BABAİLİK OLAYI VE ANADOLU
Kaynaklar, Anadolu’da Selçuklu saltanatına bir
başkaldırı niteliğnide olan “Babai İsyanı”nın önderinin Baba İshak adıl bir Alevi derviş
olduğunu yazar. Baba İshak’ın XIII. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelen dervişlerden
olduğu anlaşılıyor. Baba İshak, etkili konuşmaları, din alanındaki derin bilgisi, militan
çalışması ve halka sevecen yaklaşımıyla kısa sürede çevresinde sayılan, sevilen, buyruğunda
gidilecek bir önder olur.
Bu başarıları nedeniyle Danişmentliler döneminde Kayseri kadısı yapılır. Çevresinde bir
örgütçü olarak çalışır. Sadece Müslümanların değil, Anadolu’da Hıristiyan halkın da
başvurduğu bir din adamı, bir adalet dağıtıcısı olur. Bu çalışmaları Anadolu’nun yerli halkı
arasında büyük yankı uyandırır. Baba İshak Hıristiyan ve Kürt halkından taraftarlar edinir,
onları tasavvuf düşünceleri doğrultusunda eğitir.
Baba ishak, Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat döneminde Mesudiye şeyhliğine getirilir.
Aynı doğrultuda buradaki görevinde de oldukça başarılı olur.
Bir süre sonra Mesudiye tekkesini kurar. Baba İshak’ın bundan sonra kendin ehas
düşüncelerini yaydığını görürüz. O günlerde Anadolu’da Müslümanlık, Hıristiyanlık gibi tek
tanrılı dinlerle çok tanrılı Anadolu dinleri yan yana yaşamaktadır. Fuad Köprülü, Türkistan ve
40Horasan’dan sonra Anadolu’da yaygınlaşan Yasevilik hakkında şöyle yazıyor: “Horasan
Melamiliği ile Doğu Türkistan ve Seyhun bölgesindeki Şii akınların etkisi altında oldukça
geniş ve serbest bir tasavvuf felsefesine sahip düşünce akımıdır.(43)
Baba İshak, İslamiyeti kabul etmiştir. Kendisi Müslüman’dır ve anı zamanda din bilginidir.
Fakat, İslamiyeti olduğu gibi kabul etmez. Zaten Türkler, İslamiyeti Emevilerin Türk illerinde
giriştikleri zulüm sırasında tanımışlardır. Emevilere düşman olan Türkler İslamiyeti kabul
ettiklerinde Hz. Ali taraftarı olarak Şii, Alevi kesimde yer almışlardır.
Bir anlamda Türkmen v eKürt Aleviliği Emevi düşmanlığı sonucunda doğmuştur. Tıpkı İran
Şiiliğinin de Emevi düşmanlığı sonucunda doğduğu gibi. Türkmenler, Müslümanlığın haram
saydığı birçok şeyi kendi ananelerine ve törelerine uygun hale getirerek kabul etmişlerdir. Bir
başka deyişle, Müsülmanlığı bir reforma tabi tutmuşlardır.
Müslümanlığın haram saydığı şarabı, raksı, sazı, resim yapmayı vs. asla bırakmamışlardır.
Kadınlar ile ayrı yaşamayı da kabul etmemişler, kadını toplu meclislerden asla
çıkarmamışlardır. Türkçe’yi Arapça’ya, Acemce’ye vs. tercih etmemişler, türküleri nefesleri,
türkçe yazıp söylemeyi terk etmemişlerdir.
Yani Türkmenler ve diğer Anadolu yerli halkı Müslümanlığı kendilerine uygun hale
getirmişler, kendi kültürlerinde yoğurmuşlar, sonuç olarak da Alevi dediğimiz tarikatın
merasim, adet ve inançları oluşmuştur. Baba İshak’ın kurduğu tekkenin Anadolu’da kurulup
yayılan ilk Alevi tekkesi olduğu söylenir. Babailerin Tanrı anlayışı, İslamiyeti yorumlayışı
Sünni geleneğe göre oldukça farklıdır.
Babailer, İslamiyet içindeki hilafet olayında Ali tarafında yer almışlar, Allah-Muhammed-Ali
üçlemesini öne çıkarmışlardır. Hatta bazı kaynaklarda “Ali Allah’tır”, “Enel Hak” gibi
anlayışları savundukları da belirtilir. Babailer, islam dininin tüm ibadetlerine karış çıkarlar.
Namaz onlara halka namazını kılarlar, camiye değil tekkeye giderler. Ramazan orucunu
tutmazlar. İçki içerler, kadınları hor görmezler.
Halifeliğin, Ali soyuna verilmesini savunurlar. Ali sevgisi her şeyin başı sayılır. Babailer kızıl
başlık, kara cübbe ve üstü açık ayakkabı giyerler. Babai isyanı, Anadolu halkını katmerli
olarak sömüren, ezen ona yabancılaşan, Acem ve Arap etkisinde, Türkçe konuşmayı bile
yasaklayan bir zulüm iktidarına karşı bir halk isyanıdır.
Babai İsyanının oluşmakta olduğu günlerde sultan olan 2. Gıyasettin Keykubat içki ve av
partileri ile vakit geçirmektedir. Zaten sutanlığı da şaibelidir. Keyhüsrev, 1237 yılında kendi
suç ortakları ile birlikte, babası 1. Alaaddin Keykubat’ı zehirleyip öldürterek Selçuklu tahtına
geçmiş birisidir. Kendi yönetimi sırasında iktisadi ve toplumsal düzen oldukça bozuktur.
Köylü aç ve sefildir.
Veziri Sadettin Köpek’in işlediği siyasi cinayetler ve gayri meşru faaliyetler halkın hayatını
dayanılmaz hale getirmiştir. Babai İsyanı 1239’da, işte bu koşullada patlak vermitir. Önce
Güneydoğu Anadolu’da Hıristiyan ve Kürt halkının da desteği ile oldukça geniş bir alana
yayılan isyan, sonra Orta Anadolu’ya sıçradı. İsyanın merkezi ise büyük bir olasılıkla
Amasya’ydı.
41Ayaklanma çok geniş bir kitlenin desteğini alır. Selçuklu ordusu birçok defa isyancıların
üstüne gider, ama her seferinde başarısız olur. Sonunda, 1240 yılında, isyanın başlamasından
yaklaşık bir yıl sonra, Baba İshak Amasya’da yakalanıp idam edilir. Selçuklu ordusunun,
Fransız askerler yardımıyla bastırdığı ayaklanma sonucunda resmi kayıtlara 4 bin olarak
geçen Türkmen kılıçtan geçzirilerek öldürülür. (Kaynak: İbni Bibi).
Savaş sonunda kalan esirler, II. Gıyasettin Keyhüsrev’e sevk edilirken ganimetler de askerler
arasında paylaşılır. 1000 kadar esirin yer aldığı kitleyi ise, Selçuklu Sultanı darağaçları
kurarak idam ettirir. Böylece, aylar boyu süren ve Selçuklu Devletini şiddetli bir şekilde
sarsan, hükümdara taç ve tahtından ümit kesecek kadar korkunç anlar yaşatan, kendisini
başkentten kaçıran isyan bastırılır.
Sultan, isyanının bastırıldığından, emin olduktan sonra Konya’ya döner ve tekrar içki alemli
eğlenceli hayatına başlar.(44)
Bu toplumsal başkaldırı yenilir, ama Anadolu’da Babailer varlıklarını sürdürürler. İşte Hacı
Bektaş-ı Veli, bu ve buna benzer sosyal olayların yaşandığı bir Anadolu’ya gelmişti. Hacı
Bektaş-ı Veli’ye mal edilen iki eser vardır. Bunlar Vilayet-Name ve Malakat.
Ancak iki eser de Hacı Bektaş-ı Veli’nin ölümünden sonra ortalama 1480-1500 yıllarında
yazılmıştır. Bektaş-ı Veli ise 1270-71’de ölmüştür. ANADOLU ALEVİLİĞİ Araştırmada şu
ana kadar yazılanlardan hareketle Anadolu’da meydana gelen Alevilik Olayı’nı tek kaynakta
izah etmek mümkün görülmüyor.
Ana halkalarda toplarsak, Anadolu Aleviliği’nin üç kaynağından söz edilebilir: Birincisi,
İslamiyet içindeki hilafet meselesinde ortaya çıkan olaylardır. Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in
ölümünden sonra, halefi olduğu halde halife seçilmemesi, İslamiyeti daha sonra benimsemiş
Türkler arasında da derin izler bırakmıştır.
Bu meseleyi mümkün mertebe açık bir şekilde, hem de çoğunlukla Sünni kaynaklardan
aldığım bilgilerle okuyucuya vermeye çalıştım. Buradaki haksızlık çok açık. Hz. Ali, Hz.
Peygamber’in en yakını ve kendisi ile birlikte Müslüman olan Hz. Hatice’den sonra
Müslüman olan kişi. Hz. Peygamber sağlığında çeşitli hadislerinde ve çeşitli toplantılarda
hatta Veda Haccında, halifesi olarak Hz. Ali’yi düşündüğünü açıkça ortaya koymuştur. Buna
rağmen Hz. Peygamber’in cenazesi kaldırılmadan, Ebubekir, Osman ve Ömer hilafet
meselesini bir oldu bittiye getirerek çözüyorlar.
Ama aslında çözemiyorlar. Bu sorunun tam 1300 yıldır bir ihtilaf kaynağı olarak sürmesinden
de bellidir. Çünkü, halife olmak dini açıdan çok, elde edilen toplumsal güç açısından
önemlidir. Bu çerçevede gündeme gelen aslında iktidar meselesidir ve Hz. Ali’nin temsil
ettiği kesim ilk raundda iktidarı kaybeder. İslamiyet, böylece birçok dinde olduğu gibi daha
baştan amacından farklı bir uygulama içine sokulur.
Hz. Muhammed’in yerine kimin geçeceği sorunu daha serin kanlı, katılımcı bir tarzda
çözülebilecekken, işin içine hırs girer ve iş çığrından çıkar; ideal İslami amaçlar yerini saray
entrikalarına bırakır. Yanlış atılan bu adım, yapılan bu ilk haksız uygulama suya atılan ilk
taşın yol açtığı dalgalar gibi İslamiyetin yayılması ile birlikte yayılır.
Bu dalgalar Anadolu toprağına da ulaşır. Anadolu’da yaşayan eski halklar ve Türkler
İslamiyet ile Emeviler döneminde tanışırlar. Eski Anadolu halkları ve Türkmenler
42Emeviler’in Arap ırkçılığını ve İslam şövenizmini temel alan yaklaşımından rahatsız olurlar.
Çünkü Emeviler, Araplar dışında Müslüman olan toplumlara hor gözle bakarlar. Asıl
Müslümanın kendileri olduğunu kabul ederler. Kendilerinin 1. sınıf Müslüman diğer halkların
2. sınıf Müslüman, “Mevali Müslüman” Arap olmayan Müslüman olduklarını söylerler.
Türkler İslamlığı IX. yüzyılda kabul ederler. Anadolu’ya ise, XI. yüzyıldan itibaren çeşitli
göçlerle geldikleri bilinir.
1071’de ise, Alpaslan komutasındaki Türk ordusu ile Romen Diogen komutasındaki Bizans
ordusu savaşır ve Türkler “Malazgirt Zaferi” olarak nitelenen savaş ile Doğu Anadolu’ya
girerler. Tabii ki, Türklerden önce Anadolu boş değildi. Anadolu 10 bin yıllık bir tarih
esahiptir. 1071 Anadolu Medeniyetleri tarihinde, yakın bir tarih sayılır.
Türkler Anadolu’nun son konuklarıdır. Onlardan önce 10.000 yıllık Anadolu medeniyetleri
inkar edilemez. Çünkü bu tarih de Anadolu insanlarının tarihidir. Tıpkı Orta Asya gibi,
Mezopotamya gibi. İşte bu göçler ve başka kanallarla Anadolu’ya giren İslamiyet, kendisiyle
birlikte, Hz. ali’ye yapılan ve yukarıda sözünü ettiğimiz ilk haksızlığı da beraberinde getirir.
Bu haksızlık, dediğimiz gibi Anadolu Aleviliğinin oluşmasındaki üç kaynaktan biridir. Şimdi
diğer kaynaklara geçebiliriz.
Anadolu Aleviliğinin oluşumundaki ikinci etken, bence, Türkistan ve İran gibi doğu din ve
kültürlerinden gelen etkidir. Çünkü, göç yolları ile ve diğer yollarla Anadolu’ya gelen
Türkmenler ya İslam olmuşlardı ya da İslamiyetten önceki çok tanrılı doğu dinlerinin etkisi
altında idiler:Şamanizm, Zerdüşt, Budha, Maniheizm, Hıristiyanlık öncesi çok tanrılı doğu
dinleri, Taoizm v.s. Doğudan, Türkistan’dan gelen Türkmenlerin kendi kültür miraslarını vs.
birlikte getirmemeleri mümkün değildir.
Bu izleri bugün bile görüyoruz. Bizdeki tasavvuf inancı ile Budha inancı arasında benzerlik
olduğu kuşkusuzdur. Maniheizm ile Alevilik arasındaki inanç benzerlikleri de hemen görülür.
Şaman dininden gelen Güneş’e, Ay’a, yüksek tepelere, suya, ateşe tapınma vs. bugün
Anadolu’da Sünni ve Alevi halk arasında hala yaşıyor.
Türklerin Orta Asya ve Maveraünnehir’de İslamiyeti tanımalarından sonra büyük Türk
mutasavvıfı Hoca Ahmet Yasevi tasavvuf inancı yanında İslamiyeti de kabul eder. Ama
tarikatını, tekkesini kapatmaz. Sadece Cami’yi kabul eder, diğerlerini benimsemez. Halbuki
İslamiyet’te Tanrı’dan başka bir varlığa tapınmak yasaktır.
Bu, puta tapmaya girer. Ama Türkmenlerde yüksek tepelere, sulara, ulu ağaçlara, yatırlara
kurban kesilir, ip bağlanır, lokma yapılır, ateş yakılır. Ateş yakılan ocaklar kutsal sayılır. Suyu
kirletmek günah sayılır vs.s. Yani, Türkler İslamiyeti kabul ederler ama, daha önceki kültür
miraslarını, inançlarını terk etmezler.
İslamiyeti enimseseler de eski inançlarından vazgeçmezler. İşte Anadolu’ya gelen
Türkmenler’in ve diğer halkların getirdikleri inanç sistemleri ve kültürleri de, kanımca
Anadolu Aleviliğinin ikinci kaynağını oluşturmaktadır. Nihayet üçüncü kaynak da, Eski
Anadolu din, inanç ve kültür mirasıdır. Üzerinde yaşadığımız toprakların 10.000 yıllık tarihi,
Anadolu medeniyetleri tarihidir. Anadolu’da 1200 yıllarında oluşan ve Anadolu dışında
birçok kültürün ve dinin izlerini taşıyan Anadolu Aleviliğinin, 10.000 yıllık Anadolu
medeniyetleri tarihinden bir şey almadığını söylemek mümkün değildir.
43Nitekim, bugün Anadolu Aleviliği’nde gördüğümüz birçok inancın izlerini çok tanrılı
Anadolu dinlerinde, hatta Hıristiyanlıkta görüyoruz. Bektaşiliğin kurucusu sayılan, Hacı
Bektaş-ı Veli ve Kadıncı Ana arasındaki ilişki, İsa-Tanrı ve Meryem Ana arasındaki ilişkiyi
anımsatmıyor mu? Cem ayinlerinde kutsal sayılan ve “dem” kabul edilen şarabın
Hıristiyanlar’da da kutsal sayılıp kilisedeki ayin sonunda ekmeğin ona batırılıp yenmesi ve
Noel’de Hz. İsa ruhuna şarap içilmesi arasında bir ilişki kurulamaz mı? Gene; Hz. İsa ve 12
havarisi, Hz. Ali ve 12 İmamlar olayı rastgele bir benzerlik midir acaba?Üstelik bunlara
benzer daha yüzlerce örnek verilebilir.
Örneğin, şarabın Orta Anadolu’da kurulmuş Frigya, Lidya medeniyetlerinde olduğu gibi, aynı
bölgede gelişen Bektaşilik’te de kutsal olmasına ne demeli? Bunlardan Anadolu Alevileri’nin
büyük çoğunluğunun, Müslümanlığı sonradan benimsemiş Anadolu halkları olduğu sonucu
çıkmaktadır. Bunların Müslümanlığa ve Bektaşiliğe eski inançlarnı da taşımaları çok doğaldır.
Aleviliği Anadolulaştıran en büyük etmen de budur.
Doğan Avcıoğlu bu gelişmeyi şöyle izah ediyor: “Hacı Bektaş ve halifeleri, İslami çerçevede,
Anadolu Hıristiyanlarının inançlarıyla, Orta Asya geleneklerini bağdaştırarak, Ortodoks
İslama uzak düşen göçebeleri ve köylüleri saflarına toplarlar.”(45)
Alevilik olayına salt dinsel bir bölünme gözü ile bakmamak lazım. O bir yanı ile dinsel
olmaktan çok toplumsaldır. Ama salt toplumsal siyasalbir akım olarak ele almak da yeterli
değildir. Çünkü güçlü bir dinsel yanı da vardır. İslamiyet içinde hilafet meselesindeki
haksızlığa ilk karşı koyanlar Araplar oldu. Bu karşı koyuş islamiyetle birlikte yayıldı. İran’a
gitti, Şiilik oluştu. Pakistan’da bu kaynaktan beslenen İsmailiye Mezhebi hala yaşıyor.
Afganistan’da Şii veya İsmailiye Mezhebi hayli yaygındır. İslamiyet içindeki bu akım
Mısır’da Fatımi devletini doğurdu. Ve hala da günümüzde gerek İran’da Humeyni
önderliğinde, gerekse Ortadoğu ve Arap ülkelerinde yaşıyor. Ama bunların hiçbiri Anadolu
Aleviliği ile aynı şeyi ifade etmez. Anadolu Aleviliğinin adı geçen bu Şia akımlarla Hz. Ali ve
Ehlibeytine olan saygı ve sevgi dışında ortak bir yanı yoktur. Anadolu Aleviliği bir yaşam
biçimidir.
Anadolu’da Alevilik bir kültür olayıdır. Bir kimlik meselesidir. O dinsel olmaktan çok, ırksal
olmaktan çok, toplumsal bir akımdır. Bir hayat felsefesidir. Anadolu Aleviliği, Ali ve
Ehlibeyt sevgisini, insan sevgisini, kardeşliği, hakça bölüşümü, eşitliği, her türlü toplumsal
haksızlığa karşı olmayı kendine ilke edinmiş bir dünya görüşüdür. Bugün çağdaş demokratik
teorilerin aradığı erdemleri Alevilik 700 yıldan beri Anadolu’da her türlü bağnazlığa karşı
yılmadan mücadele vererek sürdürmektedir.
Doğuşta toplumsal temelli, ama dinsel bir muhalefet olan Şia hareketi, Anadolu’da toplumsal
yanı ağır basan, bir yaşam felsefesine bir siyasal muhalefet hareketine dönüşmüştür. Alevilik
bu özelliğini, yaşadığı tarihsel-toplumsal sürece borçludur. BEKTAŞİLİK VE YENİÇERİ
OCAĞI Osmanlı devleti ilk kurulduğu yıllarda koyu Sünni bir İmparatorluk değildi.
İmparatorluğun ilk yıllarında azınlıklara ve başka dinden olanlara daha büyük bir hoşgörü ile
bakıldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır.
Hatta ilk üç padişahın; Osman Gazi, Orhan Gazi ve 1. Murat’ın, Ahi-Bektaşi inançlı
olduklarını bazı kaynaklar yazar. Orhan Gazi’nin Yeniçeri Ocağı’nı 1363 yılında Bektaşi
tekkesinin duasını aldıktan sora gerçekleştirdiği bilinir. Bu olay şöyle gelişmiştir:
44Bektaşilikle yakından ilgilenen sempati duyan bir padişah olan Orhan Gazi devşirme
çocuklardan (Hıristiyan v.s.) kurulu orduya kutsal bir özellik vermek için, bunlardan bir grubu
alarak Hacı Bektaş-ı Veli türbesinin bulunduğu Sulucakaracahöyük’e gider Dergahı ziyaret
eden Orhan Gazi, orada bulunan Pir’e, “Pir hazretleri, yeni kurduğum ocak için sizden hayır
duası almaya geldim” diyerek, Hıristiyan çocuklarını gösterir Hacı Bektaş’taki Pir, elini
çocuklardan birinin başına koyarak: “Bunların adı yeniçeri (yeni asker) olsun. Cenabı Hak
yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip
buyursun” diye dua eder.(46)
Böylece, Yeniçeri Ocağı’nın isim babası Bektaşi piri olur. Yeniçeriler pirleri olarak Hacı
Bektaş-ı Veli’yi tanırlar. Yeniçeriler kendilerine Bektaşiyan, ağalarına da “Ağai Bektaşiyan”
adını verirler. Daha sonra Hacı Bektaş Pir evinden kutsal bir kazan alınır, Yeniçeri Ocağı’na
götürülür.
Bu kazan sonraki yıllarda, yeniçerilerin çeşitli haksızlıklara tepki olarak “kaldırdıkları”
kazandır. Yeniçeri duası ise şöyledir.(47)
“Allah Allah, illallah, baş uryan, sine püryan... Kulluğumuz padişaha ayan; üçler, beşler,
yediler, kırklar, gül-bang-ı Muhammed, nur-u Nebi, Kerem-i Ali pirimiz, Sultanımız Hünkar
Hacı Bektaşı Veli demine devranına Hu diyelim, Huuuu...” Bektaşilerin taktığı Bektaşi Tacı
on iki dilimli beyaz bir külahtır. On iki dilim, On İki İmamı temsil eder. Bektaşi babalarının
taçları, yeşil renkli bir sarıkla sarılır.
Taçta ayrıca Taylaşan adı verilen bir şerit bulunur. Bazı kaynaklarda Yeniçeri Ocağı’nı bizzat
Hacı Bektaş-ı Veli’nin kurduğu belirtilirse de bu doğru değildir. Çünkü Hacı Bektaş-ı Veli
1270-71 yıllarında vefat etmiştir. Yeniçeri Ocağı ise, 1363’te yani Hacı Bektaş-ı Veli’nin
ölümünden yaklaşık 90 yıl sonra kurulmuştur. Orhan Gazi’den sonra, I. Murat da Bektaşiliğe
ve Yeniçeri Ocağı’na hoşgörü ile yaklaşmıştır.
Hacı Bektaş-ı Veli türbesini ilk olarak 1. Murat inşa etmiştir. 2. Beyazıt ise daha sonra türbeyi
onarmıştır. Osmanlı yönetimi, Yavuz Sultan selim dönemine kadar Yeniçeri Ocağı’yla
Anadolu Alevilerine ve Bektaşilerine hoşgörü ile baktı. Osmanlı sarayının katı bir Sünniliğe
yönelmesi, tutuculaşması, Alevi ve Bektaşi düşmanı kesilmesi Yavuz dönemine rastlar. Bu
olayda Anadolu’da hızla güçlenen Şii Safevi devletininde rolü vardır. Şii Safevi devleti bir
dönem boyunca Anadolu’da Osmanlı için büyük tehlike olmuştur.
Osmanlı bu tehlikeye karşı Sünni İslama sıkı sıkıya sarılır, bu akımı kendisi için kurtuluş
sayar. Yavuz, bu uğurda bazı göz boyama eylemlerine de girişir. Örneğin, Yeniçeri Ocağı’nı
Safevi tehlikesine karşı güya korumak için kendisini de Yeniçerilere Bektaşi gibi gösterir.
Kulağını deldirerek Balım Sultan küpesi (Menkuş) takar. Şimdi kısaca Ahilik hakkında biraz
bilgi verelim: Ahilik, Karahanlılar devleti zamanından beri Türk esnaf ve işçilerini içine alan
tasavvufi bir tarikattır. Ahiliği Avrupa lonca sisteminin Türklerdeki karşılığı olarak da
gösterebiliriz. Ahilik kadar iş terbiyesinde rol oynayan başka bir tarikat yoktur. Ahiler,
ekonomik gelişmede disiplinli ve planlı çalışmayı temel almışlardır.
Anadolu Ahilerinin piri Ahi Evren Veli’dir. Kendisi Horasan erenlerindendir. Bu ulu kişi
Türk sanat kesiminin piridir. Kırşehir’de bulunan ve 1278 tarihini taşıyan bir vakıf belgesine
göre, Ahi Evren XIII. yüzyılın ilk yarısında doğmuş ve XIV. yüzyılın başlarında da ölmüştür.
Evren kelimesi ejderha (yılan) anlamına gelir. Yılan Türklerde edebi hayatın sembolü olarak
45kabul edilir. Ahi Anayasasında, “Tanrı’ya ulaşmak, insanın tamamen kemale ermesi ile
mümkündür” diye yazılıdır. Adam öldürenler, kasaplar, hırsızlar, zina edenler Ahiliğe kabul
edilmez.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya geldiği yıllar Ahiler oldukça yaygındır. Zaten Ahilik,
Bektaşiliğe yakın bir tasavvuf tarikatıdır. Osmanlı Sultanlarından Osman Gazi, Orhan Gazi ve
1. Murat’ın Ahi-Bektaşi eğilimli olduğunu belirtmiştim. Ayağı da diğer Osmanlı
padişahlarının mensup oldukları tarikatleri E.B. Şapolyo şöyle veriyor:(48)