ŞAH İSMAİL’DEN HUMEYNİ’YE
Şah İsmail, yalnızca Safevi devletini kurup geliştiren başarılı bir hükümdar değil, aynı
zamanda Şii-Alevi inançtaki kitlenin ruhani lideriydi. Bu kitle, Şah’a büyük saygı ve
muhabbetle bağlıydı. Şah İsmail, Emevilerin İslamiyet anlayışına karşı Hz. Ali ve Ehlibeytin
başlattığı mücadeleyi tavizsiz bir şekilde sürdürüyordu.
Şah İsmail, devlet adına bastırdığı sikkelere On İki İmamın isimlerini yazmakla yetinmedi.
Tüm hutbelerde Hz. Ali ve Ehlibeyte yer verdi. İslamın şartlarından biri olan, kelime-i
şahadet getirme ifadesinin sonuna, “Aliy-ül Veliyullah” ibaresini getirdi. Bunda, Hz. Ali’nin
ermişliğine olan önem vurgulanıyordu.
Camilerde ve toplulukların bulunduğu her yerde Halife ve Ebu Bekir, Halife Ömer, Halife
Osman ile Muaviye ve Yezid’e lanet okuyan Şah İsmail, aksine hareket eenleri katletme emri
verdirmişti. Ayrıca adı geçen bu isimlerin kullanılması da yasaktı.
Şah İsmail, İslam tarihinde Hz. Muhammed’in soyuna yapılan haksızlıklara karşı amansız bir
savaş açmış, Hz. Muhammed ve Ehlibeyti’nin en büyük savunucusu olmuştu. Bunun
sonucunda da İslam şovenizmi ve Arap ırkçılığı yapan Emevi ve Abbasi düşmanı kitlelerin
büyük desteğini almıştı.
Anadolu’da da Şah İsmail’e sempati duyan, Ali ve Ehlibeyte sevgi ve bağlılık gösteren
önemli bir kitle vardı. Osmanlı İmparatorluğu kurulduktan sonra Osmanlı koyu Sünniliği
devlet dini olarak seçip Ehlibeyt yanlılarına düşmanca davranmaya başlayınca İran’a ardı
arkası kesilmeyen bir Alevi göçü başladı. Bu durum, Yavuz Sultan Selim’in İran seferine
kadar devam etti, ondan sonra ise, gizli gizli sürdü.
Yavuz’un İran seferinden sonraki göçlerden birini o yıllarda Venedik elçisi olan Membre,
şöyle anlatıyor:
“Tam o gün (Ağustos 1539) Erzincan’dan Türkmen Ali adında biri sekiz yüz ev ile Şah’a
gelmişti. Altı yüz kadar da silahlı adamı bulunuyordu. Şah’ın etrafında “Allah, Allah” diye
bağırıyorlardı. Şah da onları teker teker kabule başladı. Her içeri giren onun ayağını
öpüyordu. Şah onlara taç veriyor, müridler de hediyelerini sunuyorlardı. Şah onları
memleketin üç kısmına dağıttı: Horasan, Şirvan, Aras.
Anadolu’dan yani Adana’dan bir adam geldi. Getirdiği hediyelere karşılık Şah’tan bir mendil
almak istemiş. Mendili alan Türk, ellerini havaya kaldırıp Allah’a hamdetti, sonra başını yere
koyup “Şah, Şah” dedi. Çok memnun olarak ayrıldı. Bunun ne olduğunu sordum; teberrük
(hediye) olduğunu söylediler. Türk’ün babası evde hasta yatarken rüyasında Şah’ı görmüş,
iyileşmesi için o mendili elde etmek istemiş. Böyle gizli olarak her sene çok kimse ziyarete
gelmektedir.”(26)
Yavuz, İran seferi dönüşünde (1518) Bolu kadısı Mevlana Hişam’ın Şah İsmail ile ilişkisi
olduğunu haber aldı. Yavuz’un gönderdiği askerler kadıyı Merzifon’da yakalayıp halkın gözü
önünde astı. Şah İsmail’in Osmanlı Ordusu içinde de önemli miktarda taraftarı vardı.
Şah İsmail, bu özelliklerinden başka, iyi bir hatip ve şairdi. “Şah Hatayi” mahlası ile şiirler
yazan ve bir divanı olan Şah İsmail şiirlerini kolayca anlaşılabilir bir Türkçeyle yazmıştır.(27)
Şah İsmail’in Anadolu halkı arasında yüzyıllar boyu süren sevgisi bugün de bitmiş değildir.
Osmanlıların halka karşı yaptığı haksızlıkları düzeltmek için Anadolu halkı, sürekli Şah
İsmail’den yardım beklemiştir.
Şah İsmail’in “Şah Hatayi” mahlası ile yazdığı bir şiirinin sözleri şöyledir:
Ela gözlü pirim geldi
Duyan gelsin işte meydan
Dört kapıyı kırk makamı
Bilen gelsin işte meydan
Hudey hudey dostlar hudey
29Hudey hudey canlar hudey
Ben pirimi hak bilirem
Yoluna kurban oluram
Dün doğdum bugün ölürem
Ölen gelsin işte meydan.
Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey
Bağ olan yerde bağ olur
Gül olan yerde hav olur
Bu sistemler çok zor olur
Çeken gelsin işte meydan.
Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey
Şah Hatayi der sırrını
Ortaya koymuş serini
Nesimi gibi derisin
Yüzen gelsin işte meydan
Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey
Şah Hatayi’nin bu şiiri bugün bile Anadolu Alevilerinin Cem ayinlerinde bağlama eşliğinde
sık söylenen ve çok sevilen parçasıdır.
Burada geçen Nesimi, Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” (“Tanrı benim” veya “Tanrı
insandadır”) düşüncesini savunduğu için çağın egemenlerince derisi canlı canlı yüzülerek
öldürülmüş bir Alevi düşünürdür.
Şah Hatayi, burada hem haksızlıklara karşı meydan okuyor, hem de kendine Nesimi’yi örnek
alarak Nesimi ve Hallac-ı Mansur düşüncesinin de savunucusu ve devamcısı olduğunu
vurgulamak istiyor.
Osmanlının yaptığı haksızlıklara karşı şahların yanında olmak ve onların yönettiği bir ülkede
yaşamak Anadolu Alevilerinin siyasal ideallerinin esasını oluşturuyordu.
Yavuz, İran seferi ile Şah İsmail ve Alevilere önemli bir darbe vurmuştu. Ama Alevi-Sünni
meselesi hallolmamış, Alevilere karşı bu kez de devlet terörü almış yürümüş, Anadolu’da
Omanlıya kaşı Alevi kökenli başkaldırılar artmıştı.
Aslında sorunun temeli salt dinsel değildi. Temelde ekonomik ve sosyal karakterli baskılar
yatmakta idi. Anadolu insanı, Osmanlı’nın sömürü ve baskı rejimine karşı, eşitlik ve adalet
bahşeden İran şahlarını kurtarıcı olarak görüyordu. Bu insanlar şahları 12. İmam (Mehdi)
olarak görüyorlar, bir gün gelip kendilerini kurtaracaklarına inanıyorlardı.
Anadolu insanı bu inançtan aldığı güçle, uğradığı toplumsal haksızlıklara karşı isyan
ediyordu. Osmanlının katmerli sömürü ve zulmünü yaşayan Alevi kitleler için ayaklanmadan
başka yol yoktu.
İşte Alevi ozan Pir Sultan Abdal halkın şahlara olan özlemini şöyle dile getiriyordu:
Hak’tan inayet olursa
Şah Urum’a gele bir gün
Gazada bu Zülfükar’ı
Kafirlere çala bir gün
Çeke sancağı götüre
Şah İstanbul’a otura
Ferenk’ten yesir getire
Horasan’a sala bir gün
Pir Sultan’ın işi ahtır
İntizarım güzel Şah’dır
30Mülkiyesi padişahtır
Mülke sahip ola bir gün
Pir Sultan Abdal, bir başka şiirinde ise bu durumu şöyle dile getiriyor:
Yürüyüş eyledi Urum üstüne
Ali nesli güzel İmam geliyor
İnip temanna eyledüm destine
Ali nesli güzel İmam geliyor.
Doluları adım adım dağıtır
Tavlasında küheylanlar bağlıdır
Aslını sorarsan Şah’ın oğludur
Ali nesli güzel İmam geliyor.
16. Yüzyılda Anadolu’da haksızlığa uğrayan yoksul Alevi halkının eli-dili olarak egemenlere
karşı militanca mücadele eden Pir Sultan Abdal, padişahın Sivas’taki uzantısı Hızır Paşa
tarafından idam edildi.
Pir Sultan Abdal eşitliği; özgürlüğü ve adaleti savunma konusunda yazdıkları ve yaptıkları ile
bugün bile örnek alınması gereken birdüşünür ve eylem adamıdır.(28)
İdam sehpasına giderken bile şöyle söylemiştir:(*)
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Şah diyen öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
İşte Şah İsmail ve Anadolu Aleviliği ilişkilerinin temeli kısaca böyle. Kuşkusuz zaman
geçtikçe bu ilişki zayıflamış ve yabancılaşmıştır. Şimdi kısaca bu yabancılaşmayı izlemeye
çalışalım.