ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..
İBRAHİM ALEYHİSSELAM..3
2- İbrahim
Aleyhisselâm Allah'tan Başka Kimseden
Korkmazdı
İbrahim Aleyhisselam'ı okuyan bazılarının zihinleri,
hep O'nun desteklenmiş başarılarına, Cenab-ı Hakk'ın O'na sürekli yardım
etmesine bütün bela ve sıkıntılarında düşmanlarına karşı takındığı tavırlarına
takılmaktadır. Bunlar, İbrahim Aleyhisselâm'm gittiği yolun zorluklarını,
kavminden uzaklaştığını, insanların O'na karşı şiddetli düşmanlığı ve Cenab-ı
Hakk'ın İbrahim Aleyhisselam'ı zaferle ikram etmeden önce karşılaştığı
zorlukları unutuyorlar ya da unutmuş gibi oluyorlar.
Örneğin İbrahim Aleyhisselam putları parça parça
ederken, asla kavminin O'nu ateşe atacağını ve Cenab-ı Hakk'ın da O'nu ateşten
kurtaracağını bilmiyordu. Bütün bildiği; tağutların O'ndan intikam alacağıdır.
Belki de öldürülmesine başvuracaklardı... Buna rağmen Allah yolunda ölmek
İbrahim Aleyhisselam'a çok hafif ve basit geldi.
Tıpkı Cenab-ı Hakk'ın kuvvetini hatırladığında, ta-ğutun
gücü ve cezalandırması gözünde küçüldüğü gibi. O dünyanın aldatmacalarından ve
isteklerinden yüz çevirdi. Dünyanın Cenab-ı Hakk'ın yanında bir sivrisineğin
kanadına denk olmadığına inandı.
Kavmi O'nu tehdit ettikleri ve azap vaadettik-lerinde,
büyük bir kararlılık ve güçle onlara cevap verdi.
Cenab-ı Hak İbrahim'in lisanı üzere şöyle buyuruyor:
"Sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Halbuki siz elinizde delil ve
burhan olmadığı halde Allah'a şirk koşmaktan korkmuyorsunuz. İki zümreden, emin
olmaya daha haklı olan han-gimizdir? Eğer biliyorsanız; emin olmak, iman edip de
imanlarına zulmü karıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlardır."[84]
Ben onların sağır (duymaz) ve zarar ve fayda veremez
olduklarını bildiğim halde, sizin putlarınızdan nasıl korkarım? Ordulara ve
mallara sahip olduğu halde zayıf ve güçsüz olan ta-ğutlarınızdan ve
önderlerinizden nasıl korkarım? Ecelleri geldiğinde bir an dahi ne ileri, ne de
geri bırakılmayacaklarını bildiğim halde onlardan nasıl korkarım? Öyle ise
benden onların korkmaları daha doğru
olur. Çünkü onlar yüce ve
kudretli olan Allah'tan başkasına ibadet etmişlerdir. Ve Cenab-ı Hakk'ın her
şeydeki ayetlerini (delillerini) gördükleri halde, O'nun nimetlerini inkar
etmişlerdir.
Esasen sizin benden korkmanız daha doğrudur. Çünkü
ölümün güçlü kolları sizi almakta ve Ce-hennem'in çılgın alevleri de sizleri
beklemektedir.
O vaadedilmiş günde mallarınız sizden hiçbir azabı geri
çeviremiyecektir. Yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz halde Rabb'inize
arzolunduğunuz gün, hiç bir şeye sahip olmayacaksınız.
Daha sonra İbrahim kavmiyle olan münazarasında özel
durumdan umumi olana geçiyor:
"Emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü
karıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlardır."
Allah'a iman edenler, O'na boyun eğenler, O'nun kaza ve
kaderi için kalpleri mutmain olanlar ve imanlarına şirk karıştırmayanlar var ya,
işte emin olmak onlar içindir. İsterse zalimlerin hapishanelerinde tutuklu
olsalar bile. Çünkü onlar, fitnelere karşı azabı, dünya hayatına karşı da
acıları seçip tercih etmişlerdir. Allah'la karşılaşmaya aşık olmuşlar ve O'na
yakınlığı dünyanın her türlü aldatmacalarına tercih
etmişlerdir.
Kafirlere gelince, onların hayatları tahammül edilmez
bir Cehennem'dir. Çekilmez korkulardır.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Delilleri olmaksızın Allah'a şirk koşanların cezası
olarak kafirlerin kalplerine korku salarız. Onların yurtları ateştir. Orası,
zalimlerin dönüp varacağı ne kötü bir yerdir."[85]
Cenab-ı Hakk'ın müşrik tağutların kalplerine bıraktığı
bu korkunun alametlerinden bir de; onlardan her birinin sokakta normal
insanlardan birisi gibi dolaşmayı ve yürümeyi temenni etmeleridir. Hatta basit
bir insan gibi yürümeyi arzu etmeleridir. Fakat ayakları üzerine yürümeye
cesaret edemez. Arabasından çıkarken beraberinde koruma görevlilerini görürsün.
Sonra yine de emniyette olduğunu hissedemez. Bilakis her an engellenmesi mümkün
olmayan sonunu (ölümünü) bekler. İnsanlardan kendisine en yakın olanlarından
bile şüphelenir. Bunlar en özel sırdaşı ve akrabası olsa da yine şüphe
içindedir.
O tağut ölse Rabb'i katında tamamen azap ve işkence
olan yeni bir hayat başlayacaktır.
Müminlere gelince, Allah'a ibadet ederler, O'nun yolunda
cihad ederler ve onlara her ne isabet etse, hepsi de hayırdır ve
saadettir.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"De ki: Siz bizim için iki iyilikten birinden başkasını
mı bekliyorsunuz? Oysa biz Allah'ın size kendi katından veya bizim elimizle bir
azap getireceğini bekliyoruz. Haydi siz bekleyin, biz de sizinle birlikte
bekleyenlerdeniz."[86]
Elbette ki bu manalar Sahabelerin, Tabiinlerin ve Selef-i Salihinin ileri
gelenlerinin nefislerinde açık seçikti. Allah onların hepisinden de razı
olsun.
Fars ordularının komutanı (Rüstem) Rabii bin Amir'e
sordu ve dedi ki: Sizi buraya hangi sebep «getirdi?
Rabii de dedi ki: Dilediğini kullara kulluktan Allah'a
kulluğa, dünyanın darlığından genişliğine ve dinlerin zulmünden İslâm'ın
adaletine çıkartmamız için bizi Allah gönderdi. Bize dinini gönderdi ki
kullarını o dine çağıralım diye. Bunu kim kabul ederse biz de ondan bunu kabul
eder ve geri döneriz. Kim de yüz çevirirse sonuna kadar onunla savaşırız. Ta ki
Allah'ın vaadine kavuşalım. Dediler ki: Allah'ın vaadi nedir ki? O: Yüz çevirene
karşı savaşıp da ölene Cennet, sağ olarak (kalan)a da zafer.[87]
Allah rahmet etsin, Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye diyor
ki:
"Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben öyle iyiyim ki,
cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gitsem o benimle birliktedir. Benden
ayrılmaz. Ben öyle biriyim ki; benim hapisim halvet, öldürülmem şehadet ve
memleketimden çıkartılmam seyahattir. Ve derdi ki: Asıl zindan, kalbini
Rabb'inden hapsedendir. Asıl esir ise; hevası kendisini esir edendir."
Hapishaneye sokulduğunda kaleye geldi ve kalenin surlarının içinde iken, sur'a
baktı ve şu ayeti okudu:
"....Derken, aralarına tek kapısı bulunan bir sur
yapılır ki, iç tarafı, rahmet, dış tarafında da azap vardır."[88]
İbni'l Kayyım:
"Allah'ın ilmine yemin ederim ki, ben yaşantı
bakımından O'ndan (İbn-i Teymiyye'den) daha temizini asla görmedim. O'nda
geçim darlığı olduğu, nimet ve bolluk olmadığı halde, nimet ve bolluğun ııksi
durumu olduğu halde, O'nun hayatında hapis, tehdit ve korkutma olmasına rağmen,
O bununla beraber yaşantı bakımından insanların en güzeliydi. Clönül genişliği
bakımından insanların en genişi ve kalbî durumda onların en kuvvetlisiydi. Nefsî
açıdan insanların en mutlu olanıydı. Yüzünde ni-nıotlerin pırıltıları levhalaşırdı. Bizde korku şiddetlendiğinde, düşünceler
kötüleştiğinde ve yeryüzü bize dar geldiğinde O'na giderdik. Sadece O'nu görür
ve sözünü dinlerdik. Arkasından bunların hepsi giderdi. Sonuçta huzura, kuvvete, yakine ve
mut-
mainliğe dönerdik........"[89]
İşte bundan dolayı İbrahim (aleyhisselam) zafere ulaştı.
Tıpkı Peygamberlerin sonuncusunun, Sahabelerinin, Tabiinin ve onlardan sonra
gelen asırların en hayırlılarının zafere ulaştıkları
gibi....
Hapishanenin halvet, sürgünün seyahat ve ölümün de
şehadet olduğuna inanan davetçi alimlerin yönlendirdiği bir ümmet, asla
yenilgiye uğramaz.
Ne zaman ki ümmetimiz bu örnek davetçi erlerden mahrum
oldu, Cenab-ı Hak bizim üzerimize düşmanlarımızı musallat etti de insanların en
döküntüsü ve gariplerinden olmaya, (sürülme ve parçalanmalara) duçar olduk. Ve
müslümanlar öyle bir hale geldi ki, tıpkı selin önündeki çer çöp gibi oldular.
Hiç kimse onlardan korkmuyor ve onlar için herhangi bir hesap dahi yapılmıyor.
Gerçekten üzücü olanlardan birisi de: Onlardan birisi duysa ki yönetim onun
hareketlerini kontrol ediyor, onu hemen korku kaplar, heyecanlanır. Artık
insanlardan kendisine en yakın olanlardan bile şüphelenmeye başlar. Bazıları
için yönetimden korkma, müzmin bir akıl hastalığına dönüşür. Allah'a
sığınırız.
İşte bunun için tağuta münafıklık yapan bazıları,
onlardan herhangi bir vazife veya mal aramıyorlar. Sadece ondan (onun şerrinden)
selamette olmayı umuyorlar. Onun casuslarından ve muhafızlarından emin olmayı
umuyorlar. Yöneticinin veya onun ileri gelen vazifelisinin meclislerine sık sık
devam etmesinden nefisleri sürekli zayıflamaktadır. Hatta öyle olurlar ki,
tağutun elemanlarından biri olurlar. Onun hiçbir emrine asi olmaz ve hiçbir
isteğini reddetmez. Çok çok gariptir ki, bu davetçilerin her biri saatlerce
Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinin tefsirinden bahsederler:
"Size bu sözü söyleyen, dostlarını korkutan Şey-tan'dır.
Eğer mü'min iseniz onlardan değil, benden korkunuz."[90]
Ey Allahım! Kalplerimizi senden( ve senin ateşinden
korkmakla doldur.
Ey Alemlerin Rabbi! Gönüllerimizi senden başka olan
korkulardan kurtar! Ey Allah'ım, senin yolunda bizleri şehadetle nzıklandır!
Bizim ve müs-lümanlarm sonlarını en güzel bir şekilde kıl!
Ey Allah'ım! Senden başka hiç kimseden korkmayan
Peygamberlerini örnek almayı bizlere sevdir! Yâ Rabbel âlemin!.. [91].
3-
Müslümanlar Tek Vücut
Gibidirler
Müslümanlar bir vücut gibidirler. Eğer o vücuttan bir
aza rahatsız olsa, vücudun diğer azaları onun için sabahlara kadar uykusuz ve
humma hastalığına tutulmuş bir şekilde birbirlerini (yardıma) çağırırlar. Bu
ümmetin cesedinin başı ise kendi asrında İbrahim Aleyhisselam idi. O'nun öyle
bir kıymeti vardır ki Hatemü'l Enbiya'dan sonra bile baş olması devam
etmektedir.
Her müslümanın sabah akşam her gün ömrü boyunca
Halilü'r Rahman'm ve Şeyhül Enbiya'nın kıssalarından mücrim ve zalim kavmiyle
olan mücadelesinden hatırlaması elbette tuhaf değildir.
Bu düşünce ve şuur ortaklığının alametleri pek çoktur.
Biz vezeğ (çok küçük yılan) kıssasını seçiyoruz.
Said bin El Museyyeb'den, O da Ümmü Şüreyk radıyallahü
anh'den dedi ki: Allah Rasûlü "vezeğ'm öldürülmesini emretti ve şöyle dedi: "O
İbrahim'in ateşinin tutuşması için ateşe üfürüyordu."[92]
Aişe annemizden gelen Ahmed bin Hanbel'in rivayetinde
ise, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Vezeğ'i öldürün. Çünkü o İbrahim'in üzerine ateşe
üfürüyordu." Ahmet bin Hanbel dedi ki: Aişe Radıyallahü Anha onu
öldürürdü.
Yine Ahmed bin Hanbel'e ait başka bir rivayette de: Bir
kadın Aişe'nin yanına geldiğinde dikilmiş bir mızrak görür ve "bu mızrak nedir?"
der. Aişe Radıyallahü Anha da:
"Onunla vezeğ'leri öldürüyoruz" dedi ve sonra da Allah
Rasûlü'nden, Sallallahu Aleyhi Vesellem, şunu anlattı:
"İbrahim Aleyhisselam ateşe atıldığında bütün hayvanlar
o ateşi söndürmeye başladılar. Vezeğ hariç. O, ateşin İbrahim'i yakması için
ateşe üflemeye başladı"
Bu iki vecihde Ahmed İbn-i Hanbel münferit kaldı.[93]
Ey Rabbim! Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Bize hidayet buyurduğun ve
ona tabi olmakla bize ihsanda bulunduğun bu din ne yücedir. İslâm'ın kendi
fertleri arasına koyduğu bu vicdanî ortaklık ne mükemmel bir şuur ve düşünce
ortaklığıdır!
Binlerce seneden beri müslümanlar her gördüklerinde
vezeğ'i öldürmeye koştular. Çünkü o, İbrahim babamızın üzerine ateşe üflüyordu.
İbrahim Aleyhisselâm'm düşmanı, her müslümanın düşmanıdır.... Cenab-ı Hak yeryüzünü ve üzerindekilerini haşredinceye
kadar müslümanlar bu durum üzere kalacaklardır. Allah düşmanlarıyla barışmak ve
onlara sevgi beslemek asla yoktur. İsterse bu düşmanlar vezeğ gibi küçük
hayvanlar da olsa...
Vezeğ olayını ve diğerlerini özel ve genel bütün
müslümanlar bilirler. Örneğin eğer uzak bir köyde olan genç bir çoğuk vezeğ
görse, hemen onu öldürmeye koşar. Çünkü ailesini onu öldürürken görmüştür ve
onun Halilü'r Rahman'm yanması için ateşe üflediğini ailesinden
duymuştur.
Gerçekten üzücü olan şeylerden biri de; bir olan İslâmî
vücudun azaları arasındaki şuur ortaklığına zamanımızda pek çok zaaf ve
aldırmazlık isabet etmiştir.... Çünkü İslâm düşmanları nice Allah
da-vetçilerini İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde hapsediyor ve idam ediyorlar
da, onların hakkında hiç bir şey bilinmiyor.
Eğer bilseler ve müteessir olsalar da bu tesirlen-meleri
âdeta bir yaz bulutunu andırmaktadır.... İşte bunun için müslümanlarm helak
edilmesi ve onlar için idam sehpalarını kurmak hiç bir önem ar-zetmeyen normal
işlerden oldu. Hatta bir devletin başka bir devletle olan futbol maçına dünya
yayın organlarında Lübnan'daki Sabra ve Şâtîla kamplarının yerle bir
edilmesinden daha fazla ilgi gösterilmektedir.
Dünyanın katliam için veya yahudi hapisaneleri için
durmayıp devam etmesi, Müslümanların dünyanın her tarafında boğazlanmaları,
dünyadaki büyük devletlerin hepsinden de MÜSLÜMAN col-liıtlarma her türlü
yardımın yapılması ve bilakis halkı Müslüman olan devletlerden bu Müslüman
OBİlatlanna verilen destek kesinlikle en üzücü olanıdır. [94]
4- Çağın Put
Ve İlahlarından İki
Örnek
İbrahim Aleyhisselâm'm hayatını okuyan herkes kavminin
ahmaklığını ve akıllarının kıtlığını, kalplerinin katılığını görüp şiddetle
onları ga-ripseyecektir. Çünkü kendilerinden akıllı ve hikmet sahibi bir adamı
nasıl ateşe atıyorlar. Çünkü O; ilahlar diye isimlendirdikleri birtakım taş ve
resimleri parçalamıştı.
Peki bu insanlar niçin günümüzde cereyan eden
ahmaklıkları, zulümleri ve beyinsizlikleri garip karşılamıyorlar? Buna dair
aşağıdaki iki örneği göstereceğim.
Birinci Örnek:
Eğer halkı müslüman
olan ülkelerden birinde, bir
kimse hükümet sarayına (Mec-j| lise) gitse ve o devletin alametini (bayrağını,
sim-* gesini, vesaire) indirse ve parçalasa, o adamın som ne
olur?
ikinci örnek: Eğer bir kimse,
devletin istiklalinin simgesi olarak kabul edilen heykellerden bir heykeli
parçalasa, mesela yönetimdeki
partinin liderinin heykelini veya
istiklal lideri diye vasıflandırdıkları birinin heykelini kırsa, bu kişinin sonu
ne olur?
Hiç şüphe yok ki bu insan daha o bayrağı yırtmadan ve o
heykeli kırmadan teşebbüs halindeyken öldürülür. Gece gündüz bu putları koruyan
emniyet kuvvetleri bu gibi durumlarda ateş açmakla
em-rolunmuşlardır.
Eğer bu insan öldürülmekten kurtulsa bile neticede
kalpleri şefkat ve merhamet tanımayan zebanilerin muhafızlığım yaptığı karanlık
zindana atılacaktır. Artık o kimsenin gece ve gündüzün ayırdedilemediği
hapishane hücresinde çekeceği dehşet verici işkencelerin eşi ve benzeri şimdiye
kadar görülmemiştir.
Eğer bir teşkilata üye olduğu tespit edilirse, hem onu
ve hem de onunla birlikte bu teşkilatın liderini de öldürürler. Eğer herhangi
bir teşkilatla ilgisi yoksa, o zaman da sadece onu
öldürürler.
Her iki halde de bu yaptığı işi yapmaya götüren
«talepler ve etkenler nelerdir diye görüşünü açık-lumaya asla müsaade
etmezler.
Zikredilmesi çok yerinde olan bir husus da; bir kumaş
parçasıyla, bayrak diye isimlendirdiklerinin pniHinda hiçbir farkın olmayışıdır.
Ve devletin par-[lİMiııin liderinin heykeli ile İbrahim Aleyhisselâm'm
[lltivnımin putları arasında herhangi bir ayrıcalığın Olmamasıdır. Sadece yeni
heykeller daha büyüktür.
Çünkü Bronz'dan yapılmaktadır ve üzerine altından kubbe
yapılmaktadır, v. s.
Bu işin özelliği, pislik bakımından İbrahim
Aley-hisselâm'ın kavminin, çağın tağutlarmdan daha az olduğunu ortaya koyar.
Çünkü onlar sadece İbrahim'i öldürmeye çalıştılar. İbrahim Aleyhisselâm1 in
Cemaatine (Lut ve Sare) herhangi bir eziyette bulunmadılar. Ama zamanımızdaki
ilerici sultanlara gelince, onlar en ufak bir şüphe üzerine insanları
tutukluyor, ithama uğrayanın cemaatını cezalandırıyor ve suçsuz da olsalar
onun akrabalarına bile ceza veriyorlar.
Öyle ise İslâm davetinin kendileriyle sekteye uğradığı
bazı kimseler; İbrahim Aleyhisselâm, Nuh Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin
kavimlerinin putları hakkında çok konuşuyorlar da neden yeni putlar hakkında
susuyorlar? Hayır, bilakis devletin müftüsü bayrağı ve putu selamlamak ve ona
tazim etmek için efendisiyle birlikte ayakta duruyor, bir taraftan da bando
çalıyor. Muhteşem Şeyh efendinin yüzünde ise; sevinç ve razı olmaktan başka bir
üzüntü, bir keder belli olmuyor. [95]
5-
Müşriklerle Dostluk
Yapmamak
Tanık olduğumuz olaylardan biri de, bazı insanların
mülhid ve sefih akraba reisleriyle çok sıkı alakalar kurmalarıdır. Onların
meclislerine devam ederlerken ters hal ve davranışlar karşısında bizim
arkadaşlarımız da orada bulundukları halde, yüzünde Allah için bir kızgınlık
veya gazaplanma dahi görülmez.
Bazen de gazetelerde yazı yazıp, tağutlarm bir takım
işlerini methederler. Bu gibi tavırları sergilemelerine yol açan sebeplerden
onlara sorarsan, derler ki: Güzel yapana güzel yaptın, kötü yapana tla doğruya
muhalefet ettin demeyi İslâm bize öğretmiştir. İbrahim Aleyhisselâmda bizim
için çok l'üzel örnek vardır. O ince kalpli, çok yumuşak huylu, geniş yürekli,
babasına ve ehline karşı mü-tovazi idi. Cenab-ı Hak O'nu bu sıfatlarla şu
ayetinde vasfetmektedir:
"Muhakkak İbrahim çok yumuşak huylu, içli ve kendisini
Allah'a vermiş biriydi."[96]
Ve Cenab-ı Hakk'm şu kavlinde O'nun lisanı üzerine
İbrahim düşmanları için dua etti:
"Kim bana tabi olursa, muhakkak ki o bendendir. Kim de
bana asi olursa, muhakkak ki sen Gafur ve Rahim'sin."[97]
Bilmiyorum ki onlar neden daha İbrahim'in davetin başlangıcındaki tutumunu
delil getiriyorlar da, onların şirkte ısrarlarını bildikten sonra İbrahim'in
babasına ve kavmine karşı takındığı tavrı unutuyorlar veya unutmuş gibi
gözüküyorlar -ki bu daha ağır basmaktadır-?
Onlara karşı buğzu ve düşmanlığı ilan etti, onlardan
berî olduğunu ortaya koydu, meclislerini, özel ve genel toplantılarını terketti,
inancı ve hareketiyle tamamen onlardan ayrıldı, onlara karşı tavır aldı,
onların putlarını paramparça etti ve onların karşısına büyük bir cesaret ve
kuvvetle çıktı:
"Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun. Hiç
akıl erdirmiyor musunuz?"[98]
Şu taşlara ilahlar olarak razı olan akıllarınıza yuh
olsun.
Atalarınızın ve babalarınızın üzerinde bulunduğunu
taklit etmekten dolayı içine düştüğünüz dalalete ve sapıklığa yuh
olsun.
Kendi nefisleri için herhangi bir fayda sağlayamayan ve
kendilerinden hiçbir zararı gideremeyen şu ilahlarınıza yuh
olsun.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda
sizin için güzel örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan
başka taptığınız şeylerden uzağız. Sizi inkar ettik. Siz, Allah'a bir olarak
iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve buğz
belirmiştir (başlamıştır)" demişlerdir."[99]
Bununla Halilü'r Rahman güzel bir örnek oldu. Yani
babasına, kavmine karşı düşmanlık ve buğz ilan etmede; onlardan ve onların
Allah'tan başka taptıklarından berî olduğunu açıklamakta en güzel bir örnek
olmuştur.
Ve Cenab-ı Hakk'ın kavlindeki:
"...Ancak, İbrahim'in babasına: Senin için mağfiret
dileyeceğim...."[100]
ifadesine dikkat edelim.
Bu konuda müfessirlerin çoğunluğu şöyle
diyor:
Bu söz İbrahim'dendir. Ancak örnek alınması bir mevzu
değildir. Daha davetin ilk başlangıcında olmuştur ve maksadı babasının kalbini
yumuşatmaktı. O'nun Allah düşmanı olduğu anlaşılınca kendisinden berî
olmuştur. Buna rağmen, bu söz İbrahim Aleyhisselâm'dandır ve misal konusu
değildir.[101]
Daveti başkalarına tebliğde yumuşak söz gereklidir.
Ancak şirk üzere ısrar edildiğinde, Cenab-ı Hakk'm düşmanlarına sevgi (dostluk)
asla caiz değildir. Kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Dolayısıyla bu
davetçiler Allah'tan korksunlar da, İbrahim Aleyhisselâm'a tabi olsunlar. Kendi
nefisleri için zoraki özürlere ve batıl delillere cevaz bulmasınlar. Eğer hak
sözü söylemeye güçleri yetmiyorsa, bari batıl konuşmasınlar. Bu ise, imanın en
zayıfıdır.
Mülhidlerden kötü işler yapanlara "doğruya muhalefet
ettin" diyen, onların, davetçi kardeşlerine karşı çok sert ve en şiddetli sözler
sarfettikleri ve onları doğruya muhafelet etmekle itham ettiklerini görmekteyiz.
Öyle ise Cenab-ı Hak'tan kendilerine bir felaketin gelmesinden ve azaba layık
olmalarından korksunlar. [102]
6-
İbrahim Aleyhisselâm'ın Gücü
Ve
Cesareti
İbrahim Aleyhisselâm'ın hayatı; babası, kavmi ve
Nemrud'la yaptığı münazaraların çokluğuyla özellik arzetmektedir. Bütün bu
münazaraların tamamında da hasımlarının ağızlarını hak ile kapatıyor, kati
deliller ile onların dillerini (ağızlarını) dizginliyor. Bundan öte, İbrahim
Aleyhisselâm kavmine karşı is-tidrac metodunu (akıllarına göre derece derece ve
yavaş yavaş) uygulardı. Sonra onlara çeşitli planlar uyguluyor, O'na karşı
hiçbir şey yapmıyorlardı.
Aralarında suçluyken birden bire yargı makamı olur,
onlar sanık durumuna düşerlerdi. Yarışın ipleri (dizginleri) hep Onun
elindeydi. Öyle ki, mücadele zamanını ve yerini onlara İbrahim Aleyhisselâm
tayin eder, sonra da aralarından muzaffer olarak çıkardı. Cenab-ı Hakkın
tebliğiyle emrettiği hücceti onlara hakkıyla anlatmış ve tebliğ vazifesini ifa
etmiştir..
Nemrud'la münazarasından bahseden ve delilleri Nemrud'a
hakkıyla göstermesinden sonraki durumu anlatan şu âyete bak: "Ve kafir şaşırıp
kaldı."[103]
Bir de delil kendilerini çaresiz bıraktıktan sonra
İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin zayıf halini or-'taya koyan şu
âyet:
"Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi kendilerine:
Şüphesiz zalimler sizsiniz, dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; bunlayın
konuşamayacaklarını sen de bilirsin, dediler."[104]
İbrahim Aleyhisselâm'm gücünün sebebi baştan sonuna
kadar Cenab-ı Hakk'a aittir. Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselâm'a ikna etme
gücünü ihsan buyurmuştur:
"Bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz
hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yükseltiriz. Muhakkak ki senin
Rabb'in Halim ve Alimdir."[105]
Şüphesiz ki Cenab-ı Hak kullarına ve Peygamberi
İbrahim'e ihsan buyurduğu mevhibeleri (kendi katından verilenleri) en iyi
bilendir. İbrahim Aleyhisselâm geniş kalpli ve halis niyetliydi.... İşte bundan
dolayı bütün insanlar O'nun aleyhinde olsalar da, kendisiyle birlikte hanımı ve
kardeşinin oğlundan başka hiç kimse olmasa da, O, kavminin arasında başlı başına
bir ümmet idi.
Buna mukabil zamanımızda, milyonlarla ifade edilecek
kadar pek çok davetçi buluyoruz fakat, bunların tamamı İbrahim Aleyhisselâm'm
kuvveti seviyesinde olamamışlardır.
Bu da, meselenin keyfiyyeti, (niteliği) olup, kem-miyyet
(sayı) meselesi olmadığını kuvvetle izah ve ispat eder.
Kendisinde halis niyet, engin bir ilim ve geniş bir
vukufiyetle meselelere çözüm getirilebilecek gücün ve hakkı haykırabilecek
cesaretin toplandığı da-vetçiler gerçekten çok azdır.
Bazen de sadık mücahidler olur; fakat ilimlerinin
azlığından ve dinin hükümlerini kuşatamadıkla-ıından olayları
karıştırırlar.
Bazen de isim sahibi olur; fakat hakkı
haykıra-ıııaz...
İyi bilin ki, İslâm ümmeti, İbrahim Aley-lıisselâm'ı
örnek alacak, her yer ve zamanda Allah'ın hüccetini kullarına gösterecek bununla
karşılarına dikilecek erlere acele ihtiyaç vardır. Böyle ne kadar da muhtacız. [106]
7- İbrahim
Aleyhisselâm'ın Hayatında Her Şey Allah'a
Davetti
Cenab-ı Hak kendisine rüşdünü verdiğinden itibaren,
İbrahim (Aleyhisselâm) hakkın davetini açıktan açığa yaymıştır. Hiçbir fırsatı
kaçırmaz, mutlaka orada Allah'ın Tevhid'ine daveti ilan ederdi. Yine her
fırsatta Allah'tan başka ibadet olunan putları ve heykelleri kaldırıp
atardı.
Buna göre Halilü'r Rahnıan'ın daveti gizli, insanlardan
belli bir kesimle sınırlı değildi. Umum insanlardan meçhul da değildi. Şehir
sakinleri, göçebeler, halkın eşraf ve insanların tümü, genç ibrahim'in
müjdelediği davetin özelliklerini tanıyorlardı!
Babası O'nu dövmek ve taşlamakla tehdit ettiğinde,
kavminin tehditleri idama öldürmeye kadar vardığında -ki dediklerini
yapacaklarını biliyordu-, geri adım atmadı ve davetinin usûlünden bir şey
değiştirmedi. Yolun ortalarında onlarla buluşmak için bu gibi şeyleri asla
yapmadı. Kendi nefsi için herhangi bir özre tutunup da gizli hücrelerden bir
mağaraya girmedi. Ya da davetin maslahatını bahane ederek kavminin putlarına
karşı hücum etmekten vazgeçmedi.
Bunlardan hiç birini yapmadı. Kaldı ki geri adım atsın,
veya kendi başına hareket etsin. O öyle birisi ki, Cenab-ı Hak O'nu, emin
olmakla, sırat-ı müstakimde oluşuyla, doğrulukla ve vefalı olmakla
belirtmiştir. Davet Onun indinde; nefsinden, ailesinden, babasından, ehlinden,
kavminden ve malından çok daha ön plandaydı. Onun işi gücü yalnızca davet idi.
O'nun meselesi öyle ulvi bir meseleydi ki, onun önüne hiçbir şey geçemezdi....
Ve tehlike saatlerinin en şiddetli olduğu bir zamanda, kavminin putlarını
paramparça etti. Bu putlar, onlar katında en kıymetli varlıklardı. Hayır O,
putları kırdıktan sonra gözlerden uzak olmak ve giz-lonmek için asla kaçmadı.
Bilakis onlara mahkemelerinden kendi davetini yaymak için büyük bir fırsat
yakaladı. O ayrı bir alemde, onlar da daha başka bir alemde olmalarına rağmen;
Allah'ın hüccetini onların karşılarına dikti.
Tarihin sayfalarını karıştıranlar, Peygamber ve
dııvetçilerin, ibrahim Aleyhisselâm'ın yolundan gittiklerini bilirler. Uzak
yakın herkes onları tanır. Onlar hakkı açıkça her tarafa yayar, ne
baskıcılardan korkar, ne de zalimlerden çekinirlerdi.
Zorluk ve meşakkatler onların sebatlarını ve nurlu
yoldaki istikametlerini arttırırdı.
İşte bunun için insanlar onlara icabet ettiler ve
Cenab-ı Hak da onların vasıtasıyla dinine yardım etti.
Ancak pasif davetçilere gelince; insanlardan hiç biri
onları bilmez. Bunlar kendi gölgelerinden bile korkar ve gizlenirler. Her
gürültüyü kendi aleyhlerine sanır, evhamlara bürünürler, bir zorluk karşısında
himmetleri su gibi akar gider....
Onlar, mevcut ortamı değiştirmekten şüphesiz acizdirler.
Çünkü nefislerini değiştirmekten aciz kalmışlardır.
Kendi çıkarlarıyla daveti karıştıranlar, yan ve çeyrek
çözümleri kabul edenler, davetteki hayatlarının büyük bir bölümünü belirsizlik
içinde gizli geçirenler ve tağutlarla dostlukta herhangi bir sakınca
görmeyenler; işte onlar İslâmî davete karşı İslâm düşmanlarından daha çok
tehlikelidirler.
Onlara tabi olanlar, şeyhlerini tanımalı, korkak mı,
cesur mu, ahmak mı, akıllı mı bilmeli, şeyhin durumunu gizleyen fetvaların
tehlikelerine karşı uyanık olmalı, o fetvalara dikkat ve sakınma gözüyle
bakmalıdırlar.
Şunu da belirtmeliyiz ki, bazen davetçi belli bir
süre gizli çalışmaya mecbur kalabilir. Tıpkı Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in davetin başlangıcında yaptığı gibi.... Fakat bu gizlilik asıl
değil, bir istisnadır, zarurettir, metod değildir. Şu âyetin nüzulundan sonra
davetin bütün yönleriyle gizli olması caiz değildir.
"Ey Peygamber! İnsanlara emrolunduğunu açıkça tebliğ et.
Müşriklere itibar etme"[107]
Daveti tebliğ edecek erlerin açıkça bilinmesi lazımdır.
Bunlar Allah yolunda kendilerine isabet ede-eek her türlü eziyete karşı sabırla
göğüs ger-melidirler. İbrahim Aleyhisselâm'm hayatı gibi onların hayatları da
tamamen davet için olmalıdır.[108]
[1] Enam Sûresi, ayet: 74
[2] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Bu hadisin zikri
ileride tafsilatlı olarak gelecektir.
[3] Enbiya Sûresi, ayet: 51
[4] Bakara Sûresi, ayet: 124
[5] Necim Sûresi, ayet: 37
[6] Peygamberlerin Allah'a daveti. Muhammed Ahmet El Adevi
Daru'l Marife, Beyrut, sayfa, 40
[7] Bu konuda itimat ettiğim (dayandığım) en önemli
kaynaklar: El Bidaye ve'n Nihaye, 1/140. Çünkü o genellikle rivayetlerin
araştırılmasına ve ayırdedilmesine ihtimam göstermektedir. Yine Tarih-i
Taberi'ye de dayanmışımdır ve îbn-i Esir'in El Kâmil adlı eserine de
dayandım.
149
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 143-149.
[8] Enam Sûresi, ayet: 74
[9] Enbiya Sûresi, ayet: 51 - 52
[10] Şuara Sûresi, ayet: 69 - 70
[11] Meryem Sûresi, ayetler: 41 - 48
152
[12] Kurtubi Tefsiri 11/111
[13] Kasas Sûresi, ayet: 55
[14] Furkan Sûresi, ayet: 63
[15] Lokman Sûresi, ayet: 15
[16] Bakara Sûresi, ayet: 74
[17] Mücadele Sûresi, ayet: 22
[18] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 150-159.
[19] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[20] Miimtehine Sûresinin sebebi nüzulü, Taberi, İbn-i Kesir,
Bu-h(H da Sahih'inde cihad bölümünde rivayet
etmiştir.
[21] Edvau'l-Beyan, 8/138
[22] Tevbe Sûresi, ayet: 114
[23] Fi Zilalil Kuran, ikinci cilt, 28. cüz, sayfa
62
[24] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethü'l Bari, 7/197,
El-Ebad (uzaklaştırılmış) babasının sıfatıdır. Çünkü Cenab-ı Hak'dan
(Rahmetten) çok çok uzaktır. Ve denildi ki, o helak oldu da onun için ona bu
sıfat verilmiştir.
[25] Fethu-1 Bari, 10/115 ve
7/197
[26] Tevbe Sûresi, ayet: 113
[27] İsra Sûresi, ayet: 56 - 57
[28] Zümer Sûresi, ayet: 3
[29] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 160-167.
[30] Şuara Sûresi, ayet: 69-74
[31] Enbiya Sûresi, ayet: 51-54
[32] Peygamberlerin Allah'a Davetleri, Muhammed Ahmet El
Adevi, sayfa 54
[33] Mülk Sûresi, ayet: 10-11
[34] Araf Sûresi, ayet: 179
[35] Enam Sûresi, ayet: 80
[36] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 171-175.
[37] Saffat Sûresi, ayeti: 83 -
86
[38] Enam Sûresi, ayet:74-78
[39] Bazı müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim ile kavminin
arasında olan bu münazara Babil'de olmuştur. Başkaları ise, Harran'da olduğunu
söylemektedirler. Çünkü ehl-i Şam ve civan yıldızlara tapıyorlardı. İbn-i Kesir
de böyle diyen müfessirlerdendir. Bizim için mühim değildir. Nerede meydana
gelirse gelsin. Bilakis mühim olan, ayetlerin siyakları böyle bir münazaranın
kavmiyle olduğudur.
[40] Enam Sûresi, ayet: 83 180
[41] Bakara Sûresi, ayet: 260
[42] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir. Tahkik eden, Mustafa
Abdu'l Vahid, 175/1 Daru'l Kütübü'l Hadiyse, Mısır
[43] Edvau'l Beyan, Şeyh Şankıtı
2/180
[44] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız ise Buhari'ye
aittir. Fethu'l Bari, 7/222
[45] Kurtubi Tefsiri, 2/298 ve 7/25 Kadı Iyaz'dan
naklettiğimiz haber de Kurtubi'dendir
[46] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 176-183.
[47] Bakara Sûresi, ayet: 258
[48] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 184-186.
[49] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 187-188.
[50] Enbiya Sûresi, ayet:51-73
[51] 51'den 56'ya kadar ki ayetlerin izahı daha önce
yapılmıştı.
[52] Öyle anlaşılıyor ki, İbrahim'in kavminin bayramı da
tıpkı İstiklal bayramı, işçiler bayramı, ağaç bayramı ve tağutun doğum bayramı
v.s. gibi asrımızın bayramlarının benzeridir.
[53] Saffat Sûresi, ayet: 88, 89
[54] İbn-i Kesir, Kısasu'l Enbiya
[55] Saffat Sûresi, ayet: 91 - 93
[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 189-194.
[57] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari, 7/200
El Ha-lebi, Müslim ise fedail bölümünde merftı olarak tahriç etmiştir. Ahmed
İbn-i Hanbel ve Tirmizi de tahriç etmişlerdir. Tirmizi, bu hadis Hasen, Sahih
bir hadistir demiştir.
[58] Fethu'l Bari, Haşiye, İbn-i Hacer'in.
7/203
[59] Buhari bu hadisi Edebu'l Müfret'te İmran bin Hûsayn'den
tah-ric etmiştir. Buhari'ye ait olan ve yine Edebu'l Müfret'te Ebi Osman El
Mehdi'den, o da Ömer'den gelen başka bir rivayette ise: "Amma tarizde öyle bir
şey vardır ki,
yalan olarak müslümana
kafidir" bu-yurulmaktadır.
Taberi de bunu Tehzib'de tahric etmiştir. Taberani ise Elkebir adlı kitabında
tahric etmiştir. Ravileri güvenilirdir. Fethu'l Bari
13/216
[60] Bir önceki kaynak, 13/216
[61] Fethu'l Bari, 7/204
[62] Riya'zu's-Salihin, İmam Nevevi. Yalandan caiz olanın
beyanı konusu, sayfa 550 Mekteb'i İslami.
[63] Fethu'l Bari, 6/228 Halebi
Matbaası
[64] Buhari bu hadisi sahihinde, İkrah halinde karısı için bu
benim lu/.kardeşim derse, onun üzerine bir şey yoktur, bölümünde tahric
et-ıııifjtir. 11/305
[65] Feth-1 Bari Halebi Matbaası. Hasim bin Hassan rivayeti.
Nesai, llozzar ve İbn-i Hibban bu rivayeti tahric
etmişlerdir.7/201
[66] "Kısasu-1 Enbiya" Neccar'ın kitabıdır. İçinde bir çok
sapıklıklar vardır. En önemlileri: Akide konularında Âhad hadisleri reddetmek,
Aklı naklin üstünde tutmak (önüne geçirmek), yazdıklarında ehli kitabın
kaynaklarına dayanmasıdır. Güvenilir alimler ona reddiye yazıp kitaptaki
sapıklıkları açıklamışlardır.
[67] Fi zilalil Kur'an, 5/40, 17.
cüz.
[68] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:194-210.
[69] Saffat Suresi,Ayet:97,İbn-i Kesir
Tefsiri
[70] Fethu'l-Bari,7/206 Halebi
Matbaasa
[71] Kurtubi Tefsiri, 11-304
[72] Bu iki rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir.
Fethu'l Bari, B/229. Yeni Riyad Kütüphanesi.
[73] Yasin Sûresi, ayet: 82
[74] Yusuf Sûresi, ayet: 110
[75] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 211-215.
[76] Enbiya Sûresi, ayet:70-74
[77] Ankebut Sûresi, ayet: 26
[78] Saffat Sûresi, ayet:97-99
[79] Fethu'l Bari, 1/28
[80] İbn-i Hişam Siyreti, 1/330, El Albani, El Halebi
Matbaası ve Kütüphanesi.
[81] Nisa Sûresi,: 100
[82] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 216-223.
[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 225-231.
[84] En’am Suresi, ayet: 81, 82.
[85] Ali İmran Sûresi, ayet: 151
[86] Tevbe Sûresi, ayet: 52
[87] El Bidaye ven Nihaye 7/39
[88] Hadid Sûresi, ayet: 13
[89] El Kelimü't Tayyib. İbn-il Kayyım. (Kevakibül Dürriyye
fi Me-nakıbı Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye) adlı kitaptan
aktarılmıştır.
[90] Al-i İmran Sûresi, ayet: 175
[91] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 232-239.
[92] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari 7/204,
lafız da lluhari'ye aittir. Müslim ise, İbn-i Cüreyc hadisinden rivayet
etmiştir. Nesai ve İbn-i Mace
de Süfyan bin
Uyeyne hadisinden tahric etmişlerdir.
[93] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir, sayfa 185, Darul Kütübül
Hadiyse Tahkik: Mustafa Abdul Vahid. Kitabı tahkik eden vezeğ kıssası hakkında
diyor ki: "Akla muhalefet ettiği için bu rivayetlere mutmain olamıyoruz. Çünkü
hayvanlar için bir mükellefiyet yoktur. Vezeğ, Allah Rasûlü'nün öldürmekle
emrettiği fevasık (zararlı hayvanlar)dan da değildir. Eğer onun öldürülmesini
emrettiği doğruysa, o zaman ayrı bir illetin olması
lazımdır."
Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet ettikleri ve
yine Ahmet İbn-i Hanbel'in, Nesai'nin ve İbn-i Mace'nin de rivayet ettiği
hadisler hangi akla muhalifmiş? Abdul Vahid El bidaye ven Nihaye kitabını
tahkik ettiğini iddia ettiğinde kim bilir İbn-i Kesir ne kadar zulme
uğramıştır.?!.
[94] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 240-243.
[95] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 244-246.
[96] Hud Sûresi, ayet: 75
[97] İbrahim Sûresi, ayet: 36
[98] Enbiya Sûresi, ayet: 67
[99] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[100] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[101] Edvua'l Beyan 8/139
[102] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 247-250.
[103] Bakara Sûresi, ayet: 258
[104] Enbiya Sûresi, ayet: 64, 65
[105] Enam Sûresi, ayet: 83
[106] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 251-253.
[107] Hicr Sûresi, ayet: 94
[108] "Dirasatü fis Sıyre" adlı kitapta, gizlilik ve açıklık
konusunda [ Bi»v*!uyu daha geniş bahsedeceğiz. İnşaallah pek yakında kitap
basılır.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:
254-257.