İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ
BÖLÜM 21
136- İcmâ'ın Târifi
Icmâ'ı, İslâm fıkhının usulünden bir delil olarak a'..an ekser ulemanın tarifine göre İcmâ, bir asırda yaşayan İslâm Ümmeti müctehidlerinin her hangi bir dînî emir üzerinde ittifak etmeleridir.
Bu tarif icmâ'ın en doğru tarifidir. Usul ulemasından büyük bir kısmının seçtiği tarif budur. îmam Şafiî Risalesinde bu tarifi zikretmiştir. îmam Şafiî, icmâın mânasını yazıp onunla ih-ticac ve istidlal yolunu, İslâm fıkhında muteber olduğunu beyan edenlerin birincisi sayılır.
Ebû Hanîfe icmâı fıkıhta bir asıl sayıp ictihatlerini onun üzerine kuruyor muydu? Hanefiyye Mezhebi uleması buna evet diye cevap veriyorlar ve bir sürü mes'ele zikrederek Ebû Hanî-fe'nin ve ashabının icmâı bir çok suretleriyle kabul ettiklerini beyan ediyorlar, Kavlî icmâı kabul ediyorlar, sükûtî icmâı delil alıyorlar. Müctehid ulemanın bir emir hakkında iki görüş üzere ihtilâf etmiş olmalarını icmâa muhalefet addediyorlar.
137- Ebü Hanîfe'ye Göre Îcmâ' Bîr Delildir.
Ebû Hanîfe'nin icmâ hakkında görüşünün böyle olduğunu söylüyorlar ve ondan menkûl olan meselelerden ve ashabın közlerinden bunu çıkarıyorlar. Ve aşağıda beyan edeceğimiz veçhile icmâ'da bir takım şartlar aradığım kaydediyorlar.
EbA Hanîfe'nin Kitap. Sünnet, Sahabe kavilleri ve kıyas gibi icmâi da delil olarak aldığını gösterir bir ibare bulabilmek için Ebû Hanîfe'den yapılan rivayetlere ve onun fıkıh usulünü beyâna başlarken bahsin başında zikrettiğimiz iki ibareyi bulabildik:
1- Mekkî'nin Menâkıbında kaydettiği ibare ki o da şudur: «Ebû Hanîfe bir belde halkının birleştiği şeye şiddetle tâbi olurdu.»[1]
2- Şehl b. Müzahım onun hakkında şöyle diyor: «Ebû Ha-pîfe'nin mesleği mevsuk olanların rivayetlerini almak, çirkinden 'kaçmak, halkın muamelâtına bakmak, istikamet üzere yürüdükleri ve işlerinde salâh üzere birleştikleri şeyleri kabul etmektir.»[2]
Ebû Hanîfe'nin çağdaşı olanlardan bu iki kişinin rivayeti onun fıkıhtaki yoluna ışık tutmakta ve bize göstermekte ki: O kendi beldesindeki fukahâmn icmâ ettikleri, birleştikleri şeye tâbi olurdu, nas bulunmıyan hususlarda insanların muamelâtı üzere yürürdü. Bu şüphesiz ki onun, müctehidlerin icmâını evveliyet-Ie kabul ettiğini gösterir. Kendi beldesi fukahâsma şiddetle tâbi olanın bütün ulemanın birleştiği şeye daha çok tâbi olması gerekir ve yakışan budur.
138- Îcmâ'la İstidlalin Safhaları
Öyle anlaşılıyor ki, fukahâ arasında icmâın hüccet ve delil itibar edilmesi üç safhadan geçerek tedricen olmuştur:
1- Ashâb-i Kiram kendilerine arz olunan mes'eleler hakkında içtihat ederlerdi. Hz. Ömer Devletin umumî siyasetine dair işleri görüşmek ve müşavere etmek üzere çok defa Ashabı toplar, onlarla fikir teatisinde bulunurdu. Muayyen bir hususta görüşleri •toplandı mı karar verirler, siyaset onun üzerinden giderdi. Görüş ayrılığı olursa o zaman mübahase ve münakaşa yaparlar, nihayet ulema kararını verirdi. Nasıl ki Irak'da fetholunan arazi hakkındaki ihtilaf da böyleydi. Bu arazi Gaziler arasında taksim ve tezyi mi edilmeli, yoksa Beyt-ül-mâle ait mîrî arazi bırakıpta geliriyle serhatlar muhafaza edilip harb teçhizatına mı sarf olunmalı? Bu hususu hal için Hz, Ömer Ashabı topladı, iki görüş ortaya atılmıştı. Müzakere ve mübahase iki gün sürdü, nihayet arazinin Beyt'-ül-mâle âit olmasına karar verdiler: işte bu karar bir nevi' icmâdır; buna muhalefet caiz değildir.
2- İçtihat asrında her müctehid imam, içtihadını yaparken memleketindeki fukahâmn re'yine aykırı birşey söyleyip onlara karşı gelmemeğe çalışırdı. Ortaya kimseye uymryan bir düşünce atmaktan çekinirdi. Ebû Hanîfe kendisinden önceki Küfe fuka-hâsı arasında icmâen kabul edilmiş şeylere şiddetle tâbi olurdu, imara Mâlik Medine halkının icmâ.ım haber-i vâhıd olan Hadîse takdim ederdi. Böylelikle icmâı. muhalefeti caiz olmıyan hüccet ve delil sayma fikri teşekkül etti.
3- Icmâm delil olduğunu gösterir Hadîsler vardır. «Ümmetim dalâlet üzere asla toplanamaz.» «Mü'rninlerin iyi ve hoş. gördüğü şey, Allah indinde de iyidir.» Bu iki Hadîsten. başka imam Şafiî, Hz. Ömer b. Hattâb'dan da şu Hadîsi rivayet eder: Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem Efendimizin şöyle dediğini işittim, diyor: «Cennetin nimet, ve rahatlığı sevincini istiyen kimse cemaata sarılsın, cemaatla bir olsun, çünkü şeytan tek olanladır, ikiden uzaktır.»
139- Îcmâ' Hakkında Fukahânın Sözleri
İçtihat asrında icmâı delil tutmak işte bu esas üzerinde gitti. Öyle anlaşılıyor ki, icmâm mânâsı tayin ve tesbit olunup yazılmış değildir. İcmâın mün'akid olup olmadığı hususu bir çok mes'elelerde ulema arasında ihtilâf mevzuu idi.
Görüyoruz kî, îmam Ebû Yusuf, îmam Evzâî'nin Siyer ki-.tabına cevap verirken onunla icmâ-ı ümmetin mânasını münakaşa ediyor. Evzâî süvari atlarına hisse verdiği halde yük atlarına hisse vermiyor. Ve şöyle diyor: «Müslümanların imamları geçmişte yük atlarına hisse ayırmazlardı, nihayet Velid b. Zeydin katlinden sonra fitne coştu.» «Ebû Yusuf buna şöyle cevap veriyor: «Bunu bilmiyen, atla yak atı (feres ile birzevn) arasım ayır-mıyan kimse yoktur sanırım. Arapların hiç ihtilâfa yer olmıyan maruz sözlerindendir: Bu at sürüsü derler, halbuki çoğu veya hepsi yük atıdır. Demek at hepsine şâmildir. Sonra bildiğiniz diğer bir cihet de var ki: Yük atları harbde daha kolay idare edilir, kullanılması süvariden daha yumuşaktır, maksada daha yararlar. Evzâî'nin: Geçmiş imamlar onlara hisse vermezdi, sözüne gelince, bunlar onun vasfına göre Hicaz ehlidir. Veya güzelce abdest almasını, Teşehhüdü, usul-ü fıkhı bilmiyen bâzı Şam üstadlarındandır.»[3]
Burada görülüyor ki, Evzâî icmâı delil tutuyor. Ebû Yusuf da icmâm mün'akid olmadığını ileri sürüyor. Ve Evzâî'nin re'-yinde onlann Hicaz uleması ve ulemadan sayılmıyan bâzı Şamlılar olduğunu söylüyorlar. Böylelikle bu mes'elede icmâ' yoktur, demek istiyor. Ve icmâın hüccet olduğunu Ebû Yusuf da kabul ediyor.
Yine diyoruz ki, îmam Şafiî sonraları bu gibi mes'elelerde icmâm mün'akid olup olmadığı hususunda çoklariyle münazaralarda bulunuyor, münakaşalar yapıyor. Hattâ bâzı münazaraları onu icmâm -vücudunu inkâra götürüyor. Ancak usûMi dinde ve öğle namazının farzının dört rek'at olduğunda ulemanın icmâı gibi mes'elelerde icmâ' olduğu muhakkatır.»[4]
Bunlar bize gösteriyor ki, icmâın aslında ittifak etmekle beraber, ulema ictihad asrında icmâm in'ikadında ihtilâfa düşmüşlerdir, icmâın beyan ettiğimiz mânada tarifini ilk olarak yapan ve bunu risalesinde yazan imam Şafiî Hazretleri olmuştur diyebiliriz.
140- Hanefiyye Sükûtî İcmâı Kabul Eder
Hanefiyye fukahâsına gelince icmâm hüccet olduğunu takrir ettiler ve bunu Imam-ı A'zam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf ve Mu-hammed'e nisbet ettiler, icmâm nevileri arasında bir fark yapmadılar, ister kavlî icmâ', ister sükûtî icmâ' olsun Hanefiyye üs-tadlarmın sözü böyledir, deyip keskiler. Sükûtî icmâa Hanefiyye ric'at namını verirler. Sükûtî icmâ' şöyle olur: imamlardan veya müctehidlerin birisi arasında her hangi bir mes'elenin hükmü mezhepçe takarrür etmeden önce, o mes'ele hakkında bir hüküm verir. Ve bu hüküm, zamanındaki halk arasında yayılır. Kimse ona karşı gelmez, herkes susar. Bu o mes'ele kabul edilmiş demektir.
Sükût icmâ' amelen de olur. Şöyle ki: icmâ' ehlinden biri iş işler. Zamanındaki halk bunu görür ve bilir. .Kimse bu işin yapılmasını inkâr edip aleyhte bulunmaz. Böylece zaman geçer, herkes onu kabul etmiş sayılır. [5]
İşte böylece Hanefiyye sükûtî icmâı hüccet ve delil sayıyor. Bunun Kavil olması şart değil, amel hakkında da sükût olabilir.
Fahr'ül-îslâm Pezdevt.bu icmâm hüccet olduğunu şöyle anlatıyor: «Onların hepsinin bunun hakkında birşey demesi güç ve âdet olmıyân bir şey. Her asırda âdet olan şudur: Kibar mücte-'hidler fetva vererek hallederler, diğerleri onlara teslim olup uyarlar. Biz sükûtu burada teslim olma mânasına alıyoruz. Çünkü burası mes'ele hakkında fetvanın vâcib olduğu bir yerdir, eğer verileri hükme muhalif olsaydı bunu bildirmesi lâzımdı. Hak hususunda susmak haramdır.»
Hanefiyye sükûtî icmâı hüccet olarak alıyorlar ve bu onların kaidesi asliyelerinden biri oluyor. Bu asla göre: Ashab veya onlardan sonrakiler bir hâdise hakkında iki veya daha çok ve fakat belli kaviller üzere ihtilâf ederlerse ve bu hadise hakkında başka üçüncü bir kavil olmamak şartiyle bu icmâ sayılır. Onun hakkında başka bir kavil ortaya atmak caiz değildir. Keşf'ül-Es-r sahibi bunun cumhur ulemanın re'yi olduğunu söylüyor.
Şüphesiz ki bir mesele hakkında Ashâb-ı Kiram ihtilâf ederse onların kavilleri dışına çıkmak caiz olmadığını onlardan birisi söylemiyor. Belki müctehid kıyaslarına uygun olanı seçer. Ebû Hanîfe'nin ictihad usulünü beyâna başlarken bahsin başında naklettiğimiz sözünün iktizasına göre onun mezhebi budun.. Bütün haberlerin te'kid ettiği oibareyi burada bir defadaha kaydedelim: «Ben bulduğum takdirde evvelâ Allah'ın Kitabında Peygamber'in Sünnetinde bulamazsam Ashabının sözlerine bakarını, istediğim sözü alır, dilediğimi bırakırım. Ve onların sözlerinin dışında başka kavil aramam, iş İbrahim Nahaî, Şa'bî, Hasan Basrî, Muhammed b. Sîrin, Said b. Musayyib —daha bâzı adamlar saydı— zevata gelince onlar nasıl ictihad ettilerse ben de ictihad ederim.»
Bu ibare gösteriyor ki, eğer Ashabın bir kavli varsa Ebû Hanîfe onları taklid ederek o kavli alıyor. Eğer bir kaç kavil varsa o zaman ictihad mesleğine ve kıyasa uygun olanı seçip alıyor.
Yine bu ibareden anlıyoruz ki, Ebû Hanîfe Ashabdan sonra gelen Tabiînin sözlerini takliden almıyor. Onlar nasıl ictihad ettilerse ben de Öyle ictihad ederim diyor. Tabiînin sözleriyle mukayyet olup onların dışına çıkmadan sakınmıyor. Onların görüşlerine muhalif olan kıyas ve ictihadları olursa kendi ictihadiyle gidiyor. Çünkü onlar gibi onun da ictihad hakkı vardır. O da onlar gibi bir adamdır.
141- Bunum Ebü Hanîfe'ye Nîsbetinîn Münakaşası
Burada iki şeye işaret etmek istiyoruz.
1- Ebû Hanîfe, acaba Ashabdan sonra gelenlerin kavillerine uyup onların dışında başka kavle bakmıyor ve bunu icmâ' addediyor muydu? içtihadında onların dışına çıkmağı caiz görmüyor muydu? Bunun cevabını yukarıda işaret etmiş bulunuyoruz. Ebû Hanîfe'den naklolunan spzîer gösteriyor ki, böyle bir şeyle kendini mukayyet görmüyordu. Meselâ o Hasan Basrî, Sîrin, Said b. Musayyip, ibrahim,Nahaî gibi Tabiîlerin sözlerine uymak mecburiyetinde olmadığını söylüyor, onlar gibi ictihad ediyor, onlardan sonra gelenlerin sözleriyle mukayyet olmıyaca-ğı daha evleviyette kalır. Çünkü onların reyleri birleşmiş değil ki, bu ittifak haddizatında hüccet sayılsın. Onlar Hz. Peygamberi görmüş değiller ki, bu görüşlerini ondan aldılar diyelim de Sünnet kuvvetinde sayalım.
Her hangi bir asırda eskilerin ihtilaflı akvâli, Hanefî Mezhebi ve diğer mezhepler müctehidîeri arasında ihtilâf mevzuu olmuştur. Bâzı ulema o akvale tâbi' olmak lâzımdır derler. Bâzıları ise tâbi' olmağı menederler ve onların ihtilâf etmeleri bu mes'elenin ihtilâfa müsait olduğunu gösterir. Herkes içtihadının vardığı neticeyi alır... Başka bir kavil de çıkabilir.
Usuliyyûndan bâzıları mes'eleyi şöyle izah ederler: Eğer ortaya yeni atılan kavil, eskilerin ittifak ettiklerini ortadan kaldı-rırsa reddolunur. Kabul edilmez, kız kardeşler ve erkek kardeş-ları gibi... Onlar ana-baba bir ve baba bir kardeşler ve kız kardeşlerle ceddin mirasçı olmasında ittifak etmişlerdir, fakat sonra ihtilâf ederek bâzıları onunla bütün kardeşleri ve kız kardeşleri mahrum bırakırlar, bâzıları iştirak ettirirler. Mahrum bırakmazlar. Eğer bir müetehid çıkıp ta o müstahak değildir derse, onların icmâimn dışına çıkmış olur. Çünkü onlar mirasa müstahak olduğunda ittifak ettiler. Müctehidin, istihkakı yoktur, demesi kavli olan icmâa muhaliftir.
Eğer yeni kavil eskilerin ittifakını bozmazsa ve her hangi bir itibarla o akvalden birini almış oluyorsa: Meselâ Ashabın mirasım eşlerden birine ve baba ile anaya inhisarmdaki ihtilâfları gibi. As-hâb-ı Kiramdan bâzıları diyor ki: Ana terekenin mecmuundan 1/3 alır. Bâzıları hayatta olan eşlerden biri hissesini aldıktan sonra kalanın î/3 ünü ahr. Eğer biri ortaya çıkıp ta: Mirasçılar ana, zevç ve baba iseler, o zaman mecmûun 1/3 ünü alH1, eğer mirasçılar ana, zevç ve baba iseler o zaman bakinin 1/3 ünü alır, dese bu söz baştaki iki sözden dışarı değildir, icmâ'n dışına çıkmaz.
Ulemadan bâzıları diyor ki, müetehid, Ashabın ihtilâfiyle mukayyet olmak lâzımdır. Onların ihtilâflarının dışına çıkıp başkasının kaylini alamaz. Ashabdan sonrakilerin ihtilâfiyle ise mukayyet olmak lâzım değildir. îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin sözü, yukarıda da işaret ettiğimiz veçhile, bunu göstermektedir.
2- Ebû Hanîfe Ashâb-ı Kirâmm akvaliyîe mukayyet olduktan sonra onların dışına çıkmaz, o akvalden kıyasına uygun olanları seçer. Çünkü bu ona göre bir nevi icmâ'dır. Ashabın rivayet olunan akvâlini terk etmek istemez. Selefi saliha uymaktan ayrılmaz. Çünkü Ashâb-ı Kiram Resûl-i Ekremle görüşmek şerefine nail olduklarından bu feyz sayesinde din bilgileri artmış, fıkıhları çoğalmış, din ahkâmını daha iyi anlamışlardır. Dînin gaye ve maksatlarını başkalarından daha güzel bilirler. Hattâ onun şöyle dediğini naklederler:
Ashab-ı Kiramdan birinin Hz. Peygamber'le bir müddet oturması, yıllarca ilim tahsilinden daha hayırlıdır. Sonra Ashâb-ı Kiram vahiy nazil olurken bulundular. Hakkında vahiy gelen hâdiseIerin içinde bulundular. Eshab-ı nüzulü ve ahkâmı bilirler. Onun için onların akvaline uyar. Ve onun için Ashabı taklit ile diğerlerini taklit arasında fark yapar. Onların akvalinin dışına çıkmaz, onu icmâ' sayar, ihtilâf ettikleri akvâli bırakıp kavle bakmaz, icmâ'-dan ayrılmaz. Ashab ile diğerleri arasında fark yapmanın sebepleri şunlardır.
1- Ashâb-ı Kirâm'ın ictihadlan onca mukaddestir. Onları Sünnete yakın tutar. Onların, akvalinin hepsinin dışına çıkmak bid'attir, selef-i salih yoluna aykırı bir harekettir. Selâmet selef-i saliha uymaktadır.
2- Ashab her ne kadar ihtilâf da etseler yine netice itibariyle birleşiyor demektir. Onların ihtilaflı akvaline uymak da dahi: «Ümmetim delâlet üzerinde toplanamaz» Hadîsinin şümulüne girmek vardır,
Ebû Hanîfe'nin bizzat dediği gibi: Ashâb-ı Kiram sohbet şerefine nail olduklarından onların kavillerini alıp başka içtihada lüzum görmüyor... Tabiîn ise bu dereceye yükselemez, onlar da adamdırlar. Ebû Hanîfe de onlar gibi ictihad yapabilir.
142- Icmaın Şartları
Hanefiyye Mezhebi usulü ulemasından bâzıları Ebû Hanîfe'ye ve ashabına icmâ' hakkında bir takım tafsilât nisbet ederler. Meselâ icmâa ehil olanlarda .bâzı vasıflar aramak gibi. tcmâa. fasik-lar, heva ve bid'at erbabı giremezler. Fâsıklann şeref ve haysiyetleri yoktur. Halbuki icmâı bir delil gibi almakla büyük bir şeref vardır. îcmâı yapanların şerefli ve hayırlı kimseler olduklarını kabul etmek vardır. Nasıl ki Allahü Teâlâ buyurur: «Siz iyilikle emreder, kötülükten meneder olduğunuz halde insanlar arasında çıfcmış en hayırlı bir ümmetsiniz.» Bid'ad ve hevâ sahipleri ise —Hâriciler ve Râfizîler— son derece taassup sahibidirler, islâm cemaatının re'ylerini hiçe sayarlar. Onun için onların muhalefetleri nazarı itibare alınmaz. îcmâ' mün'akid olur: Demek Haricîler, Râfizîler ve fâsıklar muhalif de olsalar icmâ'a mün'akid olur ve Hanefiyyece bu hüccettir.
îcmâ'da içtihat şart mıdır? islâm dininin ana meş'delerinde, re'y ve tetkike muhtaç olmıyan, herkesçe bilinen yerlerde şart değildir. Kur'ân-ı Kerîm'in tevâtüren nakli, beş vakit namaz gibi herkesin malûmu olan mes'ele böyledir. Re'y ve içtihat mevzuu olan mes'elelerde icmâ' olabilmek için müctehidlerin ittifakı şarttır. Avam halkın muhalefetine bakılmaz, avam halk karşı da gelse icmâ' müri'akid olur.
143- Bu Şartlar Hakkında Bazı Tafsilât
İcmâın şartları hakkında da bâzı tafsilât ortaya atarlar ve bunları imamlara nisbet ederler. îcmâın mün'akid olabilmesi için o asrın geçmesini şart koşmazlar. Halbuki Şafiîye bu şartı nisbet ederler.[6]
Ebû Hanîfe ile ashabı arasında icmâın şartlarından birinde ihtilâf olduğunu söylerler. O da icmâ mevzuu olan mes'ele ictihad yapılmış ve ihtilâf olunmuş bir mes'eîe midir? Değil midir? îmam Muhammed böyle bir şeyi şart koşmuyor, icmâ' mevzuu olan mes'ele Ashâb-ı Kiram arasında ictihad ve ihtilâf mevzuu olmuş bir mes'ele dahi olsa icmâ' mün'akid olur ve ilzam edici bir hüccettir. Artık ona kimse muhalefet edemez. Hattâ bu muhalefetinde Ashabdan bâzı selef-i salibin re'ylerine uysa bile icmâa karşı gelemez Ebû Hasan Kerhî ise Ebû Hanîfe'nin icmâm hüccet olması için Ashab arasında ihtilâf mevzuu olmamasını şart koştuğunu söylüyor. Eğer Sahabeden naklolunanda ihtilâf varsa icmâ' hüccet olamaz. Çünkü ihtilâf edenlerden birinin re'yini alan kimse âsâr-ı seleften birine uymuş olur, ortaya bir bid'at çıkarmış sayılmaz.
144- Buna Teferrü Eden Bazı Mes'eleler
Bu ihtilâf fer'î mes'elenin hükmünden alınmıştır ki, Ebû Ha» nîfe'ye îmam Muhammed onda muhaliftir. O da ümm-i veledin satılması mes'elesidir.[7] Umm-i veledin satılması Sahabe arasında ihtilaflı idi. Ekserisi onun satılmasını caiz görmüyordu. Hattâ Hz. Ömer şöyle demiştir:
«Onları nasıl olur da satarsınız, halbuki onların etleri etlerinize, kanları kanlarınıza karıştı» Hz. Ali, Câbir ve diğerleri satılmalarına cevaz verirlerdi. Hattâ Hz. Ali şöyle demiştir:
«Umm-i veledin satılmaması hakkında benim görüşüm Hz, Ömer'in görüşüyle birleşmişti, fakat şimdi onların satılması reyindeyim.» Câbir de şöyle diyor: «Biz ümm-i veledleri Hz. Peygamber zamanında satıyorduk.»[8]
Ulema diyor ki: Tabiîn asrı gelince onların satılmasının caiz olmadığında ittifak ettiler. Tabiînin bu ittifakı muhalefeti caiz olmıyan bir icmâ' sayılır mı? Böylelikle mes'ele ihtilâftan çıkmış, ittifakı bir mes'ele olmuş mudur? Eğer böyle ise, o zaman kadi'-mn onların satışının sıhhatma hükmü caiz olmaz...
imam Muhammed'e göre bu satış bâtıldır, Satışın sıhhatma kadı hükmetse de hükmü caiz değildir. Onun için ulema diyor ki, imam Muhammed'e göre selef arasında ihtilaflı dahi olsa, sonradan icmâ' vuku buldu mu o delil olur. Çünkü icmâ-ı Iâhık, hilafı sabıkı kaldırır.
Ebû Hanîfe'den bu mes'elede iki rivayet var: Birine göre kadı bu satışa hüküm de verse, hükmü infaz olunmaz. Buna Ebû Ha-nîfe ile imam Muhammed'in re'yi birleşiyor demektir. Ebû Hasan Kerhî'nin naklettiği diğer bir rivayete göre bu hüküm infaz olunur. O takdirde iman Muhammed'in re'yi üstadının re'yine muhalif olmuş olur. Burada üçüncü bir rivayet daha vardır ki, onu Câmi'ul— Fusuleyn kaydediyor, kadı'nın bu hükmünü diğer bir kadı imza ederse, o zaman hüküm nafiz olur.
Satış hükmünü men eden rivayete göre Ebû Hanîfe'nin re'yi Tabiîn arasındaki icmâı delil olarak almaktadır. Sel^f-i salih arasında Sahabe zamanında ietihad mevzuu olan bu ihtilaflı mes'elede icmâ mün'akid olmuştur.
Satışın sıhhatma verilen hükmü caiz gören rivayete göre ulema bundan türlü neticeler çıkarmaktadır. Ebû Hasan Kerhî, Şems'ül-Eimme Halvânî ve diğerleri diyorlar ki, Ebû Hanîfe icmâı ilzam edici bir hüccet saymak için onun Sahabe arasında ietihad ve ihtilâf mevzuu olmamış olmasını şart koşuyor.
Bâzıları ise burada Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed arasında ihtilâf olmadığını söylüyorlar...
145- Ümm-i Veledin Satılması İhtilaflı Bîr Mes'eledîr
işte bazı ulemanın bu nevide icmâı hüccet sayıp saymama hususunda. Ebû Hanîfe ile Muhammed arasındaki ihtilâfı çıkardıkları mes'ele budur. Biz okuyucunun önüne bütün tafsilâtıyle serdik.
Bütün bunlar iimm-i veletlerin satılmasının caiz olmadığı hakkında Tabiîn arasında icmâ' olduğu iddiasına dayanmaktadır. Bu icmâ' iddiası şüpheye yer vermiyecek bir surette sabit midir? Bakıyoruz, Tabiînin üstadı Said b. Musayyib Medine'de onların satışını menediyor. Kûfe'de İbrahim Nahaî bu satışı yasak ediyor. Ebû Hanîfe üstadı Hammâd'dan; o, İbrahim Nahaî'den, rivayet ediyor ki, Hz. Ömer b. Hattab Resûl-i Ekrem'in minberi üzerinden nida ederek ümm-i veledîerin satılması haramdır, diye haykırdı. Câriye efendisinden bir çocuk doğurduğu zaman onun üzerindeki kölelik kalmaz.[9] Kûfe'nin fakıhı İbrahim Nahaî ile Medine fakıhı Said b. Musayyib'in ittifakı icmâa delil sayılır mı? Onlarla birlikte acaba Basra, Mekke, Şam, Yemen vesair yerlerdeki Tabiîn fu-kahâsi ittifak etti mi? Her Tabiî kendinden önceki müctehidin böyle dediğini haber verdi mi?
Zâhir-i rivaye kitaplarının şârihi olan Serahsî'nin Mebsutun-da ümm-i veled bahsine bakıyoruz, görüyoruz ki, bu satışın ihtilâf mevzuu olduğunu ve Hanefiyye de dahil olmak üzere Cumhurun re'yince bu satış sahih olmadığını kaydediyor. Sonra Cumhurun re'yine Hadîsten, Sahabe kavillerinden ve kıyastan deliller bulup getiriyor. Fakat icmâı delil göstermiyor.
Bu icmâın in'kadı üzerinde durulacak, tedkik mevzuu bir imVele olunca icmâm mün'akıd olduğu delille sabit sayılamaz. îcmâ' varmış gibi çıkarılan hükümler de teslim olunmaz. Çünkü onlar sabit olmıyan bir emir üzerine kurulmuştur. Ümm-i veledin satılmaması hususunda Tabiîn arasında icmâ' mün'akid • ıMuğunu farzederek, haydi bunu teslim edelim, fakat Ebû Ha-nîfe'nin burada hüccet olarak aldığı delil nedir? Görüyoruz ki o Kitab'ül-Âsâr'da buna Hz. Ömer'in haberini delil getiriyor, icmâı zikretmiyor. Ne müsbet, ne menfî surette ona hiç temas etmiyor.
Doğrusu bu mes'eleden yapılan hüküm çıkarma, sağlam bir esasa dayanmıyor. Öyle ki Ebû Hanîfe hükümlerini verirken bu icmâ' fikri müsbet veya menfî onun üzerinde müessir olup olmadığına insanda bir kanaat hâsıl olmuyor.
146- Icmâ Kat'ı Bîr Hüccettir
Hanefiyye mezhebi usul uleması, icmâın kat'i hüccet olduğunu zikrederler. Bâzı ulema ise onun zannî hüccet olduğunu söylerler.[10]
Fahr'ül-îslâm icmâı üç dereceye ayırır:
1- En âlâsı Sahabenin icmaldir. Onu mütevâtir Hadîs gibi kat'i tutuyor. Kat'i deliller gibi kat'iyet icabeder. Zira Ashab gördüler ve bilirler.
2- Ashabdan sonrakilerin icmâı, bu da Hadîs-i meşhur gibidir.
3- İctihad mevzuu olan bir fasılda vâk'i icmâdır ki o. bu hâle göre haber-i vâhid gibidir, zannîdir. Onda şüphe mevcuttur. Bunların hepsi icmâ haberi tevatür yoliyle nakledildiği takdirdedir. Fakat icmâ haberi, haber-i vâhid yoliyle jcmâı dahi olsa yine böyledir. Zira Sahabenin icmâı haddizatında kat'iyet ifade etse de haber-i vâhid yoliyle nakledilmesi, onda bir zan uyandırır, haber-i vâhid olan Hadîs gibi olur, çünkü Hz. Peygamber'in sözleri haddizatında dinde kat'iyet ifade eder, fakat nakil yüzünden haber-i vâhidler zannî oldular. Zan, nakil sebebiyle geldi.
icmâ her halde kıyasa takdim olunur.
Fahr'ül-îslâm Pezdevî diyor ki: «îcmâı inkâr eden dîni iptal eder. Çünkü usul, dînin hepsinin esas ve dayanağı, Müslümanların icmâına varır.»
147- Îcmâım Bîr Senedi Vardır
İcmâ hakkında Fahr'ül-îslâm'ın dediklerinin en kısa hulâsası budur. Acaba bunlarda Ebû Hanîfe'nin ve Ashabının akvâli anlatılmış oluyor mu? Her ne kadar bu re'ylerin sonra nısbetinde dayandığı şeyi söylemese de zahir olan budur.
Bu ahkâmın Ebû Hanîfe'ye ve ashabına nisbeti ne olursa olsun, biz burada Fahr'ül-Islâm'ın ve diğer usul ulemasının takrir ettikleri bir işe işaret etmeği hakikat borcu biliyoruz: îcmâın hüccet olduğunu söyleyen ulema, icmâın bir senedi olması lâzımdır, derler. Ulemayı icmâa sevkeden bir şer'î sened olmaksızın ulemanın bir şey üzere icmâ' etmeleri mümkün değildir. Ulema o şcr'î senede göre ortaya bîr hüküm çıkarır, Fahr'ül-tslâm buna icmâa bâis olan sebep namını verir. îcmâın bu senedi veya bâis sebebiyle ya Hadîs veya kıyas olur. O sened sebebiyle icmâ' yapılır. Fakat icmâ'ın in'ikadından sonra olunur. îlzam eden bir delildir. îlzam eden artık senedi olan haber-i vâhid ve kıyas değil de icmâın kendisi olur. Artık orada o dediğine müeddi olur mu, olmaz mı diye icmâın senedinde münakaşa yapılmaz ki, ic-mâı yapanlar muahaze olunmağa meydan verilsin. Senede bakılmaz, icmâ' hüccet olmuştur. Böylelikle: «Ümmetim dalâlet üzere asla toplanmaz.» Hadîsi tahakkuk eder.
148- İslâmda Îcmâ' Hakkında Avrupalıların Yanlış Görüşleri
Bunlar Ebû Hanîfc'ye ve diğer ulemaya nisbet olunan sabit ve mukarrer umur olup bedîhiyât derecesinde şeylerdir. îcmâ' hususunda ulemanın dediklerine vâkıf olanlar bunları bilirler.
Burada Müslümanlar nezdinde icmâın hükmü hakkında bâzı Avrupalı muharrirlerin görüşlerini münakaşa yapmağa bir hakikat borcu addediyoruz. Diyorlar ki: «îcmâın esası olan Hadîs-i şerif şudur: «Benim Ümmetim delâlet üzere ittifak edemez.» Keza şu Âyetler de ona İlâve olunur: Meselâ Nisa Sûresinin 115 inci Âyetinde «Mü'minlerin yolundan başkasına uyanlara» azap va'd olunur. Bakara Sûresinin 143 üncü Âyetinde: «tşte böylece sizi ortada yürüyen ümmet kıldık.» buyrulur. (Ümmet-i vasat, karşılaştır: Beyzâvî tefsiri) bundan dolayı, halkın tefekkür ve ameller yoîiyle akideler ve sünnetler yaratmak kudreti vardır, yalnız başka bir yol ile telâkki ettiklerini teslim ile kalmazlar. Ve böylece ilkin bir bid'at olan bâzı şeyler icmâ sayesinde kabule şayan olmuş ve kendinden önceki Sünnetlerin yerini almıştır. Meselâ bu yoldan, evliylara tazim ve onlardan medet ummak fi'Ien Sünnetin bir cüz'i hâlini almıştır.»
«îcmâın, Peygamber'in hatâ ve günahtan münezzeh ve masum olduğu hususundaki akidesinin Kur'ân'daki vazıh Âyetlerden inhiraf etmiş olması dikkate şayandır. îcmâ', sadece önceden mukarrer olmıyan işleri takrir etmekle kalmıyor, aynı zamanda
sabit ve cidden mühim akideleri de tamâmiyle değiştirmiş oluyor. Onun için bugün gerek Müslümanlar ve gerekse Müslümanlardan başkaları arasında icmâa büyük ve faal bir ıslâhat vasıtası gaziyle bakılmaktadır ve onlar Müslüman ümmeti ittifak ettiği takdirde îslâmiyete istediği şekli verebilir iddiasındadırlar. Ancak bu hususta icmâ'dan beklenen şeyler hakkında görüşler çok farklıdır. Icmâın tarihini araştıran Goldziher (s. 56) Vorlesungen'-de tarihî seyrine bakarak icmâm gelecekte büyük bir ehemmiyet kazanabileceğine inanmakta olduğunu belirtmekte ise de Snouck Hurgronje (Politigue Musulmane de la Hollande, s. 42. 60) fıkha tebellür etmiş bir sistem göziyle bakmakta ve icmâ'dan hiçbir şey ümid edilemiyeceğini söylemektedir.»[11]
149- Îcmâ' Bîr Çok Mes'elelerde Hüccet Olarak Alınmıştır
Avrupalıların icmâ' hakkında sözleri böyledir. Bunlar gösteriyor ki, onlar icmâ' etrafında söylenenleri doğru olarak anlamamışlardır. Onlar diyorlar- ki, icmâ' îslâmda sabit mukarrer öyle bir esas ki her hangi bir suretle onda fikir yürütmeğe imkân yok, icmâ' âmmenin icmâi imiş. Icmâın ahkâmı akâid ve amellere şâmil imiş Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin kat'î delîâetine ve Hz. Pey-gamber'in Hadîslerine tearuz edermiş, Kitap ve Sünnete takdim olunurmuş. Kitap ve Sünnette bulunmayan şeylerle yeni bir Şeriat kurmağa vâsıta olabilirmiş, icmâ'la bâzı âkideler değişmiş yerine yenileri gelmiş!..
Bunlar topyekûn icmâı yanlış anlayıştan ileri geliyor. Zira ic-mâın hüccet olması bütün müslümanlann icmâı ile değil içtihat kudretini hâiz olan müctehidlerin icmâiyla olur. Müctehidlerden onu hüccet olarak alanlar olduğu gibi bâzı mâruf müctehidlerden onun hüccet olduğunu inkâr edenler bile vardır. Bir mes'elede icmâ' iddia olununca kabul etmeyenler mevcuttur. Meselâ imam Şafiî hiçbir rhünâzırına münakaşa edilen mes'elede icmâı teslim etmemiştir. Yalnız usul-i mesâil, beş vakit namaz, farz namazların rek'atlannm sayısı ve emsali hususlarda icrnâr delil olarak alırlar. Ahmed b. Hanbeî yalnız Ashabın icmâmı hüccet olarak kabul eder. Demek icmâm hüccet olduğu herkesçe teslim olunmuş bir mes'ele değil.
îcmâın hüccet olduğunu kabul edenler, onu Kitap ve Sünnetten sonra gelen bir delil olarak almakta müttefiktirler. îcmâ' Ki-tâbullâha ve meşhur Hadîslere taaruz edemez. Ulemanın ekserisine göre icmâ' zannî hüccettir. Yalnız bir kısım ulemaya göre ancak Sahabenin icmâı kat'i hüccettir.
Bilumum ulema arasında muteber olan icmâ müctehid ulemanın icmaldir, yoksa avamın icmâı değildir. Yalnız teemmül ve istinbata muhtaç olmıyan hususlarda, meselâ namaz ve sayısı gibi mes'elelerde umumun icmâı muteber olur.
îcmâ, ekseriyetin re'yine göre, zannî hüccet olduğundan amel babında muteberdir, itikatta değil.
icmâı hüccet olarak alan ulema, icmâin Kitap ve Sünnetten behemehal bir senedi olmasında müttefiktirler. Bu sened, hükmü Kitâbullah'tan bir nassa hamlolunan bir sened mutlaka lâzımdır, öyleyse nasıl olur da Kitâb'a taâruz edebilir ve ona takdim olunur? Evet icmâin senedi haber-i vâhid olan bir Hadîs ise, icmâ'-dan sonra sabit olan hüküm, Hadîs-i meşhurla sabit olmuş gibi olur. tempona kuvvet verir.
Bunlar icmâ' hakkında sabit ve mukarrer hakikatlardır. Ulema bunu çoktan söylemiştir. Fakat Avrupalılar işleri arzu ettikleri gibi anlamak isterler. Mes'eleleri haddizatında olduğu gibi anlamazlar. Baksanıza onlar icmâ'la bid'atlannın Sünnet yerine geçtiğini söylüyorlar. Bu, îslâma iftira ve bühtandır. Bu cihetten bid'at üzerine icmâ' yapılmaz. Çünkü bid'atı işleyenlerin hâli ve adedi ne olursa olsun o dalâlettir. Dalâlet üzere icmâ' olmaz. Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Her bid'at dalâlettir, her dalâlet cehenneme götürür.»
îcmâın meşru olması ve nas bulunmıyan yerde hüccet sayılması îslâm cemaatinin birliğini sağlamak ve fikirlerini birleştirmek içindir. Çeşitli görüşlere ayrılarak şazla ameli önlemek gayesine matuftur.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. I, s.89
[2] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. 1, s.82
[3] Ebû Yusuf, El-Red alâ Siyer-i Evzâî, s 21 Mısır baskısı.
[4] İmam Şafiî, El-Üm, cüz n, s. 257.
[5] Tafsilât için Keşf'ül-Esrâra bakınız.
Sükûtî icmâın bu tarifinden anlaşılıyor ki, onun inikadı için iki şey lâzımdır:
1- Bu sükût edilen mes'ele hakkında eskiden mezhepler arasında İhtilâf vukubulmamiş olmak.
2 - Onu te'vil ve tefsir müddeti geçmiş olmak, yâni onun hakkında fikir beyan edip itiraz yapılacak kadar bir zaman geçmek.
Şunu da kaydedelim ki, sükûtî icirfâı ulemanın çoğu kabul etmez. İmam Şafiî almıyor, El-Bİsale'deki tarifine sükuti İcmâ girmiyor. Bir mes'ele hakkında iemâ' var diyebilmek İçin, ulemanın onun hakkında sözlerini söylemiş olmaları lâzımdır. Biı İş susmakla bilinmez, diyor. Kendinden öncekinden nakletmek lâzımdır. Namaz rekatları, şarabın haram olduğu ve emsali gibi.
Kiikûtî icmâm delil olmadığına: Sâklte bir söz isnad olunmaz, kaidesini deli] getirirler. Çünkü yeni bir mes'ele karşısındia susmak; muvafakati ifa de etmek ihtimâli olduğu gibi, bu hususta henüz ictihad yapıp bir karara varmış olmak ihtimali de vardır. İctihad yapdiysa da hükmü ona karşı olduğundan lieride daha etraflı ve temkinli düşünmek maksadiyle, re'yini meydana atmamış olmak da bir ihtimaldir Veya öur<u söyleyen müctehid olduğundan her müctehid isabetlidir, diye ona muhalefet.etmek i&teme-di Bu İhtimaller içinde sükûtla icmâ1' olamaz.
Zahiriye, Hanefiyyeden bazıları. Mutezileden Cübbâî bu re'yde imişler. Hanefiyyenin ekserisir<3 göre İse icmâ' sayılır. Ulemadan bâzısına göte: Sükût delildir, fakat İcma' sayılmaz. Bir kısmına göre İse, eğer o mes'ele hakkındaki re'y ve ictihad bir hâkimden olup da ulema sükût ettiyse, hüccet değildir. Eğer bir fakıhm re'yine karşı susarlarsa icmâ'dır.
Sükûttu icmâ1 sayanlar diyorlar ki: O sayılan ihtimaller bir delilden aeş'et etmiyor. Mâ'raz-ı hacette sükût beyandır. Mademki o re'y yayıldı ve bilindi, onu reddetmeyip susmak muvafakati gösterir. Muhalif olsa Öyle değil, derdi. Müslüman hakkı söylemekten çekinmez. Muhalefet İhtimali açık değildir. Delilden neş'et etmiyen ihtimale itibar olunmaz. Bir-§eyi delil olmaktan düşüren ihtimallere bâzı emareler şahit olmalı. Burada İse; ihtimaller muvafakata işaret ediyor, öyleyse sükûtları muvafakat alâmeti sayılır.
[6] Sahih olan, Şafiî de asrın, geçmesini şart koşmuyor. Bu şart Risalesinde yoktur Orada zikrettikleri buna muhaliftir.
[7] ümm-i Veled: çocuğun anası demektir. Efendisi câriyesiyfe münasebette bulunur, bu münâsebetin mahsulü olarak bir çocuk dünyaya getirse o cariyeye bu nâm verilir.
[8] Abdülaziz Buharı, Keşf'ül-Esrâr; c. III, s. 968.
[9] Ebû Yusuf, Kitâb'ul-Asâr, s, 192.
[10] Ulemadan bazısı bu hususta şöyle güzelce tafsil ederler: Egeı icmâiın hükmü, namazların sayısı, rek'atleri, orucun ve haccm farz olduğu, vakitleri, zinanın, §arabm, hırsızlığın vo ribânın haram olması gibi havassın ve avamın, herkesin bildiği birşey hakkında ise, onu inkâr etmiş olurdu. Peygamber'i inkâr etmiş sayılır. Bir insanın teyzesi, halası ile evlenmesi haram olduğu, Arafatta durmadan Önce cinsî münasebetin haccı bozduğu, nineye mirasta l/ö verilmesi, ananın çocuklarının dede ile mahrum bırakılması, kaatiîin mirastan men'İ gibi havassın bileceği şeyleri İnkâr ederse, tekfif olunmaz, dalâletine hüküm verilir, çünkü'bu icmâ her ne kadar kat'i de olsa, inkar eden tevil edecek bir yer bulur, tevü ise tekfire mânidir.
[11] İslâm -Ansiklopedisini e icmâ' maddesini D. B. Macdonaid yazmıştır. Bu madde Daire'tül-Maarifil-İslâmiyye adiyle Arapça'ya yapılan tercümesinin birinci cildinin yedinci faskülündedir. Türkçe tercümesinin c. V. kısım 2 de icmâ' maddesindedr.