İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ
BÖLÜM 12
24- Hayata Ve Cemiyete Bakışı
Ebû Hanîfe gayet derin düşünce, uzak görüş, geniş akıl sahibi bir zattı. Gözü Önünde cereyan eden işlerin sebeplerini ve neticelerini tanıma hususunda gayet maharetli ve nüfuz-u nazar sahibi idi. Hayatı iyi tanırdı. Çarşı pazarda alâkası vardı. Ticaretle iştigal eder, halkla alış-verişte bulunur, hayatta ne oluyor, bilirdi. Fıkıh ve Hadis ilmini Öğrendiği gibi hayatı da öğrenmişti. Akâid umuru ve siyâsî olaylar hakkında münakaşalarda bulunurdu. Onun İçin fikir metodları, halkın ahlâkını tanıma ve insanlarla muamelede tutulacak yollar hakkında Ebû Hanîfe'nin görüşleri gayet sağlamdır. Bunlardan onun fikirlerini, hayata ve cemiyete ne gözle baktığını öğreniyoruz. Bunları gösteren bâzı misaller nakledelim :
25- Amel Ve Ahlâk Sağlam Bîlgîye Dayanmalıdır
Ebû Hanîfe'ye göre doğru amel ancak sağlam bilgi üzerine kurulabilir, tyi insan sade hayır işleyen değildir, hayırlı insan olabilmek için hay in ve şarri bilmelidir. Hayrın meziyetlerini bilerek hayır işlemelidir. Kötünün zararlarını anlıyarak kötülükten kaçınmalıdır. Âdil olmak, zulmü tanımaksızın adalet yapmak değildir. Belki zulmü ve gadri adaleti ve gayesini bilerek adalet icra etmektir. Şerefli neticelerini düşünerek adalet yapan âdildir. Bu konuda EI-Âlim Vel-Mütaaîlim kitabında diyor ki:
«Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Nasıl ki âzâ gözün görmesi sayesinde hareket eder. Az dahi olsa ilim ile amel, çok amel ile olan cehaletten daha faydalıdır. Bu şuna benzer. Çölde bîr adamın yanında az miktarda azık bulunsa bile doğru yolu bilirse kurtulur, bu onun için, yanında çok azık bulunup ta doğru yolu bilmiyen kimseden daha hayırlıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: «Hiç bilenlerle biîmiyenler bir olur mu? Bunu ancak akh olanlar anlar.»
Burada öğrenmek isteyen öğrenci Ebû Hanîfe'ye dedi ki; Bir adam adli tavsif etse, fakat zulmü bilmese buna ne buyrulur? Ona şu cevabı verdi: «Bir adam adaleti tamsa, fakat adaletin zıddı olan zulmü, haksızlığı bilmese o hem adaleti, hem de zulmü iyice tanımıyor demektir. Ey kardeş, biîmiş ol ki bütün insanların en cahili ve en kötüsü böyleleridir. Çünkü bunlar bence şu dört kişiye benzerler;
Kendilerine bir beyaz elbise gösteriliyor ve bunun rengi nasıldır? diye soruluyor. O dörtten biri: Bu elbise kırmızı diyor, diğeri san diyor, üçüncüsü kara diyor, dördüncüsü de beyaz diyor. Bu sonuncuya: Diğer üç kişi doğru mu söylediler, yoksa yanıldılar mı? diye sorulsa ve o da: Ben bu elbisenin beyaz olduğunu bilirim, fakat belki diğerleri de doğrudur, diye cevap verse, gülünç olur îş-te karşı tarafı bilmiyen adaletçi sınıf da böyledir.
Onlar diyorlar ki: «Biz zâninin kâfir olmadığını biliyoruz, fakat zina ettiği zaman donu sıyrıldığı! gibi, zâninin imanı da sıyrılır deyen de belki doğrudur; biz onu tekzip etmeyiz- Kudreti olduğu halde Hacca gitmeden ölen kimseye biz mü'min deriz, onun cenaze namazını kılarız. Onun için mağfiret dileriz, onu defnederiz. Onun haccını Öderiz. Fakat Yahudi veya Hristiyan olarak öldü diyeni de tekzip etmeyiz.» Bunlar hem Hâricilerin sözünü beğenmezler, hem de onların dediklerini derler. Şia'nın sözlerini inkâr ederler, fakat onların sözlerim söylerler. Mürcienin sözlerini reddedelerler, lâkin onların dediklerini derler.»
Ebû Hanîfe'nin bu değerli sözleri bize iki şey anlatıyor:
1- Doğru amel doğru düşünce üzerine kurulur, dürüst iş kararlı ve sabit amele dayanır.
2- İlim kat'i olmalıdır. İtikat mes'elelerinde tereddüt olmaz. Yâkmen îman, isbat ve nefî ile perçinleşir. înamlacak şeyi isbat eder, başkasını nefî eder. îtikadı hükümle tasdik eder, aksini bozar, Akaide dair doğru olan budur. Deliller kat'i olmalıdır. Amele gelince onda zannî de olsa, delil yine muteberdir. Her vakit kat'î delil aranmaz. Amel hususunda zannî delil de yeter. Öyle olunca amel babında muhalifin kavlinin batıl olduğuna hükmedilmez. Belki kendi kavlini tercih etmekle iktifa eder. Doğru olan budur, fakat hatâya da ihtimali vardır, der. Bunlar Ebû Hanîfe'den naklolunan sözlere uygundur. O fıkıh mes'eleleri ve içtihatları hakkında şöyle derdi: «Bulabildiğimiz kavlin en güzeli budur. Her kim bundan daha iyisini bulursa ona tâbi olsun.»
26- Ebu Hanîfe'nîn İnsanlar Ve Topluluklar Hakkındaki Düşünceler!
Ebû Hanîfe'nin insanlar, cemiyet ve yaşadığı topluluk hakkındaki fikirleri, insanların ruhi haletini inceden inceye gayet iyi bilen, hayatın acı tatlı olaylarını tatmış olan tecrübeli bir âlimin görüşleridir. Talebesi Yusuf b. Hald Semtî'ye yapmış olduğu vasiyeti onun gayet kıymetli düşüncelerinden bir çoğunu ihtiva etmektedir. Onlardan bâzısını nakledelim :
«Bilmiş ol ki, insanlarla iyi geçinmezsen onlar sana düşman kesilirler, velev ki anan baban bile olsa senden hoşlanmazlar. Akrabandan olmıyan bir cemâatle iyi geçinirsen sana ana baba olur-lar. Şimdi gözümün önünden şöyle geçiyorsun: Basra'ya gidiyorsun, onlara muhalefete başlıyorsun, aralarına karışmıyorsun. Sen onları terkediyorşun, onlar da seni îerkediyorlar. Sen onlara sövüyorsun, onlar da sana. Sen onları dalâlette addediyorsun, onlar da seni dalâlette sayıyorlar. Böyle yaparsan bu hem sana, hem bize leke olur. Onlardan kaçmak istersin. Bu akıl işi değildir. Zira hoş geçinmek gereken yerde müdârât yapmıyan akıllı sayılmaz... Basra'ya girdiğin zaman insanlar seni karşılar ve ziyaret ederler. Senin kadrini bilirler. Herkese mertebesine göre itibar et. Şeref ehline ikramda bulun. İlim ehlini büyük tanı. Üstadlara hürmet göster. Gençlerle lâtife yap. Avamla yakından görüş. Fâcirlere müdârât göster. Hayırlı kimselerle arkadaşlık yap. Sultana lâkayıtlık gösterme. Kimseyi hakir görme. Mürüvvette kusur etme, sırrını kimseye açma. Denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme. Alçak ve hasîs kimselerle dost olma. Hoşa gitmeyen bir şeye alışma. Sefihlerle düşüp kalkma. Hoş geçin. Sabırlı ve mütehammil ol. Güzel ahlâklı, geniş yürekli, derya gönüllü ol. Elbisen temiz ve yeni olsun. Binek atın iyi olsun. Güzel kokular kullan... Yemek yedirmekte çok cömert ol, herkesi doyur, bâhîl ve cimri kimse asla başa geçip efendi olamaz. Halkın ahvalini araştırıp öğrenen adamların olsun. Bir fitne ve fesat duydum mu onu ıslâha koş. Bir yerde salâha yüz tutmuş iyi işler duydun mu onlan da arttır. Seni ziyaret edenleri de, etmiyenleri de sen ziyaret et. Sana iyilik yapsınlar ister kötülük, sen herkese, daima iyilik yap. Her vakit iyilikte bulun. Affet, bâzı şeylere göz yum. Sana eziyet veren şeyi terket hakkı yerine getirmeğe çalış. Arkadaşlarından hastalananları kendin ziyaret et. Göremediklerinin ahvalini soruştur. Sana gelmiyen-lede sen alâkadar ol... Elinden geldiği kadar insanlara sevgi göster. Herkese selâm ver, isterse aşağı kimseler olsun, başkalarıyla bir mecliste toplanır veya bir mescitte beraber bulunur da aranızda bâzı mes'eleler münakaşa edilirse ve senin bildiğine muhalif birşey söylerlerse sen onlara muhalefet gösterme. Şayet sana da sorarlarsa onların bildiği gibi haber ver, sonra bu hususta şöyle başka kavil de vardır, delili şudur, diyerek kendi bildiğini söyle, böylelikle seni de dinlerler ve senin ilimde dereceni anlarlar. Eğer bu kimin kavli diye sorarlarsa bâzı fukahânın kavli de. Bu hal böylece devam ederse alışırlar, senin kadrini bilirler ve senin mevkiin yükselir. Sana gelenlerin hepsine bir nevi ilim göster, her biri senden birşey bellemiş olsun. Onlara kıymetli bilgiler ver, ehemmiyetsiz şeylerle uğraşma. Onlarla arkadaş gibi ol. Hattâ bâzan şaka yollu latifeler bile yap. Zira dostluk ve samimiyet ilme devamı sağlar. Onlara arasıra yemek yedir, onların hacetlerini gör. Kadirlerini bil. Kusurlarına göz yum. Onlara yumuşak davran, hoş muamele et. Onlardan hiç birine can sıkıntısı ve bezginlik gösterme. Kendini onlardan biri imiş gibi tut... insanlara onların yapmağa alışık olmadıkları bir şeyi teklif etme. Onların beğendikleri şeyi sen de beğen. Onlara daima iyi niyet göster. Doğruluk yap. Kibiri bir yana bırak. Sana gadir etseler de sen kadretme. Sana hiyanet etseler de sen emaneti yerine getir. Vefadan ayrılma. Takvaya sarıl. Her din erbabına muaşeretleri veçhile muaşerette bulun.»
27- Bu Tavsiyelerden Çıkan Üç Netice
işte Ebû Hanîfe'nin bir talebesine nasihatleri. Bunları Küfe fıkhını Basrahlara öğretmek üzere Basra'ya giden talebesine söylemiştir. Bunlar bize bu Büyük İmamın üç değerini açıkça gösteriyor. Onlar da şunlardır:
1- Burada onun yüksek ahlâkını ve fazilete bağlılığının derecesini açıkça görüyoruz. Bunlar onun için âdeta ,tabiat hâline gelmiş bir meleke olmuştur. İmâm-i A'zam'ın ahlâkının bu tarzda olmasında hayret edecek bir şey yoktur. Çünkü o kendisini yüksek ahlâkı meziyetler ve manevî değerler üzere yetiştirmiştir. Hakir ve kötü işlerden daima uzak kalırdı. Yalnız dîne münafî olduğu için değil, insanlığa da aykırı olduğundan mâsiyetleri terkeder, günah olan şeylerden kaçınırdı.
«Mâsiyetleri kötü gördüm insanlık için onları terkettim, diyanet yerini bulmuş oldu.»
2- İçtimaî mese'leler, insanların ahlâkı hakkında Ebû Hanîfe'nin dirayetli görüşünü yine buradan anlıyoruz. Topluluğun islahiyle uğraşan kimse,halkın sevgisini kazanmalıdır. İnsanları birbirine ısındıracak ve birleştirecektir. Yoksa araya ayrılık sokup nefret uyandırmıyacaktır. İnsanlara yapmaya alıştıkları, ısındıkları ve beğenecekleri, tahammül edecekleri şeyleri söyliyecektir. inkâr edecekleri şeyler ortaya atmıyacaktır. Onlara muhalif bir re'yi varsa birdenbire ortaya almamalı .onları ürkütmemelidir. Evvelâ onların dediklerini bir dinlemeli,, sonra buna muhalif görüşler de vardır, diyerek onu ortaya atmalı, delillerini getirerek onu takviye etmelidir. Onu doğrudan kendisine mal etmemeli, bu re'yin sahibi kimdir diye sorarlarsa : Fukahâdan birinin re'yi demeli. Böylece fikirleri hazırlamalı ki, onu kolayca kabul etsinler.
3- Bu vasiyetten bir terbiyecinin talebelerine karşı nasıl hareket etmesi gerekliğini öğreniyoruz. Kendi bildiklerini onlara nasıl öğretecek, onları kendisine nasıl ısındıracak, fikirlerini onlara nasıl aşıhyacaktır? Bu hususta tecrübeli bir terbiyeci sıfatiyle güzel Öğütler veriyor. Muallim talebesine derecelerine, meyillerine ve fıtrî istidatlarına göre bilgi verecektir. Onları ilme ısındiracaktır. Onların heveslerini kıracak şekilde hazmedemeyecekleri bilgiler sorup onları ürkülmiyecektir. Açık ve kolay mes'elelerle başlayıp tedricen güç ve kapalı olanlara gidecektir. O bununla da yetinmiyor, bir terbiyecinin talebeleriyim çeşitli mevzulara temas ederek konuşması, onların sevgisini ve itimadını kazanarak alâkayla derslere bağlanmalarını sağlamasını, hattâ onlarla lâtife yapmasını, onların kusurlarına ve hatalarına göz yummasını tavsiye ediyor. Demek talebeye yumuşak ve hoş muamele yapmalıdır. Bıkıp usanmadan, bezmeden çalışmalıdır. Talebede alâka- uyandırmak için kendini talebeden biri gibi tutmalıdır.
Ders vermekle meşgul olanlar, kısaca temas ettiğimiz bu na-sihatlann ne kadar kıymetli ve yerinde olduğunu takdir ederler. Talebeye ilmi sevdirmek, kolaylaştırmak, derste alâka uyandırmak en mühim şeydir.