İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ
BÖLÜM 3
45- Medhedenlerî, Zemmedenlerden Daha Çok
İslâm fıkıh tarihi, Ebû Hanîfe kadar medhedenîeri veya ten-kidçileri çok olan başka bir şahsiyet tanımamıştır. Onun Övenleri ve yerenleri pek çoktur, medhi hakkında nice kitaplar yazıldığı gibi aleyhinde bulunup ona dil uzatanlar da vardır.
Zira o, müstakil fikirli bir fakıhtı, başlı başına bir görüş sahibi idi. Düşünceleri gayet derindi. Onun bu görüşlerine hayran kalıp ona uyanlar olduğu gibi, anlamayıp da ona muhalefet edenlerin bulunması da pek tabiîdir. Onun aleyhinde bulunanların çoğu, onun fikir istiklâline ayak uyduramayan veya anlayışları onun geniş anlayış ufkuna eri-şemiyen kısa görüşlü kimselerdir. Veyahut da yalnız geçmişlerin akvalini tutmayan her yolu kötü bir bid'at sayan, onu hak tanımıyan, maziye kıymet verenlerdir.
Bunlar baktılar ki, Ebû Hanîfe re'y ve kıyası çokça kullanıyor. Halbuki onlara göre İş kıyasa dayanınca ya durmak, veya hiç olmazsa gayet az almak lâzımdır. Bu sebeple onu beğenmediler. Onu tenkid edenlerin bir kısmı onu hiç tan ırmy anlar dır. Bunlar onun zühd ve takvasını, dindarlığım ve insanlığını bilmiyorlardı. Onlar Allah'ın ona bahşetmiş olduğu metîn akh derin ilmi, yüksek mevkii takdir edemiyorîardı. Onu görmemişlerdi. Halk ve büyükler nezdinde onun itibarını ve derecesini bilseler onu. severlerdi.
Onun aleyhinde bulunanlar hangi sınıftan olursa olsun, onlar ne derlerse desinler, tarih bu büyük Irak fakıhine karşı insafı elden bırakmamıştır. Onun sevenleri ve takdir edenleri vardır. Sağlığında onun aleyhinde bulunanlara, öldükten sonra ona iftira edenlere karşı tarih onu daima müdafaa etmiştir. İnsanlar, onu tezkiye edenlerin sözlerini dinlemişler, bunları doğru şehâdet ve hak söz olarak kabul edip onun fazilet derecesini anlamışlardır. Aleyhte bulunanların sözleri kuru iftiradan ibaret kalmıştır. Bu da gösteriyor ki, değerli bir insanın, fikri, dîni, ahlâkı yüksek olsa da iftiradan kurtulamıyor demek. Hattâ mev-kî yükseldikçe maruz kaldığı güçlükler de çoğalıyor.
46- Ebû Hanîfe Hakkındaki Sitayişlerden Bâzıları
Asırlar boyunca bütün nesiller Ebû Hanîfe'nin medih ve senasını kulaktan kulağa haykırmaktadır. Bu büyük fakîhin temiz hayatı herkese örnek olmuştur. Birçok kimseler onun ilmini ve şahsını övmektedirler. Bunların düşünce tarzları ayrı ayrı olsa da hepsi onu takdir etmekte birleşmektedirler, onun yaşadığı asırda yaşayan veya sonra gelen bir kısım ulemanın sözlerinden bâzılarını nakledelim :
Ebû Hanîfe'nin çağdaşlarından olup zühd ve takvâsiyle meşhur FudayI
b. îyaz diyor ki: «Ebû Hanîfe fakîh ve muttaki bir zattı. Fıkıh ilminde meşhurdu, çok servet sahibi idi. Etrafındakilere iyüik yapmakla tanınmıştı. Gece gündüz ilim öğrenmekle meşguldü. Kendisine müracaat edenler, ilminden ve malından faydalanırdı.. Geceleri ibâdetle geçirirdi. Az söyler, çok sükût ederdi. Helâl ve harama dair bir mes'ele ortaya atılınca hemen konuşurdu. Hakka delâlet hususunda en güzel hareket ederdi. Saltanat malından kaçar, hediyesini almazdı.»[1]
Ca'fer b. Rabi' diyor ki: «Beş sene Ebû Hanîfe'nin yanında bulundum. Onun kadar uzun uzun sükût eden görmedim. Fıkıhtan bir şey sorulunca açılır, coşkun ırmak gibi akar çağlardı. Yüksek sesi etrafı tutardı.[2]
Çağdaşlarından Melih b. Vekî diyor ki: «Allah'a yemin ederim ki, Ebû Hanîfe emânete son derece riayet ederdi. Büyük ve eşsiz bir kalb sahibi idi. Allah'ın rızasını her şeyden üstün tutardı. Allah uğrunda boynuna kıhnç çaîsalar buna katlanırdı. Allah ona rahmet etsin, ebrardan, hayırlı kimselerden razı olduğu gibi ondan da razı olsun. O da ebrardan idi.»
Çağdaşlarından meşhur muttaki âlim Abdullah b. Mübarek, Ebû Hanîfe'yi anlatırken : Onun, ilmin dimağı olduğunu söylüyor.[3]
Muhaddislerden îbn-i Cüreyh onun hakkında gençliğinde şöyle demiştir :
«İlimde onun hayret verici bir hâli olacak, kemalât kazanacak.» Büyüdükten sonra bir defa yanında Ebû Hanîfe'nin yâdı geçince : «Fakıhtır o, hakkiyle fakıh ancak onlara denir.» demiştir.
Çağdaşlardan biri olan Ebû Süleyman onun hakkında şöyle demektedir: «Ebû Hanîfe hayranlık uyandıran bir âlimdir, o ilim âyetlerinden bir âyettir. Onun sözünden yüz çevirenler onu anlamağa takatları olmıyanîardır.»[4]
A'meş onun hakkında şöyle demişti: . «Ebû Hanîfe tam mânâsiyle fakıhtır.»
Bir defa îmâm Mâlik'e Osman El-Betti'yi sordular: Orta bir zattır, dedi. Ebû Hanîfe'yi sordular: O size şu direkler ağaçken anların altından olduğunu kıyas yoliyle isbata başlasa sizi ikna' edecek dirayette bir zattır, cevabını verdi.
îmâm Şafiî Hazretleri de şöyle demiştir: «İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'nin iyalidirler.»[5]
47- Feyîzlî Îlîm Deryası
Ebû Hanîfe'nin medih ve senası hakkında söylenen sözlerin hepsini zikretmeğe imkân yoktur. Bunların çoğunu Hayrat'ul-Hi-san sahibi toplamıştır. Bu kaydettiklerimiz denizden bir damladır. Ebû Hanîfe ile aynı çağda yaşayanlar, ister muvafık, ister ona muhalif olsunlar, onun değerli fakıh olduğunu söylerler, bu hususta birleşirler.
Bu vasıfların en- özlüsü ve canlısı Abdullah b. Mübâ-rek'in şu sözüdür: «O ilmin dimağıdır.» Evet Ebû Hanîfe ilmin özünü bulmuştur, ilmin son noktasına ulaşmıştır, en yüksek derecesine çıkmıştır. Mes'elelerin içini, dışını inceler ,her taraftan deseler, künhünü, mahiyetini anlar, usulünü bilir ve. o usullere göre hallederdi. Fikriyle, bütün ilim dünyasını meşgul etmiştir. Bakarsın o kelâmcılann arasındadır, onlarla münakaşa yapıyor, sapık düşüncelilere dalâlete sürüklenenlere karşı dîni müdafaa ediyor. Çeşitli fırkaların görüşlerim çürütüyor.
Kelâm mes'elelerine dair onun müstakil görüşleri vardır ki, ondan rivayet olunarak bize kadar gelmiştir. Ona nisbet olunan kelâm risaleleri bile vardır. Hadîse dair Müsnedi vardır. Eğer bu Müsnedin ona nisbeti sahih ise onun Hadîs ilminde de mühim bir mevkii var demektir. Fıkıhta, hüküm çıkarmada, Hadîsleri anlamakta, hükümlerin sebep ve illetlerini tâyinde o en yüksek dereceye ulaşmıştır.
Çağdaşlardan biri: «Hadîs'i onun kadar iyi anlıyan başka bir adam bilmiyorum!» demiştir. Çünkü o kelimelerin mânasından.
ibarelerin gelişinden ve hâdisenin münasebetinden hükmün sebebini çıkarmayı gayet iyi bilirdi. Bu hüküm niçin böyledir, bu hâdise neden bu hükmü taşıyor, bunu derhal kavrardı.
Sözün yalnız dışına bakmıyor, mânâsının ruhuna giriyor, birbirine benzeyen hâdiseler arasındaki münasebeti buluyor, hâdiseleri, illetleri sebebiyle hükümlerine kuvvetli bir mantıkla bağlıyordu.
Bunu yaparken nassı esas tutuyor, nasta geçen hükmü esas olarak alıyor, ona benzeyen ve o mânâda olan başka hâdiselerin hükümlerini ona göre veriyordu. Nas olan cihette kıyasa gitmiyor, nasla, kıyası terk ediyordu.
48- Bu İlmî Varlığın Tekevvünü
Ebû Hanîfe'ye bu ilim nereden geldi? Bunun kaynağı nerededir? Onu böyle hazırlayan kimlerdir? İslâm fıkıh tarihinin rivayet ettiği bunca ilim onda nasıl toplandı? Bunları biraz araştıralım :
Bir insanın ilmî şahsiyetini hazırlayıp, onu kendi sahasında yükseltip yetiştirmek için şu dört şartın bulunması lâzımdır:
1- Yaratıhşmdaki kabiliyet, fıtrî mevhibeler veya sonradan kazanıp meleke hâline gelen vasıflar ki, bunlar onun ruhî temayülünü tâyin eden fikrî hazırlığını, istidatlannı meydana getirir.
2- Hayatına bir istikamet veren, ondaki kabiliyetleri sezip onlara göre ona yürüyeceği yolu çizen, tutacağı çığın gösteren kimseler, bunların tuttuğu ışık altında yolunu seçer, hayatına istikamet verir, en doğru bulduğu yolda yürür.
3- Şahsî hayati ve kendi tecrübeleri : Hayatının seyri boyunca karşılaştığı olayların onun üzerinde tesirler bırakacağı şüphesizdir. Fıtrî kabiliyetleri ve hayatlarına istikamet veren üstadla-rı aynı olduğu halde iki şahsın, hususî hayatları bakımından birbirinden farklı olmaları bundandır. Biri muvaffak olur, diğeri olamaz. O, diğer arkadaşı gibi muvaffakiyete giden yolu bulamaz. Şahsî hayatı onu başka yola sürükleyebilir
.
4- Yaşadığı devir, içinde bulunduğu fikir çevresi. Kabiliyetler muhitin tesiri altında gelişir. Topluluğun ve muhitin tesiri inkâr olunamaz. Bunları birer birer izah edelim.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hatîb Bağdadî, Tarih-i Bagdad, c. XIII, s. 340.
[2] Hatîb Bağdadî, Târih-i Bağdad, c. XIH; s. 340
[3] İbn-i Hacer Heysemî, Hayrat-ul-Hisan, s. 32.
[4] îbn-i Hacer Heyşemi, Hayrât-ul-Hisan, s. 35.
[5] İbn-i Abdulber, el-întıka, s. 136
Şatibi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 2549
Kayıt: Pzt Şub 15, 2010 6:41 pm