseler girmedi. Dağların içinde iki kez on iki saat uzaklığında bir boğaz
vardır; içi koyu karanlıktır. Işık yoktur. Güneş doğduğu zaman dağın
kapısı açılır, battığı zaman kapı kapanır." (73 satırlık boşluk.
Görünüşe göre Gılgamış Akrep adama yalvarıp yakararak dağdan geçmek
için izin almak gereğini duymuştur.)
Akrep adam konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a şu sözleri söyledi:
"Yürü Gılgamış, korkma! Sana Mâşu dağlarının yolunu açıyorum. Dağları ve tepeleri güvenerek aş! Ayakların seni sağlıkla yurda götürsün!
Dağın kapısı önünde açılsın!" Gılgamış bunu duyar duymaz, Akrep adamın sözüne uyup, Şamaş'ın yolunda dağın kapısından içeri ayak bastı. O,
bir kez iki saat ileri gidince koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi.
insanın, bu dağın kapısını beklediklerini gördü. Bunlar öylesine korku vericiydi ki, korkudan yüzlerine bakılmazdı. Bunların görünüşü
ölümdür. Bunların korkunç görünümü tüyleri ürpertiyor ve dağları
deviriyor. Bunlar, güneşin dağdan çıkmasını da ve dağa girmesini de
bekliyorlar. Gılgamış, bunları görünce korkudan ve dehşetten gözü
karardı ve o, aklını başına toplayıp bunların yanına yaklaştı. Akrep
adam karısına seslendi:
"Buraya, bize gelenin vücudu tanrı etinden midir?"
Akrep adamın karısı ona yanıt verdi:
"Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardır!"
Akrep adam, insan yüzlü, tanrıların çocuğuna seslenip şu sözleri
söyledi:
"Neden ötürü bu denli uzun yol yürüyüp buraya benim yanıma kadar
geldin? Geçit vermez ırmakları geçtin? Başına gelenleri bilmeyi pek
isterdim." (28 satırlık boşluk. Gılgamış yanıt verdi:)
Utnapiştim için, atam olan Utnapiştim'in yolunda! O, tanrıların
arasına girdi ve tanrıların toplantısında yaşama kavuştu. Ondan ölüm
ve yaşamı soracağım!" Akrep adam ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Gılgamış, bunu bilecek insan yoktur! Dağların kapuzuna (88) kimseler girmedi. Dağların içinde iki kez on iki saat uzaklığında bir boğaz
vardır; içi koyu karanlıktır. Işık yoktur. Güneş doğduğu zaman dağın
kapısı açılır, battığı zaman kapı kapanır." (73 satırlık boşluk.
Görünüşe göre Gılgamış Akrep adama yalvarıp yakararak dağdan geçmek
için izin almak gereğini duymuştur.)
Akrep adam konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a şu sözleri söyledi:
"Yürü Gılgamış, korkma! Sana Mâşu dağlarının yolunu açıyorum. Dağları ve tepeleri güvenerek aş! Ayakların seni sağlıkla yurda götürsün!
Dağın kapısı önünde açılsın!" Gılgamış bunu duyar duymaz, Akrep adamın sözüne uyup, Şamaş'ın yolunda dağın kapısından içeri ayak bastı. O,
bir kez iki saat ileri gidince koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi.
Burada ne görüyoruz şimdi :) dağın kapısında bekleyen akrep karı koca :) anlaşılan dönemin ingilizleri bugünü biraz geçmiş, ortaya akrep vucudlu kafada beyin olan konuşabilen birşeyler yapıp bir dehlizin başına koymuşlar, bence pekde yumuşak yürekli muhabbetleride süper canlılar, elde teknoloji oldumu koy bunlardan iki tane yapıp kapıya kimse yaklaşmaz değilmi :) neyse bu konuşan akrep adam on iki saatlik bir boğaz kapısının önünde, hımm taa iskoçyadan Türkiyeye yeraltı dehlizleri olabilir haberini hatırlayın :)
Gılgamış ona, Sâkiye'ye dedi:
"Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım, benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu,
insanlığın yazgısına kavuştu (92). Onun için gece ve gündüz ağladım.
Onun gömülmesine razı olmadım. Acaba arkadaşım sesime uyanacak mı
diye. Yedi gün yedi gece böyle yaptım. Burnundan kurtlar düşünceye
kadar. O, oraya gitti gideli yaşamı bulamadım. Bir haydut gibi
kırların ortasında dolaşıyorum. Sâkiye, şimdi senin yüzüne bakıyorum. Sonsuz derdim olan ölümü görmeyim diye!" Sâkiye ona, Gılgamış'a dedi: "Gılgamış nereye koşuyorsun? Sen aradığın yaşamı bulamayacaksın.
Tanrılar insanları yarattığı zaman, onlar insanlara ölümü verip yaşamı kendi ellerinde tuttular. Ey Gılgamış! Karnın dolu olsun, gece gündüz kendini eğlendir! Her gün bir şenlik yap! Gece gündüz hora tepip oyna! Üstün temiz olsun. Başın yıkansın. Suyla yıkanmış ol! Elindeki küçüğe bak. Karın kucağında gününü görsün!" (Küçük boşluk).
Gılgamış ona, Sâkiye'ye dedi:
"Şimdi, Sâkiye, Utnapiştim'e giden yol hangisidir? Haydi bana onun
simini (93) ver! Bana simi versene! Olursa denizi aşayım; olmazsa
kırdan geçip gideyim! Sâkiye ona, Gılgamış'a dedi:
"Gılgamış, şimdiye dek böyle bir geçit yoktu. Eskiden beri denizi hiç kimse aşmamıştır. Denizi aşan yalnızca yiğit Şamaş'tır. Şamaş'tan
başka, öte geçeye kim gider? Geçiş güçtür. Deniz yolu çetindir. Bundan başka orada ölüm suyu da vardır. Bu, denizin önünü kapar! Gılgamış,
şimdi denizi aşsan bile, ölüm suyuna varsan bile, yine ne yapacaksın? Gılgamış orada bir Urşanabi var. O, Utnapiştim'in gemicisidir. Onunla birlikte Taştankiler (94) var. Urşanabi, orman içinde kertenkeleyi
toplar. Onu sen kendin bulmalısın. Olursa onunla birlikte aş; olmazsa geri dön!" Gılgamış bunu duyar duymaz, satırını kaldırıp koluna astı
ve kemerine takılı kılıcını kınından sıyırıp ormanın içine dalarak,
Taştankilerin yanına indi ve bir ok gibi onların arasına düştü. (Belki küçük bir boşluk)
O hırsla onları darmadağın etti. Bu sırada Urşanabi geri dönüp
Gılgamış'ın tepesine dikildi ve onun gözlerine baktı. Urşanabi ona,
Gılgamış'a dedi: "Söyle bakalım senin adın nedir? Ben uzaktaki
Utnapiştim'in kölesiyim!"
"Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım, benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu,
insanlığın yazgısına kavuştu (92). Onun için gece ve gündüz ağladım.
Onun gömülmesine razı olmadım. Acaba arkadaşım sesime uyanacak mı
diye. Yedi gün yedi gece böyle yaptım. Burnundan kurtlar düşünceye
kadar. O, oraya gitti gideli yaşamı bulamadım. Bir haydut gibi
kırların ortasında dolaşıyorum. Sâkiye, şimdi senin yüzüne bakıyorum. Sonsuz derdim olan ölümü görmeyim diye!" Sâkiye ona, Gılgamış'a dedi: "Gılgamış nereye koşuyorsun? Sen aradığın yaşamı bulamayacaksın.
Tanrılar insanları yarattığı zaman, onlar insanlara ölümü verip yaşamı kendi ellerinde tuttular. Ey Gılgamış! Karnın dolu olsun, gece gündüz kendini eğlendir! Her gün bir şenlik yap! Gece gündüz hora tepip oyna! Üstün temiz olsun. Başın yıkansın. Suyla yıkanmış ol! Elindeki küçüğe bak. Karın kucağında gününü görsün!" (Küçük boşluk).
Gılgamış ona, Sâkiye'ye dedi:
"Şimdi, Sâkiye, Utnapiştim'e giden yol hangisidir? Haydi bana onun
simini (93) ver! Bana simi versene! Olursa denizi aşayım; olmazsa
kırdan geçip gideyim! Sâkiye ona, Gılgamış'a dedi:
"Gılgamış, şimdiye dek böyle bir geçit yoktu. Eskiden beri denizi hiç kimse aşmamıştır. Denizi aşan yalnızca yiğit Şamaş'tır. Şamaş'tan
başka, öte geçeye kim gider? Geçiş güçtür. Deniz yolu çetindir. Bundan başka orada ölüm suyu da vardır. Bu, denizin önünü kapar! Gılgamış,
şimdi denizi aşsan bile, ölüm suyuna varsan bile, yine ne yapacaksın? Gılgamış orada bir Urşanabi var. O, Utnapiştim'in gemicisidir. Onunla birlikte Taştankiler (94) var. Urşanabi, orman içinde kertenkeleyi
toplar. Onu sen kendin bulmalısın. Olursa onunla birlikte aş; olmazsa geri dön!" Gılgamış bunu duyar duymaz, satırını kaldırıp koluna astı
ve kemerine takılı kılıcını kınından sıyırıp ormanın içine dalarak,
Taştankilerin yanına indi ve bir ok gibi onların arasına düştü. (Belki küçük bir boşluk)
O hırsla onları darmadağın etti. Bu sırada Urşanabi geri dönüp
Gılgamış'ın tepesine dikildi ve onun gözlerine baktı. Urşanabi ona,
Gılgamış'a dedi: "Söyle bakalım senin adın nedir? Ben uzaktaki
Utnapiştim'in kölesiyim!"
neyse yolculukta Sakiye ablamız devreye girer :) Sakiye ona bir Urşanabi var. O, Utnapiştim'in gemicisidir der, hımm Urşan-abi, :) Orhan-abi'mizin filmlerde gemi kaptanlığı neden sevdiği anlaşıldı :)
Engidu ölmüştür, kahramanımız Gılgamış yeraltına gidip ölümsüzlüğü arama peşinde iken ortaya denizaşırı yolculuk çıkdı :) bakın ciddi olarak dünyadan haberiniz varsa günümüz Avusturalyada yaşayanların Avrupadan, Amerikadan bahsederken yerinaltı dediğini bilmeniz, Gılgamış yeraltında ölümsüzlüğü aramaya çıktı demeyle siz dünyanın öbür tarafına gitmek istediğini anlayın, aynı günümüz Avusturalyalıları gibi, devamındaki anlatımlar bunun masal olmadığını Gılgamışın nerelere gittiğini göreceğiz, çoook hafif bir nokta ile vay bee diyeceğiz emin olun.
Gılgamış ona, gemici Urşanabi'ye
dedi:
"Şimdi, Urşanabi, Utnapiştim'e giden yol hangisidir? Haydi bana onun
simini ver! Bana simi versene! Olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan
geçip gideyim!" Urşanabi ona, Gılgamış'a dedi:
"Ey Gılgamış, kendi ellerin geçişe engel oldular! Sen Taştankileri
darmadağın ettin... sen kürekçileri yok ettin. Taştankiler darmadağın oldukları için geçit yoktur! Gılgamış, baltayı eline al! Hemen aşağı
ormana geri git, karşına çıkacak olan beş kez on iki endaze
uzunluğundaki yüz yirmi küreği kes ve sonra onlara meme biçiminde ayna (95) yapıp bana getir!" Gılgümış, bunu duyar duymaz baltayı eline aldı ve belinden kılıcı sıyırıp aşağı, ormana geri gitti. Beş kez on iki
endaze uzunluğunda gördüğü yüz yirmi küreği kesti ve onlara meme
biçiminde ayna yapıp Urşanabi'ye getirdi. Gılgamış ve Urşanabi gemiye bindiler. Gemiyi dalgaların üzerine oturtup denize açıldılar. Bir ay
on beş günlük yol üç günde kestirildi. Urşanabi, böylece ölüm suyuna
dek vardı.
dedi:
"Şimdi, Urşanabi, Utnapiştim'e giden yol hangisidir? Haydi bana onun
simini ver! Bana simi versene! Olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan
geçip gideyim!" Urşanabi ona, Gılgamış'a dedi:
"Ey Gılgamış, kendi ellerin geçişe engel oldular! Sen Taştankileri
darmadağın ettin... sen kürekçileri yok ettin. Taştankiler darmadağın oldukları için geçit yoktur! Gılgamış, baltayı eline al! Hemen aşağı
ormana geri git, karşına çıkacak olan beş kez on iki endaze
uzunluğundaki yüz yirmi küreği kes ve sonra onlara meme biçiminde ayna (95) yapıp bana getir!" Gılgümış, bunu duyar duymaz baltayı eline aldı ve belinden kılıcı sıyırıp aşağı, ormana geri gitti. Beş kez on iki
endaze uzunluğunda gördüğü yüz yirmi küreği kesti ve onlara meme
biçiminde ayna yapıp Urşanabi'ye getirdi. Gılgamış ve Urşanabi gemiye bindiler. Gemiyi dalgaların üzerine oturtup denize açıldılar. Bir ay
on beş günlük yol üç günde kestirildi. Urşanabi, böylece ölüm suyuna
dek vardı.
hımm, Gılgamış yolun simini anlaşılan haritasını ver diyor, piri reis'deki harita benzeri bir haritada Urşan-abi de var belli kesin, neyse gemide yapılıyor ve bir ay on beş günlük bir yol alınmış, hımmm bayağı gitmişlerdir değilmi, hatırlayalım, Gılgamış Irak'ın güneyinde sıcak bir yerde yaşıyor ve sonunda ölümsüzlüğün sırrını alacağına inandığıUtnapiştim'e ulaşıyor.
Utnapiştim ona, Gılgamış'a dedi:
"Ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış? Ne diye gönlün
hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış? Ne diye gönlün üzgün? Ne diye
yüzün, uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş? Ne diye yüzün
ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş? Ne diye krallığı bırakıp kırlara düşüyorsun?"
"Ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış? Ne diye gönlün
hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış? Ne diye gönlün üzgün? Ne diye
yüzün, uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş? Ne diye yüzün
ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş? Ne diye krallığı bırakıp kırlara düşüyorsun?"
Kolaymı adam ölüm korkusuna gezmediği yer bırakmamış son bir aydan çoğunu denizde geçirmiş, adamın hayatı kaymış :) bu alıntılarda şuna dikkat edin, Gılgamış resmen başından geçenleri olmuş olması gereken bir uslupla görüldüğü gibi anlatmakta, hakikaten öylesi sıkıntılar çekmiş yolculuklar yapmış adam nasıl çökerse o da çökmüş, başlıyor garibim anlatmaya,
Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu'yu, insanlığın yazgısı yakaladı.
Onun için altı gün yedi gece ağladım. Onun gömülmesine razı olmadım,
burnundan kurtlar düşünceye kadar.
Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.
Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm. Arkadaşımı düşünmek, beni daha
çok sıktığından kırlarda uzun yolculuk yapıyorum! Engidu'yu düşünmek, beni daha çok sıktığından, kırlarda uzun yollar yürüyorum! Ah, nasıl
susayım? Ah, nasıl susayım? Sevdiğim arkadaşım toprak oldu! Sevdiğim
arkadaşım Engidu toprak oldu!
Onun için altı gün yedi gece ağladım. Onun gömülmesine razı olmadım,
burnundan kurtlar düşünceye kadar.
Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.
Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm. Arkadaşımı düşünmek, beni daha
çok sıktığından kırlarda uzun yolculuk yapıyorum! Engidu'yu düşünmek, beni daha çok sıktığından, kırlarda uzun yollar yürüyorum! Ah, nasıl
susayım? Ah, nasıl susayım? Sevdiğim arkadaşım toprak oldu! Sevdiğim
arkadaşım Engidu toprak oldu!
Ben de onun gibi yatmayacak mıyım ve onun gibi sonsuza dek uyumayacak mıyım?"
garibim Gılgamış ölüm korkusuna yakalanmayı böylesine anlatıyor, Utnapiştim'de bakıyor kafa dengi başlıyorlar dertleşmeye,
Utnapiştim ona, Gılgamış'a dedi:
"Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Tanrıların gizini söyleyeyim:
Şurippak (103), senin bildiğin bir kent, Fırat'ın kıyısındadır. Bu
kent çok eskiden varken, tanrılar bu kentin yanındaydılar. Tanrıların aklına bir tufan yapmak geldi. Bunların babaları soylu Anu,
hükümdarları yiğit Enlil, büyük vezirleri Ninurta, su yolcuları Ennagi ve Bilge Ea da onların toplantısında yer aldı. Ea, tanrıların
verdikleri kararı, kamıştan bir çite anlattı: "Kamış çit, kamış çit!
Duvar, duvar! Kamış çit dinle, duvar anımsa (104)! Şurippaklı
Ubar-Tutu'nun (105) oğlu (106), evi sök. Bir gemi yap. Serveti bırak. Yaşamı ara! Mülkten nefret et! Canını kurtar! Canlı yaratıkların her
türünden geminin içine yükle. Yapacağın geminin her yanı uyumlu bir
ölçüde olsun. Onun eni ve boyu bir ölçüde olsun. Yağmura karşı onun
her yanına bir çatı kur." Ben, bunu anlar anlamaz Ea'ya, efendime
dedim:
"İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi bana ne dedinse iyi dikkat ettim. Ben
yapacağım. Fakat, kent halkı ve yaşlılar sorarsa ne diyeyim?" Ea,
konuşmak için ağzını açıp bana, kölesine dedi:
"Be adam, insanlara şöyle dersin: Sanırım Enlil benden nefret etmeye
başladı. Bunun için sizin kentinizde artık kalmayacağım. Enlil'in
toprağına artık ayak basmayacağım. Apsu'ya (107) inmek istiyorum.
Orada beyim, Ea'nın yanında kalacağım. Ea, üzerinize bir bereket
yağmuru yağdıracaktır. Bundan sonra, tufan, kuşların saklı yuvalarını ve balıkların sığınaklarını size getirecek ve bol ürün alacaksınız.
Bulutları güden bey, üstünüze gerçek bir buğday yağmuru
yağdıracaktır." Halk çevresine toplandı.
(Bundan sonraki 4 satırda yaşlıların ve gençlerin gemiye gerekli
gereçleri taşıdıkları anlatılmaktadır.)
Küçük yavrular bile gemi için zift taşıyorlardı. Güçlü erkekler gemiye yedek kereste getiriyorlardı. Beşinci günde geminin kaburgasını
oluşturdum. Geminin temeli (omurgası) bir iku (108) genişliğindeydi.
Kenarları (küpeştesi) iki kez on kamış (109) yüksekliğindeydi. Üst
güvertesi de alt güverteye tümüyle eşitti. Bunun da her yanı, iki kez on kamış uzunluğundaydı. Bundan sonra geminin dış yüzünü (bordasını)
hazırladım ve onları boyadım. Gemiyi altı katlı yaptım. Geminin alt ve üst güvertelerini yedi bölüme ayırdım, ambarını da dokuza böldüm.
Ortasına da su kazıkları çaktım (110). Güzel kürek seçtim. Ve geminin yedeklerini ambara koydum. Eritmek için kazana 21600 ...... zift
döktüm (111). Bunun yarısını saf zift olarak gemiye sakladım.
Tekneciler, gemiye 10800 şırlık (112) getirdiler. Bunun üçte biri
peksimet kızartmak için harcandı; üçte ikisini de gemici sakladı.
İşçilere çok sığır kestim. Ve her gün koyun boğazladım. Ustalara,
ırmak suyu gibi bira, rakı, şırlık ve şarap akıtıldı. Bunlar, Nevruz
bayramına benzer bir bayram kutladılar. Ustayı yağlamak için kendi
elimi de bulaştırdım. Gemi yedinci günde tamam oldu. Gemiyi kızaktan
indirmek güç oldu. Çünkü, geminin üçte ikisi suya girinceye dek, onu, kızak üzerinde aşağıdan ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı. Elime
geçen her şeyi içine yükledim. Elime geçen her gümüşü içine yükledim. Elime geçen her altını içine yükledim.
Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi gemiye bindirdim. Yazının yabanıl,
yazının evcil hayvanlarını ve bütün ustaları gemiye aldım.
"Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Tanrıların gizini söyleyeyim:
Şurippak (103), senin bildiğin bir kent, Fırat'ın kıyısındadır. Bu
kent çok eskiden varken, tanrılar bu kentin yanındaydılar. Tanrıların aklına bir tufan yapmak geldi. Bunların babaları soylu Anu,
hükümdarları yiğit Enlil, büyük vezirleri Ninurta, su yolcuları Ennagi ve Bilge Ea da onların toplantısında yer aldı. Ea, tanrıların
verdikleri kararı, kamıştan bir çite anlattı: "Kamış çit, kamış çit!
Duvar, duvar! Kamış çit dinle, duvar anımsa (104)! Şurippaklı
Ubar-Tutu'nun (105) oğlu (106), evi sök. Bir gemi yap. Serveti bırak. Yaşamı ara! Mülkten nefret et! Canını kurtar! Canlı yaratıkların her
türünden geminin içine yükle. Yapacağın geminin her yanı uyumlu bir
ölçüde olsun. Onun eni ve boyu bir ölçüde olsun. Yağmura karşı onun
her yanına bir çatı kur." Ben, bunu anlar anlamaz Ea'ya, efendime
dedim:
"İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi bana ne dedinse iyi dikkat ettim. Ben
yapacağım. Fakat, kent halkı ve yaşlılar sorarsa ne diyeyim?" Ea,
konuşmak için ağzını açıp bana, kölesine dedi:
"Be adam, insanlara şöyle dersin: Sanırım Enlil benden nefret etmeye
başladı. Bunun için sizin kentinizde artık kalmayacağım. Enlil'in
toprağına artık ayak basmayacağım. Apsu'ya (107) inmek istiyorum.
Orada beyim, Ea'nın yanında kalacağım. Ea, üzerinize bir bereket
yağmuru yağdıracaktır. Bundan sonra, tufan, kuşların saklı yuvalarını ve balıkların sığınaklarını size getirecek ve bol ürün alacaksınız.
Bulutları güden bey, üstünüze gerçek bir buğday yağmuru
yağdıracaktır." Halk çevresine toplandı.
(Bundan sonraki 4 satırda yaşlıların ve gençlerin gemiye gerekli
gereçleri taşıdıkları anlatılmaktadır.)
Küçük yavrular bile gemi için zift taşıyorlardı. Güçlü erkekler gemiye yedek kereste getiriyorlardı. Beşinci günde geminin kaburgasını
oluşturdum. Geminin temeli (omurgası) bir iku (108) genişliğindeydi.
Kenarları (küpeştesi) iki kez on kamış (109) yüksekliğindeydi. Üst
güvertesi de alt güverteye tümüyle eşitti. Bunun da her yanı, iki kez on kamış uzunluğundaydı. Bundan sonra geminin dış yüzünü (bordasını)
hazırladım ve onları boyadım. Gemiyi altı katlı yaptım. Geminin alt ve üst güvertelerini yedi bölüme ayırdım, ambarını da dokuza böldüm.
Ortasına da su kazıkları çaktım (110). Güzel kürek seçtim. Ve geminin yedeklerini ambara koydum. Eritmek için kazana 21600 ...... zift
döktüm (111). Bunun yarısını saf zift olarak gemiye sakladım.
Tekneciler, gemiye 10800 şırlık (112) getirdiler. Bunun üçte biri
peksimet kızartmak için harcandı; üçte ikisini de gemici sakladı.
İşçilere çok sığır kestim. Ve her gün koyun boğazladım. Ustalara,
ırmak suyu gibi bira, rakı, şırlık ve şarap akıtıldı. Bunlar, Nevruz
bayramına benzer bir bayram kutladılar. Ustayı yağlamak için kendi
elimi de bulaştırdım. Gemi yedinci günde tamam oldu. Gemiyi kızaktan
indirmek güç oldu. Çünkü, geminin üçte ikisi suya girinceye dek, onu, kızak üzerinde aşağıdan ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı. Elime
geçen her şeyi içine yükledim. Elime geçen her gümüşü içine yükledim. Elime geçen her altını içine yükledim.
Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi gemiye bindirdim. Yazının yabanıl,
yazının evcil hayvanlarını ve bütün ustaları gemiye aldım.
Şamaş, bana bir süre verdi: bulutları güden, akşamleyin bir buğday
yağmuru yağdıracak diye. O zaman gemiye bin ve kapını (lumbar ağzı)
kapa diye. Bu süre yaklaştı: bulutları güden, akşamleyin buğday
yağmurunu yağdırıyordu. Ben havanın yüzüne baktım. Hava, bakılmayacak kadar korkunçtu. Ben geminin içine bindim ve kapımı kapadım. Gemici
Pusur-Amurri'ye, gemiyi yaptığından dolayı, sarayı her şeyiyle teslim ettim. Artık gökten kara bulutlar yükseldi. Bulutların içinde Adad
(113) gürledi. Şullat ve Haniş (114), tanrıların kafilesini
çekiyorlardı. Saray uluları, bunların peşi sıra dağları ve ovaları
aşıyorlardı. Büyük İra (115), bütün bentlerin kazıklarını çekti.
Ninurta da ilerleyip büyük havuzun sularını boşandırdı. Anunnaki
tanrıları, meşaleleri yukarı kaldırıyorlardı. Tanrıların saçtıkları
ışın, ülkeyi kızıla boğuyordu. Fırtına tanrısının saçtığı yalım,
gökyüzünü yalıyordu. Bütün güneşin ışıklarını kararttılar. Büyük
fırtına, ülkeyi bir çanak gibi parçaladı. Bir gün karayel esip hepsini sildi süpürdü. Sonra birdenbire poyraz esip ülkenin altını üstüne
getirdi. Rüzgârlar insanların tepesinde savaş edercesine çarpıştılar. Kimse kimseyi göremiyordu. Ve gökten bakılınca insanlar tanınmıyordu. Tanrılar bile tufandan korkarak geri çekildiler. Ve göğün en yüksek
katına kadar çıktılar. Tanrılar, orada bir köpek gibi kıvrılmışlardı. Göğün en son eteklerinde büzülüp yatıyorlardı.
yağmuru yağdıracak diye. O zaman gemiye bin ve kapını (lumbar ağzı)
kapa diye. Bu süre yaklaştı: bulutları güden, akşamleyin buğday
yağmurunu yağdırıyordu. Ben havanın yüzüne baktım. Hava, bakılmayacak kadar korkunçtu. Ben geminin içine bindim ve kapımı kapadım. Gemici
Pusur-Amurri'ye, gemiyi yaptığından dolayı, sarayı her şeyiyle teslim ettim. Artık gökten kara bulutlar yükseldi. Bulutların içinde Adad
(113) gürledi. Şullat ve Haniş (114), tanrıların kafilesini
çekiyorlardı. Saray uluları, bunların peşi sıra dağları ve ovaları
aşıyorlardı. Büyük İra (115), bütün bentlerin kazıklarını çekti.
Ninurta da ilerleyip büyük havuzun sularını boşandırdı. Anunnaki
tanrıları, meşaleleri yukarı kaldırıyorlardı. Tanrıların saçtıkları
ışın, ülkeyi kızıla boğuyordu. Fırtına tanrısının saçtığı yalım,
gökyüzünü yalıyordu. Bütün güneşin ışıklarını kararttılar. Büyük
fırtına, ülkeyi bir çanak gibi parçaladı. Bir gün karayel esip hepsini sildi süpürdü. Sonra birdenbire poyraz esip ülkenin altını üstüne
getirdi. Rüzgârlar insanların tepesinde savaş edercesine çarpıştılar. Kimse kimseyi göremiyordu. Ve gökten bakılınca insanlar tanınmıyordu. Tanrılar bile tufandan korkarak geri çekildiler. Ve göğün en yüksek
katına kadar çıktılar. Tanrılar, orada bir köpek gibi kıvrılmışlardı. Göğün en son eteklerinde büzülüp yatıyorlardı.
Bu bölümüde uzunca aldım, çünkü günümüz Kitabı Mukaddes'deki Nuh tufanının bu efsaneden alıntılandığı iddiası vardır. Bu bölümü ciddi analiz etmek lazım, Birinci Utnapiştim'in bu Tanrılarla muhabbeti ve onları nasıl gördüğü, '' tanrılar bu kentin yanındaydılar. Tanrıların aklına bir tufan yapmak geldi. Bunların babaları soylu Anu, hükümdarları yiğit Enlil, büyük vezirleri Ninurta, su yolcuları Ennagi ve Bilge Ea da onların toplantısında yer aldı. '' bakın buradaki karekterler çoğu yerde Tanrılar olarak tercüme edilir, ve bu Tanrılar VEZİRleride olan bir toplantı yapıyorlar, hımm sanki bizim osmanlı demi, aynen öyle gibi ulemayıda çağırmışlardırmı :) başka yerde Tanrı tercüme edilen EA bilge olarak belirtilmiş ve o da o toplantıda, yukarda verdiğim diğer efsanedeki bu insanları yok etme sebeplerini aklınıza getirin, EA bu tufan olayını veya seli ki bu Tanrılar, efendiler FIRAT nehrinin yanlarına evleri kurmuş yaşıyorlar, ohh mevsimlerde süper teknolojide var, neyse, EA Utnapiştim'i uyarıyor, şöle şöle gemi yap vs diye, Utnapiştim'de garibim saf adam, gemi yapacak kolu komşu görecek gelde anlat mantığınla,
Yağmura karşı onun her yanına bir çatı kur." Ben, bunu anlar anlamaz Ea'ya, efendime
dedim:
"İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi bana ne dedinse iyi dikkat ettim. Ben yapacağım. Fakat, kent halkı ve yaşlılar sorarsa ne diyeyim?" Ea,
konuşmak için ağzını açıp bana, kölesine dedi:
"Be adam, insanlara şöyle dersin: Sanırım Enlil benden nefret etmeye başladı. Bunun için sizin kentinizde artık kalmayacağım. Enlil'in
dedim:
"İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi bana ne dedinse iyi dikkat ettim. Ben yapacağım. Fakat, kent halkı ve yaşlılar sorarsa ne diyeyim?" Ea,
konuşmak için ağzını açıp bana, kölesine dedi:
"Be adam, insanlara şöyle dersin: Sanırım Enlil benden nefret etmeye başladı. Bunun için sizin kentinizde artık kalmayacağım. Enlil'in
konuşma uslubunu görüyorsunuz değilmi üst rütbe ile alt rütbe konuşur gibi, genelde sankimde bizim yöneticiler :) adı geçen Enlilde Tanrı diye anılıyor ama görüldüğü gibi neymiş oraların amiri memuru, başkaca birşey değil, ama şimdi bunlara ağa derseniz insanlar hımmm ağa ile insan arasında böyle konuşma olabilir mantığınla ciddiye alıp okur, ama bu ağalara Tanrı derseniz, beyin otomatikman get işine, Tanrıyla insan arasında böyle muhabbetmi olurmuş der okuduğunu ciddiye almaz, büyük ihtimal o yazıyıda okumaz, bence bu o dönem ağalarının Tanrı diye tercüme edilme nedeni budur, insanlar ciddiye almasın okumasın ,ve esas püf noktasınada gelmedik :) ''
Büyük İra (115), bütün bentlerin kazıklarını çekti.
Ninurta da ilerleyip büyük havuzun sularını boşandırdı. '' diye olan buradaki anlatımda bana sanki bir yerlerde baraj varda onu boşaltmışlar gibi gelmekte. Fakat anlaşılan O zamanda günümüz HAARP teknolojileride varmış gibi fırtınalar kopuyor vs vs, öyleki bu Tanrılarda yusuf yusuf oluyor, atlıyorlar uçandaireye diyelim göğün üstüne yani atmosfer dışına çıkıyorlar diyelim. Utnapiştim'in devamında bu Tanrıları '' Tanrılar, orada bir köpek gibi kıvrılmışlardı.
Ninurta da ilerleyip büyük havuzun sularını boşandırdı. '' diye olan buradaki anlatımda bana sanki bir yerlerde baraj varda onu boşaltmışlar gibi gelmekte. Fakat anlaşılan O zamanda günümüz HAARP teknolojileride varmış gibi fırtınalar kopuyor vs vs, öyleki bu Tanrılarda yusuf yusuf oluyor, atlıyorlar uçandaireye diyelim göğün üstüne yani atmosfer dışına çıkıyorlar diyelim. Utnapiştim'in devamında bu Tanrıları '' Tanrılar, orada bir köpek gibi kıvrılmışlardı.
Göğün en son eteklerinde büzülüp yatıyorlardı. '' diye açıklayabiliyor, :) kısaca bunlar bahsettiğim gibi o dönem bölge halkından ileri teknolojiye sahip oraya yerleşmiş ağaları, başkaca birşey değil, devamı ilginçleşiyor,
Dışarı bir karga çıkarıp uçurdum. Karga gidip bir keliyi (118) gagaladı. Bundan sonra dört rüzgâr yönüne her şeyi dışarı salıverip bir kurban kestim. Dağın tepesinde bir tütsü sungu hazırladım. Artık yedi ve nice yedi sungu küpleri yerleştirdim. Bu küplerin taslarına güzel kokulu kamış, katran sakızı, ve mersin kokusu (myrte) döktüm. Tanrılar bu güzel kokuyu aldılar. Tanrılar, kurban verenin tepesinin üstünde sinekler gibi toplandılar. Büyük tanrıça oraya gelir gelmez kendi zevki için yaptığı büyük gerdanlığı yukarı kaldırdı: "Siz oradaki tanrılar! Ben boynumda taşıdığım bu gerdanlığın taşlarını nasıl unutmuyorsam, bu günleri de sonsuza dek anımsayacağıma ve asla unutmayacağıma ant içerim. Bütün tanrılar bu güzel koku sungusuna gelsinler. Ama, Enlil bu sunguya gelmesin! Çünkü körü körüne tufan yaptı ve insanlarımı yıkıma uğrattı!"
Kitabı Mukaddesteki Hz.Nuh'un tufanına ciddi benzerliklerde bir hikaye anlatıyor Utnapiştim. Diğer efsaneyi hatırlayalım, neydi bu insanlar amele olarak yaratılan insanlar yani iş güç yapsınlar vs. eee bunları şimdi sellede yokettin kim pişirecek yemeği :) tipik günümüz hizmetcileri olan zenginlerimiz gibi demi, :) Tanrılar aç kaldı :) neyse Utnapiştim bunlara kıyak bir tütsü sungu hazırlıyor, kokuyu alan Tanrılar SİNEK gibi geliyor hepsi aç kalmış :) vs vs. şimdi bu anlatımlardan bunların ne Tanrı nede Uzaylı olduğunu anladık sanırım.
ve geldik zurnanın akordunun bozulduğu yeree :)))
ve geldik zurnanın akordunun bozulduğu yeree :)))
Enlil, geminin içine binip elimden tuttu ve beni karaya çıkardı. Kadınımı da çıkarıp yanında diz çöktürdü.
Alınlarımızı elledi ve aramızda durarak bizi kutladı. "Utnapiştim,
bundan önce bir insandı. Fakat şimdi, Utnapiştim ve kadını bizim gibi tanrılar olsunlar! Utnapiştim otursun! Uzakta. Irmakların denize
döküldüğü yerde!"
Enlil'in bu sözlerinden sonra, beni aldılar ve uzakta, ırmakların ağzına oturttular. Şimdi sana tanrıları kim toplayacak? Aradığın yaşamı nasıl bulacaksın? Haydi altı gün ve yedi gece uykusuz kal!"
yemekten sonra Tanrılar toplanır EA, Enlil'e '' "Ey tanrıların büyük üstadı, ey yiğit Enlil! '' :))) der, kesin bu Enlil ya paralı yada ilim sahibi biri veya her ikisi yağçılığa bakarmısınız, :) neyse, Utnapiştim garibim çektiği korkuya karşılık Tanrılar gibim olması için ordan alınıyor ve bunları anlattığı yere götürülüyor. Bunları Gılgamışa anlatıp şimdi gelde bu ağaları bul sana aradığını versinler diyor, pardon Tanrılarmış :) sen sıkıysa altı gün yedi gece uykusuz kal hele diyor, sıkıysa kal tabi bir türlü beceremiyor bunu Gılgamış. Utnapiştim sen bu işi beceremeyeceksin çek git ayakları yapıyor, garibimde bakıyor hakikaten yapılacak iş değil dönmeye karar veriyor, Utnapiştim'in karısı garibe acıyor ya yardım et garibe meselesi, duygu sömürüsü :) , Utnapiştim'i ikna ediyor, '' bu hatunlarda nelere muktedir kardeşim :)) ''
Utnapiştim ona, Gılgamış'a dedi:
"Ey Gılgamış, geldin, yoruldun, güçlük çektin. Sana ne verdim ki
yurduna dönüyorsun?
Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Ve hiç kimsenin bilmediği biricik otun yerini sana söyleyeyim: Bu ot, tıpkı deve dikenine benzer, ama
dikenleri gül dikeni gibi keskindir; yaklaşana batar. Sen bu otu eline geçirmek istersen, eline batacağından korkma!"
...................... Gılgamış ona, gemici Urşanabi'ye
dedi:
"Urşanabi, bu ot büyülü bir ottur; insan bununla gençliği kazanır. Bu ota, "yaşlı genç olur" denir.
"Ey Gılgamış, geldin, yoruldun, güçlük çektin. Sana ne verdim ki
yurduna dönüyorsun?
Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Ve hiç kimsenin bilmediği biricik otun yerini sana söyleyeyim: Bu ot, tıpkı deve dikenine benzer, ama
dikenleri gül dikeni gibi keskindir; yaklaşana batar. Sen bu otu eline geçirmek istersen, eline batacağından korkma!"
...................... Gılgamış ona, gemici Urşanabi'ye
dedi:
"Urşanabi, bu ot büyülü bir ottur; insan bununla gençliği kazanır. Bu ota, "yaşlı genç olur" denir.
Şimdi pür dikkat okumanızı ciddi analiz yaparak okumanızı rica ediyorum. Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış'a bende ölümsüzlük yok ama al sana ölmemenin diğer yolu gibi bir sır ifşaa ediyor. Bu otta bir gölün içinde, göl, su, gençleşmek derken hımmm olabilirmi böyle birşey derken aklıma gelen, turritopsis nutricula adlı bu deniz anası oldu. Bu deniz anasında yaşlandımı gençleşme, tekrarmı yaşlandı yine gençleş gibi bir biyolojik özellik var, birisi öldürmedikce ölümüyor yani, deve dikenine benziyor dokundunmu batar vs gibi tanımlar,
deniz analarına dokunmakta aynı o hisleri veriyor , sankide tarif bu dememek elde değil değilmi :)
Hımm DEĞİL :)) dedim ya ben ne görüyorsam o yorumu yapıyorum, daha derin birşey var oraya gelelim.
Ama aklınızda yaşlandımı tekrardan gençleşebilirmiyiz sorusuda gelmesin buyrun o tip canlı
dünyada var, aklınızda olsun,
dünyada var, aklınızda olsun,
Gılgamış bunu duyar
duymaz derin bir kuyu kazdı. Ve ayaklarına ağır taşlar bağlayıp kuyuya indi. Ayağına bağladığı taşlar onu yerin altındaki tatlı su denizinin dibine kadar batırdı. Ama o, otu aldı ve dikenleri ellerine battı.
Bundan sonra Gılgamış, ağır taşları kesip yukarı fırladı. Kuyunun suyu onu fırlatıp denizin kıyısına attı.
Kim tutar Gılgamışı yiğidimizi değilmi, bu haberi duyan Gılgamış ne yapıyor iyi okuyun lütfen, kodlanmış, şartlanmış durumda olduğunuz için eminim birçoklarınız ne olduğunu göremiyor. Gılgamış derin bir kuyu kazıp ayağına taşlar bağlayıp denizin dibine dalıyor, hımmm jeton düşmedimi :) düşünelim, suya dalmak için kuyu kazmaya gerek varmı, yok herhalde demi, evet yok, Irak'ın güneyinde Fırat'ın ılık sularında suya dalmak için kuyumu kazar Gılgamış, hayır, peki şimdi neden kazıyor, hatırlayalım, ölümsüzlüğün peşindeki Gılgamış, gemici Urşan-abi'yide buluyor gemi yapıyorlar ve bir aydan fazla bir yolculuk yapıyorlar ve geldikleri yerde bu haberi alıyor suya dalmak için kuyu kazıyor, hımmm bu işte bir gariplik var değilmi, pekde değil, aslında Gılgamış gittiği yerde aynı o işlemi yapması lazım, nedenmi, çoğumuzun gözünden kaçan veya pek önemsemediği diğer bir bilimsel habere bakalım ki bu haber çok önemli, tabi kamil olana,
ANTARTIKA'DAKI GIZEM
Son zamanlarda Antarktikadan gelen sıradışı raporlar bilim dünyasını şaşkına çevirmiş durumda. Bunlara neden olan bu donmuş durumdaki kıtadaki anormal buluş.
Tüm bunlar 1957 yılında rusların bu en uzak kıtada Vostok ismiyle geçen bir araştırma merkezi kurmalarıyla başlıyor. 1970'lerde radarlar vasıtasıyla yapılan yüzey araştırmaları sırasında ,geçte olsa merkezlerini buzun altındaki dev bir gölün ucuna kurduklarını farkettiler. O zamandan beri yörüngedeki uydular ve yüzeydeki sismik ölçümler, Vostok gölünü, katı buzun neredeyse 2 mil altında , son 100 yılda keşfedilmiş - büyüklüğü en derin yeri 915 metre olan Kanada'daki Ontario gölüne eşit ve hacmi 4 katı - en büyük gölünü tespit etti.
Göl hala sıvı halde ve donmamış durumda. 13 bin ila 14 milyon yıldır da dış dünyadan izole edilmiş durumda. Yani kıtanın buzla kaplandığı tarihten bu yana. Gölün suları 50 ila 65 derece, ve bir ısı kaynağına sahip olduğu kesin. Ayrıca tüm göl su-hava karışımı ( sıcak su buharı ve üstündeki buzun erimesi) ile dolu 1000 metreden yüksek bir kubbe ile çevrelenmiş durumda. Birkaç yıl önce yapılan kazılarla buz tabakasının oldukça altında ve göle yakın bir noktadan aldıkları örneklerde mikroplar, çeşitli gazlar - metan gibi - daha sonradan donmuş, gölün kubbesi üzerindeki buz tabakasında tespit edilmiş. Elde edilen örnekler tipik biyolojik oluşumları ifade ediyor. Bu yüzden Vostok gölü akıl almaz bir karışımı barındırıyor : Dış dünyadan tamamen izole olmuş bir eko sistem , su, ısı , gazlar , ve hali hazırdaki biyolojik aktivite.
1998 yılında NASA tarafından ideal test alanı olarak kabul edilmesi çok önemli bir gelişme. Jüpüter'in aylarından Europa'daki buzulun altında olduğu varsayılan okyanusta araştırma yapmak için geliştirilecek steril sonda teknolojisi için ideal bir hedef durumunda.
Scientific American'a göre , Ulusal Bilim Kuruluşu aniden planları değiştirdi ve bir robot sonda ile göle dalmaya karar verdi. Saptanan tarih ise : 2002. Daha önce 1999 yılında ortaya atılan proje 2004 yılına ertelenmişti. Şimdi ise 2002 de göle doğru dalış yapacak robot sondanın 2003 yılında örneklerle beraber geri döneceği hesaplanıyor. Frank D. Carsey'in anlatımına göre , dış yüzeyden yabancı bir yaşam formunun göle bulaşmaması içinde ilk 3,5 kilometrelik delmenin kaynamış su ile yapılması ve robotun bu noktaya yerleştirilmesi planlanıyor. Ardından açılan deliğin donarak kapanması beklenecek ve silindir şeklindeki sonda kendini sterilize edecek. Daha sonra da ısı üreterek önündeki buzu eritip göle doğru yoluna devam edecek. Robot'a bağlı bir kablo kendisiyle beraber hareket ediyor olacak. Fakat Frank D. Carsey'e göre şuan asıl sorun şu, "Hiç kimse, ulusal veya uluslararası , yeterince temiz'in ne olduğunu söyleyemedi" , " Bizim gelecekteki çalışmalarımız için bir hedefe ihtiyacımız var."
Yaklaşık 20 milyon dolara malolacak proje için, NSF ve NASA( National Aeronautics and Space Administration) gerekli aygıtın ve sondanın yapılabilmesi için ödemede bulunmayı önerdiler. Carsey'in NASA'dan aldığı ödenek, komplike bir robot prototip içindi. Carsey,"Aygıtı bu yaz tamamlayacağız fakat yeterince test etme olanağımız olmayacak " demişti.
Columbia Üniversitesinden uzmanları, NSF'nin desteğiyle yaptıkları araştırmalarda gölün altındaki yerçekimi, manyetizma ve termal aktivitelerin haritalarını çıkardılar. Ve önemli bir bulguya ulaştılar. Gölün güneydoğu kısmındaki kıyısında büyük manyetik anormallikler tespit ettiler. Bu olağan dışı anormallik, zeminle olan 1,000 nanotesla'dan daha fazla bir uyumsuzluktu ve doğal bir oluşumdan kaynaklanıyor olabilirdi.
Son zamanlarda Antarktikadan gelen sıradışı raporlar bilim dünyasını şaşkına çevirmiş durumda. Bunlara neden olan bu donmuş durumdaki kıtadaki anormal buluş.
Tüm bunlar 1957 yılında rusların bu en uzak kıtada Vostok ismiyle geçen bir araştırma merkezi kurmalarıyla başlıyor. 1970'lerde radarlar vasıtasıyla yapılan yüzey araştırmaları sırasında ,geçte olsa merkezlerini buzun altındaki dev bir gölün ucuna kurduklarını farkettiler. O zamandan beri yörüngedeki uydular ve yüzeydeki sismik ölçümler, Vostok gölünü, katı buzun neredeyse 2 mil altında , son 100 yılda keşfedilmiş - büyüklüğü en derin yeri 915 metre olan Kanada'daki Ontario gölüne eşit ve hacmi 4 katı - en büyük gölünü tespit etti.
Göl hala sıvı halde ve donmamış durumda. 13 bin ila 14 milyon yıldır da dış dünyadan izole edilmiş durumda. Yani kıtanın buzla kaplandığı tarihten bu yana. Gölün suları 50 ila 65 derece, ve bir ısı kaynağına sahip olduğu kesin. Ayrıca tüm göl su-hava karışımı ( sıcak su buharı ve üstündeki buzun erimesi) ile dolu 1000 metreden yüksek bir kubbe ile çevrelenmiş durumda. Birkaç yıl önce yapılan kazılarla buz tabakasının oldukça altında ve göle yakın bir noktadan aldıkları örneklerde mikroplar, çeşitli gazlar - metan gibi - daha sonradan donmuş, gölün kubbesi üzerindeki buz tabakasında tespit edilmiş. Elde edilen örnekler tipik biyolojik oluşumları ifade ediyor. Bu yüzden Vostok gölü akıl almaz bir karışımı barındırıyor : Dış dünyadan tamamen izole olmuş bir eko sistem , su, ısı , gazlar , ve hali hazırdaki biyolojik aktivite.
1998 yılında NASA tarafından ideal test alanı olarak kabul edilmesi çok önemli bir gelişme. Jüpüter'in aylarından Europa'daki buzulun altında olduğu varsayılan okyanusta araştırma yapmak için geliştirilecek steril sonda teknolojisi için ideal bir hedef durumunda.
Scientific American'a göre , Ulusal Bilim Kuruluşu aniden planları değiştirdi ve bir robot sonda ile göle dalmaya karar verdi. Saptanan tarih ise : 2002. Daha önce 1999 yılında ortaya atılan proje 2004 yılına ertelenmişti. Şimdi ise 2002 de göle doğru dalış yapacak robot sondanın 2003 yılında örneklerle beraber geri döneceği hesaplanıyor. Frank D. Carsey'in anlatımına göre , dış yüzeyden yabancı bir yaşam formunun göle bulaşmaması içinde ilk 3,5 kilometrelik delmenin kaynamış su ile yapılması ve robotun bu noktaya yerleştirilmesi planlanıyor. Ardından açılan deliğin donarak kapanması beklenecek ve silindir şeklindeki sonda kendini sterilize edecek. Daha sonra da ısı üreterek önündeki buzu eritip göle doğru yoluna devam edecek. Robot'a bağlı bir kablo kendisiyle beraber hareket ediyor olacak. Fakat Frank D. Carsey'e göre şuan asıl sorun şu, "Hiç kimse, ulusal veya uluslararası , yeterince temiz'in ne olduğunu söyleyemedi" , " Bizim gelecekteki çalışmalarımız için bir hedefe ihtiyacımız var."
Yaklaşık 20 milyon dolara malolacak proje için, NSF ve NASA( National Aeronautics and Space Administration) gerekli aygıtın ve sondanın yapılabilmesi için ödemede bulunmayı önerdiler. Carsey'in NASA'dan aldığı ödenek, komplike bir robot prototip içindi. Carsey,"Aygıtı bu yaz tamamlayacağız fakat yeterince test etme olanağımız olmayacak " demişti.
Columbia Üniversitesinden uzmanları, NSF'nin desteğiyle yaptıkları araştırmalarda gölün altındaki yerçekimi, manyetizma ve termal aktivitelerin haritalarını çıkardılar. Ve önemli bir bulguya ulaştılar. Gölün güneydoğu kısmındaki kıyısında büyük manyetik anormallikler tespit ettiler. Bu olağan dışı anormallik, zeminle olan 1,000 nanotesla'dan daha fazla bir uyumsuzluktu ve doğal bir oluşumdan kaynaklanıyor olabilirdi.
Kolombiya Üniversitesinden Michael Studinger'in önerdiği bir teoriye göre, Dünya'nın kabuğu gölün tabanında , Antarktika'nın geneline oranlar daha ince bir kalınlığa sahipti ve gölün oluşumu sırasında gerilmişti. Bu da oraya özgü "manyetik anormalliği" açıklıyordu. Fakat jeofizikçi Ron Nicks gibi başkaları, bu teorinin zorluğundan bahsettiler. Nicks bu incelti alttaki kayaları ısıtacaktı ve buda kabuğun manyetik yeteneğini azaltacaktı. Farklı teorilerde ortaya atılıyor tabiiki. Bir metal yığınından kaynaklanabileceği ve gömülü kalmış çok eski bir kentin kalıntıları olabileceği şeklinde.
Ama son zamanlarda yayılan ve kabul edilmeye başlanan catastrophism ( felaket, yıkım) görüşü standart jeolojik modellere alternatifler sunuyor. Klasik jeolojiye göre bu yavaş yavaş oluşmuş bir durum. Ama bulunan bir çok kanıt ( Vostok'ta yapılan buz kazıları ve elde edilen veriler gibi) iklimdeki değişikliğin aniden ve çok kısa bir süre içinde gerçekleştiği yönünde. Kıyamet teorilerine göre ani bir kutup kayması buna neden oldu yönünde. Birçok araştırmacı, çok çeşitli kanıtlarla, böyle bir kaymanın 13,000 yıl önce olduğunu ortaya koyuyorlar. Kutup kayması teorisine göre, Antarktika ılıman bir iklime sahipti hatta ormanları vardı. Dünya'nın normal düzenindeki ani bir değişim kıtayı bu buz cehennemine hapsetmişti ve aynen Mars'ın bazı bölgelerinde de olduğu gibi. Ama sonuçta herkesin kabul ettiği, her nasıl olduysa.
Ancak Kolombiya üniversitesinin "Vostok manyetik anormallikleri" keşfinin sızmasından sonra JPL (NASA Jet Propulsion Laboratory) anlaşılmaz bir nedenle Vostok araştırma programını geri çekmesiydi. Sebep olarakta ,"çevresel nedenler" ileri sürüldü. Taa ki, JPL sözcüsünün bir basın toplantısında kutup araştırma programının NSA (Ulusal Güvenlik Kurumu) tarafından devralındığını itiraf etmesi ve su yüzüne çıkan rapora dek. Bu rapor internet üzerinde bir fırtına etkisi yarattı.
Birçok kaynak hemen "Vostok Anormalliğinin" yerine ve bir gerçeğe işaret etti. Koordinatlar "X-Files" filmindeki büyük uzay gemisinin bulunduğu noktaya gerçekten çok yakındı. Ayrıca Rus Vostok üssüde, filmde verilen tüm koordinatlara hemen hemen uyuyordu. Tüm bunlar X-Files dizisi yapımcısı Chris Carter'in hikayelerinin kimi zaman gerçek kaynaklara dayandığı fikrinin pekişmesine neden oluyor. Veya buzla çevrilmiş 3000 millik bir alana yayılan Vostok Gölü ve manyetik anormalliği, şaşırtıcı bir biçimde bir Fransız romanı olan "Subterranean" da bahsedilen, Antartik uzmanların buzların altındaki kayıp ve yaşayanların bulunduğu bir kent hikayesinede tıpatıp uyuyor. Anlatıları aynı yönde ve ilginç hikayeler aynı zaman aralığında benzer hikayelerden, yer altı dünyasından bahsediyorlar.
kaynak:http://www.goktepeliler.com/forums/paranormal-olaylar-antartikadaki-t7859.html
gelde vaybe deme şimdi, dünyada ne yerler varmışta haberimizde yokmuş, deli gibi uzaylarda ne arıyormuşuz sanki buraları tam biliyoruzda deme şimdi. Gölün suları 50 ila 65 derece, ve bir ısı kaynağına sahip olduğu kesin diyor haber, buzulların altında göl hemde banyo yapılacak sıcaklıkta ve bu göle girmeniz için ne yapmak gerekiyor, nasıl eskimolar balık tutmak için buzu deliyor, işte öyle delip girmeniz gerekiyor. Fırat nehrinde başına böyle birşeymi gelmiş Gılgamış, hayır demi, sizce neden
Gılgamış bunu duyar
duymaz derin bir kuyu kazdı. Ve ayaklarına ağır taşlar bağlayıp kuyuya indi. Ayağına bağladığı taşlar onu yerin altındaki tatlı su denizinin dibine kadar batırdı. Ama o, otu aldı ve dikenleri ellerine battı.
Bundan sonra Gılgamış, ağır taşları kesip yukarı fırladı. Kuyunun suyu onu fırlatıp denizin kıyısına attı.
Buradaki gibi davranıyor başkaca anlamı olabilirmi pek sanmam, günümüzde burası tesbit edilmese bu yorumu kabul etmek zor olabilirdi, şöyle zor olabilirdi, tamam buraya gitti buzu deldi suya atladıda o suda adam donar kardeşim diyebilirdik, ama gördüğünüz gibi onuda diyemiyoruz. Şimdi birileri bunu bilmiyormu diyeceksiniz, o birileri emin olun bilmiyorsa bunu okuduktan sonra oraya koşturacak bahsi geçen otu bulmaya çalışacaktır, bittimi dersiniz, :) pek değil sıkı durun :) haberi alan Gılgamış yiğidimiz ne yapmıştı kuyu kazdı, ayaklarına ağır taşlar bağladı suya daldı, pekde tiyatro yazmamış yani gerçekleri başka türlü nasıl anlatacak, hızlıca dibe inmek için, ama gerçekleri görmenizi istemeyen, işte ayağına taş bağlaması baldızına göz koyduğu anlamındadır vs vs gibisinden saçmalıklarla oyalayacaklardır sizleri, neyse kahramanımız dibe dalar otu bulur dışarı çıkar yorulmuştur, uyur, garibimsıkıtılar bitmemiş çekecek ya, bir yılan gelir otu yer :)
Bir yılan otun kokusunu aldı. Ve
taşların yarığından yukarı çıkıp otu götürdü (126). Gılgamış geri
döndüğü sırada yılan gömleğini atmıştı! Bu anda Gılgamış yere oturmuş ağlıyordu. O, gemici Urşanabi'ye dedi:
"Urşanabi kollarım kimin için yoruldu? Kimin için yüreğimden kanlar
boşandı? Kendime iyi bir şey kazandım. Yer aslanı (127) için iyilik
yapmış oldum. Şimdi denizin kabarması, beni iki kez yirmi saat, o yere geri götürse bile, gereçler kuyuyu kazdığım zaman içine düşmüştü.
Burada işime yarayacak olan gereçleri nasıl bulabilirim? Olmaz!
Yurduma geri dönmeliyim."
burayıda dikkatli okuyalım neler oluyor, şimdi otu almış yola koyulmuş, hala daha antartikada olamaz çünkü yılanlar ortaya çıktı, neyse otun kokusunu alan bu yılan gelip otu yiyor ve ne oluyor, yılanların senede bir deri değiştiğini derilerini yenilediğini biliyoruz değilmi, o işte o biyolojik gelişme yılanda hızlıca oluyor deriyi değişip vın :)) devamına bakın, birilerinin efsane hikaye dediği olayda ne gerçekler var, Urşan-Abi, koçum üzülme gidip gene alalım diyorki herhalde orası eksik, Gılgamış ne diyor, gereçler kuyuya düşmüş burda bulamam diyor, hımmm, detaya bakın, sizce ne gereç olabilir bunlar ki, dalması için gerekli olan gereçler değilmi, kısaca burdaki bu detay bile gerçekten dalgıçlık yapıp birşey aldığını ortaya koyar. Neyse kahramanımız geri döner, efsane orda biter, biterde başka tarihi pek AÇIKLANAMAYAN dedikleri bir olay tarihte yerini alır ki, gelde hadi be, demeyelim nedirmi o, unutmayın dünya tarihinin başladığı medeniyet olarak kabul edilen sümerler yaşamları hakkında öylesine belgelendirme yapmışlarki araştırmacılar şaşırmaktadır ki mesela bir bira yapımında çalışılan yerde kim ne kadar çalışmış ne kadar bira üretmiş bunları bile not düşüp yazmışlar, böylesi hassas bir medeniyetin pek anlam veremedikleri tuttuğu notlara bakalım,
Erken dönem Hanedanlar I
Tufan öncesi krallar ya da MÖ 26ıncı yüzyıldan önceki krallar. Bu kralların hükümdarlık süreleri “sar” (1 sar 3600 yıllık dönemi kapsamaktadır) ve “ner” (bir ner 600 yıllık dönemi kapsamaktadır) birimleri ile ölçülmekteydi.
"Krallık cennetten indikten sonra, Kraliyet Eridu’daydı. Eridu’da,
Alulim kral oldu; 28800 yıl boyunca hükmetti."
Eridu’da Alulim: 8 sar (28800 yıl)
Eridu’da Alalgar: 10 sar (36000 yıl)
Bad-Tibira’da En-Men-Lu-Ana: 12 sar (43200 yıl)
En-Men-Ana 1, 2
Bad-Tibira’da En-Men-Gal-Ana: 8 sar (28800 yıl)
Bad-Tibira’da Tammuz (Dumuzi), çoban: 10 sar (36000 yıl)
Larag’da En-Sipad-Zid-Ana: 8 sar (28800 yıl)
Zimbir’de En-Men-Dur-Ana: 5 sar ve 5 ner (21000 yıl)
Shuruppak’da Ubara-Tutu: 5 sar ve 1 ner (18600 yıl)
Utnapishtim
hımm, buyrun ilk hanedanlık döneminda yaşayan krallar yaşadıkları dönemler :) böylesine hassas bir medeniyet ürettikleri bi birayı bile eksiksiz yazan bu toplum nasıl olmuşturda bu kralların yaşam dönemlerini böyle yanlış yazmışlardır anlam veremiyoruz derler :) şimdi kenara eklediğim resimleri analiz yapmaya çalışalım, meraklıları bilir nerdeyse internette araştıracakları iki resimden birinde bu ağaç fügürü vardır, ve YAŞAM AĞACI olarak semböl birşeydir diye gevelerler, hımm ben yorum yaparsam, hayır, daha sonra Gılgamış veya başka biri gidip bu otu almış ve ülkelerinde yetiştirmeyi başarmışlardır, bu başarılarından dolayıda gel keyfim gel bu krallar böyle yaşamıştır, alttaki duvar figürü çizimide bunu anlatır resmen, buyrun, boynuzlu oturan kralı temsil eder, arkasına almış ağaçı, yani bu işin ilmi bende kardeşim diyor, karşısındakiler ne yapıyor birşeyler hazırlayıp şişeyle veriyor gibi değilmi, ve kralın tuttuğu bir çocuk var, hımm sizce bu çocukta gel yaşlı gençleşmi demek istemektedirler ki bence evet. GILGAMIŞ EFSANESİNE dediğim açıdan bakın açıklanmayan birçok sır ortadan kalkar yediğimiz kazıkta ortaya çıkar.
Eridu’da Alulim: 8 sar (28800 yıl)
Eridu’da Alalgar: 10 sar (36000 yıl)
Bad-Tibira’da En-Men-Lu-Ana: 12 sar (43200 yıl)
En-Men-Ana 1, 2
Bad-Tibira’da En-Men-Gal-Ana: 8 sar (28800 yıl)
Bad-Tibira’da Tammuz (Dumuzi), çoban: 10 sar (36000 yıl)
Larag’da En-Sipad-Zid-Ana: 8 sar (28800 yıl)
Zimbir’de En-Men-Dur-Ana: 5 sar ve 5 ner (21000 yıl)
Shuruppak’da Ubara-Tutu: 5 sar ve 1 ner (18600 yıl)
Utnapishtim
hımm, buyrun ilk hanedanlık döneminda yaşayan krallar yaşadıkları dönemler :) böylesine hassas bir medeniyet ürettikleri bi birayı bile eksiksiz yazan bu toplum nasıl olmuşturda bu kralların yaşam dönemlerini böyle yanlış yazmışlardır anlam veremiyoruz derler :) şimdi kenara eklediğim resimleri analiz yapmaya çalışalım, meraklıları bilir nerdeyse internette araştıracakları iki resimden birinde bu ağaç fügürü vardır, ve YAŞAM AĞACI olarak semböl birşeydir diye gevelerler, hımm ben yorum yaparsam, hayır, daha sonra Gılgamış veya başka biri gidip bu otu almış ve ülkelerinde yetiştirmeyi başarmışlardır, bu başarılarından dolayıda gel keyfim gel bu krallar böyle yaşamıştır, alttaki duvar figürü çizimide bunu anlatır resmen, buyrun, boynuzlu oturan kralı temsil eder, arkasına almış ağaçı, yani bu işin ilmi bende kardeşim diyor, karşısındakiler ne yapıyor birşeyler hazırlayıp şişeyle veriyor gibi değilmi, ve kralın tuttuğu bir çocuk var, hımm sizce bu çocukta gel yaşlı gençleşmi demek istemektedirler ki bence evet. GILGAMIŞ EFSANESİNE dediğim açıdan bakın açıklanmayan birçok sır ortadan kalkar yediğimiz kazıkta ortaya çıkar.
Birisi nerdemi bu sümerliler şimdi diye sordu gibi :), o da tarihin başka bir gizemi ortadan kaybolmuşlar :) savaşsız sebepsiz kaybolmuşlardır, anlam verilemeyen başka bir durumdur bu. Tüm bunları düşününün ve nasıl SALAK yerine konduğumuzuda anlayın.
Antarikaya ne oldu dersek :)) hımm orda gelişen olayları anlatmak çook uzun ama uluslararası kimsenin el koyamaz antlaşması var SIRLAR bölgesi denmektedir. :) ne garip değilmi dünyanın bu tarafında iki karış toprak için birbirimizi boğazlıyoruz, gelin şuranın yeraltı kaynaklarını hep beraber doymak bilmez midemize indirelim demiyorlar veya DİYEMİYORLAR :). Sıkıysa de diyorum bende :)
Şimdi konunun şu sorusunu sormak cevap aramak durumundayız. Eyvallah eski nesillerden ceza almaktan kurtulmuş, veya alması gerekmeyenlerden günümüze bugün üstümüzde uçandairelerle gezen bir nesil ulaşagelmiş diyelim, Bunlar hiçmi bu nesille temas halinde değil, dünyanın bu tarafının gidişatına hiçmi karışmamışlar?
Sordukmu, sorduk, hımm, sorduysak şimdi dönüp bir halimize bakarmısınız, bizim kadar ileri gerizekalı kaç canlı türü örneği var dünyada,şuanki insanların yaşantısına bakın, yaradan hayvanlar, uçan kuşları hatta bitkiler bile ibadet ederler der, şimdi dönüp kendimize bakalım, hıyar gibi topraktanmı büyümüş veya maymun sonra insanamı dönüşmüşde bu hale gelmişi düşünen, yaw zaten nerden geldik nereye gidiyoruz belli değil, yaşa kardeşim bi daha bu dünyaya gelmeyecen, kimse görmedimi çalll, devletin malı deniz yemeyen keriz, mantığında insanlarla dolu değilmi.
Çoğumuz hayvandanda beter düşünmeden yaşamıyormuyuz, Çoğu insanda mikroskopla beyin aramak zorundasınız bu gerçeği kabuledin. Düşünecek tonlarca olay varken düşünmeden yaşamayı nasıl beceriyorlar şaşmaktayım.
Ya daha iki kuruşluk dünya malı miras kaldımı öz kardeşlerimiz bile tanımadıklarımız olmuyormu, şimdi bu beyin yapısının haricinde, birimizin burnu, kulağı büyük oldumu alay konusu olmuyormuyuz. Siz şimdi gelin bu mantıktaki canlı türünle beraber yaşayın. Düşünün böyle bir komşunuz var, çal kapıyı abi bizde tuz kalmadı, yaw bu ay kirayıda veremedik :) ya kocum sende uçandairede var gel şöle bir turlayalım ayda marsta kazı yapar gömüde ararız :) diyenlerden bu canlılara normal yaşama şansı verirmiyiz sizce. Kısaca ben olsam bende saklanırdım aman uzak durun başımızdaki dert yeterli hesabı.
Hımm siz olsanız yaparmısınız, valla parayı bulup neden hep kimsenin olmadığı bir ada hayal ederiz, bu mantıktaki insanlardan kaçmak için değilmi.
Ayrıca bu bahsi gecen nesil birebir bizede benzeyecek mantığını nerden çıkarıyoruz, hatırlayalım yaradan, sizi Nuh'un yerine getirdim ve onlardan İRİ yarattım diyor, yani Nuhtan sonraki nesilde fiziksel bir değişiklik yaptığını yaradanın kendi söylüyor. Ne gariptir, uzaylı gördüğünü söyleyen insanlarda nedense genelde hep 1.20 m boylarında yani bizden kısa canlılardan bahsederler ve verdikleri eşgalde buraya eklediğim resimlere benzemekte, siz önceki nesillerin böyle yaratılmadığı üzerine belgemi aldınız, almadık değilmi, şayet önceki nesil bu tip ise, bunlar kafadan yanmışlar, koca kafalı diye kafadan alaya alınırlar, lem bunun burnuda yok, uyyy nede kocaman gözleride var keh keh kehle devam ederler. Hımm belkide neden bu olamazmı. Şimdi teknolojinin ağababası geçinen USA sizce neden haberlerle olsun filmlerde bilinç altımıza çatıkları uzaylılar kötü öcü gibi şeyler gibi saçma sapan filmler üzerine ağırlık veriyorlardır, bunuda ayrıca ciddi düşünün,
İngilizlerin ciddi düşünür dediği yatalak konuşamayan gariban Stephen William Hawking'leri var bilirsiniz, garibana ne dedirtiler geçenlerde,
Yıllardır ‘uzaylılar var mı, yok mu’, ‘varsa bizden haberdar mı’, ‘dost mu yoksa düşman mı’ soruları havada uçuşur durur. Ancak geçen hafta, günümüzün Einstein’ı olarak nitelendirilen ünlü astrofizikçi Stephen Hawking’in söylediği çarpıcı sözler, bu bitmez tükenmez tartışmaya yeni bir boyut getirdi. Zira Hawking “uzaylıların varlığı neredeyse kesin” diyor sonra da bombayı patlatıyordu: “Ama uzaylılarla temasa geçmek insanlığın sonu anlamına gelebilir.”
Oysa biz dünyalılar çoktan ‘biz buradayız, sesimizi duyan var mı” mesajını uzay boşluğuna gönderdik. Bu durumda, eğer Hawing haklıysa dünyanın bir uzaylı istilasıyla karşılaşması içten bile değil. Peki, uzaylılar dünyayı ele geçirmek üzere dev uzay gemileriyle tepemizde belirirse ne olur? İşte bunun cevabını bugüne kadar yapılmış birçok uzaylı istilası filminde bulmak mümkün. ET gibi sevimli ve dost canlısı uzaylıları unutun.
Oysa biz dünyalılar çoktan ‘biz buradayız, sesimizi duyan var mı” mesajını uzay boşluğuna gönderdik. Bu durumda, eğer Hawing haklıysa dünyanın bir uzaylı istilasıyla karşılaşması içten bile değil. Peki, uzaylılar dünyayı ele geçirmek üzere dev uzay gemileriyle tepemizde belirirse ne olur? İşte bunun cevabını bugüne kadar yapılmış birçok uzaylı istilası filminde bulmak mümkün. ET gibi sevimli ve dost canlısı uzaylıları unutun.
korkuyla nasıl yönlendirilmeye çalışılıyoruz görüyorsunuz değilmi, gelecek olan varsa daha gelmeden düşman ilan edilmişler, bencede DÜŞMAN OLARAK GELECEKLER, :) soru KİMLERE DÜŞMAN OLARAK GELECEKLER, ve neden DÜŞMAN OLMUŞTUR USA BU UZAYLILARA, HIMM ortaya çıkacakları kesin dedikleri uzaylılar önceki nesillerin devamı burda kutuplarda yaşamaya devam eden ama usa' nin kurduğu mantıksız dünyayı yoketmeye götüren bu boktan sisteme düşman olmasınlar? işte o düşmanlarda şimdiden hazırlığını yapıyor, bilinçaltlarımızı hazırlayıp gerizekalı kullanabilecekleri vaziyete getirmeye çalışıyorlar bizi.
En son NASA'nın açıkladığı aslında bizi yönlendirme hazırlık amaçlı verdikleri bir haber vardıki, neler oluyoru düşünmeyenler için komedi sınıfına konacak bir haberdi, bu tip haberleri bilinçaltımız progamlanıyor diye ciddiye almalı, komediye alan uyarılmalıdır bence, eloğlu gelecek senenin yalanına, amacına, şimdiden hazırlamaya başlıyor insanı, farkında olmayanlar düşmesinler milletin önüne, neymiydi bakalım.
NASA'nın Gezegen Bilimi Bölümü'nden Shawn Domagal-Goldman ve ekibi, NASA'ya sunduğu raporda, dünyada artan sera gazı salınımının yarattığı tehdidin uzaylıların istilasına yol açabileceğini söyledi.
Rapora göre, dünyada olan biteni uzaktan izleyen dünya dışı yaratıklar, atmosferde meydana gelen değişimler nedeniyle bir medeniyetin kontrolden çıktığı düşüncesiyle bu tehdidin büyümesini engellemek için önlem alabilirler.
NASA ve Pennsylvania State Üniversitesi öğretim üyelerinin ortaya attığı bu aşırı spekülatif senaryonun gerçekleşme olasılığı düşük olsa da insanlar ile uzaylıların bir gün mutlaka karşı karşıya gelecekleri varsayımına dayanıyor.
Domagal-Goldman ve ekibinin hazırladığı raporda ayrıca uzaylılarla yakın temasın olası sonuçları da yer alıyor. Bilim adamları, raporun insanlığı "bir gün olacak olan gerçek temasa hazırlamak" istediğini belirtiyor.kaynak:http://www.hurriyet.com.tr/planet/18527374.asp
Şimdi dediğim acıdan bakın ve düşünün, bizden önce medeniyete geçmiş, hatta bizden önce Allah-ı Teala tarafından yaratılıp buraya konmuş nesillerden günümüze ulaşanlar, şimdilerde uzaylı diyeceğimiz teknoloji ile antartikada kendilerini mümkün olduğunca gizleyip yaşamaya çalışıyorlar. Yani bu dünya ne kadar bize aitse o kadarda onlara ait. ve bizim tarafta ise satanistmi ararsın, maymundan gelip insan olduğunu sanan devlet adamlarımı ararsın tonlarca, insanları sömürdüğümüz yetmemiş gibi, yaşam kaynağımız olan dünyanında boğazını sıkmış dünyayı ölüme sürüklüyoruz, sizce bahsi geçen diğer nesiller son noktada hössst durun leyn demeyeceklermi, kesin diyecekler, bunada gezegen yok olmaması için mecburlar ve belkide USA'ye şu zamana kadar düzeltin şu işi yoksam yakında kafanıza binerizde demiş olabilirler, hımm şimdi salaklaştırılmış, çoğu maymundan beter, hayvandan aşağı gerizekalı olmuş bir düzen kurmuş günümüz fravunları gelin bizi adammı edin derler, sanmam, günümüz fravunları bu gidişatın oraya varacağını bildiği için şimdiden beyin yıkama faliyetlerine başlamıştır gerçeğidir bu, yani siz ileri teknolojide bahcenize inen bir uçan daire gördüğünüzde içinden öcü çıkacağı bilinç altına konduğundan, lem falanca filmde bunlar adam yiyordu bizide yiyecekler korkusuyla adamları taşlamaya başlarsınız değilmi :) niye öyle programlanıyoruz, bence, SELAMUNALEYKÜM deyin selamınız alınacaktır emin olun. :)
Daha derine girelim, bu dediğimiz canlılar gelse kimin tarafında olurları soralım, ve dünyamızdaki garip vakalara bir genel bakalım. Öncelikle şunu anlayıp kabul etmemizde lazımdır o da, bunların birçoğunun bizden çok müslüman olduklarıdır, çünkü gerçek ilim sonunda sizi ALLAHA ulaştırır, bunlarda o aşamaya gelmişse müslüman olmaları kaçınılmazdır, zaten önceki soyları haddi aştıkları için cezalandırılmışlarsa, Allah-ın sopasının gerçekliğinden emin olun bizden çok haberdardırlar.
Dünyadaki tarihi olaylara baktığımda bunlarında bizden taraftalar diyeceğimiz oluşumlara el attıklarını ve müslümanlardan tarafa tavır koyduklarını rahatlıkla diyebilirim. USA nin bilinç altımıza uzaylıları '' ÖNCEKİ NESİLDEN DEVAM EDENLERİ'' bize öcüdür gibi çakmaya çalışmalarındaki mantık zaten bunun en büyük delilidir.
Bu bölümde şunu anlatmaya çalışacağım, birinci bunlar gelip buyrun size teknoloji dememişlerdir ama destek vardır, heleki kimilerinin pek anlam veremediği bir olaya göre bence Türklere dokunmayın uyarısı verilmiştir dünyaya tabi anlayana, bugün günümüz dünyası uzaylılar geldi bizi yarattı gibi saçmaca fikirlerle dolmuş, ALLAH inancı olmayan, amma kilise idi cami idi buralarda da boy göstermeyi ihmal etmeyen yöneticilerle dolu buna emin olun, işte bu tiplerin, açık bıraktıkları bir taraflarından şeytanı bi taraflarına sokmuş gözü resmen lafın gelişide demiyorum resmen dönmüş, bu uyarıları görmeyen yöneticilerle doluyken emin olun, yakında uzaylılar gelmeyecek yakında ÖNCEKİ NESİLLERİN DEVAMI OLANLARDAN KALANLAR ORTAYA ÇIKACAKLAR başka seçenekleri yok, çünkü dünya o aşamaya gelmiş, bunların bu gözü dönmüşlere verdikleri mesaj alınmamışki, deli gibi insanlıktan çıkmış kendilerininde inanmadıkları yalanlarla dünyaya saldırmaktadırlar.
Öncelikle şunu araştırın kabuledin, Hz.Muhammed '' s.a.v'' den sonra yaradanın, araştır, düşün vb, gibi uyarıları ciddiye alınmış, müslümanlar dünyada ne kadar bilinen kitap varsa bunları toplamış ilimde öne geçmiştir.
Diğer taraftan şeytan boş durmamış diyelim, batı dini inançsız bizden önce ciddi bir uygarlığın burda varlığını keşfetmiş çaktırmadan, daha sonra alanen, sanki çok meraklılarmış gibi arkelojik çalışmalarla bu bilgilerin peşinede düşmüşlerdir. İngilizlerin bu konuda sinsi çalışmalarına Almanların ingilizlerdeki bu bilgi madeninin nerden geldiğini keşfedip ladoslama birinci ve ikinci dünya savaşı döneminde boş nereyi bulursalar birşey buluruz mantığıyla nerdeyse önlerine gelen her yeri kazmaya başlamasıyla dünyanın teknolojisinin nasıl birden değiştiğinede geleceğim, yavaş yavaş. :)
Bulunan birçok eserin bilginin dünyadan saklandığını hatta günümüzde yapılan bazı kazıları iptal ettirdiklerini, araştırma yapan prof.ların işlerine son verdiklerini araştırın görün, saklanmaya çalışılan bir gerçek var ve o gerçek sizce nedire mantıklı bir çözüm getirmeye çalışın.
Özeti şudurki, şuan önceki medeniyetn bıraktıklarının farkında olan ama ALLAH-SIZLARIN yönettiği bir dünyadayız, bunların hiçbir dine inançları yoktur, öncelikle ellerindeki kitabın zaten gerçek olmadığını bilirler, bakmayın siz hristiyan görünmeye çalışmalarına eminim hiçbir dinede inanmazlar.
Tarihe malolmuş UFO denilen olayların meşhurlarından biri bileceğiniz gibi Makedonyalı Büyük İskender denilen kişinin seferlerindede vardır. Konu hakkında beni yazmaktan kurtaracak telif hakkı genel makale bulamadım nette :) bi zahmet bakın, genel hatlarıyla ben söylersem kısaca ordusuyla Hindistanı zorlayan İskenderin ordusunu iki UFO rahatsız eder, pek tabi korkarlar ve geri çekilirler. Yani birileri İskendere ordan ileriyi yasaklamıştır gibi.
Dünya tarihinde UFO'larla ilgili tonlarca hikayeler vardır eminim çoğunuzda bilmektesiniz, biz gelelim bizi ilgilendirenlere. Benim dikkatimi çeken bizle ilgili olanlar Oğuz Kaan ile başlar, evet yanlış duymuyorsunuz, onun hikayesinde ilginç bulduklarımı ortaya koyup devam edelim.
Oğuz Kağan denen bu bahadır bir gün Tanrı'ya yakarmakta idi. Birdenbire etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da, güneşten de parlaktı. Oğuz Kağan gördü ki bu ışığın içinde bir kız var. Bu kız çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup Yıldızı gibi İdi. Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de ağlardı.
Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gün", ikincisine "Ay", üçüncüsüne "Yıldız" adını koydular.
Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gün", ikincisine "Ay", üçüncüsüne "Yıldız" adını koydular.
hımm, burada ne oluyor diye sormamak elde değil, devamına bakalım,
Oğuz Kağan gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında bir ağaç var. Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar bir ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi. Oğuz Kağan'ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Bu kız da Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gök", ikincisine "Dağ", üçüncüsüne de "Deniz" adını verdiler.
Oğuz Kaanın bir ışığın içinde bir kız görüp alması ve gariptir bu kızında üç erkek doğurması dahada garip değilmi, ikinci hatunu almasıda bence garip, o kızda sanki kimsesiz gibi vede fıstık gibi :) onuda al tesadüfe bakın yine üç erkek :) sanki günümüzdeki teknoloji, ve sanki birileri doğacak çocukların cinsiyetini bile belirlemiş gibi, maşALLAH, hep üç erkek, Türkleri ilgilendiren bu garip temas böylesine ta baştan başlar Çanakkale savaşında gelişen olay ise ne oluyoruz dedirtmek zorunda bırakır bizi, bakalım,
Anadolu UFO tarihçesini önümüze aldığımızda, en eski örnek olarak tarihçi Plutarch´ın yazdıkları karşımıza çıkar; Roma Generali Lucullus´un emrindeki lejyonlar, Pontus Kralı VI. Mithridates´in ordusu ile İÖ 72. yılında, Çanakkale yakınlarında karşı karşıya gelirler. Pontuslular´ın galip geleceği kesin gibidir çünkü sayıca üç misli öndedirler tam Roma ordusuna saldırıya geçecekleri sırada, gökyüzünde bir parlama olur ve silindir biçiminde, parlak gümüş renginde dev bir cisim yere iner. Her iki ordu da olayın karşısında, şoka girerler ve savaşı bırakarak geriye kaçarlar. Ötesi bilinmiyor.. İkinci olayımız daha yakın bir tarihten, 12 Ağustos 1915; Çanakkale´de Gelibolu Savaşları´nın tam göbeğindeyiz; 29 Temmuz´dan beri Suvla Koyu kıyısında bulunan İngilizler´in 4. Norfolk Taburu, 60.tepeye doğru yola çıkıyor. Taburu karşı tepede bulunan Yeni Zelanda 1.Sahra Birliği izlemekte. Norfolk Taburu, dere yatağına tırmanırken tepelerinde yere kadar inmiş bir bulut vardır. İngiliz askerlerinin öte yana geçmeleri için bulutun içinden geçmeleri gereklidir ve yollarına devam ederler yani buluta girerler. Ya sonra? İnanılması çok güç, yaklaşık 250 asker, karşı tepedeki Yeni Zelanda´lı askerlerin gözleri önünde tepenin bir yanından buluta girerler ama hiç kimse tepenin öteki yanında ortaya çıkmaz. Evet, yanlış okumadınız yaklaşık 250 ingiliz askeri, Çanakkale´de bir tepede yere inmiş bir bulutun içine giriyorlar ve bir daha da çıkamıyorlar.
Çanakkale´de 267 asker yokoldu
Böyle birşey olabilir mi? Savaş denen o cehennemin içinde, bu askerler bir yerlerde ölüp gitmişler ve kimlikleri belirlenemeden unutulup olamazlar mı? Ya da başka birşey mi? Yoksa her savaşta raslanan mistik öykülerden biri mi? Ama değil. Çünkü ortada belgeler var. Norfolk Taburu´nu gönderen İngiliz Ordu Komutanı Sir Ian Hamilton,´dur. Ve Sir Ian Hamilton İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener´e gönderdiği günlük raporunda şöyle yazıyor; "..Türk direnişi yok gibiydi, bu arada Norfolk Taburu´nun Komutanı Albay Beauchamp´un 16 subayı ve 250 kadar askeriyle birlikte ilerlediği haberini aldım. Ama sonra hiçbir haber alamadım, kayboldular, hiçbir haber gelmedi ve hiçbiri geri dönmedi.." Bu askeri rapor, İngiltere Savaş Tarihi belgeleri arasında.
Bir diğer belge ise İngiliz Savaş Tarihi Arşivi olan "Official History"nin Çanakkale bölümünden; Belgede Norfolk Taburu´nun adı geçiyor ve sonra devam ediliyor; " ..mevsimsiz ortaya çıkan bir sis tarafından birliğin hepsi yutuldu, bu sis, güneş ışınlarını güçlü bir biçimde yansıtıyordu hatta topçulara hedef gösteren gözcülerin gözleri kamaştı ve top ateşi kesildi. Bu 250 askeri bir daha ne gören, ne de duyan oldu.."
Yokolan askerleri gören tanıklar
Ne olmuştu?
Bir albaya, 16 subaya ve 250 kadar askere ne olmuştu?
Şimdi bir başka belgeye daha bakalım ama savaştan sonra yayınlanan bir belgeye. Biraz önce Norfolk Taburu´nun o garip buluta girip kaybolmasını gören Yeni Zelandalı askerlerden söz etmiştim, işte o bölüğe mensup üç askerin imzaladığı bir tutanak 1965´de askeri sansür kalktığı için açıklandı, tutanağın altında üç imza ve adresler vardı;
Felix Reichardt: Künye no: 4165, Adres: Matata, Plenty körfezi.
Robert Nevnes: Künye no: 13416, Adres: 157 King Street, Cambridge.
Joseph Newman: Adres: 75 Freyberg Street, Octumoctai, Tauranga.
Acaba Yeni Zelanda´ lı bu üç istihkam askeri acaba ne yazmışlardı ? "12 ağustos 1915´de meydana gelmiş garip olayların bir dökümüdür. Bu olay, savaşın en şiddetli anlarında, gün ışığında Anzak Suvla koyu, 60.tepe´de meydana geldi. Gün ağarırken, gök berraktı, görünürde 7 veya 8 tane birbirinin tıpkısı, ekmek somunu biçiminde bulut vardı ve 60.tepe´nin üzerinde duruyorlardı. O sırada, 6 veya 8 kilometre hızda esen bir meltem olmasına rağmen, bulutların ne şekli, ne de yerleri değişiyordu. Tepenin 150 metre kadar üzerinde duruyorlardı. Bu bulut kümesinin tam altına gelen yerde, aynı biçimde bir bulut daha vardı, yaklaşık 250 m. uzunluğundaydı ve çok yoğundu, yapısı sanki katı madde gibiydi ve İngilizler´in bulunduğu savaş yerine 1 km kadar uzaklıkdaydı. Biz, 60.tepe´ye göre 90 metre daha yüksekte olduğumuzdan olayı üstten görebiliyorduk, bulutun rengi diğerleri gibi açık griydi, dere yatağına doğru ilerledikten sonra yere kadar indi, bu arada Norfolk askerlerinin 60.tepe´ye doğru yürüyüşe geçtiklerini ve duraksamadan alçalmış olan bulutun içine girdiklerini gördük. Ama bulutun içinden çıkan hiç kimse olmadı. Bu taraftan buluta girmeye devam eden askerleri görüyorduk ama öte yandan kimse çıkmıyordu, askerlerin sonuncusu da görünmez olunca, bulut yükünü alınca yerden yükselerek yukarda duran diğerlerine ulaştı. O ana kadar yukardaki bulutlar ilk andaki gibi yerlerinde duruyorlardı, yerden kalkan bulut, onların hizasına geldiğinde hepsi birden kuzeye doğru gitmeye başladılar ve üç çeyrek saat sonra gözden kayboldular... aşağıda imzası ve adresleri bulunan bizler, anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.."
Çanakkale´de bulunan İngiliz şehitliklerinde Norfolk olayı ile ilgili sadece tek bir mezar bulunabildi
Böyle birşey olabilir mi? Savaş denen o cehennemin içinde, bu askerler bir yerlerde ölüp gitmişler ve kimlikleri belirlenemeden unutulup olamazlar mı? Ya da başka birşey mi? Yoksa her savaşta raslanan mistik öykülerden biri mi? Ama değil. Çünkü ortada belgeler var. Norfolk Taburu´nu gönderen İngiliz Ordu Komutanı Sir Ian Hamilton,´dur. Ve Sir Ian Hamilton İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener´e gönderdiği günlük raporunda şöyle yazıyor; "..Türk direnişi yok gibiydi, bu arada Norfolk Taburu´nun Komutanı Albay Beauchamp´un 16 subayı ve 250 kadar askeriyle birlikte ilerlediği haberini aldım. Ama sonra hiçbir haber alamadım, kayboldular, hiçbir haber gelmedi ve hiçbiri geri dönmedi.." Bu askeri rapor, İngiltere Savaş Tarihi belgeleri arasında.
Bir diğer belge ise İngiliz Savaş Tarihi Arşivi olan "Official History"nin Çanakkale bölümünden; Belgede Norfolk Taburu´nun adı geçiyor ve sonra devam ediliyor; " ..mevsimsiz ortaya çıkan bir sis tarafından birliğin hepsi yutuldu, bu sis, güneş ışınlarını güçlü bir biçimde yansıtıyordu hatta topçulara hedef gösteren gözcülerin gözleri kamaştı ve top ateşi kesildi. Bu 250 askeri bir daha ne gören, ne de duyan oldu.."
Yokolan askerleri gören tanıklar
Ne olmuştu?
Bir albaya, 16 subaya ve 250 kadar askere ne olmuştu?
Şimdi bir başka belgeye daha bakalım ama savaştan sonra yayınlanan bir belgeye. Biraz önce Norfolk Taburu´nun o garip buluta girip kaybolmasını gören Yeni Zelandalı askerlerden söz etmiştim, işte o bölüğe mensup üç askerin imzaladığı bir tutanak 1965´de askeri sansür kalktığı için açıklandı, tutanağın altında üç imza ve adresler vardı;
Felix Reichardt: Künye no: 4165, Adres: Matata, Plenty körfezi.
Robert Nevnes: Künye no: 13416, Adres: 157 King Street, Cambridge.
Joseph Newman: Adres: 75 Freyberg Street, Octumoctai, Tauranga.
Acaba Yeni Zelanda´ lı bu üç istihkam askeri acaba ne yazmışlardı ? "12 ağustos 1915´de meydana gelmiş garip olayların bir dökümüdür. Bu olay, savaşın en şiddetli anlarında, gün ışığında Anzak Suvla koyu, 60.tepe´de meydana geldi. Gün ağarırken, gök berraktı, görünürde 7 veya 8 tane birbirinin tıpkısı, ekmek somunu biçiminde bulut vardı ve 60.tepe´nin üzerinde duruyorlardı. O sırada, 6 veya 8 kilometre hızda esen bir meltem olmasına rağmen, bulutların ne şekli, ne de yerleri değişiyordu. Tepenin 150 metre kadar üzerinde duruyorlardı. Bu bulut kümesinin tam altına gelen yerde, aynı biçimde bir bulut daha vardı, yaklaşık 250 m. uzunluğundaydı ve çok yoğundu, yapısı sanki katı madde gibiydi ve İngilizler´in bulunduğu savaş yerine 1 km kadar uzaklıkdaydı. Biz, 60.tepe´ye göre 90 metre daha yüksekte olduğumuzdan olayı üstten görebiliyorduk, bulutun rengi diğerleri gibi açık griydi, dere yatağına doğru ilerledikten sonra yere kadar indi, bu arada Norfolk askerlerinin 60.tepe´ye doğru yürüyüşe geçtiklerini ve duraksamadan alçalmış olan bulutun içine girdiklerini gördük. Ama bulutun içinden çıkan hiç kimse olmadı. Bu taraftan buluta girmeye devam eden askerleri görüyorduk ama öte yandan kimse çıkmıyordu, askerlerin sonuncusu da görünmez olunca, bulut yükünü alınca yerden yükselerek yukarda duran diğerlerine ulaştı. O ana kadar yukardaki bulutlar ilk andaki gibi yerlerinde duruyorlardı, yerden kalkan bulut, onların hizasına geldiğinde hepsi birden kuzeye doğru gitmeye başladılar ve üç çeyrek saat sonra gözden kayboldular... aşağıda imzası ve adresleri bulunan bizler, anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.."
Çanakkale´de bulunan İngiliz şehitliklerinde Norfolk olayı ile ilgili sadece tek bir mezar bulunabildi
kaynak:http://arkasokak.net/tarih/1432-canakkale-savasinda-ufo-iddalari/
Bu olay ingiliz tarih kitaplarınada geçmiştir, meraklılar bilir, günümüzde gelişen ve pek çoğumuzun duymadığı duyanların bence pek anlam veremediği bir diğer benim çok ama çok ilginç bulduğum nedensede kimsenin dikkatini çekmemiş bir olay var, veya birilerinin dikkatini çektiyse benim haberim yok, meşhur yüreği yaradan aşkıyla yanan Yunus EMRE'mizin bir şiirini çok ilginç bulurum ben bakalım nedirmi,
Adım adım ileri, Beş alemden içeri,On sekiz bin hicabı, Geçtim bir dağ içinde.
Gözler gibi görmedim, Söz gibi söyleşmedim. Musi'leyin münacaat, Ettim bir dağ içinde.
Bir döşek döşemişler, Nur ile bezemişler. Dedim bu kimin ola, Sordum bir dağ içinde.
Vardım ileri vardım, Levh-i elime aldım, Ayetlerin okudum. Yazdım bir dağ içinde.
Açtım Mekke kapısın, Duydum ol dost kokusun, Erenlerin hepisin, Gördüm bir dağ içinde
Yetmiş bin hicab geçtim, Gizli perdeler açtım, Ol dost ile buluştum, Gördüm bir dağ içinde.
Gökler gibi gürledim, Yeller gibi inledim, Sular gibi çağladım, Aktım bir dağ içinde.
Ayrılmadım pirimden, Ayrılmadım şeyhimden, Aşktan bir kadeh aldım, İçtim bir dağ içinde.
Kalpten büyük dağ olmaz, Ol Allaha doyulmaz, Sohbetine kanılmaz, Erdim bir dağ içinde,
Yunus eyder gezerim, Dost iledir pazarım, Ol Allahın didarın, Gördüm bir dağ içinde.
Gözler gibi görmedim, Söz gibi söyleşmedim. Musi'leyin münacaat, Ettim bir dağ içinde.
Bir döşek döşemişler, Nur ile bezemişler. Dedim bu kimin ola, Sordum bir dağ içinde.
Vardım ileri vardım, Levh-i elime aldım, Ayetlerin okudum. Yazdım bir dağ içinde.
Açtım Mekke kapısın, Duydum ol dost kokusun, Erenlerin hepisin, Gördüm bir dağ içinde
Yetmiş bin hicab geçtim, Gizli perdeler açtım, Ol dost ile buluştum, Gördüm bir dağ içinde.
Gökler gibi gürledim, Yeller gibi inledim, Sular gibi çağladım, Aktım bir dağ içinde.
Ayrılmadım pirimden, Ayrılmadım şeyhimden, Aşktan bir kadeh aldım, İçtim bir dağ içinde.
Kalpten büyük dağ olmaz, Ol Allaha doyulmaz, Sohbetine kanılmaz, Erdim bir dağ içinde,
Yunus eyder gezerim, Dost iledir pazarım, Ol Allahın didarın, Gördüm bir dağ içinde.
Yunus EMRE.
ekrana sığsın diye dörtlükleri tek sıra yaptım hepsine bakabilelim diye, okuyup analiz edelim, benim bu şiirinde yüzüme vuran, NEDEN DAĞ İÇİNDE, bir derenin yanında, dağın tepesinde, ormanda vs değilde, dağın içi, '' Vardım ileri vardım, Levh-i elime aldım, Ayetlerin okudum. Yazdım bir dağ içinde. '' bu dörtlükte geçen Levh-i nin kader anlamına geldiğinide bilelim, ve şimdi, Kapadokyanın altındaki şehirleri hatırlayalım, Gılgamışın kapısında akrep adamlar olan bir tünele girdiğini hatırlayalım, peşine yunusta sanki bilim kurgu filmlerindeki gibi bir yere girmiş, hani şu herşeyin mümkün olduğu, zamanda yolculuk, yan gezegenemi gitmek istiyorsun hopp 1dk lık iş :) dağın içinde bu kadar işi gelde başka türlü yap :) bunla ilgili olabileceğini benim düşündüğüm garip bir vaka ki hala daha kimse onuda çözemedi,
Kayıp yarbay esrarını koruyor
Bolu Kartalkaya'da Amerikalı pilot yarbay ve oğlunu arama çalışmaları dün 5. gününü doldururken, kayıpların izine rastlanmadı.
TUNCER ÇETİNKAYA - 20.01.199
ABD'li yarbay ve oğlu hakkında üç ihtimalin olduğu belirtiliyor. Bunlardan ilki ölüm, ikincisi kaçırılma ve sonuncusu ise kaçarak bir yerde saklanması. Kaçırılmış olması halinde, gizli pazarlıkların sürdürülüyor olabileceği ifade ediliyor. Ölmüş olmaları halinde, bulunma ihtimallerinin zayıf olduğu belirtilirken, kaçmış olması durumunda ise 'Niye?' sorusuna cevap aranıyor.
TUNCER ÇETİNKAYA - 20.01.199
ABD'li yarbay ve oğlu hakkında üç ihtimalin olduğu belirtiliyor. Bunlardan ilki ölüm, ikincisi kaçırılma ve sonuncusu ise kaçarak bir yerde saklanması. Kaçırılmış olması halinde, gizli pazarlıkların sürdürülüyor olabileceği ifade ediliyor. Ölmüş olmaları halinde, bulunma ihtimallerinin zayıf olduğu belirtilirken, kaçmış olması durumunda ise 'Niye?' sorusuna cevap aranıyor.
AMERİKAN TİMLERİ BÖLGEYİ EZBERLEDİ
Ankara Dikmen'deki Türk-ABD Ortak Savunma Tesisi'nde (JUSMAT) görevli askerî ataşe ABD'li Pilot Yarbay Michael Roland Couilard ve 10 yaşındaki oğlu Matthew aranırken, Kartalkaya'daki 100 kilometrekarelik bir alan Amerikalılar'ca didik didik tarandı. Arama çalışmalarına ABD Hava Kuvvetleri'ne ait ve ısıya duyarlı olduğu bildirilen HC-130P ve HH-60 helikopterleri de katıldı. Bu arama, Genelkurmay'dan verilen izinle gerçekleşti. Geceleri de yapılan tarama çalışmaları bazen sabah saat 04.00'e kadar devam etti. ABD Büyükelçiliği ve ABD'nin diğer askerî üslerinden gelen ekiplerle birlikte kurtarma çalışmalarına katılan ABD'li asker ve sivillerin sayısı 100 civarındaydı. ABD arama-tarama ekiplerinin komutanı Albay Ed Fitzgerald, sık sık kayıp yarbayın yaşadığını söyledi. Ancak, oğlunun akıbeti hakkında yorum yapmadı.
kaynak: http://www.zaman.com.tr/haber.do
Ankara Dikmen'deki Türk-ABD Ortak Savunma Tesisi'nde (JUSMAT) görevli askerî ataşe ABD'li Pilot Yarbay Michael Roland Couilard ve 10 yaşındaki oğlu Matthew aranırken, Kartalkaya'daki 100 kilometrekarelik bir alan Amerikalılar'ca didik didik tarandı. Arama çalışmalarına ABD Hava Kuvvetleri'ne ait ve ısıya duyarlı olduğu bildirilen HC-130P ve HH-60 helikopterleri de katıldı. Bu arama, Genelkurmay'dan verilen izinle gerçekleşti. Geceleri de yapılan tarama çalışmaları bazen sabah saat 04.00'e kadar devam etti. ABD Büyükelçiliği ve ABD'nin diğer askerî üslerinden gelen ekiplerle birlikte kurtarma çalışmalarına katılan ABD'li asker ve sivillerin sayısı 100 civarındaydı. ABD arama-tarama ekiplerinin komutanı Albay Ed Fitzgerald, sık sık kayıp yarbayın yaşadığını söyledi. Ancak, oğlunun akıbeti hakkında yorum yapmadı.
kaynak: http://www.zaman.com.tr/haber.do
ve garip şekilde kaybolan yarbay on gün sonra rahatı keyfi yerinde ortaya çıkıyor, gelde hımm deme şimdi, Amerika zaten tepeden her yeri görüyor göremediği ne varda yakından aramak görmek istedi sormamak elde değil, yoksa dağ altında gizli bir tesismi aramaktalar, öyle ise niye aramaktalar.
Buralarıda geçtik, dünya tarihinde en ilginç UFO olayı yine bizde yaşanmışken çoğumuzun pek haberi yok gibi, o olayda dünya tarihine Kumburgaz olayı olarak geçiyor youtubeda tonlarca video vardır http://www.youtube.com/results?search_query=kumburgaz+ufo&aq=f tıklayıp bakabilirsiniz. Bu olaydaki ilginçlik ise, şimdiye kadarki UFO denilen bu uçan nesneler böylesine itiraz edilemeyecek vaziyette görüntülenemedi, bu olayda bu UFO denilen uçan daire, gelin beni çekin der gibi orda duruyor sanki poz veriyor, hımm belkim çekememişlerdir gibi bir mantıklada sanırım ertesi gün tekrar aynı yere gelip yine öyle havada asılı kalıp buyrun beni çekin der gibi bekliyor.
Düşünelim şimdi, mesela günümüz USA sinde onlar bu teknolojiye bugün itibariyle gelmişmidirler sorarsak, büyük ihtimal olabilir derim, yani biri çıkıp ya o USA ait uçan dairede diyebilir doğruluk payı olabilir. Burada sorulması gereken burada bir yerlere verilmek istenen mesajmı var, mesela şayet bu USA'ye ait bir uçan daire idiyse, bizimkilere bakın sizde bu teknoloji yok yakında kafanıza çökecez bizi fazla zorlamayınmı demek istediler. Veya birileri USA'nin Türkiye'ye çöreklenme zamanının geldiğine karar kılıp, hoop burdan ilerisi yok burda biz varız mesajımıydı bu, konuyu bence böyle sorularla ele almak zorundayız, çanakkalede gelişen ingilizlerin başına gelen o olayada baktığımızda bence USA'ye verilen bir mesajdı o, ama bi taraflarına şeytan girdiği için beyinleri durmuş bence anlamamamışlardır. :)
Diğer basında çıkan haber ve bizim özellikle basının makaraya aldığı, ispanyol istihbaratının bir açıklaması vardı hatırlayalım, http://www.google.co.uk/#sc isteyen izleyebilir, neydi bu açıklama, ispanya istihbaratı uzaylıların, yani o tepemizde bir görünüp kaybolan uçandairelerin Türkçeye yakın bir dil konuşuyorlar açıklamasıydı, basınımız hemen makara alıp uzaylılarda Türkçe konuşuyor :))) geyiğine dalmışlardı.
- yaw ciddi anlamda kendimizi adam yerine koymuyoruz ya komedinin kendisi o, garip olanda dünya tarihi bizle TÜRKÇE ile başlar, neyse, yukarda ileri teknoloji sahibi insanların nasıl Fıratın kenarına yazlıklar yapıp Tanrılar '' ağalar '' muamalesi gördüğünü analiz ettik, bunun peşine dünya tarihine medeniyeti başlatanlar olarak giren bu sümerlerin dan diye gizemli vaziyette ortadan kaybolduklarınıda biliyoruz, peki şimdiye kadar bu sümerlerin Türkçe konuşan bir topluluk olduğunun isbatinin haricinde günümüzde onlarla 700'e yakın kelimemizin ortak olduğu yani aynı olduğunun isbatlandığını kaçımız bilir. Adamlar Türkçe kelimeler kullanıyor ama cümle kurumları değişikmiş, hımmm pek tabide bu insanların konuşması Türkçe gibi gelebilir kulağa, neden bu tip düşünülmezde kendimizi adam yerine koymayızı anlamam. Sonuç olarak sümerlerle iletişimde olan o ileri teknolojiye sahip canlılarda anlaşılan sümer lisanı yani bugün bizimde kullandığımız o 700 kelimeyi kullanıyordu idi ise, şimdi uçandaire bahçeye indiğinde içinden çıkana hop bi dakka Türkçe kelime kullanmak yasakmı diyeceğiz.
Asıl gülünülmesi makaraya alınılması gereken ise, ortaya bir haber çıksaki uzaylılar ingilizce konuşuyor, herkes yiyecek bunu, iyide, kaç kişi ingilizcenin daha dünkü bin senelik tarihi olan bir lisan olduğunu bilir çoğu bilmez değilmi, kısaca önceki nesiller veya uzaylılarmı ne ortaya çıksa inanın en son konuşacakları lisandır ingilizce çünkü tarihi yok, ingilizce konuştular dese SAÇMA olabilecek bu olay ciddiye alına biliyorda NEDEN TÜKÇE KELİMELER duyulması komik, varmı böyle düşüncesizce beyni kullanmadan ortaya konan garip davranışların anlamı.
- ama uzaylılar filimlerde hep ingilizce konuşuyor abi :))) demi
Genel hatlarıyla bu anlam verilemeyen uzaylımıdırlar denilen uçan nesnelerin benim için anlamı, bunların bizden önceki nesillerin devamı olduğu vede büyük ihtimal antartikada yaşadıklarına olan inancımdır.
Kısaca Allahın Kelamında bahsettiği kavimlerden gelenlerdir, ayrıca başka gezegenlerden gelip giden olmuşmudur, diye sorarasak, ona birşey diyemeyeceğim fakat elimizdeki vede dünyadaki delillere göre dünyada bizden önce ve şimdi ileri teknolojiye sahip birileri var, yok diyen o basit gibi gözüken taş duvarları nasıl yapar peşine birde pramiti dikerizi anlatır, üstünede insanlık tarihinde ANLAM verilememişmiş gibi bir geyikle anlatılmayan, nedir bu binlerce senedir başımızın üstünde uçanlara bir cevap üretirler.
Gelelim ele alacağım son konuya, oda son 4 bin senelik tarihin gelişimi vede dünyaya atılan kazık, şuanda neden birçok şey gizlenmekte, bu gizleme hastalığının kaynağı neresidir. Bunada anlam verdikmi beynimizin helede benimkinin rahatlayacağına eminim
(ÂLİ IMRÂN suresi 54. ayet) (Resmi: 3/Inis:94/Alfabetik:7
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِرٖينَ
Ve mekeru ve mekerallah, vallahu hayrul makirîn.
Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Gelelim ele alacağım son konuya, oda son 4 bin senelik tarihin gelişimi vede dünyaya atılan kazık, şuanda neden birçok şey gizlenmekte, bu gizleme hastalığının kaynağı neresidir. Bunada anlam verdikmi beynimizin helede benimkinin rahatlayacağına eminim
Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan birşeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler. (Ali İmran, 78)
M.Ö 500 çivarında Babil sürgününden Üzeyir'in liderliğinde dönen yahudiler kaybettikleri kutsalkitaplarını tekrardan yazma işine koyulurlar. '' "Bu, Allah katındandır."derler. ... Allah hakkında yalan söylerler.'' olan yaradanın tesbitiyle insanlığa tuzak kurup dünya tarihine giren bu guruba '' Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. '' Allahı Telanın kurmuş olduğu bu tuzağı bizi açıklamaya vesile etti şükürler olsunki bunun böyle olduğuna inancım sonsuzdur, bu çalışmayla bu delili bu tuzağı ortaya koyduk. Ellerindeki kitaptaki hikayelerin alıntılarının sümer kaynaklı olduğu dedikoduları varken, ufak bir detay gibi gözüken '' IM '' ekiyle aynı zamanda bunun Türkçe anlatımdan kopye edildiği tartışılamaz vaziyette ortadadır. Bu konuyu detaylı olarak ele aldığımız bölüme bakabilirsiniz.
M.Ö 500 çivarında Babil sürgününden Üzeyir'in liderliğinde dönen yahudiler kaybettikleri kutsalkitaplarını tekrardan yazma işine koyulurlar. '' "Bu, Allah katındandır."derler. ... Allah hakkında yalan söylerler.'' olan yaradanın tesbitiyle insanlığa tuzak kurup dünya tarihine giren bu guruba '' Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. '' Allahı Telanın kurmuş olduğu bu tuzağı bizi açıklamaya vesile etti şükürler olsunki bunun böyle olduğuna inancım sonsuzdur, bu çalışmayla bu delili bu tuzağı ortaya koyduk. Ellerindeki kitaptaki hikayelerin alıntılarının sümer kaynaklı olduğu dedikoduları varken, ufak bir detay gibi gözüken '' IM '' ekiyle aynı zamanda bunun Türkçe anlatımdan kopye edildiği tartışılamaz vaziyette ortadadır. Bu konuyu detaylı olarak ele aldığımız bölüme bakabilirsiniz.
Evet Kitabı Mukaddes'in kaynağı Türkçedir.
Peki neler olmuştur dersek, M.Ö 500 civarında ortaya çıkan israiloğullarından olduğu kabul gören dönemin bu entel gurubu, Babil esaretlerinde başka birşey daha keşfetmişlerdir, o da gurup, millet, devlet olabilmenin kökenin FARKLILIK gerektiğidir. Onlarda bu farkı Tanrıyı
IRCILAŞTIRARAK ortaya çıkmışlardır. Hz.Süleyman dönemine gelinildiğinde ise yaradanın birçok ilmi insanlara bahşettiğini görmekteyiz, yaradan sırlı dünyanın kapısınıda insanoğluna açmıştır. Bu sırlardan birininde kötü amaçlı kullanılabildiğinde insanları yönetebilme ilmidir. Bu ilmin kokusunu alan ve yaradan korkusu olmayan dönemin fravun olan veya olmaya çalışan insan guruplarının çalışmalarıyla Hz.İsa dönemine kadar gelinir.
Birinci Konsil (İznik Konsili)
İznik konsili
Birinci İznik Konsili M.S. 325 yılında İmparator Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nda resmi din olacak Hıristiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile toplanmıştır.
İznik Konsili'nin ana konusu Mesih İsa'nın gerçek Tanrı olup olmaması idi.Mısır'ın İskenderiye kilisesinde başlayan anlaşmazlıkta o kilisenin bir presbüterosu (ihtiyar) olan Arius ünlü oldu. Arius'un öğretisine göre Mesih İsa Dünya'nın kuruluşundan önce Tanrı tarafından yaratılmıştır. Arius'a karşi çıkanlardan en meşhur isim o zaman İskenderiye kilisesinin bir diakonu (hizmetkarı), daha sonra ise kilisenin piskoposu olan Atanasius idi. Atanasius Mesih İsa'yı yaratılmamış, ezelden beri var olan Tanrı Baba ile aynı özü olan gerçek Tanrı olarak kabul etti. İki grup İsa Mesih'in dünyanın tek kurtarıcısı olarak kabul etti ve İncil'e dayanarak fikirlerini savunmaya çalıştılar. kaynak:Vikipedi, özgür ansiklopedi
din konularını araştıran bizler nedense İznik konsilinin toplanmasına aldığı karara hep safça bakmış, nasılda bu kararlar alınıp bu hataya düşülmüştüre aklımızı yorarız, halbuki sondan başa yani alınan karardan yapılan toplantıya varmaya çalışsak gerçek daha kolay ortaya çıkacaktır, alınan karara bakıp analiz edelim.
“ Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen, bütün şeylerin Yaratanı olan bir tek Baba Allah’a inanıyoruz; Bir tek Rab İsa Mesih’e inanıyoruz: Allah’ın Oğlu, Baba’dan doğan biricik Oğul, yani Baba’nın öz varlığından oluşan Allah’tan Allah, Nurdan Nur, gerçek Allah’tan gelen gerçek Allah, yaratılmış değil, Baba’nın özünden çıkmış, Baba’nın aynı öz varlığına sahip olan, Kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her şey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni almış ve insanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş ve üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş, dirilerle ölüleri yargılamaya gelecek olan O’dur; Ve Kutsal Ruh’a da inanıyoruz.” kaynak: http://www.kutsalkitap.org/
Devamı ise kaynak: http://www.newadvent.org/
Those who say: There was a time when He was not, and He was not before He was begotten; and that He was made our of nothing (ex ouk onton); or who maintain that He is of another hypostasis or another substance [than the Father], or that the Son of God is created, or mutable, or subject to change, [them] the Catholic Church anathematizes.
Ve eğer kim "Tanrı'nın Oğlu'nun var olmadığı bir zaman vardı" diyecek olursa, ya da "südur etmeden önce yoktu" diyecek olursa, ya da "önceden var olmayan şeylerden yapıldı" diyecek olursa, ya da "Baba'dan farklı bir özdendir" diyecek olursa, ya da onun bir yaratılmış olduğunu ya da dönüşüme açık olduğunu diyecek olursa, Katolik Kilisesi tüm bu sözleri söyleyenleri lanetler.
Toplantıya İsa'nın yaşadığı sayılan bölgeden katılanın yanlızca Arius olduğunu görmekteyiz, aslında o bölgeden Hz.İsa'nın yaşadığı öğretilerini yaptığı bölgede öğretilerini bilenler daha çok olduğu ve daha sağlıklı olabileceği için, konseyin amacına uygun olmayan bu görüşleri savunacaklar bu toplantıya pek çağrılmamıştırlar, Arius Hz.İsa'nın Tanrı tarafından yaratılan biri olduğu tartışmalarında yüzlerce kişiye karşı tektir ve 2-3 gün sonra garip bir KAZA ile öldüğü söylenir sonuç konseyin vardığı karardır. Birilerinin alalen beynimize çaktığı hristiyanlarda amentuda ortaklığımız varı hangi mantıklada çaktığını düşünün. Bizler her insanın doğarken müslüman doğduğuna inanırız, ne demektir dersek, bu mantık ile doğmaktır, mantığın kabul ettiğidir islam, ve islam mantığa aykırı hiçbirşey sunmaz iken İznik konseyinde alınan bu kararı mantığın neresine sığdırabiliriz.
Buyrun İsa yaratıldı diyemezsiniz, o ezelden beri Tanrı Baba AYNI ANDAN beri vardır demekte teslis üçlemesinin yapışık tanrının üçte ikisini ortaya koymaktadır. Anlatmasıda zor olsada deneyelim, Teslis, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'tan oluşur ve bunların hiçbiri tek başına Tanrı değildir. Bunların üçünün toplamıdır Tanrı. Hımm yapışık üçüz kardeşler gibi diyelim. Şimdi mantık Tanrı yapışık üçüz varlıktan oluşur dese mantığım onada eyvallah diyecek ama, ortada Baba ve Oğul var, Baba zaman olarak her zaman oğuldan önce olmamışmıdır, öyle ise yani İsa, Baba'dan sonra olmuşsa bu O'na Tanrıdan sonra yaratıldığı anlamı verirki bunu söylemeniz aforoz edilmeniz demek, aynı anda oluştularsa ikizler veya üçüzler deyin şuna belki mantık kabul eder diyeceğim ama benim görüşüm bu mantıksızlık bilinerek kabul edilmiştir. Pek tabi beyni bu mantıkla yıkananlar için mantığın kendisidir, çünkü bu mantıksızlığa beyni yıkanmıştır, beyni bunla yıkanmamış birine bu mantıksızlığı kabul ettiremezsiniz.
Her nasıl yahudiler Tanrı bizi özel seçti, biz seçilmiş ırkız geriniz bize hizmet için yaratılmıştır mantığını ortaya atıp kendilerince dünyanın sonuna kadar gidebilecek bir FARK yaratmışlardır, işte buna benzer akle hayale gelmeyecek gelse bile kabul edilemeyecek bir Tanrı şeklide İznik konseyinde böylesine atılmıştır.
Bu iki mantıktaki her FARKLI oluşumun amacı birilerini kendine FARKLA bağlayıp FARK YARATMAK ve yarattığın bu FARKINDA tepesinde olup bunları yönetmektir, başkaca birşey değil.
Hz.Süleyman döneminde verilen ilimleride buna katın ortaya resim çıkacaktır. İnsan yönetimi, beyin yönetiminin incelikleri devreye girer burada, dünya nimetleri peşinde olanların tuzağına mantıksızlığı kabul etmeyle düşersiniz. FARK hernasıl sonuçta ayrışmayı getiriyorsa istenende odur, hep birilerinden FARKLI olmak, bu farklılığı sürdürecek gönüllüleri zaten bebekliğinden ele alıp beyninide yıkadınızmı dünyanın günümüz geldiği noktasına gelirsiniz.
Bugün nasıl ülkemizin doğusunu birileri ziyaret edip FARKLILIKLARINIZI öne çıkarın diyorsa, bu FARKLILIKLARIN sonunda kavga yaratacağını bilemelerindendir bu, FARKLILIK şeytanın sunduğu tuzaklardan biridir, siyah beyazdı derken, ırkçılığa kadar giderki tedavisi olmayan hastalığa yakalanmaktır bu. Düşünelim nasıl bir insan ve bir mantık, hepimiz Hz.Adem ve Havâ'dan geldik ama biz üstün ırkız diyebilir, burda mantık varmı, yoksa bile bu mantıksızlığı birilerini geçtik koca koca devlet başkanları demiyormu. Kabul etmemiz gereken, gerçek anlamda yaratıcı olmayanların insanları yönetmek için buldukları bir yoldur bu farklılık yaratmak. Bu tuzağa düşenlerinde nasıl açınacak halde bir beyin yönetiminde olduklarını görmemiz gerekir. Aklını kullanabilen yaradanın verdiği mantığı kullanabilen herkesin redetmesi gereken bu saçma FARKLILIKLAR sizce nasıl yaşamını devam ettiriyor diyorsak işte orada devreye beyin kontrölü girmektedir.
Bu hasta düşünce varolacak FARKLILIKTAN hayat bulmakta yaşamını devam ettirmektedir.
Görüleceği gibi pekde salak diyemeyeceğimiz bu insanların ortaya attıkları vede pekde salak diyemeyeceğimiz bu farklılığa sarılan insanların yönettiği bir dünyada yaşamaktayız.
Şimdi şeytanıda devreye sokmadan aklı başında bir insan bu tuzağa düşebilirmiyi soralım kendimize, cevabım, bu tuzağa düşmeniz için zaten aklı başında olmanız gerekir. Nedenmi, düşünelim, yaradanın verdiği mesajdan haberiniz yok ve her insan gibi yaratılışınıza anlam vermeye çalışmaktasınız ve ortada üçün toplamı tek olan veya tek başına tek bir Tanrı inancını sunan dinlerlede temas ediyorsunuz, ettikmi, ettik, birine soruyorsun,
- dini inancımıza göre insanoğlu kaç senedir burada, sallıyor 5-6 bin sene diyor, diğerine dönüyorsunuz
- sizce insanoğlu ne kadar zamandır bu dünyada yaşıyor,
- hımmm pek düşünmedim ama epeydir vardır herhalde diyor, devam ediyorsunuz
- peki şu dünyada gördüğümüz her eseri şu binaları şu duvarları insanlarmı dikmiştir,
- evet öyledir dir alacağınız cevap, fakat ortaya çıkabilecek soruları yukarda gördük, karşınızdakide beynini kullanan sorgulayan biri, DEVAM ETTİ SORDU DİYELİM MÜSLÜMAN OLANA BUYUR ŞU PRAMİTİN NASIL ESKİDEN YAPILDIĞINI ANLAT BAKALIM, ŞİMDİKİ TEKNOLOJİ BİLE BECERECEK DURUMDA DEĞİL BUNU, alacağı cevaplar kem küm olacaktır, ve inanın bu iki insanda yaşamını sorgulayan hayatı sorgulayan birini tatmin etmez, bu iki din mensubuda bu düşünen insanı din inancından iter ve onun geldiği noktada artık bir sır vardır ve bu sırrın içinde Tanrı varsada bizi unutmuş bizle ilgilenmeyen bir varlıktır, ve bu insana
göre ortaya çıkan bu dinlerde birilerinin kendince farklılık yaratıp insanları yönetmek için kurduğu düzendir, başkaca birşey değil. Artık bu dünyanında nimetleri hoşuna gitmişse, size yalan dolan söylemeyle sizden faydalana bilmek için inandığınız değerleri dillendirmede sakınca görmeyecek çünkü ona göre artık gerçekten Tanrı yoktur, ben salakmıyım ki kendimi sınırlayayım der dalar dünya nimetlerinin içine. Tanrıyı bulamadığı için Tanrı korkusuda olamayacak bu insanlar için artık tek bir ilahi gerçek vardır, SAHİP OLDUĞUNU KORUMAK, bu mantıkta güç herşeydir, güçe sahip oldularmı, güçlerini devam ettirecek düzenin devamıda onlar için DİNDİR artık, bu düzeni bozacak her türlü bilgi ve düşünce yasaklanır hasıraltı edilir, edilmek zorundadırda.
Gerçek yaratıcıdan olduğunu iddia eden ilahiyim diyen her din, bugün bile yapamayacağımız eserlerin kimler tarafından yapıldığına cevap veremiyorsa İLAHİ değildir.
İslam alemi içinde yapılan en büyük hatada Allahın Kelamında bazen adları belirtilen bazılarının belirtilmediği bu eski nesillerin cezalandırılmadan önce geldikleri ilim seviyesi nedire ciddi cevap vermemeleridir.
İznik konseyinin aldığı bu karardan sonra dünya garip olaylara şahit olmaya başlar artık ki bunların başında insanların bilgi birikimlerinin yakılması gelir.
İskenderiye kütüphanesi
İskenderiye Kütüphanesi, M.Ö. 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphane. İskenderiye Müzesi olarak bilinen araştırma enstitüsünün bir bölümü olarak inşa edildi.İnsanlık tarihinde meydana getirilmiş önemli eserlerden biridir. Eski kaynaklar, burada 150 bin cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder.
Genel kanı bu kütüphanenin, çıkan çeşitli fanatik görüşler nedeniyle, antik Pagan tapınakları ve yapıların imhası sırasında Hıristiyanlar tarafından yakıldığı yönündedir.
Bu görüşe göre 391 yılında Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın eski din mensuplarına ait Osiris tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hrıstiyanlara verdi. Burada yapılacak kilisenin temel kazıları sırasında üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıktı. Hristiyanlar bunu bir alay konusu yaptılar. Bu olay şehirde oldukça kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırdı ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıktı. İki taraf çarpıştı, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirildi. İskenderiye Kütüphanesi’nin olduğu bölge yerle bir edildi. İmparator I. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hala neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphanesi’nin eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürdü. İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emretti. İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm eserler şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırıldı ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok oldu.
İskenderiye Kütüphanesi, M.Ö. 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphane. İskenderiye Müzesi olarak bilinen araştırma enstitüsünün bir bölümü olarak inşa edildi.İnsanlık tarihinde meydana getirilmiş önemli eserlerden biridir. Eski kaynaklar, burada 150 bin cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder.
Genel kanı bu kütüphanenin, çıkan çeşitli fanatik görüşler nedeniyle, antik Pagan tapınakları ve yapıların imhası sırasında Hıristiyanlar tarafından yakıldığı yönündedir.
Bu görüşe göre 391 yılında Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın eski din mensuplarına ait Osiris tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hrıstiyanlara verdi. Burada yapılacak kilisenin temel kazıları sırasında üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıktı. Hristiyanlar bunu bir alay konusu yaptılar. Bu olay şehirde oldukça kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırdı ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıktı. İki taraf çarpıştı, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirildi. İskenderiye Kütüphanesi’nin olduğu bölge yerle bir edildi. İmparator I. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hala neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphanesi’nin eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürdü. İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emretti. İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm eserler şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırıldı ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok oldu.
kaynak:Vikipedi, özgür ansiklopedi
İskenderiye kütüphanesi o dönem hatta bu dönem için bile nasıl kıydınız diyebileceğimiz bir yerdir. Gidişatı iyi takip edelim lütfen, İznik konseyinde mantığımızın alamayacağı günümüze gelmesi mucize gibi gözüken bir din anlayışı ortaya çıkıyor ve ilk yaptıkları kendi fikirlerine aykırı olabilecek bilgileri yakmak, devamında gücü yeterse başka ülkelere el atıp ordaki bilgileri yakmak, düşünün lütfen adamlar taa amerikalara gidiyor ordaki bilgi birikiminide yakıyorki ordaki medeniyetin ortaya koyduğu eserlerde bugün nasıl yapıldı muamması taşımaktadır.
İskenderiye kütüphanesi o dönem hatta bu dönem için bile nasıl kıydınız diyebileceğimiz bir yerdir. Gidişatı iyi takip edelim lütfen, İznik konseyinde mantığımızın alamayacağı günümüze gelmesi mucize gibi gözüken bir din anlayışı ortaya çıkıyor ve ilk yaptıkları kendi fikirlerine aykırı olabilecek bilgileri yakmak, devamında gücü yeterse başka ülkelere el atıp ordaki bilgileri yakmak, düşünün lütfen adamlar taa amerikalara gidiyor ordaki bilgi birikiminide yakıyorki ordaki medeniyetin ortaya koyduğu eserlerde bugün nasıl yapıldı muamması taşımaktadır.
Günümüze gelelim, Irak işgal edildiğinde ilk yapılan neydi, MÜZELERİN TALAN EDİLMESİ değilmiydi yaptıkları, dünyadaki ilk medeniyet denilen insanlara ait bilgilerin ortadan yokedilmesi operasyonu gibiydi sanki. Sümerlere ait ne kadar tablet varsa ortadan kayboldu, petrolü geçin onlardaki bilgilerin karşılığını dünyadaki petroller karşılamazdı inanın, korkuları onlardaki bilgilerin kontrölleri dışında insanlığa ulaşabilme riskiydi.
İkinci farklılık yaratılıp oluşturulan Hristiyanlık yahudilerin yaptığı ırkçılık hatasını baştan yapmamış yahudiler gibi sayıları sınırlı kalmamıştır. ve İsa'dan sonra binli yıllara geldiğimizde artık Avrupa yaratılan bu FARKLILIĞIN başındaki tarafından yani PAPA tarafından yönetilmektedir. Tüm Avrupadan bahsediyoruz lütfen düşünün.
İkinci farklılık yaratılıp oluşturulan Hristiyanlık yahudilerin yaptığı ırkçılık hatasını baştan yapmamış yahudiler gibi sayıları sınırlı kalmamıştır. ve İsa'dan sonra binli yıllara geldiğimizde artık Avrupa yaratılan bu FARKLILIĞIN başındaki tarafından yani PAPA tarafından yönetilmektedir. Tüm Avrupadan bahsediyoruz lütfen düşünün.
İnsanlardaki bir yaratıcı muhakkak vardır inancını acımasızca kullanan kendilerini ciddi dindar gösteren, hatta ve hatta, '' Mat 5:39 Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. '' diyen duyanların, duyduğunda vay be nede ciddi bir dindarlık diyebileceği bu oluşum diğer taraftan,'' Rom 13:1 Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. ''diye insan beyinlerine bunu ilahi bir adalet gibi çakıp ben ne yaparsam itaat edeceksin buyur dini emir diyede çakıp insanları koyunlaştıran bu insanlar kurdukları toplumu yönetemediklerinde, biri tokat atacak sen öbür tarafı döneceksin, muhabetlerini unutup, belli bir düzenleri ve zenginlikleri olan doğuyu müslümanları hedef gösterebiliyorlar.
Beceriksizliklerinden, kendilerine bağlı toplumu yönetemeyen, fakat o gün itibariyle islamdan sonra dünyanın ikinci gücü diyebileceğimiz dünyanın efendiciklerinin aldığı hatalı kendilerine kendi içlerinden rakip güç çıkacak olan bu kararla Haçlı seferleri başlıyor.
Birinci Haçlı seferi
Birinci Haçlı seferi 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen tarihteki ilk haçlı seferidir. Katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı seferidir.
Birinci Haçlı seferi diğer Haçlı seferleri gibi dalga dalga çoğunluğu dinsel heyecana kapılmış fakat önemli bir kısmı ise şahsı için macera ve avantaj arayan sürüler halindeki Avrupalı Hristiyanlar'ın o zaman Hıristiyan olan Avrupa üzerinden ve Balkanlardan yürüyerek, Müslüman arazilere girmeleri Anadolu'da Anadolu Selçuklu Devleti ve hükümdarı Kılıç Arslan elinde bulunan arazilere geçerek savaşıp Antakya'ya varmaları; bir büyük Antioch (Antakya) kuşatmasından sonra oradan Suriye ve Lübnan üzerinden sonra Filistin'e ve Kudüs'e varmaları ve 1099 yılında Kudüs kuşatması, ele geçirilmesi ve katliamı şeklinde gerçekleşmiştir.
Birinci Haçlı seferi 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen tarihteki ilk haçlı seferidir. Katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı seferidir.
Birinci Haçlı seferi diğer Haçlı seferleri gibi dalga dalga çoğunluğu dinsel heyecana kapılmış fakat önemli bir kısmı ise şahsı için macera ve avantaj arayan sürüler halindeki Avrupalı Hristiyanlar'ın o zaman Hıristiyan olan Avrupa üzerinden ve Balkanlardan yürüyerek, Müslüman arazilere girmeleri Anadolu'da Anadolu Selçuklu Devleti ve hükümdarı Kılıç Arslan elinde bulunan arazilere geçerek savaşıp Antakya'ya varmaları; bir büyük Antioch (Antakya) kuşatmasından sonra oradan Suriye ve Lübnan üzerinden sonra Filistin'e ve Kudüs'e varmaları ve 1099 yılında Kudüs kuşatması, ele geçirilmesi ve katliamı şeklinde gerçekleşmiştir.
kaynak:Vikipedi, özgür ansiklopedi
birinci haçlı seferiyle başka bir güç ortaya çıkar ki bugün bile hedefleri nedir meçhul olan, gizemli kalmayı seven Tapınak şövalyelerinin doğumuna şahit oluruz bu seferle.
Tapınak Şövalyeleri
Tapınak Şövalyeleri veya Mabed Şövalyeleri (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa'nın Fakir Askerleri), tanınmış Hıristiyan askerî tarikatlarından biridir.[1] Resmî olarak iki yüzyıl boyunca faaliyette bulunmuşlardır.
Katolik Kilisesi tarafından resmî olarak 1129 yılında tanınan tarikat kısa zamanda güçlenmiştir. En güçlü zamanlarında askerî varlıkları 20.000'i bulmuştur, fakat bunların sadece % 10'u tarikata bağlı şövalyelerdir. Tarikatın ömrü neredeyse haçlı seferleriyle eş olmuştur. Beyaz renkteki eşyaları üzerindeki kırmızı haçlarıyla Tapınak Şövalyeleri zamanlarının en korkulan savaşçılarından olmuşlardır.[kaynak belirtilmeli] Tarikatın askerî kanadı savaşlarda ün kazanırken tarikata bağlı diğer gruplar Avrupa genelinde ve Kutsal Topraklar'da geniş ölçekte yapılanmışlardır. Kutsal Topraklar'da ve Avrupa'da birçok mevzi inşa eden tarikat bankacılık[2][3] ve para transferinin ilkel bir formunu bularak Hristiyan Hacılara büyük kolaylıklar sağlamıştır.
Haçlı Savaşları'nın ardından tarikata büyük borçları olan Fransa Kralı IV. Philippe'in kâfirlik ("Katolik olmayan" anlamında) ve eşcinsellik gibi suçlamalarla, Şövalyeler'in ortadan kaldırılması için Papa V. Clemens'e yaptığı baskıların neticesinde 1312'de Tarikat ortadan kaldırılıp tüm mal varlığına el koyulmuş ve Tapınakçılar cadı avında olduğu gibi yakılarak öldürülmüşlerdir.
Tapınak Şövalyeleri veya Mabed Şövalyeleri (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa'nın Fakir Askerleri), tanınmış Hıristiyan askerî tarikatlarından biridir.[1] Resmî olarak iki yüzyıl boyunca faaliyette bulunmuşlardır.
Katolik Kilisesi tarafından resmî olarak 1129 yılında tanınan tarikat kısa zamanda güçlenmiştir. En güçlü zamanlarında askerî varlıkları 20.000'i bulmuştur, fakat bunların sadece % 10'u tarikata bağlı şövalyelerdir. Tarikatın ömrü neredeyse haçlı seferleriyle eş olmuştur. Beyaz renkteki eşyaları üzerindeki kırmızı haçlarıyla Tapınak Şövalyeleri zamanlarının en korkulan savaşçılarından olmuşlardır.[kaynak belirtilmeli] Tarikatın askerî kanadı savaşlarda ün kazanırken tarikata bağlı diğer gruplar Avrupa genelinde ve Kutsal Topraklar'da geniş ölçekte yapılanmışlardır. Kutsal Topraklar'da ve Avrupa'da birçok mevzi inşa eden tarikat bankacılık[2][3] ve para transferinin ilkel bir formunu bularak Hristiyan Hacılara büyük kolaylıklar sağlamıştır.
Haçlı Savaşları'nın ardından tarikata büyük borçları olan Fransa Kralı IV. Philippe'in kâfirlik ("Katolik olmayan" anlamında) ve eşcinsellik gibi suçlamalarla, Şövalyeler'in ortadan kaldırılması için Papa V. Clemens'e yaptığı baskıların neticesinde 1312'de Tarikat ortadan kaldırılıp tüm mal varlığına el koyulmuş ve Tapınakçılar cadı avında olduğu gibi yakılarak öldürülmüşlerdir.
Birinci Haçlı Seferinin ardından birçok hacı Kutsal toprakları ziyaret etmek için Avrupa'dan yola çıktılar. Fakat savaşlardan sonra düzeni bozulan bu topraklarda bir çoğu haydutlar tarafından soyuldu ve katledildi. 1118 yılında Fransız Hugues de Paynes ve arkadaşı Godfrey de Saint-Omer hacıları korumak amacı ile kuracakları tarikata destek sağlamak için Kudüs Kralı II. Baldwin'e başvurdular.
kaynak:Vikipedi, özgür ansiklopedi
Zengin olma hırsıyla yola çıkmış aç kaldığında önlerine çıkan Türkleri bile yiyen, yanlış okumuyorsunuz, yiyebilen bu çapulcu yamyamların GENEL hatlarıyla tarihe nasıl girdiklerine tarafsız gözle, uygun bir uslupla bakalım, ben şimdi küfür vs ederim :) ayıp olmasın
Anadolu’da İşlenen İnsanlık Suçları
İlk durakları olan İstanbul’dan, Bizans İmparatoru Alexios’un hazırlattığı gemilerle Anadolu sahillerine çıkarılan Haçlılar, Anadolu üzerinden geçişleri esnasında sadece Türklere karşı değil, diğer yerli halklara karşı da büyük zulüm ve katliamlara girişmişlerdir. Yolları üzerinde karşılaştıkları masum köylülerin ellerinde ne varsa talan etmişler, halkı bazı yörelerde istisnasız kılıçtan geçirmişlerdir. Yanlarında götüremeyecekleri hayvanları bile telef ederek bereketli ve verimli toprakları harap edip mahsulleri ateşe vermişlerdir. Haçlıların İznik civarında Türklere karşı uyguladıkları katliamları Bizans İmparatoru Alexios’un kızı Anna ŞÖYLE AKTARMAKTADIR:
“Sayıları 10,000 kadar olan Normanlar ordunun geri kalanından ayrıldılar ve herkese karşı zalimliğin son mertebesini göstererek, İznik dolaylarını talan etmeye koyuldular. Örneğin ana kucağındaki süt bebeklerini ya sakat ettiler ya da şişlere takıp ateşte kızarttılar. Yaşı ileri insanları ise, her çeşit işkenceden geçirdiler.”[10]
İlk durakları olan İstanbul’dan, Bizans İmparatoru Alexios’un hazırlattığı gemilerle Anadolu sahillerine çıkarılan Haçlılar, Anadolu üzerinden geçişleri esnasında sadece Türklere karşı değil, diğer yerli halklara karşı da büyük zulüm ve katliamlara girişmişlerdir. Yolları üzerinde karşılaştıkları masum köylülerin ellerinde ne varsa talan etmişler, halkı bazı yörelerde istisnasız kılıçtan geçirmişlerdir. Yanlarında götüremeyecekleri hayvanları bile telef ederek bereketli ve verimli toprakları harap edip mahsulleri ateşe vermişlerdir. Haçlıların İznik civarında Türklere karşı uyguladıkları katliamları Bizans İmparatoru Alexios’un kızı Anna ŞÖYLE AKTARMAKTADIR:
“Sayıları 10,000 kadar olan Normanlar ordunun geri kalanından ayrıldılar ve herkese karşı zalimliğin son mertebesini göstererek, İznik dolaylarını talan etmeye koyuldular. Örneğin ana kucağındaki süt bebeklerini ya sakat ettiler ya da şişlere takıp ateşte kızarttılar. Yaşı ileri insanları ise, her çeşit işkenceden geçirdiler.”[10]
Haçlı vahşet ve katliamlarının yaşandığı bir diğer Anadolu toprağı Antakya oldu. 20 Ekim 1097’de Türk Vali Yağısıyan idaresindeki 400 kule ile donanmış 12 km uzunluğunda sağlam surlarla çevrili Antakya’ya ulaşan Haçlılar, şehri aylarca muhasara altına aldılar. Frenkler, uzayan muhasaranın getirdiği öfke ve çaresizlikle çevre yerleşim yerlerini talan ve tahrip ettiler. Kendi tahribatları sonucu kıtlık ve açlık günden güne kendini arttı. Bu sefere katılmış olan Foucher de Chartres adındaki papazın ifadesine göre, haçlılar çevrede yağma etmedik bir şey bırakmadıklarından, ot ağaç kabuğu ve kökü, at, eşek, deve, köpek, hatta fareleri ve atların koşumlarını ve kayışlarını bile yiyorlardı. En had safhaya varan açlık, zaten ahlakı zayıf olan bu güruhun bütün insanlık duygularını yok etti. Tek olanak olarak büyük bir hevesle, insan etiyle karınlarını doyurmaya başladılar.[12] Haçlıları yakından tanıyan dönemin tanıklarından Arap şair ve edip Usame b. Munkiz, onları ilerleyen zamanlarda şu şekilde tanımlayacaktır; “Frenkler, cesaret dışında insanların faziletlerinden hiç birine sahip değillerdir.”[13] kaynak:Yrd. Doç. Dr İbrahim Ethem POLAT
[10] Anna Komnena, Alexiad, çev. Bilge Umar (İstanbul: İnkilap Yayınevi, 1996), 306.
[13] Usâme b. Munkiz, İbretler Kitabı, çev. Yusuf Ziya Cömert (İstanbul: Ses Yayınları, 1992), 103.
Tapınakçıların elinde ne vardı? Filistin'den ne getirmişlerdi?
Fransız yazar Mıchael Lamy bu konuda şunları yazar: "Ahit Sandığı mıydı? Dış güçlerle; Tanrılarla, doğa güçleriyle, cinlerle, dünya dışı varlıklar-la ya da başka şeylerle iletişim kurulmasını sağlayan bir araç mıydı?Mimarinin kutsal kullanımıyla ve diyelim ki sihriyle ilgili bir giz miydi?İsa'nın yaşamıyla ve iletisi ile bağlantılı bir gizin anahtarı mıydı? Kutsal Kasemiydi? Şeytan 'ı ya da Lucifer'i getirme pahasına cehennemle olduğu kadar cennetle iletişimin kolaylaşacağı yerleri saptamak amaçlı bir araç mıydı?"1Bu sorulan Michael Baigent, Reichart Leigh, Henry Lineolu, 'Kutsal Kan, Kutsal Kase' adlı eserlerinde Tapınakçıların, İsa'nın son akşam yemeğinde kullandığı şarap kadehini (bu kadehle sonradan çarmıhtaki İsa'nın mızrakla delinen böğründen akan kan toplanmıştır) ele geçirdiklerini iddia ederler. Keith Laidler ise, 'The Head of God The Lost Treasure of The Templars (1988)' adlı kitabında Tapınakçıların elindeki gizemli şeyin, Hz. İsa'nın mumyalanmış başı olduğunu iddia etti. Laidler'e göre, bu baş sonradan Tapınakçılara karşı olanlar tarafından Befomed diye adlandırılarak Tapınakçılara kara çalınmak istendi.İddiaya göre, gerçekte İsa'nın eşi olan Maria Magdelana (gene iddiaya göre Marovenjler İsa'nın oğlunun soyundan gelirler) tarafından Fransa'ya getirilmiştir. İsa'nın başı Katarlar tarafından Montsequr Kalesi'nde saklanıyordu; Papa'nın ve Fransız Kiralının askerleri kaleyi kuşattıklarında, üç 'kusursuz' (Parfait) kalenin hazinesini alarak Tapınak Şövalyelerine sığınmışlardır; bu hazine İsa'nın mumyalanmış başıdır. Bu konuda Laidler şunları yazar: "Katarların bu hazinesi ne idi? Üç 'kusursuz' ne kadar altın ve gümüş taşıyabilirdi? Parasal bir şey olamazdı... Başka bir şey, sonsuza dek Montseaur de saklanmış,kalenin teslim edilmesinden önceki gün, ilkbahar gün dönümünde yapılan ayin için temel önem taşıyan bir şey olmalıydı... Fransa'daki kıiralın kolunun uzanamayacağı tek yer, her açıdan özerk olan ve Katarlarla temelde aynı Gnostik dünya görüşünü paylaşan bir örgüt: TapınakTarikatı."
Tapınak Şövalyeleri doğrudan doğruya Papa'ya karşı sorumlu,tüm ulusal ve siyasal sınırlar üstü ayrıcalıklara sahip askeri bir tarikattı; güçlerinin kaynağı Papa idi. 1307 yılında Papa V. Clemens Fransa Kiralı IV. Philippe'nin (Sofu Philippe ya da Güzel Philippe) oyuncağı haline gelmişti. IV. Philippe Hastane Şövalyeleri ile Tapınak Şövalyelerinin birleştirilmesini ve kendi buyruğu altına girmelerini istiyordu. Philippe bu konuda kırallığın propagandacısı Pierre Dubois'e yazdırdığı 'De recuperatione terre sancte' adlı risalede şunları söylüyordu: "... bir Haçlı Seferi aracılığıyla, Batıda ve Doğuda Fransız hegemonyası kurma... Tapınak Tarikatını tamamen yok etmek ve adaletin gereksinimleri açısından, toptan imha etmek. "(Shein, Fields Cuuccs, s.180-210). IV. Philippe'nin Tapınakçıları yok etme puanlarının bu stratejik hedefleri yanı sıra çok önemli bir başka nedeni daha vardı. Hıristiyan kırallar ve soyluların pek çoğu gibi Philippe de Tapınakçılardan faizle büyük miktarlarda borç almıştı ve ödeyemiyordu. Bu borçlardan hem kendini hem de kendisine bağlı soyluları kurtarmak istiyordu. Tapınak Şövalyelerinin büyük çoğunluğu Fransız’dı. Her iki taraf da Fransız Ruhu'nun eşsiz birer örneği idiler; nefislerine tutsak, düşmanlarına kuytu köşelerde tuzaklar kurmayı bir savaşın türü olarak algılayan ve çifte standartlı.Papa, Philippe'nin dayatmalarına direnemedi ve boyun eğdi.1 Read Piers Paul, Tapmak Şövalyeleri, Çev.: Sultan Gül Erdem, Dost Yay, s.93,
Özetlersem günümüze ne buldularda PAPAnın gıkı çıkmadı bu güçe ulaştıları ciddi düşünmek tarihsel açıdan
gelişimlerle analiz etmek gerekir. Kudusü hayvan gibide değil hayvandan daha aşağıda gözü dönmüş şeytanlar gibi giren bu çapulcular bizden olmayan herkes ölmelidir mantığınla yahudileride zulmlerle öldürmüşlerdir. Yahudilerle olan bu temasda, yaşamayı seven bazı açıkgözler one minute :) çekmiş durun size birşeyler verelimle bunlara papanın gıkının bile çıkamayacağı birşeylerin verilmesinle papa seviyesine getirilmişler, papadan başkasına hesap vermeyecek duruma gelmişler.
Haklarını yemeyelim :) o dönem Avrupayı kontrol eden bu hristiyanlıkta FAİZ yasaktır, hımm evet aynen müslümanlıktada olduğu gibi, yaptıkları vahşetle insanlıktan çıktıklarını düşünemeyen bu gözü dönmüşler birden zekileşmiş buna çözüm bulmuşlardır, FAİZ yasakmı, tamam, para kiralanır :)) evet faiz demeyip aylık kira deyip para sektörüne balıklama dalmış, birden para içinde yüzer duruma gelmişler, o dönem hakikaten dinsel amaçlarında saf hristiyanların yollarda soyulup paralarını hırsızlara kaptırmasınada yine para karşılığı ÇEK'e benzer evet çeke benzer bir sistemi ortaya çıkarmışlardır nedir o, Avrupadamısın ver paranı bana kardeşim al sana şifreli bir kağıt git kudüste al paranı :) kısaca bankacılık sektörünü kuranlardırda. Avrupada krallardan bile daha iyi örgütlenmeye gitmişler hristiyan aleminin içine dağılmışlar, krallara borç verir duruma gelmiş kralları kendilerine bağlamışlardır. Aldığı borçla tapınakcıların kuçağına oturan fransa kralı uyduruk, doğru yanlış bilgilerle bunlardan kurtulup borçunda üstüne yatmayı planlamıştırsada ciddi anlamda darbe almamış oldukları halde birden görünmezliğe geçmişlerdir. hımm burda bir one minute de biz çekelim :) o dönem organize olmuş Avrupayı sömüren papazlık kurumunu kurmuş kralların üstünde yetkiye hatta kralları atama yetkisine sahip bir dünya güçünün karşısına bir güç olarak çıkmışlardır, yani mahallede bir kabadayı varken iki kabadayıya çıkmıştır olay, meseleye aynen bu acıdan bakın.
Öncelikle saf duygularında samimi hristiyanları kenara koyarsak, papalık kurumunun hristiyanlığın kitabı dedikleri yazmalara inandıklarının haricinde Tanrı vardır inancında olduklarınada ikna olmam zor. Kurum başlagıcından olduğu gibi insanları kontröl amaçlı kurulmuş, kurulan düzeninde devam etmesi için herşey mubah mantığında olan bir kurum, diğer türlü böylesine insanlık katliamlarına teşviki açıklayamazsınız. Papanın elindeki yazmaların gerçek olmadığını isbatlayacak dini deliller var desek neden o kurumu bu delillerle yokedip kontrolü ele almadılar sorusu ortaya çıkar.
Eldeki delil, siz bu hristiyan mantığını insanları kontröl için çıkardınız bunun gerçekle alakası yok, insanlar böyle FARKLILAŞTIRILIP yönetilebilir kendinize köle edebilirsiniz, sizin yaptığınız budur papa efendi demektir bu, ee papa ne diyebilir,
-tamam evladım yüksek sesle deme sende tut ucundan artık, ne şiş yansın ne kebab.
Yoksa birilerinin bilinç altımıza çaktığı gibi dini delillere ulaşmış olsalar dindar insan gibi olurlardı, hatta günümüze sarkan bunların devamı olan guruplarda dine karşı olmazlardı. Bulunan, ulaşılan gerçekler nedir, bizden önce çok ileri bir uygarlık vardı, ve bunların bazılarının bıraktığı belgelere insan beyni yalana nasıl ikna edilebilire nasıl yönlendirilebilire ait bilgilere ulaştılar gerçeğidir.
Vatikan veya batıda herhangi bir kurum dedikleri kadar dindar iseler, dinsizleşen toplumlarına neden yine kendi dinlerine dönsünler diye Türkiye'yi hristiyanlaştırmak için yaptıkları masrafın yüzde birini yapmazlar düşünün. Ortadaki gerçekler bunların ne din nede yaratıcı inançları vardır. Kurulan müessesenin kurulum mantığına aykırıdır bu.
Dünya böylesi oluşuma giderken çok önemli bir gelişme karadenizin kuzeyinde Kazakistanda, Hazar bölgesinde gelişir.
Hazarlar
Hazarlar, İdil kıyıları ve Kırım yarımadası arasında imparatorluk kuran bir Türk halkıdır (468-965). Musevî, Bizans ve Arap kaynaklarına göre, Hazar ülkesinde yaşayan halkın büyük çoğunluğunun Uygur, Hazar, (Ön-) Bulgar, Sabir ve Peçenek gibi Türk boyları olduğu bilinmektedir.
Hazarların kökeni
Hazarların etnik kökeni hakkında kesin bir kanıt olmamakla beraber bu konuda araştırma yapmış bazı SSCB'li tarihçilere göre, Kuzey Kafkasya'nın yerli halklarından biridir. D.M. Dunlop ve P.B. Golden adlı araştırmacılarsa Hazarların, Tiele veya Uygur soyundan geldiğini kabul etmektedirler. [1] 558'den sonraki yıllarda Sasanîler'le savaşa girişmiş Kafkaslar'ın hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar, (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'ta iyice tanınmış, fakat aynı zamanda "Türk" dolarak anılmışlardır. Çin kaynaklarında "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredildiği ortaya çıkmışsa da[2] Peter Golden, Hazarlar ile Uygurlar arasında bir bağlantı kurmanın mümkün olmadığını ve gerçek bağlantının Ogurlar arasında var olduğunu belirterek Dunlop'a karşı çıkmıştır.[3]
Bazı bilim adamlarına göre "Hazar" adı "gezgin" anlamına gelen -kaz kökü ve "adam" anlamına gelen er ekinden türetilmiştir.[2] Eski Rus kayıtlarında Hazarlar "Beyaz Ugriler", Macarlar da "Kara Ugriler" olarak anılmaktaydı.[4] Yunan tarihçi Günah Çıkartıcı Theophanes kayıtlarında, Hazarları "doğudan gelen Türkler" olarak ifade eder. [5] Hazarca'nın, eski Türk dili ve Uygurca'nın etkisinde kalmış, Hunca ve Bolgarca gibi Türk lehçelerinin Oğur öbeğine bağlı bir lehçe olduğu görüşünde birleşen araştırmacılar da vardır. Hazarların çağdaşı olan Arap seyyah ve coğrafyacı İbn Havkal ve İstahrî, Hazar ismini; ne bir milletin, ne de bir halkın ismi olduğunu belirtip sadece başkenti İtil olan ülkeye verilen isim olarak nitelemişlerdir.[6][7] Hayfa Üniversitesi'nden Dr. Simon Kraiz, Eylül 2008'de Hazarlardan kalma Samosdelka köyünde bulduğu yazılarda Hazarların; Ruslar, Gürcüler, Ermeniler ve diğer milletler hakkında birçok yazı yazdığını keşfetmiştir. Buna rağmen Hazarlar, kendileri hakkında neredeyse hiçbir şey yazmamışlardır.[8]
Hazarları; Ak-Hazarlar.[9] ve Kara-Hazarlar olarak ikiye ayıran İstahrî, Ak-Hazarların çarpıcı bir yakışıklılığa, mavi göze ve kırmızımsı bir saça sahip olduklarını; bunun yanında Kara-Hazarların sihayımsı derilli bir çeşit kızılderili olduğunu ileri sürer.[10] Bununla birlikte, bilim adamları bunun bir ırk ayrımı değil, sosyal bir sınıflandırma olduğu konusunda fikir birliği içerisindeler. Buna göre, Kara Hazarlar aşağı tabaka, Ak Hazarlar ie soylular sınıfı ve kraliyet mensuplarıdır.[11] Dünyadaki Yahudiler'in de yüzde 80'ini Hazar Türkleri'nin oluşturduğu iddia edilmektedir.[12]
Hazarları; Ak-Hazarlar.[9] ve Kara-Hazarlar olarak ikiye ayıran İstahrî, Ak-Hazarların çarpıcı bir yakışıklılığa, mavi göze ve kırmızımsı bir saça sahip olduklarını; bunun yanında Kara-Hazarların sihayımsı derilli bir çeşit kızılderili olduğunu ileri sürer.[10] Bununla birlikte, bilim adamları bunun bir ırk ayrımı değil, sosyal bir sınıflandırma olduğu konusunda fikir birliği içerisindeler. Buna göre, Kara Hazarlar aşağı tabaka, Ak Hazarlar ie soylular sınıfı ve kraliyet mensuplarıdır.[11] Dünyadaki Yahudiler'in de yüzde 80'ini Hazar Türkleri'nin oluşturduğu iddia edilmektedir.[12]
kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Hazarlar
Bir tarafta Hristiyan olan Bizans, diğer tarafta müslümanların kuzeye taşmasıyla iki güç arasına sıkışan ve hangi dini kabul etse ona tabi olması durumunda kalacağından vede tabi olacağı dini kurumların yönetiminin kendisinde olmayacağından özgürlüğünü kaybedeceği düşüncesine Kazaklar Yahudiliği seçmeyle care bulur :) biz Musa'yı tanırız der çıkarlar işin içinden, :) hem bizans hemde müslümanlarda Hz.Musa'yı kabul ettiklerinden bu oluşuma birşey diyemezler ve 8.yüzyılda Kazakların soylularının nerdeyse tamamı ve halkın büyük çoğunlıuğu Yahudi inanca katılır. Daha sonra ise doğudan gelen diğer Türk gurupların saldırıları sonucu Avrupaya, oradan Amerikaya kadar uzanan göçler olur. Bugün israil diye bildiğimiz ülkenin ve kendini israilli gördüğü kabul edilen bu insanların yüzde 80'inin Türk olduğu tezi vardır. Bu konuda Arthur Koestler tarafından yazılan '' THE THIRTEENTH TRIBE' okumanızı veya israilli prof. Shlomo Sand: Challenging notions of a Jewish People vidyosunu izlemenizi tavsiye ederim. Özür dilerim ikiside ingilizce. Günümüzde '' Ashkenazi Jews '' olarak tanınan bu gurup böylesine tarihi bir gerçekle devreye girer ve orda kalmaz. Buna devam edeceğiz, başka bir alıntı yapalım önce ilgin konuya değinmek gerekiyor burda,
İngilizler Müslümanmıydı?
Evet İngilterede yıllarcada yaşayıp insanların bilmediği zaten kendi halklarındanda saklanan bir diğer gerçek ise, Kazaklarımızın baskıdan kurtulmak için yahudiliği seçtiği bir dönemde, yani 8. yüzyılda ingiliz Kralı King OFFA kullandığı paralara kelimei şahadet yazdırır :) günümüzde buna bulunan mazeret ise, o dönem ispanyanın müslüman olduğu, orayla ticaret yapıldığından dolayı böyle olduğudur. :) kısaca ingilizlere unutturulmuş bir islami dönem vardır, evet dünya ısınmaya ilginçleşmeye başlar, çünkü ne gariptir nedensede bu ingilizler hep en büyük İSLAM düşmanı olmuşlardır.
Neler olmuşturu iyi okumak iyi anlamak zorundayız.
Bunları genel tarihi bilgi olarak yazmıyorum, birçoklarınız duymamış olabilir diyede yazmıyorum. Bana göre neler olmuş, neler oluyor ve neler olacak bu detaylarda gizlidir. Birbirinden kopuk gibi gözüken bu olaylar bence resmin parçalarıdır bir araya toparlamaya çalışıyorum. Belirttiğim gibi açıklamalarım sıradışı olacak ama eminim mantıklı olacaktır, sabır, ayrı bir görüş acısıdır pekde denk gelmedik mantığınlada okuyabilirsiniz. Sonuçta size mantıklı geleni kabul edecek olan sizsiniz.
Bu noktada hafifce yine tapınakcılarımıza dönelim bakın ingiliz yazar Piers Paul ne demektedir.
Şeyh'ül Cebel, Hasan Sabbah'm 1160'da İslam'ı reddetmesinden birkaç yıl sonra Hıristiyan olmak istedi ve Kudüs Kiralı ile patriğine Abdullah adlı güvenilir bir adamını göndererek niyetini bildirdi ve onların onayını aldı; ama Tapınak Şövalyeleri dönüş yolunda Abdullah'ı öldürdüler ve Dağların Yaşlısı'nın Hıristiyan olmasını önlediler. Bunu neden yaptılar? Şeyh'ül Cebel'in peşine İsmaililer'in Bizari koluna bağlı oldukça kalabalık bir kitlenin de Hıristiyan olmasını önlemiş oldular;tüm Suriye'nin yeniden Hıristiyanlaşmasını fanatik bir Hıristiyan tarikatı neden önler? Bu konudaki yaygın görüş Şeyh'ül Cebel'in Tapınakçılara her yıl ödediği iki bin besanlık haracı Hıristiyan olduktan sonra ödemeyeceği içindir. İkinci bir yorum ise, Mısır'da, Suriye'de ve Filistin'de büyük kitleler halinde yaşayan Şii İsmaililer'in topluca Hıristiyan olacağı ve bölgede barışın sağlanacağı korkusu Tapınakçıları böyle bir yola itmiştir. Barış onların varlık nedenini ortadan kaldıracaktır. Çünkü onlar, işgal gücünün, yerel yurtseverlere karşı eğitip örgütlediği özel bir askeri güçtür, tarikattır.Bu konuda vakainüvist Walter Map şunları yazar: "(söylendiğine göre) Kafirlerin inancı yok edilmesin ve barış ve birlik hüküm sürmesin diye...".'2-Tapınakçılar Haşhaşi elçisi Abdullah'ı öldürdüler.Avrupa kökenli sömürge ve dünya egemenliği politikalarının ilk örneğini oluşturur. Hıristiyan Batı ilk kez yabancı kültürler, topraklar ile birebir ilişki içerisine giriyor, bu yabancıları hiç tanımadan düşman olarak kabul ediyor ve onların olan her şeyi alarak onları köleleştirmek istiyordu.
Haçlılar hiçbir zaman Hıristiyanlığı yaymak ve kendilerinin olanı tekrar geri almak için yola çıkmadılar.Onlar kendileri dışında kalan tüm halkları köleleştirmek ve dünyanın egemenleri olmak için yola çıktılar. Tapmak Şövalyeleri bu talan ve sömürü politikalarının ürünüdür ve bir ilk olarak sonraki yüzyıllarda Hıristiyan Batı'nıon sömürgeci politikalarını yaşama geçirebilmek için kurduğu tüm askeri, yarı askeri, legal ve illegal örgütlere örnek olmuştur. Hasan Sabbah'm haşhaştan elde ettiği kimyasallarla militanlarını programladığı, beyinlerini yıkadığı iddia edilir. Bu konu tartışmalıdır ve kesin kanıtlar yoktur; ama İslam'ı terk ettikten sonra Hz. Muhammed'in yaşama geçirdiği şeriati inkar ettikten sonra, İsmaililer'in, özellikle Nizara kolunun keyif verici haşhaş ürünleri ve alkol ürünleri konusunda oldukça geniş bir bilgi birikimine sahip olduklarını biliyoruz. Büyük bir olasılıkla Tapınakçılar İsmaililer'-den haşhaştan elde edilen uyuşturucular ve bunların insan üzerindeki etkileri konusunda çok şey öğrendiler; bu bilgileri ve ilk haşhaş tohumlarını Avrupa'ya taşıdılar. Haşhaştan elde edilen eroin sonraki yüzyıllarda (özellikle XIX. yy.'da) Hıristiyan Avrupa ekonomisinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı.Avrupa ve ABD'nin bugünkü zenginliğinin temelinde dört etken yatar: DBaşta Amerika Kıtası (Astek ve İnka altınları) olmak üzere Hindistan, tüm Güney Asya, Çin ve Afrika'nın talanı; bu topraklarda yaşayan insanların donlarına kadar soyulması.IDK köle ticareti ve kölenin emeği.
1 Read Piers Paul, Tapmak Şövalyeleri, Çev.: Sultan Gül Erdem, Dost Yay, s.93,
Fransanın borç kazığından kurtulmak için 1307'de Tapınakcılardan ele geçirebildiğini tutuklatmasıyla, ve cezanlandırmasıyla, gizemli konuma giren Tapınakcıların soluğu, ingiltere iskoçyada aldığı kabul görür.
Tapınakcıların kuduse vardıklarında Süleyman tapınağı altındaki sırlara ulaşmak için yapılan çalışmaları saymazsak 18.yüzyılda arama işine isimde bulunmuş artık arkelojik çalışmalar altında çalışmalar devam eder.
Binlerce yıllık sessizliğin ardından Uruk, bir İngiliz araştırmacı olan William Loftus tarfından, 1849 yılında keşfedilmiştir. Ancak ilk kayda değer kazı çalışması Julius Jordan liderliğindeki bir Alman ekip tarafından I. Dünya Savaşı'ndan hemen önce yapılmaya başlanmıştır. Savaştan nedeniyle ara verilen kazılara 1928'de geri dönerek yeniden başlayan araştırma ekibi 1939'a kadar çalışmıştır. 1954 yılında tekrar başlayan kazılar, H. Lenzen liderliğinde birkaç yıl daha devam etmiştir. Bu kazılarda birçok önemli Sümer tabletleri gün ışığına çıkarılmıştır.
kaynak:Vikipedi, özgür ansiklopedi
1849'da ingilizler kaybolmuş bir medeniyeti UR şehrini ortaya çıkarır ki bunlar Osmanlının aval aval baktığı o dönem bize ait olan bizim topraklarımızda olmaktadır. Bulunan tüm tabletler ingiltereye kaçırılmış tabletlerde varılan bilgiler gizli tutulmuştur, tutulmaya devam etmektedir. Birinci dünya savaşı öncesi Almanlarında eskide bereket varmış mantığına katılmalarıyla dünya arkelojik çalışmaların tam gaz gittiği bir dönem yaşar. Almanlar bu çalışmalarda tibete kadar uzanırlar, bölge uçan daire hikayeleri ve kabartmaları ile doludur. Tibetli tapınaklarda gizlenen belgelerdeki anlatımlarla yapılan çizimlerle ortaya artık uçandaireler çıkmaya başlamıştır. Yukarda gördüğünüz çizim 1923'de Tibet bölgesindeki bulunan belgelerdeki anlatımlara göre çizilmiştir, tarihi iyi okuyup çizime iyi bakın. Böylesi hayal dahi edemeyeceğin birşeyin mümkün olduğunu bilmek ortaya bir hedef çıkarırki o hayal bile edemeyeceğini düşünmeye başlamak bile diğerlerinden öne koyar sizi artık o hedefe ulaşmaya çalışırken daha azimle daha hızlı gider, o yolda başkasının vermesi gerekmiyor, siz kendiniz başka ilimlere ulaşırsınız.
Almanlar ulaştıkları bilgileri yeraltında inşaa ettikleri devasa kasabalarda hayata geçirmeye başlarlar ki, ikinci dünya savaşının sonuna doğru ise artık ortaya roket teknolojileri çıkmaya başlamıştır.
Bu noktada Arkelojinin bize verdiklerine bir göz atalım. Pek tabi bizlere ciddi bilimsel bulgular yapmamızı sağlamışlardır, bunu inkar edemeyiz. Fakat farkında olmadığımız başka birşey vermiştir bize arkeloji, o da eskilerin putperst olduğu bizden geri olduğu inancı. Bir örnekleme yapmaya çalışalım, bu solda gördüğümüz kabartma bize arkelojik çalışmalarla kazandırılmıştır, nedir bu bir araştırma yapalım
El (deity)
From Wikipedia, the free encyclopedia
From Wikipedia, the free encyclopedia
ʾĒl (written aleph-lamed, e.g. ܐܠ, אל, إل or إله etc.) is a Northwest Semitic word meaning "deity", cognate to Akkadian ‘ilu and then to Hebrew עֵלִי: Eli and Arabic الله: Allah).
In the Canaanite religion, or Levantine religion as a whole, Eli or Il was the supreme god,[2] the father of humankind and all creatures and the husband of the goddess Asherah as recorded in the clay tablets of Ugarit (modern Rās Shamrā - Arabic: رأس شمرا, Syria).[2]
The noun ʾēl was found at the top of a list of gods as the Ancient of gods or the Father of all gods, in the ruins of the royal archive of the Ebla civilization, in the archaeological site of Tell Mardikh in Syria dated to 2300 BC. The bull was symbolic to El and his son Ba'al Hadad, and they both wore bull horns on their headdress. [3][4][5][6] He may have been a desert god at some point, as the myths say that he had two wives and built a sanctuary with them and his new children in the desert. El had fathered many gods, but most important were Hadad, Yam, and Mot.
The noun ʾēl was found at the top of a list of gods as the Ancient of gods or the Father of all gods, in the ruins of the royal archive of the Ebla civilization, in the archaeological site of Tell Mardikh in Syria dated to 2300 BC. The bull was symbolic to El and his son Ba'al Hadad, and they both wore bull horns on their headdress. [3][4][5][6] He may have been a desert god at some point, as the myths say that he had two wives and built a sanctuary with them and his new children in the desert. El had fathered many gods, but most important were Hadad, Yam, and Mot.
Bu yukarda ibranilerde Tanrılar kavramını incelerken, ibranilerin putperst komşularından aldıkları sahte İlah ve adı EL. Resmin yanındaki ingilizce bilgide klasik kabul gören bir bilgi, genel hatlarıyla nedir dersek, El, en yüce Tanrı, insanların ve canlıların yaratıcısı imiş ve tabletlerde yazıldığına görede Aşerah'ın kocası. vs vs. Şimdi görülen kabartmalara yazı deyip bu bilgiye nasıl ulaşabilmişler gelde şaşma, nedenmi şayet ben böylesi bir kabartmaya baksam,
ali babanın çiftliği var çiftliğinde hayvanları var vs diyebilirdim, veya biraz daha ciddileşip, evet arkadaşlar eski dönemde yaşamış sirkte hayvan eğiten birinin heykeli ile karşılaşmaktayız, bu adam öylesine uzmanmışki, aslanları bile kediye çevirirmiş, boğazından şöle bi tuttumu aslanları sesleri bilem çıkmazmış diye yorumlayada bilirim, yaptığım bu yoruma görede kabartmaya bakan aynende öyleymiş diyebilir.
Burada şuna dikkat çekmek istiyorum, birileri kazı yapıyor ve bulduklarını bize kendi amaçları doğrultusunda yorumluyor ve biz bu yorumları beynimize gerçek diye kazıdığımızda bir büyü gibi onların istedikleri verilerle düşünmek zorunda kalıyoruz. Neymiş o,
-efendim mezepotamyada EL diye bir put varmış millet ona taparmış, -hımm yapma ya, ne geri zekalıymış bu eskilerde, gelde deme. pek tabi şöle apartman büyüklüğünde bir yapı aklınızada getirirsiniz, korkmuş tapmışlardır dersiniz. Ne gariptir nedense banada, hala daha nasıl yapıldıklarını çözemediğimiz o yapıların yapan toplumlarında öylesine pekde geri zekalı olabileceği gelmiyor. Nerde bu yaradanın diğer toplumlara peygamberler göndermiş olduğu toplumlar, siz hiç bunların bulunduğuna denk geldinizmi, hani şöyle bir duvar yazısı, biz şöyle yoldan çıkmıştık, yaradan uyarıcı gönderdi adam olduk vs vs, diyen bir yazı bulunmadımı, bulunduysa neden bize bu bilgi ulaşmadı. Kendince birşeyler araştırıp kendini, kendisine verilen bu bilgilerle kurmuş biri yorumlarını bu bilgilerle yapmak zorundadır, ben buna bilimsel büyü demekteyim. El ne demekmiş, '' en yücü, ulu, vs vs '' iyide şayet bu kelime bu anlamdaysa bu milletler herhangi bir ağaca bakıp en ulu ağaç nasıl derlermiş, yani her yüce, ulu dedikleri tanrımı oluyormuş. Mesela Türkler güneşe bakmış, aya bakmış, bunları resim olarakta kullanmış, efendim siz eskiden güneşe, aya tapıyordunuz vs vs, yorumlar yapmıyorlarmı. Olaya geniş bir çerceveden bakın, bir büyü gibi okulunuzdaki öğretmenlerin söyleyeceklerine birileri başka yerlerden karar veriyor. Adam sana siz o memlekete 1071 geldiniz diyor, siz kendi araştırmanızı yapmadan kabul edip ona göre düşünüyorsunuz, bunu büyümüdür bu demenin dışında nasıl ifade edersiniz. Şimdi tüm kesindir diye bildiğiniz tüm bilgilere şöyle bir bakın, bu bilgiler sizin araştırmalarınız sonucu kendinizin karar kıldığı bağımsız verilerinizmi, birilerin size verdiği sizinde sorgulamadan kabul ettiğiniz verilermi. Ben bize verilen bilgilerle kontrol edildiğimiz inancındayım, ve bu kontrol edenler pekde iyi niyetli değiller gibi, çünkü ortada cevaplanmayacak çok soru kalmakta, buda bana bizlere verilen verilerin doğru olamadığını isbatlıyor. Ne demekmiş, öncekilerin bıraktıklarına yorum yapılamaz, böylesi bir saçmalığı bile yutkunmuşuz, adam, orası mezar demiş, mezar demişiz, elektrik santrali diyor, hımm tamam bundan sonra öyle diyelim diyoruz, düşülen saçmalığı ciddi analiz edin lütfen ve biz büyülenmedik diyoruz.
Allahı Teala hiçmi bu putperestler dışında bizimde bugün bulacağımız deliller bırakmamıştır O'nun yüceliği hakkında muhakkak bırakmıştır bize söylenmiyoru anlıyorsanız tepedekilerin amacını mantığını anlamanız kolaylaşır.
İşte O'nun kelamında belirttiği ibret için bıraktığı koca koca yapılara içinde mezar yokken birileri sana mezar dedirtmişse bu büyü değilse beyin kontrolüdür.
Nerden bakarsak bakın herşeyin kontrol üzerine kurulduğunu anlarsınız. Onlara alternatif olma diye '' bizden adam olmaz '' inancı çakılır beynine. Basın yayın kullanılır uyduruk uyduruk yöneticiler başınıza getirilir, buna ikna edilirsiniz, ikna edilmeniz demek kontrol edilmeniz demektir.
Bakın çevrenize Allah, Allah diyenlerin ezici çoğunluğu bile herşeyin çözümünün para olduğuna İKNA olmuşlardır. Dikkat edin girdiğiniz dini çevrelerde Allahın Kelamını günümüz bilgilerinle anlamanızı engelleyenler bu tuzağa düşmüşlerdir. İşte falanca 500 sene evvel, 100 sene evvel yorumunu yaptı sen onun yorumunu oku vs gibi mazeretler üretip size, okuyup yorum yapma ilimlerrrr bilmen gerekir günaha girersin diyenlerde sizi tüm bu saçmalıktan kurtaracak Allahın kelamından, bilerek veya bilmeyerek uzak tutarlar.
Yeni bir düzen kurulmaya başlanmıştır ve bu dönemde yeni bir ilah icad edilir, 7.yüzyılda Çin Tang Hanedanlığı (618–907) kullanılmış olduğu kabul gören kağıt para 17.yüzyılda
Avrupada hayata girer. Birilerinin kurmak istediği sistem sahte ilahlarıyla ortaya çıkmaya başlarken 1800'lere geldiğimizde, Tapınakcılar elmamı, armutmu buldu diye kafa yorarken, Kapitalist sistem şekillenmeye başlamış, herşeyi yapmaya muktedir olan gerçek güç PARA'dır mantığı insanlığın bilinç altına kazınmaya başlamış, günümüzde ise hımm başka güçmü varkiye dönüşmüş bir büyünün etkisine dalmışızdır. Oyunun oyuncuları masada daha yerleri almamış birini daha beklemektedirler, o da Bizansın ve müslümanların etkisinde kalmamak için yahudiyiz kardeşim düşün yakamızdan mantığınla soruna güncel çözüm bulmuş devamında ise, diğer Türk gurupların vede Ruslarında saldırılarıyla Avrupa, Almanya'ya oradan İngiltereye hatta Amerika'ya varan Kazak yani Türk soyundan Rothschild ailesidir.
Zekiliği ile Avrupa genelinde belli bir paraya sahip olan savaşları bile destekleyecek parayı çıkarabilen bu aile eminim hala daha hatırladıklarında Tapınakcıların vede ingilizlerin bir taraflarının sızlanmasına neden olan kazığı atarlar ingiltereye ve bencede Tapınakcıların karargahına. İngilizlerle Fransızlar arasındaki 18 Haziran 1815 tarihinde geçen Waterloo Muharebesinin sonucunu kurduğu casus ağı sayesinde herkesten haber önce alır bu aile, borsaya koşar, zaten herkes savaşın kaderinin herşeyi etkileyeceğini bilmenin sıkıntısıyla diken üstündedir ve gözler bu ailenin temsilcisinin üstündedir, o ise borsada yukarı aşağı sıkıntılı gidip gelme numaralarının üstüne kendi şirketlerini yok pahasına satmaya başlar, bunu gören diğer .... artık doldurun ) sayınlar diyelim ve bu sayınlar panikle ne varsa satmaya başlarlar, farkında olmadıkları yok pahasına giden bu fabrikaları dev kuruluşları yok pahasına el altından alan aile yine Rothschild ailesidir. Operasyon tamamlanmış ertesi gün gözlerini açtıklarında artık dünyadaki paranın, ingiltere ağır sanayinin ağababası olmuşturlar. Siz artık o duruma gelmek için insan bile yiyen Tapınakcıların geldiği hali düşünün, nerelerinin sızladığını anlayın :)
Yaratılan FARK '' yahudilik dini '' ve bu FARKI sahiplenmelerindeki disiplinleriyle yahudi olan bu kazah-hazar Türkleri Avrupada köşebaşlarını tutmuşlardır. Kurdukları düzen ikinci dünya savaşında Hitlerinde desteğiyle bozulur ve ingilizlerin sanki insanlar, insanlık helede yahudiler çokda umurlarındaymış gibi, gelin size Filistine yerleştirelim teklifiyle, oluşmaya başlamış Siyonist düşüncede tuzağın içine çekilir. 14 Mayıs 1948'de İsrailin bağımsızlığı ilan edilir. 1815'de kurulan düzenin ekonomik gücünü kaybeden Vatikan, ve Tapınak Şövalyelerinin devamı, anglo saxonlar iyi becerdikleri oyunu yine kurmuşlardır.
Orta doğuya, islam alemine yahudiler çok severlermiş dinlerine saygılılarmış gibi mazeretleri yahudileri kullanıp, onlar olmasa ne işimiz buralarda gibi bir mantıkla el atmanın oyunu kurulmuştur.
Günümüzde, Eski nesillerin bıraktığı eserlerle kafası salataya dönen, acaba evrim sürecinde hıyardanmı, maymundanmı geldik sorularına takılan ve bir türlü hıyarmı maymunmu olduğuna karar veremeyen Tanrı tanımaz insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için savaşmaları gereken dönemede girdik. Zaten bir çok müslüman ülkenin başına alanen ya karısı ingiliz ya anası ingiliz olan insanlar konmuş, karısı ve anası ingiliz olan bulamadıkları ülkelerede devşirmelerini basın yayını güzelce kullanıp koymuş olanlar zaten saldırıya geçmiştir. Bu savaş kurdukları sistemin devamı için gereklidir. Kurdukları YALAN düzenin dini ayağını kırıp atabilecek olan Türkçe ve Türklük zaten yokedilene kadar hedefleri olacaktır. Yeterki bu yalan ortaya çıkmasın. Bu bir din savaşı değildir, batıyı yönetenler zaten aklın mantığın almadığı bu dine kendiside inanmamaktadır. Bu saldırıdan kurtulmak için Türklerin din değişmeside yetmez, Türkçeyide unutmaları lazımdır, bunada razı olsalar belkim ilerde biri eşer karıştırır bu yalan yine ortaya çıkabilir riskine karşı Türklük dünyadan silinilmesi gereken bir tehlikedir, bu yalan dünyayı kuranlar için.
Son oyunu kuranlar anglo-saxon'lardır, vatikan aman bana dokunmayın halimden memnunum gibi durumunu korumaya çalışır gözükmektedir, israil alanen oltaya konan yemdir, Rothschild ailesinden yediği kazığı unutamayan Tapınakcılar, kazakların dünya genelinde ekonomik kontrolü ellerine almalarının önüne geçememişlerdir. Bu onlar için pekde sorun değildir, nasılsa askeri ve siyasi güç onlardadır. ve meşhur 11 Eylül olayı ile geldin beni bombaladın mazeretiyle artık dişimin geçtiği yeri yerim mantığıyla, zaten lidersiz öksüz bırakılan islama savaş açılırken, gözlerden kaçan bir diğer ciddi savaş Yahudi sermayeye karşıda başlamıştır.
Bunun için Fransadan yedikleri kazıktaki oyun ortaya konmuştur, günümüz teknolojisi kullanılarak bu yahudi sermayenin her müsibetinsorumlusu olduğu insanların beynine kazınmaya başlamış, birçoklarıda aaa cambaza bak, oyununu farkedememişlerdir. Yahudi sermayenin basın yayın ayağının sorumlusu Rupert Murdoch' mahkemelere çekilip anlayana diplomatik dilde uyarılmıştır. Rothschilds, Rockefeller, aileleri bu kaynak tarafından hedef listesinde en başa konmuşlar olarak öne çıkmaktadır.
Zaten ileriye dönük problem amaçlı kendilerini tanrılar olarak görülenler tarafından oraya bilinçli yerleştirilmişlerdir. Emin olun dünyayı yöneten güçlerin yahudileri veya dinlerinide o kadar önemsedikleri yoktur, ama plan proje gereği önemsiyormuş gibi görünmeleri gerekir. Zamanında büyük çoğunluğu kazak Türkleri olan bu insanlar oraya yem olarak atılmıştır, kimsenin pekde düşünmediği görüş açısıdır bu. Dünyayı yöneten askeri ve siyasi güç, yahudilerden yediği kazığı ekonomik güçü onlara kaptırmayı unutmamıştır. Kendi kurdukları oyununda doğası odur zaten kimseye güvenmeyeceksin, tüm güç elinde olacak. Bu açıdan bakın, ne iğrenç bir tuzakla karşı karşıya olduğumuzu anlayın. Aklı olan beyni yıkanmamış birinin islamı redetmesi mümkün olabilirmi, olamazsa, ve dünyayı yöneten bu güçlerin devlet adamlarının elinde tonlarca dinlerinin sahte olduğuna ait delil varken sizce neden hala daha islama geçmediklerini, kısaca bunların tüm dinleri kendi dinleri gibi UYDURULMUŞ bir din olarak gördüğünü anladınızmı sorunları anlarsınız.
Değinecek çokşey olduğu ve benimde beynim karmaşa olduğu için özet yapmakta zor, son bir özetle bağlayıp bitirmeye çalışalım, :) önce değinmediğimiz son bir noktayada değinip.
Hz.Süleyman'nın islama göre ciddi ilim-ler verilen bir peygamber olduğunu biliyoruz. Birçok sır onun döneminde ifşa olmuş, devreye Harut ve Marut adlı meleklerin insanlara büyü öğretmesine kadar varmıştır. Hz.Süleyman'dan sonra ve günümüzde bu ilmin ucundan birileri tekrar tutmuş gibidir.
Gelelim Tapınak şövalyelerinin ne bulmuş olabileceklerine dersek, ilahi hiçbirşey bulmuş olduklarına inanmıyorum, fakat Vatikanın kurduğu oyunu bozacak bilgilere ulaşmışlardır, bunu derken, Hz.isa'nın mesajına ulaşmışlardır demiyorum ona ulaşmış olsalar insanlığa karşı vahşetlerine son vermeleri gerekirdi, onların ulaştıkları dinleri inkar edecek bulgulardır, açılım yaparsam, buldukları dini bir bulgu yok ama insanı kontrol edebilme bilgisine ulaştıkları kesindir. Çünkü öncelikle savaşırken cennete koşarcasına gözü kara savaşmaları bunun yanında maddi çıkarları bozulmasın diye hristiyan olmaya niyetlenenleri öldürmeleri beyin kontrolü altında olduklarını ortaya koymaktadır.
Günümüzde birçok sır olan ilim sıradan olaylar yardığamadığımız ilimler olmuştur. Örneğin hipnoza eminim çoğumuz inanıyordur. Hipnoz altında bir insana kendi ismini bile unutturabiliyorsanız varın gerisini düşünün derim. Diğer taraftan 25. kare olayı vardırki çoğumuz duymuş olsa bile pek çoğumuzda duymamış olabilir, nedir bu 25.kare dersek, şöyle tarif etmeye çalışalım, bir ekrana, bir tv'ye hatta doğada bir manzaraya bakıyorsunuz diyelim ve örnek olarak bilgisayarı elealalım, ve diyelim elimizde 25 tane boş resim kağıdı var ve bunların 24'üne diyelim '' nasılsın '' bir tekine '' kötüsün '' yazıyoruz ve bunu bir film şeridi gibi 1sn. içinde tamamamını geçiriyoruz, gözümüz saniyede 24 resim algılayabileceği için 25. resmi görmediğimizi sanıyoruz fakat bilinç altımız bunu görebiliyor, siz nasılsınız okuduğunuzu sanarken, bilinç altınıza '' kötüsün '' komutu verilebiliyor. Bunu falancaya oy ver şekline, şunu al, bunu sat, vs vs çoğaltacağınız örneklerle insanlara verebiliyorsunuz, bu bilimsel kanıtlanmış bir olay, pek tabi bilinçaltı uykuda olanlara, beyinsizlere işlemiyor :) beyinsizler ve bilinçaltı çalışmayanlar hiiiç korkmasınlar :) diğer taraftan kelime ilede bunu yapabiliyorsunuz, şifrelemeye benzer yazı tekniklerinle söylediklerinizin içine yine bilinç altınızın algılayabileceği başka mesajlarda sıkıştırıbiliyorsunuz. En basit örnek alanen tv de seyrettiğiniz bir filmin, dizinin ana konusu bu bile olabilir ki, örneklersem, ismini gerçekten hatırlayamıyorum eminim siz hatırlarsınız ki neydi konu, dizide çocuğu hasta bir kadın gerekli hastahane masraflarını yani kendince çocuğunun HAYATINI kurtarmak için sanırım 100 bin dolar karşılığı birinle bir gecelik ilişkiye giriyordu ve sanırım bu kadınlar arasındada haftalarca tartışıldı, ve eminim birçok bayan
-get ben yapmam öyle birşey derken bazıları,
- yaw 1 milyon olsa ben yapardım, vs gibi iğrenç bir düşünce insanlara pompalanabildi, düşüncesi kirletildi, böylesi birşey hayal edemeyen bunu tartışır duruma getirildi, sen olsan yaparmıydın sorusuna muhatap duruma düşürüldü.
-yaw parayla alakası ne hastahane masrafı karşılığı canım,
-hııım evet olabilir gibi konuları tartışmaya açmayla vede sizi ortada kutsal bir görev varmış gibi bunu kabul ettirmeye ahlak bozukluğunada yönlendirilebilirsiniz, baştan çocuğunu kurtarma maksatlı yatmayı kabul eden, bide bir başkasıyla yatmak nasıl oluyor merakına bide kendim için yatardım vs ile bir bakıyorsunuz, toplumu ayakta tutan değerlerle yok olmaya gidiyorsunuz.
Halbuki yaradan herkese bir ecel anı belirlediğini söyler, bu an değiştirelemez, hasta olur hastahaneye gidersiniz o iyileşmenize vesile olur, öleceğiniz an geldiyse, hastahanede kimse ölmüyormuyu kendinize sormanız gerek :) iki bin sene önce yazıldığı iddia edilen yeni ahit bu dediğimizin farkındadır gibi neder,
Joh 6:63 Yaşam veren Ruh'tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır.
görüldüğü gibi Kitabı Mukaddeste faydalı sözlerle gerçek yaşamı bulacağınızı söylemektedir, burada önemli olan size söylenen verilen mesajın temiz olmasıdır, belirttiğim gibi doğru aldığınızı sandığınız mesajın içide kodlanabilir kirletilebilirsiniz. Daha derine girersem, vucudumuz dahil herşey atomlardan oluşmaktadır, öylemidir, öyledir, konuşurken birbirimize ulaşan sesimiz bir frekanstır, kulağımız belli bir frekans gurubunu duyar üstünü veya altını algılayamaz, bu duyum frekans gurupları hayvanlarda değişiktir, örneğin bizim duymadığımız frekansı duyan köpekler yine çaldığımızda bizim duymadığımız ama onun duyduğu düdük sesine gelebilmektedirler.
Kısaca beynimiz bir bilgisayar gibi fakat çok çok daha hızlı çalışırken duyduğu bu ses frekansını kodladığı anlamları hızlıca şifre çözücü gibi çözer, bu frekans anlama dönüşür, alanen kabul ettiğiniz bir anlamsa bilgisayar gibi bunu hafızaya yazarsınız. Peki duymadığımız frekansla komut almamız ve davranışlarımızın değişimi yani kontrolü mümkünmü, bunun örnekleriyle mümkün olduğunu yaşandığını görüyoruz, mesela cephede düşmanı bekliyorsunuz düşmanda bu teknoloji var, siz kendiniz düşündüğünüzü sandığınız fikirler geliyor aklınıza mesela, ya vatan millet sakarya boş işler bunlar, sevişmek varken şimdi ölmeye risk alınırmı git eve çayını kahveni iç yat uyu kardeşim komutuyla savaşmaktan vazgeçebiliyorsunuz. Bu teknolojinin özellikle Irak savaşında kullanıldığı savunulmaktadır. Amerikanında başlangıçta 5-10 kayıpla koskoca memleketi işgal etmesi hımm gerçek gibi dememizi gerektiriyor.
İnsan büyürkenden kodlanmaya başlar hemde ailesi ile, mesela fare yermisiniz, ıııı o da yenirmi der çoğumuz değilmi, ama bir çinliye sorsak öylemi der, nedendir bu, büyürken onun yenmeyeceği iğrenç olduğu beynimize kazınmıştır.
Okulda aldığınız bilgi sorgusuz bilgisayar komutu gibi düşünce yapınızı oluşturan bilgilerdir, okul nederse doğrudur mantığı çakılmıştır bir kere, sizin çocuğunuza Amerikayı amerikalılar buldu bilgisi kazınırsa eve geldiğinde, siz
- koçum Amerikadan kimsenin haberi yokken 400 sene evvel biz uzaydan tapu kadostro gibi haritasını çıkarmışız derseniz, çocuğunuz size delimi diye bakar, çünkü ona çakılan bilgi ile uyuşmamaktadır söylediğiniz. Büyürken size verilen bilgilerle birde önyargı oluşturdunuzmu, artık onu yıkmak zordur.
Son bir örnek vereyim, diyelim birinden bahsederken evliya gibi adam derler ya :) diyelim öyle bir arkadaşınız var, ve bu arkadaşınız yeni taşınan tanımadığınız komşunuz için, ben onu tanırım çaktırmaz ama mesleği hırsızlıktır derse, artık kapıya pencereye dikkat edersiniz, veya ben o komşunu falancanın çocuğuna taciz ederken gördüm dese, komşuyu eve davet etmez çocuğunuzu uzak tutar daha temkinli davranırsınız. Kısaca güvendiğiniz yerden duyduğunuz haberler tavrınızı hareketlerinizi kontrol eder.
Normal bir resme baktığınızı sanarsınız ama içinde gizlenmiş kodlanmış başka mesajı bilinç altınız algılar siz görmezsiniz :) vs vs, diğer taraftan bazı satanist şarkıların normal gibi gözüküp tersinden başka anlamlar çıktığını yani satanist anlamlar çıktığını duymuşsunuzdur, pek tabi bu bir politik mesajda olabilir, hımm işler karışıyor gibi değilmi, bu konuda oluşumuna acaba tesadüfmü yoksa bilinçlimi olduğuna karar vermediğim Türkçe bir kelime dersem,
- herşeyin caresi ZAMAN takma kafanı demiş olsam, zamanı tersine cevirdiğimizde NAMAZ olmazmı vede gerçektende herşeyin caresi değilmidir, ilahi bir tesadüfmüdür bilinçlimi bilemeyeceğim, fakat sizce bu mantık tamda dünyayı yönetmek isteyenlerin işine gelebilecek birşey değilmi dersek, işte zurnanın akordu bence orda bozulur, nedenmi, bildiğimiz tüm lisanlar doğal oluşmuşsada tek birini bunun dışına koymamız lazımdır ki o da günümüz dünyasını VEBA gibi saran ingilizcedir. Bin senelik tarihi olan yani daha dünkü lisandır. Kitabı Mukaddesi yazanların kelamından kısaca Hristiyanlığı insanlara kabul ettirenlerin 2 bin sene önce farkında olduğu bize sır gibi gelen bu sözle kontrol mantığı acaba ingilizcenin gelişiminde kullanılmış olabilirmiyi düşünmemiz lazımdır.
Düşünelim, örnekleyelim,
GOD: Tanrı
DOG: Köpek, hımmmm ilginç bir tesadüfmü, bilinç altımız bunu tersinden okuyorsa Tanrıya inancımızı zedelemezmi, doğruysa elbet zedeler demi, başka,
EVİL: Şeytanımsı kötülük
LİVE: Canlı, hayatın tadını çıkarmak
'' I live in england ''
'' I evil in england ''
DEVİL: ŞEYTAN
LİVED: Yaşamış, yaşadı, YAŞAYAN
'' I lived in england ''
'' I devil in england ''
hımmm bu kelimelerde gariptir ingilizcede günlük hayatta pekde sıkça kullanılan kelimeler, ingilizceyi bilenler hatırlasın lütfen, ingilizce duyulduğu gibi yazılmaz, göründüğü okunmaz, bundan dolayı şimdiye kadar heceleme sorunu olmayan ingiliz görmedim, kısaca adamlar bizdeki anlamda okuma yazma bilmezler, bu yazı mantıkları insanları cahil bırakmanın haricinde, bazı gerçekleri bu yukarıdaki örnekler gibi görmeyelim diyemidir, bir dönem ingilizcedeki garipliğe acaip takmıştımki takıntım devam etmektedir, şimdilerde internetten birçok yabancınında artık ingilizce verilen siyasi mesajları birde tersinden dinleyip içinde kodlama varmı diye araştırma merakına girmeleri beni ciddi memnun etmekte ki, obama seçimde kullandığı, evet başarabiliriz, sloganının tersinden şeytana hizmet edine geldiğini görmek beni bile ciddi şaşırtmıştı. İngilizcenin bu garipliği üzerine ciddi bilimsel araştırma yapılmalı insan beyni üzerindeki etkileri araştırılmalı, kesin bu işte gariplik var diyebileceğim bu lisandan biran önce uzaklaşılmalıdır. Hatta hızımızı alamayıp ingilizcenin tuzağına düşmüş kendini ingiliz sanan insanlarıda ikna etmeli onlarıda özlerine ata lisanlarına teşvik etmeliyiz.
Şu örneği düşünün, hadi siz ingilterede yaşamıyorsunuz siyasi sitemi kulaktan duyma yanlış bilebilirsiniz,
Birde toplumun en üst pek görmediğiniz ELİT tabakası vardır. hatırlayın EL ve it açılımı . El yüce Tanrı anlamında kullanılmıyormuydu, evet değilmi, it'de ingilizcede, ''O , Onlar vs '' anlama geldiğini hatırlayalım bu anlamlarla baktıkmı ne olmuş bu it'ler TANRI OLANLAR hımm ne garip değilmi.
Sonuçlandırmadan önce Erich von Däniken'nin bazen uzaylılar için haavalanı bazende belkide yukardaki Tanrılara sinyal vs gibi anlamlar verdiği, Nazca çizimlerine değinmek istiyorum. Eklediğim örneklerde de görüleceği gibi resmen uzaydan görülebilecek çizimlerdir bunlar düzgün çizilmesi havalanıdır mantığını ortaya koymaz, öyle olmuş olsa neden bildiğimiz klasik havaalanı şeklinde değildir sorusu ortaya çıkar.
Kuşlar uçuyor diye ilahi bir varlık olarak görülebileceklerdir yanılsını anlayabilirim, fakat nerdeyse her cinsten hayvan canlı şekledilmiş, bu gerçekler öyle düşünmemizede müsade etmiyor. Sorunu yine yalansız çözme amacından yolaca çıkacağımız için daha sağlıklı olabileceği inancındayım, günümüz milletlerininin milli sembollerini hatırlayalım lütfen, kiminde ayı, kiminde canavar vs vs, hatta çoğumuz bilmez eski Türklerde her kavmi bir kuş figürü temsil ederdi, kuşların temsili figür kullanılmaları ilk değildir ve Türklerde vardır. Diğer taraftan neden uzaydan görülecek vaziyettedirler dersek yine günümüz Türk düşüncesi sokun ortaya bayılmıyormuyuz bayraklarımızın şeklinin uzaydan görülmesine, onla ilgilide bir kaç önek ekledim. Şimdi yunanlara Türklerin uzaydan görünen bayrak çizimleri varmış deyin emin olun ertesi gün bizim çizimlerden daha büyüğünü kendileri çizmeye başlarlar. İnsan düşüncesinin bazı yarattığı eserleri bu anlamla değerlendirmek zorundasınız.
Tutar ruslar ayı çizer, diğeri geyik çizer vs derken günümüzde birilerininde kafa bulandırmasıyla bu tip eserlere anlam veremezsiniz.
İnsanların eskiden uçtuğu veya, eski nesillerin devamı olanların vede kendini bizden gizleyen bu nesillerin arasıra bu uçan dairelerle gelip bu ilkel insanlara yardım ettikleri bilimsel bir gerçek, bakmayın siz uzaylılar geldi vs geyiğine, şu gerçeği kabul edelim, bu insanlar kendilerinden ileri teknoloji sahibi insanlarla iletişim halindeydiler, ve kendi bölgelerini belirtmek için oraya kendi damgalarını vurur gibi, kavimsel çizimlerini kendi bölgelerine böylesine maharetle çizmişlerdir, bence mesele budur. Siz şimdi uçakla giderken yukardan nasıl ay yıldız bayrağı gördüğünüzde hımm anlaşıldı Türk topraklarına geldik diyorsunuz, oradaki amaçta odur.
Diğer kötü haberim, bir dönemler duyduğumda benimde sevindiğim fakat derin araştırınca alakası olmadığını görüp üzüldüğüm olay ise, sümer çizimlerine göre On gezegen yoktur. Abartmayla görünen çizimi yanlış yorumlamayla otobüs gibi geçen gezegenler bekler olduk.
Yine burda cahilce, cahilce değilse terbiyesizce insanlar yanlış bilgilendirilmektedir. Buyrun günümüze kadar ulaşan çizimin manasını inceleyelim.
Öncelikle 6 bin sene evvel evet sümerlilerin bu bilgiye ulaşması mümkün değildi ya kendileri uçtu yada uzaylılar bu bilgiyi onlara verdi vs yaklaşımı vardırki şöyle yanlıştır. Uzaylılar bu bilgiyi verdiyse neden dünyanın uydusu AY gezegen oldu o zaman, buraya kadar gelen uzaylılar o kadar geri zekalımı idi sorusu ortaya çıkar, ayrıca sümer yazıtların şimdiye kadar kullanılan gezegen isimleri sanırım 6 idi, madem on gezegenden haberleri vardı neden diğerlerine isim vermediler.
Sümerlerin bir federasyon gibi sisteme bağlı olduklarını unutmayalım, bu sistemde krallar boynuzlu çizimle gösterilir, en tepedeki imparator seviyesindeki, kanatlı gösterilir ve kartal başlı olur, bu bizdeki balyoz gibi eli var gibi anlamdadır, balyoz gibi eli var demeyle adamın eli balyoz demiyoruz değilmi :) veya elleri kartal pencesi gibi, ensesi boğa ensesi gibi vs vs, görüldüğü gibi bu tanımlar Türklerde var ve bu duvar çizimlerinde eller pençe vs gibi benzetmeler bizdeki bu anlamları temsil eder.
ve işte sümerde on gezegen bilgisi vardıyı bu bilgilerle yorumlamak zorundayız, bence çizim günümüz cumhurbaşkanlığı forsundaki anlama yakındır, forstaki anlam, güneşin çevresindeki yıldızlar Türklerin şimdiye kadar kurmuş oldukları devletleri temsil eder. Şimdi bende ona yakın birşey diyorum, sümerler bir federasyona bağlıdır bu federasyon on ana kraldan oluşur, resimde gördüğünüz, güneşin çevresindeki yuvarlak işaretler bunu temsil eder, yuvarlıkların büyüklükleride, onların ülke olarak veya nufus olarak büyüklüklerini belirtmek içindir. Diğer taraftan ay yıldız sümer kabartmalarında sıkca görülür, görüldüğü içinde bizdede bayrağımızda olduğu için kutsallaştırdığımız bu şekillere ulvi dini anlamda ayrıca bir kutsallık yükleyip onlara tapıyoruz anlamı bugün ne kadar yanlışsa o dönem insanlarınında onlara tapıyorlardı dememiz bence yanlıştır. Bahsettiğimiz insanlara neden medeniyet deniyora şöyle bir karşılaştırma yapalım, tahribi 5 bin sene evvel yaşamış bu toplum evlerinin içine suyu getirmiş, yani evde su var ki çoğu evde günümüz dünyasında su var, artı evin içine WC kurmuşlar ve bu WC ler kanalizasyonla dışarı gitmekte, en gelişmiş denilen ingilizleri ele alalım, 100 sene evvele kadar bırakın evin içinde hatta dışında bile WC yok, adam evde bi kabın içine kakasını yapıyor peşine kalkıp çamdan sallaa :) yani 100 sene önceki ingilizlere göre 5 bin sene evvel ileri imişler demi. :) ciddi bir araştırmada yapıldığında sümerlerin birde taharet abdesi aldıklarını buldunuzmu buyur, adamlar günümüz ingilizlerinden vede avrupasından milyon sene ileri rahat dersiniz :
Diğer taraftan Türkiyenin her bölgesi aynımı bilemeyeceğim ama, karadenizde, dağdan aşağıdaki bakkala gideceğinizde aşağı gidiyorum, bakkaldan eve döneceğinizdede yukarı çıkıyorum dersiniz, şimdi, bu mantıkla olaya baktığımızda, antartikada dediğim gibi bir nesil hala daha ileri bir teknoloji ile yaşıyorsa pek tabi uçan araçlarınla gelecekler vede yukardan gelecekler, yürümede gelseler dünyaya göre yukarda oldukları için bugün her nasıl avusturalyalı avrupa demiyorda aşağısı diyorsa, onlarda yukardan geldiler diyecektir, bunlara değişik anlamlar yüklemek kişinin amacına göre değişebilir. Mesela Niburu sümercede gemi, tekne anlamına gelen bir kelime, fakat anladığım saltanat gemisi gibi birşey ki, geldiği dönemler amirler memurların geldiği birşey, işte nasıl başbakanın geleceği araba bugün tarif ediliyorsa sümerlerde anlatımlarını aynı o mantıkla yapmışlardır. Bu bizim bölgemize ait davranış, ve anlatım şeklidir, başbakanını, gördüğünde takmayan ingiliz ordaki anlatımı istesede anlayamayıp yanlış anlamı istemedende kurabilir.
Mısırdaki çizimlerede baktığınızda bizlere anlatıldığı gibi her yer tanrı kaynıyor, bu millette ne kafası basmaz imiş diye düşünmeyin, onlarında öyle birşeye inandığını sananların o cahilliğine şaşın bence, çünkü düşündüğünüzde, insanları her dönem uyaran, bilgilendiren Allahı Teala onların o kadar geri zekalı kalmasına inanın müsade etmemiştir. Şöyle düşünelim bugünkü kurulan modern dediğimiz sistemi aklınıza getirin, nasıldır sistem, milletvekilleri, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı. Artı şuda yine aklınızda olsun diyelim bize mısır Tanrısı diye gösterdikleri figürün önüne diyelim geyik başlı insan vucudlu biri gelmiş eğilmiş, yukarda belirttiğim gibi düşünün, geyik o zaman hangi toplumun sembolü ise işte onların amirleri yani başları gelip saygısını sunuyor mesele bu. Her konu bizdeki bakanlık gibi ayrılmış, nedensede o dönem verilen bu ünvanlar günümüzde Tanrı diye çevrilmiş, yani siz bakanları tanrı diye çevirin en tepedekinide tanrıların tanrısı diye tercüme edeceksiniz ki, bunlar bence ciddi kasıtlı çeviriler. Her iş kolunun temsili bir hayvan figürü vardır ve bu iş kolunun en üst sorumlusuda o hayvan başıyla resimlendirilmiştir. Bizim böylesi saçmaca yorum yapacağımız akıllarına gelseydi eminim başka bir yol düşünürlerdi.
Pek tabi her dönemde bu fravunlara tapanlarda çıkmıştır, o tipler sanki şimdi eksilmişmidir :) müslümanın şunu düşünmesi lazımdır, yaradan her kavme uyarıcı gönderdim diyor, nerde bu uyarıcıların gönderildiği medeniyetler, yaradan insanları öyle kara cahilmi bırakmıştır, bu hatayı yapmayın. Bu hataya düşerseniz yine birilerinin düşünmenizi istediği oyuna gelirsiniz. Biran için bile olsa bu görüş açısının doğruluğunu kabul edip dünyaya bakın, bu bakış açısınla ortada açıklanamayacak birşey kalıyormu? Kalmıyorsa doğru olan nedir? Tepemizde fravunlar var nefes aldırmıyorlar diyorsanız, onların anlattıklarının doğruluğunu analiz yapmadan kabul etmeniz, gönüllü köle olmak demektir. Verilen bilgileri ayeti kelime gibi doğru kabul eder bunlarla düşünmeye başladığınızda gönüllü olarak beyin kontrolünüzü başkasına verirsiniz.
Bu dünyanın veya sizlerin yarın garantisi varmış gibi yıllar ötesine planlar kurmak ne kadar mantıklıdır. Şeytan ve hizmetcileri var deyip onları tatilde sanmayın, günümüzde gözümüzün içine soktukları gerçekler şeytanın uyumadığını tatildede olmadığını gösteriyor.
Şeytan sözünü tuttu, ve insanoğlunu Allahın yarattıklarını değişecek bilgi seviyesine getirtti, şidmi siz yaradanın buna duyarsız kalacağını sanıyorsanız ciddi yanılgıdasınızdır.
Bu deliller son raunda girdiğimizi göstermiyormu size. Son bir haber okuyun, düşünün deyin kapayalım, iyi okuyun bizler için düşünülen, düşündükleri o güzel yarınları.
(NİSA suresi 119. ayet) (Resmi: 4/Inis:98/Alfabetik:82)
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِیًّا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُبٖينًا
Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le amurrannehum fe le yubettikunne azanel en'ami ve le amurannehum fe le yuğayyirunne halkallah, ve mey yettehiziş şeytane veliyyem min dunillahi fe kad hasira husranem mubina.
Y.N. Öztürk "Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim. Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah'ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır
Bu virüsle Allah inancını yok edecekler
Pentagon, insanlarda ‘Tanrı geni’ diye de adlandırılan VMAT2 genini yok etmek için çalışma başlattı. ABD bununla Tanrı geninin beyindeki bazı molekülleri kontrol ederek, genlerimize işlemiş olan inanç duyusunu yok etmeyi hedefliyor.
Pentagon, insanlarda ‘Tanrı geni’ diye de adlandırılan VMAT2 genini yok etmek için çalışma başlattı. ABD bununla Tanrı geninin beyindeki bazı molekülleri kontrol ederek, genlerimize işlemiş olan inanç duyusunu yok etmeyi hedefliyor.
Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı Pentagon’un korkunç bir proje üzerinde çalıştığını gösteriyor. İddiaya göre Pentagon insanlardaki Allah’a inanmayı sağlayan ve ‘Tanrı geni’ diye de adlandırılan VMAT2 genini yok etmek için çalışma başlattığı ortaya çıktı.
Savunma Bakanlığı Pentagon yetkililerine göre plan şöyle işleyecek. Laboratuvarda geliştirilen bulaşıcı bir grip virüsü insanların toplu yaşadığı mekânlarda yayılacak.
Virüs yaygınlaştırılınca bu virüsü engellemek bahanesiyle ‘funvax-fundamentalists vaccine’ yani ‘köktenci aşı’ denilen bir aşı ile kullanılacak. Bunun içinde kuş gribi ve domuz gribi virüslerinde olduğu gibi Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel organizasyonlar devreye girecek.
devamı ve vidyoyu izle: http://www.habertime.net/dunya/abd-allah-inancini-yok-etmeye-calisiyor-video-48129.html
Virüs yaygınlaştırılınca bu virüsü engellemek bahanesiyle ‘funvax-fundamentalists vaccine’ yani ‘köktenci aşı’ denilen bir aşı ile kullanılacak. Bunun içinde kuş gribi ve domuz gribi virüslerinde olduğu gibi Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel organizasyonlar devreye girecek.
devamı ve vidyoyu izle: http://www.habertime.net/dunya/abd-allah-inancini-yok-etmeye-calisiyor-video-48129.html
Bu haberden tüm insanlığın haberdar olması, okuması düşünmesi lazımdır, bir kominist vatanı için seve seve ölmüyormu, böylesi mazeretlerle Allaha saldırmayı, ancak beyni uyuşturulmuş salak konumuna getirdiklerine inandıklarını salak yerine koyabilip böyle rahatlıkla anlatabilirler. Anlaşılan toplumun büyük çoğunluğunun salaklaştığına beyinlerinin kontrol altında olduklarına ikna olmuşlardırki böylesi bir aşamaya geçip bunu alanen söyleyebilmekteler.
Hayvanlarda ve otlarda bile yaradan bilinci vardır, o bilincimizin elimizden alınmasının bizi ne yapacağını düşünün.
Şeytan verdiği yemine sadık kaldı, şeytan insanı o değişiklikleri yapma aşamasına getirdi, kendisine farkında olmadan bile hizmet edecek insanlarıda, insanlığa hizmet ediyormuş düşünce ve inancıyla bu saldırıda artık alanen kullanmaktadır. Buradaki saldırı insanlığa değil yaratıcının kendisinedir, Allahı Teala hangi Hodri meydandan çekinmiştir.
eldeki deliller gösteriyorki, bizim neslimizde şımarmış haddi aşmaya başlamıştır ve Yaradanın buna cevabı geçikmeyecektir. Sorun ölmemiz veya yaşamamız değildir, derdimiz hayatta kalmak hiç değildir, korkumuz birşey yapmazsak yaradanın yüzüne hiçbirşey yapmamış olmanın vereceği utançla bakamamaktır. O Alemlerin Rab'biki bize dostluğunu teklif etmiş, bizle dost olmayı beklemektedir ve Gerçek ölüm YARADANA ulaşamamaktır.
Gerçeklerin FARKINDA OLMAKTA birşey yapmaktır, artık uyanalım, farkında olalım.
(A'RAF suresi 179. ayet) (Resmi: 7/Inis:39/Alfabetik:9)
وَلَقَدْ ذَرَاْنَا لِجَهَنَّمَ كَثٖيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا اُولٰـئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ اُولٰـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Ve le kad zera'na li cehenneme kesiram minel cinni vel insi lehum kulubul la yefkahune biha ve lehum a'yunul la yubsirune biha ve lehum azanul la yesmeune biha, ulaike kel en'ami bel hum edall, ulaike humul ğafilun.
Andolsun biz,cinler ve insanlardan,kalpleri olup da bunlarla anlamayan,gözleri olup da bunlarla görmeyen,kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik.İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.Isra:36. Ayet - Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz, gönül; bunların her biri ondan sorumludur.6 Enam:159.Ayet - Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir.
Bu makaledeki görüşlerimizi destekliyorsanız www.kutsalkitaplar.net adresini veyahttp://untolduntilnow.com/ ziyaret edip, facebook sayfamıza katılın sesimizi daha gür duyuralım lütfen. Zaman yaradanın mucizesini gösterme, zaman değişim zamanıdır, buna inanın, inanç iman bu işte tüm püf noktasıdır, herşeye muktedir olanın Allah olduğuna iman edin, paranız size bazı imkanları yine yaradan müsade ederse sunar, tüm güç Allahı Tela'ya aittir, o istemezse birşey olmaz, yapamazsınız.Sizi yönetenler dokunulmaz ulaşılmaz olduklarıyla beyninizi yıkamıştır, inanın kalpten edeceğiniz bir duaya yaradan size istediğiniz ne kapıları açar, şüphe etmeden dua edin, yaradanın oku dediği kelamını anlayıp okuyun, anlamadan okumak okumakmıdır, aklınıza sahip çıkın, tüm oyunlar aklınız üzerine oynanmaktadır. Aklınıza sahip çıkın, yaradana sizi ulaştıracak olanda odur.
Yazar :: Metin YILMAZ
Telif hakkı©2011 Metin YILMAZ www.kutsalkitaplar.net Bu sitenin bütün hakları saklıdır.Kutsalkitaplar.net sitesinde bulunan bize ait makaleler ve e-kitaplar (A'dan Z'ye Kitabı Mukaddes) yazarın izni alınmadan ticari amaçla kullanılamaz. Ticari amaç taşımayan kullanım, yazarın ve sitenin kimliği belirtilerek kullanılabilir. kutsalkitaplar.net sitesinde yayınlanan yazılar yazarların kendi kisişel görüşleridir. Yazıların her türlü sorumluluğu yazıyı yazan yazarına aittir.
Tekrar kullanım:Bu sitede bulunan bize ait makaleler, kopyelenip ücret ödemeksizin aşağıdaki şartlara uyup kullanılabilir.(1) - Kesinlikle ücret talep edilmeyecek.(2) - Makalelere herhangi bir yazı eklenmeyip, çıkarılmayacak. Websitenizde en az harf büyüklüğü 10pt kullanılacakSitemizde yer alan yazılar ve haberler kaynak URL belirtilerek kullanılabilir. Not:Yukarıda bahsettiğimiz bu şartlar bize ait olmayan makaleler için geçerli değildir.