06 Aralık 2013

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..İBRAHİM ALEYHİSSELAM.. 1


ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU

(DERSLER VE İBRETLER)..

İBRAHİM ALEYHİSSELAM..


Bazı tarihçiler İbrahim Aleyhisselâm'm Şam'ın sulu ve ağaçlıklı bölgesinde doğduğunu söylerler. Berze denilen bu köy ( Cebelu Kâsiyon) Kâsi^on da-ğındadır.
Sahih olan ise İbn-i Kesifin İbn-i Asakir'den ve başka bir yolla da İkrime'detf rivayetidir. Buna göre İbrahim Aleyhisselam Keldaniler'in bölgesinde doğ­muştur. Yani Babil topraklarını kasdetmektedir.

İbrahim Aleyhisselâm'm doğumu, babası yetmiş-beş yaşma ulaştıktan sonrü olmuştur. İbrahim'in Nahur ve Haran diye çocukları oldu. Lut da Haran'm çocuğudur. İbrahim ortanca olandır. Haran, Babil'de babası hayatta iken öldü.
İbrahim Aleyhisselâm'm babasının adının Âzer mi yoksa Târih mi olduğu konusunda tarihçiler ih­tilaf etmişlerdir. Doğrusu ise; Cenab-ı Hakk'ın şu âyetine göre Âzer'dir.
"İbrahim, babası Âzer'e: Putları ilahlar mı edi­niyorsun? Ben seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta görüyorum, demişti."[1] Ve Allah Rasûlü'nün bu ko­nudaki sözü de İbrahim Aleyhisselâm'm babasının Âzer olduğunu göstermektedir.
"Kıyamet günü İbrahim babası Azer'in yüzünde korku ve toz toprak olduğu halde karşılaşır......" böy­lece hadis devam ediyor.[2] İbn-i Cerîr et-Taberî diyor ki: Doğru olan isminin Âzer olmasıdır. Belki de onun iki ismi, iki unvanı vardı. Ya da biri lakab, diğeri de isim idi.

İbn-i Kesir de şöyle diyor:
Taberi'nin bu dediği ihtimal dahilindedir. En iyi­sini Allah bilir.
İbn-i Cerir et-Taberi diyor ki: "Ehl-i   ilimden   Selefin   geneli,   İbrahim   Aley-hisselam'ın   doğumunun   Nemrud   bin   Kevş   za­manında olduğunu söylerler."
Nemrud bin Kenan bin Kevş diktatör ve zalim bir yöneticiydi. O'nun tebaası cehalet ve sapıklığın ka­ranlıklarında idiler. Yine onlar sağır taşlara ve kör putlara taparlardı.
Nemrud kendisini kavmine hükümdar tayin etti, arkasından da nefsini onlar için ilah olarak kararlaştırdı, insanları kendine ibadete çağırdı. Onlar da hemen Nemrud'a itaat ettiler. Çünkü konuşan putlar, ölmüş putlardan daha faziletlidir. Diğer bir açıdan; Babil'in tağutu fayda ve zarar veriyor. Fa­kiri zengin edebiliyor. Azizi zelil kılabiliyordu. Çünkü dünya sakinlerinin rızıklarının mühim bir kısmına hükmediciydi. İbn-i Abbas ve diğerlerinden gelen rivayete göre:
"Yeryüzünün tamamına sahip olan melikler dört tanedir. Nemrud, Süleyman bin Davud Aley-hisselâm, Zülkarneyn Aleyhisselâm ve Bağt Nasr'dır. İki mü'min iki kafir."
İşte bu fesat beldede Halilü'r Rahman İbrahim Aleyhisselâm doğdu.
İbn-i Kesir şöyle diyor:

"İbrahim Halil, hanımı ve kardeşinin oğlu Lut'tan başka yeryüzünde kim varsa hepsi de kafir idi.
Babası Âzer İbrahim Aleyhisselâm'm en şiddetli düşmanıydı. Akrabaları, arkadaşları ve kardeşleri de Onun azılı düşmanlarıydı. Bu demek oluyor ki, İbrahim Aleyhisselâm, ailesi ve yakınları arasında da garipti, yalnızdı.
İbrahim Aleyhisselâm genç delikanlı olduğunda "Sâre" adında bir kadınla evlendi. Sâre kısırdı, çocuk doğuramazdı.
Süheyli'nin de anlattığı gibi bazıları Sâre'nin İb­rahim Aleyhisselâm'ın kardeşi Haran'm kızı, Lut Aleyhisselâm'ın kız kardeşi olduğunu zannederler. Bunu söyleyenler tamamen yersiz ve ilimsiz bir şey söylemişlerdir.
Bazıları da, o zamanda kardeş kızıyla evlenmenin meşru olduğunu iddia ederler ki, bu konuda onların hiçbir delili yoktur. Yahudi ve Rabbanilerden nak­lolunduğu gibi, o zamanda bunun meşru olduğunu farzetsek bile, Peygamberler almazlar. En iyisini Allah bilir.

İbrahim Aleyhisselam daha genç yaşından iti­baren görüşünün doğruluğu ve derin fikriyle bi­linirdi. Allah birdir ve tektir. Mülkte O'nun eşi ve ortağı yoktur. Cenab-ı Hak, İbrahim Aleyhisselâm'ın kalbine, kavminin tapmış olduğu putlardan nefret etmeyi koydu. Çünkü o putlar onlara ne bir fayda sağlıyordu, ne de onlardan herhangi bir zararı gi-derebiliyordu... Allahu Teâla'nm ne zaman İbrahim Aleyhisselâm'ı Risaletle gönderdiğini ve bunun ka­çıncı sene olduğunu bilemiyoruz.
Bu konuda, Kur'an-ı Kerim'de umumi işaretler gelmiştir.
Bunlardan bazıları:

"Şüphesiz ki Biz daha önce İbrahim'e hakkı bul­ma kabiliyeti verdik. Biz O'nun Peygamberliği yük­lenebileceğini biliyorduk."[3]
Yani Cenab-ı Hak O'ndaki kâmil aklı, üstün ze­kayı, delil getirmedeki gücü, hak ile batılın arasını ayırmadaki üstünlüğü biliyordu.
Ve Allahu Teâla'nm şu kavli:
"Rabb'in, İbrahim'i bazı emirler ile imtihan edip o da bunları tamamlayınca, Allah: "Ben seni insanlar üzerine imam (rehber) yapacağım" dedi. İbrahim de: "Ya Rabbi! Zürriyetimden de imamlar yap" dedi. Allah, "benim ahdime zalimler nail olamazlar" bu­yurdu."[4]

Cenab-ı Hak, İbrahim Aleyhisselâm'ı imtihan et­tiği kelimelerin neler olduğunu bizlere açıklamadı. Onların birtakım emirler olduğunu ve İbrahim Aley­hisselâm'ın da onları noksansız tamamladığını bil­memiz bize kafidir....
Başka bir ayette de Allah, İbrahim Aleyhisselâm'ı vefakarlıkla vasıflandırmış ve hatta vefayı İbrahim Aleyhisselâm'ın ahlakından bir cüz olarak kılmıştır.
Şöyle buyuruyor:
"Ve İbrahim ki ahdine vefalıdır."[5]
Cenab-ı Hakk'm "Muhakkak ki, ben seni insanlar üzerine imam (rehber) yapacağım, dedi" ayetinin tef­sirine gelince: Bu konuda Şeyh Muhammed Ahmed El-Adevî şöyle diyor:

"Bu imametin yüzde yüz Cenab-ı Hakk'm ihsa-nıyla olduğunu ve O'nun seçmesi, kelimeleri tamam­laması  sebebiyle  olmadığını bize  göstermek için, Allah,  "Fegâle inni  Câilüke"  demedi;  "Gâle inni Câilüke" dedi. Çünkü buradaki imamet Peygamber­likten ibarettir.  Peygamberlik ise,  çalışanın gay­retiyle elde edilmez. Bu ayetten murad, İbrahim Aleyhisselam'm bu yüce makama layık olduğudur ki, o makam da insanlara imamlıktır. Şüphesiz Al-lahu  Teâla   Risalet'ini      ehil   olan  kimseye   ver­miştir."[6]
İbrahim Aleyhisselam'm siyretinden, O Babil'de iken kendisinin Peygamberlikle görevlendirildiğini, O'nun da Allah'ın emrettiği şeyi en güzeliyle yerine getirdiğini, belalara, eziyetlere karşı sabrettiğini, tehdit ve korkutmaları dağlardan daha yüce bir azi­metle karşıladığını, kavminin, davetinden yüz çe­virdiğine    tamamen    kanaat    getirince,    Cenab-ı Hakk'ın geniş yeryüzünde hicret edip, ayağının her bastığı yere iman tohumunu ektiğini bilmemiz bizler için yeterlidir.
Netice  olarak İbrahim Aleyhisselâm,  sabrı  ve azmi sebebiyle Enbiyaların babası olmaya müstehak olmuştur. Muttakiler için imam ve muvahhidler için bir örnek olmaya layık olmuştur.

İbrahim Aleyhisselam'm Peygamberlik dönemi­nin önemine nazaran onun kıssası Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûre ve altmış üç ayette zik­redilmiştir. Yine O'nun siyreti kardeşinin oğlu Lut Aleyhisselam'm siyreti ve oğlu İsmail ve İshak Aley-himasselam'm hayatlarıyla da irtibatlanmıştır. Hatta O'nun siyreti kendisinden sonra gelen bütün Peygamberlerin siyretiyle ilgilidir. Çünkü Pey­gamberler O'nun neslinden ve zürriyetindendirler. Ve Mişk-ül Hitam ise; Âdem'in en büyük oğlu Mu-hammed'dir. Salat ve selamın en üstünü onun üze­rine olsun.[7]

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın Babasıyla Konuşması (Münazarası):


Âzer putlara tapardı. Hatta putları taştan yon­tarak yapar ve satardı. İşlerin en şerlisi, bir insanın batıl bir akideye inanmasıdır.
Sonra bu gaye edinilip bütün çalışmalar onun üzerine yoğunlaşır ve rızık kapısı haline gelirse çok daha şerlidir.
Davet edilenlerin ilki, İbrahim Aleyhisselâm'm babası olacağı açıktır. Çünkü insanların O'na en ya­kını babasıdır. Ve hidayete de en evlâ olanı da yine odur. Allahu Teala Muhammed Aleyhisselam'a aşi­retinden ve akrabalardan başlamasını emretmiştir. Allah Nebilerinin hepsinin de davetteki metodu böy­ledir.
İbrahim Aleyhisselâm'm babasını davetinden sö-zeden pek çok ayet nazil olmuştur. 

Bunlardan ba­zıları:
"İbrahim babası Âzer'e: Putlara mı ibadet  ediyorsun? Ben seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta görüyorum, demişti."[8]
Şüphesiz ki Biz daha önce İbrahim'e hakkı bulma kabiliyeti verdik. Biz O'nun Peygamberliği yük­lenebileceğini biliyorduk. O bir zaman babasına ve kavmine: "Tapıp durduğunuz bu heykeller de nedir?"demişti."[9]
Ve Cenab-ı Hakk'ın şu kavli:
"Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani O ba­basına ve kavmine, neye tapıyorsunuz, demişti."[10]

Meryem Sûresinde nazil olan ayetler, İbrahim Aleyhisselâm ile babası arasında cereyan eden mü­nazarayı çok açık bir şekilde bildirmektedir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Kitab'da İbrahim'i de zikret. O, sıdkı bütün bir Peygamberdir. Bir vakit babasına: "Ey babam! Niçin işitmez, görmez ve senden bir belayı uzaklaştırmaya gücü yetmez şeylere tapıyorsun? Ey babam! Bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir. O halde bana uy ki, seni doğru yola hidayet edeyim. Ey babam! Şey-tan'a tapma. Çünkü Şeytan Rahman'a asi olmuştur. Ey babam! Korkarım ki, Rahman tarafından sana bir azab gelir de, Şeytan'a dost olmuş olursun" de­diğinde, Babası: "Ey İbrahim, sen benim ilah­larımdan yüz mü çeviriyorsun? Andolsun ki, eğer bundan vazgeçmezsen seni taşa tutarım. Uzun bir müddet yanımdan defolup git" dedi. İbrahim de: "Allah'ın selameti senin üzerine olsun. Senin için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o bana du­amın kabulünü vaadetmiştir. Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan ayrılıyorum (uzaklaşıyorum). Ve Rabb'ime dua ediyorum. Umulur ki, O'na bu dua sebebiyle asi olmam" dedi."[11]
"Kitab'da İbrahim'i de zikret. O sıdkı bütün bir Peygamberdir."
Allahu Teala Nebisi Muhammed Aleyhisselam'a İbrahim Halilü'r-Rahman'ı hatırlamasını emrediyor. O, doğruluğunun çok fazla olmasından dolayı Allahu Teala O'nu "Sıddık Nebi" olarak isimlendirdi. O'nu doğrulukla vasıflandırdı ve bunu Nübüvvetten önce zikretti.

Muhakkak, İbrahim Aleyhisselâm, Nübüvvetten önce de kavmi arasında sadık idi. Tıpkı Risaleti teb­liğinde, Allah'a teslimiyetinde ve Rabb'inin emir­lerine boyun bükmesinde de sadık olduğu gibi.
— "Ey babam dediğinde."
İbrahim Halilü'r-Rahman babasıyla yaptığı ko­nuşmasına "Ey babam" sözüyle başladı. Bu, bağların en kuvvetlisi ve en sağlamıdır.
Şeyh Muhammed Ahmed El Adevi diyor ki:
"...Diğer taraftan İbrahim bu çekici üslupla ba­basının hiddetini kırmaya gayret ediyor. Ta ki Allah'ın Risaletini ona tebliğ edebilsin ve delilini ona tam olarak gösterebilsin. Ve İbrahim Aley­hisselâm gayet sakin ve öfkesiz bir haldedir. Bu şef­kat ve merhameti gerektiren üslupla nida ettikten sonra edeple ona şöyle dedi:
"Ey babam! Niçin işitmez, görmez ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere tapıyorsun?"
"Ey babam! Sen ona nida ettiğinde, seni duy­mayan bir ilaha nasıl ibadet ediyorsun? Sen ona yaklaştığında veya ondan uzaklaştığında seni gör­mez. Sana hiçbir fayda getiremez veya hoş olmayan herhangi bir şeyi senden defedenıez...." İşte bu man­zara, bir çok manzaralardan biridir ki, İbrahim Aleyhisselâm bu manzara esnasında onun tapmakta olduğu putların acziyetihi açıklıyor, babasını dü­şünceye ve akıl nimetinden istifadeye davet ediyor.

— "Ey babam! Bana, sana gelmeyen bir ilim gel­miştir. O halde bana uy ki, seni doğru yola hidayet edeyim."
İbrahim babasıyla konuşmada mücadelesine, çok ilmi  oluşundan,  delilinin  kuvvetliliğinden ve zekasının üstünlüğünden başlamadı. Yine babasını da cahillikle vasıflandırmadı. Eğer öyle ve böyle de de­seydi doğru idi. Ancak O babasına sadece şöyle dedi ve o babası nezdinde de emin ve sadıktır: "Ey babam! Allah kendi fazlından bir üstünlük verdi ve özel kıldı. Bu yeni emri dinle ve Hakk'ın davetine icabet et ki, her iki cihanda da kurtuluşa erenlerden olasın. Ey babam, şu içinde bulunduğun halde devam etmekten uzaklaş; yoksa Şeytan'a kul olur­sun. Rahman'ın ibadetiyle Şeytan'm ibadeti mu minin kalbinde asla birleşmez."
Ve İbrahim Aleyhisselâm babasıyla olan ko-uşmasmı "ey babam" sözüyle bitiriyor. Yani çok latif, ince bir nida ile başladı. Dünya ve Ahiret'te Allah'ın azabının onun üzerine gelmesinden kor­kuyor:

— "Dedi ki: Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen seni taşa tutarım. Uzun bir müddet yanımdan de­folup git." Azer, oğlunun, kavminin ilahlarından yüz çevirmesini reddediyor. İbrahim Aleyhisselâm'la olan konuşmasında O'na ey oğlum diye hitab et­medi. Sadece O'na ismiyle "İbrahim" diye seslendi. Sonra O'nu tehdit etmeye başladı.
"Ey İbrahim, eğer sapıklığından vazgeçmezsen ve bâtılından geri dönmezsen, mutlaka seni taşlarım. Şu anda senin üzerine düşen görev, evimden çıkman ve oturduğum yerlerden uzaklaşmandır."

"Dedi ki: Allah'ın selameti üzerine olsun. Senin için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana duamın kabulünü vaadetmiştir."
"Selamun aleyke." Cumhura göre İbrahim Aley-hisselâm'ın selamından maksat, esenlik ve bereket selamı değil, ayrılmalardan gelen selamlaşma, sağ-lıklamadır. Taberi diyor ki: "Selamın manası, ben­den sana eminlik demektir."
Tenkit ehli dirayetli âlimler de; "yumuşak huylu İbrahim Aleyhisselâm Sefih'e (Sefih, akıl edemeyen babası) hitab etti" demektedir.
Bazıları da: "İbrahim'in selamının, ayrılma se­lamlaşması olduğunu" söylemişlerdir.[12]
Şu ayette geçen selam bu çeşittendir :

"...Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz si­zedir. Selam sizin üzerinize olsun. (Bizden emin ola­bilirsiniz, size sövmeyiz.) Biz cahillerle münakaşayı istemeyiz."[13]
Ve Cenab-ı Hakk'ın, Rahman'ın kullarını va­sıflandıran şu âyeti de yine bu çeşit bir selamlama­dandır.

"....Kendilerine cahiller laf attıklarında, "selam" (sizinle muhatab olmayız) derler."[14]
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Eğer onlar (anne ve baba) senin bilmediğin bir şeyle bana şirk koşmana seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünyada onlarla iyi geçin..."[15]

— "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Ve Rabb'ime dua ediyorum. Umulur ki, O'na bu dua sebebiyle asi olmam, dedi."
ibrahim Aleyhisselam kavminin ve babasının Allah'tan başka çağırdıkları putlardan ve heykeller­den uzaklaştığı gibi, babasından ve kavminden de uzaklaştı. İbrahim Aleyhisselam onların kavmî mut­luluklarına ortak olmuyor, bayramlarında top­lantılarında hiç bir sevinç duymuyordu. Onların ilahlarını sadece tenkit ve yaralamaktan başka bir şekilde zikretmiyordu. Bununla beraber babasına karşı gayet iyi ve nazik davranıyordu ve onun hi­dayete ermesine oldukça hırslıydı. Bu konuda Ce­nabı Hakk'm 

"Selamun aleyküm" sözüyle, ayrılma selamının kastedilip, tahiyyet (rahmet ve bereket) selamının kastedilmeyişine bir delil vardır.
ibrahim Aleyhisselam kavminden ve kavminin içinde bulunduğu şirk ve sapıklıktan yüz çevirdi­ğinde, Allah, dostuna nasıl bir ikramda bulundu­ğunu da başka bir ayette beyan ediyor:

"Ne zaman ki ibrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldı, biz O'na İshak ve Yakub'u ihsan ettik. Her birini de Peygamber yapık. Onlara rahmetimizden ihsan eyledik. Onlara yüksek bir sadakat dili (şan, şöhret) de verdik."
ibrahim Aleyhisselâm'ın babasıyla olan ko­nuşmasında (münazarasında) pek çok ibretler var­dır. En önemlileri şunlardır:

1- Pek çok davetçi -kitaplarında ve derslerinde-davetten daha çok kendi nefislerinden bahsediyor­lar. Başkalarıyla yaptıkları münazaralarda onlara karşı  üstünlük  sağlamaya  çalışıyorlar ve  onlara problemlerini   arzetme   fırsatını   vermiyorlar.   En basit sebeplerden dolayı kendi kendilerine kızıp si­nirleniyorlar. Kalplerini hemen kin kaplamaktadır. Dolayısıyla bunlara ve diğerlerine düşen görev: Sa-dakatta, edebde, tevazuda, ihlasta ve başkalarına hürmette ibrahim Aleyhisselam'ı örnek edinmeli, kendi nefsî çıkarlarını bir kenara itip bütün gayesini Allah rızasına matuf kılmalıdır.

2- Azer'in kalbi tıpkı taşın en serti gibi idi. Hatta sert taş o kalpten daha yumuşaktır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"...Muhakkak ki, bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar. Bazıları da vardır ki, yarılıp içinden sular akar ve Allah korkusundan dağlardan yu­varlanıp düşerler. Allah işlediğinizden gafil de­ğildir."[16]

Âzer inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Putlar ve heykeller kendisine ciğerparesinden (oğlu İbrahim'den) daha sevimliydi. O putlar kendisine in­sanların en yakınıydı. İbrahim Aleyhisselam da inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Ne zaman ki babası şirkinde ısrar etti, İbrahim Aley­hisselam ondan yüz çevirip terketti. İbrahim Aley­hisselam merhamet ve yumuşak huyla bezenmesine rağmen, babası ona düşmanlık ve buğzetti.
Ve üzücü olanlardan biri de, pek çok davetçinin kendi menfaatlarını dava ile karıştırmalarıdır. İslam'a ve Müslümanlara olan düşmanlıklarına rağ­men idarecilere karşı sevgi gösterilerinde bulunuyor ve onlara sevimli olmaya çalışıyorlar.

Cenab-ı Hakk'ın Kitab'mda:
"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden bir kavmi; babaları, oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasûlü'ne muhalefet edenlerle dostluk eder bulamazsın..."[17] diye buyuran âyetini oku­dukları halde, babalarından, kardeşlerinden ve ak­rabalarından müşrik ve münafıklara karşı sevgi gös­terirler, onlara hoş görünmeye çalışırlar.
Davaya gönül veren dâvetçiler İbrahim Aley-hisselâm'ı, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i ve Allah'ın diğer Nebilerini örnek alanlardan ol­madıkları müddetçe, davet asla başarıya ulaşmaz.
Salât ve selamın en üstünü o Peygamberlerin üzerine olsun. [18]

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın Babasın­dan Uzaklaşması


Allahu Teala şöyle buyuruyor: "Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olan­larda sizin için güzel bir numune (örnek) vardır. Hani onlar kavimlerine: Biz, sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden beriyiz (uzağız). Sizi red­dettik. Siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar daima bizimle sizin aranızda düşmanlık ve buğz var­dır, demişlerdi. Ancak İbrahim'in babasına: Senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat, Allah'ın azabına karşı seni kurtarmaya gücüm yetmez, demesi hariç. (Ey mü'minler) şöyle deyin: Ey Rabbimiz! Sana te­vekkül ettik, sana tevbe edip yöneldik ve nihayet dönüş sanadır."[19]
Sebeb-i  Nüzul  (Yani  bu  ayet-i  kerimenin  in­mesine sebep olan olay):

Rasûlullah Aleyhisselam Mekke'yi fethetmeye az­mettiğinde, düşüncesini Sahabelerinden bir cemaata açtı. Hatib de onlardan birisi idi. Hatib Mekke eh­line bir mektup yazmak istedi ve yazdı. Pey-gamber'in onlara karşı savaş azminde olduğunu bil­dirmek ve müşrikler nezdinde bir himaye edinmek gayesiyle bu mektubu müşrik bir kadınla gönderdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü Aleyhisselam Ali'yi, Zübeyir ve Mikdad'ı gönderdi. Onlar da kadını Ravzaî-Hâh denilen yerde yakaladılar ve mektubu ondan aldılar. Eğer Hatib Bedir ehlinden olma­saydı, Allah Rasûlü, O'nun yaptığından hıyanet kas-detmediğini bilmeseydi ve eğer Hatib kafir ve mür-ted olsaydı, mutlaka Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem O'nun boynunun vurulmasını emre­derdi."[20]
Birincisi: Onlardan (Allah'a şirk koşanlardan) ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinden berî olmak (yüz çevirmek).
ikincisi: Onları reddetmek.

Üçüncüsü: Onlar tek olan Allah'a inanmcaya kndar  düşmanlık  ve  buğzu  başlatıp sürdürmek, bunu ebedi olarak açıkça ve üst seviyede söyleyerek ilan edip açıklamak. İşte bu, kendileriyle kavimleri arasındaki ilişkiyi kesmede en ileri bir derecedir.
Buna ilaveten, ebedi bir düşmanlık ve buğzun başlamasmdaki yegane sebep, küfrün ta kendisidir. Eğer onlar bir tek olan Allah'a inansalar, bunların tamamı aralarında son bulur.[21]

İbrahim Aleyhisselâm'm babası için istiğfar et­mesine gelince, o daha babasını davetteki ilk dö-nemindeydi. İbrahim Aleyhisselâm babasının şirk üzere ısrar etmesini beklemiyordu. Ve zaten sadece onun için hidayet temenni ediyordu. Cenab-ı Hak: "İbrahim'in babası için istiğfarı, ona söylediği bir va-adden dolayı idi. Babasının Allah'ın düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. İb­rahim cidden çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı"[22] buyurmaktadır.

İbrahim Aleyhisselâm babasından berî oldu, yüz çevirdi. Tıpkı Nuh Aleyhisselâm'm hanımından ve oğlundan berî olduğu ve Rasûlullah Sallallahu Aley­hi Vesellem'in en yakın müşrik akrabalarından yüz çevirip berî olduğu gibi. Üstad Seyyid Kutub bu ayet-i kerimelerin tefsirinde şöyle diyor: "Müs­lüman, İbrahim Aleyhisselâm'm kıssasına bakarken O'nun asil bir nesebi olduğunu, uzun bir geçmişinin bulunduğunu ve hayatının zaman boyunca uzanıp gelen güzel bir örnek olduğunu görür. Sadece İb­rahim Aleyhisselâm'm inancı konusunda değil; bi­lakis karşılaştığı tecrübelerinde de bunu görür. Ne­ticede müslüman, O'nun büyük bir tecrübe birikimi olduğu şuuruna varır ki, bu birikim kendi şahsi tec­rübe birikiminden ve içinde yaşadığı neslin tec­rübelerinden daha da büyüktür. Bu taife Allah'ın dinine inanarak zaman boyunca uzanıp gelirken O'nun koruyuculuğunda ve himayesindedir. Bazen olur ki müslüman yaşamakta olduğu olayın aynısı daha öncede geçmiştir. Bazen de bu taifenin tec­rübesi öyle bir kararda son bulur ki, o kararın ay­nısını ve bu tecrübeyi bugün herhangi bir müslüman da elde etmiştir. Çünkü yeni veya ilk defa ortaya çıkan   birşey   değildir.   Ve   müminlere   meşakkat
veren bir külfet de değildir..... 

Sonra müslümanm
uzun ve geniş bir ümmeti vardır ki kendisiyle inan­cının düşmanları arasında irtibatlar yeşermeye baş­ladığında, o, bu ümmetle birlikte akidede buluşur ve o akideye döner. Çünkü müslüman, bu yüce, geniş, derin, köklü, pek çok dalları olan tam ve mükemmel gölgeli ağacın bir dalıdır. Öyle bir ağaç ki ilk müs-Iumanlar bu ağacı dikti.... İbrahim de (Aley­hisselâm)....."[23]
İşte iman, muttakilerin imamı olan İbrahim Aley-hisselâm ile, şekli en çirkin bir hale döndürülmüş olarak helak olanlardan babası Azer'in arasını, işte böyle ayırdı.
Ebu Hureyre'den, radıyallahü anh, gelen bir ri­vayete göre Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü İbrahim babası Azer ile, yüzünde korku ve toz toprak olduğu halde karşılaşır. Ve İbrahim ona der ki: Ben sana, bana asi olma demedim mi? Babası da O'na der ki: Bugün sana isyan etmeyeceğim. İbrahim de der ki: Ey Rabbim, muhakkak, insanların haşrolunduğu günde beni rezil etmeyeceğini bana vaad ettin. Peki, uzak­laştırılmış (rahmetten kovulmuş) babamın re­zilliğinden daha büyük rezillik mi var? Bunun üze­rine Cenab-ı Hak da buyurur ki:

"Ben Cennet-i kafirlere haram ettim." Sonra İb­rahim'e denilecek ki: Ey İbrahim, ayaklarının di­binde ne var? O da bakar ki kesilmiş, pisliklere bu­laşmış bir hayvan. Derken o hayvan sırt kısmından tutulup Cehenneme atılır."[24] Hafız İbn-i Hacer diyor ki: "İbrahim bin Tah-man'ın rivayetinde ise; Cenab-ı Hak İbrahim'in babasım İbrahim'den alır ve O'na; "ey İbrahim baban nerede?" diye sorar. O da: "Sen onu benden aldın" der. Cenabı Hak da "aşağıya bak" der. O da bakar ki bir kurt, leş kokulu ağzıyla toprağı karıştırıyor, pis salyaları etrafa dağılıyor."

Ve Eyyub'un rivayetinde ise; "Cenab-ı Hak İb­rahim'in babasını ayı şekline koyar. İbrahim de o leşin pis kokusundan nefret ettiğinden par­maklarıyla ayının burnundan tutar. O anda Cenab-ı Hakk O'na, "ey kulum, o senin babandır" der. İb­rahim de "senin izzetine yemin olsun ki bu benim babam değildir, der."
Said'in rivayet ettiği hadiste de: "Cenab-ı Hak onun şeklini çok kötü bir surete çevirir ve kokusu ise iki tane sırtlan suretinde etrafa yayılır. İbn-i Münzir de bu son veçhe şunu ilave eder: İbrahim ba­basını bu şekilde gördüğünde ondan yüz çevirir ve der ki, sen benim babam değilsin."
Hafız ibn-i Hacer devamla der ki: "Deniliyor ki, babasının suretinin böyle değiştirilmesindeki hik­met; İbrahim'in kendisi dahi ondan nefret etmesi ve kendi suretinde Cehennem'de kalıp bundan İb­rahim'de bir üzüntü bırakmaması içindir."[25]

— İbrahim ki, Halilür Rahman olduğu halde, Kıyamet gününde babasına hiçbir fayda sağlayamı-yorsa, onu ebedi olarak Cehennem ateşinde yan­maktan kurtaramıyorsa!.... Cenab-ı Hak İbrahim'in lisanı üzere şöyle buyuruyor:                                             
"Ben senin için Allah'tan hiçbir şeye malik değilim" Ve Rasûllerin ve Nebilerin sonuncusu (salat ve selamların en üstünü O'nun üzerine olsun), Kı­yamet günü anne ve babasına hiçbir fayda sağ-layamıyorsa!... Hatta Rabb'i O'na sitem etti. Çünkü amcası Ebu Talib için istiğfar etmişti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ne Peygambere ne de mü'minlere akrabaları bile olsa, onların Cehennem ehli oldukları mu­hakkak meydana çıktıktan sonra müşrikler için is­tiğfar etmeleri doğru ve caiz değildir."[26]

Peki bazı insanlara ne oluyor ki, evliyaların ve sa-lihlerin   kabirlerini   ziyaret   için   özel   olarak   seyahatlar yapıyorlar, o kabirlerin etrafında tavaf edi­yor, o kabirler için kurban kesiyor ve Allah'tan başka hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği şeyleri ölülerden istiyorlar. Kabirlere tapanlar, duanın da bir ibadet olduğunu ve sadece Allah'a yapılacağını unutuyorlar. Allah'ın Nebileri ve evliyaları ise hiç kimseden herhangi bir zararı gidermeye malik de­ğillerdir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"De ki: Allah'tan başka ilah olduklarını zan­nettiğinizi çağırın. Onlar, sizden bir zararı gidermeye ve değiştirmeye güç yetiremezler. Gerçek şu ki, onların o taptıkları da flabb'lerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile garlar. O'nun rah­metini umarlar, O'nun azabında» korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur."[27]
Şunu söylemek de çok yeri^ °lacaktır- Mu­hakkak Kureyş müşrikleri All*h'a inanıyorlar ve putların kendilerini Allah'a yanaştırdıklarına ina­nıyorlardı. Cenab-ı Hak şöyle bt>yuruvor: "-O'ndan başka mabud edinenler; "biz tanlara ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" derler."[28]
Muhakkak ki Allah'ın indindindeki mes'uliyet tektir ve her nefis kazancına göre j-ehindir. Ahiret'teki kurtuluş mihveri ise; Peygambef Aleyhisselam'ın ge­tirdiği üzere sahih bir iman ve imanın gereği salih amel iledir. Yoksa şahıslara, evliya ve Enbiyalara ibadette değildir. Şefaat ise, ancak Cenab-ı Hakk'ın izniyle olur.
Müşrikler küfürleri üzere öltfrlerse' Allah onlan bağışlamaz ve hiçbir şefaatçinin §efaatı da asla fayda vermez. [29]

İbrahim Aleyhisselâmın Kavmiyle Mücadelesi


Taklidin Zorluğu


İbrahim Aleyhisselâm'm kavmini davette kar­şılaştığı en önemli sorun; ata ve ecdadın akidelerine karşı çok şiddetli taassup idi. Yenilik ve değişimin olamayajcağma olan ısrardı. Bundan dolayı İbrahim Aleyhisselâm babası Âzer'i iknaya çalıştığında ve onun için anlaşılır deliller ve dimağa işleyen olgun kanıtlar ileri sürdüğünde, müşrik baba aklını don­durur, işletmezdi. Oğlunun ata ve ecdadın inanç­larına muhalefetini asla kabul etmez, O'nu red­dederdi.

"Ey ibrahim, benim ilahlarımdan yüz mü çe­viriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutarım ve benden tamamen uzaklaş!"
İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin Peygamberle­rine cevabı, babasının cevabından farklı değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani o ba­basına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" dediğinde. Onlar da: "Putlara tapıyoruz. Onlara devamlı ibadet ediyoruz"   dediler.   İbrahim:   "Yakardığmız   zaman
(dua ettiğinizde) onlar sizi işitiyorlar mı? Size bir fayda veya zararları oluyor mu?" dedi. Onlar: "Hayır, biz babalarımızı böyle yapar bulduk" de­diler."[30] Ve Allah Teala buyuruyor:

"Şüphesiz ki, Biz bundan evvel İbrahim'e hakkı bulma kaabiliyeti verdik. Ve biz O'nun Peygamber­liği yüklenebileceğini biliyorduk. O zaman babasına ve kavmine, "sizin taptığınız bu heykeller nedir?" de­diğinde onlar: "Babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk" dediler. İbrahim: "Muhakkak ki, siz ve ba­balarınız açık bir sapıklık içerisindesiniz" dedi."[31]
Bu, bütün Allah Rasûllerinin düşmanlarının yolu idi. Ve insanları hak'dan alıkoymaktaki metodları idi.

El-Meleu (kavmin ileri gelenleri) kendilerinin, ata ve ecdadın akideleri için meşru vekiller ol­duklarını iddia ediyorlardı. Ve bu akide adına in­sanlara zulmediyor, yeryüzünü fesada veriyor ve in­sanları ve bitkileri helak ediyorlardı.
İnsanların çoğunluğuna gelince, bunların tamamı bu hayata ülfet ettiler ve hayvanlar gibi, hatta on­lardan da daha aşağı olarak alışkanlık peydah et­tiler. Zamehşeri (Allah O'na rahmet etsin) diyor ki:

"Taklit ve delilsiz kabul edilmiş söz ne kötü bir şeydir. Şeytan'm mukallitleri yavaş yavaş farkına varmadan putlara tapmakta atalarını taklit ettirme sırasındaki hilesi ne büyüktür. Onlar o putlara yüz­lerini gözlerini sürerler ve kendilerinin de doğru bir yol üzere olduklarına inanırlar. Mezheplerini des­teklemede çok gayret eder ve sapıklıklarını müdafaa yolunda ehl-i hak ile mücadele ederler. Putlara iba­det edenlerin onlardan olması, ehl-i taklid'e utanç olarak yeter."[32]
Cehennem ehlinin mukallitlere cevaplarındaki sözleri bize kâfidir:

"Ve eğer işitseydik ve akleden olsaydık, Ce­hennem ehli içinde olmazdık, derler. İşte böylece gü­nahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o Cehennem ehli!"[33]
Ve Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Biz insanlardan ve cinlerden bir çoğunu Ce­hennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla idrak etmezler. Gözleri vardır, lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır, ama onlarla işitmezler.
Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta onlardan da sa­pıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir."[34]

Ve putların kulları mukallitler, ilahlarından bir kötülüğün gelip Halilü'r-Rahman'a isabet et­mesinden korkuyorlardı. Bunda herhangi bir ga­riplik yoktur. Çünkü aklını kaçıranlar zannederler ki, o putlar fayda veya zarar veriyor.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Kavmi O'nunla mücadeleye girişti. İbrahim: Be­nimle, Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O, beni doğru yola (hidayete) iletmiştir. O'na şirk koştuklarınızdan korkmam. Rabb'imin is­tediği şeyden başkası olmaz. Rabb'im her şeyi ilmi ile kuşatmıştır. Öğüt almaz mısınız?"[35]

Bizler bugün İbrahim Aleyhisselam'm kar­şılaştıklarımla karşılaşmaktayız. Çünkü insanların çoğu, sadece liderlerinin sözünde düşünüyorlar. Hiç görüş bildirmeden ya da delile önem vermeden, onlar ne şekilde görüp düşünüyorlarsa, sadece on­ların görüşlerini benimsiyorlar... Sürekli olarak mil­yonlarca kıssayı onları anlatanlardan dinliyoruz: Falanca falancaya kalpten konuştu. Sonra ona uy­kusunda geldi ve şiddetli bir tokat vurdu. Hala o tokadın izi cisminde vardır. Hatta sen kabirlerin kul­larından yemin talep etsen, yalan yere Allah adına yemin ederler; fakat ölmüş evliyalarının adına yalan yere yemin etmeye cesaret edemezler. O halde bu so­runu çözmek için İbrahim Aleyhisselam'm kavmiyle mücadelede zorlukları nasıl göğüslediğine bakalım[36].

İbrahim Aleyhisselâmın Kavmini Daveti


İbrahim Aleyhisselam kavmini ve ehlini davette tek bir yol seçip hep aynı üslûbu iltizam etmedi. Bazen babasıyla ve ev halkıyla fert fert münakaşa (mücadele) etti. Bazen de kavmi kendi bay­ramlarında toplanmış halde iken ve umumi top­lantılarında iken onlarla mücadele etti. Bazen, katı inatçı, gaddar tağutları Nemrut'la mücadele etti. Bazen de âdet ve taklitlerden ünsiyet ettikleri her konuyu tekrar gözden geçirmelerini onlara görev tayin etmek için, bir çok konumda kendi vic­danlarıyla başbaşa bırakırdı......
Geçen konularda İbrahim Aleyhisselâm'ın ba­basını davette, aralarında cereyan eden olaylardan, münazaralardan ve bir çok konumlardan uzun uzun, tafsilatlı olarak söz ettik. Gelecek sayfalarda ise, İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmini davetinden bahsedeceğiz:

Halilü'r-Rahman, uzun seneler kavmini Allah'ın vahdaniyetine ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamaya davete devam etti. Bu davet Allah'ın Kitab'mda bir çok ayet-i kerimede zikredilmiştir.
Bunlardan bazıları:
"Ve kavmi O'nunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: Benimle Allah hakkında mı mücadele edi­yorsunuz? Muhakkak ki Allah beni hidayete erdirdi. Ben sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan korkmam. Ancak Rabb'imin dilediği olur. Benim Rabb'im ilmen her şeyi kuşatmıştır. Siz hiç öğüt almaz mısınız?"
Ve Allah buyuruyor:

"Onlara İbrahim'in haberini oku. Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: Bu taptıklarınız nedir (neye ibadet ediyorsunuz)?"
Enbiya ve Şuara surelerindeki siyak, İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmiyle onların ilahları ko­nusunda münazarasından ve o ilahların Allah'tan başka ibadet olunan ilah olmaya salahiyetlerinin ol­madığını beyan konusunda devam eder.
"Şüphesiz, İbrahim de Nuh'un yolundaydı. Hani bir zaman o, Rabb'ine, bir kalb-i selim ile gelmişti. Babasına ve kavmine şöyle demişti: "Nelere tapıyor sunuz? Sırf yalan uydurmak için Allah'tan başka ilahlar mı edinmek istiyorsunuz?"[37] Ve âyetlerin gölgesinde bir müddet yaşamak için İbrahim Aleyhisselam'ın kavmiyle münazarasından bahseden bir çok sûrelerin arasından, Enam süresindeki ayet­lerden seçtik. Cenab-ı 

Hak şöyle buyuruyor:
"İbrahim, babası Azer'e; "putları ilah mı ediniyor­sun? Ben, seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta gö­rüyorum" demişti. Yakinen iman edenlerden olması için ibrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gös­terdik. Onun üzerine gece olduğunda bir yıldız gördü. "Bu Rabbimdir" dedi. Yıldız batınca İbrahim: "Ben batanları sevmem" dedi. Ayın yükselmekte ol­duğunu görünce: "Bu Rabbimdir" dedi. Ay batınca İbrahim: "Eğer Rabbim hidayet etmezse ben da­lalete düşen bir kavimden olurum" dedi. Güneşin doğmakta olduğunu gördüğü zaman: "İşte Rabbim budur, bu onlardan daha büyüktür" dedi. Güneş de batınca İbrahim: "Ey kavmim, ben sizin şirk koş­tuğunuz şeylerden beriyim (uzağım)..."[38]
Cenab-ı Hakkın İbrahim Aleyhisselâm'a vermiş olduğu hikmet ile, İbrahim Aleyhisselâm kavmiyle istidraç yoluyla münazara etmeye gücü yeterdi.[39]
Çünkü gece karanlıklarına büründükten sonra yıldızı gördüğünde onların mantığıyla konuşan ve onların sözlerine cevap vermek için onların sözlerini ortaya süren bir kişinin alaycı üslubuyla dedi ki, "Bu benim Rabbimdir." Bu yıldız kaybolunca da dedi ki, "Ben batanları sevmem." Sonra onlar ile birlikte yıldızdan aya yükseliyor. Ne zaman ki ay da batıyor, o zaman İbrahim, ayın ilah olmasının mümkün ola-mıyacağını onlara kuvvetli bir şekilde ortaya ko­yuyor. Çünkü bazen doğup başka bir zaman da ba­tıyor.

Sonra onlarla birlikte güneşe yükseliyor. Güneş cismi de, görünüşte daha büyük, ışık, parlaklık ve güzellik bakımından daha üstün. Derken battıktan sonra onun da bir hizmet için kılınmış olduğu, belli bir göreve ve harekete tahsis edilmiş olduğu ve tak­dir edilmiş, yaratılmış, bir emir dairesinde görev yapmakta olduğu anlaşılıyor. O kavim seyrederken bütün bunlar (ay, yıldızlar ve güneş) kaybolduktan sonra, İbrahim Aleyhisselâm kavminin Allah'tan başka tapmakta oldukları, putların, heykellerin, yıl­dızların ve zalim tağutların hepsinden berî ol­duğunu ilan etti. Çünkü bunların hiçbiri en ufak bir fayda ve zarar veremezler. Sonra İbrahim başladı Cenab-ı Hakkın sıfatlarını onlara anlatmaya: O Allah ki, yedirir, içirir, şifa verir, öldürür ve in­sanları kabirlerinden çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz olarak diriltir.

İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin önünde sadece zanları kaldı. Bu zan ise, İbrahim Aleyhisselâm on­ların ilahlarını tenkit etmeye ve onları yaralamaya devam   ederse,   İbrahim'e   kötülük  ve   eziyet  ve­recekleri zannıydı.... Halil-ür Rahman İbrahim bu sözleri iptal etti ve bu putlar kendi nefislerini mü­dafaa etmeye güçleri yetmezken, başkaları onlara zarar  verdiğinde  o  zararı  önlemeye  güçleri  yet­mezken, peki nasıl bana zarar vereceklerini bek­liyorsunuz, diye onlara meydan okudu. Gerçekte gö­rülen   ise;   İbrahim   Aleyhisselâm   uzun   seneler putlara hücum ettiği halde, peki onların İbrahim Aleyhisselâm'a verecekleri zarar nerede?!

Daha önce İbrahim Aleyhisselâm'm kavmi, bu yıl­dızların batmasını veya putların basitliğini düşün­meyi akıllarına sığdıramıyorlardı. Çünkü bu mesele onların nazarında asla münakaşa kabul etmeyen bir meseledir. Sonra onlar, liderlerinden ve ata­larından daha anlayışlı ve çok daha mı akıl­lılar ki? İşte O Rahman'm dostu İbrahim, onların bu şekilde atalete uğramış akıllarını istidraç (yavaş yavaş) yoluyla ve üstün bir mantıkla harekete ge­çirmeye çalışıyor. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
"Bunlar, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yük­seltiriz. Muhakkak Rabbin Hakim ve Alimdir.[40]
Bazı müfessirler diyorlar ki: İbrahim'in yıldızlar­daki dersi, daha küçük'ken tünelvari evden çıktığı zamandı. Çünkü ayetler İbrahim Aleyhisselâm'ın Allah'a inanmadan önceki karşı karşıya olduğu ka­rarsızlığını ortaya koymakta ve anlatmaktadır.
Bu müfessirler kendi görüşlerini kuvvetlendirme konusunda Cenab-ı Hakk'm bu kavlini delil olarak ileri sürmektedirler: "İbrahim: "Ya Rabbi! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" dediğinde, Allah: "Yoksa iman etmiyor musun?" dedi. İbrahim: "Bilâkis iman ediyorum. Fakat kalbim mutmain olsun diye" dedi."[41]

Biz o müfessirlerin görüşlerini şu açılardan ten-kid ve reddederiz:

1- "İbrahim'in yıldızlardaki dersi, daha küçükken tünelvari evden çıktığı zamandı" sözünü İbn-i İshak, İsrailiyat  haberlerine   dayanarak  zikretmiştir.   İs-railiyat haberlerine ise hiçbir şekilde, özellikle de hakka muhalif konularda asla itibar olunmaz.[42]

2-  Şeyh Muhammed Emin Şankıtî rahmetullahi aleyh şöyle diyor: Cenab-ı Hak: "O (İbrahim) müş­riklerden değildi" diyerek pek çok ayet-i kerimede İbrahim Aleyhisselâm'dan şirki nefyetmiştir. (O'nun müşrik olmadığını bir çok ayette bildirmiştir.)
Maziyi (gemisi) nefyetme ise; geçmişin tamamını içine almaktadır. Böylece İbrahim Aleyhisselâm'ın hiçbir zaman şirke girmediği sabit olur.[43]

3- Kadı İyaz da şöyle diyor:
"İbrahim Aleyhisselâm, Allah'ın ölüleri diriltmesi konusunda şirke düşmedi. Fakat dirilmeyi mü-şahade etmekle kalbin mutmain olup, munazanın (tereddüt) terkini murad etmiştir. Netice olarak ölü­lerin diriltilmesinin vaki olmasıyla İbrahim için bi­rinci ilim, diriltmenin keyfiyeti ve İbrahim'in onu müşahadesiyle de ikinci ilim hasıl oluştur."
Ebu Hureyre radıyallahu anh'den: Allah Rasûlü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Biz şüphede İbrahim'den daha haklıyız." O şöyle demişti: "Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana gös­ter." Allah da: "Yoksa inanmıyor musun?" dedi. İb­rahim ise: "Evet, inanıyorum. Fakat kalbimin mut­main olması için."[44]
Kurtubi şüpheyi İbrahim'den nefyetme ko­nusunda (İbrahim'in asla en ufak bir şüphesi ol­madığını izah için) şöyle diyor:
"Allah'ın  koruduğu,  önceden   O'na  rüşdünü (Hakkı bulma kaabiliyeti) verdiği ve yakinen ina­nanlardan olması için kendisine Melekut'unu gös­terdiği bir Peygamber hakkında böyle bir vehme ka­pılma nasıl doğru olabilir.
Rasûlullah'ın hadisinin şerhi konusunda da Kur­tubi şöyle diyor:

"Eğer İbrahim şüphe etseydi, biz şüphede O'ndan daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe etmiyoruz. Öyle ise İbrahim şüphe etmemede daha evladır. Ne­tice olarak hadis İbrahim'den şüpheyi nefyetmek içindir."[45]
İşlerin en garibi -gariplikler çoktur-, "imandan önce şüphe etmek mutlaka lazımdır" diye bazı ses­lerin ortalıkta dolaştığını işitmemizdir. İbrahim Aleyhisselâm'ın şüphe edenlerin ilki olduğunu ve Rasûlullah Aleyhisselâm'ın "Biz şüphede İb­rahim'den daha haklıyız" dediğini duymamızdır.

İşin gerçeği ise; İbrahim Aleyhisselâm'ın asla şüphe etmediğidir. O öyle biriydi ki, kendisini ve ev­latlarını putlardan uzaklaştırması için Allah'a dua etti. Hatta öyle biriydi ki, Rabb'ine kalb-i selimle geldi. Yani Allah'tan katiyyen hiçbir zaman en ufak bir şüphe etmedi. [46]

Nemrud İle Münazarası


Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "İbrahim ile Allah'ın kendisine mülk verdiği kim­senin (Nemrud) Rabb'i hakkında mücadelesini gör­medin mi? İbrahim: Rabbim öyle biridir ki, diriltir ve öldürür, dediğinde, O: Ben de diriltir ve öl­dürürüm, dedi. İbrahim: Allah güneşi doğudan doğ­durur, sen onu batıdan doğdur, dedi. Ve kafir şaşırıp kaldı. Allah zalim olan kavme hidayet etmez."[47]

—"Rabb'i hakkında İbrahim'le mücadele edeni görmedin mi?" Ayetin böyle gelmesi, bu mücadeleye, bu mücadeleyi yapanın gururuna ve aptallığına hay­retten dolayıdır. İsmini dahi Cenab-ı Hak ayette zik-retmemiştir. Bu, ona önem vermemektendir. Çün-kü o, zikredilmeye layık değildir. Oysa İbrahim'le mü­cadele eden Nemrud'dur. Babil'in tağutudur ki, daha önce ondan bahsettik.

— "Allah'ın kendisine mülk verdiği":
Muhakkak ki bu çirkin konumu yüklenen o kişi var ya, işte o kişiye Allah mülk vermiştir. Ve o, Allah'a şükredip, O'na secde edeceği yerde O'na küf-retmiştir, kendisinin ilah olduğunu iddia etmiştir ve Allah'ı bırakıp da kendisine ibadet edilmesini halk-dan istemiştir... Onu böyle davranmaya sevkeden güç ve kuvveti ile büyüklenmesinin sebebi, aşırı gu­rurlanmasının kaynağı kendisine verilen mülk idi.

— "İbrahim: Rabb'irn O'dur ki, diriltir ve öl­dürür."
Bu münazarada Nemrud'un İbrahim'e putları kır­masının sebebini sorduğu anlaşılıyor. Bunun üze­rine İbrahim de: Onlar ibadet olunmaya layık de­ğillerdir, çünkü onlar hiçbir fayda sağlayamaz ve hiçbir zararı gideremez. Noksan sıfatlardan mü­nezzeh ve yüce olan benim Rabbim ise, öyle bir Rab'dir ki, O'na ibadet olunması farzdır. Çünkü O diriltir ve öldürür. Bunda Nemrud'a karşı bir mey­dan okuma vardır.
"O (Nemrud), "ben de diriltir ve öldürürüm" dedi": Ben insanların efendisiyim. Kimi idama mahkum edersem, onu affetmekle onu diriltirim. Kimin de öl­mesini dilersem onun öldürülmesini emretmekle de kendisini öldürürüm.... Bu onun aptallığına bir de­lildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam inşa'dan ve tek­vinden (yoktan var etmekten ve yaratmadan) bah­sediyor, olmuş bir şeyde sebeplere tutunmadan değil.

— "İbrahim: "Allah güneşi doğudan çıkartır, sen onu batıdan çıkar" dedi": İbrahim Nemrud'a sadece bizzat yaratma konusunda meydan okuduğu halde, neden mücadelesinde sözü diriltme ve öldürme ma­nalarının  etrafında  serdediyor?  Halbuki  meydan okuma güneşte oldu ve insanda olmadı. Buna cevap: İkinci olay birincisini izah ediyor, deriz.

—  "Ve kafir şaşırıp kaldı": Güneşi batıdan çı­karmak, Nemrud için imkansız bir şey. Nemrud kim,  güneşi  batıdan  doğdurmak nerede? Ve  bir sinek yaratmak Nemrud için çok çok uzak bir iştir. Nemrud kim, sineği yaratmak nerede? İbrahim'in delilinin kuvvetinden Nemrud'u şaşkınlık ve korku (dehşet) kapladı. Gururlu ve kibirli bir halde sustu. Çünkü hakka karşı rağbet edip teslim olmadı.

"Allah zalim olan kavmi hidayete erdirmez."
Netice olarak doğru yola hidayet edici olan Cenab-ı Hak'tır. Nemrud ve kavmi için zalimlerden ve kafirlerden olmalarına hükmetmiştir. Onların inatlarından ve fesatlarından dolayı kendilerine hi­dayet dilememiştir. İşte böylece Halilü'r-Rahman Nemrud'un delilini iptal etti (boşa çıkardı). Onun ce­haletini bu şekilde ortaya koydu. Delil ile Onu diz­ginledi ve muzaffer olarak Nemrud'un meclisinden çıktı. [48]

İbrahim'in Tağutu İle Asrımızın Tagutları Arasında Bir Karşılaştırma


İbrahim'in tağutu dedi ki, "Ben de diriltir ve öl­dürürüm." Yani dilediğimi öldürürüm ve dilediğime de idamla hükmeder, sonra onu affederim. "Ben öyle biriyim ki gökleri, yeri, insanı, hayvanı ve nebatı ben yarattım" demedi.

Asrımızın tağutları ise; dilediklerini öldürüyorlar ve dilediklerini de idama mahkum edip sonra af­fediyorlar. Bütün bunların üstünde de kendi ne­fislerinden Allah'a ortaklar edinmişlerdir. Çünkü onlar kanunlar ve şeriatlar koymuşlardır. Ve bun­ların tamamının Allah'ın haklarından değil de kendi haklarından olduğunu iddia etmişlerdir. İbrahim Aleyhisselâm'm tağutu uzun seneler O'nun hak­kında konuşmadı, sustu. İbrahim Aleyhisselâm bu müddet içerisinde devamlı kavminin ilahlarını kö-tülüyor ve Nemrud'un tuğyanını her tarafta ko­nuşuyordu. 

Bundan dolayı tağut İbrahim Aley-hisselâm'la münazarayı kabul etti. Uzak ve yakından herkesin şahit olduğu münazara bitti, İbrahim Aleyhisselâm muzaffer oldu ve zalimin mec­lisinden afiyetle sağ salim çıktı.
Ama asrımızın tağutları; ağızları kapatıyorlar ve hürriyetleri kısıtlıyorlar, insanlara baskı yapıyorlar. Liderlerden herhangi birine hücum eden birkaç gün ya da bir kaç saat kendisini karanlık hapishanede buluyor. Ailesi ve akrabaları onu sorduklarında cevap bulamıyorlar. Mücerret olarak kendilerine soru sormaktan men etmeseler de, tağutla mü­nazaraya gelince bundan daha büyük bir cürüm yok­tur.

Bundan dolayı biliyor ve anlıyoruz ki, asrımızın tağutları baskı ve zulüm bakımından İbrahim Aley-hisselâm'm tağutundan çok daha şiddetli ve çok daha fazladırlar. [49]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...