09 Ekim 2013

HZ. HÜSEYİN VE DÖNEMİ (KERBELA OLAYI)

HZ. HÜSEYİN VE DÖNEMİ

(KERBELA OLAYI)
İmam Hüseyin, Hicret’in üçüncü, bir rivayete göre ise dördüncü yılı Şaban ayının 3. günü 
Medine’de doğdu. Gene rivayete göre altı aylık doğmasına rağmen yaşamıştır. İslam inancına 
göre Hz. Hüseyin’in dışında altı aylık doğupta yaşayan tek insan Meryem oğlu İsa 
peygamberdir.
İmam Hüseyin’in altı erkek, iki kız çocuğu olmuş ve soyu Zeynel Abidin Ali’den yürümüştür. 
İmam Hüseyin, kardeşi İmam Hasan’ın Muaviye’ye biatına v eonunla uzlaşmasına baştan beri 
karşı çıktı. Kardeşi Hasan’a bu davranışının nedenini sorduğunda ise; O’ndan, “Babamız 
Ali’nin uzlaşmasına sebep olan şeyler bana da sebep olu” cevabını almıştır. Bir başka deyişle 
Hasan, kendi yüzünden kan dökülmesini istemediği için böyle davrandığını söylemiştir.
İmam Hasan’ın öldürülmesinden sonra Irak’lılar Hüseyin’e biat etmek istediyse de Hüseyin, 
Hasan’la Muaviye arasındaki uzlaşmanın ancak Muaviye’nin ölümü ile biteceğini söyleyerek 
bunu kabul etmedi.
Muaviye, Hicret’in altmışıncı yılı Recep ayının 15. günü öldü. Yerine ölmeden önce oğlu 
Yezid halife olarak bıraktı. Böylece İslamiyette, saray-saltanat ilişkisi kurulmuş oldu.
Muaviye, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün, içkici ve kumarcı bir insandı. Halk üzerinde o kadar 
ağır bir baskı kurmuştu ki, cuma günleri kılınan cuma namazını çarşamba gününe aldırdığı 
halde halktan kimsenin sesi çıkmadı. Bu tür davranışlar onun için bir güç gösterme aracıydı.
İslamiyet artık sarayı, saltanatı, debdebesiyle; vezirleri, hadımları, ordusu, kumandanları, 
zindanları ve cellatlarıyla; zulmü, kahrı ve keyfi idaresiyle tarih sahnesindeydi. Sahnenin arka 
planında ise, bir yandan har vurup harman savrulan bir hazine, bir yandan da yoksulluk 
içindeki halk yığınları vardı.
Gölpınarlı bu durumu Roma İmparatorluğu’na benzeterek şöyle yazıyor:
“Roma İmparatorluğu ayrı bir dil ile, hükümlerin ebaş eğilmeyen bir din ile, fakat İslam 
kisvesine bürünerek tarih sahnesine çıkmıştı artık.”
Ünlü tarihçi, Muaviye’nin yerine geçen oğlu Yezid’i de bize şöyle tanıtıyor:
“Kendisine böyle bir saltanat devreden babası ölürken bile başucunda bulunmak lüzumunu 
duymayan, avlanmakla gönül eğleyen Yezid, gününü-gecesini, çalgı-çağanak dinlemekle, 
köçek-çengi oynatmakla, içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet edinmiş bir kişiydi.”
Zevk ve eğlenceye düşkün olan Yezid, İslamiyette içki, şarap vs.nin yasak olmasına karşın, 
şairliğini şu ifadelerle gösteriyordu:“Bu şarap Muhammed’in dininde haram ise, sen de onu 
Meryem oğlu İsa’nın dinince al, iç.”
Yezid, testiden kadehe dökülen şarabın çıkardığı sesi ise, Hatim’le Zemzem arasında koşuşan 
hacıların ayak seslerine benzetiyordu.
Yezid, babası Muaviye’nin ölümünden sonra kendisini halife etti. Medine Valisi Utbe oğlu 
Velid’i de İmam Hüseyin’e göndererek kendisine biat etmesini istedi. Yezid, hiç bir 
gecikmeye meydan verilmemesini ve gerekirse Hüseyin’in hapsedilmesini istemeyi de 
unutmamıştı.Medine Valisi Velid de Hüseyin’i makamına çağırarak, Muaviye’nin öldüğünü, yerine oğlu 
Yezid’in geçtiğini ve kendisine Hüseyin’in biatın ıalmakla görevlendirdiğini söyledi.
Hüseyin bu isteğe şiddetle karşı çıktı. Kendisinin babasına (Muaviye) bile biat etmediğini, 
Hasan ile Muaviye’nin aralarında bir anlaşma yaptığını hatırlattıktan sonra hilafet’in saltanat 
gibi babadan oğula geçmemesi gerektiğini anlattı. Hüseyin, şöyle devam etti:
“Şu dünyanın gidişatına bak ya Velid, haksızlık da ağaçlar gibi büyüyüp dal budak salar oldu. 
Muaviye zaten halifeliği binbir hile ile ele geçirmişti. Bu da yetmezmiş gibi şimdi de oğlu 
halifeyim diye ortaya çıkıp hak iddia ediyor.”
Hüseyin, bu sözlerinden sonra, kendisinin zalim soyuna biat edenlerden olmayacağını 
haykırdı. Babasının hilafet adına hançerlendiğini, ağabeyinin hilafet adına zehirletildiğin 
ihatırlattıktan sonra da vali konağını terk edip gitti.
İmam Hüseyin bu meydan okumadan sonra Mekke’den Medine’ye göçü düşünürken Kûfe’ye 
gitmeye karar verdi. Hatta Kûfe’lilerin biatını almak için önceden amcası oğlu Müslim’i 
gönderdi. Müslim burada 30.000 biat aldı. bunu duyan ve çılgına dönen Yezid ilk tedbir 
olarak İbni Ziyad’ı Basra valiliğniden Kûfe valiliğine atadı. Çünkü Kûfe valisi Numan da 
Hüseyin’e biat edenler arasındaydı.
Hz. Hüseyin Mekke’den, İbni Ziyad Basra’dan Kûfe’ye doğru yola çıktılar. Kûfe’ye daha 
önce gelen İbni Ziyad, vali konağına gittikten sonra şehirde korkunç bir terör estirmeye 
başladı. Yüzlerce kesilmiş insan başı sokakları doldurdu. bu ilk saldırıdan sonra, biatlarını 
geriye almazlarsa tümünü kılıçtan geçireceği tehdidini savurarak, halkı sindirdi. 
Müslim, Kûfe’deki yeni gelişmeleri İmam Hüseyin’e bildiremeden öldürüldü. Ölüsü Kûfe 
sokaklarında dolaştırıldıktan başka, İbni Ziyad koparılan başı Yezid’e gönderdi.
Hz. Hüseyin’i Kûfe dışında halk yerine İbni Ziyad’ın ordusu ve komutanı Hür İbni Riyad 
karşıladı. Son acı durumu Hüseyin Hür’den öğrendi. Daha acısının ilk şokunu üzerinden 
atamamıştı ki, kumandan Hür, kendisinden de Yezid’e biat istedi.
Kumandan hür, “Emir böyle” deyince, Hüseyin buna cevap olarak, “Yezid soyunun 
kardeşimi öldürdüğünü yedi cihan bilir. Sen binlerce mazlumun kanını üstüne sıçratmış bir 
katilin söylediklerini emir sayıyorsun, öyle mi?” diye sordu.
Bir yandan Hüseyin’e zarar vermek istemeyen, bir yandan da İbni Ziyad’ın emirlerine karşı 
çıkamayan kumandan Hür, İbni Ziyad’dan gelen son emri Hüseyin’e şöyle bildirdi: “Ya 
teslim olup Kûfe’ye götürüleceksin, ya da hepiniz susuz bir yerde konaklayacaksınız.”
Hz. Hüseyin bu son emirle çok zor bir durumda kalmıştı. Çünkü karşısında güçlü bir ordu, 
yanında ise kendisiyle yola çıkıp buraya kadar gelmiş çoluklu çocuklu 70-80 kişi vardı.
Sonunda onlara döndü ve şöyle dedi: “Beraberliğimiz buraya kadar olacak. Ben Yezid’e biat 
etmem. Ama benim yüzümden size zarar gelmesini de istemiyorum. Ben arkamı size 
döndüğümde siz dağılın. Yalnız kalmaktan başka sizden bir isteğim yoktur. Ama Yezid’in 
başımı kopardığını duyarsanız biliniz ki o baş biatsızdır.”
Bu konuşmaya rağmen yanındakilerin Hz. Hüseyin’den ayrılmamaları üzerine Yezid’in 
komutanı Hür, onları susuz bir yere yürüttü. Burası, tarihe Kerbela adıyla geçecek yerdi.
Susuzluğun ne demek olduğunu ve susuzlukla yapılan işkencenin korkunçluğunu bu bir avuç 
insandan daha iyi bilenin olamayacağını büün tarih kalın harflerle yazdı.
Kerbela’da çöl ortasında aç ve susuz kalmış bir avuç insanın üstüne Yezid tarafınan ordu 
üstüne ordu gönderildi. Takviye edilen yeni ordunun komutanı ise, Hüseyin’i Kûfe’ye 
çağıranlardan Ömer İbni Saad idi. O da Hüseyin’i “Ya biat, ya savaş” tercihiyle karşı karşıya 
bırakmıştı.
Savaş başlamadan önce, bir yanda sayıları binlerle ifade edilen Yezid’in ordusu, bir yanda da 
susuz, yorgun, uğradıkları haksızlıkların acısı içinde bekleşen 70-80 kişi vardı:Hz. Ali’nin 
oğulları, İmam Hasan’ın oğulları ve diğerleri... Yani Hz. Muhammed’in soyu, ehlibeyti.
Hz. Hüseyin, Yezid’in ordularının karşısına başında Hz. Muhammed’in sarığı, boynunda 
kılıcı, elinde ise babası Hz. Ali’den devraldığı sancakla çıktıHz. Hüseyin, Yezid’in ordusuna, bir insanın iktidarı ne kadar güçlü olursa olsun, inanmış 
insanların bu gücü kırabileceğini göstermek istiyordu. 
İmam Hüseyin, tek tek bütün komutanları yenince bütün ordu üstüne saldırdı. Yüzlerce asker 
saldırıya geçti. Kumandan Ömer uzaktan bağırıyordu:
“Başını kesin... Başını kesin.”
Simr adlı bir asker kanlar içinde kıvranmakta olan Hüseyin’in başını gövdesinden ayırdı ve 
koşarak komutan Ömer’e götürdü. Ömer bu kesik başı eline alıp, “İşte Yezid’in önünde 
eğilmeyen Hüseyin’in başı. Allaha şükürler olsun ki görevimizi yerine getirdik. Allah bunu 
bizlere nasip etmiştir” dedikten sonra, Hüseyin’in kesik başı ile birlikte Yezid’in sarayına 
doğru yola çıktı.(8)
Hz. Hüseyin, Hicret’in 61. yılı Muharrem ayının onuncu günü, ikindi vakti Kerbela’da işte 
böyle katledildi. Öldüğünde 56 yaşındaydı.
Kerbela olayından iki yıl sonra Yezid de öldü ve yerine oğlu İkinci Muaviye halife ilan 
edildi. İkinci Muaviye çok farklı bir kişilik sergiledi; hilafetinin 40. günü Ümeyye Camisi’nde 
verdiği hutbede, minbere çıkıp Allah’a hamd-ü sena ettikten, Peygamber’e salavat getirdikten 
sonra Aliyel-Mürteza’nın faziletlerini, üstünlüğünü ve Kerbela şehitlerine yapılan zulmü birer 
birer anlattı ve zalimlere lanet okuyarak şöyle devam etti:
“Ey nas! Biliniz ki ben, bu zulmün devamına tahammül edemem. Hilafet makamı Ali’ye ve 
evladına ait bir makamdır. Ben, bu hakkı gasbetmekten Allah’a sıınırım ve kendimi bu 
makamdan geri alıyorum.”(9)
İkinci Muaviye’nin annesi ile birleşen Mervan o gece ikinci Muaviye’yi zehirleyerek öldürttü. 
Yerine de kendisi halife oldu.
İMAMLAR DÖNEMİ
İslamda “İmamlar Dönemi” olarak nitelenen dönem İmam Ali, yani Hz. Ali ile başlayıp İmam 
Muhammed Mehdi ile son bulan, ama bir anlamda da bitmemiş bir dönemdir. Çünkü 
Mehdi’nin öldüğüne inanılmaz, onun “gayb alemine” gittiğine, bir gün yeryüzüne çıkacağına 
ve tüm kötülüklere son vereceğine inanılır. 
Bu kısımda; Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den sonra gelen imamlar dönemine kısaca 
değineceğiz.
İmamlar Dönemi, Hz. Ali ile birlikte 12 İmamdan oluşur. Arka sayfadaki tablodan imamların 
doğum ve ölüm tarihlerini sırasıyla izleyebiliriz. 12 İmam Cetveli.(10)
Kerbela katliamında sadece Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin, o da hasta yatağında olduğu 
için sağ kaldı. İmam soyu da onunla devam etti.
İmam Zeynel Abidin’in çok mütevazi bir yaşamı vardı. Emevi altanatının lüksüne ve israfına 
karşı o yemeklerini yoksullarla, yetimlerle paylaşmayı kendine erdem edinmişti. Halkın 
büyük saygı gösteridği Zeynel Abidin, bilime verdiği büyük önemi, mescidi adeta medreseye 
dönüştürerek kanıtlamıştı. Ama o da dedesi ve babası gibi eceliyle ölmedi. Hicri 96’nın 
Muharrem 12. günü Ümeyye oğullarından Abdülmelik oğlu Velid’in saltanatı zamanında, 
Hişam b. Abdül Melik’in eliyle zehirletilerek öldürüldü. Öldüğünde 58 yaşındaydı.
Yerine imamlık görevini oğlu Muhammed Bakır yürüttü. İmam Bakır, babasının kurduğu 
medreseyi devam ettirdi. Onun döneminde Emevi saltanatını babasını zehirleterek öldürten 
Velid sürdürüyordu. Velid’e saltanat müjdelendiği zaman elinde okuduğu Kur’an’ı fırlatıp 
atarak, “Bu, seninle son görüşmemizdir” demiştir.
Bu halifelerden 1. Velid zamanında İslam ülkesinin sınırları bir yanda Çin sınırına, diğer 
yanda İspanya-Endülüs’e kadar genişledi.
Fütuhat halkın gözünü boyamakta, zenginlerin servetine servet katmaktaydı. Abdülmelik’in 
baskı idaresi Yezid’in sefahatı, halkın ve gerçek Müslümanların dayanma sınırını zorlamaya 
başlamıştı.
Arap olmayan Müslümanlara köle (Meval-i Müslüman) muamelesi ve Arap milliyetçiliği 
almış yürümüştü. Arap olmayan Müslümanlar bu duruma çok içerliyor, isyan duyguları
kabarıyordu. İlk açık isyan İmam Muhammed Bakır’ın oğlu Zeyd’den geldi. Fakat Emevi 
yönetimi isyanı bastırdığı gibi Zeyd’in yarı çıplak cesedini de halka ibret olsun diye tam beş 
ay darağacında asılı bıraktı.
Beşinci İmam olan İmam Bakır 60 yaşında Ümeyyeoğulları tarafından zehirletilerek 
öldürüldü.
Emeviler sadece Ali soyuna değil, Arap milliyetçiliği güderek Arap olmayan bütün 
Müslümanlara savaş bayrağı açmışlar, bin bir türlü aşağılama, hakaret ve katliama 
başvurmuşlardı.
Altıncı İmam olan İmam Cafer-i Sadık; Emevi iktidarının bu olumsuz tavrı karşısında 
kaybolmakta olan İslam değerlerini, ilkelerini bir araya getirerek halka öğretmeye başladı. 
Medresede gerçek din bilginlerine önderlik ediyor, Ehlibeyt inancını emellendiriyordu. Çünkü 
İmam Cafer, Emevilere karşı ancak sağlam bir Ehlibeyt mezhebi oluşturularak karşı 
çıkılabileceğine inanıyordu.
Şu anda Türkiye’de ve başka İslam ülkelerinde elden ele gezen “Buyruk” adlı kitap İmam 
Cafer’in yazdığı söylenen bir eserdir. Aleviler bu esere çok önem verirler. Buyruk, 
İslamiyetin İmam Cafer tarafından yapılan bir yorumudur.
İmam Cafer; İmamlığı sırasında ortaya çıkan bir dizi mezhebe karşı Ehlibeyt mezhebini 
oluşturdu. Tarihte daha sonra Ehlibeyte inananlara İmam Cafer’den dolayı “Caferi Mezhebi” 
veya “Ca’feriyye” adı verilmiştir. (Bu konu “Mezhepler” kısmında ele alınacaktır.)
İmam Cafer, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde yaşadığı halde iktidarı ele geçirmeyi esas 
almamış, bozulan İslam ilkelerini yeniden canlandırmış, Hz. Muhammed’in tebliğleri 
doğrultusunda çalışarak topluma yeni bir şekil vermeye çalışmıştır. Onun dönemi, yozlaşan 
İslamın çeşitli çevrelerce yeniden Kur’an’a göre yorumlandığı, mezheplerin, tarikatların 
ortaya çıktığı bir dönem oldu.
İmam Cafer’in yerine geçen yedinci imam Musa-i Kazım’ın 18’i erkek, 19’u kız olmak üzere 
37 çocuğu oldu.
İmam Musa-i Kazım; ömür boyu gözaltında yaşadı. Çünkü Abbasi zulmü, Emevi zulmünden 
daha katmerliydi.
İmam Musa-i Kazım, Bağdat’ta üç yıl yaşadı. Bu üç yılın çoğunu da hapiste geçirdi. Sonunda 
Sindi adlı biri Harun Reşid’in emriyle Musa-i Kazım’ı zehirli hurma yedirerek öldürdü. Halka 
da yalan söyleyerek yedinci imamın eceliyle öldüğü açıklandı.
Diğer imamların akıbetleri de öncekilerden farklı olmadı. İslamiyeti Hz. Muhammed ve Hz. 
Ali geleneğine göre yürütmeye çalıştıkları için İslam halifelerince öldürülmeleri gerekli 
görüldü.
İslamiyette cinayetler çok ilginçtir. Hz. Muhammed’den sonraki üç halife de eceliyle 
ölmemiştir. Hepsi İslamiyet adına öldürülmüştür.
Hz. Muhammed’in torunları ve soyunu sürdüren imamlar birbir gene resmi İslami otorite 
tarafından ama bin bir hile ile öldürülmüşlerdir. 
Hz. Muhammed’in soyu bittikten sonra da İslamiyet içinde kan dökmeye devam edilmiştir. 
Bugün de devam ediliyor. İran-Irak Savaşı, Kabe’deki 1987 kanlı olayları ve en son Körfez 

Savaşı.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...