06 Aralık 2013

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..İBRAHİM ALEYHİSSELAM..3

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..

İBRAHİM ALEYHİSSELAM..3

2- İbrahim Aleyhisselâm Allah'tan Başka Kimseden Korkmazdı


İbrahim Aleyhisselam'ı okuyan bazılarının zi­hinleri, hep O'nun desteklenmiş başarılarına, Cenab-ı Hakk'ın O'na sürekli yardım etmesine bütün bela ve sıkıntılarında düşmanlarına karşı ta­kındığı tavırlarına takılmaktadır. Bunlar, İbrahim Aleyhisselâm'm gittiği yolun zorluklarını, kav­minden uzaklaştığını, insanların O'na karşı şiddetli düşmanlığı ve Cenab-ı Hakk'ın İbrahim Aley­hisselam'ı zaferle ikram etmeden önce karşılaştığı zorlukları unutuyorlar ya da unutmuş gibi olu­yorlar.
Örneğin İbrahim Aleyhisselam putları parça parça ederken, asla kavminin O'nu ateşe atacağını ve Cenab-ı Hakk'ın da O'nu ateşten kurtaracağını bilmiyordu. Bütün bildiği; tağutların O'ndan in­tikam alacağıdır. Belki de öldürülmesine baş­vuracaklardı... Buna rağmen Allah yolunda ölmek İbrahim Aleyhisselam'a  çok hafif ve  basit geldi.
Tıpkı Cenab-ı Hakk'ın kuvvetini hatırladığında, ta-ğutun gücü ve cezalandırması gözünde küçüldüğü gibi. O dünyanın aldatmacalarından ve isteklerin­den yüz çevirdi. Dünyanın Cenab-ı Hakk'ın yanında bir sivrisineğin kanadına denk olmadığına inandı.
Kavmi O'nu tehdit ettikleri ve azap vaadettik-lerinde, büyük bir kararlılık ve güçle onlara cevap verdi.
Cenab-ı Hak İbrahim'in lisanı üzere şöyle bu­yuruyor: "Sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl kor­karım? Halbuki siz elinizde delil ve burhan olmadığı halde Allah'a şirk koşmaktan korkmuyorsunuz. İki zümreden, emin olmaya daha haklı olan han-gimizdir? Eğer biliyorsanız; emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içindir. Hi­dayete erenler de onlardır."[84]
Ben onların sağır (duymaz) ve zarar ve fayda ve­remez olduklarını bildiğim halde, sizin put­larınızdan nasıl korkarım? Ordulara ve mallara sahip olduğu halde zayıf ve güçsüz olan ta-ğutlarınızdan ve önderlerinizden nasıl korkarım? Ecelleri geldiğinde bir an dahi ne ileri, ne de geri bı­rakılmayacaklarını bildiğim halde onlardan nasıl korkarım? Öyle ise benden onların korkmaları daha doğru   olur. Çünkü   onlar yüce ve kudretli olan Allah'tan başkasına ibadet etmişlerdir. Ve Cenab-ı Hakk'ın her şeydeki ayetlerini (delillerini) gör­dükleri halde, O'nun nimetlerini inkar etmişlerdir.
Esasen sizin benden korkmanız daha doğrudur. Çünkü ölümün güçlü kolları sizi almakta ve Ce-hennem'in çılgın alevleri de sizleri beklemektedir.
O vaadedilmiş günde mallarınız sizden hiçbir azabı geri çeviremiyecektir. Yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz halde Rabb'inize arzolunduğunuz gün, hiç bir şeye sahip olmayacaksınız.
Daha sonra İbrahim kavmiyle olan münazara­sında özel durumdan umumi olana geçiyor:
"Emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü ka­rıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlar­dır."
Allah'a iman edenler, O'na boyun eğenler, O'nun kaza ve kaderi için kalpleri mutmain olanlar ve imanlarına şirk karıştırmayanlar var ya, işte emin olmak onlar içindir. İsterse zalimlerin ha­pishanelerinde tutuklu olsalar bile. Çünkü onlar, fit­nelere karşı azabı, dünya hayatına karşı da acıları seçip tercih etmişlerdir. Allah'la karşılaşmaya aşık olmuşlar ve O'na yakınlığı dünyanın her türlü al­datmacalarına tercih etmişlerdir.
Kafirlere gelince, onların hayatları tahammül edilmez bir Cehennem'dir. Çekilmez korkulardır.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Delilleri olmaksızın Allah'a şirk koşanların ce­zası olarak kafirlerin kalplerine korku salarız. On­ların yurtları ateştir. Orası, zalimlerin dönüp va­racağı ne kötü bir yerdir."[85]
Cenab-ı Hakk'ın müşrik tağutların kalplerine bı­raktığı bu korkunun alametlerinden bir de; on­lardan her birinin sokakta normal insanlardan birisi gibi dolaşmayı ve yürümeyi temenni etmeleridir. Hatta basit bir insan gibi yürümeyi arzu et­meleridir. Fakat ayakları üzerine yürümeye cesaret edemez. Arabasından çıkarken beraberinde koruma görevlilerini görürsün. Sonra yine de emniyette ol­duğunu hissedemez. Bilakis her an engellenmesi mümkün olmayan sonunu (ölümünü) bekler. İn­sanlardan kendisine en yakın olanlarından bile şüp­helenir. Bunlar en özel sırdaşı ve akrabası olsa da yine şüphe içindedir.
O tağut ölse Rabb'i katında tamamen azap ve iş­kence olan yeni bir hayat başlayacaktır.
Müminlere gelince, Allah'a ibadet ederler, O'nun yolunda cihad ederler ve onlara her ne isabet etse, hepsi de hayırdır ve saadettir.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"De ki: Siz bizim için iki iyilikten birinden baş­kasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz Allah'ın size kendi katından veya bizim elimizle bir azap ge­tireceğini bekliyoruz. Haydi siz bekleyin, biz de si­zinle birlikte bekleyenlerdeniz."[86] Elbette ki bu ma­nalar Sahabelerin, Tabiinlerin ve Selef-i Salihinin ileri gelenlerinin nefislerinde açık seçikti. Allah on­ların hepisinden de razı olsun.
Fars ordularının komutanı (Rüstem) Rabii bin Amir'e sordu ve dedi ki: Sizi buraya hangi sebep «ge­tirdi?
Rabii de dedi ki: Dilediğini kullara kulluktan Allah'a kulluğa, dünyanın darlığından genişliğine ve dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine çıkartmamız için bizi Allah gönderdi. Bize dinini gönderdi ki kul­larını o dine çağıralım diye. Bunu kim kabul ederse biz de ondan bunu kabul eder ve geri döneriz. Kim de yüz çevirirse sonuna kadar onunla savaşırız. Ta ki Allah'ın vaadine kavuşalım. Dediler ki: Allah'ın vaadi nedir ki? O: Yüz çevirene karşı savaşıp da ölene Cennet, sağ olarak (kalan)a da zafer.[87]
Allah rahmet etsin, Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye diyor ki:
"Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben öyle iyi­yim ki, cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gitsem o benimle birliktedir. Benden ayrılmaz. Ben öyle biriyim ki; benim hapisim halvet, öldürülmem şehadet ve memleketimden çıkartılmam seyahattir. Ve derdi ki: Asıl zindan, kalbini Rabb'inden hap­sedendir. Asıl esir ise; hevası kendisini esir eden­dir." Hapishaneye sokulduğunda kaleye geldi ve ka­lenin surlarının içinde iken, sur'a baktı ve şu ayeti okudu:
"....Derken, aralarına tek kapısı bulunan bir sur yapılır ki, iç tarafı, rahmet, dış tarafında da azap vardır."[88]
İbni'l Kayyım:
"Allah'ın ilmine yemin ederim ki, ben yaşantı ba­kımından O'ndan (İbn-i Teymiyye'den) daha te­mizini asla görmedim. O'nda geçim darlığı olduğu, nimet ve bolluk olmadığı halde, nimet ve bolluğun ııksi durumu olduğu halde, O'nun hayatında hapis, tehdit ve korkutma olmasına rağmen, O bununla be­raber yaşantı bakımından insanların en güzeliydi. Clönül genişliği bakımından insanların en genişi ve kalbî durumda onların en kuvvetlisiydi. Nefsî açı­dan insanların en mutlu olanıydı. Yüzünde ni-nıotlerin pırıltıları  levhalaşırdı.  Bizde korku şiddetlendiğinde, düşünceler kötüleştiğinde ve yeryüzü bize dar geldiğinde O'na giderdik. Sadece O'nu görür ve sözünü dinlerdik. Arkasından bunların hepsi gi­derdi.  Sonuçta huzura, kuvvete,  yakine ve  mut-
mainliğe dönerdik........"[89]
İşte bundan dolayı İbrahim (aleyhisselam) zafere ulaştı. Tıpkı Peygamberlerin sonuncusunun, Sa­habelerinin, Tabiinin ve onlardan sonra gelen asır­ların en hayırlılarının zafere ulaştıkları gibi....
Hapishanenin halvet, sürgünün seyahat ve ölü­mün de şehadet olduğuna inanan davetçi alimlerin yönlendirdiği bir ümmet, asla yenilgiye uğramaz.
Ne zaman ki ümmetimiz bu örnek davetçi er­lerden mahrum oldu, Cenab-ı Hak bizim üzerimize düşmanlarımızı musallat etti de insanların en dö­küntüsü ve gariplerinden olmaya, (sürülme ve par­çalanmalara) duçar olduk. Ve müslümanlar öyle bir hale geldi ki, tıpkı selin önündeki çer çöp gibi ol­dular. Hiç kimse onlardan korkmuyor ve onlar için herhangi bir hesap dahi yapılmıyor. Gerçekten üzücü olanlardan birisi de: Onlardan birisi duysa ki yönetim onun hareketlerini kontrol ediyor, onu hemen korku kaplar, heyecanlanır. Artık in­sanlardan kendisine en yakın olanlardan bile şüphelenmeye başlar. Bazıları için yönetimden korkma, müzmin bir akıl hastalığına dönüşür. Allah'a sı­ğınırız.
İşte bunun için tağuta münafıklık yapan bazıları, onlardan herhangi bir vazife veya mal aramıyorlar. Sadece ondan (onun şerrinden) selamette olmayı umuyorlar. Onun casuslarından ve muhafızlarından emin olmayı umuyorlar. Yöneticinin veya onun ileri gelen vazifelisinin meclislerine sık sık devam et­mesinden nefisleri sürekli zayıflamaktadır. Hatta öyle olurlar ki, tağutun elemanlarından biri olurlar. Onun hiçbir emrine asi olmaz ve hiçbir isteğini red­detmez. Çok çok gariptir ki, bu davetçilerin her biri saatlerce Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinin tefsirinden bahsederler:
"Size bu sözü söyleyen, dostlarını korkutan Şey-tan'dır. Eğer mü'min iseniz onlardan değil, benden korkunuz."[90]
Ey Allahım! Kalplerimizi senden( ve senin ate­şinden korkmakla doldur.
Ey Alemlerin Rabbi! Gönüllerimizi senden başka olan korkulardan kurtar! Ey Allah'ım, senin yolunda bizleri şehadetle nzıklandır! Bizim ve müs-lümanlarm sonlarını en güzel bir şekilde kıl!
Ey Allah'ım! Senden başka hiç kimseden kork­mayan Peygamberlerini örnek almayı bizlere sevdir! Yâ Rabbel âlemin!.. [91].

 

3- Müslümanlar Tek Vücut Gibidirler


Müslümanlar bir vücut gibidirler. Eğer o vü­cuttan bir aza rahatsız olsa, vücudun diğer azaları onun için sabahlara kadar uykusuz ve humma has­talığına tutulmuş bir şekilde birbirlerini (yardıma) çağırırlar. Bu ümmetin cesedinin başı ise kendi as­rında İbrahim Aleyhisselam idi. O'nun öyle bir kıy­meti vardır ki Hatemü'l Enbiya'dan sonra bile baş olması devam etmektedir.
Her müslümanın sabah akşam her gün ömrü bo­yunca Halilü'r Rahman'm ve Şeyhül Enbiya'nın kıs­salarından mücrim ve zalim kavmiyle olan mü­cadelesinden hatırlaması elbette tuhaf değildir.
Bu düşünce ve şuur ortaklığının alametleri pek çoktur. Biz vezeğ (çok küçük yılan) kıssasını se­çiyoruz.
Said bin El Museyyeb'den, O da Ümmü Şüreyk radıyallahü anh'den dedi ki: Allah Rasûlü "vezeğ'm öldürülmesini emretti ve şöyle dedi: "O İbrahim'in ateşinin tutuşması için ateşe üfürüyordu."[92]
Aişe annemizden gelen Ahmed bin Hanbel'in ri­vayetinde ise, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem şöyle buyurmaktadır:
"Vezeğ'i öldürün. Çünkü o İbrahim'in üzerine ateşe üfürüyordu." Ahmet bin Hanbel dedi ki: Aişe Radıyallahü Anha onu öldürürdü.
Yine Ahmed bin Hanbel'e ait başka bir rivayette de: Bir kadın Aişe'nin yanına geldiğinde dikilmiş bir mızrak görür ve "bu mızrak nedir?" der. Aişe Ra­dıyallahü Anha da:
"Onunla vezeğ'leri öldürüyoruz" dedi ve sonra da Allah Rasûlü'nden, Sallallahu Aleyhi Vesellem, şunu anlattı:
"İbrahim Aleyhisselam ateşe atıldığında bütün hayvanlar o ateşi söndürmeye başladılar. Vezeğ hariç. O, ateşin İbrahim'i yakması için ateşe üf­lemeye başladı"
Bu iki vecihde Ahmed İbn-i Hanbel münferit kaldı.[93] Ey Rabbim! Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Bize hidayet buyurduğun ve ona tabi olmakla bize ihsanda bulunduğun bu din ne yücedir. İslâm'ın kendi fertleri arasına koyduğu bu vicdanî ortaklık ne mükemmel bir şuur ve düşünce or­taklığıdır!
Binlerce seneden beri müslümanlar her gör­düklerinde vezeğ'i öldürmeye koştular. Çünkü o, İb­rahim babamızın üzerine ateşe üflüyordu. İbrahim Aleyhisselâm'm düşmanı, her müslümanın düş­manıdır.... Cenab-ı Hak    yeryüzünü ve üzerindekilerini haşredinceye kadar müslümanlar bu durum üzere kalacaklardır. Allah düşmanlarıyla ba­rışmak ve onlara sevgi beslemek asla yoktur. İsterse bu düşmanlar vezeğ gibi küçük hayvanlar da olsa...
Vezeğ olayını ve diğerlerini özel ve genel bütün müslümanlar bilirler. Örneğin eğer uzak bir köyde olan genç bir çoğuk vezeğ görse, hemen onu öl­dürmeye koşar. Çünkü ailesini onu öldürürken görmüştür ve onun Halilü'r Rahman'm yanması için ateşe üflediğini ailesinden duymuştur.
Gerçekten üzücü olan şeylerden biri de; bir olan İslâmî vücudun azaları arasındaki şuur ortaklığına zamanımızda pek çok zaaf ve aldırmazlık isabet et­miştir.... Çünkü İslâm düşmanları nice Allah da-vetçilerini İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde hap­sediyor ve idam ediyorlar da, onların hakkında hiç bir şey bilinmiyor.
Eğer bilseler ve müteessir olsalar da bu tesirlen-meleri âdeta bir yaz bulutunu andırmaktadır.... İşte bunun için müslümanlarm helak edilmesi ve onlar için idam sehpalarını kurmak hiç bir önem ar-zetmeyen normal işlerden oldu. Hatta bir devletin başka bir devletle olan futbol maçına dünya yayın organlarında Lübnan'daki Sabra ve Şâtîla kamp­larının yerle bir edilmesinden daha fazla ilgi gös­terilmektedir.
Dünyanın katliam için veya yahudi hapisaneleri için durmayıp devam etmesi, Müslümanların dün­yanın her tarafında boğazlanmaları, dünyadaki büyük devletlerin hepsinden de MÜSLÜMAN col-liıtlarma her türlü yardımın yapılması ve bilakis halkı Müslüman olan devletlerden bu Müslüman OBİlatlanna verilen destek kesinlikle en üzücü ola­nıdır. [94]

4- Çağın Put Ve İlahlarından İki Örnek


İbrahim Aleyhisselâm'm hayatını okuyan herkes kavminin ahmaklığını ve akıllarının kıtlığını, kalp­lerinin katılığını görüp şiddetle onları ga-ripseyecektir. Çünkü kendilerinden akıllı ve hikmet sahibi bir adamı nasıl ateşe atıyorlar. Çünkü O; ilahlar diye isimlendirdikleri birtakım taş ve re­simleri parçalamıştı.
Peki bu insanlar niçin günümüzde cereyan eden ahmaklıkları, zulümleri ve beyinsizlikleri garip kar­şılamıyorlar? Buna dair aşağıdaki iki örneği gös­tereceğim.
Birinci  Örnek:   Eğer halkı  müslüman  olan  ül­kelerden birinde, bir kimse hükümet sarayına (Mec-j| lise) gitse ve o devletin alametini (bayrağını, sim-* gesini, vesaire) indirse ve parçalasa, o adamın som ne olur?
ikinci örnek: Eğer bir kimse, devletin istiklalinin simgesi olarak kabul edilen heykellerden bir heykeli parçalasa,  mesela  yönetimdeki  partinin  liderinin heykelini veya istiklal lideri diye vasıflandırdıkları birinin heykelini kırsa, bu kişinin sonu ne olur?
Hiç şüphe yok ki bu insan daha o bayrağı yırt­madan ve o heykeli kırmadan teşebbüs halindeyken öldürülür. Gece gündüz bu putları koruyan emniyet kuvvetleri bu gibi durumlarda ateş açmakla em-rolunmuşlardır.
Eğer bu insan öldürülmekten kurtulsa bile ne­ticede kalpleri şefkat ve merhamet tanımayan ze­banilerin muhafızlığım yaptığı karanlık zindana atı­lacaktır. Artık o kimsenin gece ve gündüzün ayırdedilemediği hapishane hücresinde çekeceği dehşet verici işkencelerin eşi ve benzeri şimdiye kadar görülmemiştir.
Eğer bir teşkilata üye olduğu tespit edilirse, hem onu ve hem de onunla birlikte bu teşkilatın liderini de öldürürler. Eğer herhangi bir teşkilatla ilgisi yoksa, o zaman da sadece onu öldürürler.
Her iki halde de bu yaptığı işi yapmaya götüren «talepler ve etkenler nelerdir diye görüşünü açık-lumaya asla müsaade etmezler.
Zikredilmesi çok yerinde olan bir husus da; bir kumaş parçasıyla, bayrak diye isimlendirdiklerinin pniHinda hiçbir farkın olmayışıdır. Ve devletin par-[lİMiııin liderinin heykeli ile İbrahim Aleyhisselâm'm [lltivnımin putları arasında herhangi bir ayrıcalığın Olmamasıdır. Sadece yeni heykeller daha büyüktür.
Çünkü Bronz'dan yapılmaktadır ve üzerine altından kubbe yapılmaktadır, v. s.
Bu işin özelliği, pislik bakımından İbrahim Aley-hisselâm'ın kavminin, çağın tağutlarmdan daha az olduğunu ortaya koyar. Çünkü onlar sadece İb­rahim'i öldürmeye çalıştılar. İbrahim Aleyhisselâm1 in Cemaatine (Lut ve Sare) herhangi bir eziyette bu­lunmadılar. Ama zamanımızdaki ilerici sultanlara gelince, onlar en ufak bir şüphe üzerine insanları tu­tukluyor, ithama uğrayanın cemaatını cezalandırı­yor ve suçsuz da olsalar onun akrabalarına bile ceza veriyorlar.
Öyle ise İslâm davetinin kendileriyle sekteye uğ­radığı bazı kimseler; İbrahim Aleyhisselâm, Nuh Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin kavimlerinin putları hakkında çok konuşuyorlar da neden yeni putlar hakkında susuyorlar? Hayır, bilakis devletin müftüsü bayrağı ve putu selamlamak ve ona tazim etmek için efendisiyle birlikte ayakta duruyor, bir taraftan da bando çalıyor. Muhteşem Şeyh efendinin yüzünde ise; sevinç ve razı olmaktan başka bir üzün­tü, bir keder belli olmuyor. [95]

5- Müşriklerle Dostluk Yapmamak


Tanık olduğumuz olaylardan biri de, bazı in­sanların mülhid ve sefih akraba reisleriyle çok sıkı alakalar kurmalarıdır. Onların meclislerine devam ederlerken ters hal ve davranışlar karşısında bizim arkadaşlarımız da orada bulundukları halde, yü­zünde Allah için bir kızgınlık veya gazaplanma dahi görülmez.
Bazen de gazetelerde yazı yazıp, tağutlarm bir takım işlerini methederler. Bu gibi tavırları ser­gilemelerine yol açan sebeplerden onlara sorarsan, derler ki: Güzel yapana güzel yaptın, kötü yapana tla doğruya muhalefet ettin demeyi İslâm bize öğ­retmiştir. İbrahim Aleyhisselâmda bizim için çok l'üzel örnek vardır. O ince kalpli, çok yumuşak huylu, geniş yürekli, babasına ve ehline karşı mü-tovazi idi. Cenab-ı Hak O'nu bu sıfatlarla şu aye­tinde vasfetmektedir:
"Muhakkak İbrahim çok yumuşak huylu, içli ve kendisini Allah'a vermiş biriydi."[96]
Ve Cenab-ı Hakk'm şu kavlinde O'nun lisanı üze­rine İbrahim düşmanları için dua etti:
"Kim bana tabi olursa, muhakkak ki o bendendir. Kim de bana asi olursa, muhakkak ki sen Gafur ve Rahim'sin."[97] Bilmiyorum ki onlar neden daha İb­rahim'in davetin başlangıcındaki tutumunu delil ge­tiriyorlar da, onların şirkte ısrarlarını bildikten sonra İbrahim'in babasına ve kavmine karşı ta­kındığı tavrı unutuyorlar veya unutmuş gibi gö­züküyorlar -ki bu daha ağır basmaktadır-?
Onlara karşı buğzu ve düşmanlığı ilan etti, on­lardan berî olduğunu ortaya koydu, meclislerini, özel ve genel toplantılarını terketti, inancı ve ha­reketiyle tamamen onlardan ayrıldı, onlara karşı tavır aldı, onların putlarını paramparça etti ve on­ların karşısına büyük bir cesaret ve kuvvetle çıktı:
"Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun. Hiç akıl erdirmiyor musunuz?"[98]
Şu taşlara ilahlar olarak razı olan akıllarınıza yuh olsun.
Atalarınızın ve babalarınızın üzerinde bu­lunduğunu taklit etmekten dolayı içine düştüğünüz dalalete ve sapıklığa yuh olsun.
Kendi nefisleri için herhangi bir fayda sağ­layamayan ve kendilerinden hiçbir zararı gi­deremeyen şu ilahlarınıza yuh olsun.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olan­larda sizin için güzel örnek vardır. Hani onlar ka­vimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden uzağız. Sizi inkar ettik. Siz, Allah'a bir olarak iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve buğz belirmiştir (baş­lamıştır)" demişlerdir."[99]
Bununla Halilü'r Rahman güzel bir örnek oldu. Yani babasına, kavmine karşı düşmanlık ve buğz ilan etmede; onlardan ve onların Allah'tan başka taptıklarından berî olduğunu açıklamakta en güzel bir örnek olmuştur.
Ve Cenab-ı Hakk'ın kavlindeki:
"...Ancak, İbrahim'in babasına: Senin için mağ­firet dileyeceğim...."[100] ifadesine dikkat edelim.
Bu konuda müfessirlerin çoğunluğu şöyle diyor:
Bu söz İbrahim'dendir. Ancak örnek alınması bir mevzu değildir. Daha davetin ilk başlangıcında ol­muştur ve maksadı babasının kalbini yu­muşatmaktı. O'nun Allah düşmanı olduğu an­laşılınca kendisinden berî olmuştur. Buna rağmen, bu söz İbrahim Aleyhisselâm'dandır ve misal ko­nusu değildir.[101]
Daveti başkalarına tebliğde yumuşak söz ge­reklidir. Ancak şirk üzere ısrar edildiğinde, Cenab-ı Hakk'm düşmanlarına sevgi (dostluk) asla caiz de­ğildir. Kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Dolayısıyla bu davetçiler Allah'tan korksunlar da, İbrahim Aleyhisselâm'a tabi olsunlar. Kendi ne­fisleri için zoraki özürlere ve batıl delillere cevaz bulmasınlar. Eğer hak sözü söylemeye güçleri yet­miyorsa, bari batıl konuşmasınlar. Bu ise, imanın en zayıfıdır.
Mülhidlerden kötü işler yapanlara "doğruya mu­halefet ettin" diyen, onların, davetçi kardeşlerine karşı çok sert ve en şiddetli sözler sarfettikleri ve onları doğruya muhafelet etmekle itham ettiklerini görmekteyiz. Öyle ise Cenab-ı Hak'tan kendilerine bir felaketin gelmesinden ve azaba layık ol­malarından korksunlar. [102]

6- İbrahim   Aleyhisselâm'ın   Gücü   Ve Cesareti


İbrahim Aleyhisselâm'ın hayatı; babası, kavmi ve Nemrud'la yaptığı münazaraların çokluğuyla özellik arzetmektedir. Bütün bu münazaraların tamamında da hasımlarının ağızlarını hak ile kapatıyor, kati deliller ile onların dillerini (ağızlarını) dizginliyor. Bundan öte, İbrahim Aleyhisselâm kavmine karşı is-tidrac metodunu (akıllarına göre derece derece ve yavaş yavaş) uygulardı. Sonra onlara çeşitli planlar uyguluyor, O'na karşı hiçbir şey yapmıyorlardı.
Aralarında suçluyken birden bire yargı makamı olur, onlar sanık durumuna düşerlerdi. Yarışın ip­leri (dizginleri) hep Onun elindeydi. Öyle ki, mü­cadele zamanını ve yerini onlara İbrahim Aley­hisselâm tayin eder, sonra da aralarından muzaffer olarak çıkardı. Cenab-ı Hakkın tebliğiyle emrettiği hücceti onlara hakkıyla anlatmış ve tebliğ va­zifesini ifa etmiştir..
Nemrud'la münazarasından bahseden ve delilleri Nemrud'a hakkıyla göstermesinden sonraki durumu anlatan şu âyete bak: "Ve kafir şaşırıp kaldı."[103]
Bir de delil kendilerini çaresiz bıraktıktan sonra İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin zayıf halini or-'taya koyan şu âyet:
"Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi ken­dilerine: Şüphesiz zalimler sizsiniz, dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; bunlayın konuşamaya­caklarını sen de bilirsin, dediler."[104]
İbrahim Aleyhisselâm'm gücünün sebebi baştan sonuna kadar Cenab-ı Hakk'a aittir. Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselâm'a ikna etme gücünü ihsan bu­yurmuştur:
"Bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yük­seltiriz. Muhakkak ki senin Rabb'in Halim ve Alimdir."[105]
Şüphesiz ki Cenab-ı Hak kullarına ve Pey­gamberi İbrahim'e ihsan buyurduğu mevhibeleri (kendi katından verilenleri) en iyi bilendir. İbrahim Aleyhisselâm geniş kalpli ve halis niyetliydi.... İşte bundan dolayı bütün insanlar O'nun aleyhinde olsalar da, kendisiyle birlikte hanımı ve kardeşinin oğlundan başka hiç kimse olmasa da, O, kavminin arasında başlı başına bir ümmet idi.
Buna mukabil zamanımızda, milyonlarla ifade edilecek kadar pek çok davetçi buluyoruz fakat, bun­ların tamamı İbrahim Aleyhisselâm'm kuvveti se­viyesinde olamamışlardır.
Bu da, meselenin keyfiyyeti, (niteliği) olup, kem-miyyet (sayı) meselesi olmadığını kuvvetle izah ve ispat eder.
Kendisinde halis niyet, engin bir ilim ve geniş bir vukufiyetle meselelere çözüm getirilebilecek gücün ve hakkı haykırabilecek cesaretin toplandığı da-vetçiler gerçekten çok azdır.
Bazen de sadık mücahidler olur; fakat ilimlerinin azlığından ve dinin hükümlerini kuşatamadıkla-ıından olayları karıştırırlar.
Bazen de isim sahibi olur; fakat hakkı haykıra-ıııaz...
İyi bilin ki, İslâm ümmeti, İbrahim Aley-lıisselâm'ı örnek alacak, her yer ve zamanda Allah'ın hüccetini kullarına gösterecek bununla kar­şılarına dikilecek erlere acele ihtiyaç vardır. Böyle  ne kadar da muhtacız. [106]

7- İbrahim Aleyhisselâm'ın Hayatında Her Şey Allah'a Davetti


Cenab-ı Hak kendisine rüşdünü verdiğinden iti­baren, İbrahim (Aleyhisselâm) hakkın davetini açık­tan açığa yaymıştır. Hiçbir fırsatı kaçırmaz, mut­laka orada Allah'ın Tevhid'ine daveti ilan ederdi. Yine her fırsatta Allah'tan başka ibadet olunan put­ları ve heykelleri kaldırıp atardı.
Buna göre Halilü'r Rahnıan'ın daveti gizli, in­sanlardan belli bir kesimle sınırlı değildi. Umum in­sanlardan meçhul da değildi. Şehir sakinleri, gö­çebeler, halkın eşraf ve insanların tümü, genç ibrahim'in müjdelediği davetin özelliklerini ta­nıyorlardı!
Babası O'nu dövmek ve taşlamakla tehdit et­tiğinde, kavminin tehditleri idama öldürmeye kadar vardığında -ki dediklerini yapacaklarını biliyordu-, geri adım atmadı ve davetinin usûlünden bir şey de­ğiştirmedi. Yolun ortalarında onlarla buluşmak için bu gibi şeyleri asla yapmadı. Kendi nefsi için herhangi bir özre tutunup da gizli hücrelerden bir ma­ğaraya girmedi. Ya da davetin maslahatını bahane ederek kavminin putlarına karşı hücum etmekten vazgeçmedi.
Bunlardan hiç birini yapmadı. Kaldı ki geri adım atsın, veya kendi başına hareket etsin. O öyle birisi ki, Cenab-ı Hak O'nu, emin olmakla, sırat-ı müs­takimde oluşuyla, doğrulukla ve vefalı olmakla be­lirtmiştir. Davet Onun indinde; nefsinden, ai­lesinden, babasından, ehlinden, kavminden ve malından çok daha ön plandaydı. Onun işi gücü yal­nızca davet idi. O'nun meselesi öyle ulvi bir me­seleydi ki, onun önüne hiçbir şey geçemezdi.... Ve tehlike saatlerinin en şiddetli olduğu bir zamanda, kavminin putlarını paramparça etti. Bu putlar, onlar katında en kıymetli varlıklardı. Hayır O, put­ları kırdıktan sonra gözlerden uzak olmak ve giz-lonmek için asla kaçmadı. Bilakis onlara mah­kemelerinden kendi davetini yaymak için büyük bir fırsat yakaladı. O ayrı bir alemde, onlar da daha başka bir alemde olmalarına rağmen; Allah'ın hüc­cetini onların karşılarına dikti.
Tarihin sayfalarını karıştıranlar, Peygamber ve dııvetçilerin, ibrahim Aleyhisselâm'ın yolundan git­tiklerini bilirler. Uzak yakın herkes onları tanır. Onlar hakkı açıkça her tarafa yayar, ne bas­kıcılardan korkar, ne de zalimlerden çekinirlerdi.
Zorluk ve meşakkatler onların sebatlarını ve nurlu yoldaki istikametlerini arttırırdı.
İşte bunun için insanlar onlara icabet ettiler ve Cenab-ı Hak da onların vasıtasıyla dinine yardım etti.
Ancak pasif davetçilere gelince; insanlardan hiç biri onları bilmez. Bunlar kendi gölgelerinden bile korkar ve gizlenirler. Her gürültüyü kendi aleyh­lerine sanır, evhamlara bürünürler, bir zorluk kar­şısında himmetleri su gibi akar gider....
Onlar, mevcut ortamı değiştirmekten şüphesiz acizdirler. Çünkü nefislerini değiştirmekten aciz kalmışlardır.
Kendi çıkarlarıyla daveti karıştıranlar, yan ve çeyrek çözümleri kabul edenler, davetteki ha­yatlarının büyük bir bölümünü belirsizlik içinde gizli geçirenler ve tağutlarla dostlukta herhangi bir sakınca görmeyenler; işte onlar İslâmî davete karşı İslâm düşmanlarından daha çok tehlikelidirler.
Onlara tabi olanlar, şeyhlerini tanımalı, korkak mı, cesur mu, ahmak mı, akıllı mı bilmeli, şeyhin durumunu gizleyen fetvaların tehlikelerine karşı uyanık olmalı, o fetvalara dikkat ve sakınma gö­züyle bakmalıdırlar.
Şunu da belirtmeliyiz ki, bazen davetçi belli bir süre  gizli  çalışmaya mecbur kalabilir.  Tıpkı Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in davetin baş­langıcında yaptığı gibi.... Fakat bu gizlilik asıl değil, bir istisnadır, zarurettir, metod değildir. Şu âyetin nüzulundan sonra davetin bütün yönleriyle gizli ol­ması caiz değildir.
"Ey Peygamber! İnsanlara emrolunduğunu açıkça tebliğ et. Müşriklere itibar etme"[107]
Daveti tebliğ edecek erlerin açıkça bilinmesi la­zımdır. Bunlar Allah yolunda kendilerine isabet ede-eek her türlü eziyete karşı sabırla göğüs ger-melidirler. İbrahim Aleyhisselâm'm hayatı gibi onların hayatları da tamamen davet için ol­malıdır.[108]




[1] Enam Sûresi, ayet: 74
[2] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Bu hadisin zikri ileride taf­silatlı olarak gelecektir.
[3] Enbiya Sûresi, ayet: 51
[4] Bakara Sûresi, ayet: 124
[5] Necim Sûresi, ayet: 37
[6] Peygamberlerin Allah'a daveti. Muhammed Ahmet El Adevi Daru'l Marife, Beyrut, sayfa, 40
[7] Bu konuda itimat ettiğim (dayandığım) en önemli kaynaklar: El Bidaye ve'n Nihaye, 1/140. Çünkü o genellikle rivayetlerin araş­tırılmasına ve ayırdedilmesine ihtimam göstermektedir. Yine Tarih-i Taberi'ye de dayanmışımdır ve îbn-i Esir'in El Kâmil adlı eserine de da­yandım.
149
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 143-149.
[8] Enam Sûresi, ayet: 74
[9] Enbiya Sûresi, ayet: 51 - 52
[10] Şuara Sûresi, ayet: 69 - 70
[11] Meryem Sûresi, ayetler: 41 - 48 152
[12] Kurtubi Tefsiri 11/111
[13] Kasas Sûresi, ayet: 55
[14] Furkan Sûresi, ayet: 63
[15] Lokman Sûresi, ayet: 15
[16] Bakara Sûresi, ayet: 74
[17] Mücadele Sûresi, ayet: 22
[18] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 150-159.
[19] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[20] Miimtehine Sûresinin sebebi nüzulü, Taberi, İbn-i Kesir, Bu-h(H da Sahih'inde cihad bölümünde rivayet etmiştir.
[21] Edvau'l-Beyan, 8/138
[22] Tevbe Sûresi, ayet: 114
[23] Fi Zilalil Kuran, ikinci cilt, 28. cüz, sayfa 62
[24] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethü'l Bari, 7/197, El-Ebad (uzaklaştırılmış) babasının sıfatıdır. Çünkü Cenab-ı Hak'dan (Rah­metten) çok çok uzaktır. Ve denildi ki, o helak oldu da onun için ona bu sıfat verilmiştir.
[25] Fethu-1 Bari, 10/115 ve 7/197
[26] Tevbe Sûresi, ayet: 113
[27] İsra Sûresi, ayet: 56 - 57
[28] Zümer Sûresi, ayet: 3
[29] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 160-167.
[30] Şuara Sûresi, ayet: 69-74
[31] Enbiya Sûresi, ayet: 51-54
[32] Peygamberlerin Allah'a Davetleri, Muhammed Ahmet El Adevi, sayfa 54
[33] Mülk Sûresi, ayet: 10-11
[34] Araf Sûresi, ayet: 179
[35] Enam Sûresi, ayet: 80
[36] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 171-175.
[37] Saffat Sûresi, ayeti: 83 - 86
[38] Enam Sûresi, ayet:74-78
[39] Bazı müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim ile kavminin arasında olan bu münazara Babil'de olmuştur. Başkaları ise, Harran'da olduğunu söylemektedirler. Çünkü ehl-i Şam ve civan yıldızlara tapıyorlardı. İbn-i Kesir de böyle diyen müfessirlerdendir. Bizim için mühim değildir. Ne­rede meydana gelirse gelsin. Bilakis mühim olan, ayetlerin siyakları böyle bir münazaranın kavmiyle olduğudur.
[40] Enam Sûresi, ayet: 83 180
[41] Bakara Sûresi, ayet: 260
[42] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir. Tahkik eden, Mustafa Abdu'l Vahid, 175/1 Daru'l Kütübü'l Hadiyse, Mısır
[43] Edvau'l Beyan, Şeyh Şankıtı 2/180
[44] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız ise Buhari'ye aittir. Fethu'l Bari, 7/222
[45] Kurtubi Tefsiri, 2/298 ve 7/25 Kadı Iyaz'dan naklettiğimiz haber de Kurtubi'dendir
[46] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 176-183.
[47] Bakara Sûresi, ayet: 258
[48] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 184-186.
[49] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 187-188.
[50] Enbiya Sûresi, ayet:51-73
[51] 51'den 56'ya kadar ki ayetlerin izahı daha önce yapılmıştı.
[52] Öyle anlaşılıyor ki, İbrahim'in kavminin bayramı da tıpkı İs­tiklal bayramı, işçiler bayramı, ağaç bayramı ve tağutun doğum bay­ramı v.s. gibi asrımızın bayramlarının benzeridir.
[53] Saffat Sûresi, ayet: 88, 89
[54] İbn-i Kesir, Kısasu'l Enbiya
[55] Saffat Sûresi, ayet: 91 - 93
[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 189-194.
[57] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari, 7/200 El Ha-lebi, Müslim ise fedail bölümünde merftı olarak tahriç etmiştir. Ahmed İbn-i Hanbel ve Tirmizi de tahriç etmişlerdir. Tirmizi, bu hadis Hasen, Sahih bir hadistir demiştir.
[58] Fethu'l Bari, Haşiye, İbn-i Hacer'in. 7/203
[59] Buhari bu hadisi Edebu'l Müfret'te İmran bin Hûsayn'den tah-ric etmiştir. Buhari'ye ait olan ve yine Edebu'l Müfret'te Ebi Osman El Mehdi'den, o da Ömer'den gelen başka bir rivayette ise: "Amma tarizde öyle   bir   şey   vardır   ki,   yalan   olarak   müslümana   kafidir"   bu-yurulmaktadır. Taberi de bunu Tehzib'de tahric etmiştir. Taberani ise Elkebir adlı kitabında tahric etmiştir. Ravileri güvenilirdir. Fethu'l Bari 13/216
[60] Bir önceki kaynak, 13/216
[61] Fethu'l Bari, 7/204
[62] Riya'zu's-Salihin, İmam Nevevi. Yalandan caiz olanın beyanı konusu, sayfa 550 Mekteb'i İslami.
[63] Fethu'l Bari, 6/228 Halebi Matbaası
[64] Buhari bu hadisi sahihinde, İkrah halinde karısı için bu benim lu/.kardeşim derse, onun üzerine bir şey yoktur, bölümünde tahric et-ıııifjtir. 11/305
[65] Feth-1 Bari Halebi Matbaası. Hasim bin Hassan rivayeti. Nesai, llozzar ve İbn-i Hibban bu rivayeti tahric etmişlerdir.7/201
[66] "Kısasu-1 Enbiya" Neccar'ın kitabıdır. İçinde bir çok sapıklıklar vardır. En önemlileri: Akide konularında Âhad hadisleri reddetmek, Aklı naklin üstünde tutmak (önüne geçirmek), yazdıklarında ehli ki­tabın kaynaklarına dayanmasıdır. Güvenilir alimler ona reddiye yazıp kitaptaki sapıklıkları açıklamışlardır.
[67] Fi zilalil Kur'an, 5/40, 17. cüz.
[68] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:194-210.
[69] Saffat Suresi,Ayet:97,İbn-i Kesir Tefsiri
[70] Fethu'l-Bari,7/206 Halebi Matbaasa
[71] Kurtubi Tefsiri, 11-304
[72] Bu iki rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir. Fethu'l Bari, B/229. Yeni Riyad Kütüphanesi.
[73] Yasin Sûresi, ayet: 82
[74] Yusuf Sûresi, ayet: 110
[75] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 211-215.
[76] Enbiya Sûresi, ayet:70-74
[77] Ankebut Sûresi, ayet: 26
[78] Saffat Sûresi, ayet:97-99
[79] Fethu'l Bari, 1/28
[80] İbn-i Hişam Siyreti, 1/330, El Albani, El Halebi Matbaası ve Kütüphanesi.
[81] Nisa Sûresi,: 100
[82] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 216-223.
[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 225-231.
[84] En’am Suresi, ayet: 81, 82.
[85] Ali İmran Sûresi, ayet: 151
[86] Tevbe Sûresi, ayet: 52
[87] El Bidaye ven Nihaye 7/39
[88] Hadid Sûresi, ayet: 13
[89] El Kelimü't Tayyib. İbn-il Kayyım. (Kevakibül Dürriyye fi Me-nakıbı Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye) adlı kitaptan aktarılmıştır.
[90] Al-i İmran Sûresi, ayet: 175
[91] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 232-239.
[92] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari 7/204, lafız da lluhari'ye aittir. Müslim ise, İbn-i Cüreyc hadisinden rivayet etmiştir. Nesai ve  İbn-i  Mace  de  Süfyan  bin  Uyeyne hadisinden  tahric  et­mişlerdir.
[93] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir, sayfa 185, Darul Kütübül Hadiyse Tahkik: Mustafa Abdul Vahid. Kitabı tahkik eden vezeğ kıssası hakkında diyor ki: "Akla muhalefet ettiği için bu rivayetlere mutmain ola­mıyoruz. Çünkü hayvanlar için bir mükellefiyet yoktur. Vezeğ, Allah Rasûlü'nün öldürmekle emrettiği fevasık (zararlı hayvanlar)dan da de­ğildir. Eğer onun öldürülmesini emrettiği doğruysa, o zaman ayrı bir il­letin olması lazımdır."
Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet ettikleri ve yine Ahmet İbn-i Hanbel'in, Nesai'nin ve İbn-i Mace'nin de rivayet ettiği hadisler hangi akla muhalifmiş? Abdul Vahid El bidaye ven Nihaye kitabını tah­kik ettiğini iddia ettiğinde kim bilir İbn-i Kesir ne kadar zulme uğ­ramıştır.?!.
[94] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 240-243.
[95] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 244-246.
[96] Hud Sûresi, ayet: 75
[97] İbrahim Sûresi, ayet: 36
[98] Enbiya Sûresi, ayet: 67
[99] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[100] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[101] Edvua'l Beyan 8/139
[102] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 247-250.
[103] Bakara Sûresi, ayet: 258
[104] Enbiya Sûresi, ayet: 64, 65
[105] Enam Sûresi, ayet: 83
[106] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 251-253.
[107] Hicr Sûresi, ayet: 94
[108] "Dirasatü fis Sıyre" adlı kitapta, gizlilik ve açıklık konusunda [ Bi»v*!uyu daha geniş bahsedeceğiz. İnşaallah pek yakında kitap basılır.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 254-257.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...