06 Aralık 2013

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..İBRAHİM ALEYHİSSELAM..2

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU 

(DERSLER VE İBRETLER)..

İBRAHİM ALEYHİSSELAM..2

İbrahim Putları Kırıyor


Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki biz, bundan evvel İbrahim'e rüş-dünü verdik. Ve biz O'nu bilicileriz. O zaman ba­basına ve kavmine; "sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?" dediğinde onlar; "babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk" dediler. İbrahim: "Mu­hakkak ki siz ve babalarınız açık bir sapıklık için­desiniz" dedi. Onlar: "Sen bize hak ile mi geldin, yoksa bizimle dalga mı geçiyorsun?" dediler. İb­rahim: "Doğrusu Rabb'iniz göklerin ve yerin Rabb'i, onları yaratandır. Ben size karşı buna şahidim. Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp git­tikten sonra putlarınızı parçalayacağım" dedi. Ve ni­hayet O (İbrahim) putları paramparça etti. Ken­disine gelirler diye yalnız büyüklerini bıraktı. Onlar: "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o za­limlerden biridir" dediler. Bazıları: "İbrahim denilen bir gencin bunları kötülediğini işittik" dediler. "Öy­leyse O'nu herkesin önüne getirin ki, belki (yaptığı işe)  şahitlik ederler"  dediler.  "Ey İbrahim!  İlah­larımıza bu işi sen mi yaptın?" dediler. İbrahim: "Belki bunu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşurlarsa onlara  sorun"   dedi.   Bunun  üzerine  vicdanlarına dönüp kendi kendilerine:  "Şüphesiz  zalimler  siz­siniz" dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; "bun­ların konuşamayacaklarını sen de bilirsin" dediler. İbrahim: "O halde, Allah'tan başka size bir fayda ve zararı olmayan şeylere ibadet mi edeceksiniz? Size ve  Allah'tan  başka  ibadet   ettiklerinize   yazıklar olsun.   Akıl   erdiremiyor   musunuz?"   dedi.   Onlar: "Eğer bir iş yapacaksanız O'nu (İbrahim) ateşe atın. Ve ilâhlarınıza yardım edin" dediler. Biz de "ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selamet ol!" dedik. Onlar İb­rahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan kıldık. Onu ve Lut'u kurtardık. Onları, içinde alemlere bereketler verdiğimiz    yere    yerleştirdik.    O'na    (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan eyledik. İkisini de salihlerden kıldık. Onları emrimizle hakka gö­türecek imamlar (önderler) kıldık. Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet eden kimselerdir."[50]
— "Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı parçalayacağım."[51]
İbrahim Aleyhisselâm'ın kavminin bayramı vardı.[52] Her sene bu bayramda ülkenin dışına gi­derlerdi. İşte babası ve kavmi İbrahim Aley-hisselâm'ı da o bayramda olmaya çağırmıştı. İb­rahim Aleyhisselâm ise; "ben hastayım" dedi.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Derken yıldızlara bir bakış baktı. Ve ben has­tayım' dedi."[53]
İbrahim Aleyhisselâm onların putlarını rezil etme maksadına ulaşmak ve Cenab-ı Allah'ın hak olan di­ninin zafere ulaşması için konuşmada onlara karşı tariz üslûbu kullandı.
Derken İbrahim Aleyhisselâm'ı kendi haline bı­raktılar. Eğer İbrahim'in onların putlarını kıraca­ğını bilselerdi, elbette ki O'nu orada bırakmazlardı. Ama Cenab-ı Hakk'm "Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı par­çalayacağım" kavline gelince, deniliyor ki İbrahim Aleyhisselâm bunu gizlice kendi içinden söyledi. İbn-i Mesud da diyor ki, bazıları onu duymuştu.
— "Nihayet O (İbrahim) putları paramparça etti.
Kendisine gelirler diye yalnız büyüklerini bıraktı": Ortalık ibrahim Aleyhisselâm için boşalınca hemen putların yanına gitti. Putların yanında çok büyük bir putla karşılaştı. Kendisine kurban olarak önüne çeşitli yiyecekler koymuşlardı. İbrahim Aley­hisselâm alaycı bir üslûpla ve aşağılayıcı tavırla ona dediki:[54]
"Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz, size ne oldu?" dedi ve sağ eliyle onlara vurmaya baş­ladı."[55]
Yani elindeki keserle putları kırmaya başladı. Cenab-ı Hakk'm buyurduğu gibi: "Ve İbrahim put­ları paramparça etti." Yani tamamen parçaladı, kırdı. "Kendisine gelirler diye yalnız büyüklerini bı­raktı." Deniliyor ki, İbrahim Aleyhisselâm keseri büyük putun eline koydu. Sebebi ise; kendisiyle bir­likte küçük putlara tapılmasını kıskandığını işaret içindir!
— "Onlar: Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Mu­hakkak o zalimlerden biridir, dediler. Bazıları: İb­rahim denilen bir gencin bunları kötülediğini işittik, dediler." Kavim bayramlarından döndü ve putlarını param parça dağılmış taş parçaları olarak gör­düklerinde dehşete kapıldılar. Taklitçilik ve bön kafalılık, daha, şu putların kendi nefislerinden her­hangi bir zararı gideremeyeceğini düşünmekten on­ları kör etmişti. Her dilin tekrarladığı şey; "ilah­larımıza bunu kim yaptı?" sorusuydu. Muhakkak ki bu iş yeni (onlara göre) bir olay ve büyük bir mu­sibetti!....
Yeni bir olay... Onların tarihlerinde ona benzer bir olay olmadı. Büyük bir musibet. İnançlarının te­meline isabet etti. Ve Nemrud'un emniyet kuvvetleri suçu işleyeni tahkikata başladı.
Şahitlerin sözleri bir araya geldi ve gözler İb­rahim Aleyhisselâm'a çevrildi. Çünkü O, ilahlarını noksanlıkla, ayıpla ve horlamakla anıyordu.
— "Öyleyse O'nu herkesin önüne getirin ki, belki (yaptığı işe) şahitlik eder, dediler." İşte Halilü'r Rah-man'ın istediği de buydu. İnsanlar geldi. Her ovadan ve dağdan insanlar gelmiş mahkemeyi seyrediyor­lar. İlâhlarını paramparça edenin sözlerini din­liyorlar.... Ve İbrahim Aleyhisselâm bu büyük top­luluğun ortasında ilerledi. Hatasında sabit, mut­main bir halde ve onların tehdit ve korkutmalarına ııldırmaksızın ilerledi.
"Ey İbrahim! İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın? Dediler. İbrahim: Belki bunu büyükleri yapmıştır. Mğer konuşurlarsa onlara sorun, dedi."
İbrahim Aleyhisselâm, neden "Belki bunu bü­yükleri yapmıştır" dedi? Ve neden, "sizin putlarınızı paramparça eden benim" demedi?
Ve acaba İbrahim Aleyhisselâm'm, "Belki bunu büyükleri yapmıştır", sözü "Ben hastayım" ve Sare için kendisinin kardeşi olduğunu söylediği sözü gibi, tevbe icabettiren ve Peygamberlerin masumiyetine muhalif olan yalandan mıdır?
Bu meselede gelen sahih hadislerden istifadeyle konuyu zikredeceğim. Bu esnada Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'in konumunu da açıklıyacağım. Daha sonra görüşümüzü, sözlerine itimat ettiğimiz güvenilir alimlerin sözleriyle destekleyeceğiz... Tevfik ve yar­dımı, bir olan Allah'tan dilerim. [56]

Birinci Hadis


Ebu Hureyre Radıyallahü anh'den- O dedi ki:
Allah'ın Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"Üçü müstesna olmak üzere İbrahim hiç yalan söylemedi."
Ebu Hüreyre'den gelen başka bir rivayette de, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle bu­yuruyor:
"İbrahim Aleyhisselam yalan söylemedi. Ancak üç yalan müstesna: O üçünden ikisi Cenab-ı Hakk'ın zatında   "Ben hastayım" sözü ve "Belki bunu büyükleri yapmıştır" sözüdür. Allah Rasûlü devamla buyurdu ki: Günlerden bir gün İbrahim Sare ile za­limlerden bir zalimin bölgesine geldiğinde, o zalime denildi ki: Bu adamla birlikte insanların en gü­zellerinden bir kadın var. Zalim de İbrahim'e adam gönderdi ve Sare'den sordu ve "bu kimdir?" dedi. İb­rahim de: "Kardeşimdir" dedi. Sonra İbrahim Sare'nin yanına geldi ve dedi ki:
"Ey Sare, yeryüzünde benden ve senden başka nıü'min yoktur. Bu zalim bana sordu ben de ona; senin, benim kardeşim olduğunu haber verdim. Beni yalancı çıkarma." Arkasından zalim Sare'ye elçi gön­derip çağırttı. Sare zalimin yanına girdiğinde eliyle Sare'ye dokunmak istedi ve eli tutuldu. Bunun üze­rine zalim: "Allah'a benim için dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi: Sare de Allah'a dua etti ve dü­zeldi. Sonra zalim ikinci defa Sare'ye el sürmek is­tedi ve eli önceki gibi ya da daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Bunun üzerine zalim: "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi. Sare de dua etti ve düzeldi. Sonra muhafızlarından bazısını ça­ğırdı ve dedi ki: "Sen bana insan değil, ancak bir şeytan getirdin." Ve Hacer'i Sare'ye hizmetçi olarak verdi. Sare İbrahim'in yanına geldi. İbrahim ayakta namaz kılar halde iken eliyle işaretle "ne oldu" diye .sordu. Sare de:
"Allah kafirin göğsündeki hilesini geri teptirdi ve Hacer'i hizmetçi verdi" dedi. Ya da "Allah facirin göğsündeki hilesini geri teptirdi ve Hacer'i hizmetçi verdi" dedi.
Ebu Hureyre de dedi ki: "Ey semanın suyunun oğulları, işte bu annenizdir."[57]
Ebu Hureyre dedi ki: "Ey semanın suyunun oğul­ları işte bu annenizdir." Ebu Hureyre sanki bu üslûpla Araplara hitabetmiştir.
Sebebi: Çöller yağmur mıntıkası ve hayvanların yayıldığı   yerler   olduğundan   ve   genellikle   çöller Araplar için çok gerekli olduğu içindir. Bu üslûpta, Arapların  hepsinin   İsmail'in   çocukları   olduğunu iddia edenler için bir tutanak da vardır. Yine de­niliyor ki: Semanın suyuyla Ebu Hureyre Zemzem'i kasdetmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak Zemzem'i Hacer için çıkartmıştır. Hacer'in çocukları da o Zemzemle yaşadılar. Dolayısıyla onlar Zemzem'in evlatlarıymış gibi oldular.
İbn-i Hibban Sahih'inde diyor ki: "Her kim İsmail'in çocuğu ise, ona semanın suyu denir.   Çünkü  İsmail  Hacer'in  çocuğudur.  İsmail Zemzem suyuyla yetişmiştir. Zemzem ise Semanın suyundandır.[58]
Ehl-i Sünnet Ve'1-Cemaat'm konumunu aşağıda gelecek maddelerde özetleyelim:
1- "Belki bunu şu büyükleri yapmıştır. Eğer ko­nuşuyorlarsa onlara sorun."
Manası: Eğer konuşurlarsa muhakkak ki bu işi şu büyükleri yaptı! İbrahim'in kavmi çok iyi biliyor ki; İbrahim, putlarının konuşmadığına, duy­madığına ve görmediklerine inanmakta ve itikad et­mektedir. Onun için Cenab-ı Hakkın kavli İbrahim Aleyhisselam'm lisanı üzere şöyle inmiştir:
"Ey babam! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlayamayan şeylere niçin ibadet ediyorsun?"
Ve Cenab-ı Hakkın kavli:
"Siz onlara dua ettiğinizde sizi duyarlar mı? Yahut size bir fayda veya zarar veriyorlar mı?"
Ve Enbiya süresindeki ayetlerde İbrahim Aley­hisselam'm kavminin lisanı üzere gelen ayetlerde, İbrahim Aleyhisselâm onlardan putlarını sor­malarını istediğinde:
"Muhakkak ki, bunların konuşmadığını sen de bi­lirsin!"
Öyle ise: Kavim, İbrahim'in cevabından, putları O'nun kırdığım mutlaka anladılar. Çünkü onları ko­nuşmayan paramparça olmuş taş parçalarına havale etti. Şart bâtıl olunca meşrut da bâtıl olur.
2- Malum olduğu üzere münazarada hasmın sözü üzerine münazarayı bina edip, daha sonra o sözden dönerek delil ve hüccet ile ona hücum etmek caizdir. İşte İbrahim Aleyhisselam'm yaptığı budur.
Çünkü kavmi ilahlarının konuşmadıklarını itiraf edince, İbrahim Aleyhisselâm onlara şu cevabı verdi:
"Sizler Allah'tan başka, size fayda vermeyen ve size hiçbir zarar vermeyen şeylere mi ibadet edi­yorsunuz? Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun."
Ve İbrahim Aleyhisselâm onları öyle bir hayrete ve şaşkınlığa bıraktı ki, eşi ve benzeri yoktur. Ken­dileri çoğunluk oldukları halde, İbrahim Aley­hisselam'm karşısında zayıflık hissettiler. İdareci ve baskıcı oldukları halde yenilgiyi anladılar...
Onların zorluğunu Cenab-ı Hak şu kavlinde vas-fetmektedir.
"Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi ken­dilerine: "Şüphesiz zalimler sizsiniz" dediler: Sonra başlarını önlerine eğerek: Bunların ko­nuşamayacaklarını sen de bilirsin, dediler." Yani: Hasmının delilinin sağlamlığını kavramış ve kendi delilinden kesilmiş bir kişinin dönüşüyle birbirlerine döndüler.
"Şüphesiz ki zalimler sizsiniz, dediler" Yani: Ko­nuşamayan, duyamayan ve göremeyen şeylere iba­det etmekle asıl zalimler sizsiniz dediler.
"Sonra başlanın önlerine eğerek..."(Cehaletle­rinden utandıklarından veya bâtılları üzere ısrarla­rından dolayı).
3- İbrahim Aleyhisselâm'm; "Belki bunu şu bü­yükleri yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa onlara sorun" sözünde tevriye vardır. Yani İbrahim Aley-hisselâm kendi tabiriyle içerisinde yalan olmayan doğru bir mana kasdetmiştir. Lafzın zahirinden mu­hatabın kendine göre anladığı yalan olmuş olsa da...
"Ben hastayım" sözünde de durum aynıdır. O, kavminin putlara tapmasından dolayı hastadır. Şüp­hesiz ki mü'min bir davetçi, kavmini cahiliyet ve şirk içerisinde şaşkın şaşkın dolanıp durduklarını gördüğünde üzülür ve rahatsız olur.
Sare hakkındaki sözünde ise; muhakkak ki Sare İbrahim Aleyhisselâm'm kardeşidir. İbrahim Aley-hisselâm İslâm'da din kardeşi olduğunu kasdetti. Bunun delili Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'in İbrahim Aleyhisselâm Sare'ye dedi ki: "Ey Sare! Yeryüzünden benden ve senden başka mü'min yoktur. Bu (zalim idareci) bana sordu, ben de ona senin benim kardeşim olduğunu haber verdim. Sakın beni yalancı çıkarma" sözüdür.
Öyle ise: İbrahim Aleyhisselâm'm kasdettiği kar­deşlik akide ve din kardeşliğidir. Cenab-ı Hakk'm buyurduğu gibi: "Ancak müminler kardeştir." İb­rahim Aleyhisselâm Sare'nin neseb bakımından kendisinin kardeşi olduğunu kasdetmedi. İşte bu meşru tevriye ve tarizlerdendir. Tıpkı Nebi Aleyhisse­lâm'm buyurduğu gibi:
"Muhakkak ki kelamın tarizinde yalandan ko­runma vardır. (Yalana düşmeden geniş bir konuşma alanı vardır)."[59]
Cevheri tariz konusunda şöyle demektedir:
O Sarih'in tersi, bir şeyle başkasını örtmektir. Rağıb da diyor ki:
"Tariz öyle bir sözdür ki, doğru ve yalan ya da batın ve zahir diye iki yönü vardır."[60]
Sare'nin zalimle olan kıssasını rivayet eden Ebu Hureyre hadisinin şerhinde Hafız İbn-i Hacer El As-kalanî şöyle diyor:
4- Zikredilmesi yerinde olan şeylerden biri de bazı hallerde yalan söylemenin caiz olmasıdır.
"Hadiste İslâm kardeşliğinin meşruluğuna ve ta­rizin mübahlığına delil vardır."[61]
İmam Nevevî rahmetullahi aleyh şöyle diyor:
"Muhakkak, kelam maksatlara bir vesiledir. Do­layısıyla yalan söylemeden elde edilmesi mümkün olan durumlarda yalan söylemek haramdır. Eğer yalan söylemeden o hayırlı maksadı elde etmek mümkün değil ise, bu durumda yalan söylemek caiz olur. Sonra eğer bu maksadın elde edilmesi mubah ise, yalan da mubah olur. Eğer vacip (farz) ise yalan da vacip (farz) olur. Öyle ise, bir müslüman ken­disini öldürmek isteyen bir zalimden kaçıp gizlense, ya da malına el koymak isteyen bir zalimden malını gizlese ve bu gizlenen yeri bir insandan sorulsa, bu insanın o kişinin saklandığı yeri söylememesi, bu durumda yalan söylemesi vacip (farz) olur. Ve yine yanında bir emanet olan kişi ona el koymak isteyen bir zalime karşı, o emaneti gizleyerek yalan söy­lemesi vacip (farz) olur. Bütün bunlarda en ihtiyatlı olanı tevriye etmektir.
Tevriyenin manası: Lafzın zahirinde muhatabın anlamasına nisbetle yalancı olsa da, kişinin kendi tabiriyle kendine nisbetle sahih bir maksadı kas-detmesi ve yalancı olmamasıdır. Böyle bir durumda kişi tevriyeyi bırakıp doğrudan doğruya yalan söy­lese de haram değildir.
Bu durumda yalan söylemenin caizliğini alimler Ümmü Gülsüm hadisiyle delillendirmektedirler. Ümmü Gülsüm: "Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'i şöyle derken duydum:
"İnsanların arasını ıslah ederek hayrı yay­gınlaştıran veya hayır söyleyen yalancı değildir." (Buharî - Müslim.)"
Müslim ise başka bir rivayette şunu fazladan ola­rak rivayet etmiştir.
"Ümmü Gülsüm dedi ki: Ben insanların yalan ko­nuştukları şeylerden hiçbir şeyde Allah Rasûlünü ruhsat verir görmedim. Ancak üç şeyde ruhsat verdi: Harb; insanların arasını ıslah; erkeğin ha­nımına ve kadının beyine karşı konuşmasını kas-dediyor."[62]
Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî, Fethu'l Bari'de bu hadise yaptığı şerhinde şöyle diyor:
"Kadının ve erkeğin hakkındaki yalandan murad: Ancak erkeğin kadın üzerindeki ve kadının da erkek üzerindeki hakkını düşürmeyecek yerlerde ola­bileceğinde ittifak etmişlerdir. Ya da erkeğin ken­dine ait olmayan şeyi ve kadının kendine ait ol­mayan şeyi elde etmek gibi bir durumun dışında olabileceğinde;   yine   harpte   emin   olmama   durumunda olabileceğinde; zaruret halinde de yalanın caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Mesela, kendi ya­nında saklanmış bir adamı öldürmeyi isteyen kişiye karşı, o kişinin kendi yanında olmadığını söy­leyebilir ve bu konuda yemin etse de günahkar olmaz. Allah en iyisini bilir."[63] İbrahim Aleyhisselam'dan sâdır olan üç yalana gelince; Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberlerin sonuncusu şöyle diyor (Sallallahu Aleyhi Vesellem):
"...O yalanlardan ikisi Cenab-ı Hakk'ın zatını is­patlamayla ilgilidir (Ben hastayım ve belki onu şu büyükleri yapmıştır.)"
Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem o ya­lanlardan iki tanesinin tamamen Allah'ın Celle Ce-lalühü varlığını ispat için olduğunu bize haber ve­riyor... Üçüncüsüne gelince; ki, Sare'nin kendi kardeşi olduğunu söylemesidir. Gerçi kendi nefsi için bir pay ve kendisine bir fayda sağlasa da, bu da Allah'ın varlığını ispatlamak için söylenmiştir... Fakat caiz ve meşrudur. Üçünün de Allah'ın var­lığını ispatlamak için olduğunu bize gösteren hadis-i şerifi Buharı Sahih'inde tahriç etmiştir. Allah Rasûlu Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle bu­yurmaktadır:
"İbrahim Sâre için, bu benim kız kardeşimdir dedi. İşte bu Allah'ın zatını ispatlamak içindir."[64] İbn-i Hacer El Askalânî diyor ki:
"Bu mezkur olaylar Hişam bin Hassan'm ri­vayetinde; "İbrahim katiyyen yalan söylemedi. Ancak üç tane müstesna. Bunların hepsi de Allah'ın varlığını ispatlamak içindir" şeklinde vaki olmuştur. Ahmet İbn-i Hanbel'deki İbn-i Abbas hadisinde ise: "Vallahi O yalanları sadece Allah'ın dinini müdafaa için söylemiştir" şeklindedir. Münziri ise; Sü-ntmlerdeki şerhlerde bazı Ehl-i Kitab'tan şunu zik­retti: Bu adı geçen zalim idarecinin görüşüne göre ivii olan kadının kocasını öldürmeden o kadına yukın olamazdı. İşte bunun için İbrahim: O benim kız kardeşimdir, dedi. Çünkü eğer o idareci adil ise bu takdirde Sare'yi İbrahim'den ister. Sonra da İb­rahim Sare'yi ona karşı müdafaa edebilir. Yok eğer znlim biriyse, bu durumda da ölümden kurtulmuş olur. Bu anlatılan, benim daha önce tesbit ettiğim şeylerden uzak bir durum değildir."[65]
Açıklama: İbrahim Aleyhisselam'm söylemiş olduğu üç yalan caiz ve meşru olsa da ve Allah'ın za­tını ispat ya da müdâfaa için olsa bile onlar rütbede tesir etmiştir. Derece bakımından Muhammed Sal-lallahu Aleyhi Vesellem'den aşağıya çekmiştir. Şe­faat hadisinde geldiği üzere, o yalanlardan dolayı haya (utanmasına) sebep olmuştur. Çünkü Pey­gamberler Cenab-ı Hakk'ın azameti karşısında O'nu hakkıyla yüceltmeden dolayı başkalarının utan­madıkları şeylerden dahi utanırlar.
Sonra Hazreti ibrahim'in Sare için kendisinin kızkardeşi   olduğundaki   sözü   "Ben  hastayım"   ve "Belki onu şu büyükleri yapmıştır" sözleri gibi de­ğildir, ibrahim ikrah halinde Sare'yi göndermiş olsa bile, o şekilde ibrahim için Sare konusunda onu hi­maye etmek ve korumak görevi vardır.  Öyle ise Allah'a davet edenler, sözlerinde ve amellerinde doğ­ruluğu en iyi bir şekilde sağlamalıdırlar. Sadece özel olarak   zalimlere   isabet   etmeyen   fitneden    sa­kınmalıdırlar... Muhakkak ki yalanların yayılması ve çoğalması ve dünyalık elde etme maksadıyla her­kesin kendilerinde olmayan bir şeyi galip gelmek için başkalarına yamaması kalbi yaralar. Bu dünya menfaatları ki, kişinin kardeşinden, annesinden ve evlatlarından kaçtığı günde onlara hiçbir fayda sağ­layamaz ve onlardan da hiçbir zararı defedemez.
Ve bazı davetçilerin tariz konusunda, davanın maslahatı ve selameti adı altında çok genişlik yapmalan kalbe zarar vermektedir. Oysa davanın mas­lahatı, tam manasıyla Allah'ın emirlerine boyun bükmeyi ve O'nun Nebi ve Rasûllerinin izinden git­meyi gerektiriyor. Davanın selameti dünyada onlara isabet edecek eziyetlerdir ki bunlar, zalimin elini ısırdığı ve keşke Peygamberi kendime yol edin-seydim dediği günde, Allah'ın yalancıları onunla korkuttuğu azabın karşısında hiçbir şey değildir. Biz nerede, Cenab-ı Hakk'ın, şu kavliyle va­sıflandırdığı İbrahim Aleyhisselâm nerede:
"Ve kitapta İbrahim'i de an. Şüphesiz O çok sadık bir Nebidir."
Ve Cenab-ı Hakk'ın şu kavli: "Ve İbrahim ki, çok vefalıdır."
Buna rağmen O, Allah yolundaki üç yalandan çok korkardı. O yalanlardan dolayı ecir aldığı halde. Ne­tice olarak her birimiz kendi nefsini hesaba çeksin, Rabb'inden korksun ve bilsin ki, bir kavim kendisini değiştirmediği müddetçe, Allah da o kavmi de­ğiştirmez.
5- "Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Eğer ko-nuşabiliyorlarsa onlara sorun" ayetinin tefsirinde Ehli Sünnet ve'l Cemaat'm İbrahim'in üç yalanı ko­nusundaki söylediklerini izahta biraz uzattım. Bu iki sınıf insanlara cevap olmasını istediğim için böyle yaptım. Bu gruplar:
A- Mutezile ve onlara yönelenler (onların yolunda gidenler) ki, İbrahim'e yalan isnad eden hadisler senet bakımından sahih olsalar da, âhad hadisler ol­duğundan itikadi konuda bir şeyi isbat etmede delil olamayacaklarını iddia etmişlerdir.
Ve yeni yazarlardan bu gibi bâtıl fikirlere sap­lananlardan biri de Şeyh Abdulvahhab En- Neccâr-dır.
"Kısasu'l-Enbiya"[66]kitabında bir çok sayfa ka­ralamış. Bu sayfalar arasında İbrahim Aley-hisselam'ın yalanlarından bahseden hadisleri manen mütevatir olmakla beraber, Âhad diye red­detmeye çalışmış. O hadisler manen mütevatirdir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'den sonra en sahih olan ki­tapta, Sahih-i Buhari'de, gelmiştir.
B- Bazı sapıklar İbrahim Aleyhisselam'ın İslam'dan irtidat ettiğini (İslam'dan çıktığını) iddia etmişlerdir. Çünkü o yalan söyledi! Bu sapık fırka davetçilerinin sözleri cahil gençler arasında ya­yılmıştır. Cehalet her türlü sapıklık için çok verimli bir ortamdır...
Bununla beraber bu fırkanın fikirleri ve sözleri ağızdan ağıza nakledilerek dolaşmaktadır. Allah'a hamdolsun, onlar bu fikirlerini kitap, risale ve ben­zeri gibi şeylere geçirme kudretinden aciz kal­mışlardır. Ve bu gibi fırkalara herhangi bir başarı ve devamlılık kaydedilmez çok şükür.
Eğer bizler Mutezile'nin, kaymış kimselerin veya nlıl-i dalaletten başkalarının sözlerinden yüz çevirip de, bazı Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'ın kaynaklarına göz atarsak, bu meselede tekrar gözden geçirilmeye muhtaç sözler buluruz.
Üstad Seyyid Kutub rahmetullahi aleyh şöyle diyor:
"Bu küçük düşürücü cevapta istihza açıktır. Öyle İle bunları İbrahim'den sâdır olan yalanlar diye isimlendirmeye gerek yoktur. Yalanların illetlerinde yapılan bir çok araştırmalarda müfessirler ihtilaf itmişlerdir."[67]
Doğru; İbrahim'in cevabında istihza açıktır. Vnkat Peygamberlerin sonuncusu Sallallahü Aleyhi Vt'Hollem, O'nu yalan olarak isimlendirdi. Aynı şe­kilde Halil İbrahim bizzat kendisi -Buhari'nin lahih'inde tahric ettiği şefaat hadisinde geldiği Üiere-, onları yalan olarak isimlendirdi.
Allah rahmet etsin, Seyyid Kutub bu meselede sahih hadisleri nakletmeliydi. Bu esnada da bu ha­disleri nakletmeliydi. Bazı hallerde yalanın caiz ol­duğunu açıklamalıydı. Bizim gördüğümüz o ki, üstad Seyyid Kutub'un cevabında tatsız bir icaz var­dır. Bu ondan bir kalem sürçmesi (kayması)dır. Ancak sözünde herhangi bir sapıklık veya itizal (mu­tezilenin görüşleri) yoktur. Elhamdülillah! [68]

İbrahim Aleyhisselam’ın Ateşe Atıkması


İbrahim'in kavmi bu şiddetli günde kendilerinin zalim olduklarını itiraf ettiler. Çünkü konuşamayan ve işitemeyen ilahlara tapıyorlardı. Onlar, putları konusunda putlarının aczini ve zaafını ilk defa dü­şünüyorlar, fakat vicdanlarının uyanışı fazla devam etmiyor, ancak çok kısa bir an sürüyor. Daha sonra Şeytan'm sesi onların nefislerine galip geldi. Bunun için başlarını eğdiler, küfürlerinde ısrar ettiler ve zalimane kararlarını çıkardılar. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
—"Eğer bir iş yapacaksanız O'nu (İbrahim'i) yakın ve ve ilahlarınıza yardım edin, dediler."
İşte, bu her yerde ve her zaman, ehl-i batılın Allah Nebîleri'ne, Rasûllerine ve İslam davetçilerine karşı sığındıkları silahtır.
İbrahim Aleyhisselâm'm kavmi ilahlarını galip yapmak için kendi Peygamberlerini öldürmekte söz birliği yaptılar
O'na dehşetli bir öldürme çeşidi seçtiler. Bu ise, ateşte yakmaktır. Herhangi bir ateş de değil. Bilakis büyük bir bina yaptılar ve bol miktarda o binaya odun koydular. Odun toplama işine kavmin hepsi de iştirak etti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Dediler ki:  O'nun (İbrahim) için büyük bina yapın ve Onu Nâr-ı Cahîm'in içine atın."[69]
İbn-i Ebi Hatim'in Sudiy tarikiyle naklettiği ri­vayette şöyle deniliyor: "Hasta olan bir kadın şöyle der: Eğer Allah bana afiyet (sıhhat) verirse, mutlaka İbrahim için ağaç toplayacağım."[70]
İbn-i İshak diyor ki: Bir ay odun topladılar ve sonra o odunları yaktılar. Ateş tutuştu ve öyle şid­detlendi ki, eğer o ateşin etrafından bir kuş geçecek olsa ateşin hararetinin şiddetinden yanardı. Sonra ibrahim Aleyhisselâm'ı bağladılar ve mancınıkta el­leri bağlı olarak ateşe attılar.[71]
Ve bu anlarda İbrahim Aleyhisselâm'm Rabb'ine olan imanı yüce dağlardan daha sağlam ve köklü idi. Allah'ın yardımına ve desteğine olan güveni yer­yüzünden ve O'nun üzerindekilerinden çok da kuv­vetliydi. Bunun için onların mahşerî topluluğundan tutuşturulmuş  ateşlerinden  ve öldürücü ko­nuşmalarından dolayı hiç üzgün değildi.
İbn-i Abbas radıyallahü anh'den, dedi ki: "Has-binallahu ve ni'mel vekîl=Allah bize kafidir ve O ne güzel vekildir." Bunu İbrahim ateşe atıldığı zaman söyledi.
Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem de bunu:
"Muhakkak ki insanlar sizin için toplandılar, on­lardan korkun dediklerinde, onların imanı arttı ve dediler ki, Allah bize kafidir ve O ne güzel vekildir." dediklerinde söylemişti.
İbn-i Abbas'tan gelen başka bir rivayette de; şöyle dedi:
"İbrahim ateşe atıldığında son sözü; "Allah bana kafidir ve o ne güzel vekildir" idi."
Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî, Fethü'l Bari'de diyor ki:
"İbn-i Abbas'tan gelen bu iki hadiste, İbn-i İshak'm bu kıssada tahric ettiği uzun rivayete işaret vardır."[72]
—"Dedik ki, ey ateş, İbrahim için soğuk ve se­lamet ol."
"Soğuk ol", sıcaklığından İbrahim'in üzerine se­lamet olmasını gösterir.
"Selamet ol" soğukluğunun şerrinden İbrahim'in üzerine selamet olmasını gösterir. Sıcaklıkdan o so­ğukluğa dönüştü. Ateş neden İbrahim'i yakmadı diye sormak müslüman için doğru değildir. Çünkü onu yaratan, ona yakma özelliğini veren, onun soğuk ve selamet olmasını da ateşe emretmiştir:
"Bir şeyin olmasını dilediği zaman O'nun emri ona "ol" demektir. O da oluverir."[73]
—"Onlar İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan kıldık."
İlahlarına yardım etmek için İbrahim Aley-hisselâm'ı yakmak istediler ama, Cenab-ı Hak onları "daha fazla zarara uğratanlardan" kıldı. Çünkü onlar dünya ve âhiret'te zarara uğradılar. İşte bu apaçık bir hüsrandır. Cenab-ı Hak Saffat sûresinde şöyle buyuruyor: "O'na (İbrahim'e) tuzak kurmak is­tediler. Biz de onları, alçak ve zelil kıldık."
Peygamberlerin karşılaştıkları şiddet son had­dine geldiğinde, Peygamberlerine yardım etmesi, düşmanlarım ve müstekbirleri zelil kılması Cenab-ı Hakk'm kanunlarmdandır. Allahu Teala şöyle bu­yuruyor:
"Ta ki Peygamber (kavimlerinin iman et­melerinden) ümitlerini yitirip, kendilerinin ya­lanlandıklarını yakinen bildiklerinde, onlara yar­dımımız geldi. Dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirilmiştir. Mücrim kavimden ise; azabımız dön­dürülmez."[74]
Ve Halilü'r Rahman ateşten afiyetle sağ salim çıktı. Kavmi ise, O'nu seyrediyor da hiçbir vaaz ve ibret almıyor. Çünkü Cenab-ı Hak, onların kü­fürlerinden ve inatlarından dolayı üzerlerine helaki yazdı. Bunun için ispat ve deliller hiçbir fayda sağ­lamadı. Mucizeler ve harikulade olaylar hiçbir yarar sağlamadı. [75]

İbrahim Aleyhisselâm'ın Hicreti


İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmi Halilü'r Rahman'ı öldürmekten ve davet ettiği fikirlerinden O'nu geri döndürmekten aciz kaldıklarını tamamen anladılar. Onların alevli ateşleri, İbrahim Aleyhisselâm'ın tır­naklarından bir tanesine dahi dokunmaktan veya el­bisesinden en küçük bir parçasını bile yakmaktan aciz kaldıktan sonra tağutları -Nemrud- şaşırıp kaldı. Ne yapacağını bilemiyordu.
İbrahim Aleyhisselâm da iyice anladı ki, şirkin kökleri onların kalplerinde ve akıllarında gerçekten tam kök salmıştı.
İbrahim Aleyhisselâm onlara kesinlikle bir çok düşündürücü deliller getirdi, akıllarının hayrete düştükleri mucizeleri gördüler. Fakat bütün bunlar, onların bâtılda ısrar etmelerini ve haktan yüz çe­virmelerini artırmaktan başka hiçbir fayda vermedi. İbrahim Aleyhisselâm'ın nasihat ve vaazı onları hakka döndürmedi.
Öyle ise İbrahim Aleyhisselâm'ın nebatsız, kurak, su tutmayan ve ot bitirmeyen arzda (yerde) kal­masında hiçbir fayda yoktu. Allah'ın azabının acele kendilerine gelmesini isteyen, Allah'ın Rasûllerine ve Enbiyalarına tenezzül etmeyen bir kavmin ara­sında durmasının hiçbir yararı yoktu. İbrahim Aley­hisselâm ve kendisiyle beraber olanların hakkında, Cenab-ı Hakk'm mübarek yere hicret emri geldi:
"Onlar İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan kıldık. Onu ve Lut'u kurtardık. Onları, içinde alemlere be­reketler verdiğimiz yere ulaştırdık. O'na (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan eyledik. İkisini de Salihlerden kıldık. Onları emrimizle hakka gö­türecek imamlar (önderler) kıldık. Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet eden kimselerdi."[76]
Ve Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Bunun üzerine Lut O'na (İbrahim'e) iman etti. İbrahim dedi ki: Ben, Rabb'imin emrettiği yere hic­ret edeceğim. O, Azizdir, Hakimdir."[77]
Ve Allah buyuruyor ki:
"(Kavmi): O'nun için bir bina yapın ve O'nu ateşe atın, dediler. O'na bir tuzak kurmak istediler. Biz, onları alçak ve zelil kıldık. (İbrahim): Ben Rabb'ime (O'nun emrettiği yere) gidiyorum. O, bana yol gös­terir, dedi."[78]
İbrahim  Aleyhisselam'm   Babil  toprakları   ku­raklık olduktan ve umumi bir kıtlıktan sonra Babil'i terkettiğini iddia edenlerin sözlerinin böylece boş ve heva olduğu ortaya çıkar. Babası Azer'in de İbrahim Aleyhisselâm'la beraber çıkması da gerçekten en ufak bir şeyi değiştirmez. Mümkündür ki çok yaş­lanmış, piri fani olmuştur; kendisini bakacak, hi­maye edecek kimsesi yoktur. Ve atalarının inanç­larında   ısrar   etmekle   birlikte   oğluyla   beraber olmaya muhtaç olabilir. Yine İbrahim Aleyhisselam Allah yolunda O'nun emriyle hicret ettiği zaman, Babil arazisini kuraklık ve kıtlık kaplamış olması da gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez. Halil Aley­hisselam da kendinden önce Nuh'un ve kendinden sonra Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hic­ret ettiği gibi hicret etti.
Buhari'nin Aişe annemizden rivayetle tahriç et­tiği Sahihinde; Varaka bin Nevfel Allah Rasûlüne şöyle dedi:
"Bu,  Allah'ın,  Musa  Aleyhisselam  üzerine  in­dirdiği Namus (Cebrail)'dir. Ah keşke senin davet günlerinde genç olsaydım! Kavmin seni çıkaracak­ları zaman, keşke hayatta olsaydım. Bunun üzerine Rasûlullah buyurdu ki: Onlar beni çıkaracaklar mı ki? O da: Evet! Çünkü senin gibi bir şey getirmiş (vahiy teliğ etmiş) hiç kimse yok ki, düşmanlığa uğ­ramasın. Eğer senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim."[79]
İbrahim Aleyhisselam vatanından ve çocukluk ar­kadaşlarından ayrıldı. Ve kendisine en yakın olan ehlinden ve akrabalarından da ayrıldı.
Diniyle birlikte Allah'ın geniş arzında hicret etti Kendisiyle birlikte müslüman olarak hanımı Sare ve kardeşinin oğlundan başka kimse yoktu.
İbrahim, Lut ve Sare. Müslümanların cemaatı işte bunlardı. Bunlardan başka yeryüzünde Allah'ı zikreden yoktu. Bunda, çokluğa güvenen ve eğitimin fonksiyonunu ihmal edenler için ibret vardır.
Ve bu mü'min kafile yolculuk asasını "Harran"da bıraktı. Harran, Şam beldelerinin ovalarından bi­ridir. Bölge ahalisi isimleri ve sıfatlan yüce olan Cenab-ı Hak'tan başka yıldızlara taparlardı. İb­rahim Aleyhisselam onları, Allah'ın Tevhid'ine ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamaya çağırdı. Fakat O'nun bu davetine icabet etmediler.... İbrahim Aleyhisselâm Cenab-ı Hakk'm dilediği kadar Harran'da kaldıktan sonra, oradan "Teymen" topraklarına göç etti.  -Yani Beytûl Mukaddes ve civarındaki top­raklara gitti.- Daha sonra Teymen'den "Mısır'a göç etti. Sare'nin Melikle olan kıssası Mısır'da cereyan etti. Buhari'nin Ebu Hureyre radıyallahü anh'den ri­vayetle   Sahih'inde   tahriç   ettiği,   İbrahim   Aley-hisselâm'm üç yalanından bahseden, daha önce bah­settiğimiz hadis-i şerifte, bu kıssanın zikri geçmişti.
Kıssa,  İbrahim Aleyhisselam'm başına  sürekli olarak gelen çilelerden sadece bir tanesidir. İnsan­ların  en  şiddetli belaya uğrayanları  Peygamber­lerdir. Peygamberlerin en çok belaya uğrayanları da Peygamberlerden Ulu'1-Azm olanlardır. Bir davetçi için,  hanımının kendisinden  alınıp  da tağut  ta­rafından sarayına sokulmasından daha büyük bir bela ne olabilir ki?  Sonra İbrahim Aleyhisselâm uyurken Sare de tek başına bir odadadır. Allah ce­zasını versin, zalim Melik de onun ırzına tecavüz et­meye kalkıyor ve  şerefini  zedelemeye  uğraşıyor. Sare ise kendi nefsini müdafaa edecek hiçbir kuv­vete    sahip   değil...   Kocası   Halilü'r   Rahman   da Cenab-ı Hakk’ın himayesine sığınmış, namaz kılıp Firavun ve hilesinden muhafaza etmesi ve geri döndermesi için Rabb'ine dua ediyor.
Fakat kudreti yüce olan ve ibrahim Aleyhisselam’ı ateşten muhafaza eden Allah, İbrahim Aleysselam’ı ar (utanç) ayıbından da korudu ve  Sare'yi şerefli ve izzetli olarak kendisine iade etti.
İbrahim Aleyhisselâm Mısır'da Allah'ın dilediği kadar ikamet etti. Sonra oradan "Teymen'e" geri döndü. Beraberinde ise, pek çok hayvan, mal ve köle vardı.
Mısır Firavun'unun Sare'den gördüğü olağanüstü hallerden sonra hizmetine verdiği Kıpti olan Hacer de onlarla birlikte idi.
Lut, İbrahim Aleyhisselam'm emriyle "Tey-men"den ayrılıp "El-Ğûr"a gitti. Geniş ve verimli arazi, sayılamayacak kadar çok hayvanlar, mallar ve köleler sadece Halilü'r Rahman'a kaldı. Cenab-ı Hak Ona salih zürriyet ihsan etti. İbrahim Aley-hisselâm'dan sonra Allah'ın gönderdiği her Pey­gamber O'nun zürriyetindendir. İbrahim Aley-hisselâm'dan sonra Cenab-ı Hakk'm Peygam­berlerden herhangi bir Peygambere indirdiği her kitap, İbrahim Aleyhisselam'm neslinden gelen bi­rine inmiştir.
Cenab-ı Hakk'm İbrahim Aleyhisselâm'a ihsan et­tiği nimetler, bizlere müslümanları Habeşistan'a hicretlerini ve Necaşi'nin yanında karşılaştıkları ik­ramı, hürriyeti, eminliği ve Muhacir Sahabe Ab­dullah bin El Haris bin Kays'ın, Mekke'de ikamet et­mekte olan kardeşlerini çağırmak için yazıp gönderdiği mektuptaki sözleri hatırlatıyor:
Ey atlı çok çabuk benden ulaştır.
Dini ve Allah'a kavuşmayı umanlara. Allah'ın kullarından her biri baskı altındadır.
Mekke'nin   göbeğinde   ezilmiştir,   fitnelere   dü­şürülmüştür.
Biz Allah'ın beldelerini çok geniş olarak bulduk.
Zilletten, horlanmaktan ve rezillikten kurtulduk.
Öyle ise zelil bir hayat üzere ikamet etmeyin.
Hakir bir ölüm ve emniyetsiz bir ayıp üzere otur­mayın.[80]
Bu beyitlerin manalarını anlamaya ve İbrahim Aleyhisselâm'ı hicretinde, vatanından ve ehlinden ayrılmasında örnek edinmeye bugünkü Guraba Da-vetçiler'in (Garip davetçiler) şiddetle ihtiyaçları var­dır. Gurbette Allah'a davet, davetçi için çok önemli bir meseledir. Çünkü kalbi mal sevgisine ve Cenab-ı Hakk'm kendisine ihsan ettiği hayvanlara bağ­lanmamıştır. Vatanını sevdiğinden ve ona olan düş­künlüğünden bahseden mektup ve kasideler yaz­makla kendisini meşgul etmemiştir.
Gurbetlerdeki davetçilerin nazarında akide, top­rak ve çamurdan ibaret olan vatanlarından çok daha önemli, kavmin, aşiret ve aile efradından çok daha kıymetli olmalıdır. Sıkıntılardan dolayı sarsılmamaları, buraya (vatanlarına) olan teveccüh­lerinde, heva ve heveslerden sakınmaları, bu hu­susta Allah'a olan güven ve irtibatları daima kuv­vetli olmalıdır. Kimbilir belki Cenab-ı Hak orasını fetheder.
Alahu Teala şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda hicret edenler arzda sığınacak bir­çok yerler ve genişlik bulurlar. Allah'a ve Rasûlüne muhacir olarak evinden çıkan ve sonra kendisine ölüm erişen kimsenin mükafaatı Allah'a aittir. Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir."[81]
Nemrud ve müşrik kavmine gelince, kudreti yüce olan Allah onları helak etti. İster, İbn-i Kesir'in Zeyd bin Esleme'den rivayet ettiğine göre, siv­risineklerin onların etlerini ve kanlarını yeyip ke­miklerini geriye bırakmak suretiyle onları Cenab-ı Hak helak etmiş olsun, isterse başka bir yolla helak etsin farketmez. Asıl olan onları helak etmesi ve öğüt alanlar için bir ibret kılmasıdır.
Onlardan gelen bir nesil veya onlardan geriye ka­lanı bilmiyoruz.
Sadece onlar hakkında bütün bildiğimiz şey; on­ların Şeytan'ın hizbinden büyük bir topluluk olduğu ve sapıklığın önderleri olduğudur. Yine şer ve dalâletin en bariz topluluğu olduklarıdır. Allah bizi onlardan korusun. [82]

Dersler Ve İbretler

 

1- Asrımızın Tağutları Zulüm Ba­kımından İbrahim Aleyhisselâm'ın Ta-Ğutlarından Daha Da İleridirler


Tağutlar İbrahim Aleyhisselâm'ı alenî olarak yar­gıladılar. Hiç bir zorlama olmaksızın dilediğini söy­lemeye de müsaade ettiler. Dövülmedi veya öl­dürülmedi.
Hatta, tehdit, işkence ve korkutmalardan sonra sözleri banda alınıp daha sonra yönetimin men-faatına hizmet edecek şekilde yayımlanmadı.
Bundan öte halk yaşlısıyla, kadınıyla, genciyle ve çocuğuyla mahkemeyi seyrediyorlardı. Putları kı­ranın sözlerini dinliyorlardı. Yönetimin İbrahim Aleyhisselâm'a verdiği cevapları da doğrudan doğ­ruya heva üzerine -tıpkı dedikleri gibi- herhangi bir tahrif ve telfik olmadan görüp dinliyorlardı.
İbrahim Aleyhisselâm'a gelince, O da mahkemede görüşlerini ve inandığı şeyleri arzetmeye fırsat bul­muştu. Tağutlarm kendisine yapacakları şeye hiç önem vermedi ya da asla aldırış etmedi. İbrahim Aloyhisselâm onların yalancı olduklarını, akıllarının bozuk olduğunu söyledi ve ilanlarıyla alay etti. Ha­kimler ve savcılar O'nu susturmadılar bile. Öyle ya, nefsini müdafaasından haddi aştı.....İşte bundan do­layı deriz ki: ibrahim Aleyhisselâm'ın kavminin ta-ğutları   pislik   ve   çekememezlik   bakımından   ça­ğımızın tağutlarmın Allah'a davet edenlerin üzerine yapılan pislik ve hasetlerinden daha az idiler. Hep­sinin hedefleri ve gayeleri bir olmasına rağmen, ken­dilerinden öncekilerin müsaade ettiği hürriyetin bir parçasına  dahi müsaade  etmiyorlar.  Örneğin bir İslâm   davetçisi   olan  üstad   Seyyid   Kutup     rah-metullahi   aleyh  Mısır'da  tutuklandı.   Düşmanları O'ndan istedikleri her şeyi kendi yayın organlarına anlatmasını söylediler. O'nun suçlu bir terörist ve emperyalistlerin uşağı olduğunu iddia ettiler. Daha bir çok batıl, uydurma ve yalan iddialara varıncaya kadar O'nu itham ettiler. Kendi nefsini müdafaa için O'na izin vermediler. Veya kendi görüşlerini açık­layan bir bildiri yayımlamasına izin vermediler.
Seyyid Kutub'u, rahmetullahi aleyh, müdafaa etmek için İslâm aleminin çeşitli yerlerinden gö­nüllü avukatlar gelmek istediler. Fakat Abdun Nasır idaresi Mısır topraklarına girmelerine bile izin vermedi.
Peki bu durumda gözaltının gizliliklerinden ha­berdar olmak veya itham olunanla hapishanesinde görüşmek nasıl mümkün olur ki? Gerçek şu ki ta­mamen imkansız olan bir şey dahi bu durumdan daha kolaydır. Ve sonunda mücrimler bu büyük İslâm mütefekkirini ve yegâne İslâm davetçisini idam ettiler. İnsanlar bu konuda sadece idarenin gö­rüşünü duydular ve dinlediler....
— Ve Bağdat'ta Baas Partisi yöneticileri (Misel Eflak'ın partisi) İslâm davetçisi Şeyh Abdulaziz El Bedri rahmetullahi aleyh'i evinde eşi ve çocukla­rının arasında eman içerisindeyken, evden alıp gö­türdüler...... Cenab-ı Hakk'ı gazaplandıracak her­hangi bir günah işlemeksizin ya da herhangi bir cü­rüme yaklaşmaksızm ailesinin arasından O'nu kapıp tutukladılar.... Ve günlerden sonra ailesine şeyhin kalp krizinden öldüğünü haber verdiler?
Talebelerine, ailesine ve sevenlerine cenazesini kaldırmaya izin vermeksizin son varacağı yere (kabre) naklettiler. Ancak kardeşi, cenaze et­rafındaki emniyet güçlerinin barikatını yarıp, mak-tul'ün yüzünden örtüyü kaldırmayı başardı. İşkence, «zap ve dağlama izlerinden dolayı dehşet kapladı or­talığı. İşte Baas Partisinin canileri Irak alimlerinin in mümtazı olan bu davetçiyi, muhteşem şahsiyeti böyle katlettiler. İnsanlar, O'nun niçin tu­tuklandığını ve neden öldürüldüğünü bilemediler, llıılta insanların canlarını o derece hafife aldığından dolayı, yönetim, neden öldürdüklerini bile açık-Imnadılar.
-Yaralı   Şam   beldesine   gelince, Tedmur hapisanesinde -birkaç saat içinde- Nusayri Baas'ın ta-ğutları yüzlerce davetçi genci helak ettiler. Ara­larında doktor, mühendis, müderris, hatip ve vaizler de vardı. Onları toplu mezarlara gömdüler. O genç­lerden bazıları ise henüz sağ iken gömüldüler.
Müslüman Hama'da ise katiller, şehrin halkının çoğunu yok ettiler. Bu korkunç mezbahada ha­yatlarını kaybedenler otuz binden az değildi. Alçak reziller ırza tecavüz ettiler, çocukları, yaşlıları öl­dürdüler ve mescidlerin çoğunu yerle bir ettiler. Nu­sayri Baasçıların cürümleri sadece Tedmur ve Hama ile sınırlı değildir. Onlar Suriye'nin tamamını ha­pishaneye çevirdiler. Yönetimin dilediğini tu­tuklaması ve dilediğini öldürmesi Suriye halkı ta­rafından artık garip sayılmayan işlerden olmuştur. Hiç kimsenin, oğlunu ve kardeşini acaba öldü mü, yoksa hayatta mı diye sormaya bile hakkı yoktur.
İşte bu, İslâm aleminde cereyan eden olaylardan bir kaçı. Bu konuda birinin askerî tağut ol­masıyla, diğerinin demokrat tağut olması ara­sında hiçbir fark yoktur. Veya birinin ilerici tağut olmasıyla diğerinin gerici tağut olması arasında değişen bir şey yoktur.
Çağdaş tağutların akıllarını ve fikirlerini güzel bir şekilde İslâm davetçisi şairlerden birinin ifa­deleri belirtmektedir. Bu ifadeler gerçeğin ter­cümanlığını yapmakta, hakkı dile getirmektedir.
Bu davetçi şair 'Mısır Askeri Cezaevi Müdürü' Hamza el-Besyunî'nin hapishanede İslam Da-vetçilerine verdiği seminerde söylediklerini, şöyle dile getirmiştir:
"Kanun benim! Yönetimi, en üstün kanun oto­ritesini kim hesaba çekebilir? Sizden kimi sağ bı-rakmışsam rahmetimdendir. Eğer öldürürsem bu benim sahip olduğum yeminimdir."
Pek çok yazar ve vaizlere de ne oluyor, İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin tuğyanları hakkında ki­taplarında bir çok sayfaları karalıyorlar, radyo ve te­levizyon programlarında uzun saatlar konuşuyorlar da, asrımızın tuğyanlarından bir kelime dahi bah­setmiyorlar.

Ancak eğer konuşması bir tağutun başka bir ta-ğuta karşı işlediği zulümlerden propagandaya yö­nelik bir konuşma bölümü olursa, o zaman asrımızın tuğyanlarından da bahsediliyor[83].

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...